30 Ağustos 2018 Perşembe

Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası (1953-1955) BÖLÜM 1


Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası (1953-1955) BÖLÜM 1 


Yrd. Doç. Dr. Yasin COŞKUN 
November 2017 
Siirt Üniversitesi -Siirt 

Özet: II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından oluşan yeni düzende Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye karşı takınmış olduğu saldırgan tutum, Ankara’yı Moskova’ya karşı denge unsuru olabilecek bir güç aramaya itmiştir. İngiltere’nin savaş sonrası eski gücünü yitirmesi, ABD’nin devreye girmesine neden olmuş ve Türkiye de bu yeni durumda Sovyet tehdidine karşı Washington yönetiminden destek arama yoluna girmiştir. ABD ve Türkiye’nin izlediği dış politikanın uyuşması onları birbirlerine yakınlaştırmış, önce Truman Doktrini daha sonra da Türkiye’nin NATO’nun üyesi hâline gelmesi, bu durumu daha da güçlendirmiştir. Fakat ikili ilişkilerin genel manada iyi gitmesine rağmen, 1953 yılı itibariyle aralarındaki konulara göstermiş oldukları bazı farklı yaklaşımlar, iki ülke ilişkileri arasında bir soğukluk oluşmasına neden olmuştur. ABD’nin Türkiye’den talep ettiği askeri üslere ve tesislere Ankara olumlu cevap vermesine rağmen, Türk hükümeti özellikle ekonomik yardım noktasında ABD’den istediği desteği tam olarak görememiştir. Bazı durumlarda, Washington yönetiminin Türk yöneticilerin isteklerine yaklaşımı, sıkı ilişki içinde olan iki müttefikten çok herhangi bir devlete karşı aldığı tavır gibi olmuştur. ABD’nin bu tutumu, Türkiye’de bulunan ABD Büyük Elçilerinin de gözünden kaçmamış, zaman zaman Washington’u Türkiye’ye karşı olan yaklaşımları nedeniyle uyarma ihtiyacı hissetmişlerdir. 

Bu çalışma Eisenhower iktidarının ilk yılları olan 1953-1955 tarihleri arasındaki Türk-Amerikan ilişkilerinin genel bir tahlilini yapmaktadır. 
Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası (1953-1955) 

Giriş 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu bir ortama doğru giden yeni Dünya düzeninde, ABD geleneksel dış politikasını bir yana bırakarak daha aktif bir şekilde dünya siyasetinde yer almaya başlamıştır. Truman Doktrini ve Marshall Planı bu politikaların bir neticesi olarak gün yüzüne çıkmıştır. İngiltere’nin Mart 1947 tarihi itibariyle komünist güçlere karşı iç savaş hâlinde bulunan Yunan hükümetine askeri ve ekonomik yardım sağlayamayacağını açıklamasından sonra, Sovyetler Birliği’nin Yunanistan’daki bu iç savaşta komünistleri desteklediğini düşünen ABD hükümeti, Türkiye’yi de içine alan bir yardım planını devreye sokmak için çalışmalara başlamıştır. Böylece tarihsel kökenleri 18. yy. 
sonlarına kadar giden Türk-Amerikan ilişkilerinde1 yeni bir döneme girilmiştir. Bölgenin önemli ülkelerinden olan Yunanistan ve Türkiye’nin istikrarlı bir yönetime sahip olmasının önemine inanan ABD Başkanı Truman, Kongre’den 400 milyon dolarlık bir yardım talep etmiştir.2 Belirlenen bu yardım miktarından Türkiye’ye 100 milyon dolar ayrılmıştır. Daha sonraki süreçte ABD yönetimi Türkiye’yi desteklemeye devam etmiştir. Nitekim kısa bir süre sonra gündeme gelen ve Marshall Planı olarak bilinen yardımlardan Türkiye de istifade 
etmiştir. 

Görüldüğü üzere Başkan Truman döneminde ABD, Türkiye’ye yönelik askeri ve ekonomik yardım politikası başlatmıştır. 1953 yılında ABD’de yönetim el değiştirmiş ve Dwight D. Eisenhower ABD’nin yeni Başkanı olarak seçilmiştir. Bu yıllarda merak edilen konu, ABD’nin uyguladığı bu yardım politikasını sürdürüp sürdürmeyeceği olmuştur. 5 Ocak 1955 yılındaki Ulusal Güvenlik Konseyi (the National Security Council) toplantısında Hazine Bakanı George Humphrey’in dünya çapındaki Amerikan ekonomik yardımlarının kademeli olarak kısılması yönündeki talebine, Eisenhower’ın Türkiye üzerinden açıklama yaparak karşı çıkması, ABD yönetiminin hem yardımlarına devam edeceğini hem de Türkiye’yi bölgede önemli bir müttefik olarak gördüğünü bir kez daha göstermiştir. Buna göre Eisenhower, ABD’nin ekonomik yardım yapmasındaki temel amacın güvenlik konusunda kazanımlar elde etmek olduğunu söylemiş ve Türkiye’ye yardım etmenin ABD’nin bölge güvenliğini sağlaması açısından önemli rol oynadığına değinmiştir. Ayrıca Eisenhower’ın, ABD’nin Türkiye’ye yardım ederek Türklerin kendi ordusunu güçlendirmesini sağlamasının, ABD’nin ayrı bir kuvvet oluşturmasından daha iyi ve ucuz olacağını belirtmesi,3 Eisenhower döneminde 
de Türkiye ve ABD’nin sıkı bir ilişki içinde olacağının bir göstergesi olmuştur. Fakat Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli bir yer tutan ve iki devlet arasında tam bir iş birliği olduğu kabul edilen 1950’lilerin ilk yarısında4, Eisenhower’ın iktidara geldiği yıl olan 1953 yılı başlangıcından itibaren, Türk-Amerikan ilişkilerinde bazı pürüzler ortaya çıkmaya başlamıştır. 

Bu durum ABD Büyükelçiliği’nin Washington’a gönderdiği bilgi notlarında ve de Türk yetkililerle yapılan görüşmelerin değerlendirmelerini içeren Amerikan belgelerinde gün yüzüne çıkmaktadır. Genel olarak 1960’lı yılların başında meydana gelen U-2 Olayı, sonrasındaki Küba Füze Krizi5 ve en sonunda ünlü Johnson Mektubu’nun Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kırılmaya yol açtığı aşikârdır. Bununla birlikte, Türk-Amerikan ilişkilerinde meydana gelen güven bunalımının izlerine çok yoğun bir seviyede olmasa da, 1950’lilerin ilk 
yarısında rastlamak mümkündür. 

Türk-Amerikan ilişkilerini içeren çalışmalara bakıldığında genel olarak Eisenhower dönemini, 1956 yılında meydana gelen Süveyş Krizi sonrası 1957 yılında uygulanmaya konan Eisenhower Doktrini 6 ve yine bu dönemde Türkiye’nin oluşumunda önemli rol oynadığı Balkan ve Bağdat Paktları çerçevesinde ele aldıkları ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Hüseyin Bağcı Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar7 adlı eserinde bahsi geçen konular üzerinde detaylı bilgiler vermektedir. Yine aynı şekilde Olaylarla Türk Dış Politikası8 adlı eser de bu konu da geniş bir malumat ihtiva etmektedir. Bu yıllardaki önemli meselelerden olan ABD’nin Türk topraklarında üs elde etme girişimleri hakkında da önemli bilgiler veren eserler bulunmaktadır. 
Oral Sander Türk-Amerikan İlişkileri 1947-19649 adlı eserinde bu konu hakkında tafsilatlı bilgiler sunmaktadır. Çağrı Erhan da çalışmalarında bu hususta önemli bilgiler vermektedir.10 

Yapılan bu çalışma ise Eisenhower döneminin ilk yılları olan 1953-55 yıllarındaki Türk-Amerikan ilişkilerini ABD belgeleri ekseninde incelemiş ve genel çerçevesi araştırmacılar tarafından çizilen bu dönemdeki olaylar hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmayı amaçlamıştır. 

Bu açıdan da çalışmanın alana katkı sağlayacağı düşünülmüştür. ABD dışişlerinin resmi yayını olan The Foreign Relations of the United States (FRUS) serisinden bu dönemi kapsayan arşiv belgeleri taranmış ve analizi yapılmıştır. Yapılan bu inceleme göstermiştir ki, iki taraf da Türkiye’de kurulacak olan üsler gibi konularda sıkı ilişkileri yürütme gayretinde olmasına rağmen, bazen ekonomik yardımlar gibi diğer hususlarda izlenecek metotlar üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Hatta bazı zamanlar Türk hükümeti, kendisinin Amerikan 
hükümetine karşı müttefiklik çerçevesinde göstermiş olduğu ilgi ve alakayı, aynı şekilde Amerikan hükümetinden bulamadığı konusunda yakınmalarda bulunmuştur. Bu durum, Türk yetkililere ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda politikalarını gözden geçirip değişiklik yapabileceği konusunda yavaş yavaş bir fikir edinme imkânı vermiştir. 

Bu çalışma dört ana bölümden oluşmuştur. İlk olarak ABD’nin Türkiye’de üs edinme konusundaki faaliyetlerine değinilmiştir. İkinci bölümde, ABD Büyükelçisinin gündeme getirdiği Türk-Amerikan ilişkilerindeki pürüzler konu edinilmiştir. Üçüncü bölümde, Türkiye’nin dahil olduğu paktlar çerçevesinde Türk-Amerikan ilişkileri ele alınmıştır. Son bölümde ise ABD’nin Türkiye’ye yönelik ekonomik yardım politikası üzerinde durulmuş ve bu politikanın Türk-Amerikan ilişkilerine etkisi incelenmiştir. 

1. NATO Şemsiyesi Altında Gelişen İkili İlişkiler: 

ABD’nin Türk Topraklarında Etkinliğini Arttırma Çabaları 1953 yılı itibariyle Eisenhower’ın göreve başlamasından sonra, Washington’un Ankara ile ilişkilerinde Türkiye’de kurulması planlanan Amerikan askeri üsleri önemli rol oynamıştır. Özellikle Türkiye’nin 1952 yılında NATO’nun bir üyesi hâline gelmesi,11 ABD’nin bu yönde olan taleplerini daha da arttırmıştır. ABD Büyükelçileri Türkiye ile ABD arasında üsler konusunda yapılan görüşmelerde önemli rol oynamışlardır. Washington yönetimi, gönderdiği telgraflarla Büyükelçilerini yönlendirmiş ve Türk yetkililerle yakın temas kurmaları konusunda direktifler vermiştir. Bu manada, ABD Büyükelçisi George McGhee 7 Şubat 1953 tarihinde ABD Dışişlerine gönderdiği telgrafta Türkiye’de kurulması planlanan askeri üsler için yapmış olduğu faaliyetleri dile getirmiştir.12 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile görüşen Büyükelçi, eskiden beri süre gelen ve iki devletin ilişkilerinde önemli yer tutan, ABD’nin askeri yardım çabalarının, Türkiye’nin NATO üyesi olması hasebiyle karşılıklı sorumluluk çerçevesinde bir değişim geçirmesi gerekliliğinden bahsetmiştir. NATO anlaşmasının üçüncü maddesine değinen Büyükelçi, bu madde çerçevesinde ABD’nin Türkiye ile gizli anlaşma yapmaya istekli olduğunu söylemiştir.13 NATO anlaşmasının 3. maddesinin, ittifak üyesi ülkelerin ortak savunmanın daha etkili bir biçimde yapılabilmesi için birbirleriyle karşılıklı anlaşmalar yapmasına olanak sağlaması14 nedeniyle ABD, Türkiye gibi stratejik yönden önemli bir noktada bulunan bir ülkede askeri üsler elde etmeyi amaçlamıştır. 

Büyükelçi, Dışişleri Bakanı Köprülü’nün gizli anlaşma yapma önerisine gayet sıcak yaklaştığını Washington’a iletmiştir. Buna göre Köprülü, iki devlet arasında böyle bir anlaşma yapılmasını Türkiye’nin NATO üyesi olmasının doğal bir sonucu olarak görmüştür. Ayrıca Köprülü, ABD tarafından kurulacak askeri üslerin, Türkiye’nin Rusya’ya karşı savunmasında avantaj sağlayacağını da düşünmüştür. Bu nedenle Köprülü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayını almadan hükümetin çok büyük bir ihtimalle böyle bir anlaşmaya gizli bir şekilde onay verebileceğini McGhee’ye bildirmiştir. Fakat kesin bir cevap için, Başbakan ve diğer çalışma arkadaşlarıyla görüşmesi gerektiğini söyleyen Köprülü, yakın bir zamanda ABD Büyükelçisini bu konu hakkında bilgilendireceğini belirtmiştir.15 

Bir süre Türk hükümetinden cevap bekleyen Büyükelçi McGhee, 4 Mart 1953 tarihinde Köprülü’yü arayarak görüşme isteğinde bulunmuştur. Bu görüşmede, daha önceden askeri üsler konusunda dile getirmiş olduğu talepler hakkında Başbakan Menderes’le Paris’e yapacağı yolculuğu öncesi görüşmek isteğini bildirmiştir. Köprülü cevaben, Başbakanın yoğunluğu nedeniyle çok istemesine rağmen ABD’nin üs talebiyle yeteri kadar ilgilenemediğini dile getirmiştir. Görüşme esnasında Menderes’i arayan Köprülü; Başbakanın üs konusunu hemen Büyükelçiyle görüşüp görüşemeyeceğini sormuş, Başbakan Menderes cevap olarak, Paris seyahatinden döndükten sonra bu konuyu ayrıntılı bir şekilde masaya yatıracağını söylemiştir. Bu görüşme sonrası Büyükelçi, ABD makamlarına ilettiği bilgilendirmede, konunun önemine binaen Türk hükümeti üzerinde fazla baskı kurmadığını ve hükümetin askeri üs anlaşmasını dikkatli şekilde incelemesinin normal olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur.16 

Büyükelçiyle görüşmesi esnasında Köprülü’nün değinmiş olduğu bir başka husus ise, Türkiye’nin ordusundaki subay sayısında artışa gitme kararı olmuştur. Büyükelçi bu durumdan duymuş olduğu memnuniyeti ifade etmiştir. Bu manada Türkiye'ye yardım için oluşturulan Ortak Amerikan Askeri Misyon’un Şefi General William Arnold’un, Türk ordusunda subay sayısının artışına ihtiyaç olduğu yönünde fikre sahip olduğu da Büyükelçi tarafından Köprülü’ye iletilmiştir.17 Bu durumun ABD’nin o sıralarda Sovyet tehdidine karşı takip ettiği “sınırlı savaş” stratejisinin bir parçası olduğu söylenebilir. Buna göre Sovyet tehdidini “nötralize” etmek için ittifak üyelerinin geniş ordulara sahip olmaları gerekli görülmüştür.18 

ABD açısından Türk ordusundaki subay sayısının artışı önemli bir gelişme olmuştur. Fakat Türk topraklarında üs kurma konusunda hâlâ kesin bir cevap alınamamıştı. Bu nedenle, 2 Mayıs tarihinde kendi talebi üzerine Başbakan Menderes’le yarım saatlik bir görüşme gerçekleştiren Büyükelçi, ABD’nin askeri üs talepleri konusundaki gelişmeleri sormuştur. Büyükelçi, iki ülke hükümetleri arasında yapılacak böyle bir anlaşmanın büyük bir gizlilik içinde yapılmasını, anlaşma ile ilgili kamuoyunun genel manada bilgi sahibi olabileceğini ama 
anlaşmanın içeriğinin meydana gelebilecek herhangi bir Rus tepkisine karşı gizli olması gerektiğini vurgulamıştır. Menderes cevaben, anlaşma konusunu incelediklerini ve bir sonuca ulaşmak için gereğinin yapılacağını dile getirmiştir. Menderes, yapılacak askeri bir işbirliğinin iki ülke için de yarar sağlayacağının farkında olduklarını belirtmiş, eğer ABD böyle bir talepte bulunmasaydı kendileri bu şekilde bir anlaşma teklif edeceklerini dile getirmiştir. Menderes sadece anlaşmanın imzalanması için bazı detaylar üzerinde çalışılması gerektiğine değinmiştir. Anlaşma üzerindeki son detayları görüşmek üzere de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nuri Birgi’yi görevlendirmeyi düşündüğünü söylemiştir.19 

Amerikan üsleri meselesi 1953 yılı Ekim ayından sonra daha önemli bir hâl almıştır. Başkan Eisenhower tarafından kabul edilen ve daha sonra genel NATO stratejisi hâline gelen “kütlevi karşılık”, çerçevesinde ABD, Sovyet stratejik bölgelerine yakın yerlerde hava üsleri elde etmeyi önemli bir hedef olarak görmüştür.20 Buna göre, nükleer başlıklı mühimmat taşıyan uçakların, herhangi bir Sovyet saldırısında harekete geçmesi tasarlanmıştı. Bu durum düşmanı saldırgan tutum almaktan caydırabilecek bir hamle olarak düşünülmüştür. ABD, 
Türkiye’de kuracağı hava üsleriyle bu planı hızlı bir şekilde gerçekleştirebileceğini hesaplamıştır. Sonuçta, ABD ile varılan anlaşma sonrası, 14 Ekim 1953 tarihinde İzmir Çiğli’de bir askeri üs tesis edilmiştir.21 ABD ile yapılan ikili anlaşmalar sonraki yıllarda devam etmiş ve TBMM’nin onayından geçmeden yürürlüğe giren onlarca anlaşma yapılmıştır. Yalnızca 1950-60 yılları arasında yapılan anlaşmaların sayısı 31’i bulmuştur.22 

2. ABD Büyükelçisi McGhee’nin Gözünden Türk-Amerikan İlişiklerindeki Pürüzüler 

Türkiye’nin NATO’nun bir parçası hâline gelmesi, ardından ABD’nin Türk topraklarında askeri üs tesis etme talebine olumlu yaklaşması, Türk-Amerikan ilişkilerindeki iş birliğinin birer göstergesi olmuştur. Bununla beraber 60’lı yıllarda hissedilmeye başlanacak olan Türk-Amerikan ilişkilerindeki soğukluk, daha 50’li yılların başından itibaren bazı emareler göstermeye başlamıştır. Dıştan bakıldığında son derece pürüzsüz olarak görünen ilişkiler, aslında ABD’nin Türkiye’ye karşı takınmaya başladığı tavır nedeniyle Türk cephesinde bazı 
hayal kırıklıkları oluşturmaya başlamıştı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetlere karşı tamamen ABD’ye dayanan ve Washington’un tüm isteklerine olumlu yanıt veren Türkiye, belki de ABD gözünde artık özel bir politika uygulamadan da kendi yanında olmaya mecbur olacak bir imaj oluşturmuştu. Çünkü iktidarıyla muhalefetiyle 1950’lilerin başında Türkiye, dış politikasını tamamen ABD’ye göre şekillendirmişti. Bu durum tabi ki ABD’nin Türkiye’ye yardım etmemesi veya onu stratejik olarak önemsiz gördüğü anlamını taşımamıştır. Fakat ABD yönetiminin dış politikadaki bazı uygulamaları, Türk yöneticilerin beklentilerini yeterince karşılamaktan uzak kalmıştır. 

ABD’nin Türkiye Büyükelçisi McGhee de görev süresi tamamlandıktan sonra Türkiye’den ayrılmasına kısa bir süre kala, ABD Dışişlerine göndermiş olduğu telgrafta bu hususa dikkat çekmiş ve Türk-Amerikan ilişkilerini etkileyebilecek bazı çekincelerinin olduğunu dile getirmiştir. İlk olarak Büyükelçinin değindiği husus, Amerikan askeri ve sivil idarecilerin komünizmle mücadele kapsamında çelişkili açıklamalar yapmamaya özen göstermeleri gerekliliği olmuştur. Aksi hâlde Türkler tarafından anti-komünist bloğun lideri olarak görülen ABD’nin, bu mücadeleyi gevşettiğine dair şüpheler meydana gelebileceği ve bu durumun da Türk kamuoyu nezdinden ABD’nin güvenilirliğini zedeleyebileceğine dikkat 
çekilmiştir.23 Büyükelçinin böyle bir konuyu gündeme getirmesinin arkasındaki neden olarak, bütün hızıyla devam eden Soğuk Savaş ortamında Mart 1953'te Stalin'in ölmesinin ardından bir yumuşamanın meydana gelmesi24 gösterilebilir. Türkiye’nin, Kore’ye asker göndermesi25 ve ardından NATO’ya girmesiyle Batı yönünde açıkça safını belli etmesinden sonra, ABD’nin Sovyetlere karşı göstereceği zaaf, Türkiye’yi Sovyet Rusya ile baş başa bırakabilirdi ki böyle bir durum Ankara tarafından hiç arzu edilmemiştir. 

Büyükelçi tarafından değinilen ve Türk-Amerikan ilişkilerinde olumsuzluğa neden olan diğer bir husus ise ABD’nin, Türkiye açısından önemli olan konulara gerekli ilgiyi göstermemesi olmuştur. Büyükelçi yaptığı açıklamada, Türkiye’nin her zaman iki devleti ilgilendiren konularda ABD ile ortak hareket etmeye özen gösterdiğine, önemli hususlarda ABD’nin görüşünü almaya dikkat ettiğine değinmiş, fakat ABD’nin Türkiye’ye gerekli ilgiyi göstermediğini belirtmiştir. Bu manada Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın ABD’ye ziyaret gerçekleştirme isteklerini açıkça belirtmelerine rağmen davet edilmediklerini, bunun yanı sıra ileride davet edileceklerine dair herhangi bir işaret de verilmediğine değinilmiştir. 

Büyükelçi, Yunanistan Kralı ve Kraliçesinin, ABD’ye ziyaret için davet almasının bu durumu daha da kötü hâle getirdiğinin de altını çizmiştir. Bunların yanı sıra, ABD Dışişleri Bakanı Dulles’in 1 Haziran 1953 tarihinde radyo ve televizyonlarda verilen Yakındoğu üzerine konuşmasında, bölgedeki birçok ülkeye değinirken Türk liderlerin ismini bile zikretmemesinin, Türk-Amerikan münasebetlerinde olumsuz etki bıraktığı Büyükelçi tarafından ifade edilmiştir.26 

Büyükelçi, Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu pürüzleri belirttikten sonra yapılması gerekenlere de değinmiştir. Buna göre, ilk olarak karşılıklı çıkarların bulunduğu konularda mutlaka Türkiye’nin görüşünün alınması tavsiye edilmiştir. İkinci olarak, en kısa sürede Türkiye Cumhurbaşkanı’nın veya Başbakanı’nın ABD’ye davet edilmesi önerilmiştir. Son olarak da, kendisinin Ankara’dan ayrılmasından sonra yerini alacak olan yeni Büyükelçinin atanması noktasında acele edilmesini, çünkü uzun süre Büyükelçinin atanmamasının Türklerde ABD’nin kendilerine yeterince önem vermediği şeklinde yorumlanacağını söylemiştir.27 

Aslında, Türk devlet adamlarının ABD’yi ziyareti meselesi, ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçiliği tarafından diğer zamanlarda da ABD Dışişleri nezdinden gündeme getirilmiştir. 

ABD Dışişleri Bakanının, NATO ülkelerinde bulunan ABD Büyükelçiliklerine gönderdiği yazıda, bulundukları ülkelerde ABD’nin nasıl bir imaja sahip olduğunu sorduğunda, ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçiliği yine bu ziyaret meselesine değinmiş ve bu durumun iki ülke ilişkilerinde olumsuz bir husus olarak yer aldığını söylemiştir.28 

Sonuçta, ABD yönetimi Türkiye’nin isteğine daha fazla kayıtsız kalamamıştır. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, 13 Ağustos 1953 yılında ABD Başkanı’na gönderdiği notta sadece bu hususa değinmiştir. Türk yetkililerin çeşitli zamanlarda, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ABD’ye ziyaret gerçekleştirmek istediğini resmi bir şekilde olmasa da dillendirdiklerine değinmiştir. 1947 yılındaki Amerikan yardımlarında, Yunanistan ve Türkiye’yi aynı kategoride değerlendirip yardımda bulunduklarını, fakat Yunan Kral ve Kraliçesinin ABD’ye davet edilip Türklerin böyle bir davet almamasının, ABD’nin Türkiye’ye yeteri kadar önem vermediği gibi bir sonuç ortaya çıkardığı Dulles tarafından ifade edilmiştir. Bulunduğu konum itibariyle Sovyet baskısına direnmek gibi önemli bir göreve sahip olan Türkiye’nin, liderlerinin dostça bir jestle ABD’ye davet edilmesini Dulles, ABD Başkanı’na önermiştir.29 Daha sonra, yeni görevlendirilen ABD’nin Ankara Büyükelçisi Avra Warren, Cumhurbaşkanı Bayar’a sunduğu güven mektubu sırasında ABD Başkanı Eisenhower’ın 
davetini iletmiş ve Celal Bayar 1954 yılının başında ABD ziyaretini gerçekleştirmiştir. Bu sayede iki ülke arasındaki “davet meselesi” son bulmuştur. 

1954 yılında Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz etki eden diğer bir faktör de ABD’nin üs talepleri ile alakalı olmuştur. 21 Ocak 1954 tarihinde ABD Büyükelçisi Warren, Washington’a gönderdiği telgrafta, ABD olarak Türkiye’den bazı yükümlülükler altına girmesini isterken, Türklere bunun karşılığında bir güvence sunmamalarının Ankara’yı endişeye sevk ettiğine değinmiştir.30 Bu anlamda Büyükelçi, Türklerden kendi topraklarında 3000’in üzerinde Amerikan personeline sahip olacak yeni askeri üsler, hava üsleri kurmak için 
izin istenirken, ABD’nin kurulacak bu üsleri korumak için bir taahhüde girmeyi reddetmesinin, Türkler üzerinde olumsuz etkisi olduğuna değinmiştir. Türklerin; kendilerinin ve topraklarında bulunan Amerikan üslerinin, ABD tarafından gerektiğinde vazgeçilebilir olduğuna dair düşünceye sahip olmaya başladıkları ifade edilmiştir. Bu nedenle, Türkiye’nin topraklarında kurulması planlanan yeni Amerikan üsleri konusunda çekimser olduğu Büyükelçi tarafından ifade edilmiş ve bu sorunun da ABD’nin Türkiye’nin savunmasına yönelik göstereceği kararlı 
tavırla çözülebileceği belirtilmiştir.31 Sonuç olarak, Ekim 1953’te İzmir’de açılan askeri üssün ardından, 5 Mart 1955’te Adana İncirlik’te ABD’nin bir hava alanı inşa etmesi ve Amerikan Hava Kuvvetleri’nin bu üsse yerleşmesi32 Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu küçük çaptaki güven bunalımının da aşıldığının bir göstergesi olmuştur. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder