PROF.DR. SAİT YILMAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PROF.DR. SAİT YILMAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ekim 2018 Pazar

NEDEN DÖNÜŞTÜRÜCÜ OLMAK

NEDEN DÖNÜŞTÜRÜCÜ OLMAK 


Prof.Dr. SAİT YILMAZ
26 Ekim 2018 


     Mesele, sadece görmek değil, anlamaktır da. Anlayamıyorsunuz. Sizi bekleyen tehlikeleri ve kaçırmakta olduğunuz fırsatları göremiyor, görseniz de hayata anlam veremiyor, kimin yaptığını bilmiyor, geleceğinizi öngöremiyor sunuz. Dinlediğiniz haberin, okuduğunuz metnin içindeki saklı bilgileri süzemiyor, sembollerle yetiniyorsunuz. Mutsuzsunuz; hayatınızı gün gün yaşıyor, öngöremediğiniz için yol ayırımlarını kaçırıyorsunuz. 

     Hayatınız boyunca büyük ölçüde başarısız olacaksınız, başarılı olduklarınız ise öngörülemeyen tesadüflerin ya da kalıcı olmayan gayretlerin sonucu olacak. Çünkü başarılı olmak için temel eksiklerinizi giderecek bir eğitiminiz olmadı, daha da ötesi bunun farkında bile değilseniz. Peki, nedir eksikleriniz? 

Sıralayalım; 

 - Hafıza yetersizliği. 

 - Beyni etkin kullanamamak. 

- Durum farkındalığı. 

 - Nasıl düşüneceğini bilmemek. 

 - Bilgiyi süzme ve anlama. 

 Kaba sabalığınızın, gazete bile okumaktan sıkılmanız nedeni; üst beyninizin hala büyük ölçüde boş olması yani entelektüel zafiyetiniz. Başarılı olmak için neden dönüştürücü olmalı, hayatınızın inisiyatifini elinize almalı, geminizi doğru yönetmelisiniz. 

Ne demek istiyoruz? 
Tek tek anlatalım. 

 Hafıza Yetersizliği. 

    Her şey algı ile başlar. Algı, insanları çevreye bağlayan, dünyayı nasıl algıladığımızı ilişkin bir süreçtir. Gözlemci edindiği bilgilere kendi varsayımları ve önceki bilgileri çerçevesinde yaklaşır. Genellikle ne beklediğimize göre algılama eğilimindeyizdir. Çabuk akıl yürütürüz ama değişikliğe direniriz. Yeni bilgiler kafamızda yarattığımız mevcut imajın içine atılır1. 

    Olayları aynı şekilde algılamaya başladığımızda farklı perspektiflere karşı doğal bir direniş gösteririz. 

 Üç Tür Hafıza Depolaması vardır2; 

(1) Duyusal bilgi deposu. 
(2) Kısa dönemli hafıza. 
(3) Uzun dönemli hafıza. 

Gelen bilgileri kısa ve uzun dönemli hafızamız içinde organize ederiz. 

 - Duyusal bilgi deposunda, duyu organlarımız tarafından alınan imajların küçük parçaları vardır. Örneğin görsel bir imaj, saniyenin çeyreği kadar bir sürede tutulur. 

- Kısa dönemli hafıza, bilgiyi birkaç saniyeden birkaç dakikaya zaman içinde tutar. Duyunun verdiği bilgiyi açıklamaya çalışır. Bu bir cümle ise kelimeleri şekillendirmek için hala sesleri kaydediyordur. 

Bu sonraki süreç için geçici bir kayıttır ve kapasitemiz sınırlıdır. Örneğin bir insanla konuşurken 20 isim sıralarsanız ve tekrar etmesini isterseniz ancak 5 ya da 6’sını sayabilecektir3. 


- Kısa dönemli hafızadan bazı bilgiler uzun dönemli olana gider. Duyular ile başlayan bilgiler artık seçilmiş, işlenmiş ve hafızaya seçilen gelmiştir. Duyusal ve kısa süre hafızada kullanılmayanlar artık kayıptır ve onlara dönme imkânı yoktur. Uzun süreli hafızanın yer aldığı beyin bir bilgisayar çip’i gibidir. 

Şu an bu cümleyi okurken bile beyninizde fiziksel değişiklikler olur ve yeni devreler oluşur. Birkaç saniye içinde oluşan yeni devreler dünyayı nasıl düşündüğünüzü değiştiren yeni ağlar kurar. Hafıza, hayat boyunca edindiğiniz tecrübe ve düşünceleri kaydeder. Bu büyük bilgi bankası sürekli yenilenen bir mekanizmadır. Bir problemi düşünmeye başladığınızda aynı zihinsel devreler ve düşünme yolları aktive olur ve her düşündüğünüzde yenilenen bilgi ile daha güçlenir. Bazen bilginin organize olamadığı zihinsel oyuklar da vardır. Bunlar bizim farklı açıları neden göremediğimizin temelini oluşturur. Yani başkalarının gördüğü bir şeyi biz göremiyoruzdur. Örneğin usta satranç oyuncuları 5-10 saniyede tahtadaki 20-25 parçayı algılarken, sıradan bir oyuncu ancak 5-6 parçaya odaklanmıştır4. 

Bir bilginin öğrenilmesi veya hafızaya katılması için üç yol vardır; mevcut bilgiler (ezber), benzeşim ve hatırlama vasıtası (önceden belirlenmiş kodlar, örneğin bir öğrenci hatırlamak için ilk harfleri kodlamış olabilir)5. Çalışan hafızayı artırmanın yolu bilgiyi yapılandırmak, ilgi kurmaktır. Bunun için de beynimizi etkin kullanmalıyız. 

 Beyni etkin kullanmak.. 

Beynimiz, alt (R-Komleks), orta (Limbik sistem /duygusal beyin) ve üst (Neo-Korteks /mantıklı düşünen beyin) olmak üzere üç bölümden oluşur. Dıştan gelen algılar önce alt beyni harekete geçirir. Alt beyin, korunma/savunmayı düşünen (ham düşünce) bir başka deyişle geri vitestir. Bu beyin bütün hayvanlarda da vardır onlardaki bu güce ‘içgüdü’ denir. Çünkü genelde acele düşünmenin sonucudur ve tepkisi olumsuzdur. Yani olumsuz kişiliklerin tepkisi olan kin, nefret, intikam, düşmanlık gibi tepkiler buradan beslenir; kişiyi sevgi, şefkat, sabır, erdemlilik vb. gibi değerlerden uzaklaştırır. Orta yani duygusal beyin /Limbik sistem beynin yüzde yirmisini oluşturur. Bilinçaltı da denilen bu bölgede dıştan gelen algıya karşı verilecek tepki duygusaldır. Neo Korteks (mantıklı düşünen) üst beyin, tüm beynin yüzde yetmişlik bölümüdür. Üst beynini işlevsel kılmayan kişi, insan suretinde “hayvan” konumuna düşer. 

 Beynimiz; 

(1) Yaşamın ve türün sürdürülmesine, 
(2) Tehlikeyi yakalamaya, 
(3) Denge (bozulduğunda) sistemi tekrar dengeye döndürmeye (stres tepkisi) programlanmıştır6. 

Sevgiye, saygıya ve şefkate dayalı bir yaşam sürmemiş olanlarda orta beyin sorunlu olduğundan alt ve üst beyin bağlantısı zayıf olabilir. Bağlantı sorunları algılama hatalarına yol açar, örneğin ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi karıştırırız. Üst beyini daha çok kullandıkça daha az savunmacı, daha az duygusal ve daha çok mantıklı olur, stresimiz de azalır. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı, üst beynin gelişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Alt beyin daha çok otomatik fonksiyonları denetler. Üst beyin ise, daha çok entelektüel işlevlidir. Bilgiler burada kaydolunur, değerlendirme burada yapılır, davranışlar buradan idare edilir. Alt beyini hem vücudumuzu hem de genetik bilgilerimizle birlikte gelen sezgisel bilgileri oluşturuyor. Üst beyin bunun pek bir bilincinde değildir. 

 İnsan dış dünya ile iletişimini beş duyusu ile sağlar. Dıştan duyularla alınan algılar beyne girince, motor/zek. çalışmaya başlar. Dıştan gelen algıların yüzde sekseni görme duyusuyla elde edilir. Geri kalan yüzde yirmilik algının büyük çoğunluğu işitme yoluyla gerçekleşir. Beyindeki sinir bağları, kullanım sıklığı arttıkça güçlenir yani bilgi hatırlanır. 100 milyarın üzerinde nöron (sinir) hücresi bulunan bir beyinde sağ ve sol lob aracılığıyla öğrenilen her bilgi (veri) nöronlarda korunmaktadır. Beyin içinde her nöron ahtapotun kolları gibi birbirine bilgi geçiren bir ağ sistemi içindedir. Öğrenilen her yeni bilgi ile hafıza ilişkileri kuruldukça beynimizde çok geniş bir örgü meydana gelmektedir. Öğrenme ve hafıza gücünü kullanarak beyin hücreleri arasında ağ (networking) kuran insanların beyni daha gelişmiştir. Çünkü bu insanlar her iki beyin lobunu birlikte kullanmakta; beyin hücreleri arasında sistemli, düzenli ve yaygın bir ağ bulunmaktadır. 

 Durum Farkındalığı. 

Ünlü Amerikalı aktör Robert Mitchum, “Hayatınızın yüzde doksanı uykuda geçer, önemli olan geri kalanında yeterince uyanık olmaktır” demişti7. Durum farkındalığı, mevcut 
tehditleri, önümüze çıkan ya da çıkması muhtemel fırsatları belirlememize yardımcı olur. Durum farkındalığının üç aşaması; 

- Kritik bilginin farkına varmak, 

- Onun anlamını kavramak, 

- Gelecekteki statüsüne ilişkin sonuç/sonuçlar çıkarmak, olarak sıralanabilir. 

Durum farkındalığı, bir beden kabiliyeti olmaktan çok kafa işidir. Algılama ve bilgi toplamadan sonra akıl yürütmenin üçüncü halkası, sezgilerine güvenmektir. Bazı kişiler normal olarak anlaşılması zor tehlike sinyallerini ya da fırsatları daha kurnazca algılar. Ancak, yapılan anketler pek çok kişi önceden bunları sezdiği halde önemsemediğini göstermiştir. Durum farkındalığı disiplini, siz meşgul ve aklınız başka yerde iken bile hislerinize ve çevreden olanlara duyarsız kalmamanızı gerektirir. Çeşitli gelişmelerin gözden kaçmaması için, kişilere meşgulken bile izleyici olması öğretilmelidir. 

 Durum farkındalığının beş seviyesi vardır8; tedbirsiz durum, gevşek farkındalık, odaklı farkındalık, yüksek alarm ve koma’dır. Durum farkındalığı, kişisel güvenliği konusunda paranoyak ya da takıntılı bir şekilde endişeli olmak değildir. İnsanlar uzun süre bir tehlike durumuna odaklanmış (üçüncü seviye) şekilde davranamaz. 

Durum farkındalığı için doğru seviyeye karar vermek önemlidir. Vücudumuz ve aklımız genellikle gevşek bir ortamda olmak ister. İnsan vücudu sürekli stres altında yaşayacak şekilde dizayn edilmemiştir. Bu yüzden, genellikle stres ve yorgunluktan uzak olan gevşek farkındalık tercih edilmelidir. Bir yandan hayatın tadını çıkarırken diğer yandan etkili bir seviyede kişisel güvenliğiniz bu seviyede sağlanabilir. 

 Çevremizde binlerce tehdit ve fırsat bulunmakta ama bunların hepsine birden odaklanmamız mümkün değildir. Bu da bizi ‘kritik düşünme’ yeteneğini kullanma yönünde ne kadar hazır olduğumuz sorusuna götürmektedir. Durum farkındalığı için kritik (eleştirel) düşünme ‘bilgiye ulaşma’ ile başlar. Bir bilginin gerekli unsurları şunlardır; doğruluk, netlik (anlaşılabilirlik), detay yeterliliği, (duruma) uygunluk, derinlik (durumun karmaşıklığını karşılama), genişlik (duruma ilişkin başka giriş noktaları sağlaması), mantığa uygunluk. 

Mevcut hareket tarzları içinden birinin seçilmesi yani ‘karar verme’ kritik düşünmenin diğer önemli bir safhasıdır. Kritik düşünme, size durum farkındalığı ve karar verme için mental kontrol ve disiplin sağlar. 

 Nasıl düşüneceğini bilmemek. 


Bugün de modern dünyanın çelişkisi algılarımızı yöneten arka plan içinden gerçekleri nasıl yorumladığımızdır. Hayatta başarılı olacağımız, üstünlük sağlayacağımız bir düşünce sistemi kurmayı hedefliyoruz. Bunun için farkındalık ve anlayış gerekir. Anlayış, bilgininin organize hali veya elde edilen ve bir araya getirilen bilgilerden çıkan sonucun kavranması veya anlaşılmasıdır. Anlama’nın manası; açıkça karakterini, doğasını veya mana inceliğini kavramaktır. En çok ihtiyaç artık eleştirel düşünme yetenekleri üzerine yoğunlaşıyor9. Eleştirel düşünme; varsayımları gözden geçirmek, saklı değerleri fark etmek, kanıtları kıymetlendirmek ve sonuçları değerlendirmek suretiyle yapılan zihni faaliyettir. Kanıta ihtiyaç duyulan, görünüşteki karışıklıkların analizini yaparken ve sorular sorarken haklı olmaktan ziyade en iyi açıklamayı bulmakla ilgilendiğimiz düşünce şeklidir. 

İnsan beyni önce sahneyi öğrenir, sonra alt kümelere bölerek öğrenmeyi geliştirir, buna jargonda “güçlendirilmiş öğrenme” denir. Günümüzde yapay zekâ algoritmaları için ‘güçlendirilmiş öğrenme’ temel parçadır. Her değişim trendi kendi parçalarına ve işleyiş tarzına sahiptir. Böylece bir şeyin olmasına neden olur ve bu neden-etki ilişkisi olarak bilinir. Bu işleyiş geleceği belirler, güç ve görünürlükte ya büyümeye ya da yok olmaya gider. Bilgiden yola çıkarak kavrayış ya da anlayışa ulaşmak için genellikle şu adımlardan geçmek gerekir; 

(1) Düşün, 
(2) Algıla/sezinle, 
(3) İlgi kur, 
(4) Birleştir, 
(5) Sentez et, 
(6) Anlamayı yarat/yakala. 

Kişi örümcek hissi denen şeye sahip olabilir. Bir düşünce ya da faaliyeti temel parçalarına ayırarak onun anlamını veya işlevini tam olarak anlamaya çalışmalıdır. Elde edilen bilgiler en sonunda bize avantaj sağlayacak ‘anlama’ya dönüşür ve anlamayı kullanarak düşünür, plan yapar, hızlı karar verir ve rakiplerimizden daha iyi oluruz. 

Mesele büyüme ve yok olmanın arkasındaki nedenleri anlayabilmektedir. Yaşamda genellikle bütün parçalar birbiri ile ilişkilidir ve bu ilişki etkileri doğurur. Bazen küçük bir neden bütün sistemi etkiler ve nihai sonucu belirler. Nasıl düşüneceğini bilmek, yüksek seviyede bilişsel bir süreçtir. İnsanlar yaşadıkları hayatın inisiyatifini ele geçirmek için gerekli şartları hazırlamalıdır. Bunun için de durumun doğru tespiti ile koşulların uygun şekilde düzenlenmesi gereklidir. Çok kötümser olursak, kabiliyetlerimizi pasif duruma sokarız, inisiyatifi kaybederiz. Çok iyimser olursak, fazla atılganlık ta aynı sonucu verir. Peki, hayatınızın inisiyatifi elinizde mi? İnisiyatif bize aynı zamanda altı çeşit izlenebilirliğin kapısını açar; tempo (akış), hız (sürükleme gücü), karar, anlayış, pozisyon (siber ve fiziksel), manevra özgürlüğü. Bunu başarmanın yolu düşüncede üstün olmaktır. 

 Bilgiyi süzme ve anlama.. 

Genellikle bilginin dört yüzü vardır; açık, kapalı, katkılı, bilinmeyen. Bilgi ve haber (enformasyon) ya da başka bir deyişle, bir şeyin “nasıl’ını bilmek”, “ne’yini bilmekten” ayrılabilir. Bilgilendirme (enformasyon) özgül ve pratik olanı anlatmak, anlama ise işlenmiş ya da düşünce ile sistemleştirilmiş olanı tanımlamak için kullanılabilir. Başkabir deyişle, haber (enformasyon) “çiğ”, anlama ise “pişmiş” veriler olarak değerlendirilebilir10. Risk ve belirsizlik ortamında veri, bilgi ve anlayış arasındaki ilişkiyi iyi bilmek gereklidir. Sadece veriye dayalı bir karar, riski artırır. Veri’den bilgiye, ondan da anlayışa geçmek gerekir ve bu zaman alır, bu zamanın optimum kullanılması ile risk ve belirsizliğin derecesi arasında bir orantı vardır. Veri, sağlanan geri beslemeler ve teyitler ile bilgiye, bilgi ise sentez edilerek anlayışa dönüşür. 



Şekil: Anlayış Piramidi 
Kaynak: Joachim Biermann, Louis de Chantal, Reinert Korsnes, Jean Rohmer, Çagatay Ündeger, From Unstructured To Structured Information In Military Intelligence, NATO RTO Task Group, 2005, 3-5. 


Anlama, doğruluğu kanıtlanmış bilgi kapasitesi ile harekete geçme imkânı verir, dünyaya nasıl bakacağımızı söyler, problemi çözmek için öngörü ve kanı kazandırır. Anlama, bilgininin organize hali veya elde edilen ve bir araya getirilen bilgilerden çıkan sonucun kavranması veya anlaşılması dır11. 

   Buradaki anlama’nın manası; açıkça karakterini, doğasını veya mana inceliğini kavramaktır. Michael Polanyi, üç tür anlama olduğunu açıklamakta dır 12; 

Açık, sözsüz ve kapalı. Açık anlamada, detayları ile açıklama yapılır, imaya gerek kalmaz, kayıt edilebildiği için “resmi anlama” olarak da adlandırılır. Sözsüz anlama, ima edilen ve sözsüz mevcut olan yani ifade edilemeyen anlama’dır. Gayri resmi, tecrübesel ve edinilmesi veya paylaşılması zor bir anlama’dır. Örneğin bir nesneyi nasıl tutacağımızı biliriz ama onu nasıl bildiğimizi açıklayamayız. Kapalı anlama ise ifade edilebilen ama olmayan, genellikle geçmişteki düşüncelerimiz, sosyal ilişkilerimiz dâhilinde ki düşüncelerimizdir. 

Anlamayı Geliştirmek bize problemi tanımlamada durum farkındalığı kazandırır. Durum farkındalığı, bizim ne olduğunu anlamamıza yardım eder, ama genellikle niçin olduğunu söylemez. Özetleyecek olursak anlama iki şekilde formüle edilir13; 

Durum farkındalığı + Analiz = Anlama (Öngörü) 

Anlama + Hüküm = Sezgi (Tedbir) 


Durum farkındalığı ve analiz arasındaki fark, analizin derinliği ve hükümlerimizin etkili bir şekilde uygulanması için ‘kavrama’nın derinliğidir. 

İnsanlar “nasıl düşünmek” hakkında düşünmeli, nasıl plan yapacağı, uygulayacağı, değerlendireceği ve farkındalık yaratacağı konusunda öncekilerden farklı yani yeni bir anlayış geliştirmelidir. Sorun; doğru ve işe yarar yani karar vermeye ve harekete geçmeye faydalı bilgiye ulaşmaktır. Sürekli ve hızla değişen bir ortamda yeni kararlar almak, planlar yapmak, faaliyetlerimizi revize etmek zorundayızdır. Başarılı olanlar hayat ile ilgili pek çok pratik geliştirmişler ve bu onların üstün yanlarıdır. İyi eğitilmiş, yaratıcı ve akıllıdırlar. Çabuk öğrenir ve öğrendiklerini birlikte çalıştıkları ile paylaşırlar. 

 Sonuç; Neden dönüştürücü olmak.. 

Hayatınızın en önemli hedeflerinden birisi, şartları ve sonuçları etkilemek için “neden dönüştürücü” olmaktır. Bunun için, entelektüel süreçlere sahip olmak kadar, yaşamı ve durumu doğru anlamak gereklidir. Yaşlandıkça kendiniz için daha az soruna yol açıyorsunuz çünkü yaşamayı bilgi yerine tecrübe ile öğreniyor yani uyum sağlıyorsunuz. Hayatınızda ne zaman çok kötü bir duruma düşerseniz, faturayı geçmişte verdiğiniz kötü bir karara kesiyorsunuz, şimdi bu duruma düşmeden verdiğiniz önemli kararları gözden geçirin. Hayatınızı gün gün yaşamak yerine, geleceğinizi öngörülebilir hale getirmek için en azından gerçek olmayan yol ayırımları yapın. Entelektüel kişi, toplumda genellikle yanlış anlaşıldığı gibi, “her şeyi bilen” insan değil; yeni bilgiler ve tartışmalara açık olan, yaratıcı akıl isteyen işlere yakın olan kişidir. 

Öğrenme, eğitim ve akademik çalışma ile bilgi ya da yetenek kazanılması ve sonrasında davranış eğilimlerinin tecrübe ile değiştirilmesidir. Entelektüel, ortaya çıkan etkive sonuçların sebeplerini arayarak, bunların içinde nelerin doğru nelerin yanlış gittiğini düşünür. Böylece olasılıklar ve fırsatları şekillendirecek yöntemleri bulabilir “neden dönüştürücü” hale gelebiliriz. Hayat, aslında sizin açık bıraktığınız kapılardan giren pek çok felaketin arka arkaya gelmesidir, örneğin kör olan aşkın gözü değil, seninkidir. Bu yüzden yalnız, ümitsiz ve dolayısıyla savunmasız hissedersiniz. Artık yeniden düşünmek, hayat haritanıza yeni bir yön vermek, neden dönüştürücü olmak zamanıdır. Bunun için de entelektüel olmakla işe başlayın, hafızanızı aktif tutun, üst beyninizi kullanmayı, kritik bilgiyi süzmeyi ve nasıl düşünmeniz gerektiğini öğrenin.. 

DİPNOTLAR;

1 Jerome S. Bruner, Leo Postman, On the Perception of Incongruity; A Paradigm, in Jerome S.Bruner and D.Kraut (Eds.), Perception and Personality: A Symposium, Greenwood Press, (New York, 1968), 23. 
2 Peter H. Lindsay, Donald A. Norman, Human Information Processing, Academic Press, (New York, 1977). 
3 George Johnson, In the Palaces of Memory: How We Build the Worlds Inside Our Heads, Vintage Books, (1992), xi. 
4 Adriaen De Groot, Thought and Choice in Chess, Mouton, (The Hague,1965). Herbert A. Simon, How Big Is a Chunk? Science, Vol. 183 (1974), 487. 
5 Francis S. Bellezza, Mnemonic Devices: Classification, Characteristics, and Criteria, Ohio University, (Ohio, 1980), 24. 
6 Sedat Şenermen, Tarihsel Uygulamalarla Akıl Tutulması Kitlenme, Nergiz Yayınları, (İstanbul, 2017), 38. 
7 Robert Mitchum, The Big Sleep, (1978). 
8 Scott Stewart, A Practical Guide to Situational Awareness, Stratfor, (March 14, 2012). 
9 James Jay Carafona, If You Want Good Leaders, Make Sure They're Good Thinkers, Davis Institute for 
National Security and Foreign Policy, (December 1, 2015). 
10 Peter Burke, Bilginin Toplumsal Tarihi, Çev. M.Tuncay, (İstanbul, 2001), 12. 
11 Wayne Michael Hall, Gary Citrenbaum, Intelligence Collection How to Plan and Execute Intelligence Collection in Complex Environments, Praeger, (California, 2012), 155. 
12 Michael Polanyi, The Tacit Dimension, Anchor, (Garden City, 1967). 
13 UK MOD, Joint Doctrine Publication 04 (JDP 04; Understanding), (Swindom UK, December 2010). 


***


31 Ağustos 2018 Cuma

BÜYÜK RESİMDEN ORTA DOĞU VE TÜRK-İSRAİL GERİLİMİ

BÜYÜK RESİMDEN ORTA DOĞU VE TÜRK-İSRAİL GERİLİMİ 





















21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                            
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
10 Haziran 2010 Perşembe
BÜYÜK RESİMDEN ORTA DOĞU VE TÜRK-İSRAİL GERİLİMİ
PROF. DR. Sait Yılmaz 
tarafından yazıldı.


Türkiye ile İsrail arasında geçen hafta yaşanan kriz ve bu krizin gerek bölgesel ve gerekse küresel yansımaları Orta Doğu’daki dengeler ve neyin gerçekte ne 
olduğu ile ilgili bir iyi test oldu.

Türkiye'nin hesapsız ve lüzumsuz yardım seferi arı kovanına çubuk sokacak kadar yakınlaşamadığı için daha büyük bir çatışmaya yol açmadı ama tarafları ve eğilimlerini anlamamız açısından iyi bir keşif vazifesi gördü. Böylece mikro 
açıdan İsrail-Filistin çatışmasını ve İsrail-Türkiye ilişkilerini analiz etme 
imkanı bulurken, küresel güçlerin yaklaşımları ve Orta Doğu'yu nelerin beklediği 
ve büyük resimden gerçek durumun nasıl görüldüğü hakkında daha iyi fikir sahibi olduk. Uluslararası ilişkilerin terazisi ülke çıkarlarıdır. Bu açıdan 
bakıldığında Türkiye'nin (sözde) yardım girişiminin hiçbir bilimsel ve mantıksal 
açıklaması yok. Bu yüzden Türkiye'nin ve İsrail'in ne yaptığından çok öncelikle 
Orta Doğu'da ve İsrail-Filistin çatışmasında neyin ne olduğu ve bölgeyi neyin 
beklediği üzerinde duracağız. Son bölümde ise Türkiye-İsrail krizinin nelere mal 
olabileceği ve bölgeye yansımaları üzerine odaklanacağız.

Orta Doğu için Büyük Resim; ABD her yerimizde…

Son 50 yıldır ABD'nin Arap dünyasına yönelik politikası büyük ölçüde bölgedeki 
statükonun korunmasının kendi çıkarlarına en iyi hizmet edeceği yönündeydi. 
Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Bahreyn, Kuveyt ve Fas gibi ülkeler ABD ile iyi 
ilişkiler içinde idi. 11 Eylül saldırıları, ABD'nin Orta Doğu politikası için de 
yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Orta Doğu, bugün ABD'nin kendine göre dönüşüm projesi uyguladığı bir bölgedir. Irak harekâtı sonrası " Demokratikleştirme iddiası Washington'un Orta Doğu'da sürdürdüğü hegemonya mücadelesinin başlıca ideolojik bahanesi haline gelmiştir. Ancak ABD için demokrat olmak, Batılı güçlerin müvekkili olmanızı gerektirir. Seçimleri kötü adamların kazanma şansı olduğundan; Türkiye, İsrail ve Lübnan'ın dışında Orta Doğu'da devam eden otoriter rejimlere ses çıkarmamaktadır.

Büyük resime göre; Orta Doğu'da mevcut otoriter ve totaliter devlet yapıları 
ürettikleri istikrarsızlıkları küresel sisteme yansıtmaktadırlar. Yapılması 
gereken bu devlet yapılarının yeniden yapılandırılarak küresel sisteme entegre 
edilmesidir. Bu dönüşümü zorlaştıran direnç faktörlerinin başında demokrasiyle 
uzlaşması zor, Batı karşıtlığını kimlik formu haline getiren İslam dini 
gelmektedir[1]. Dolayısıyla İslam'ın "ılımlı" hale getirilerek demokrasiyle 
uzlaştırılması ve Batı karşıtlığından arındırılması gerekmektedir. "Ilımlı 
İslam" fikri İslam dininin özünün şiddete, totalitarizme eğimli olduğu 
düşüncesinden hareket etmektedir. İslami köktencilik de ABD siyasetinin 
ürünüdür. Buna karşılık seküler (laik) ulusalcılık onu düşman gören ABD 
tarafından zayıflatılmıştır. Arap ve Müslüman dünyasında yıllardır güçlü bir 
seküler ulusalcılık vardı. İslamcı akımlar bugün özellikle Cezayir, Mısır, 
Libya, Türkiye, Ürdün ve İran gibi anahtar ülkelerde önemli değişimlere yol 
açabilecek bir potansiyele sahiptir. Cezayir, Tunus, Mısır ve Suudi Arabistan'da 
İslamcı muhalefet radikal bir şekil almıştır.

11 Eylül saldırıları sonrası yanlış adımlar atan ABD, psikolojik harekât 
timlerinden, CIA'nın örtülü operasyoncularına, açıkça finanse edilen medya ve 
think-tank kuruluşlarına kadar bir yapılanma içinde, Orta Doğu'da Müslüman 
toplumların çehresini değiştirmek için on milyonlarca doların harcanmakta olduğu bir kampanya başlatmıştır. En az iki düzine ülkede ABD İslamcı radyoları, TV şovlarını hatta okul müfredatlarını değiştirmek, İslamcı think-tank 
kuruluşlarını ve politik atölye çalışmalarını desteklemek için fonlar 
kullanmaktadır. Bütün bunlar, bizzat ABD'liler tarafından "dolar ile kalpleri ve 
düşünceleri satın almak" olarak özetlenmektedir. ABD'nin bölgesel çıkarları için 
engel oluşturmayacak tarzda bir İslam anlayışının yaygınlaştırılması için CIA; 
toplantılar, sempozyumlar düzenlenmekte, yeni tür İslamcı aydınlar 
yetiştirilmekte ve piyasaya sürülmektedir.

İsrail-Filistin sorunu Hamas oldukça çözümsüzlüğe mahkûmdur.

Filistin kendi içinde iki farklı ve düşman tarafa sahiptir. Bir tarafta Batı 
Şeria'ya hükmeden Fetih hareketi, diğer tarafta Gazze Şeridi'ni yöneten Hamas. 
Aralarındaki düşmanlığın ana kaynağı ideolojiktir. Fetih hareketi, laik, 
sosyalist, Arap milliyetçisi ve militer bir hareket olarak 1950'li yılların 
Mısır'daki Nasır etkisinden doğdu. Yaser Arafat'ın lideri olduğu Filistin 
Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Fetih'i de içine alan ve Filistin hareketi içindeki 
farklı örgütleri toplayan çerçeve bir yapı idi. Arafat'tan sonra karizmatik bir 
lider sıkıntısı çeken Fetih, devlet yönetiminde tecrübe ve iyi bir bürokrasiye 
sahiptir. İslamcı bir örgüt olan Hamas ise Fetih'ten dine bakışı açısından 
oldukça farklıdır ve pek çok ülke rejimi için tehdit olarak görülmektedir. Hamas 
için Filistin'in bağımsızlığı sadece milliyetçi değil dini bir zorunluluktur. 
Hamas, Arafat'ın yolsuzluklarını ve laikliğini kullanarak bugünkü konumunu 
edindi. Fetih ve Hamas'ın bir araya gelip koalisyon oluşturması bir yana 
birbirlerini can düşmanı olarak görmektedirler.

Fetih ve Hamas arasındaki derin ideolojik ve coğrafi bölünme İsrail, Mısır, 
Ürdün ve Suriye gibi ülkelerin Filistin sorununa yaklaşımlarını da 
etkilemektedir. Laik bir Arap devleti olan Mısır, kendi içindeki İslamcı 
Müslüman Kardeşler Örgütü ile işbirliği yapan ve hatta kökleri bu örgüte dayanan Hamas'ı doğrudan bir tehdit olarak görmektedir. Koltuğu oldukça sallanan ve ülke üzerindeki otoritesi tartışılan Mısır lideri Mübarek, Gazze şeridi ile olan kapısını ve diğer tüm geçiş imkanlarını kapatarak İsrail ile birlikte Hamas'ın yok olmasını beklemekte ancak Fetih'i desteklemektedir. Batı Şeria ile komşu olan Ürdün ise Fetih'e karşı derin bir güvensizlik yanında, Hamas'a da yakın değildir. 1970 yılında Arafat'ın Ürdün'de Haşimi yönetimine karşı yapmaya 
çalıştığı ve yaklaşık 10.000 Filistinlinin ölümüne neden olan ayaklanma girişimi 
bu güvensizliğin temel nedenidir. Nüfusunun çoğunluğu Filistinli olan Ürdün için 
Filistin'in bağımsızlığı bir endişe konusudur. Öte yandan İslamcı zihniyeti 
nedeni ile Hamas'a da iyi gözle bakmamaktadır. Ayrıca, Mısır ve Ürdün'ün askeri olarak yerinde kalmak için İsrail ile bir barış anlaşması yaptıkları 
unutulmamalıdır.

BÜYÜK RESİMDEN ORTA DOĞU VE TÜRK-İSRAİL GERİLİMİ

Kendi çıkarlarının peşindeki Suriye ise Filistin'den ziyade Lübnan'a 
odaklanmıştır. İran ile birlikte Lübnan'da yuvalanan Hizbullah'ı destekleyen 
Suriye, İsrail karşıtı bu örgütü kullanarak Lübnan'ı kontrolü altında tutmak 
istemektedir. Lübnan Şii hareketi olan Hizbullah'ın, çoğu Sünni olan Filistin 
hareketi ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Ortak düşmanları İsrail olmakla 
birlikte, Hizbullah'ın Filistin'de nasıl bir rejim istediği belli değildir. 
Özetle Suriye Filistin'den yana değil ama İsrail karşıtı olarak Filistin'deki 
iki tarafla da ilişki içindedir. Tıpkı Ürdün gibi Suudi Arabistan ve diğer Arap 
rejimleri de Nasır'dan beri FKÖ'nü kendi rejimi için tehlike olarak görmekte, 
Filistin'deki istikrarsızlığın kendi ülkelerine yayılmasından endişe 
etmektedirler. 1500 km. ötedeki İran ise ara sıra taraflara silah yardımı 
yapmakla birlikte Fetih tarafından sevilmemektedir. Sünni Hamas ise bazı taktik 
paylaşımlarına gitmekle birlikte İran ile aynı vizyonu paylaşmamaktadır.

Türkiye'de Birileri Hesap vermelidir. 

Gelinen aşamada İsrail'in bağımsızlığını istemediği Gazze'nin ablukası Fetih'in 
açıktan desteklediği, Mısır'ın işbirliği yaptığı, Ürdün ve Suriye'yi ferahlatan 
bir oluşumdur. Üstelik bölgede İsrail'e karşı oluşturabilecek askeri bir 
potansiyelin alt yapısı dahi yoktur. İsrail'in askeri olarak dilediğini yapma 
özgürlüğüne karşı başvurulacak yollar çok vahim bir durumda Suriye'nin 
SCUD'ları, Lübnan ve Gazze'den atılacak roketler dışında terörist saldırılar ve 
intihar bombacılarıdır. Türkiye'nin burada taraf olsun ya da olmasın Arap 
dünyasında bulacağı ne siyasi ne de askeri bir müttefik vardır. Arap dünyasının 
tetikleyici gücü ve ağırlık merkezi ancak Mısır olabilir ama o da 1974'deki Camp 
David ile İsrail'den alacağını almış ve ordusunu oldukça zayıflatmıştır. 
İsrail'e karşı Türk-Mısır askeri işbirliği ise hayalden öte bir şey değildir. 
Özetle, bölgede güç dengesi diye bir şey yoktur, İsrail dilediğini yapmaktadır. 
Gazze'yi idare eden Hamas oldukça bu ablukanın bitmesi de söz konusu değildir.

Son kriz göstermiştir ki, bölge dışındaki büyük güçlerin ve BM ya da AB gibi 
kurumların İsrail'e karşı askeri bir girişimde bulunması asla söz konusu olamaz. 
Hatta İsrail'e karşı imiş gibi gözüken tepkilerin ciddi bir siyasi ve ekonomik 
bir yaptırıma yol açması bile düşünülemez. Öbür taraftan Arap ülkeleri de biraya gelerek, İsrail'e karşı bir askeri koalisyon oluşturamaz. Peki, yukarıdaki 
açıklanan resim içinde Türkiye, neden Hamas'ı tercih etmiştir, neden hiçbir Arap 
devleti desteklemediği halde kendine böyle bir rol edinmiştir, bunun açıklaması 
yoktur. Ankara, son krizde ulusal çıkarları yok sayarak ve Dışişleri, 
Genelkurmay Başkanlığı gibi bürokratik kurumları bir kenara bırakarak ideolojik 
bir yaklaşımla kendi başına bir yardım harekatı düzenlemiştir. Eğer bu kurumlar 
atlanmamış olsa idi şimdi onlardan hesap sormamız gerekirdi. Türkiye, bu 
girişimi ile devlet olmanın hasletlerini unutarak İran olmaya özenmiştir.

Türkiye ile İsrail arasındaki son kriz ise iki ülke arasındaki 60 yıllık siyasi, 
askeri ve istihbari ortaklığı sona erdirmek üzeredir. Bundan en çok Türkiye'nin 
güvenliği için elzem olan istihbarat ortaklığı yara alacaktır. Türkiye, sadece 
güçlü bir müttefikini kaybetmedi, etkili bir düşman da kazanmış oldu. Ankara'nın sözlü beyanlarında olduğu gibi köprüler tamamen atılırsa bu düşmanlığın semeresini Barzani'ye bel bağlanan Irak'ın kuzeyinde yeni girişimler ile görebiliriz. Keza, Irak-Türkiye petrol boru hattını by-pass etmeye yönelik 
Irak-İsrail projesi de gündeme gelebilir. İki ülkenin bugüne kadar ki 
işbirliğinin askeri alanda da TSK.ne pek çok katkısı unutulmamalıdır. 'Sıfır 
sorun' sloganını benimsemiş olan son dönem Türk dış politikası bugüne kadar 
hiçbir konu da ne çözüm üretmiş ne de kimseye bir şey kazandırmıştır. Ama kadim iki dost ülke olan Azerbaycan ve İsrail'i kaybettik. Elimizde sadece kimsenin istemediği terör örgütü Hamas kaldı. Türkiye'nin askeri maceralara, yeni belalara ve kağıttan dostlara değil güçlü ve faydalı aktörlerle işbirliğine 
ihtiyacı vardır. Türkiye ile İsrail asla askeri olarak karşı karşıya gelmeyecek 
iki ülkedir. Çünkü iki ülkenin âli çıkarları bunu gerektirmektedir. Bu yüzden 
mevcut konjonktür geçici ve gerçek bir kriz için gerekli alt yapı ve kamuoyu 
desteğinden yoksundur.

Sonuç Yerine

İsrail'i ablukası sivil halkı hedef aldığı için haksızdır ve Gazze Şeridi'nde 
yaşayan insanlara mutlaka yardım götürülmelidir. Bölgedeki barışa engel teşkil 
eden gerçek sorun, ABD'nin Orta Doğu'daki çıkar politikaları, İsrail'in 
Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarındaki işgalidir. İsrail barış çabalarını 
yıllardır sistematik bir şekilde engelleyerek bu topraklar üzerindeki işgalinden 
vazgeçmediği, komşularını yok sayıp şiddet politikasını değiştirmediği müddetçe 
bölge sorunları büyümeye devam edecektir. İsrail'in Filistin topraklarındaki 
yeni yerleşim merkezleri kurmayı sonlandırması ve bağımsız Filistin devletinin 
varlığını tanıması çözüme giden en kısa yolun anahtarı olacaktır. Eğer terörizme 
fırsat veren sebepler ortadan kaldırılırsa bölge barışının sağlanması mümkün 
hale gelecek, şiddet ve karşı şiddet sarmalı sürdürülürse barış çok uzaklarda 
kalmaya devam edecektir. Son krizde İsrail de önemli acemilikler yapmış, krizin 
gereksiz yere büyümesine yol açmıştır.

Filistinliler İsrail ile barış yapmak dışında başka bir seçeneğe de sahip 
değildir. Hamas'ın varlığından şikayetçi olan İsrail ve ABD asıl çözümün işgal 
topraklarının Filistinlilere geri verilmesi gerektiğini itiraf etseler de bu 
yönde gerçekçi adımlar atmamışlardır. Bölgede İsrail'in askeri karşı 
konulmazlığına karşın, barışın savaşarak tesis edilemeyeceği ortadadır. Üstelik 
Orta Doğu'daki büyük bir çatışmanın iç çatışmalar şeklinde başlayıp, tüm bölgeyi sarma riski vardır. Bölgedeki dinamiti ateşleyecek olan Irak'ın bölünmesi kadar başta Suudi Krallığı'nın sonunun gelmesi ve diğer rejim değişiklikleri 
olacaktır. Orta Doğu'daki İsrail-Filistin gerginliğinin yeni oyuncusu 
Türkiye'nin kendi başına aldığı inisiyatiflerin Batı'yı gittikçe endişelendirdiğini ve Batının da önümüze yeni kartlar ile gelebileceğini unutmayalım. 

Türkiye bölgede taraf olmak yerine " İçerden kolaylaştırıcı " rolü 
oynamalı ve Önceliğini Irak'ın kuzeyine vermelidir.


[1] GÜNEY, Çetin. (2005), Büyük Orta Doğu Çerçevesinde İslam ve Demokrasi, Avrasya Dosyası; İslam ve Demokrasi, Cilt: 11, Sayı:3, Ankara: ASAM Yayınları, 6.


Uzman Hakkında
Sait Yılmaz
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
sait.yilmaz@yeditepe.edu.tr

Uzmanın Diğer Yazıları

  İsrail’in Kıyamet Senaryosu 
  Orta Doğu’da Kovboy Diplomasisi 
  ABD Çöküyor... 
  Türk-Yunan Savaşı Ne Zaman? 
  CIA ve Analiz 
  Ermenistan’da neler oluyor? 
  Suriye’de Şimdi Neler Olacak? 
  NATO-Rusya Savaşını Kim Kazanır? 
  Bizi Kim, Neden ve Nasıl Takip Ediyor? 
  Rus Suikast Kültürü 
  Sahipsiz Türkçülük ve Türk Dünyası 
  40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı İçin Notlar 
  Suriye’de Bir Çözüme Ne Kadar Yakınız? 
  Afrin Harekatı ve Türkiye’yi Bekleyenler 
  Savaş ve Kahramanlık Üzerine: Kimler Kahraman Olabilir? 
  Orta Doğu’da Rus Realizmi ve Türkiye 
  Rusya İle İlişkilerin Askeri Matematiği 
  Küresel Sermayenin Kudüs’teki İzleri ve Siyonist Plan 
  Kuzey Kafkasya’nın Çalınmış Savaşları 
  21. Yüzyılda İstihbarat 
  Afrika’da Terör ve Sessiz Savaşlar 
  Kuzey Kore Gerçekleri 
  Devlet Adamı ve Kriz Yönetimi 
  Post-Modern İstihbarat 
  Rusya Örtülü Operasyonlarının Dönüşümü 
  ABD-İran Savaş Senaryosu 
  Transatlantik ilişkiler ve Ortadoğu’nun NATO’su... 
  Ortadoğu’da İngiliz İstihbaratı; 1914-1918 
  Suriye'deki İç Savaşın Gerçek Yüzü ve Türkmenler 
  Gelecek 25 Yıl; Büyük Avrasya Projesi (BAP) 
  Türk-Yunan Sorunlarının Neresindeyiz? 
  (H)iç Güvenlik Paketi Bizleri Nasıl Etkileyecek, Hükümetin Hedefi Ne? 
  Ortadoğu’daki Kuzey Kore: Suudi Arabistan 
  Dünya Orduları 2015’e Nasıl Girdi? 
  Ermeni İddiaları ve Gerçekler 
  Aselsan Cinayetlerinin İzini Sürmek... 
  Küresel Terörün Geldiği Aşamayı Nasıl Okumalıyız? 
  Fransa’daki Terör Olaylarının Anlamı 
  2015'e Girerken Uluslararası Güvenlik Ortamı 
  Yükselen Güç Türkiye Masalı 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2010/06/10/4661/buyuk-resimden-orta-dogu-ve-turk-israil-gerilimi

***