30 Ağustos 2018 Perşembe

Doğu Akdeniz Enerji “ Dalaşı ” ve Mısır - İsrail Yakınlaşması BÖLÜM 1



Doğu Akdeniz Enerji “ Dalaşı ” ve Mısır - İsrail Yakınlaşması BÖLÜM 1


Sedat AYBAR
Prof. Dr. Sedat AYBAR 
İstanbul Aydın Üniversitesi İİBF Ekonomi ve Finans Bölüm Başkanı, TASAM Başkan Danışmanı
Yayın Tarihi : 30.3.2018


Doğu Akdeniz Enerji “Dalaşı” ve Mısır - İsrail Yakınlaşması
Amerika’daki en son görev değişikliklerinin iş başına getirdiği şiddet yanlısı kadro’nun “şahinliği” aldatıcı olmasın. Başta ABD olmak üzere, güvenlik ve şiddete başvurma tehdidinin vurgulanıyor olması, ekonominin ikinci plana itildiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, ekonomik alanın belirleyici olduğu, ekonominin tartışmanın merkezine oturduğu bir jeo-politik konjonktür içine giriyoruz. Küresel kıt kaynaklar üzerindeki hakimiyet çekişmelerinin ekonomik boyutunu daha sıklıkla konuşacağımız bir dönem başlıyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Zeytin Dalı operasyonunu başarılı bir şekilde tamamlamış olması bunun nedenlerinden biri. Sincar, Tel Rıfat, Menbiç ve Fırat’ın Doğusu’na yönelik yapılacak harekat vurgusu, teröre karşı sağlam duruş, kıt kaynak denetimi tartışmalarının da eksenini kaydırdı. Yeni ittifaklar bu gerçeklik etrafında şekillenecek, eskiler buna bağlı olarak bozulacak, ve ilah. Bu tespit, özellikle Doğu Akdeniz enerji “dalaşı” diye adlandırdığımız, bölge içi ve dışı aktörleri de kapsayan çekişmelerin analizi için anlamlı sayılabilecek bir başlangıç sağlıyor.

Afrin’e yapılan Zeytin Dalı harekatı, Türkiye’de “ülke çıkarlarına dikkat” yoğunlaşması yarattı. Türkiye kendi ayakları üzerinde durmayı becerdiğini dosta düşmana gösterdi. Şayet çok ciddi hatalar yapılmazsa, tarih bu günleri alınan kararların zamanlamasının isabetli ve rasyonel olduğu bir dönem olarak anacak. Ancak buradan, önümüzdeki dönemin engebesiz, sorunsuz bir dönem olduğu anlamı çıkartılmamalı. Özellikle ekonomik ve jeo-ekonomik açılardan pek çok tuzağın kurulduğu, iktisadi, siyasi, stratejik ve iletişim ağları üzerinden dikkat dağıtıcı tehditlerle dolu bir dönem olacak bu. Kızıldeniz, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Afrika Boynuzunda, 19ncu yüzyıldaki olaylar perspektifinden baktığımızda benzeri türden tuzak kurgulamalarının otuz - kırk yıllık sürece yayıldığını görüyoruz. O zamankine benzer bir “dalaşmanın” başladığı bu dönemi idare etmek için uzun soluklu rasyonel stratejiler oluşturma gerekliliği kendini düşünce dünyamıza, alternatif kurgu tahayüllerimize dayatıyor. Türkiye’nin bu konjonktürü, Afrin Harekatıyla yakaladığı “dikkat yoğunlaşmasını” dağıtmadan, enerjisini iyi kullanarak yönetmesi gerekiyor.
Bu yüzden, bizim yakın dönemde akademik dünyada fazlaca ihmal ettiğimiz bir ülke olan Mısır’ın, Doğu Akdeniz’de kendine yer açma arayışının analizi, Mısır’ın incelenmesi de önem arz ediyor. Bu çerçevede, belli bir eksikliği gidermek için Mısır’ı merkeze alarak kurgulandı bu yazı. Enerji sızıntılarına, dikkat yorgunluklarını önlemek için çalışılması gereken bir çok ülkeden biri de Mısır. Bu ülke 26 - 28 Mart 2018’de genel seçimlere gitti. Bu yazı yazılırken, seçimlere ikinci ve son kez katılacağını açıklayan darbeci general Sisi’nin seçimi kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Seçimlerde bu sonucu garantilemek için, daha çok Sudan’la tırmandırılan gerginlikler üzerinden bir milliyetçilik söylemi oluşturuluyordu. Bu artan milliyetçi hislerin, daha önce Savunma Bakanı, Genel Kurmay Başkanı ve İstihbarat Şefi olan general Sisi’nin elini güçlendireceği hesaplanıyordu.
Bir yandan ideolojik ayrılıklar, diğer yandan aşağıdaki haritada da gösterilen Mısır’ın 1996’da işgal ettiği Halaib Üçgeni ve Etiyopya’nın Nil’in üzerine kurmaya başladığı, kıtanın en büyük barajı olan Rönesans Barajı, bir başka yandan ise birbirlerine karşı ellerini kuvvetlendirmek için ileri sürülmeyen ve sümen altında tutulan pek çok sorun, bunların hepsi Sudan ve Mısır’ın birbirleri üzerinde baskı oluşturmak için kullandıkları gerekçeler. Bu sorunlar yumağı uzunca bir tarihe yayılıyor. Örneğin, Sudan’la anlaşmazlıkların temelinde olan ve son altmış yıldır Mısır’ın işgalinde olan Halaib üçgenindeki sorunların seçimler öncesinde ısıtılıp tekrar gündeme getirilmesi, bu ve benzeri konuların kullanılması, düşmanca söylemlerle milliyetçi hisleri arttırmaya, bunun da general Sisi’ye yarayacağı düşünülüyor.  
Mısır’ın Güney komşuları, Sudan ve Etiyopya ile olan uzlaşmazlıkların, seçim kaygılarından ötede bir boyutu daha var. Bu, analizimizin cevaplamaya çalıştığı, Doğu Akdeniz enerji “dalaşması” ile ilgili olan boyut. Mısır, Türkiye - Sudan ve Etiyopya yakınlaşmasını kendisine Doğu Akdeniz’de açmaya çalıştığı etki alanı açısından tehlikeli bir gelişme olarak görüyor. Bu konuya daha aşağıda güncel dinamikleri yönlendirmesinin önemi bağlamında tarihsel derinliği içinden bakacağız. Şimdilik enerji “dalaşması” çerçevesinde asıl yönlendirici soru’nun, Sudan’la çekişmesinin dengeleyici girişimi olarak İsrail’e yakınlaşma politikasının Mısır’a başarılı bir kaldıraç sağlayıp sağlamayacağı ile ilgili olduğunu vurgulayalım (Amin Muhammed, 2018). Mısır kendisini Doğu Akdeniz’de, enerji kaynaklarına ulaşma, lojistik, işletme ve jeo-politik düzlemde Türkiye’ye rakip olarak lanse ediyor. Aslında, Türkiye’nin bu ve benzeri konularda rakibi olduğunu iddia eden pek çok ülke var. Yunanistan, İsrail, Suriye, Lübnan, Kıbrıs bunlardan bazıları. Bunların başarılı alternatifler yaratabilmek için yapacakları stratejik hamleler, Türkiye’nin de diplomatik manevra ilkelerini belirleyecek faktörler olarak dikkate alınmalı. Biz bu yazıda, önce bölge dinamiklerini ele alacağız, sonra da bu ülkelerin olası stratejik hamlelerini inceleyeceğiz. İlk olarak bölgedeki jeo-politik ittifak oluşumlarının belirleyicilerine bakalım.
DOĞU AKDENİZ İTTİFAK ARAYIŞLARINI ETKİLEYEN DİNAMİKLER

ABD, Doğu Akdeniz’de bulunan doğal gaz rezervlerinin çıkartılıp, işletilmesine ve pazarlara ulaştırılmasına talip bir ülke olarak bu bölgede kalıcı olmaya çalışıyor. ABD’nin, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasına ilaveten, kendisinin Doğu Akdeniz’deki ekonomik çıkarlarının gerektirdiği kalıcılık arayışı, bölge içi ve dışı aktörleri de pozisyon almaya itiyor. Bu da bölgedeki ittifak oluşumlarını kaygan bir zemine çekiyor. Örneğin, Barzani Referandumu fiyaskosu, terör unsurlarının Deaş’a karşı silahlandırma gibi girişimleri açısından bakıldığında, ABD’nin bölgede kurduğu ittifakların çok da başarılı olduğu söylenemez. İsrail bağlantısı da “görevin” gerektirdiği düzeyde güçlü bir katkı sağlayamıyor. Zeytin Dalı Harekatı’nda Afrin’i Türkiye’nin Vietnamı yapacağını iddia eden Amerikan silahlarıyla donanmış olan terör örgütünün hezimete uğraması, YPG/PKK eksenli bir Amerikan girişiminin de bölgede etkili olamayacağını ortaya çıkardı.  
Türkiye açısından, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları bir yanıyla bu yüzden de önemli. Bölge ülkeleri Mısır, Yunanistan, Suriye, İsrail, v.d. bir yandan kendi aralarında, bir yandan da ABD, Rusya, Çin gibi bölge dışı ülkelerle belli ittifak zincirleri oluşturup, karşı karşıya diziliyorlar. Bu anlamda Mısır - İsrail yakınlaşması da ibret verici. Buradaki ana konunun, Mısır - İsrail yakınlaşmasının, ABD’ye Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye alternatif bir oluşum, ABD - Suudi Arabistan ve İsrail ittifakı ekseninde bir kaldıraç oluşturup oluşturmayacağı ile ilgili olduğunu tekrar vurgulayalım.
Özellikle, Amerika’yla ilişkileri gerilmiş, Rusya ve İran ile Suriye konusunda yakınlaşma sağlamış, ordusu terör unsurlarına karşı hayati bir zafer kazanmışken, yani Doğu Akdeniz’deki dengeler Türkiye lehine biçimlenirken, Mısır - İsrail ittifakının bu durumu Türkiye aleyhine çevirebilme potansiyeline sahip olup olmadığı da tartışılmalı.
Bulgaristan’ın Varna kentinde 26 Mart 2018’de toplanan AB - Türkiye liderler zirvesinde “AB’ye tam üyelik sürecini devam ettirme iradesini” tekrarlayan, Avrupa Parlamentosu dahil pek çok Batı kurumunda temsil edilen, NATO içinde önemli bir müttefik olan Türkiye’yi, Suriye’de izlediği terör unsurlarını silahlandırma politikaları yüzünden kaybetmekle karşı karşıya kalan ABD’nin, Türkiye - Rusya - İran ortaklığını bozmaya çalışması kuvvetle muhtemel. İttifakların kaygan zeminde gerçekleşiyor, çabuk kurulup bozuluyor olmasının bu konjonktüre has dayanılamaz bir hafifliği, çekiciliği var. Ülkeler bundan sonuna kadar yararlanma çabasında. Burada belirleyici faktörün askeri güç üzerinden oluşturulan saha hakimiyeti olduğunu belirtip, devam edelim.
Bir başka açıdan, bölge ittifakları, bölge dışı bir takım gelişmelerden de etkilenmeye açık. Örneğin, emekli “çifte ajan” Skripal’in İngiltere’de kızıyla birlikte kimyasal maddeyle zehirlenmesine tepki olarak gelişen olaylar, Suriye, Gürcistan ve Ukrayna’daki çatışmaları etkileme potansiyeli bakımından önemli olabilir. ABD’nin altmış Rus diplomatı sınır dışı etme kararı, buna Batı Avrupa’da, Fransa, Almanya, Ukrayna, Litvanya, Estonya gibi on altı ülkenin destek vermesi, Rusya’nın da dişe diş tepki göstermesi, soğuk savaş dönemi casuslar çatışmalarını andırıyor. Bu Rusya’nın Suriye’de daha da sertleşmesini ve Türkiye dahil kurduğu ittifaklarının kırılganlaşmasını getirebilir. Ancak, burada iç içe geçmiş pek çok ince hassasiyet var. Bunlardan bir tanesi, YPG/PYD/PKK terörüne karşı Türkiye’nin sağladığı Rusya - İran yakınlaşmasından terör temizleninceye kadar kolay kolay vaz geçmeyecek olması. Bunun en yetkili ağızdan, en şiddetli şekilde vurgulanmış olması anlamlı. ABD’nin S-400 ve hava savunma sistemleri konusunda Türkiye’nin başlatmış olduğu girişimi bozma girişimi minimuma inmiş durumda ama bu ihtimal kaybolmuş değil. Rusya ile bu yakınlaşmanın, ABD ve Batı ittifakından kopmak anlamına gelmediğini ama karşılıklı ilişkileri gerdiğini ekleyelim. 
Türkiye, demek ki bir yandan eski dış işleri bakanı Rex Tillerson’ın Ankara ziyaretinde oluşturulan kurullar aracılığıyla ABD’yle birlikte çalışırken bir yandan Rusya - İran ortaklığına önem veriyor. Bu durum, ABD’yi de Doğu Akdeniz’de alternatif ittifaklar oluşturma arayışına itiyor. Yunanistan çok hevesli olmasına rağmen hem stratejik olarak hem de iktisadi/demografik kapasitesiyle ABD’ye bir açılım sağlayabilecek durumda değil. Bir yandan, Rusya’ya yanaşmaya çalışıyor ama Rusya, Yunanistan’ın üyesi olduğu AB ile başta ekonomik yaptırımlar olmak üzere ciddi sorunlarla boğuşuyor. En son casus krizi de mesafenin aralanmasına neden oldu. Ayrıca Deaş’a karşı, çok fazla umut bağlanan YPG/PKK’nın hiç de sanıldığı gibi etkin bir savaş makinesi olmadığının ortaya çıkması ABD’nin saha bağlantılarını zayıflattı. Saha hakimiyetinin önemli olduğu bir dönemde ABD’nin uzun süre katlanamayacağı bir durum bu. Rakka Harekatının yıkıcılığı, Barzani referandumu sonrası Kuzey Irak’taki hezimet, bu tür örgütsel yapıların bir çözüm üretemeyeceğini de kanıtladı. Önce İran, sonra da Rusya gerginliği, ABD için bölgede iş yapabileceği potansiyel müttefik sayısını da azalttı. Yeni ittifak kurguları devreye girdi.
Yakın coğrafyada, Süveyş Kanalı etrafında, bir başka yakınlaşma, Mısır - İsrail yakınlaşması gerçekleşiyor. Türkiye - Rusya - İran yakınlaşması, Mısır - İsrail yakınlaşması üzerinden bozulabilir mi? ABD’nin bu projesi Türkiye ile kurduğu ittifaktan daha çok işine yarayan bir oluşum başlatabilir mi? Bu ABD için sürdürülebilir, başarılı bir durum yaratabilir mi? Mısır’ın, bölgedeki kıt kaynak çekişmesinde, İsrail ve ABD’nin yanında durarak kendisine yer açmaya çalışması başarılı olabilir mi? Seçim atmosferi yaşayan Mısır’ın, bu tür sorulara vereceği yanıtlar seçimler sonrasında yapacağı hamlelerin yönünü de belirleyecek.     
Bu sorulara ne tür cevaplar verilebiliceği aşağıda, yani okumaya devam edelim…
ABD - MISIR - İSRAİL YAKINLAŞMASI  
       
Open Democracy yazarlarından Maged Mandour’un, Amerika’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından Carnegie Endowment for International Peace için kaleme aldığı “Mısır’ın, İsrail ile Gelişen İttifakı” başlıklı 20 Mart 2018 tarihli makale ilginç detaylar veriyor (Mandour, 2018). Yazının vurguladığı gibi şayet Mısır, İsrail ile iktisadi ve siyasi alanlarda bahsedilen bir takım iş birliklerini gerçekleştiriyorsa, Filistin Barış Sürecinde bağımsız bir ara bulucu olması da artık söz konusu olamaz. Bu durum Mısır’ın uzun vadede bu bölgede ABD için de güvenilir bir müttefik olma potansiyelini de eritiyor.   
Bakalım Mısır, İsrail ile ne tür iş birlikleri gerçekleştiriyor.

Mısır, Sisi darbesinden sonra, özellikle Suudilerin de girişimiyle İsrail ile yakınlaşma çabası içinde. Bu anlamda, Mısır’ın Dophinus Holding isimli özel şirketinin 19 Şubat 2017’de imzaladığı ve önümüzdeki on sene için İsrail’den on beş milyar dolarlık doğal gaz ithal etmesini garantileyen anlaşma önemli. Böylece Dolphinus, 2017 Ağustosunda Mısır’da kabul edilen ve doğal gazın depolanması ve ticaretine ilişkin kısıtlamaları kaldıran yasadan yararlanan ilk şirket oluyor. Bu reformların, sadece Mısır’ın enerji sıkıntısını gidermek için değil ama “ithal edilen doğal gazın Avrupa’ya ihraç edilerek döviz sıkıntısını aşmak” için de kullanılacağı söylentisi yaygın diyor, Mandour. Her şeyin ötesinde bu anlaşmanın imzalanması Mısır’ın, İsrail’le iktisadi ilişkilerini geliştirmek istediğini gösteriyor. Bu durumu dikkatimize getiren Maged Mandour’un makalesi de o yüzden uyarıcı nitelikte.
Aslında Mısır, İsrail ile daha önce de doğal gaz anlaşması imzalamıştı. Kendi iç piyasasında talep düşükken Mısır, 2005 senesinde, kendi ürettiği doğal gazın fazlasını ihraç etmek için İsrail’le bir anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşmanın gereğini yerine getirmek için Mısır istihbarat birimi (GİZ) bir şirket kurmuş ve bu şirket aracılığıyla doğal gaz ihracatını gerçekleştirmişti. Ancak, doğal gaz ihracatı, 2012’de Mısır’ın karşılaştığı enerji krizi ve enerji boru hatlarına yönelik terör saldırıları sonucu akamete uğramıştı. Mayıs 2017’de ise, İsrail’e doğal gaz ihracını durdurması karşısında, İsviçre’deki Uzlaşma Mahkemesi, Mısır’ı, İsrail’e 3 milyar dolar ceza ödemeye mahkum etmişti. Mandour’a göre, şimdi de Dolphinus Holdings’in Mısır istihbarat birimi tarafından kurulduğu söylentisi yaygın. Mısır ordusunun darbe sonrası gördüğü destek sayesinde etkisini son dönemde genişletmesi de bu söylentileri destekliyor.
Mısır’ın, İsrail ile olan yakınlaşma arayışını irdelemeye devam edelim. 

Bu bağlamda, son on yılda ilk kez, Nisan 2016’da İsrail’den ekonomist ağırlıklı bir heyetin Kahire ziyaretine dikkatleri çeken Maged Mandour, yapılan görüşmelerde, Aralık 2004’de imzalanan “Uyumlaştırıcı Sanayi Bölgesi’nin (Qualifying Industrial Zone - QIZ)” daha da geliştirilmesinin konuşulduğunu aktarıyor. Bu bölgelerin, ABD tarafından Orta-Doğu Barış sürecine katkı yapmak amacıyla 1996 yılında Kongre’de kabul edilen bir kanunla Mısır ve Ürdün’de kurulduğunu biliyoruz. Bu kanuna göre Mısır ve Ürdün, ABD’ye bu bölgelerden gümrüksüz mal ihracatı hakkı elde ettiler. Bu ayrıcalıktan yararlanmanın bir şartı, ihraç edilen malların üretiminde kullanılan girdinin İsrail menşei’li ürünler olmasıydı. Gazze Şeridi ve Batı Şeria’dan, ABD’ye yapılan ihracat Amerikan Başkanı’nın talimatı çerçevesinde, bu bölgeleri kullanarak İsrail’e girmeden gerçekleşebiliyordu. Bu bölgelerden ABD’ye yapılan ihracata uygun olması için ihraç edilen malın, yeni ve yurt içinde üretilenlerden farklı olması gerekiyordu. Malın ABD’ye giriş yaparken üretim maliyetine konu olan girdilerin %35’inin QIZ’de üretilmiş olması ve bu girdilerin bir kısmının orada yetiştirilmiş/imal edilmiş, bir kısmının ise İsrail menşei’li olması şartı bulunuyordu. Özellikle kumaş ve tekstil gibi Amerika’da yüksek ticaret kısıtlarına tabi olan malların QIZ içinde üretilmesi bu bölgeleri çekici kılıyordu. (ITA, 2018)
Henüz bir sonuca ulaşılmamış olmasına rağmen, İsrail’in, Mısır’la birlikte bu bölgeleri tekrar canlandırarak, genişletmeye çalışması, iki ülkenin ekonomik işbirliğinin arttırılması peşinde olduklarının bir başka göstergesi oluyor. Bu girişimlerden, Mısır ve İsrail’in, ABD bağlantılı Doğu Akdeniz ittifaklarının daha sağlam temellerde oluşturulmasının ekonomik alandaki iş birlikleri etrafında oluşturulma çabasını izliyoruz.
Bu bağlamda, Mısır ile İsrail arasında güvenlik alanındaki iş birliklerinin de son yıllarda artış gösterdiğini vurgulamamız gerek. Bazı raporlara göre Temmuz 2015’den itibaren, İsrail Mısır’ın teröre karşı savaşını desteklemek için, Sinai’de yüzden fazla hava saldırısı düzenledi. Mandour, Mısır silahlı kuvvetlerinin bu saldırılara yeşil ışık yakıldığını reddetmesine rağmen Ocak 2017’de İsrail Savunma Gücü’nden üst düzey bir yetkilinin “Mısır’la birlikte Sinai’de yakın askeri iş birliği içinde olduklarını açıkladığını” söylüyor. İsrail ayrıca, Camp David’de yapılan anlaşma gereği, geçmişte çekinerek yaklaştıkları Sinai’de Mısır’ın askeri gücünü arttırmasını da zorluk çıkarmadan onayladıklarını açıkladı. Ek olarak, Nisan 2014’de, hem 2013 askeri darbesi hem de İsrail baskısı yüzünden ABD’nin teslim etmediği on adet Apaçi helikopteri, İsrail ve Mısır’ın güvenliğinin sağlanması gerekçesiyle Mısır’a verildi. ABD’nin, sadece ekonomik alanda değil ama Başkan Trump’ın son Ulusal Güvenlik Stratejisiyle uyumlu olarak Mısır – İsrail güvenlik ekseninde de aktif rol aldığının göstergesi oluyor bu girişimler.  
Devam Edelim…

Amerikan elçiliğinin Tel Aviv’den, Kudüse taşınması konusunda Donald Trump yönetiminin aldığı karar karşısında Mısır’ın tutumu da İsrail ile geliştirdiği siyasi bağları yansıtıyor. Mısır’ın, ABD’in veto ettiği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bu kararı eleştiren metnini kaleme almış olmasına rağmen, kapalı kapılar ardında başka bir siyasi duruşu olduğu ortalığa saçıldı. Mandour, bir üst düzey istihbarat yöneticisinin, birçok televizyon yayıncısını, izleyicilerini Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması ve bunun karşılığında da Filistinlilerin gelecekteki başkentleri olarak Ramallah’ı kabul etmelerini iknaya çağırdığı gizli talimatların medyaya sızmasıyla, “Mısır’ın İsrail ile kapalı kapılar ardında siyasi bir yakınlaşma iradesi bulunduğunun açığa çıktığını” söylüyor.
Başka bir deyişle Mısır, bir yandan gizli gizli İsrail’le anlaşırken, bir yandan da Filistinli’leri İsrail ile anlaşmaları için ikna etmeğe çalışıyor. Eylül 2017’de BM’de yaptığı bir konuşmada Cumhurbaşkanı Abdel Fattah el-Sisi, İsrailliler ve Filistinlilere bu “tarihi” anı barış yapmak için kaçırmamaları çağrısı yapmıştı. Tarihi an dediği de, Fransa’nın inisiyatifinde Mayıs 2016’da başlatılmış olan ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nın da beğendiği girişimdi. Bu açıklama Sisi’nin, “şayet Filistin meselesi çözülürse İsrail ile anlaşmaya daha sıcak yaklaşacağı” yolunda daha önce yaptıklarını çağrıştırıyordu.
Yukarıda vurguladığımız konuya geri dönersek, Mısır ve İsrail’in güvenlik dayanışmasını ve doğal gaz uzlaşmalarını, daha geniş iş birlikleri ve gelişen ittifaklar çerçevesinde okumak bölgedeki dinamikleri anlamak için gereklidir. Bu bağlamda özellikle Suudi Arabistan’ın, İran’a kaşı İsraili potansiyel dost olarak görüyor olması önemli. Suudi Arabistan ve İsrail, Aralık 2017’de CIA başkanlığından ayrılan Mike Pompeo’nun da belirttiği gibi terörizme karşı askeri iş birliklerini arttırdılar. Mandour’a göre, Suudiler de, başta füze savunma sistemleri olmak üzere İsrail silahlarına talipler. Bu gelişme Suudi - Mısır - İsrail ilişkilerini Filistin ekseninden kopartarak, diğer Arap devletlerinin de İsrail ile daha yakın ilişkiler geliştirmesine neden oldu. Buna rağmen, Filistin topraklarının işgal altında olması, müslüman halklardan gelecek tepkiden korku, Suudi Arabistan - İsrail arasında herhangi bir anlaşma hamlesini ve yakınlaşmasını da yavaşlatıyor.
Bahsedilen ekonomik ve güvenlik iş birlikleri çerçevesinde yakınlaşmanın gerçekleşebilir olma ihtimali bir yandan da Filistin sorununun Filistinlilerin minimum taleplerinin karşılanması çerçevesinde çözümünün mümkün olabileceği aldatmacasını destekliyor. Bunun etrafında açık veya gizli bir takım algı operasyonları düzenleniyor. Kasım 2017’de Riyad’daki buluşmalarında, Prens Muhammed bin Salman’ın, Mahmud Abbas’a sunduğu iki devletli çözüm öneren bir Suudi planına göre Filistinliler Doğu Kudüsü gelecekte kurulacak devletlerinin başkenti olarak görme fikrinden vaz geçip, Filistinli mülteciler ile çocuklarının geri dönmelerine izin vermeyip, İsrail’in Batı Şeria’da kurmuş olduğu yerleşim bölgelerine göz yumup, sınırlı egemenlik haklarına sahip bir Filistin devletini, toprak bütünlüğü olmayan bir devlet olarak kabul etmelerine iknaya çalışmasının, neye hizmet ettiğini anlamak mümkün değil. Öte yandan bunun beyhude bir çaba olacağının da altını çizmemiz gerekiyor. Çünkü savunulan bu şartlar aslında hiç bir Filistin önderinin kabul edebileceği şartlar değil. Bu yüzden, Filistin sorunu bölge ittifaklarını ve bölgenin geleceğini de belirlemeye devam edecekmiş gibi duruyor.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder