Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2020 Salı

60 YILLIK İTTİFAK: NATO VE TÜRKİYE. BÖLÜM 1

60 YILLIK İTTİFAK: NATO VE TÜRKİYE. BÖLÜM 1







E.Tümgeneral Armağan KULOĞLU,
ORSAM Başdanışmanı
armagankuloglu@orsam.org.tr

60 yıldır varlığını devam ettiren ve kendini yenileyen NATO, yeni tehdit algılamasında birinci sıraya terörizmi koydu. 
E.Tümgeneral Armağan KULOĞLU
ORSAM Başdanışmanı
armagankuloglu@orsam.org.tr


60 YILLIK İTTİFAK: NATO VE TÜRKİYE 
Nisan’09 Cilt 1 Sayı 4 


NATO içindeki ABD’nin üstün durumu zaman geçtikçe İttifak’ın Batı Avrupalı üyelerini rahatsız etmiştir. Avrupa Birliği fikri son 50 yıl içinde adım adım gerçekleşip “Birleşik Avrupa Devleti” hedefine doğru ilerledikçe Avrupa devletlerinde ABD’nin askeri vesayetinden kurtulma düşüncesi de gelişmeye başlamıştır. 

NATO’nun Kuruluşu ve Soğuk Savaş Dönemi 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin işgal etmiş olduğu ülkelerde Sovyet Ordusu’nun desteğiyle Komünist partiler, demokratik teamüller dışında yöntemler kullanarak iktidarı ele geçirmişlerdir. O yıllarda, Sovyetlerin bu fiili genişleme siyaseti karşısında, Batılı ülkeler arasında herhangi bir siyasi veya askeri bir dayanışmayı ortaya koyacak bir antlaşma ve örgütlenme yoktu. 

Bu nedenle 17 Mart 1948 tarihinde İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg aralarında imzaladıkları “Brüksel Antlaşması” ile muhtemel 
bir tecavüze karşı kuvvetlerini birleştirmeyi kabul ederek Mareşal Montgomery’nin komutasında ilk müşterek askeri teşkilatı kurmuşlardır. 

NATO ittifakının başlangıcı olarak kabul edilen bu teşkilat, 1955 yılında Batı Avrupa Birliği adını alacak olan teşkilatın da temelini teşkil etmiştir. 

Bu teşebbüs, Batı Avrupa’nın müşterek savunma yolunda attığı ilk adımdır. 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması ile İttifak, bilinen yaygın adı ile NATO olarak kurulmuştur. Kuzey Atlantik Antlaşması’nda, Brüksel Antlaşmasına dâhil beş ülkeyle beraber müzakere sürecine çağrılan İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz’in de 
katılımı ile NATO’nun üye sayısı 12’ye ulaşmış, Türkiye ve Yunanistan’ın 1952’de, Almanya’nın 1955’te, İspanya’nın 1982’de İttifaka katılması ile üye sayısı 16 olmuştur. Soğuk Savaş dönemi bu 16 üye ile aşılmıştır. 

NATO, kurulduğu 1949 yılından 1989 yılına kadar geçen 40 sene içinde Avrupa’nın güvenliğini tartışmasız bir şekilde temin etmiştir. Tehdidin mahiyetinin ve büyüklüğünün belli olduğu bu dönemde, savunma stratejileri ve askeri kuvvet yapıları, tehdide yönelik olarak tespit ve teşkil edilmiş ve uygulanmıştır. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde kendisine yönelebilecek silahlı 
tecavüzlere karşı güvenliğini kendi öz savunması ile birlikte, NATO’nun bir üyesi olarak da sağlamıştır. 


1950’den sonraki yıllar ABD’nin ekonomik ve askeri gücü ile Avrupa’da itirazsız söz sahibi olduğu yıllardır. Güvenlik ihtiyacının gerektirdiği ağır savunma harcamaları, ABD’nin varlığı ile NATO’nun Avrupalı üyeleri için hafiflemiş, savunmadan kısılan imkânlar sosyal devletin gereklerine harcana bilmiştir. 

Bu arada Türkiye modern harp silah ve araçlarına biraz daha fazla sahip olabilme uğruna ekonomik gücünün çok üstünde bir silahlı kuvveti muhafaza ederek hem NATO’nun insan gücü açığını kapatmış ve hem de kendi teknolojik yetersizliğini bu şekilde telafi etmeye çalışmıştır. 

NATO’nun kuruluş amacı, 1952-1957 yılları arasında görev yapan NATO Genel Sekreteri Lord Ismay’in söylediği gibi, SSCB’yi dışarıda, ABD’yi içeride ve Almanya’yı aşağıda tutmak olarak ifade edilebilir. Kolektif savunma amaçlı bir örgüt olan NATO’yu kuran Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 5. maddesine göre NATO üyelerinden birine yapılan saldırı tümüne yapılmış sayılacak ve karşılık, kolektif olarak verilecektir. Metinde belirtilmemesine rağmen bu ilk maddenin temel amacı SSCB’den gelebilecek bir saldırıya karşı üye devletlerin birlikte hareket ederek birbirlerinin güvenliğine katkıda bulunmalarını sağlamaktır. 

NATO içindeki ABD’nin üstün durumu zaman geçtikçe İttifak’ın Batı Avrupalı üyelerini rahatsız etmiştir. Avrupa Birliği fikri son 50 yıl içinde adım adım gerçekleşip “Birleşik Avrupa Devleti” hedefine doğru ilerledikçe Avrupa devletlerinde ABD’nin askeri vesayetinden kurtulma düşüncesi de gelişmeye başlamıştır. 1984 yılında ABD’nin Sovyetler Birliği ile uzun menzilli füzelerin 
sınırlandırılması pazarlığına girmesi ve Yıldız Savaşları Projesi ile Kuzey Amerika’yı koruma girişimleri, İttifakın Batı Avrupalı üyelerini yeni arayışlara sevk etmiş ve Batı Avrupa’nın Güvenlik Mimarisinde yeni bir üslup değişikliğine gidilmiştir.1 

ABD’nin küresel ortaklara duyduğu ihtiyaç nedeniyle önümüzdeki dönemde NATO’ya daha fazla önem vermesi bekleniyor. 



Soğuk Savaş Sonrası NATO ve Değişim 

NATO İttifakı kurulduğundan bugüne kadar 60 yıl kadar bir süre geçmiştir. Kuruluşundan Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar olan dönemde, içinde bulunulan tehdit algılaması ortamında kuruluş maksadına uygun olarak hareket eden NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Varşova Paktı’nın ortadan kalkması ile varlığını devam ettirip ettirmeme 
konusunda kendisini sorgulamaya başlamıştır. 

Varşova Paktı, iki kutuplu dünya düzeninde Doğu Bloku’nun savunma ihtiyacını karşılamaktan öteye gidemeyen ve bir anlamda NATO’ya karşı kurulan savunma işlevli bir örgüt niteliğinde iken NATO, Varşova Paktı’na karşı Batı’nın sadece savunma ihtiyacını karşılamakla sınırlı kalmamıştır. NATO’nun bir savunma örgütü olma özelliği kadar önemli diğer bir özelliği de üye ülkeler arasındaki askeri, siyasi ve sistem içi ilişkileri koruma, geliştirme ve düzenleme işlevlerini 
yerine getirmeye çalışmasıdır. 

Temmuz 1990’da yapılan NATO Zirvesi’nden başlayarak, NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasına karar verilmiştir. NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasında, Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında ortaya çıkan belirsizliklerin ve risklerin önemli bir neden olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni duruma göre tehdidin yeniden değerlendirilmesi yapılmış, başta uluslararası terör olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göç hareketleri gibi tehditler yeni tehdit algılamaları olarak belirlenmiştir. 

Bu bağlamda NATO sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve iş birliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş 2 ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. Ayrıca örgütün, güvenlik konusunda istikrarı bozabilecek yeni yapılanmalara engel olmak ve kendi 
yapılanmasının etki alanını arttırarak istikrar sağlamak maksadıyla genişletilmesi ne karar verilmiştir. 

NATO’nun Genişlemesi 

Bu bağlamda önce Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya, daha sonra Romanya, Bulgaristan, Slovenya, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya ittifaka katılmıştır. Orta ve Doğu Avrupa’da, Yeni Ortadoğu, Ortadoğu için yeni bir çağın başlangıcını ifade eden bir terimdir. 

Ortadoğu’da yeni aktörlerin, yeni güçlerin meydana geldiği ve artık sert gücün yerini yumuşak güce bıraktığı oluşumdur. Bu durumda ABD’nin bölgede etkinliğini askeri güç yerine diplomasi gibi yumuşak güçle sağlamaya çalışacağı anlaşılmaktadır. 

Orta Asya’da ve Kafkaslar’da ortaklar edinmek amacıyla Barış için Ortaklık (BİO) Projesi hayata geçirilmiştir. 

Barış için Ortaklık., 

Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun siyasi boyutunun önem kazandığı görülmektedir.3 

Rusya Federasyonu (RF) ile olan ilişkilerinde de bir değişim yaşanmış ve önce RF’nin NATO içinde bir nevi gözlemci olarak yer alması ve karşılıklı güvenin oluşmasına yardımcı olmak üzere NATO Karar Alma Sürecini takip etmesi sağlanmış, daha sonra da Karar Alma Sürecinde beraber çalışılan, ancak oy ve veto hakkı olmayan bir sistem oluşturulmuştur. Sorumluluk sahası, yeni 
tehdit algılamaları ve kabul edilen misyon çerçevesinde, yazılı olarak belirtilmese de, bütün dünya olarak algılanmaya başlamış ve Birleşmiş Milletler ile (BM) yakın iş birliği konusu güçlenmiştir. 

Bu yeni durum doğal olarak NATO’nun teknolojik ilerlemesini, yeni sistemleri, yeni konseptleri, doktrinleri, kuvvet yapısını da kapsayan yeniden yapılanmasını beraberinde getirmiştir. 

Düşüncede, teşkilatlanmada, usul ve yöntemlerde değişiklikler olmuştur. Daha uzun mesafelere süratle intikal edebilen, hareket kabiliyeti yüksek, elastik, çevik, üstün ateş gücüne sahip, istihbarat imkânları teknolojiyi de kullanarak daha da gelişmiş, haberleşme ve komuta kontrolü çok iyi olan, çoğunlukla özel olarak teçhiz edilmiş ve özel eğitim görmüş; ancak daha küçük yapıda birlikler den oluşan bir yapı öngörülmüştür. 

NATO, ABD ve Rusya 



ABD’nin kurmak istediği Yeni Dünya Düzeni’nin önündeki en büyük tehdit olan terörün ve kitle imha silahlarının yayılmasının engellenmesi ve enerji kaynakları ile yollarının kontrolünün sağlanması amacıyla ABD “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) olarak bilinen projeyi geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur.4 

  ABD, NATO’yu, özellikle BOP’un bir Amerikan projesi olduğu izlenimini silmek amacıyla projenin uygulanmasına dâhil etmek istemiş ve daha sonra da projenin adı, “Genişletilmiş Orta doğu ve Kuzey Afrika Projesi” (GOKAP) olarak değiştirilmiş tir. ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra yaşanan gelişmeler son yıllarda “Yeni Ortadoğu” olarak isimlendirilen bir anlayışın ortaya çıkmasına neden olmuştur. 

Yeni Ortadoğu, Ortadoğu için yeni bir çağın başlangıcını ifade eden bir terimdir. Ortadoğu’da yeni aktörlerin, yeni güçlerin meydana geldiği ve artık sert gücün (hard power) yerini yumuşak güce (soft power) bıraktığı oluşumdur. 

Bu durumda ABD’nin bölgede etkinliğini askeri güç yerine diplomasi gibi yumuşak güçle sağlamaya çalışacağı anlaşılmaktadır.5 Yeni yönetimin, İran konusunda olduğu gibi diyalog ve müzakere yolunu benimseyeceğini, ancak gerektiğinde askeri seçenekleri gündemde tutacağını belirtmesi, diplomasi ve yumuşak gücün yeterli olamayacağı zamanlarda sert güç kullanılabileceğini göstermektedir. 

Ortadoğu’da barış ve istikrarı tehdit eden önemli konulardan biri de Filistin-İsrail çatışmasıdır. Sonuç alınamayan ve yıllar süren bu problemin bir anda ortadan kaldırılmasının imkânsız olduğunu bilen Obama, direkt olarak Gazze krizi gibi olaylara müdahil olmamakta, atadığı özel temsilciler aracılığı ile ilişkileri devam ettirmeyi planlamaktadır.

Önemli diğer iki konu da Afganistan ve Rusya’dır. 

Obama’nın, selefi olan Bush’dan farklı olarak bu iki ülke ile ilgili krizlerden kaçınma yolunu seçtiği söylenebilir. Afganistan konusunda, Taliban’a karşı mücadelenin kazanılması amacı varken, Rusya cephesinde ise doğal gaz ve lojistik konular ağar basmaktadır. Afganistan konusu bir noktada NATO’nun geleceği olarak kabul edilmektedir. ABD’nin yeni yönetimi, acil bir tedbir 
olarak Afganistan’a 17000 ilave ABD askeri gönderme hususunu karara bağlamıştır.7 

Rusya 

Rus yönetimi, ABD’nin NATO’yu kullanarak Rusya’yı çevrelemesi ne sert biçimde direniyor.
ve ABD bir yandan silahsızlanma mesajları verirken, bu iki ülkenin Orta Asya’da bir güç mücadelesi içinde olduğu da gözden kaçmamaktadır. ABD, Taliban ve El Kaide ile daha etkili mücadele edebilmek için Irak’tan asker çekmeyi ve Afganistan’a daha fazla asker sevk etmeyi planlamaktadır. 
Rusya ise Orta Asya’daki hamleleriyle ABD’nin genişleme ve etkili olma planını bozmaya çalışmaktadır. Kırgızistan, Rusya’dan 1,7 milyar $ Rus yatırımı sözü aldıktan sonra ABD’ye ait Manas askeri üssünü kapatma kararı almıştır. 

Manas, Afganistan’daki Amerikan üslerine lojistik destek sağlaması açısından önem taşımaktadır. 
Kırgızistan bu açıklamayı yaparken Rusya, Afganistan’a lojistik destekte yardımcı olabileceğini belirterek adres olarak Moskova’yı göstermektedir. 

Bu durumda ABD’nin, ikmal konusunda Türkiye’den de talepte bulunabileceği değerlendirilmektedir. 
Ancak Kırgızistan, Manas üssü konusunda, ABD’nin girişimi ile bu konuyu yeniden görüşmeye niyetli olarak görünmektedir. ABD ve Rusya güç dengesinde çeşitli hesaplar yapılırken bu kez Moskova, Müşterek Güvenlik Anlaşması Zirvesi’ne ev sahipliği yapmış ve bu zirvede, Beyaz Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan ile birlikte NATO benzeri bir askeri ittifak kurma kararı alınmıştır. Anlaşmaya göre, bu ülkelere dışarıdan gelecek bir tehdit, tüm ittifaka üye ülkelere yapılmış sayılacaktır. İttifakın ilk icraatı, acil bir müdahale gücü oluşturma kararı olmuştur. 

ABD’nin Rusya ile olan herhangi bir işbirliğinde, tek taraflı kabullenmelerin olmayacağı açıktır. 
Bir yandan küresel mali krizle mücadele, diğer yandan da Afganistan’daki Amerikan varlığında bir olumsuzluk yaşanmaması için Obama, Rusya’dan destek almayı düşünebilir. Ancak bunun gerçekleşme olasılığı zayıf olduğu için ABD, Pakistan’ı elde tutmak zorunluluğunun farkındadır. 
Afganistan’daki istikrar, Pakistan, İran gibi ülkelerin durum ve tutumlarına da bağlıdır. 
Bu kapsamda bu ülkelerin barış ve istikrara katkısı önemli olup, ABD, NATO yoluyla da bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir.8 
Yeni Ortadoğu olarak ifade edilen politika anlayışında ABD’nin yine NATO’dan faydalanmak isteyeceği de aşikârdır. 

<  ABD’nin, her ne kadar Avrupa’yla köklü dini ve sosyo-kültürel ortak değerleri varsa da, AB ve ABD’nin dünya ekonomisindeki paylarının büyük olması aralarında rekabet yaratmaktadır. Önümüzdeki dönemde dengeli bir ABD–AB ortaklığının küresel siyasal düzene yeniden egemen olması beklenebilir. >


Transatlantik İlişkileri, NATO ve AB 

ABD ve Avrupa, her ne kadar “Batılı olma” kavramı içinde ortak değerlere sahipse de, Avrupa artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi ABD’nin güdümü altında yaşamak istememektedir. Bu nedenle AB, ekonomiyi takiben siyaset ve savunma konularında etkili olmaya çalışmaktadır. 
ABD’nin, her ne kadar Avrupa’yla köklü dini ve sosyo-kültürel ortak değerleri varsa da, AB ve ABD’nin dünya ekonomisindeki paylarının büyük olması aralarında rekabet yaratmaktadır. 

Önümüzdeki dönemde dengeli bir ABD–AB ortaklığının küresel siyasal düzene yeniden egemen olması beklenebilir. NATO’nun kurulduğu günden bugüne kadar ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçlarına karşılık, bu ittifakın, Atlantik’in iki yakasının bir araya gelerek güvenlik sorunlarını tartıştığı önemli bir diyalog platformu olduğu, önümüzdeki dönemde de terör ve kitle imha silahlarıyla mücadele konularında NATO’nun bu özelliğine duyulan ihtiyacın daha da artacağı kıymetlendirilmektedir. 2008 Savunma Bakanları Toplantısı’nda, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri döneceği kesinleşmiştir. Böylelikle 1966’dan bu yana AGSP-NATO dengesini sağlamaya çalışan Fransa, politikalarını değiştirerek NATO’nun askeri kanadına geri dönme girişiminde bulunmuştur. 

Bu durum, NATO – AB ilişkilerinin daha da düzelebileceğinin ve NATO ile AGSP’nin uyum içinde çalışabileceğinin bir göstergesi olarak da mütalaa edilebilir. 

NATO’nun Askeri Güç Olarak Önemi 




Önümüzdeki yıllarda enerji güvenliğinin, kaynaklarının ve intikal yollarının önemi artarak devam edecektir. 2030’lu yıllara gelindiğinde hidrokarbon, yine enerjide hâkim faktör olma durumunu koruyacaktır. Kuzey kutbu, küresel ısınmanın etkisi ile petrol arama ve kaynaklarının ortaya çıkmasına elverişli hale gelecektir. Bu durum yeni siyasi ilişkileri beraberinde getirecektir. Enerji güvenliğinin 
yanında gıda, su ve çevre konuları da öncelikli sorunlar haline gelecektir. 

Dünya genelinde nüfus artışı da bu sorunların içinde olacaktır. Ancak gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanması, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki genç ve eğitimsiz nüfus ve bunun bir sonucu olan göç hareketleri bir çatışma ortamı yaratabilecektir. Diğer tehditleri de göz ardı etmemek gerekmektedir. Yeni tehditlerin nereden geldiği henüz daha tam olarak belirlenememiştir. 

Bu yıllara gelindiğinde devlet, yine en önemli güvenlik sağlayıcısı, aynı zamanda tehdit kaynağı olacağından bu durumda askeri güç, önemini korumaya devam edecektir.9 

Dolayısıyla NATO’nun askeri bir güç olarak önemini koruyacağı anlaşılmaktadır. 

NATO’nun Terörle Mücadelesi ve Türkiye 

Küresel terörizm, dünyanın olduğu gibi NATO’nun da gündemini değiştirmiştir. Terörizm ile mücadelede BM, NATO, AB ve AGİT’in çalışmalarının artarak devam edeceği beklenmektedir. 

Gelişen yeni tehditlerin niteliği, NATO üyelerinin bu tehditlere en etkin bir şekilde mukabele etmede fikir birliğine varmalarını zorunlu kılmaktadır. Terörizmle mücadele konusu 1999’daki Washington Zirvesi’nden itibaren şekillenmeye başlamış, 2002 Prag Zirvesi’nde terörizmle mücadele konsepti onaylanmıştır. 

Bu gelişme ile İttifak üyelerinin halkına, kuvvetlerine, topraklarına ve uluslararası güvenliği hedef alan tüm terör hareketlerine karşı mücadele 
kararlılığı ifade edilmiştir. Kabul edilen konseptte, alınacak önlemlerin teröristleri caydırabilecek, durdurabilecek ve karşı savunma yapabilecek nitelikte olması öngörülmekte ve önlemlerin NATO’nun çıkarlarının olduğu bölgelerde uygulanması gerektiği belirtilmektedir. 2004 yılında İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi, ABD ve AB’nin Küresel Terörizmle uluslararası alanda mücadelenin etkin yürütülebilmesi için ortak yaklaşım ve işbirliği için önemli bir imkân yaratmıştır. 
Bu zirvede İstanbul İşbirliği Girişimi oluşturulmuştur. Körfez İşbirliği Konseyi kurulmuş ve Güçlendirilmiş Akdeniz Diyalogu ile Doğu Akdeniz’in güvenliği ve istikrarı için önemli bir girişim başlatılmıştır. 


NATO Üyesi Ülkeler., 




NATO kapsamında yapılan tüm toplantılar ve girişimler sonucunda varılan ortak noktalara bakıldığında, NATO’da terörle mücadele konusunda bir görüş birliği oluştuğunu ve üyelerin bu konuda iş birliğine hazır olduklarını ve NATO imkân ve kabiliyetlerinin de bunu başarabilecek durumda olduğunu görmek mümkündür. 

Ayrıca mücadelede NATO’nun uluslararası iş birliğine açık olduğu da söylenebilir. Bu konu 2009 yılına kadar yapılan bütün toplantılarda güncelliğini korumuştur. Ancak terörle mücadele konusunda NATO içinde uygulamada tam bir konsensüs sağlandığını da söylemek mümkün değildir. Terörizmin tanımı ve terörizmle mücadele noktasında nasıl bir ortak politika uygulanacağı konusunda belirsizlik ler sürmektedir. 

2004 İstanbul Zirvesi’nde Afganistan’da NATO’nun görev alanının genişletilmesi, Irak konusunda görüş birliğine varılması ve Irak’tan kaynaklanan terör tehdi dinin varlığının kayıt altına alınması, İstanbul İşbirliği Girişimi’nin Akdeniz Platformu ile birlikte işlem görecek biçimde yaşama geçirilmesi daha çok ABD’nin kazanç hanesini ilgilendirmiştir. 
NATO aldığı bu kararlar ile ABD’nin dış politika uygulamalarını meşruiyet zeminine çekmiştir.10


Türkiye terörizmden en fazla zarar gören ülke konumundadır ve bu nedenle terörle mücadelede en duyarlı ülkedir. Gerek zarar gören ülke konumundan doğan hassasiyeti, gerek NATO ittifakına verdiği önem ve gerekse insani duygularla, NATO’nun terörle mücadele konsepti ve doktrin geliştirme faaliyetlerine destek sağlamakta ve bu konuda NATO ve diğer ülkelere 
operatif ve stratejik seviyelerde eğitim vermektedir. 

Afganistan’daki NATO gücüne olan katkılarını ve eğitim amaçlı açtığı “Terörle Mücadelede Mükemmeliyet Merkezi”ni bu uygulamalarına iyi birer örnek olarak göstermek mümkündür. Herhangi bir nedenle bir ülkede terörist olarak adlandırılan bir kişi veya örgüt, diğer ülkede özgürlük savaşçısı gibi farklı şekilde kabul ediliyorsa, o zaman bu mücadelenin başarılı olma şansı yoktur. Bugün terör tehdidinin büyüklüğü konusunda genelde devletlerarasında ortak bir anlayış vardır. Ancak asıl anlaşmazlık, hangi şiddet ve tehdit kullanımının terör kapsamında algılanması gerektiği yönündedir.11 

Diğer uluslararası kuruluşlarda olduğu gibi NATO’da da terörün ortak bir tanımını yapmak mümkün olmadığı gibi NATO’nun terör örgütleri listesi üzerinde tam bir mutabakat sağlandığını söylemek de mümkün değildir. Türkiye 25 yılı aşkın bir süredir PKK terörü ile mücadele etmektedir. NATO’nun terör konusundaki hassasiyeti de bilinmektedir. 

Ancak içinde PKK’nın da bulunduğu NATO’nun terörist listeleri yıllara sari olarak güncelleştirilirken, 

PKK terör örgütünün listeye dahil edilmesinde zaman zaman güçlüklerle karşılaşılmaktadır. 
Bu yaklaşım, NATO’nun terörle mücadeledeki ciddiyeti ve tutumu ile bağdaşmamaktadır. 
PKK terör örgütünün Avrupa’da büroları vardır. Avrupa’dan televizyon yayını yapmaktadır. 
Bu Avrupa ülkeleri NATO üyesidir. PKK, NATO üyesi olan Türkiye’ye zarar vermeye devam etmektedir. 

Türkiye’nin yapmakta olduğu mücadeleye, çeşitli nedenlerle doğrudan veya dolaylı olarak engel olunmaktadır. Türkiye’nin bu beklentisinden, bir tehdit unsuru olan PKK ile mücadelesini NATO’ya yüklemek istediği gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Türkiye’nin güvenliğini bir başka ülkeye veya kuruluşa aktarma düşüncesi ve niyeti yoktur. Kendi güvenliğini sağlayacak güçtedir. Ancak güçlü bağlarla bağlı olduğu ve güvenilir bir müttefiki durumunda bulunduğu 
NATO’dan, hakkı olduğu desteği beklemesi de yadırganmamalıdır. 60 yıldır varlığını başarıyla devam ettiren, küresel gelişmelere ve bunun gerektirdiği ihtiyaca göre kendini yenileyen NATO, yeni tehdit algılamasında birinci sıraya terörizmi koymuştur. Terörle mücadelede yeni konseptler oluşturmuş ve stratejiler geliştirmiştir. 

Afganistan’a müdahalede, kuruluşundan beri ilk defa İttifak Anlaşmasının 5. maddesini yürürlüğe koymuştur. Terörizm karşısındaki duyarlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Ancak uygulamada üye ülkelerin tümü, özellikle PKK terör örgütü ile mücadelesinde Türkiye’nin beklentilerine cevap verecek anlayışta olamamıştır. NATO’nun kendisini bu konuda yeniden sorgulaması 
gerekmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1 Ekim 2019 Salı

İNGİLTERENİN ORTADOĞU POLİTİKASI., BÖLÜM 2

İNGİLTERENİN ORTADOĞU POLİTİKASI.,  BÖLÜM 2 




2003 Irak Savaşı ve İngiltere’nin Suriye Politikası 

Irak’ın 2003 yılında işgal edilmesi İngiliz politikasın- da bir fiyasko olarak görülmektedir.44 İngiltere’de Suriye’ye yapılacak saldırı konusu görüşülürken, İngiliz basını Avam Kamarası oturumuyla ilgili milletvekillerinin Suriye’yi değil, 10 yıl önceki Irak’ı tartıştığını yazdı. Başbakan David Cameron’ın Suriye’den bahsettiği kadar Irak’tan da bahsettiğini yazdı. David Cameron Suriye için yapılan tezkere görüşmelerinde Irak’a gönderme yaparak “Suriye savaşında bir taraf tutulması, ülkenin işgali, rejimin değişmesi veya muhalefetle daha yakından çalışma anlamına gelmiyor.” dedi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamen- tosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Avrupa ve İngiltere’nin Irak Savaşı’nın akabinde askerî politikaları bölgeyi hüsrana uğrattı. Guantanamo hapishanesi hâlâ açık ve insan hakları ihlalleri 
devam ediyor. Irak Savaşı öncesinde 2 milyon kişi Londra sokaklarına dökülerek savaşı protesto etmişti. 2003 yılında halka yalan söylendiğini düşünen protestocular tekrar benzer bir durumla karşı karşıya kalmak istemiyor. İngiltere; Irak, Afganistan ve Libya olmak üzere üç askerî müdahaleye tanıklık etti ve buralarda elde edilen sonuç bir zafer getirmedi, insan haklarının da korunmasına fayda sağlamadı.45 

İngiltere Türkiye İlişkileri 

Türkiye İngiltere ilişkileri Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın 
Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için Osmanlı’yı desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. 

Birleşik Krallık, Türkiye’nin dış ticaretinde oldukça önem verdiği gelişmiş ülkelerden biridir. En son İngiltere Kraliçesi Elisabeth’in 2008 yılında Türkiye’yi ziyaret etmesiyle ilişkiler ivme kazandı ve ardından Başbakan David Cameron Temmuz 2010’da Türkiye’yi ziyaret etti. Cameron’ın Temmuz 2010’da Türkiye’yi ziyareti sırasında imzalanan “2010 Strate- jik Ortaklık Belgesi” iki ülke arasında stratejik or- taklığın güçlendirilmesinde önemli bir gelişmedir. İngiltere kraliçesinin Abdullah Gül’e “ 2010 Chatham House Ödülü” vermesi de ilişkilerde önemli bir adım olarak görülmektedir. 

İngiltere, dünyada yükseliş gösteren ve kimin yanında yer almak gerektiği konusunda önemli bir tecrübeye sahip bir ülkedir. 

Ülke, tarihsel çatışmalara rağmen önemli ölçüde Türkiye’nin gücüne empati kurarak yaklaşmaktadır. 

Türk-Amerikan ilişkileri güvenlik eksenli gelişirken Türk-İngiliz ilişkileri ticari, ekonomik ve teknolojik birçok alana yayılmış durumda.46 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mart 2011 ve Temmuz 2012’de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de 20-24 Kasım 2011 tarihlerinde İngiltere’ye 
gerçekleştirdiği ziyaret ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik en üst düzeyde adımlar atılmış oldu. İngiltere ile bakanlar düzeyinde de yoğun ziyaretler gerçekleştirilmektedir. Ayrıca Birleşik Krallık’ın Türkiye’nin AB üyeliğine en güçlü desteği veren ülkelerden biri olduğu biliniyor. 

Ayrıca Türkiye ve Birleşik Krallık arasında diyaloğu güçlendirmek ve kurumsallaştırmak amacıyla her iki taraftan siyasetçi, akademisyen, medya 
temsilcileri ve sanatçılardan oluşan “Türk-İngiliz Tatlıdil Forumu” kuruldu. Forumun ilk toplantısı Ekim 2011’de İngil- tere’de, ikincisi 12-14 Ekim 
2012 tarihlerinde İstan- bul’da, üçüncüsü 1-3 Kasım 2013 tarihlerinde 
Cumhurbaşkanı Gül’ün katılımıyla İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da  gerçekleşti.47 

Toplantıların her yıl dönüşümlü olarak Türkiye ve İngiltere’de sürdürülmesine karar verildi. Türkiye-Birleşik Krallık ikili ticaretinde, 2011 yılında ticaret hacmi 13,9 milyar dolar, Türkiyenin ticaret fazlası 2,4 milyar dolardır. Türkiye’de faaliyet gösteren Birleşik Krallık sermayeli şirketlerin sayısı Mayıs 2012 itibarıyla 2.362’dir. 2011 yılında Birleşik Krallık’ta yaklaşık 250 bin Türk vatandaşı yaşamaktadır. 

Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye 917 milyon dolar doğrudan yatırımın gerçekleştiği, 2011 yılında 2.582.054 turistin Türkiye’yi ziyaret ettiği Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. Öte yandan, 37.460 Birleşik Krallık 
vatandaşının Türkiye’de 26.730 adet gayrimenkulü bulunmakta.48 

Sonuç 

İngiltere dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervlerinin ve sömürgelere ulaşım yollarının merkezi Ortadoğu’dan askerî olarak çıksa da yaptığı ticari anlaşmalarla bölgede varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu varlığın bir sebebi de İngiliz gücünün temelinin ticarete dayanmasıdır. Ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması İngiltere için hayati önem taşımaktadır. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra dekolonizasyon sürecinde coğrafi yakınlık arz etmesi bakımından Ortadoğu’ya odaklanmıştır. ABD’nin dünya siyasetinde ön plana geçmesinden sonra ise İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girmiştir. 

2003 yılında kimyasal silah bulundurduğu gerekçesiyle Irak’a saldırı yapılmasını kabul eden ve bölgeye asker gönderen İngiltere bu siyasetinden dolayı İngiliz halkından tepki aldı ve Irak konusu muhalefet nezdinde de eleştirildi. Arap baharı olarak isimlendirilen Arap ayaklanmaları sırasında ise İngiltere Ortadoğu daki ülkelerin kendi kaderini tayin etmeleri hususunda görüş bildirerek belli bir süre sessiz kaldı ve olayların durulmasını izlemeyi tercih etti. 

Bu sırada bölge ülkeleriyle petrol, gaz ve silah ticareti anlaşmalarına devam etti. Son olarak Suriye rejiminin ülkede kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle Suriye’ye askerî müdahale konusu gündeme geldi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamentosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Türkiye İngiltere ilişkileri ise Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. Bu ilişkisini müttefik ve stratejik ortaklık üzerinden yürütmeye devam etmektedir. 

Son Notlar., 

1 Mark Sedgwick, Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests, 
http://www.ashgate.com/pdf/SamplePages/Strategic_Interests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf, s. 5. 
2 Ortadoğu kavramı birçok siyasi kavram gibi ilk olarak 20. yüzyılın başlarında İngilizler tarafından kullanılmaya başlanır. 
Yakın Doğu (Near East) kavramının (o dönem için Osmanlı Devleti’nin kapladığı coğrafya) yetersiz kaldığını düşünen İngilizler, Osmanlı Devleti’yle 
Hindistan arasında kalan bölgeyi kapsayacak Ortadoğu (Middle East) kavramını ortaya atarlar. Kavramın kullanılmaya 
başlanmasının temelinde yatan sömürgeci kaygılar bu bölgenin geleceğinin şekillenmesinde etkin rol oynar. 
3 Davut Dursun, Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1233. 
4 Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013, s. 353. 
5 Edward Said, Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989, s. 58-59. 
6 Mark Sedgwick, Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests, s. 5-14. 
http://www.ashgate.com/pdf/SamplePages/ Strategic_Interests_in_the_Middle_ East_Ch1.pdf. 
7 Yavuz Yener, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http:// www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#. UoOQgnDwmCg. 
8 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, Say, İstanbul, 2012, s. 139. 
9 İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003, s. 405. 
10 Davut Dursun, Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1236. 
11 Azmi Özcan, Pan-İslamizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 1997, s. 23. 
12 İslam Ansiklopedisi, s. 405. 
13 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 118. 
14 Kemal H. Karpat, Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011, s. 192. 
15 Seyfi Kılıç, Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56, s. 31. 
http:// www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/ Dosyalar/201395_ seyfi_kilic.pdf. 
16 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 85. 
17 Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları, İngiliz hükümeti adına Mark Sykes ile Fransız hükümeti adına Georges Picot tarafından imzalanan 
16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır. Buna göre Fransa, Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini, İngiltere ise Ürdün, Irak ve Kuzey 
Filistin’i almaktaydı. Filistin’in geriye kalan toprakları üzerinde uluslararası bir rejim ve sınırları belli olmayan bir de Arap devleti kurulacaktı. 

Gerçekte, Sykes- Picot Antlaşması, İngiltere’nin daha önce Araplarla yaptığı Ortadoğu düzenlemelerine aykırı düşmekte, İngiltere’nin ikiyüzlü dış politikasını 
göstermekte ve bölgede bugüne kadar sürecek anlaşmazlık tohumlarını atmaktaydı. Çünkü İngiltere Osmanlı devletine karşı savaşmalarını sağlamak ve böylece yükünü hafifletmek için Arapları kendi yanına almayı tasarlamış ve bunun için de Mekke şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon arasında, şimdi İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmış bulunan topraklar üzerinde bir Arap krallığının kurulması yönünde bir antlaşma imzalanmıştı. 
Öteki gizli antlaşmalarla birlikte Sykes-Picot antlaşmasının da Bolşevikler tarafından 1918 ilkbaharında açıklanması, özellikle Ortadoğu’da büyük 
karışıklıklar çıkaracak ve bir yanda Araplarla öte yanda Batılı devletlerin arası açılacaktır. Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 
2008, 17. Baskı, s. 382-383. 
18 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 125-126. 
19 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, 2012, s. 248. 
20 Armaoğlu, s. 202-203. 
21 Armaoğlu, s. 209-210. 
22 Armaoğlu, s. 489-491. 
23 Marienne Stern, “Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu Körfezdeki Savaş”, Dünya Sorunları 1988/1, Orta Doğu 
    Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988, s. 189. 
24 http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu-ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 
25 Eftal Irkıçatal, “İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve 
    Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2012/1, Sayı:15, s. 35. 
26 Kemal H. Karpat, Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, s. 97. 
27 Yavuz Yener, “İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi”, 
     www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UngRvXDTqFt (Erişim tarihi: 05.11.2013). 
28 Dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biridir. Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştiren yapay su yolu 193,3 km uzunluğunda, 205-225 m genişliğinde ve 24 m derinliğindedir. Kanal, Hint Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan en kısa deniz yoludur. 
29 Laurie Milner, The Suez Crises, 03.03.2011, http://www.bbc. co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 
30 Mısır nüfusunun %95’i Nil’e 19 km mesafe içinde yaşamaktadır. Mısırlılar için nehrin yıllık taşkınlarını denetlemek, kuraklık zamanları için su saklamak daimi bir sorumluluk olmuştur. Nâsır’a göre, Asvan Yüksek Barajı projesinin ekonomik yararları (sulanan alanın büyümesi ve ülkenin tamamına hidroelektrik enerji sağlanması) ile politik avantajları (Mısır halkının gözünde yeni rejimin itibarının artırılması) örtüşmekteydi. Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’nin söz verdiği kredinin 1955 yılında aniden geri çekilmesiyle devreye giren Sovyetler Birliği, projeye %2 faizle 1.120.000.000 dolarlık fonun yanı sıra teknisyen ve ağır iş makineleri sağlayınca, baraj Soğuk Savaş döneminde iki güç arasındaki rekabetin sembolü hâline geldi. 3.830 metre uzunluğunda ve 11 metre yüksekliğindeki dolgu baraj, 1960-1970 yılları arasında inşa edildi. Asvan Barajı 1956 yılında kamusallaştırılan Süveyş Kanalı’yla birlikte Mısır’ın tarihî bir gurur kaynağı olmayı sürdürmektedir. 
http:// www.saltonline.org/img/938.pdf. 
31 Seyfi Kılıç, “Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü”, Ortadoğu Analiz, Nisan 2013, Cilt 5, Sayı 52, s. 89-90. 
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/ Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 
32 Cengiz Çandar, Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 
33 İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011, 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakani-ndan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 
34 “İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi”, 
http://www.hurriyet. com.tr/planet/18605433.asp. 
35 “Körfez ülkelerinin silah alımı arttı”, 31 Temmuz 2012, 
http:// www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 
36 “Oil, British foreign energy policy and Middle East repression”, 24 Şubat 2011, (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http:// platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash.SwRD3CT3. dpuf. 
37 Sezgin Mercan, Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, s. 2. 
38 House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012- 13, 19 Temmuz 2013, s. 59. 
39 Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 2011, 
https://www. gov.uk/government/news/the-arab-springand-the-uks-role. 
40 Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536 
41 http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 
42 British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013, 
http://www. middle-east-online.com/english/?id=62002. 
43 Ayrıntı için bkz. 
http://www.instituteforgovernment.org. uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf, http://www.parliament.uk/documents/ 
lords-committees/soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 
44 http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 
45 İngiltere basını: Suriye oylamasına Irak damga vurdu, 30 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 
46 İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Chatham House Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü 
(Royal Institute of International Affairs) üyelerinin oylaması sonucunda, o yıl içerisinde uluslararası ilişkilerin 
gelişmesine en önemli katkıyı sağlayan devlet adamına veriliyor. Ödül her yıl farklı bir kişiye veriliyor. 
İhsan Bal, Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13-11-2010, 
http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 
47 http://www.tcc b.gov.tr/haberler/170/87561/cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti.html. 
48 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Birleşik Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 

Kaynakça 

Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 2011. 
https://www.gov. uk/government/news/the-arab-spring-and-the-uks-role. 

Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım, 15. Baskı, 2005. 

Bal, İhsan. Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13 Kasım 2010. 
http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 

British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013. 
http://www.middle-east-online.com/english/?id=62002. 

Çandar, Cengiz. Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 

Cleveland, William L. Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008. 

Cumhurbaşkanı Gül, Türk-İngiliz Tatlıdil Forumu’na Katılmak Üzere İskoçya’ya Gitti 
http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/87561/cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti.html. 

Dursun, Davut. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 

---------. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 

Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013. 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536. 

Hourani, Albert. Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013. 

House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012–13, 19 July 2013. 

http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 

http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu- ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 

http://www.instituteforgovernment.org.uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf. 

http://www.parliament.uk/documents/lords-committees/soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 

http://www.saltonline.org/img/938.pdf. 

http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 

İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi. http://www.hurriyet.com.tr/planet/18605433.asp. 

İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011. 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakanindan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 

İngiltere basını: Suriye oylamasına İrak damga vurdu, 30 
Ağustos 2013. http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 

Irkıçatal, Eftal. İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik 
Önemi ve Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı, 

Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:15, Yıl: 2012/1. 

İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003 

Karpat, Kemal H. Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012. 

--------. Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011. 

Kılıç, Seyfi. Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı 52, Nisan 2013. 
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/ Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 

---------. Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56. 
http://www.orsam.org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201395_seyfi_kilic.pdf. 

Körfez ülkelerinin silah alımı arttı, 31 Temmuz 2012. 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 

Masnfield, Peter. Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, 2012. 
Mercan, Sezgin. Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Milner, Laurie. The Suez Crises, 03.03.2011, 
http://www. bbc.co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 

Nil sularının paylaşımı, 
http://www.sondakika.com/haber/haber-nil-sularinin-paylasimi-4679159/. 

Oil, British foreign energy policy and Middle East repression, 24 Şubat 2011. (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http://platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash. SwRD3CT3.dpuf. 

Özcan, Azmi. Pan-İslamizm Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 1997. 

Said, Edward. Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989. 

Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 17. Baskı, 2008. 

Sedgwick, Mark. Britain and the Middle East: İn Pursuit of Eternal İnterests, 
http://www.ashgate.com/pdf/SamplePages/ Strategic_İnterests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf. 

Stern, Marienne. Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu Körfezdeki Savaş, Dünya Sorunları 1988/1, Orta 
Doğu Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988. 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Birleşik 
Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 

Yener, Yavuz. İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http://www.usak.org.tr/analiz_det.phpid=17&cat=365366648#.UoOQgnDwmC. 

-------, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi, 
www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#. UngRvXDTqFt     (Erişim tarihi: 05.11.2013). 


***

İNGİLTERENİN ORTADOĞU POLİTİKASI., BÖLÜM 1

İNGİLTERENİN ORTADOĞU POLİTİKASI.,  BÖLÜM 1 




Zeliha Sağlam 

Giriş 

İngiltere, uluslararası ilişkilerde kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi potansiyeli 
iyi kullanan bir aktördür. Dış siyasetinde ticaretini korumaya ve genişletmeye, ekonomik gelişmeyi teşvike, küresel çıkarlarının güvence altına alınmasına, 
yakın çevresinin korunmasına ve stratejik ortaklıklar kurmaya çalışmaktadır. 
Bu hedeflere ulaşmak için de yumuşak gücü ve gerektiğinde sert gücü kullanmaktadır. 

Bir sömürge ülkesi olan İngiltere, Fransa ile Ortadoğu’yu bölüşmüş ve bölge içinde kendince sınırlar çizmişti. 1900’lü yılların ortalarında Ortadoğu ülkeleri tek tek bağımsızlıklarına kavuştu. Fakat dünya 1945’ten sonra yeni bir sürece girdi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle İngiltere ve Fransa’nın dünya siyasetinden çekilmesinden sonra, dünya kesin çizgileriyle (1945-1947) ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir yapıya dönüştü. Bu dönemden sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi. Bu kutuplaşma, güçler dengesini doğurdu, büyük ve orta büyüklükteki devletlerin hemen hepsi bu iki blok içinde toplandı. Dünya siyasetinde merkezî rol oynayan Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde gücü elinde tutmak isteyen tarafların çıkar çatışmalarına sahne oldu. Temel enerji kaynağı olan petrol ve gazın bölgede bol miktarda bulunması Ortadoğu üzerinde etki kurma mücadelesini körükledi. Petrol, Ortadoğu’daki mücadelenin temel sebeplerinden biri oldu. 

Bu çalışma İngiltere’nin Ortadoğu’da yer almaya başladığı dönemden bugüne, çıkarları doğrultusunda bölgeyi şekillendirmek istemesine, bölgede bir aktör olarak etkisine ve Arap ayaklanmalarıyla bölgede aldığı pozisyona değinmekte dir. 

İngiltere’nin Dış Siyaset Hedefleri ve Ortadoğu ile İlişkisi 

İngiltere koloni döneminden 2. Dünya Savaşı’na kadar kendi istikrarı için küresel dengeleri gözetmeye çalışmıştır. İngiltere’nin dış siyasetindeki hedefler; 
ticaretin korunması ve genişletilmesiyle ekonomik gelişmeyi teşvik, küresel çıkarların güvence altına alınması, yakın çevrenin korunması ve stratejik 
ortaklıklar kurulmaya çalışılması, son olarak da birbirlerine gittikçe entegre olan dünyanın kontrol altına alınmaya çalışılması olarak sıralanabilir.1 

İngiltere her zaman Ortadoğu’da başat aktörlerden biri oldu. Öyle ki Ortadoğu2 kavramını ilk olarak Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından 1902’de kullanıldıktan sonra, İngiliz gazetesi The Times’ın dış politika editörü Valentine Chirol, Basra Körfezi’nin stratejik önemini, Almanya’nın bölgede inşa etmeye çalıştığı Bağdat demiryolunun Basra’ya kadar uzatılmasının İngiltere’nin bölgede ve Asya’daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına “Ortadoğu’nun Problemleri” başlığını koyarak kavramın kamuoyunda benimsenmesine katkıda bulundu.3 

18. yüzyılda başlayan Asya çalışmalarıyla bölge mercek altına alınmış kültürü, dili ve dini antropoloji bilimiyle incelenmiştir. Arap ve İslami olanın örgütlü bir biçimde incelenmesi, öğretilmesi ve varılan sonuçları bir kuşaktan diğerine iletebilecek kurumların oluşturulması daha sonra başladı. Bengal’in Britanya’ya ait yeni bölgesinde, Sir William Jones (1746-94) Hindistan’daki Hindu kültürünün yanı sıra Müslüman kültürünü araştırmak için pek çok örneğin ilkini oluşturan bir Asya derneği kurdu.4 Ayrıca Batılı güçler kendi kazanımlarını bir üstünlüğe dönüştürerek Doğu’ya karşı kullanmaya başlamışlardı. 1910’da Avam Kamarasında Arthur James Balfour’un konuşmasındaki şu sözleri Batı’nın Doğu algısını göstermektedir: “Doğulu ulusların tarihine bir bakın, kendi kendini yönetim konusunda hiçbir ize rastlamazsınız. Bizim işimiz yönetmekse, minnettarlık görsek de görmesek de, onlara sağladığımız nimetler hakkında bir fikirleri olsa da olmasa da yönetmek görevimiz.”5 

1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere imparatorluk için karasal olarak genişlemeye önem verdi. Churchill İngiltere’nin güvenliği için Ortadoğu’yu 
stratejik ve ekonomik amaçlarına ulaşacağı hayati öneme sahip bir yer olarak görmüştü. İngiltere Hindistan’a bağımsızlık tanıdığı 1947’de dekolonizasyon 
sürecine girmiş fakat Ortadoğu’ya imparatorluğunun son kalıntıları olarak çok daha fazla önem vermeye başlamıştı. İngiltere’nin güvenlik planı bölgede Körfez ülkeleri; Umman, Kuveyt, Bahreyn ve Mısır’ı kontrol altına almaktı ve bu sebeple Ortadoğu’ya odaklandı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi.6 Dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervleri Ortadoğu’da bulunuyor. 

Bu sebeple özellikle Batılı ülkeler başta olmak üzere dünyada artan enerji ihtiyacını karşılamak isteyen güç odakları bölgeye nüfuz etme yarışına girdi. 
Ortadoğu’nun İngiltere Çıkmazı İngilizlerin tarih boyunca güç mücadelesinin önemli merkezlerinden biri olan Ortadoğu’ya tam anlamıyla girişi 1. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olmasıyla gerçekleşti. İngiliz gücünün temeli ticarete dayandığından ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması İngiltere için hayati öneme sahipti. Bu bakımdan Akdeniz’de Kıbrıs, Mısır’da ise Süveyş Kanalı İngilizlerin stratejik önceliğini oluşturdu. 
Savaş boyunca Osmanlı ve İngiliz orduları arasında çok çetin mücadelelere şahit olan bölge savaş sona erdiğinde çoğunlukla İngilizlerin kontrolüne geçti.7 

Ortadoğu bölgesi, Hindistan yolunu açtığından İngiltere için önemliydi.8 İngiltere’nin 19. yüzyıldaki stratejik çıkarları Hindistan’ı, dolayısıyla 
Hindistan’a ve diğer sömürgelere giden ulaşım hatlarını korumak ve ticari üstünlüğünü devam ettirmekten geçiyordu. İngiltere bu amaçlara ulaşmak için Osmanlı Devleti ve İran’ın Rusya karşısında bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunmak, tampon devletler olarak kalmalarını temin etmek için çalıştı.9 

1.Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere hükümeti Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde Middle Eastern Department adıyla bir idari teşkilat kurdu. 2. Dünya Savaşı sırasında Kahire merkezli Ortadoğu Hava Komutanlığı (Middle East Air Command) adıyla bir birim oluşturuldu ve İngiltere’nin bölgedeki mandaları olan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak’ın yanı sıra Aden ve Malta da buranın kontrolüne verildi. İran ve Eritre de bu komutanlığın kontrol alanına dâhil edildi.10 

Mısır’da ortaya çıkan Mehmet Ali Paşa sorununda Osmanlı’nın yanında yer alan İngiltere, Rusya’nın yayılmasını önlemek için o dönemde Osmanlı’ya desteğini esirgemedi. 1853’te Kırım Savaşı Rusya’nın İngiltere’ye yaptığı Osmanlı topraklarının paylaşılması teklifinin reddedilmesinden sonra Rusya’nın bu işe tek başına kalkışmasından dolayı patlak verdi. Buna razı olmayan İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne destek olması karşısında direnemeyen Rusya, durdurulmuş ve 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile savaş sona ermişti. Rusya’nın İngilizlerin teklifi kabul etmemesinin sebebi, Ortadoğu’ya yerleşecek Rusya’nın kendi çıkarlarını tehdit edeceği endişesiydi. Palnerstone’nın dediği üzere “Hindistan yolunun emniyetini korumak.”11 en önemli hedefti. İngiltere Malta, Aden ve Kıbrıs’ı ele geçirdi, 1875’te Süveyş Kanalı hisselerini satın aldı.12 

1882 yılında Mısır’ı işgal etti. Bu işgal modern çağın en önemli sömürgecilik olaylarından biri olarak kabul edilmektedir. Mısır’ın on yıllar boyunca  ekonomisine çeki düzen verilmesine imkân sağlayan, ülkenin siyasal liderliğinin oluşmasında büyük etkisi olan ve 20. yüzyılın ilk yarısında Mısır (ve İngiliz) politikalarını etkileyen anti emperyalist milliyetçi hareketin odak noktasıdır. İngiltere Mısır’ı Süveyş Kanalı’nı güvence altına almak, Mısır’ın siyasi ve mali istikrarını sağlamak, çağın imparatorluk yarışması bağlamında da ülkeyi Fransızlara kaptırmamak için işgal etmişti.13 
İngiltere’nin işgaline uğrayan Mısır yeni Arap edebiyatının da merkezi hâline geldi ve Arap edebiyatı Osmanlı dünyasının Arapça konuşan diğer bölgelerine Kahire’den yayıldı. 

Böylece Arap edebiyatının seçkinleri arasında dile dayalı bir millî uyanış yaşandı.14  İngiltere dokuma sanayisi için buradaki pamuk üretimine özel bir 
önem vermeye başladı. Pamuk üretimi sulama olmadan gerçekleşmeyeceği için Nil Nehri’nin Mısır’a ulaşmadan önce yukarı kıyıdaşlar tarafından kullanılmasının önüne geçecek uluslararası düzenlemeler yaptı.15 İngiltere 1885 Berlin Konferansı’ndan sonra Nil Nehri’nin bütünlüğünü korumak için Mısır’dan güneye inip Sudan’ı da ele geçirmek istedi. Burada Müslümanların direnişiyle karşılaşan İngiltere bir süre Sudan’a dokunmasa da 1896’da ülkeyi işgal etti. Böylece Afrika’nın kuzeyinde İskenderiye’den güneyinde Cape Town’a kadar geniş bir şerit hâlinde uzayan büyük bir sömürge imparatorluğu kurdu.16 

Öte yandan İngiltere ve Fransa’nın 1916 yılında imzaladıkları gizli anlaşma Sykes-Picot 17 ile Osmanlı’ya ait topraklar masa başında bölüşüldü; 

Lübnan ve Suriye Fransa’nın, Ürdün ve Irak İngiltere’nin kontrolüne bırakılırken, Kudüs uluslararası yönetimin kontrolüne verildi. 
Bu anlaşma ile 400-500 yıl boyunca siyasi, iktisadi, idari ve kültürel bütünlük arzeden bölge dış müdahaleyle parçalandı. 

İngiltere Osmanlı’nın parçalanmak üzere olmasını kullanarak Arap âlemini de Osmanlı’ya karşı ayaklandırma çabasına girişti. Mekke şerifi Hüseyin ile temasa geçti ve bir anlaşma yaptı. Hüseyin Arap Yarımadası, Irak ve Suriye’yi içine alacak bağımsız bir Arap devleti kurmak isteğini bildirdi. Lübnan hariç bütün istekler İngiltere tarafından kabul edildi. Fakat söz verilen bu yerler Fransa’yla paylaşılmış ve İngiltere Şerif Hüseyin’e karşı iki yüzlü bir oyun oynamıştı. Aynı zamanda İbni Suud’la da anlaşma imzalayan İngiltere, Basra Körfezi’nin güney kıyılarında İbni Suud’un bağımsızlığını tanıdı. İbni Suud Basra Körfezi’nde İngiltere’yi rahat bıraktığı için Irak’taki muharebeler kolaylaşmıştı. Şerif Hüseyin kendisini Arabistan kralı ilan etti ve İngiltere tarafından tanındı.18 

Ortadoğu’da Yeni Oluşan Ülkeler 

İngilizler ve Fransızlar Akdeniz’den İran’a ve Körfez’e kadar 19. yüzyılda uygulamaya başladıkları ulusdevlet modelini Ortadoğu’da yeni oluşturulmak istenen yapılar üzerinde devreye sokmuşlardı. Fakat bölgenin kültürü, yapısı, geleneği, dini Batı’nın bu dayatmasına uygun değildi. 
Bu dayatmacı politikalar sonucunda Arap dünyasında parçalanma hızlandı, Araplar kendi aralarında da bölündü. Çizilen suni sınırlarla irili ufaklı 16 Devlet Kuruldu. 

1918 yılında Osmanlı’nın toptan çökmesi, Britanya ve Fransa’ya istedikleri gibi hareket edebileceklerini hissettikleri kısa bir dönem sundu. Bu dönem 
iki istilacı Hristiyan devlet için hayal edilmesi zor bir şeydi. Fransa Kilikya ve Adana’yı işgal etmiş, Britanya güçleri Çanakkale Boğazı’nın yönetimini 
ele geçirmiş ve Batı müttefik güçlerinden İtalya da Antalya’ya çıkmıştı.19 

İngiltere Irak’ı işgal ettiğinde Irak milliyetçiliğiyle karşılaştı ve ilişkilerini anlaşmalar üzerinden götürdü. Böylece Irak iç ve dış işlerinde geniş 
yetkilere sahip olmuştu. Milliyetçilik hafiflememişti, yeni anlaşmalar yapıldı ve nihayetinde 1930’da Irak bağımsızlığını kazandı. Bundan sonra İngiltere ile Irak dış politikada daima birbirlerine yardım etti. 1932’de Irak Milletler Cemiyeti’ne üye oldu. Lakin İngiltere bölgede Kürt meselesi ve mezhepler sorununu canlı tuttu. Türkiye’nin üzerinde hak iddia ettiği Musul anlaşmazlığı sırasında Doğu Anadolu’da Kürt ayaklanmasını kışkırttı.20 

İran üzerinde ise Rusya ile yarışa girdi ve 1901’de İran’la bir imtiyaz anlaşması yaptı. 1932 yılında İran’daki Abadon petrolleri üzerinde hak iddia eden ve öncesinde yapılan imtiyaz anlaşmasını fesheden Rıza Pehlevi’yle aralarında gerginlik başlayınca Basra Körfezi’ne donanma gönderdi. 

Milletler Cemiyeti ile sorun çözüldü ve 1933’te İngiltere İran ile Anglo-Persian Şirketi (Anglo Persian Oil Company/ APOC) arasında yapılan anlaşma ile alacağı hissel-eri artırdı.21 Fakat İran 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin ödediği parayı az bularak anlaşmanın değiştirilmesini istedi. 1949’da İran petrolünün millileştirilmesi fikri ortaya atıldı ve bu plan 1951’de gerçekleşti. Amerika’nın arabuluculuğuyla APOC ile Amerikan petrol şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ile İran arasında 1954’te bir anlaşma imzalandı ve İngiltere %40 hisse aldı.22 Şah’ın Körfez kuşağında üstlendiği askerî sorumluluğun temeli Ekim 1971’de İran, ABD ve İngiltere arasında bağıtlanan gizli bir anlaşmaya dayanıyordu: 
Buna göre İran silahlandırılacak ve “Körfezin jandarması” olarak Hint Okyanusu’na kadar uzanan bölge için kullanılabilir bir duruma getirilecekti. 

Böylelikle Sovyetler Birliği’nin Hint Okyanusu’ndaki varlığı karşılanmak isteniyordu.23 

Ortadoğu toprakları üzerinde kaynak kapma yarışının önemli aktörlerinden bir diğeri Rusya’dır. Tarih İngiliz dış politikasının Rusya’yı çevreleme üzerine inşa edildiğini gösterir; bu çerçevede İran iki gücün mücadele alanlarından 
biridir. Dolayısıyla İngiltere’nin sıkıntısı İran’la değil daha çok Rusya iledir, sebebi muhtemelen bu ülkenin AB’nin bütünüyle değil içlerinden bazılarıyla mesela Almanya’yla “daha yakın” ilişki içine girmiş olmasıdır.24 

Bir İngiliz Mirası: İsrail 

İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Nations)’nun savunması açısından Filistin’in önemine dair Başbakanlık tarafından Genel Kurmay Başkanlığına sorulan soruya, Hava Kuvvetleri Komutanı Lord Tedder, gelecekte İngiliz Milletler Topluluğu’nun savunmasının üç ana ihtiyaca bağlı olduğunu, ilkinin İngiltere’nin de içinde bulunduğu Birleşik Krallık ana adasının savunulması ve buranın bir saldırı üssü olarak geliştirilmesi, ikincisi denizlerdeki ulaşım ve iletişim ağının devamlılığının sağlanması ve son olarak da Sovyetler Birliği’ne karşı bir savunma ve saldırı üssü olarak Ortadoğu’da İngiliz nüfuzunun ve pozisyonunun devam etmesiydi.25 

İngilizler, Suriye ve Filistin cephesini çökertmek için Şerif Hüseyin’e Suriye, Irak, ve Hicaz’ı içine alan bağımsız bir Arap ülkesi vadetti. 
Öte yandan 2 Kasım 1917’de Bal-four Deklarasyonu olarak tanınan bir mektupla da Siyonistlere Filistin’de bir “millî vatan” sözü verdi. Böylece İsrail’in kuruluşu için gerekli zemin hazırlanarak günümüzde “Filistin Davası” olarak bilinen olayların temeli de atıldı.26 İngilizlerin destekleriyle Avrupa’dan Filistin’e bir Yahudi akını yaşandı. İsrail’in 1948 yılında kurulmasıyla sorunlar katlanarak büyümeye başladı, bölgeye yapılan dış müdahaleler ise her zaman problemleri ağırlaştırdı. 

2. Dünya Savaşı sırasında artık Arap milliyetçiliği, İngiliz düşmanlığı etrafında birleşti ve İngilizler aşama aşama bölgeden çekilmeleri gerektiğini 
istemeyerek de olsa kabul etti. Süveyş Kanalı ve Ortadoğu petrolü, İngiltere için hayati öneme sahip unsurlardı ancak İngiltere bunları kontrol edebilecek güçten yoksundu. Dolayısıyla artan Amerikan etkisi karşısında çaresiz kaldı. İngiliz dış politikası ne Filistin’de ne İran’da ne de Mısır’da iyi bir sınav veremedi.27 

1956 Süveyş Kanalı Sorunu Süveyş Kanalı 28 İngiltere’ye petrol bölgelerine ulaşabileceği kısa deniz yolunu sağlıyordu. 

Bu nedenle İngiltere her zaman kanalın kontrolünü elinde tutmaya çalıştı. Fakat Süveyş Kanalı her iki dünya savaşında da saldırıya maruz kaldı. 

1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere kanalı korumak için İngiltere ve Hindistan güçlerini himayeci olarak belirledi. 
Londra’da yapılan bir Anglo-Mısır Antlaşmasıyla 1936’da Mısır’a bağımsızlık verildi fakat İngiltere’nin finansal ve stratejik çıkarlarını korumak için askerî birliğini Süveyş Kanalı’nda tutacağını Mısır’a kabul ettirdi.29 Mısır’da bulunan İngiliz kuvvetleri Arap milliyetçiliğini de körükledi. Mısır 1951’de İngiltere ile yaptığı anlaşmayı feshetti. Sudan da anlaşmazlık konusu olmuştu. 1953’te İngiltere ile yapılan anlaşmayla Sudan’a üç yıl içinde bağımsızlık verilmesine karar verildi. 

1956’da İngilizler Mısır’dan çekilmeye karar verdi. Mısır’da Cemal Abdünnasır Sovyetler’e yakın bir politika izlemiş, buna da Batı’nın kendisine silah 
satmamasını sebep olarak göstermişti. Ayrıca bu dönemde Büyük Asvan 30 Barajı inşaatı için Batı’dan yeterli desteği bulamayan Mısır, Süveyş 
Kanalı’nı millîleştirdi ve kanalı işleten İngiltere ile Fransa ortak şirketine el koydu. İngiltere ve Fransa kanalın kontrolünün Sovyetler’e geçmesinden 
korktukları için bir komplo hazırlamış ve İsrail’in Mısır’a saldırmasına sebep olmuşlardı.31 

Basra’dan satın alınan petrol için kanal oldukça önemliydi. 
İsrail Mısır’a saldırmıştı, kanalı işgal etmek isteyen İngiltere ve Fransa Nasır’a asker göndererek savaşı durdurabileceklerini söyledi. 
Nasır bunu kabul etmeyince İngiltere ve Fransa da savaşa dâhil oldu. 
ABD’nin bu gelişmelere tepki vermesiyle İngiltere ve Fransa bölgeden çekildi. Süveyş Kanalı için yapılan savaşın en önemli sonucu İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’ı askerî yenilgiye uğratması ve Nasır’ın çöküşünü getirmesiydi. 

Arap Ayaklanması ve İngiltere’nin Bölge Üzerindeki Siyaseti 

Tunus’ta başlayan ve 2011 Ocak ayında zirveye ulaşan halk hareketleri Sykes-Picot düzeninin yeniden sorgulanması olarak da yorumlanmaktadır. 
Arap dünyasının kendi iç dinamikleriyle başlayan bu hareketler Arap dünyası denen jeopolitik alanın sunduğu düzen ve o düzenin ürettiği düzenler, 
Sykes-Picot Antlaşması sonrası oluştu.32 Arap ayaklanması, Ortadoğu’daki ülkelerin iç siyaset dengelerini alt üst ederken bölgesel dengelerin; 
sömürge döneminde inşa edilen ve sonrasında statükonun bölge ülkel- erdeki hâkimiyetlerinin de sorgulanmasını sağladı. Bu anlamda bugün Ortadoğu’nun son yüzyılda en karışık dönemden geçtiği söylenebilir. 

İngiltere Başbakanı David Cameron, Birleşmiş Milletler 66. Genel Kurulu toplantısında Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da Arap Baharı olarak ortaya çıkan sürecin bir fırsat olduğunu ve bu sürecin gelişmesine bütün dünyanın yardımcı olması gerektiğini söyledi. Cameron, İngiltere’nin bu sürece sosyal ve ekonomik olarak her türlü desteği vermeyi hazır olduğunu ve Filistin sorununun iki devletli modelle çözülebileceğini belirtti.33 

The Times gazetesi Arap ayaklanmaları başladıktan sonra, 2011 Şubat-Haziran döneminde İngiltere’nin Libya, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi ülkelere silah ihracatının 22,2 milyon sterlinden 30,5 milyon sterline çıktığını kaydetti. Bu silahların, suikast silahı olarak da bilinen keskin nişancıları, tüfekleri, hafif makineli tüfekleri kapsadığı bildirildi.34 

Suudi Arabistan, 2012 Mayıs ayında 72 Eurofighter Typhoon savaş uçağı satın almak için İngiltere ile 3 milyar dolarlık anlaşma imzaladı. 35 

İngiltere petrol çıkarlarını korumak için Ortadoğu’daki ve Afrika’daki hükümetlerle sıkı ilişkilere her zaman önem verdi. Petrol şirketi Shell, rakiplerini geride bıraktı ve 2004’te Tony Blair’in Afrika’nın en büyük petrol rezervlerine sahip Libya’ya ilk ziyaretinde gaz için 1 milyar dolara anlaşma imzaladı.36 İngiltere’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinde pragmatik bir dış politika izleyen Başbakan David Cameron döneminde “ticari diplomasi” kavramı önem kazandı. Cameron hükümetine göre ulusal güvenlik çıkarları siyasi aktörlerle kurulacak ticari iş birlikleri yoluyla sağlanabilmekte dir. Fransa ve İngiltere, Libya’daki performansları karşılığında Shell, BP, Eni ve Total’in sözleşmelerinin devamı için ayrıcalık kazandı. Bu gibi durumlar Arap Baharı sürecinde Fransa ve İngiltere’nin stratejik yakınlaşması sonucunu doğurdu. Libya’da Fransa ve İngiltere öncülüğünde bir askerî operasyon gerçekleşeceği fakat operasyonun liderliğini kimin üstleneceği en başta gelen uzlaşmazlık konusu oldu. İlk saldırıyı 
gerçekleştiren Fransa olurken, İngiltere ABD ile birlikte hareket ederek operasyona katıldı. 
AB içindeki bu ayrışmalar üye ülkelerin ağırlıklı olarak NATO’yu ve askerî gücüne ve mücadele kabiliyetine güvendikleri ABD’yi operasyonda görmek istemelerin den de kaynaklandı.37 

İngiltere, Ortadoğu’da ilk varlık gösterdiği Mısırbaşta olmak üzere Irak, Ürdün ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde kendisine fayda sağlayacak düzlemde devam etmekte. Arap ayaklanmaları karşısında sadece gözleme dayalı bir siyaset benimseyen İngiltere, halk hareketlerinin yoğunlukta olduğu ülkelere karşı temkinli bir dil kullanmaya da dikkat etmektedir. Mısır İngiltere için önemli bir ticari ortaktır. İngiltere 20 milyar dolar yatırım ile Mısır’ın en büyük dolaysız yabancı yatırımlarına sahiptir. Mısır ise İngiltere’nin Afrika’daki üçüncü en büyük ticari ortağıdır. Turizm bağı güçlüdür, 1,5 milyon İngiliz vatandaşı her yıl Mısır’a turist olarak gitmektedir. Mısır İngiltere’nin dış politika hedeflerinin merkezinde yer almaktadır. 

Bunun için de Ortadoğu Barış Süreci (Middle East Peace Process) kapsamında Sudan, İran ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi de yer almaktadır. İngiltere Hüsnü Mübarek devrilmeden önce terör ve köktencilikle mücadele konusunda iş birliğinde bulundu.38 Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu bakan Alistair Burt Tunus, Mısır ve Libya’daki değişimlere, Suriye’de süren şiddete, İran nükleer programı ile ilgili devam eden Ortadoğu Barış Süreci’ne dikkat çekerek İngiltere’nin bölge ülkeleriyle birlikte dört yıllığına çalışmak için 110 milyon sterlin taahhüt ettiğini bildirdi. Arap Ortaklık Programı çerçevesinde dokuz ülkede onaylanmış 6,5 milyon sterlin maliyetli 48 proje yer aldığını ve geri 
dönüşlerin olumlu olduğunu belirtti.39 İngiltere Başbakanı David Cameron 2013 Ağustos ayında Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle başlayan şiddet ile ilgili açıklamasında ise olağanüstü hali vurgulamış; şiddeti desteklemediklerini, tamamıyla kınadıklarını ve bunun problemleri çözmeyeceğini belirtmiş, 40 Mursi taraftarları ve askerin barış için anlaşmaya varması gerektiğini de eklemişti.41 Bunun yanında İngiliz enerji devi BP Fas’ta bulunan açık denizde petrol arama ve üretim faaliyetlerini yürüten grubu kontrol etme hakkını elde etti.42 

İngiltere’nin koloni sürecinden sonra kurduğu uluslararası ortak yapı, İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Nations), koloni zamanında sömürdüğü ülkelerle sonrasında bağını koparmamış ve buralarda düşünce üreten (think tank) kuruluşlar açmış, dil kursları yoluyla İngiliz kültür ve siyasetini ihraç etmeyi sürdürmüştür. Ortadoğu’da açtığı British Council ve sivil toplum çalışmalarıyla yumuşak güce yatırım yapmaya devam etmektedir. Saha faaliyetleriyle de bu ülkelerde etkinlik alanını korumaktadır. Ortadoğu’yu tanımak için başlatılan çalışmalar meyvelerini vermiş ve Ortadoğu halklarının kültür, dil, davranış modelleri üzerine 200 yıldan fazla zamandır yaptıkları çalışmalarla bu ülkelere uygun siyaset geliştirmektedir.43 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***