BÜYÜK RESİMDEN ORTA DOĞU VE TÜRK-İSRAİL GERİLİMİ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
10 Haziran 2010 Perşembe
BÜYÜK RESİMDEN ORTA DOĞU VE TÜRK-İSRAİL GERİLİMİ
PROF. DR. Sait Yılmaz
tarafından yazıldı.
Türkiye ile İsrail arasında geçen hafta yaşanan kriz ve bu krizin gerek bölgesel ve gerekse küresel yansımaları Orta Doğu’daki dengeler ve neyin gerçekte ne
olduğu ile ilgili bir iyi test oldu.
Türkiye'nin hesapsız ve lüzumsuz yardım seferi arı kovanına çubuk sokacak kadar yakınlaşamadığı için daha büyük bir çatışmaya yol açmadı ama tarafları ve eğilimlerini anlamamız açısından iyi bir keşif vazifesi gördü. Böylece mikro
açıdan İsrail-Filistin çatışmasını ve İsrail-Türkiye ilişkilerini analiz etme
imkanı bulurken, küresel güçlerin yaklaşımları ve Orta Doğu'yu nelerin beklediği
ve büyük resimden gerçek durumun nasıl görüldüğü hakkında daha iyi fikir sahibi olduk. Uluslararası ilişkilerin terazisi ülke çıkarlarıdır. Bu açıdan
bakıldığında Türkiye'nin (sözde) yardım girişiminin hiçbir bilimsel ve mantıksal
açıklaması yok. Bu yüzden Türkiye'nin ve İsrail'in ne yaptığından çok öncelikle
Orta Doğu'da ve İsrail-Filistin çatışmasında neyin ne olduğu ve bölgeyi neyin
beklediği üzerinde duracağız. Son bölümde ise Türkiye-İsrail krizinin nelere mal
olabileceği ve bölgeye yansımaları üzerine odaklanacağız.
Orta Doğu için Büyük Resim; ABD her yerimizde…
Son 50 yıldır ABD'nin Arap dünyasına yönelik politikası büyük ölçüde bölgedeki
statükonun korunmasının kendi çıkarlarına en iyi hizmet edeceği yönündeydi.
Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Bahreyn, Kuveyt ve Fas gibi ülkeler ABD ile iyi
ilişkiler içinde idi. 11 Eylül saldırıları, ABD'nin Orta Doğu politikası için de
yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Orta Doğu, bugün ABD'nin kendine göre dönüşüm projesi uyguladığı bir bölgedir. Irak harekâtı sonrası " Demokratikleştirme " iddiası Washington'un Orta Doğu'da sürdürdüğü hegemonya mücadelesinin başlıca ideolojik bahanesi haline gelmiştir. Ancak ABD için demokrat olmak, Batılı güçlerin müvekkili olmanızı gerektirir. Seçimleri kötü adamların kazanma şansı olduğundan; Türkiye, İsrail ve Lübnan'ın dışında Orta Doğu'da devam eden otoriter rejimlere ses çıkarmamaktadır.
Büyük resime göre; Orta Doğu'da mevcut otoriter ve totaliter devlet yapıları
ürettikleri istikrarsızlıkları küresel sisteme yansıtmaktadırlar. Yapılması
gereken bu devlet yapılarının yeniden yapılandırılarak küresel sisteme entegre
edilmesidir. Bu dönüşümü zorlaştıran direnç faktörlerinin başında demokrasiyle
uzlaşması zor, Batı karşıtlığını kimlik formu haline getiren İslam dini
gelmektedir[1]. Dolayısıyla İslam'ın "ılımlı" hale getirilerek demokrasiyle
uzlaştırılması ve Batı karşıtlığından arındırılması gerekmektedir. "Ilımlı
İslam" fikri İslam dininin özünün şiddete, totalitarizme eğimli olduğu
düşüncesinden hareket etmektedir. İslami köktencilik de ABD siyasetinin
ürünüdür. Buna karşılık seküler (laik) ulusalcılık onu düşman gören ABD
tarafından zayıflatılmıştır. Arap ve Müslüman dünyasında yıllardır güçlü bir
seküler ulusalcılık vardı. İslamcı akımlar bugün özellikle Cezayir, Mısır,
Libya, Türkiye, Ürdün ve İran gibi anahtar ülkelerde önemli değişimlere yol
açabilecek bir potansiyele sahiptir. Cezayir, Tunus, Mısır ve Suudi Arabistan'da
İslamcı muhalefet radikal bir şekil almıştır.
11 Eylül saldırıları sonrası yanlış adımlar atan ABD, psikolojik harekât
timlerinden, CIA'nın örtülü operasyoncularına, açıkça finanse edilen medya ve
think-tank kuruluşlarına kadar bir yapılanma içinde, Orta Doğu'da Müslüman
toplumların çehresini değiştirmek için on milyonlarca doların harcanmakta olduğu bir kampanya başlatmıştır. En az iki düzine ülkede ABD İslamcı radyoları, TV şovlarını hatta okul müfredatlarını değiştirmek, İslamcı think-tank
kuruluşlarını ve politik atölye çalışmalarını desteklemek için fonlar
kullanmaktadır. Bütün bunlar, bizzat ABD'liler tarafından "dolar ile kalpleri ve
düşünceleri satın almak" olarak özetlenmektedir. ABD'nin bölgesel çıkarları için
engel oluşturmayacak tarzda bir İslam anlayışının yaygınlaştırılması için CIA;
toplantılar, sempozyumlar düzenlenmekte, yeni tür İslamcı aydınlar
yetiştirilmekte ve piyasaya sürülmektedir.
İsrail-Filistin sorunu Hamas oldukça çözümsüzlüğe mahkûmdur.
Filistin kendi içinde iki farklı ve düşman tarafa sahiptir. Bir tarafta Batı
Şeria'ya hükmeden Fetih hareketi, diğer tarafta Gazze Şeridi'ni yöneten Hamas.
Aralarındaki düşmanlığın ana kaynağı ideolojiktir. Fetih hareketi, laik,
sosyalist, Arap milliyetçisi ve militer bir hareket olarak 1950'li yılların
Mısır'daki Nasır etkisinden doğdu. Yaser Arafat'ın lideri olduğu Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Fetih'i de içine alan ve Filistin hareketi içindeki
farklı örgütleri toplayan çerçeve bir yapı idi. Arafat'tan sonra karizmatik bir
lider sıkıntısı çeken Fetih, devlet yönetiminde tecrübe ve iyi bir bürokrasiye
sahiptir. İslamcı bir örgüt olan Hamas ise Fetih'ten dine bakışı açısından
oldukça farklıdır ve pek çok ülke rejimi için tehdit olarak görülmektedir. Hamas
için Filistin'in bağımsızlığı sadece milliyetçi değil dini bir zorunluluktur.
Hamas, Arafat'ın yolsuzluklarını ve laikliğini kullanarak bugünkü konumunu
edindi. Fetih ve Hamas'ın bir araya gelip koalisyon oluşturması bir yana
birbirlerini can düşmanı olarak görmektedirler.
Fetih ve Hamas arasındaki derin ideolojik ve coğrafi bölünme İsrail, Mısır,
Ürdün ve Suriye gibi ülkelerin Filistin sorununa yaklaşımlarını da
etkilemektedir. Laik bir Arap devleti olan Mısır, kendi içindeki İslamcı
Müslüman Kardeşler Örgütü ile işbirliği yapan ve hatta kökleri bu örgüte dayanan Hamas'ı doğrudan bir tehdit olarak görmektedir. Koltuğu oldukça sallanan ve ülke üzerindeki otoritesi tartışılan Mısır lideri Mübarek, Gazze şeridi ile olan kapısını ve diğer tüm geçiş imkanlarını kapatarak İsrail ile birlikte Hamas'ın yok olmasını beklemekte ancak Fetih'i desteklemektedir. Batı Şeria ile komşu olan Ürdün ise Fetih'e karşı derin bir güvensizlik yanında, Hamas'a da yakın değildir. 1970 yılında Arafat'ın Ürdün'de Haşimi yönetimine karşı yapmaya
çalıştığı ve yaklaşık 10.000 Filistinlinin ölümüne neden olan ayaklanma girişimi
bu güvensizliğin temel nedenidir. Nüfusunun çoğunluğu Filistinli olan Ürdün için
Filistin'in bağımsızlığı bir endişe konusudur. Öte yandan İslamcı zihniyeti
nedeni ile Hamas'a da iyi gözle bakmamaktadır. Ayrıca, Mısır ve Ürdün'ün askeri olarak yerinde kalmak için İsrail ile bir barış anlaşması yaptıkları
unutulmamalıdır.
BÜYÜK RESİMDEN ORTA DOĞU VE TÜRK-İSRAİL GERİLİMİ
Kendi çıkarlarının peşindeki Suriye ise Filistin'den ziyade Lübnan'a
odaklanmıştır. İran ile birlikte Lübnan'da yuvalanan Hizbullah'ı destekleyen
Suriye, İsrail karşıtı bu örgütü kullanarak Lübnan'ı kontrolü altında tutmak
istemektedir. Lübnan Şii hareketi olan Hizbullah'ın, çoğu Sünni olan Filistin
hareketi ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Ortak düşmanları İsrail olmakla
birlikte, Hizbullah'ın Filistin'de nasıl bir rejim istediği belli değildir.
Özetle Suriye Filistin'den yana değil ama İsrail karşıtı olarak Filistin'deki
iki tarafla da ilişki içindedir. Tıpkı Ürdün gibi Suudi Arabistan ve diğer Arap
rejimleri de Nasır'dan beri FKÖ'nü kendi rejimi için tehlike olarak görmekte,
Filistin'deki istikrarsızlığın kendi ülkelerine yayılmasından endişe
etmektedirler. 1500 km. ötedeki İran ise ara sıra taraflara silah yardımı
yapmakla birlikte Fetih tarafından sevilmemektedir. Sünni Hamas ise bazı taktik
paylaşımlarına gitmekle birlikte İran ile aynı vizyonu paylaşmamaktadır.
Türkiye'de Birileri Hesap vermelidir.
Gelinen aşamada İsrail'in bağımsızlığını istemediği Gazze'nin ablukası Fetih'in
açıktan desteklediği, Mısır'ın işbirliği yaptığı, Ürdün ve Suriye'yi ferahlatan
bir oluşumdur. Üstelik bölgede İsrail'e karşı oluşturabilecek askeri bir
potansiyelin alt yapısı dahi yoktur. İsrail'in askeri olarak dilediğini yapma
özgürlüğüne karşı başvurulacak yollar çok vahim bir durumda Suriye'nin
SCUD'ları, Lübnan ve Gazze'den atılacak roketler dışında terörist saldırılar ve
intihar bombacılarıdır. Türkiye'nin burada taraf olsun ya da olmasın Arap
dünyasında bulacağı ne siyasi ne de askeri bir müttefik vardır. Arap dünyasının
tetikleyici gücü ve ağırlık merkezi ancak Mısır olabilir ama o da 1974'deki Camp
David ile İsrail'den alacağını almış ve ordusunu oldukça zayıflatmıştır.
İsrail'e karşı Türk-Mısır askeri işbirliği ise hayalden öte bir şey değildir.
Özetle, bölgede güç dengesi diye bir şey yoktur, İsrail dilediğini yapmaktadır.
Gazze'yi idare eden Hamas oldukça bu ablukanın bitmesi de söz konusu değildir.
Son kriz göstermiştir ki, bölge dışındaki büyük güçlerin ve BM ya da AB gibi
kurumların İsrail'e karşı askeri bir girişimde bulunması asla söz konusu olamaz.
Hatta İsrail'e karşı imiş gibi gözüken tepkilerin ciddi bir siyasi ve ekonomik
bir yaptırıma yol açması bile düşünülemez. Öbür taraftan Arap ülkeleri de biraya gelerek, İsrail'e karşı bir askeri koalisyon oluşturamaz. Peki, yukarıdaki
açıklanan resim içinde Türkiye, neden Hamas'ı tercih etmiştir, neden hiçbir Arap
devleti desteklemediği halde kendine böyle bir rol edinmiştir, bunun açıklaması
yoktur. Ankara, son krizde ulusal çıkarları yok sayarak ve Dışişleri,
Genelkurmay Başkanlığı gibi bürokratik kurumları bir kenara bırakarak ideolojik
bir yaklaşımla kendi başına bir yardım harekatı düzenlemiştir. Eğer bu kurumlar
atlanmamış olsa idi şimdi onlardan hesap sormamız gerekirdi. Türkiye, bu
girişimi ile devlet olmanın hasletlerini unutarak İran olmaya özenmiştir.
Türkiye ile İsrail arasındaki son kriz ise iki ülke arasındaki 60 yıllık siyasi,
askeri ve istihbari ortaklığı sona erdirmek üzeredir. Bundan en çok Türkiye'nin
güvenliği için elzem olan istihbarat ortaklığı yara alacaktır. Türkiye, sadece
güçlü bir müttefikini kaybetmedi, etkili bir düşman da kazanmış oldu. Ankara'nın sözlü beyanlarında olduğu gibi köprüler tamamen atılırsa bu düşmanlığın semeresini Barzani'ye bel bağlanan Irak'ın kuzeyinde yeni girişimler ile görebiliriz. Keza, Irak-Türkiye petrol boru hattını by-pass etmeye yönelik
Irak-İsrail projesi de gündeme gelebilir. İki ülkenin bugüne kadar ki
işbirliğinin askeri alanda da TSK.ne pek çok katkısı unutulmamalıdır. 'Sıfır
sorun' sloganını benimsemiş olan son dönem Türk dış politikası bugüne kadar
hiçbir konu da ne çözüm üretmiş ne de kimseye bir şey kazandırmıştır. Ama kadim iki dost ülke olan Azerbaycan ve İsrail'i kaybettik. Elimizde sadece kimsenin istemediği terör örgütü Hamas kaldı. Türkiye'nin askeri maceralara, yeni belalara ve kağıttan dostlara değil güçlü ve faydalı aktörlerle işbirliğine
ihtiyacı vardır. Türkiye ile İsrail asla askeri olarak karşı karşıya gelmeyecek
iki ülkedir. Çünkü iki ülkenin âli çıkarları bunu gerektirmektedir. Bu yüzden
mevcut konjonktür geçici ve gerçek bir kriz için gerekli alt yapı ve kamuoyu
desteğinden yoksundur.
Sonuç Yerine
İsrail'i ablukası sivil halkı hedef aldığı için haksızdır ve Gazze Şeridi'nde
yaşayan insanlara mutlaka yardım götürülmelidir. Bölgedeki barışa engel teşkil
eden gerçek sorun, ABD'nin Orta Doğu'daki çıkar politikaları, İsrail'in
Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarındaki işgalidir. İsrail barış çabalarını
yıllardır sistematik bir şekilde engelleyerek bu topraklar üzerindeki işgalinden
vazgeçmediği, komşularını yok sayıp şiddet politikasını değiştirmediği müddetçe
bölge sorunları büyümeye devam edecektir. İsrail'in Filistin topraklarındaki
yeni yerleşim merkezleri kurmayı sonlandırması ve bağımsız Filistin devletinin
varlığını tanıması çözüme giden en kısa yolun anahtarı olacaktır. Eğer terörizme
fırsat veren sebepler ortadan kaldırılırsa bölge barışının sağlanması mümkün
hale gelecek, şiddet ve karşı şiddet sarmalı sürdürülürse barış çok uzaklarda
kalmaya devam edecektir. Son krizde İsrail de önemli acemilikler yapmış, krizin
gereksiz yere büyümesine yol açmıştır.
Filistinliler İsrail ile barış yapmak dışında başka bir seçeneğe de sahip
değildir. Hamas'ın varlığından şikayetçi olan İsrail ve ABD asıl çözümün işgal
topraklarının Filistinlilere geri verilmesi gerektiğini itiraf etseler de bu
yönde gerçekçi adımlar atmamışlardır. Bölgede İsrail'in askeri karşı
konulmazlığına karşın, barışın savaşarak tesis edilemeyeceği ortadadır. Üstelik
Orta Doğu'daki büyük bir çatışmanın iç çatışmalar şeklinde başlayıp, tüm bölgeyi sarma riski vardır. Bölgedeki dinamiti ateşleyecek olan Irak'ın bölünmesi kadar başta Suudi Krallığı'nın sonunun gelmesi ve diğer rejim değişiklikleri
olacaktır. Orta Doğu'daki İsrail-Filistin gerginliğinin yeni oyuncusu
Türkiye'nin kendi başına aldığı inisiyatiflerin Batı'yı gittikçe endişelendirdiğini ve Batının da önümüze yeni kartlar ile gelebileceğini unutmayalım.
Türkiye bölgede taraf olmak yerine " İçerden kolaylaştırıcı " rolü
oynamalı ve Önceliğini Irak'ın kuzeyine vermelidir.
[1] GÜNEY, Çetin. (2005), Büyük Orta Doğu Çerçevesinde İslam ve Demokrasi, Avrasya Dosyası; İslam ve Demokrasi, Cilt: 11, Sayı:3, Ankara: ASAM Yayınları, 6.
Uzman Hakkında
Sait Yılmaz
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
sait.yilmaz@yeditepe.edu.tr
Uzmanın Diğer Yazıları
İsrail’in Kıyamet Senaryosu
Orta Doğu’da Kovboy Diplomasisi
ABD Çöküyor...
Türk-Yunan Savaşı Ne Zaman?
CIA ve Analiz
Ermenistan’da neler oluyor?
Suriye’de Şimdi Neler Olacak?
NATO-Rusya Savaşını Kim Kazanır?
Bizi Kim, Neden ve Nasıl Takip Ediyor?
Rus Suikast Kültürü
Sahipsiz Türkçülük ve Türk Dünyası
40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı İçin Notlar
Suriye’de Bir Çözüme Ne Kadar Yakınız?
Afrin Harekatı ve Türkiye’yi Bekleyenler
Savaş ve Kahramanlık Üzerine: Kimler Kahraman Olabilir?
Orta Doğu’da Rus Realizmi ve Türkiye
Rusya İle İlişkilerin Askeri Matematiği
Küresel Sermayenin Kudüs’teki İzleri ve Siyonist Plan
Kuzey Kafkasya’nın Çalınmış Savaşları
21. Yüzyılda İstihbarat
Afrika’da Terör ve Sessiz Savaşlar
Kuzey Kore Gerçekleri
Devlet Adamı ve Kriz Yönetimi
Post-Modern İstihbarat
Rusya Örtülü Operasyonlarının Dönüşümü
ABD-İran Savaş Senaryosu
Transatlantik ilişkiler ve Ortadoğu’nun NATO’su...
Ortadoğu’da İngiliz İstihbaratı; 1914-1918
Suriye'deki İç Savaşın Gerçek Yüzü ve Türkmenler
Gelecek 25 Yıl; Büyük Avrasya Projesi (BAP)
Türk-Yunan Sorunlarının Neresindeyiz?
(H)iç Güvenlik Paketi Bizleri Nasıl Etkileyecek, Hükümetin Hedefi Ne?
Ortadoğu’daki Kuzey Kore: Suudi Arabistan
Dünya Orduları 2015’e Nasıl Girdi?
Ermeni İddiaları ve Gerçekler
Aselsan Cinayetlerinin İzini Sürmek...
Küresel Terörün Geldiği Aşamayı Nasıl Okumalıyız?
Fransa’daki Terör Olaylarının Anlamı
2015'e Girerken Uluslararası Güvenlik Ortamı
Yükselen Güç Türkiye Masalı
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2010/06/10/4661/buyuk-resimden-orta-dogu-ve-turk-israil-gerilimi
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder