Demokrat Parti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokrat Parti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2019 Cumartesi

BELLEKLERDEN SİLİNMEYE YÜZ TUTAN BİR GÜN, LOZAN SULH BAYRAMI., BÖLÜM 2

BELLEKLERDEN SİLİNMEYE YÜZ TUTAN BİR GÜN, LOZAN SULH BAYRAMI., BÖLÜM 2



Hürriyet Bayramları, Lozan Sulh Günü’ne rastladığı için bu iki gün aynı gün 
içerisinde de kutlandığı görülmektedir.21 
Hatta o günler resmi tatil kapsamında görüldüğünden özellikle 23 Temmuz’da resmi daireler tatil edilmektedir22. Fakat bu uygulama 1 Haziran 1935’te ‘’Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’’ hükmünün yürürlüğe girmesiyle tatil kapsamından çıkarılır23. 
Hürriyet Bayramı ve Lozan Sulh Günleri’nin çok sık olmasa da ilerleyen yıllarda aynı gün kutlandığına da rastlamaktayız. 

1933 yılında Lozan Sulh Bayramı’nın onuncu yıl dönümü sebebiyle törenlere ayrı bir hava gelir. Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti her yıl olduğu gibi bu yılda tören organizasyonuna ev sahipliği yapmaktadır. 

Törene İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Reşit Galip Beyler’de davet edilmiştir. Sulhun yıl dönümü samimi ve yüksek tempolu bir havada kutlanır. Konferans salonu her yıl olduğu gibi 1933 yılında da hınca hınç dolar. 

Törenlerin farklı bir havada geçeceği daha ilk dakikadan belli olur. 
Şehir bandosunun çaldığı İstiklal Marşı’yla başladığında Öğrenciler öyle yoğun 
duygularla doludur ki marş salonun kubbelerinde uzun süre yankılanır. Törende 
alkışların çoğunu gençlik ateşiyle salonu mest eden Fethi Bey alır. Öyle ki konuşması sık sık alkışlarla kesilir:


‘’Efendiler, bugün saadet günüdür, bugün sarayların çöktüğü gündür, bir millet 
gururunun, bir millet isyanının haşmeti karşısında hülyaların kahrolduğu gündür. Efendiler, şaşın ki bu milleti esir etmek istediler. Bu hayal ile mesut olacak kadar kendinden geçenler vardı…’’ 

Bu konuşma sırasında dinleyiciler arasında ki Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey öyle heyecanlandı ki bravo.. bravo… diye bağırmaktan kendini alamadı. Kazım Karabekir’de konuşmasını başından beri dinlediği bu genci alnından öperek tebrik etti24. 

Kutlamalar yalnız Talebe Cemiyeti’nin etkinliğiyle sınırlı değildi tabi ki, ülkenin yer yerinde kutlamalara rastlayabilirdiniz. 
Kurtuluş Savaşı’nın simge şehirlerinden İzmir için bağımsızlığı simgeleyen günlerin ayrı bir yeri vardır. Bu nedenle 24 Temmuz günü de şehir boydan boya bayraklarla donatılır. 
Savaş günlerinde kurtuluş ümidiyle gizlice dikilen bayraklar çıkarıldı sandıklardan. 
Kalabalıklar kordonda buluşur. Denizdeki kayıklarda bayram gününden nasibini almıştır.

 Aydın’da da durum pek farklı değildi. Halkevi ‘’Lozan Günü’’ kapsamında 
güzel bir organizasyon yaptı konuşmalardan sonra Mustafa Kemal’in seyahat 
filmleri gösterildi. Daha sonrada “Kahraman” adlı bir tiyatro eseri sahnelendi. 
Büyük şehirlerin yanı sıra küçük ilçelerde de törenler tüm coşkunluğuyla devam 
etti. Samsun’un Bafra ilçesinde Cumhuriyet’in onuncu yıl dönümünü kutlama 
komitesi kaymakamın başkanlığında toplanarak bir tören düzenlediler25. Ama bu komitelerin asıl amacı olan Cumhuriyet kutlamaları daha da görkemli bir şekilde yapılacaktır. 

19 Nisan 1341 (1925) tarihinde Ali Fethi Okyar’ın önerisi ile alınan bir kararla 
29 Ekim 1923’te rejim olarak benimsenen cumhuriyeti aynı zamanda bir bayram olarak kutlama kararı alınmıştır. Ali fethi Bey önerisinde şunları dillendirmektedir.

 “Her milletin kendisi için millî bayram olarak tek bir gün kabul ettiği, o günün 
memleket içinde ve dışında yabancı elçiliklerde kutlandığı, bu günün Fransa’da 14 Temmuz, Amerika’da 24 Temmuz olduğu, Türkiye Cumhuriyeti için de bu günün Cumhuriyet’in ilan edildiği gün olan 29 Ekim olarak kabul edilmesi gerektiği, 23 Nisan’ın benzer bir gün olarak kabulü ifade edildiği takdirde o günün Türk inkılâp tarihinde bir merhaleyi ifade ettiği ancak Cumhuriyet’in ilanının tamamlanmış bir süreci ortaya koyduğu için 29 Ekim’in bayram 
olarak ilan edilmesi gerekir”26.

Cumhuriyet’in değerlerinin benimsenmesi başta Mustafa Kemal’in üzerinde 
önemle durduğu konudur. Cumhuriyet rejiminin kabul edildiği günün halk nezdinde bunun bir görsel şölene dönüşerek kalıcı hale gelmesi gerekmektedir. Uzun savaş yılları boyunca bağımsız bir ülke hayali kuran halk, tüm umutlarını kurulan yeni Türkiye’ye bağlamıştır. Türk devrimin eylemsel boyutundan sonra artık kurumsal boyutuna sıra gelmiştir. Yeni Türkiye’nin kurumlarıyla, kutlamalarıyla adet ve alışkanlıklarıyla farklılığını ortaya koyması gerekmektedir. Buda istenilen boyutlara ulaşmıştır. 

Bu doğrultuda Cumhuriyet’in onuncu yılı tüm görkemiyle göz doldurmalı ve 
yeni Türkiye’nin sadece on yıl içerisindeki büyük değişimi dünyaya duyurulmalıdır. 1933 yılının haziran ayında çıkarılan bir kanun çerçevesinde Cumhuriyet Bayramı’nın onuncu yıldönümü kutlamaları ülkenin tüm il ve ilçelerinde komisyonların denetimlerinde düzenlenen törenlerle kutlandı. Onuncu yıldönümü için yapılan kutlamaların yanı sıra tiyatro eserleri, romanlar, şiirler yazıldı ve yayımlandı. Bu günün anısına Reşat Nuri Güntekin “İstiklal” adlı tiyatro oyununu yazarken Etem İzzet ise “On Yılın Romanı” adlı romanını okuyucuyla buluşturdu27. 

1930’lar Türkiye’sinde Türk halkının çağdaş medeniyetler düzeyine 
ulaşmasını ve yapılan inkılâpların kökleşmesini sağlamayı amaçlayan yegâne 
kurumlarından Halkevleri de Lozan Sulh Bayramları’na ayrı bir önem vermektedir. 
Pek çok Halkevi şubesinde Sulh Bayramları için törenler yapılır. Konularında uzman hukukçu, edebiyatçı, siyasi kişilikler ve ünlü isimler bayram kutlamalarına katılır. Ankara Halkevi, bayram kutlamalarını her yıl aralıksız düzenlemektedir. Lozan’ın 14. yıl dönümünde Ankara Halkevi önünde yapılan törende Enver Behnan Şapolyo, İsak Refet Işıkman ve Dil-Tarih, Coğrafya Fakültesi Edebiyat Şubesi Başkanı Hıfzı Oğuz Bekata, günün anlam ve önemine uygun birer konuşma yaptılar. Ardından milli filmler ve halk oyunları sergilendi. Yöresel kıyafetli kızlı erkekli gruplar izleyenlere Lozan ruhunu yeniden yaşattılar28. 



Lozan Sulh Bayramı’nın 16. Yıl dönümü coşkusu aynı tarihlerde Hatay’ın Anavatana katılmasıyla iki kat arttı. Ve iki bayram bir arada kutlandı.29 

Bu tarihten itibaren hayatın anavatana katılışı özellikle Hatay’da 
ulusal bayram havasında kutlanmaya devam etti30. Aynı gün devam eden 
Lozan kutlamaları nedeniyle, Ankara Halkevi’nin önü kalabalıklarla doldu 
taştı. Gazetelerin yorumlarına göre adeta ciddi bir bayram manzarası 
oluştu. Ankara Radyo Evi’nde günün anlam ve önemi nedeniyle bir program gerçekleştirildi. Aynı programda Vasfi Raşit Sevig canlı bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmasında İnönü’nün Lozan da ki başarısını ‘’asırlarca bir hal tarzına varamamış bir davaya zaruri ve şerefli hal tarzını verememiş’’ olmasına bağlamakta ve bundan dolayı hem Türk tarihinin hem de dünya tarihinin İsmet İnönü’ye minnet duyması gerektiğini vurgulamaktadır. Gazetecilere verdiği demeçte İsmet İnönü Lozan antlaşması için Avrupa’nın göbeğinde dikilmiş ebedi bir sulh abidesidir. İfadesini kullanmaktadır31.

3. Değişen Söylemler ve Algılar: İsmet İnönü ve Sonrası

16. Yıldönümü Lozan Sulh Bayramlarında bir farklılığında ortaya çıktığı 
yıl oldu. Atatürk’ün ölümü sonrasında İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olarak 
Çankaya’da yerini aldığı bir dönemdir. Araştırmalarımız sırasında Milli Şef dönemi olarak bilinen 1939-1950 arasında dönemde kutlamalara İsmet İnönü’nün kişiliği ve söylemlerinin hâkim olduğu görülmüştür. Tek Adam’ın ardından ikinci adam olarak halka yansıtılan İnönü, Lozan Günü’nde gazetelerin sütunlarında bir kahraman olarak yer alır. Manşetlerde İnönü’ye bağlılık duyguları kendini yoğun olarak hissettirmektedir. 

‘’1940 Temmuzu’nun 24’ü bizim için milli birliğe ve onu temsil eden yüce şef’e 
karşı yeni bir ahit vesilesi olmuştur. O şef ki İnönü’den başlayarak garp cepheleri ordularını kumandanı sıfatıyla zaferin, Lozan’da sulhun ve uzun yıllar başvekil mevkiinde ilerlemenin temsilcisi olmuştur. Devlet reisi olarak emniyet ve refahını arttırdığı yeni Türkiye’nin iç ve dış kuvvetleri, onun bilgili ve kahraman elinde yurda saadetin bütün nimetlerini verecektir’’32.

Bu tarz söylemlerin temelinde Atatürk sonrası Türkiye’nin nasıl olacağını 
merak eden çevrelere karşı bir güven tazeleme amacı yatmaktadır. Dönemin 
koşulları göz önüne alındığında böyle bir gereksinim yadırganamaz. Dünya 
büyük bir savaşın içerisindedir. Ve Türkiye her an savaşa girme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Gazeteler bağımsızlık ve ulusal duyguları güçlendirecek böyle günlerde halka istediği güveni aşılar. Bağımsızlık savaşında ülkesi için her türlü fedakârlığı yapmış Lozan’ı imzalayarak “esaret zincirlerini kırmış bir kahraman “33 olarak İnönü çok uygun bir portredir. Aynı zamanda Lozan İnönü’dür Şeklinde manşet haberlerde görülmektedir34.

1941 yılında Falih Rıfkı Atay, Ülkü dergisindeki makalesinde de Lozan 
barışının önemine dair söylemleriyle halkı bilinçlendirmeye devam etmektedir; 
“Lozan Sulhu’nun parolası şuydu: milli sınırlarımız içinde kayıtsız ve şartsız müstakil kalmak ve bizden gayrılarının hakkını kayıtsız şartsız tanımak! Bizim bu davamızın samimiyetine Lozan’da belki hiç kimse inanmamıştı. Fakat Atatürk ve ismet İnönü, onlar biliyorlardı ki zafer olmaksızın bu hukuku elde etmeğe imkân yok... biz istiklalimize dokunulmadıkça, 18 senelik barışçı ve nizamcılar olarak kalacağız; istiklalimiz tehlikeye girdiği vakit, 1922 Ağustos kahramanlarının hatıralarına yeniden şan vereceğiz… Türk milletinin Sulh Bayramı’nı kutlarız”35.

1942 yılındaki kutlamalar aynı coşkuyla devam eder. Amerika Birleşik 
Devletleri 24 Temmuz cumartesi günü Türkiye saatiyle 19.00 ‘da WCBX VE 
WCRC istasyonlarından Lozan Günü anısına Türkçe bir program hazırlayarak 
dinleyicilerine sunar36. 1943 yılına gelindiğinde de törenlerin büyük coşkularla 
devam ettiği görülür. Lozan barışının 20. yıldönümünde Ankara Halkevi’nin 
düzenlediği törene İsmet İnönü damgasını vururken İstanbul Üniversitesinde 
yapılan törenlere de hükümetten önemli isimler katıldı. Dışişleri Bakanı Numan 
Menemencioğlu, Meclis Başkanı Vekili Şemsettin Günaltay, Müstakil Grup Başkan Vekili Ali Rana Tarhan, Belediye Başkanı Lütfi Kırdar, Yavuz Abadan, Partinin İl İdare Heyeti Başkanı Doktor Behçet Uz, Orgeneral Fahrettin Altay, bunun yanı sıra pek çok üniversite hocası ve kalabalık bir izleyici grubu yapılan törenlere katıldılar37. 

Sulh Bayramları, halkın gözünde yalnızca resmi törenlerin yapıldığı bir 
bayram değil giderek genç, yaşlı tüm halk kesimlerinin dâhil olduğu ve sivilleşen günlerdi. Kutlamaların yaz aylarına denk gelmesi nedeniyle de daha da eğlenceli geçiriliyordu. İstanbul, Üsküdar Halkevi tarafından da Lozan mükâfatı adıyla Üsküdar plajında bir yüzme yarışı düzenlendi. Behçet Uz’un da keyifle izlediği yarışlara büyük küçük her yaştan insan destek verdi. Katılım yoğundu. Sadece Küçükler 50 metre yarışına 30 genç yüzücü katıldı. Bu anlamlı günde yaşıtları arasından sıyrılıp altın madalyayı göğüsleyen İrfan’ın madalyasını alırken nasıl sevindiğini tahmin etmek güç değil. 100 metre serbest ve kurbağalama ve atlama stillerinde devam eden yarışlara bayanlarda yoğun ilgi gösterdiler38. Sulh Bayramı ülkenin birçok şehrinde 
aynı coşkuyla devam etti.

Aynı gün Kadıköy Halkevi ’de Moda Plajı’nda yarışlar düzenledi 39. 
Kazananlar ödüllerini şehrin ileri gelenlerinden alırken yarışlar geleneksel hale 
getirilerek sonraki yıllarda da organize edilmeye devam etti. Ertesi yıl Salacak 
Plajı’nda düzenlenen yarışlarda da halkın yoğun katılımı gözlendi40. 

1908’de Meşrutiyet’in ilanının hemen ertesi günü sansüründe kaldırılışı 
nedeniyle 1945 yılından itibaren Lozan Sulh Günü dışında 24 Temmuz’da “Basın 
Günü” kutlamaları başlar. Sansürden kurtuluş günü olarak adlandırılan bu gün 
daha çok Gazeteciler Cemiyeti tarafından kutlanmaktadır41. Kutlamalara 1980’li 
yıllarda da rastlamaktayız. 

İmzalandığı ilk günlerden itibaren yaklaşık yirmi beş yıl düzenli olarak 
kutlanan Lozan Sulh Bayramı, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara geldiği yıldan 
itibaren daha sınırlı kutlamalara sahne olmaktadır. Dikkatimizi çeken bir noktada aynı dönemde devletin üst kademesinin Lozan Günü’nden ziyade 1908 Hürriyet Bayramı’nı yeniden kutlamaya başladıkları görülmektedir. Artık bayram kutlamaları üzerinden siyaset yapıldığı görülür. Bayramlar üzerinden halk kitlelerine ideolojileri yansıtma düşüncesi adeta bir yarış halini almaya başlar. 1950 yılında ki Hürriyet Bayramı kutlamalarını Demokrat Parti İstanbul İl Teşkilatı bizzat yürütmektedir… Şişli’deki Hürriyet Abidesi’ne çelenk bırakılır ve Hürriyetin 41’inci yılı kutlanır. Hükümet yanlısı Gazetelerde de aynı söylem devam eder.

 “10 Temmuz’dan sonra yurdumuz maalesef yine çeşitli istibdat ve diktatörlüklere sahne olmuş 14 Mayıs seçimleriyledir ki hürriyete, demokrasiye kavuşmuştur. Artık bu defa hürriyet ve demokrasinin, milli irade hâkimiyetinin ebedi olmasını diler ve böyle olacağını umarız’’42.

Söylemlerin alt metinlerinde 1908 ile 1950 arasında demokrasinin olmadığı, 
yapılanların da demokratik olarak nitelendirilemeyeceği vurgusu yapılmaktadır.

İlerleyen tarihlerde Lozan kutlamalarının Valilikler tarafından engellemelerle 
karşılaştığı da görülür. İzmir’de yapılması planlanan Lozan kutlamalarına Valiliğin izin vermemesi üzerine İsmet İnönü, adeta isyan eder gibi bir yorum getirmektedir:

‘’Yani İzmir valisi Lozan gibi bir tarih hadisesinden bahsedilmesini kabul etmiyor. Ne anlayıştır bu, ne haktır…’’43

Her ne kadar Lozan Barışı, artık devlet katında itibar görmese de İsmet 
İnönü, ölünceye kadar Lozan’ın öneminden bahsedecektir. Bu konuya hatıralarında da geniş yer verir.

 ‘’Lozan muahedesi, Türk siyasi hayatında başlı başına bir yer tutan milli eser 
halindedir. Lozan muahedesi yeni Türkiye devletinin kurulmasında temel unsur olan siyasi bir vesika olmuştur. Bu milli devlet tam manasıyla medeni ve bağımsız bir devletin bütün haklarına sahip olmuştur’’44.

Kutlamalar yaşanılan dönemin koşullarında zaman zaman Coşkusunu Yitirse 
de İsmet İnönü’nün ölümüne kadar yapılan kutlamalara bizzat katılarak Lozan’ın önemini her fırsatta hatırlattığı görülür. 1957 yılındaki Lozan kutlamalarında İsmet İnönü’nün gençlerle birlikte Lozan üzerine sohbet ederek bu anlamlı günü andıkları bilinmektedir. Örneğin: Lozan kutlamalarının 31. yılında yaptığı bir konuşmada “altı yüz milyonluk Çin ülkesine kadar, bütün şarktan, kapitülasyonların kalkabileceğini, Türkler Lozan da ispat etmiştir”45. Diyerek Lozan’ın önemine vurgu yapmaktadır.

1960’lardan sonra bir zamanların görkemli törenlerine sahne olan Lozan 
Sulh Bayramları sık sık olmasa da kutlanmaya devam etmektedir. Hatta 1960’lardan itibaren 24 Temmuz günü hem Lozan günü, hem Sansürden Kurtuluş (Basın Bayramı) hem de İşçi Bayramı olarak kutlanmaktadır. Araştırmalarımız sırasında 1983 yılında da Lozan Günü kutlamalarına rastladık. Fakat ilk dönemlerde olduğu gibi heyecanlı kutlamalara günümüzde rastlamak oldukça güçtür. Lozan Günü’nü hala kutlayan kuruluşlar arasında İnönü Vakfı da bulunmaktadır. Vakıf, her yıl Heybeliada’daki köşk’te tören yapmaktadır.

Sonuç

Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti için bağımsızlığının simgelerinden 
biridir. Bu önemli antlaşma imzalandığı günden itibaren ülkede görkemli 
kutlamalarla anılmıştır. İlk yıllardan itibaren çeşitli törenler, toplantılar, gençlerin katıldığı çeşitli yarışmalarla şenlik havasında kutlanmıştır. Araştırmalarımız sırasında çeşitli gazete ve dergilerde Lozan Sulh Bayramı’na ilişkin konuların kutlama günlerinde yoğun olarak sayfaları süslediği görülmüştür. Aslında Lozan antlaşmasının kabul edildiği gün resmi olarak ulusal bayramlar arasında yer almasa da uzun yıllar boyunca Halkevleri’nin özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir kutlanmıştır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesinde, kutlanmaya devam eder. 

Lozan Sulh Kutlamaları, hiçbir zaman resmi bir bayram niteliği taşımamasına 
rağmen Lozan antlaşmasına verilen önem dâhilinde uzun yıllar devam eden adeta milli bir bayram havasında kutlanmıştır. Gazetelerde çoğunlukla “bugün, Lozan Sulh Bayramıdır” şeklinde başlıklara rastlanması da bunun bir göstergesidir. Kutlamalar yoğun olarak Atatürk dönemi diye bilinen Cumhuriyet’in ilk yıllardan başlayarak sonrasında da devam eder. Lozan konferansında Türk heyetinin başkanı olan İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı yıllarında ise Lozan antlaşmasına özel bir önem verildiği görülmektedir. Ebedi şeften sonra milli şeflik yıllarıdır. Fakat İsmet Bey, talihsiz bir dönemde Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmiştir. Bu dönemde Dünya, yeniden büyük bir savaşın içindedir. Avrupa, Amerika Asya ve Afrika olmak üzere dört kıtaya yayılan bu büyük savaştan Türkiye kıl payı kurtulur ancak ekonomik olarak zor bir boğazdan geçer. Halkın, kimi zaman ekmek bile bulamadığı; karaborsacılık, fiyat yükseltme gibi olayların sık sık yaşandığı bir dönemdir. İsmet İnönü’ye yönelik eleştirilerin yükseldiği görülür. Bu tarihlerdeki Lozan Sulh Kutlamaları bir anlamda İsmet İnönü’nün imaj tazeleme veya güven artırma zamanları olarak görülebilir. 

1946’da çok partili hayata geçiş ve sonrasında Mayıs 1950 seçimleriyle iş 
başına gelen Demokrat Parti iktidarıyla Lozan Sulh Bayramları’nın eski görkemli 
günleri son bulur. Özellikle bu dönemde siyasi tercihlerin tam bir dönüş yaşamasıyla Atatürk ve İnönü Dönemi’nin önem verilen kutlamalarının yerini ittihatçıların simgesi olarak görülen Hürriyet Bayramları alır. Artık devlet kademesinde Hürriyet Bayramı kutlamalarına özel önem verildiği; Lozan Sulh Bayramı kutlamalarına ise İzmir örneğinde olduğu gibi valilik katında yasaklamaların getirildiği görülür.

Lozan Sulh Bayramları’na yönelik kısıtlamalar önemli bir soruna da işaret 
etmektedir. Bu olay Türkiye’de bayram ve kutlama geleneğinin, hükümetlerin 
benimsediği ideolojilere göre değişiklik gösterdiğinin önemli bir kanıtıdır.

KAYNAKÇA. 

Resmi Kaynaklar Düstur, Üçüncü Tertip, C.16. s.550.

II. Gazeteler ve Dergiler

Akşam
Cumhuriyet
Deniz
Demokrat İzmir
Hizmet
Milliyet
Saday-ı Hak 
Tercüman-ı Ahval
Tevhid-i Efkâr
Ulus
Yeni Asır
Vakit

III. Kitaplar ve Makaleler ;

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Yayıma Hazırlayanlar: Ali Sevim, M.Akif Tural, 
İzzet Öztoprak, Atatürk Araştırma Merkezi, 1997.
AKBAYRAK, Hasan, ”Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Milli Bayramlar,’’ Tarih ve Toplum, C.8, S.43, s.s.31-34.
ARI, Kemal, Türk Devrim Tarihi-I, 4. Baskı, Zeus Kitabevi, İzmir, 2011.
ATAY, Falih Rıfkı, “Lozan, Montrö ve Değişmeyen Dava”, Ülkü Seçmeler (1933-1941), 
Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Ankara, 1982, s.s.439-440.
BABACAN, Hasan, ÜÇÜNCÜ, Uğur, “Türk Basınına Göre Cumhuriyetin İlk 
Yıllarında Meşrutiyet Kutlamaları”, Hıstory Studies, S.2, 2010, s.s.415-439.
ÇIKLA, Selçuk, “Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Dönümü Anısına Yapılan Edebî 
Yayınlar”, Turkish Studies /Türkoloji Dergisi, C.I, S.1, 2006, s.s.46-63.
DOĞAN, Songül, Lozan Barış Görüşmeleri ve Antlaşmasının Türk Kamuoyunda 
Etkileri, Danışman: Prof. Dr. Ali İhsan Gencer, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 
Üniversitesi, A.İ.İ.T.E., İstanbul, 1999.
DOĞANER, Yasemin, “Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Kutlamaları”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, S.9, 2007, s.s.119-143.
DUMLUPINAR, Sezai, Türk Mizah Dergi ve Gazetelerinde Siyasi Hayata Bakış (1923-
1946), İstanbul Üniversitesi, AİİT. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010.
GOLOĞLU, Mahmut, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-I, 1924-1930 Devrimler ve Tepkileri, 
Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007.
İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar/2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1987.
KARACAN, Ali Naci, Lozan, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2010.
LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (10. Baskı), TTK, Ankara, 2007.
TURAN, İlhan, İsmet İnönü- Lozan Barış Konferansı- Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj, Anı ve Söyleşileri, Atatürk Araştırma Merkezi, 2003.


DİPNOTLAR;

1 Kemal Arı, Türk Devrim Tarihi-I, 4. Baskı, Zeus Kitabevi, İzmir, 2011, s.151.
2 Hasan Babacan, “Uğur Üçüncü, Türk Basınına Göre Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Meşrutiyet Kutlamaları”, Hıstory Studies, S.2, 2010, s.s.415-439.
3 Hasan Akbayrak,”Osmanlıdan Cumhuriyete Milli Bayramlar,’’ Tarih ve Toplum, C.8, S.43, s.s.31-34.
4 Hasan Akbayrak, a.g.e., s.35.
5 Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-I 1924-1930 Devrimler ve Tepkileri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007, s.s.228-229.
6 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Yayıma Hazırlayanlar: Ali Sevim, M. Akif Tural, İzzet Öztoprak. Atatürk Araştırma Merkezi, 1997.
7 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (10. Baskı), TTK, Ankara, 2007, s.254.
8 Ali Naci Karacan, Lozan, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2010, s.502.
9 Kelebek, Güleryüz ve Akbaba dergilerinden aktaran; Sezai Dumlupınar, Türk Mizah Dergi ve Gazetelerinde Siyasi Hayata Bakış (1923-1946), İstanbul Üniversitesi, AİİT. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010, s.s.121-128.
10 Times, 18 Temmuz 1923’dan Akt. Ali Naci Karacan, Lozan, s.520.
11 Tercüman-ı Ahval, 24 Temmuz 1923.
12 Tevhid-i Efkâr, 23 Temmuz 1923.
13 Songül Doğan, Lozan Barış Görüşmeleri ve Antlaşmasının Türk Kamuoyunda Etkileri, Danışman: Ali İhsan Gencer, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, A.İ.İ.T.E., İstanbul, 1999, s.89.
14 Cumhuriyet, 23 Temmuz 1924.
15 Ulus, 25 Temmuz 1939.
16 Cumhuriyet, 24 Temmuz 1925.
17 Cumhuriyet, 24 Temmuz 1927.
18 Cumhuriyet, 25 Temmuz 1928.
19 Araştırmalarımız sırasında 1923’ten itibaren her yıl Hürriyet Bayramı kutlamalarına rastladık. 
Burada yalnız birkaç örnek vermekle yetiniyoruz. Saday-ı Hak 23 Temmuz 1924, Cumhuriyet 26 Temmuz 1925; 23 Temmuz 1927.
20 Cumhuriyet, 23 Temmuz 1928.
21 Milliyet, 23 Temmuz 1932.
22 Hizmet, 23 Temmuz 1930.
23 Düstur, Üçüncü Tertip, C.16. s.550.
24 Milliyet, 25 Temmuz 1933.
25 Milliyet, 24 Temmuz 1933.
26 Yasemin Doğaner, “Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Kutlamaları”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, S.9, 2007, s.s.119-143.
27 Selçuk Çıkla, “Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Dönümü Anısına Yapılan Edebî Yayınlar”, Turkish Studies/Türkoloji Dergisi, C.I, S.1, 2006, s.54.
28 Ulus, 23 Temmuz 1937.
29 Deniz, Ağustos 1939, S.50.
30 Demokrat İzmir, 24 Temmuz 1952.
31 Akşam, 25 Temmuz 1939.
32 Ulus, 24 Temmuz 1940
33 Ulus, 25 Temmuz 1940.
34 Cumhuriyet, 24 Temmuz 1943.
35 Falih Rıfkı Atay, “Lozan, Montrö ve Değişmeyen Dava”, Ülkü Seçmeler (1933-1941), Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi yayınları, Ankara, 1982, s.440.
36 Akşam, 13 Temmuz 1942.
37 Cumhuriyet, 25 Temmuz 1943.
38 Cumhuriyet, 25 Temmuz 1943.
39 Akşam, 24 Temmuz 1943.
40 Cumhuriyet, 25 Temmuz 1944.
41 Cumhuriyet, 24 Temmuz 1965.
42 Yeni Asır, 23 Temmuz 1950
43 İlhan Turan, İsmet İnönü- Lozan Barış Konferansı- Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj, Anı ve Söyleşileri, 
Atatürk Araştırma Merkezi, 2003, s.243.
44 İsmet İnönü, Hatıralar/2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1987, s.158.
45 Cumhuriyet, 25 Temmuz 1957.


***

BELLEKLERDEN SİLİNMEYE YÜZ TUTAN BİR GÜN, LOZAN SULH BAYRAMI. BÖLÜM 1

BELLEKLERDEN SİLİNMEYE YÜZ TUTAN BİR GÜN, LOZAN SULH BAYRAMI., BÖLÜM 1




Gurbet GÖKGÖZ*
* Dokuz Eylül Üniversitesi, Öğretim Görevlisi (31.md.), (gurbet.gokgoz@deu.edu.tr).


Özet

Lozan Antlaşması, Türkiye’nin uzun ve yıkıcı savaş yılları sonrasında bağımsız 
bir ülke olarak yaşamasını garanti altına alan bir antlaşmadır. Kurtuluş Savaşı’ı sonrasında Lozan’da itilaf güçleriyle birlikte aynı masaya oturmaya hak kazanan Türkler, konferansın sonucunu uzun süre sabırla beklediler. Bu bekleyişleri 23 Temmuz 1923 günü son buldu. Ve başta kapitülasyonlar olmak üzere bağımsızlıklarını engelleyen tüm yaptırımları kaldırma fırsatı yakaladılar. 
Bu önemli gün Türkler tarafından uzun yıllar Lozan Sulh Bayramı şeklinde 
kutlandı. 
Her yıl Lozan Sulh Bayramı günlerinde üniversite çevreleri, halkevleri ve belediyeler tarafından anma törenleri, konferanslar, yarışmalar düzenlendi.
Lozan Sulh Bayramı veya kutlamaları 1923-1950 arasında düzenli, Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle yalnızca sınırlı bir çevre tarafından kutlanan bir gün haline dönüştü.

Giriş

Türklerde bayram kutlamaları erken dönemden beri devam eden bir 
gelenektir. Bunun ortaya çıkışında yaşam koşulları ve dini inanışlar etkilidir. 
Kutlama kültürü bireyin aidiyetlik duygusuyla da orantılıdır. Milliyetçilik kavramı 
ve ulus devletlerin önem kazanmasıyla birlikte insanlar ulusal kimliklerine sahip 
çıkmaları gerektiğini düşünmeye başlar. Osmanlı dünyasında Müslümanlar her 
ne kadar dini bir kimlik altında toplansalar da özellikle Genç Osmanlılar ve onun 
devamı olan Jön Türkler sayesinde, ulusal kimlik anlamında Türk kimliğine sahip 
çıktılar. 

19. yüzyıl, Osmanlı Devleti için Batı dünyasının demokrasi deneyimlerini 
kendi dünyasında da içselleştirmeye başladığı bir dönem olarak görülür. Sened-i 
İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve ardından aydınların yoğun uğraşları sonucunda başarıya ulaştıkları ve padişahın (II. Abdülhamit) egemenlik gücünü ilk kez halkla paylaştığı I. Meşrutiyetin ilanı gelir. 3 Aralık 1876’da Meşrutiyet ilan edildi; ancak bu uygulama kısmında birçok sorunu da beraberinde getirdi ve Osmanlı dünyasının ilk meşrutiyet denemesi kısa sürede rafa kalktı. Osmanlı aydınları bu durum karşısında göreli olarak uzun sayılabilecek bir sürede örgütlenerek 23 Temmuz 1908’de meşrutiyet rejiminin yeniden ilan edilmesini sağladılar. İlkine oranla ikincisi, halk tarafından da daha bilinçli olarak sahip çıkılan bir rejim olmuştur.

İlber Ortaylı tarafından da “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” olarak 
nitelendirilen 19. Yüzyılın sonlarında giderek artan bir şekilde demokratik yönetim biçimlerinin önemi algılanmaya başladı. Ulus olma bilinci de bu süreçte özellikle Türk ulusu üzerinde derin izler bıraktı ve Yeni Türkiye’nin kuruluşuna giden yolda köklü dönüşümlere sahne oldu. 

1. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Ulusal Bayram Algısı.,

II. Meşrutiyet’in bir dizi olay ve isyan sonrasında 23 Temmuz 1908’de 
ilan edilmesiyle artık Osmanlı Devleti’nde önemli bir döneme girildi. Artık Türk 
aydını ve Türk halkı egemenlik kavramını içselleştiriyor, elindeki gücün ne kadar 
değerli olduğunu anlıyordu. Türk aydını çok uzun zamandır bu günü bekliyordu. 
Özgür olacağı, günlerin özlemiyle yanıp tutuşan aydınlar artık amaçlarına kısmen ulaşmışlardı. Önemli Türk aydınlarından Namık Kemal, bu bekleyişi rüyasında gördüğü Hürriyet adlı kıza anlattırıyordu. Rüyasında uygar dünyanın tüm simgeleri Osmanlı dünyasında, Osmanlı şehirlerindedir. Bu rüyada Halkı temsil eden vekillerin olduğu, güçler ayrılığının uygulandığı, sansürün olmadığı bir dünya vardır. Hürriyet konuştukça Namık Kemal’de geleceğe umutla bakmaktadır1. Aydınların hürriyet özlemleri Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle kısa bir süreliğine giderilecektir.

Bu anlamlı günün her yıl kutlanması gerektiğini düşünen bazı Mebusan Meclisi üyelerinin sundukları önerge sayesinde 10 Temmuz (Miladi: 23 Temmuz 1908) günü ulusal bayram olarak kabul edildi ve her yıl resmi makamlar ve halk tarafından coşkulu bir şekilde kutlanmaya başlandı. 

Meşrutiyet gibi önemli bir kavramın halk nezdinde anlamını bulması ve yerleşmesi bakımından büyük önem taşıyan Hürriyet Bayramı, Cumhuriyet’in ilanından sonra da kutlanmaya devam etti. I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Ulusal bayram kutlamalarındaki coşku daha da arttı. 



Benzeri örnekleri bugün bile karşımıza çıkmaktadır. Ulus olma bilincinin sınandığı bu vb. günler halkın bir arada olduğunun, düşman olarak görülen devlet, toplum veya topluluklara karşı bir bütün haline geldiğinin gösterilmesi bakımından önemli bir simgedir. Bayramlar, Savaşın en zor dönemlerinde bir bakıma halka moral destek vermektedirler. 

Bu anlamda ulusal bayramlar, ulus-devlet kavramının pekiştirildiği ve tam da anlamını bulduğu; Devlet ve halk kitlelerinin bütünleştiği zamanlardır. Osmanlı dünyasında da, ülke emperyalist güçlere karşı savaşırken halkın buna karşı tepkisi ve desteği sanılandan daha önemliydi. Her ne kadar Hürriyet Bayramı kutlamalarının sönük geçtiği düşünülse de2 ülkenin önemli merkezlerinde kutlamalar devam etmiş, meydanlarda ateşli konuşmalar yapılarak her fırsatta ordunun yanında olunduğu dile getirilmiştir3.

Halkın bilinçlenip örgütlenmesine, bir anlamda kamuoyu yaratma gücüne 
Kurtuluş Savaşı sırasında da rastlamaktayız. Mondros Mütarekesi sonrasında 
gerçekleşen İzmir’in işgaline, halkın verdiği tepki dış basında önemli bir kamuoyu yaratmakla kalmamış mücadelenin ilerleyen dönemlerinde bu durum maddi desteğe de dönüşmüştü. Osmanlı Devleti’nin arkasında bir halk desteği vardı. Fakat Osmanlı bu desteği kullanma konusunda basiretsizlik gösterdi. İşgali gerçekleşen şehirlerde her geçen gün asayiş problemleri görülürken Müslüman halk bu durumdan en fazla etkilenen kesimdi. Daha birkaç yıl öncesine kadar her yıl büyük bir sevinçle kutladıkları ulusal bayramlar 1919’dan itibaren yasaklamalarla karşılaştı. Kendini onurlu ve bağımsız bir devlete ait hissetme düşüncesi her bireyin benliğinde olan bir duygudur. Oysa artık bağımsızlığından söz edilecek bir devlet düşüncesi yerinde bunu kendi çabasıyla gerçekleştirmeye çalışan Ulusal Güçler (Kuva-yı Milliye) vardı. Artık umutlar Anadolu’daydı. Bayram nidaları ise Onlardan gelecek haberlere bağlıydı. Yasaklamalar devam ederken kutlama günlerinde gazetelerde tek bir sütun habere bile yer verilmiyor, Resmi kişi ve kurumlardan uzak köşelerde 
ve sükûnet içinde saygı duruşları ve törenler yapılıyordu. Hürriyet Bayramları 
adeta hürriyet özlemi içinde geçer olmuştu. 

Bir devir kapanırken ona ait kutlamalarda yerini yavaş yavaş, yeni ve 
farklı bir söyleme sahip kutlama kültürüne bırakacaktır. 1920-1922 yılları arasında yasal olarak hala varlığını sürdüren Osmanlı Devleti, tören yapılmasını yasaklasa da Anadolu, çoktan bayram havası içindeydi. TBMM’nin açılışının ilk yılında itibaren 23 Nisan, Ankara da çeşitli etkinliklerle kutlanmaya başladı. 1922 yılında 23 Nisan törenlerinin yanı sıra 10 Temmuz (23 Temmuz) Hürriyet Bayramı ’da meclis başkanlığı düzeyinde yapılan bir törenle kutlanmaya devam etti4.

Cumhuriyetin bir rejim olarak benimsenmesinin ardından Hürriyet Bayramı algısı 29 Ekim Cumhuriyet bayramıyla bütünleştirilmeye başladı. Tabi bu durumun değişmesinin sebeplerinden birisi de tam da o günlere denk gelen Lozan Sulh Bayramı’dır. (konu ileride ayrıntılarıyla ele alınacaktır.)

 23 Temmuz Hürriyet Bayramı, Önceleri ayrı bir bayram şeklinde 
kutlanırken özellikle 1926 yılı itibariyle Hürriyet Bayramı kutlamaları her yıl 
giderek azalan bir hevesle kutlanmış 1935 yılından itibaren de (ulusal bayramlarla ilgili kanun gereğince) unutulmaya yüz tutmuştur. 1926 yılındaki kırılmanın temelinde Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik suikast girişimi vardır. Tarihte İzmir Suikastı olarak bilinen bu girişim önceden haber alınmasıyla durdurulur. Suikast girişimcileri ise kısa sürede yakalanarak İstiklal Mahkemelerinde yargılanırlar. 2 
Ağustos 1926 günü başlayan duruşmada Kara Kemal, Ziya Hurşit gibi isimlerin öne çıktığı görülmektedir. Davada İstiklal Mahkemesi savcısının iddiasına göre; Kara Kemal aslında Enver, Cemal ve Talat Beyler’ in adamıdır… İttihatçıları tekrar bir hükümet darbesiyle iktidara getirmek için çalışmaktadır ve bu amaç doğrultusunda da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurmuş fakat bu belli olmasın diye kendisi partiye girmemiştir. Bu vb. iddialar mahkeme sonunda kabul edildi5. İttihat ve Terakki Partisi’nin, Cumhuriyet’in değerlerine karşı savaş açtığı düşüncesi elbette hoş karşılanmadı. 

Dönemin önemli gazetelerinden Vakit, 23 Temmuz tarihli baskısında “Türk 
Milleti asla nankör değildir. 23 Temmuz İnkılâbı’nı hazırlayan kimseleri takdir, hatta takdis etmiştir. Fakat ne kadar elim bir hakikattir ki bu adamlardan bir takımları mücahede-i milliyeden sonra inkılâbın tekâmülü. Milli istihsalin tahakkuku yolunda yardım vazifelerini ifaya devam edecek yerde, cumhuriyet inkılâbımızın ruhu olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya düşman kesilmiş, kendi menfaat ve mevkilerini temin etmek için suikastlar ile onun vücudunu 
izaleye çalışacak kadar ileriye bile gitmiştir.” Sözleriyle durumun Türk basınında nasıl algılandığını ortaya koymaktadır.

Böylece İttihat ve Terakki Partisi veya İttihatçılıkla özdeşleşen Hürriyet 
Bayramları’na bakış iyiden iyiye farklılaştı. Hürriyet Bayramları 1935 yılına kadar her yıl kutlanmaya devam etti. Bu tarihten sonra milli bayramların bir kanunla belirlenmesiyle resmi bayram niteliğini kaybetti. 

2. Bağımsızlık Yolunda Son Adım: Lozan ve Lozan Sulh Bayramları 
Türkiye, Ulusal Kurtuluş Savaşımı sonrasında Batılı güçlerle eşit şartlarda 
oturduğu Lozan masasından önemli kazanımlarla döndü. Batılı güçlere karşı 
verilen kurtuluş mücadelesinin, Mudanya Mütarekesi ve Lozan Antlaşmalarıyla 
sonlandırılması Türkiye Cumhuriyeti’nin en anlamlı günlerinden biridir. Mustafa 
Kemal, Lozan Antlaşması’nın yıl dönümlerinden birinde kendisini ziyarete gelen 
İstanbul Üniversitesi Talebe Cemiyeti Heyetine aşağıdaki konuşmayı yaparak, 
konunun önemine dikkat çekmiştir. 

‘‘Lozan antlaşması, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milletli için siyasal 
bir zafer oluşturan bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde eşi yoktur. Milletimiz bununla hakkıyla övünebilir ve Türk milleti yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek kıymetini bilmesi gereken gençliğine bunu geçmişte kararlaştırılmış antlaşmalarla karşılaştırmasını önermelidir. Bu nedenle Lozan görüşmelerinde her türlü siyasal mücadelelere göğüs vererek sonucu elde etmede büyük bir anlayışlılık göstermiş olan İsmet Paşa’yı yücelterek anmak görevimdir… Gençliğin gerçek gösterişinden pek duygulandım. Lozan antlaşması imza 
gününün milli bayram olarak kabul edilmesi uygundur’’6. 

Lozan Antlaşması ile İtilaf Devletleriyle olan ilişkiler yeniden düzenlenirken, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olduğu uluslararası arenada kabul edildi. Bernard Lewis’in söylemiyle; “Uzun süreden beri aşağılık ve kölelik sembolü olarak kızılan Kapitülasyonlar tüm sonuçlarıyla kaldırıldı”7. Batılı Güçler Misak-ı Millîyi büyük ölçüde kabul etmek zorunda kaldılar. 
Elbette Lozan’da çözümlenemeyen meselelerde vardı; ancak sözünü ettiğimiz iki maddenin bile kabul edilmesi büyük bir önem taşımaktadır. 




İsmet İnönü önderliğinde Lozan’a giden heyetin dokuz ay süren yoğun 
çabaları sonrasında 17 Temmuz’da konferansın gidişi netleşti. İsmet İnönü, 
Atatürk’e hemen durumu bildirerek bir cevap istedi. İnönü’nün üç gün süren 
bekleyişi Atatürk’ün telgrafıyla yerini sevince bıraktı.

‘‘Elde ettiğiniz başarıyı en sıcak ve en içten duygularımızla tebrik etmek için 
antlaşmanın usulüne göre imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz, kardeşim.’’

Ankara’nın gözü kulağı Lozan’dan gelecek haberlerdeydi. Bu haberi İsmet 
İnönü, Lozan’dan gönderdiği tarihi telgrafla Ankara’ya duyurdu. Telgrafta 
barış antlaşmasının 24 Temmuz günü öğleden sonra yapılacağı bildirilmekteydi ve haber hızla Anadolu’ya yayıldı.



17 Temmuz günü Meclisten tüm Türkiye’ye resmi bir tebliğ yayımlandı. 
Anadolu ajansı gururla bildiriyordu: “Baş delegemiz İsmet Paşa hazretlerinden gelen telgraf namede… Milli menfaatlerimize zararlı olmayacak, iktisadi bağımsızlığımızı ihlal etmeyecek makbul bir şekilde sonuçlandırıldığı...”8 Metnin birkaç güne kadar imzalanacağı bildirildi.

Lozan’a giden heyetten gelen haberler basın aracılığıyla halka duyuruluyordu. İsmet Bey’in başarılı görüşmeleri halkta heyecanları artırıyordu. Gazeteler ana sayfalarından analiz yazılarla durumu anlatırken arkada sayfalarda Lozan, karikatür çizerlerinin kaleminden gözlere hitap ederek adeta halkın psikoloji ve tansiyonu yansıtılıyordu. 

Kimi zaman İsmet İnönü, diğer yabancı temsilcilerle müsabakaya çıkan kaslı, dev bir pehlivana benzetilirken kimi zaman kör ebe oyununda barışı oynayan bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. Görüşmeler uzadıkça halkın barış konusundaki sabırsızlıkları da yine karikatürlerle ortaya dökülüyor. 

Örneğin: Lozan trenini bekleyen iki kişi arasında şu konuşmalara yer veriliyor.

-Ya hu Lozan’dan gelen trenleri bekleye bekleye ayaklarıma kara sular inecek. Harp mi olacak sulh mu? Olacaksa olsun da biz de yapacağımızı ona göre bilsek.

-Nafile bekliyorsun azizim, ne sulhun olacağı var ne harbin. Avrupalıların 
maksadını anlayamadın mı? Vakit kazanıp bizim dâhili tefrikaya uğramamızı bekliyorlar ve 
o zaman dilediklerini bize kabul ettireceklerini zannediyorlar9.

Lozan, bağımsızlığın sembolü olmuştu. Bu önemli antlaşma için İngiltere’nin 
en önemli gazetelerinden Times, Türkleri kutluyor ve çabalarının önemini vurgulayan yazılar yayımlıyordu.



Yayımlanan bir makale Lozan’da Türklerin elde ettiği başarılar şöyle 
dillendiriliyordu; “Lozan konferansı nihayet sona yaklaştı. Müttefiklerle Türkler arasındaki son mücadelede bitti ve anlaşma yapıldı… Batı ile Türkiye arasında yeni bir ilişki şekli oluşmaktadır. Artık eski günler geçmiştir. 
Türk memleketlerinde ayrıcalıklar ve sultanlar devri kapanmıştır. Jön Türkler tarafından vaktiyle uygulanan Meşrutiyet, bu durumda pek az değişiklik yapmıştı. Şimdi yapılan değişiklik ise çok büyüktür. Lozan konferansında gelişen 
durumlarla Türkiye büyük devletlerle aynı ayak üzerinde konuşmuştur… 
Bu konferansta Türkiye, tam egemenlik ve bağımsızlık noktasında ısrar etmiştir. 
Artık bu devlet kendi başına yürümeyi istemektedir…”10.



Makalenin devamında ise Lozan’da masaya oturan Türkiye’nin eski Türkiye ile çok farklı olduğu artık yeni bir Türkiye’nin oluştuğu vurgulanıyordu. Mustafa Kemal’in tam da istediği buydu; Batı’nın Doğu’ya bakışını ve onu algılayışını kökten değiştirmek. Yaklaşık 3 yıl süren bağımsızlık mücadelesi, Anadolu halkının barışa olan özlemini artırmış, Çok değil kısa bir zaman önce kendi yurtlarında derin bir nefes alabilmek ve özgürce yaşayabilmek bir hayal iken artık o hayali gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşılmıştı.

1923 yılında, 23 Temmuz Hürriyet Bayramı İstanbul’da kutlanırken Ankara daha sönük geçti; çünkü aynı tarihlerde Ankara’nın gözü kulağı Lozan’dan gelecek haberlerdeydi. Lozan antlaşması ile Batılı devletlerle olan ilişkiler yeniden    düzenlenirken, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olduğu milletlerarası arenada kabul edildi. Bu tarihi haberi İsmet İnönü Lozan’dan gönderdiği tarihi telgrafla Ankara’ya duyurdu. Telgrafta barış antlaşmasının 24 Temmuz günü öğleden sonra yapılacağı bildirilmektedir. Haber Anadolu’ya hızla yayılır. 

1923 yılının 24 Temmuz günü gazeteler barış haberini süslü sütunlarla 
duyurur. ‘’Bugün Sulh Bayramıdır.’’ manşetiyle yayımlanan Tercüman-ı Ahval’de 
Lozan kahramanlarının resimlerine yer verildi11. Aynı gün Ankara da yüz bir pare top atışı yapıldıktan sonra mecliste bir tören düzenlendi. Mecliste milletvekilleri heyecan içindeydi. Nihayet rahat bir nefes alınacaktı. İstanbul basını da Lozan zaferini kutlayan yazılar yayımlar. Tevhid-i Efkâr Gazetesi haberi, “Bugün sulh bayramı: hakiki halas(kurtuluş) ve istiklal bayramıdır” diyerek tam sayfa süslü baskılarla duyurdu12. İleri Gazetesi ‘’Tarihimizde İki Temmuz’’ olarak yayımladığı bir yazıda 1920 ile 1923 Temmuzlarını karşılaştırmaktadır13. Bilindiği gibi 1920 Temmuz’unda Sevr, Osmanlı’nın önüne koyulmuş ve imzalaması istenmiştir. Fakat tarih tekerrür eder ve aynı masaya bu kez eşit şartlarda oturan Türkiye Devleti’dir.



İstanbul ÜniversitesindeLozan Günü Kutlamaları.,

Bu tarihten sonra Lozan’da kazanılan başarılar her yıldönümünde yurt 
genelinde törenlerle kutlanmaya başladı. 23 Temmuz 1924’te ‘’Türk milletinin boynuna geçirilmek istenen esaret zincirlerinin kırıldığı gün’’ olarak duyuruldu14. Katlanılan onca sıkıntının ardından Anadolu artık rahat bir nefes almaktaydı. Çünkü Lozan, Anadolu için özgürlüğü temsil ediyordu. Kutlamalar her yıl bir öncekinden renkli görüntülere sahne oldu. ‘’Sulh Bayramı’’ adıyla kutlanmaya başlanan Lozan Günleri’nde her yer tatil edildi. Gazeteler o günlerde cıvıl cıvıldı. Özgürlüğü simgeleyen karikatürler, hatta şiirler. Sütunların neredeyse tamamı bu anlamlı gün için ayrılmaktaydı. 
Ayrıca Lozan Günü’nün 23 ve 24 Temmuz olmak üzere iki günde de kutlandığı 
görülmektedir. Her ne kadar ulusal bir bayram olmasa da resmi makamlar ve halkın birlikte kutlamaya özen gösterdiği günlerdir. Gazete manşetlerinden de anlaşılacağı gibi Lozan Antlaşması’nın yıldönümleri bayram günü olarak kabul edilmektedir15. 

Lozan’da elde edilen başarı tam anlamıyla Türkler için bir başarıydı. Bu nedenle 
halkın gözünde adeta bir savaş kazanılmış gibi görülmektedir. Makalenin ilerleyen bölümlerinde de Lozan Antlaşmasının yıldönümünü ifade etmek için zaman zaman Lozan Sulh Günü ya da Lozan Sulh Bayramı şeklinde bir söylem benimsenmiştir. 

1925 yılında Lozan’ın önemi basın yoluyla halka anlatılmaya devam 
eder. Cumhuriyet Gazetesi ‘’Sulh Bayramı Şerefine’’ adlı bir şiiri baş sayfadan 
okuyucularıyla paylaştı. Gün baş sayfanın tamamı Lozan Sulh Günü için ayrılmıştı:

Büyük Müncimizin Huzuru Dehasında 

Deha türkün kılıcından saçarak berrak celal,
Çık salın gök de, zafer silahıdır ey şanlı hilal,
Şimale sal, teş’edün ervahı dağılsın şu zilal,
Kalmasın teşne göklerde ne hasret ne malul,
Azim ve imanla kazandık, yaşasın istiklal! 


Yüksel ey sancağımız, can sana her lahza feda, 
Geç semahı, eriş taa geriye kıl hamd-ü hüde 
Arşın etrafını sarsında gazad-u şüheda,
Bir ağızdan edelim şevk-ü meserretle nida,
Cevher-i canla kazandık, yaşasın istiklal!


Kim demiş sevk-i tesadüftür olan yaramız,
Bilakis hep feleğin rahmanıdır işlerimiz,
Irkımın maha-sı dehasıydı, evet rehberimiz!
Yendi her müşkülü, zabitlerimiz, askerlerimiz:
Nur-u irfanla kazandık, yaşasın istiklal!

İzmir; Fuad Hulusi16

1927 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti, Lozan Günü 
çerçevesinde Fakülte’nin konferans salonunda düzenlenen törende konuşan fakülte hocalarından Reşat Bey, Lozan’ın hukuk-u düvel yani devletler genel hukukundaki yeri üzerine bir konuşma yaptı. Törene çeşitli fakültelerden pek çok hoca ve öğrenci de katıldı. Lozan Sulh Bayramı’nı her yıl törenlerle kutlamayı geleneksel hale getiren İstanbul Üniversitesi Talebe Cemiyeti tarafından aynı yıl Lozan Sulh Bayramı anısına çeşitli kartpostallar bastırıldı. Bu kartpostallarda Mustafa Kemal ve Lozan heyetinin çeşitli resimlerine yer verilmekteydi. Cemiyet törende yapılan konuşmaları da bastırma konusunda bir karar aldı17. Sulh Bayramı’nın beşinci yıl dönümünde de Darül-Hukuk Fakültesi’nde bir tören yapıldı ve bir önceki yıllardan daha parlak şekilde kutlandı. Cumhuriyet Gazetesi kutlama haberini ertesi gün manşetten verdi:




‘’Gençlik ve Halk Lozan Zaferini Muazzam Tezahürle Tesid ve Bize Zafer 
Kazandıranları Minnet ve Şükranla Yâd Edildi.’’

24 Temmuz günü İstanbul Üniversitesi’nin salonunda yapılan törene 
her yaştan izleyici katıldı. Gönüllü öğrenciler salonun her yerini bayraklarla donattılar. 
Törenin saat ikide yapılacağı önceden duyurulmasına rağmen halk erkenden 
sıraları doldurdu. 13.30 itibariyle oturulacak yer kalmamıştı. Durmadan Tezahüratlar ve marşlar çalınıp söyleniyordu. Bu sıcak yaz ayında buram buram terleyen izleyiciler, sıcağa aldırmadan töreni sonuna kadar izlemekte direttiler. Öyle ya! Bağımsızlığın onaylandığı bugünün Türkiye’de ne kadar coşkuyla kutlandığı herkese gösterilmeliydi.

Törene Reisi Cumhur Kâtib-i Umumiyesi (Genel Sekreter) Tevfik Bey, İçişleri 
Bakanı Şükrü Kaya ve Fırka Müftüsü Hakkı Şinasi Bey, Kars Milletvekili Ağaoğlu 
Ahmet Beyler katıldılar. Okunan İstiklal Marşı’nın ardından açılış konuşmasını 
yapmak üzere Talebe Cemiyeti Başkanı Munip Hayri Bey kürsüye geldi ve kalabalığı coşturan ateşli konuşmasına başladı:

 ‘’Aziz vatandaşlar, geldiğiniz için sizlere teşekkür etmeyeceğiz. Çünkü kıymetli 
huzurlarınızla şereflendirdiğiniz bu merasim uzun senelerdeki cümle hatıratın tesbit edildiği elim bir felaketten, bas-ü madelmevd (diriliş) Cümlesiyle sıyrılan kahraman Türk milletinin ulu gayesinin fazla bir inkişaf safhasıdır ki onu tesid (kutlamak) için yapılan merasime içten gelen bir arzu ile iştirak etmek her Türk vatandaşının mühim vazifesidir. Lozan muahedesi işte bize böyle bir vatan temin eyledi. Onu nasıl tesid etmeyelim. Türk tarihine kazandırdığı bu siyasi zafer muhterem ismet paşa hazretlerine gençliğin şükran hislerini bu vesileyle iblağ 
ediyorum”18.

Bu dönemde Lozan Sulh Bayramları’na daha çok devrimci kadronun önem 
verdiği görülürken Abdülhamid İstibdadı’nın yıkılışını ve Meşrutiyeti temsil eden 
Hürriyet Bayramları ise eskiyi temsil ettiği için üzerinde durulmayan bir gün 
olarak zihinlerde yer etmeye başladı. Hürriyet Bayramları 1935’e kadar düzenli 
olarak kutlansa da19 1923’ten itibaren her yıl dönümünde Hürriyet Bayramı ile 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı arasında bir fark olmadığı ve bu günlerin birbirlerini tamamlayan özellikleri olduğu vurgulanmaya devam edilmiştir.



‘’Türk milleti en çetin savaşlardan sonra 23 Temmuz’da noksan kalan inkılâbı 
tamamlamış ve cebbar (zorba) bir saltanatı def ederek onun yerine istiklali, hâkimiyet-i Milliye’yi cumhuriyet ederek kurmuş ve ilan etmiştir. Gözlerimizi biraz maziye çevirip ufak bir mukayese yaparsak 23 Temmuz 1908’ de atılan adımla 29 Ekim 1923’te elde edilen gayenin arasında küçük seneler içine sokuşmuş hazin bir tarih safhası görürüz. 

23 Temmuzda milletimiz elindeki zincirleri kırmış fakat ayağındaki onu azade bırakmayan zincirleri koparıp atmamıştı. Fakat nihayet bu zincirler 29 Ekim 1923’te koparıldı.’’20


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

30 Ağustos 2018 Perşembe

Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası (1953-1955) BÖLÜM 2


Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası 
(1953-1955) BÖLÜM 2



3. Türkiye’nin Başını Çektiği Paktlar ve ABD 

Türk-Amerikan ilişkilerinde zaman zaman bazı pürüzler meydana gelse de Türkiye için ABD vazgeçilemez bir müttefik olmuştur. Bu çerçevede 8 Mayıs 1954 tarihinde Adnan Menderes, ABD Büyükelçisi Warren’e Türkiye’nin 4 yıllık askeri ve ekonomik planını görüşmek üzere ABD’ye ziyaret yapma isteğini bildirmiştir. Washington ve Ankara arasında yapılan görüşmeler sonucunda 1 Haziran’da Başbakan Adnan Menderes yanında Savunma Bakanı Ethem Menderes ve Genel Kurmay Başkanı Nurettin Baransel olduğu hâlde ABD’ye 
bir ziyaret gerçekleştirmiş ve ABD Başkanı Eisenhower dahil olmak üzere ABD’li yetkililerle temasta bulunmuştur.33 

Menderes, 2 Haziran’da ABD Başkanı Eisenhower ile görüşmüştür. Eisenhower, görüşmeden sonra ABD Dışişleri Bakanı Dulles’e yolladığı bilgilendirme notunda, görüşmede Türk tarafınca dile getirilen konulara değinmiştir. Özellikle Menderes’in ittifakın güney kanadının güçlendirilmesine yönelik düşüncelerinin kendisini etkilediğini belirtmiştir. Menderes’in kendisine 2 Nisan 1954 tarihinde imzalanan Türk-Pakistan ittifakının34 Afganistan’ı da içerecek şekilde başka katılımcı ülkelerle güçlendirilmesi gerektiğini söylediğini yazmıştır.35 Ortadoğu’da Sovyetlere karşı bir ittifak sistemi oluşturma fikri ABD Dışişleri Bakanı Dulles’in daha önce planladığı bir düşünceydi. Hatta bu amaçla çıktığı 
Ortadoğu turunda36 25-27 Mayıs 1953 tarihinde Türkiye’ye de gelmiş ve bir takım görüşmeler yapmıştı.37 Türkiye, Dulles tarafından ortaya atılan bu fikrin peşini bırakmamıştı. Bu durum ABD’nin Ortadoğu politikasıyla uyum sağlamaktaydı. 

Eisenhower’la görüşmesinin ardından aynı gün Adnan Menderes, Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Feridun Erkin’in de katıldığı bir toplantıda, ABD Dışişleri Bakanı ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu toplantıda ilk olarak gündeme alınan konu Balkan Paktı olmuştur. Menderes, Dulles’in bu pakt hakkında fikirlerini sormuştur. Dulles cevaben güçlü bir şekilde böyle bir organizasyonun ortaya çıkmasından memnun olduklarını söylemiştir. ABD’nin, Güney Avrupa’nın savunmasının güçlenmesine çok büyük önem verdiğini ve Yugoslavya’nın 
da bu sistem içerisinde olmasını önemsediklerini söylemiştir. Daha sonra İtalya konusuna değinen Dulles, Yugoslavya ve İtalya arasında Trieste bölgesinin kontrolü için devam eden mücadelenin İtalya’nın Yugoslavya’ya karşı istenmeyen bazı girişimlere kalkışmasına neden olabileceğini, fakat ABD’nin bu sorunun çözümü için çalıştığını ve yakın bir zamanda bir formül bulunacağını dile getirmiştir. Menderes cevabında, Trieste sorununun çözümünün gerçek bir Balkan ittifakının önünü açabileceğini söylemiştir. İlaveten İtalyanların böyle bir 
durumun kendi avantajlarına olacağını görmesi gerektiğinin de altını çizmiştir.38 

Türkiye ile Pakistan arasında imzalanan pakt konusunda görüşlerini ifade ederken Dulles, bu durumu geçmiş birkaç yıl içinde meydana gelen en ümit verici gelişme olarak nitelendirmiştir. Bu paktın, kendisinin geçen yıl gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisinde dile getirdiği fikirler çizgisinde olduğunu ve İran ile Irak’ın da bu pakta katılacağını ümit ettiğini belirtmiştir.39 2 Haziran 1954 tarihindeki Menderes ile Dulles arasındaki görüşmeye, 4 Haziran’da tarafların tekrar bir araya gelmesi ile devam edilmiştir. Dulles tekrar Türk-Pakistan anlaşmasının önemine değinmiş ve İran ile Irak’ın da böyle bir organizasyonda yer alma olasılığı üzerine bir tartışma başlatmıştır. Menderes ve Dulles, bu iki ülkenin de mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ittifaka katılmasının önemi üzerinde hemfikir olduklarını ifade etmişlerdir. Bu ittifakın bir faydasının da, Irak’ı Arap Ligi’nden uzak tutacağı olarak belirtilmiştir. Menderes, bir an önce İran ile Irak’ın da Pakistan’la gerçekleştirmiş oldukları anlaşmaya dahil olmalarını istemiştir. Bu nedenle ABD’nin bu iki ülkeye bu hususta baskı 
yapması gerektiği düşüncesinde olmuştur. Dulles, cevaben böyle bir baskının sonuç vereceğinden emin oldukları anda bunu gerçekleştirmekten geri kalmayacaklarını belirtmiştir.40 

Görüldüğü üzere Bağdat Paktı’nın kurulmasına giden bu süreçte, ABD yönetimiyle uyum içinde olan Türk hükümetinin, Balkan Paktı’nın işlevi noktasında ise Washington’la bazı görüş ayrılıkları vardı. Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında 28 Şubat 1953 yılında imzalanan Dostluk ve İşbirliği Anlaşmalarıyla ortaya çıkan bu paktı Menderes, daha ileri taşıyıp tam bir ittifak şeklini alması için uğraşmaktaydı. Fakat Dulles, Balkan Paktı’nda bulunan devletlerin şu esnada daha ileri gitmesine sıcak bakmıyordu. Daha önce değinildiği gibi İtalya’nın Trieste bölgesi nedeniyle Yugoslavya ile sorunları vardı ve ABD de bu sorunların çözümü için çabalamaktaydı. 

Bu nedenle Dulles, Menderes’e yaptığı açıklamada Balkan Paktı’nın bir askeri ittifaka dönmesinin, tam Trieste için çözümün arandığı esnada İtalya tarafından hoş karşılanmayabileceği ve İtalya’nın masadan kalkmasına neden olabileceğini söylemiştir. Menderes, cevaben durumu anladığını ve sorunun çözümü için bir süre bekleyebileceğini ama Balkan İttifak Anlaşmasının Trieste sorununun çözümüne bağlanmaması gerektiğini dile getirmiştir. 
Ayrıca Türkiye’nin Balkan Paktı’nı tam bir ittifaka dönüştürecek hamleleri  geciktirmesinin Yugoslavya için Türkiye ve Yunanistan’ın anlaşmadan çekildiklerine dair bir kanı uyandırabileceğini söylemiştir. Bu nedenle görüşme esnasında Menderes, iki kez 30 gün bekleme süresine değinmiş, Dulles ise ısrarla tam bir Balkan ittifakının tesisi için Trieste sorununun çözümünü işaret etmiştir.41 Sonuç olarak Menderes 9 Ağustos 1954’te Yugoslavya’nın Bled şehrinde Yugoslav ve Yunan yetkililerle Balkan İttifak Anlaşmasını imzalamıştır.42 Kısa süre sonra da İtalya ile Yugoslavya, Trieste konusunda uzlaşıya varmıştır. 

Gerek Balkan Paktı gerekse Bağdat Paktı’nın beklenen etkiyi yaptığı söylenemez. Türkiye’nin Yunanistan’la Kıbrıs sorunu üzerindeki fikir ayrılıkları nedeniyle, Balkan Paktı’nın daha başlangıçta fonksiyonunu kaybettiği söylenebilir. Bağdat Paktı’na gelince Ortadoğu’yu Batı güvenlik şemsiyesi altına almayı planlayan bu anlaşma, Irak dışında diğer Arap devletlerinden ilgi görmemiş ve beklenen etkiyi sağlamamıştır. Yine de Türkiye; bu iki anlaşmayla Batı ittifakı için ne kadar çaba sabrettiğini bir kez daha ABD’ye gösterme fırsatı yakalamış, bu sayede ABD’nin o yıllarda Türk hükümetinin çok ihtiyaç duyduğu ekonomik ve askeri yardımı arttırarak yapmaya devam edeceğini hesap etmiştir.43 

4. Menderes Hükümetinin Hayal Kırıklığı: ABD ve Türkiye Arasında Ekonomik Yardım Konusunda Anlaşmazlık 

Türk heyetinin ABD ziyaretinden sonra, Dışişleri Bakanı Dulles, ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçiliğine bir bilgilendirme notu göndermiştir. Genel olarak görüşmelerin dostça bir ortamda geçtiğine değinen Dulles, özellikle ABD’nin Türkiye’ye uygulamaya devam edeceği yardımlardan bahsetmiştir. Bu bilgi notundan anlaşıldığı üzere Türk heyeti, özellikle ekonomik yardımlar konusunda ABD’li yetkililerden taleplerde bulunmuşlardır. Washington yönetimi de Türkiye’nin konumu itibariyle savunması için göstereceği çabalarda yardıma devam edeceğini ifade etmiştir. Son olarak Ankara’daki Büyükelçiliklerine gönderdiği bu notta Dulles, Menderes’in Türk ekonomisi üzerinde herhangi bir olumsuz etkiye mahal vermeyecek şekilde program hazırladığına değinmiş 
ve ABD yönetiminin de Türk hükümetinin bu alanda başarılı olacağını umduğunu belirtmiştir.44 

1950-1953 yılları arasında ABD yardımları, iyi giden hava koşullarının tarımda verimi arttırması, Türk ekonomisinde genel bir büyümeye yol açmıştı. DP iktidara geldiğinde ülkenin ekonomik durumu göze alındığında, bahsi geçen yıllarda yakalanan bu büyümede ABD yardımlarının yanı sıra hükümetin takip etmiş olduğu ekonomi politikasının da etkisi olmuştur. 

Özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında çıkarılan varlık vergisinin45 ülkede var olan sermayeyi kaçırmasının oluşturduğu güçlüğe rağmen Türkiye, ekonomik alanda bir sıçrama yakalayabilmiştir. Bu durum da DP hükümetinin bir başarısı olmuştur. Fakat, özellikle 1950’lerin ortalarından itibaren Türk ekonomisi iyi sinyaller vermemeye başlamıştır. Bu yıllarda gerek hava koşullarının kötü gitmesi, gerekse tarımda plansız makineleşme, Türk ekonomisini zora sokmaya başlamış, bu yıllarda artan ithalat oranı ülkedeki dövizi eritmiş46 ve 
bunun doğal sonucu olarak da Türk hükümeti, ABD’den ekonomik yardımlarını arttırması noktasında daha ısrarcı bir tutum almaya başlamıştır. 

Türk ekonomisinin içinde bulunduğu bu zor durum 1954 yılı Ekim ayında, Türkiye’de üç ay geçirdikten sonra Washington’a, görev yerine geri dönen Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Feridun Erkin’in, hemen ABD’li yetkililerle bir görüşme talep etmesi ve sağlanan görüşme esnasındaki taleplerinden de anlaşılabilir. Erkin, ilk olarak ABD’li yetkililere Menderes’in Haziran ayında gerçekleştirdiği ziyarette gündeme gelen ekonomik yardımı47 ne zaman verebileceklerini sormuştur. Yakın Doğu’dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı John Jernegan, verdiği cevapta, kararlaştırılan 70 Milyon dolar yardımın verilmesi üzerine çalışmaların devam ettiğini söylemiştir. Erkin, bu yardımın borç olarak değil hibe olarak uygulanmasını istemiştir.48 

Türkiye’nin ekonomik olarak içinde bulunduğu zor durumu anlatmak için Erkin, ABD’li yetkililere kendisinin Türkiye’de Menderes’le arasında geçen konuşmayı da aktarmıştır. Buna göre Menderes, uzun bir aradan sonra Türkiye’ye gelen Erkin’e Türkiye’de herhangi bir değişiklik fark edip etmediğini sormuş, Erkin de cevaben Menderes’e, insanların davranışlarında çok fazla değişiklik meydana geldiğini, herkesin mutlu olduğunu, gülümsediğini, yüksek morale sahip olduğunu ve bir şeylerle meşgul olduklarını söylemiştir. 

Bu cevap üzerine Menderes, Erkin’e burada kendisine söylediği bu sözleri Washington’a döndüğünde Dulles’e de söylemesini istediğini, çünkü kara bulutların Türkiye’nin bu parlak resmi üzerinde dolaştığını, bunların da Türkiye’nin kredi ve döviz sıkıntısı olduğunu söylemesini istemiştir. 
Bu anekdottan sonra Erkin, Menderes’in 4 Haziran’da istediği fakat 
alamadığı 300 milyon dolarlık yardımın, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik şartlar dolasıyla en azından borç olarak verilmesi istediğini, ABD’li yetkililere iletmiştir. Jernegan, Türkiye’nin bu parayı kısa dönem borçlarını kapatmak için mi isteyip istemediğini sormuş, Erkin bu paranın borçlar için kullanılacağını düşünmediğini, Türkiye’nin kalkınma planı için kullanılacağını söylemiştir. 
Bu cevap üzerine ABD’li yetkililer, herhangi bir yorumda bulunmamışlardır.49 

Aslında, Washington yönetimi Türkiye’nin ekonomik durumunu yakından takip etmiştir. Ankara’nın sürekli ABD yardımına bağlı olmasından çok, kendi ayakları üzerinde durabilmesi, ABD yönetiminin arzu ettiği bir durum olmuştur. ABD İcra Müdürlüğü Sekretaryası, Dışişleri Bakanı Dulles’e sunduğu Türkiye’nin kötüye giden ekonomisi hakkındaki raporunda, ABD’nin bu gidişatı önlemek için alabileceği bazı tedbirlerden bahsetmiştir. Buna göre, Türk hükümetini yapılması planlanan Amerikan yardımlarıyla uyumlu bir ekonomik politika izlemesini teşvik etmek, Türkiye’deki ekonomik soruna çare olabilecek yöntemlerden biri olarak sunulmuştur. Başka bir alternatifse, açıkça ABD’nin Türkiye’ye, mali durumunu 
düzeltmeye yönelik politikalar takip etmediği takdirde yapacağı yardımları gözden geçireceğini bildirmesi olarak gösterilmiştir. Fakat bunu yaparken de ABD’nin Türkiye’ye daha önce verilmiş yardım sözlerinin de unutulmaması gerektiği de raporda belirtilmiştir.50 

Menderes hükümeti tam bir müttefik anlayışıyla politikalarını tamamen ABD politikalarına entegre ederken, hükümetin içine düşmüş olduğu bu ekonomik bunalımda Washington yönetiminin Ankara’nın bir nevi “imdat” sesine karşı takındığı tavır, Menderes üzerinde tam bir hayal kırıklığına yol açmıştır. ABD’li yetkililerin Türk hükümetine yardım yerine ekonomiyi düzeltmek için öneriler getirmesi Türk hükümetini sinirlendirmişti. Ayrıca, Nisan 1955 tarihinde Menderes’in ABD Büyükelçisi ile görüşmesi sırasında Büyükelçinin, 
ABD olarak dış yardımlarını yaparken dikkatli davrandıklarını söylemesi, Menderes’in tepkisine neden olmuştur. Büyükelçinin daha sonra Washington’a gönderdiği notta, o günün hayatının en sert görüşmelerinden birisi olduğunu dile getirdiği bu görüşmede Menderes, iki ülke arasındaki dostluğun ebedi olduğundan bahsettikten sonra, “fakir” olarak görülen Yugoslavya, Yunanistan ve Avusturya’nın bile Türkiye’ye kredi vermeye istek gösterirken, ABD’nin Türkiye’nin bu yöndeki talebine karşı isteksiz durmasını eleştirmiştir. Ayrıca, 
Türkiye’nin ekonomik anlamda önemli bir tehlikesi olmadığını iddia eden Menderes, eğer geçen yılın tarım mahsulü iyi olsaydı, ABD’nin yardımına bile ihtiyaç duymamış olacaklarını 

Büyükelçiye ifade etmiştir. Türkiye’nin, ABD yönetiminin Türk ekonomisi hakkındaki olumsuz tahminlerini boşa çıkaracağını söyleyen Menderes, ABD’nin, ihtiyacı olduğu bir dönemde Türkiye’ye yardım etmemesini Türkiye’nin uzun süre unutmayacağını sözlerine eklemiştir.51 

Daha sonra Başbakan Yardımcısı Rüştü Zorlu, ABD’ye giderek yardım talebini tekrar gündeme getirmiştir. Türkiye’nin çok zor durumda olduğunu söylemiş 
ve acil krediye ihtiyaç duyduklarını bir kez daha ABD’li yetkililere iletmiştir. ABD dışişlerinden George Allen, verdiği cevapta ABD’nin şu an Türkiye’ye yardım yapamayacağını söylemiştir. Zorlu cevaben, kendi hükümetine ABD’nin zor durumda oldukları bir sırada yardım yapmayı reddettiğini bildireceğini söyleyerek, Allen’e gözdağı vermeye çalışmıştır. Bunun üzerine 
Allen; bunun Zorlu’nun kendi kararı olacağı, nasıl istiyorsa o şekilde hükümetine iletebileceğini ama ABD’nin her zaman Türkiye’nin yanında olup çıkarlarını gözeteceğini söylemiştir. Türk-Amerikan ilişkilerinde herhangi bir olumsuzluk istemeyen Zorlu da ABD yardım etse de etmese de iki ülke arasındaki ittifakın devam edeceğini dile getirme mecburiyeti hissetmiştir.52 

Allen, Zorlu’ya Türk hükümetinin ekonomik olarak düştüğü bu zor durumun en büyük sebebinin şanssızlık olup olmadığını sormuş ve Menderes’in daha önce dile getirdiği geçen yılki hasadın iyi olamaması konusunu açmıştır. Zorlu da bu yönde açıklama yapınca Allen, Türk ekonomisinin bu türlü doğal nedenlerle ortaya çıkacak sorunlar karşısında güçlü olması gerektiğini söylemiştir.53 Ayrıca Allen, Türklerin kendi ekonomik sistemlerini düzene sokmalarını istemiştir.54 Aynı yıl içinde ABD’nin Türkiye’den devalüasyon yapması yönündeki talepleri de Türk hükümetince kabul edilmemiştir.55 Görüldüğü gibi Eisenhower döneminin ilk yıllarında ortaya çıkan bu ekonomik yardım anlaşmazlığı, Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. 1955’ten sonra ABD’nin ekonomik yardımlarını koşullara bağlaması, Türkiye’nin kredi elde etmesini daha da zorlaştırmıştır. İki ülke arasında olumsuzluğa yol açan bu durum, Ortadoğu bunalımlarının sonucu olarak 1957 yılında ilan edilen Eisenhower Doktrini’ne kadar Türk-Amerikan ilişkilerini etkilemeye devam etmiştir.56 Hatta daha sonraki süreçte de ABD’den isteği yardımları almakta zorlanan Menderes, 1960 yılında Sovyetlerle ilişkileri geliştirmek için bir Moskova’ya ziyaret gerçekleştirmeyi planlamıştır.57 Fakat 27 Mayıs askeri darbesi buna fırsat vermemiştir. 

Sonuç 

1953-1955 yılları arası Türk-Amerikan ilişkileri için yapılabilecek ilk değerlendirmelerden birisi, iki devletin de Soğuk Savaş’ın tüm hızıyla devam ettiği yıllarda işbirliğine oldukça önem verdikleridir. Fakat 1947 yılında Truman Doktrini ile başlayan ve Türkiye’nin NATO’ya katılımına kadar olan süreçten farklı olarak, ekonomik yardım konularında, 1953 yılı itibariyle ABD daha temkinli politika izlemeye başlamış ve bu durum da Türk yöneticilerde endişe ve hayal kırıklığına neden olmuştur. 

Özellikle 1953-1955 yılları arası Menderes’in kişisel olarak devreye girmesinin yanı sıra, zaman zaman yardımcısı Zorlu ve Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Erkin vasıtasıyla, ABD’li yetkililerin gündemine getirdiği Türkiye’nin ekonomik yardım taleplerinin olumsuz neticelenmesi, 1947-1952 yılları arasındaki “sarsılmaz” dostluğa, ez azından Türk hükümeti açısından bir gölge düşürmüştür. Askeri üs ve tesislerin yanı sıra; büyük çabalar sarf ederek meydana getirdiği paktlarla da Batı bloğunun çıkarlarını bölgesel olarak korumaya çalışan Türkiye’nin, ABD tarafından ekonomik alanda bırakıldığı bu zor durum, Ankara’yı gücendirmiştir. 

Ekonomik yardım, o dönemde Türkiye’nin en önemli önceliği olmuş ve ABD ile ortaya çıkan pürüzlerin ana sebepleri arasında yer almıştır. Fakat ABD Büyükelçisi McGhee’nin Ankara’dan ayrılmadan önce ABD yönetimine yazdığı nottan anlaşıldığı üzere, o zaman ki Türk yöneticilerinde, kendilerine ABD tarafından yeterli önem verilmediğine dair kanı oluşmuştu. Bu durum Büyükelçiyi bile rahatsız etmiş ve yaptığı uyarılar sonucu ABD 

Dışişleri, hızlı bir şekilde oluşturduğu gezi programıyla Cumhurbaşkanı Bayar’ı ABD’ye resmi ziyaret için davet edebilmişti. Bu davet meselesi ikili ilişkileri direkt olarak etkileyen bir husus olmamıştır. Fakat ABD’nin kendisiyle daha sıkı bir müttefiklik ilişkisi içerisinde olmasını isteyen Türkiye için bir hayal kırıklığına yol açmıştır. Diğer taraftan, Türk hükümetinin de ABD’nin Türk topraklarında askeri üs açma talebine hemen cevap vermeyip, bu konuyu biraz ağırdan aldığı yorumunda bulunulabilir. Aslında, NATO’ya girdikten sonra ABD tarafından 
ısrarla dile getirilen Türk topraklarında askeri üs ve tesisler kurma talebi, Türk hükümeti tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Bu durumun ikili ilişkileri daha da sıkılaştıracağı düşünülmüştür. Fakat daha önce de değinildiği gibi ABD Büyükelçisinin bir an önce Türkiye’de askeri üs açılması noktasında ısrarlı tutumuna rağmen Türk hükümetince üs meselesinin değerlendirme aşamasında olduğu söylenmiştir. Bu duruma bakılarak Türk hükümetinin üs meselesini, ABD’nin özellikle ekonomik alanda Türkiye’ye yardımlarını arttırması için taktiksel olarak kullandığı görüşü dile getirilebilir. 

Sonuç olarak ABD, Türkiye’nin stratejik önemini göz önünde bulundurarak böyle bir ülkeyi kaybetmek istememiştir. Türkiye de Sovyet tehlikesine karşı NATO’nun ve doğal olarak da ABD’nin en büyük dayanağı olduğunun bilincinde olmuştur. Bu nedenle 1953-1955 yılları arasında, 1964 yılındaki gibi Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kırılma meydana gelmemiştir. Fakat bu zaman zarfında iki ülke arasında ortaya çıkan ve yukarıda bahsedilen olumsuzluklar, ileriki yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerinde meydana gelebilecek büyük krizler için bir nevi sinyal niteliğinde olmuştur. 

KAYNAKÇA 

I. Arşiv Kaynakları Foreign Relations of the United States (FRUS) 

1) Soviet Union, Eastern Mediterranean, Volume XXIV, 1955-1957, United States Relations with Turkey: Questions of Economic and Military Assistance: 
Editorial Note, document no: 316. 
Editorial Note, document no: 317. 
Telegram from the Embassy in Turkey to the Department of State, no. 323. 
Memorandum of a Conversation, Department of State, Washington, no. 326. 
Editorial Note, no. 346. 

2) Eastern Europe; Soviet Union; Eastern Mediterranean: Volume VIII, 1952-1954 United States Relations with Turkey: United States Economic and Military 
Assistance; Visits of United States Officials to Turkey and Turkish Officials to the United States: 
The Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State, no. 472. 
Memorandum of Conversation, by the Ambassador in Turkey, no. 473. 
Memorandum of Conversation, by the Ambassador in Turkey, no. 475. 
The Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State, no. 479. 
The Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State, no. 480. 
Memorandum by the Secretary of State to the President, no. 481. 
The Ambassador in Turkey (Warren) to the Department of State, no. 482. 
Editorial Note, no. 485. 
Memorandum by the President to the Secretary of State, no. 486. 
Memorandum of Conversation, by the Deputy Assistant Secretary of State for Near 
Eastern, South Asian, and African Affairs (Jernegan), no. 487. 
Memorandum of Conversation, by the Assistant Secretary of State for Near Eastern, 
South Asian, and African Affairs (Byroade), no. 488. 
The Secretary of State to the Embassy in Turkey, no. 489. 
Memorandum of Conversation, Prepared in the Bureau of Near Eastern, South Asian, and African Affairs, no. 490. 

II. Kitaplar ve Makaleler Journal of History Studies 

AKMAN, Halil-ZEYREK, Suat, “John Foster Dulles’in Ortadoğu Gezisi, Temaslar ve Tepkiler (11-28 Mayıs 1953)”, Avrasya İncelemeleri Dergisi, II/2, 2013, s. 259288. 
ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, Timaş Yayınları, İstanbul, 2015. 
ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri (Açıklamalı), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991. 
BAĞCI, Hüseyin, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, 4. basım, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2014. 
ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, 5. Baskı, İmge Kitapevi, Ankara. 
ERHAN, Çağrı, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar 1918-1980, Ed. Baskın Oran, 
       C. I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009. 
ERHAN, Çağrı, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, 2. baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 2015. 
GÖNLÜBOL, Mehmet ve diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), 10. basım, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2014. 
HALE, William, Türk Dış Politikası 1774-2000, Çev: Petek Demir, Mozaik Yayınları, İstanbul, 2003. 
HARRIS, George S., “Turk-American Relations Since the Truman Doctrine”, Turkish-American Relations Past, Present and Future, Ed. 
            Mustafa Aydın ve Çağrı Erhan, Routledge, London, 2004. 
KARPAT, Kemal H., Türk Dış Politikası Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2015. 
KURAT, Akdes Nimet, Türk-Amerikan Münasebetlerine Kısa Bir Bakış (1800-1959), Doğuş Matbaası, Ankara, 1959. 
McGHEE, George C., “Turkey Joins the West”, Foreign Affairs, Vol. 32, No. 4, (July, 1954). 
SANDER, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara: İmge Kitapevi, 1994. 
SANDER, Oral, Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, İmge Kitapevi, Ankara, 2016. 
SANDER, Oral, Türkiye’nin Dış Politikası, Der: Melek Fırat, İmge Kitapevi, Ankara, 2013. 
SÖNMEZOĞLU, Faruk, (2006). II. Dünya Savaşı'ndan Günümüze Türk Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul, 1996. 
SEYDİ, Süleyman, “Soğuk Savaş Dönemi Türk Dış Politikası”, Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, Ed. Süleyman İnan-Ercan Haytoğlu, Anı Yayıncılık, Ankara, 2006. 
The Cold War after Stalin's Death, ed. Klaus Larres and Kenneth Osgood, Rowman & Littlefield Publishers, Maryland, 2016. 
USLU, Nasuh, “1947'den Günümüze Türk-Amerikan ilişkilerinin Genel Portresi”, Avrasya Dosyası, 6 (2), (Yaz 2000). 


DİPNOTLAR;

1 Bkz. Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, 2. baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 2015. 
2 Faruk Sönmezoğlu, II. Dünya Savaşı'ndan Günümüze Türk Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul, 2006, s. 37-39. 
3 Foreign Relations of the United States (FRUS), 1955–1957, Soviet Union, Eastern Mediterranean, Volume XXIV, United States Relations with Turkey: 
   Questions of Economic and Military Assistance, “Editorial Note”, document no: 316, 5 January 1955.
4 Nasuh Uslu “1947'den Günümüze Türk-Amerikan ilişkilerinin Genel Portresi”, Avrasya Dosyası, 6 (2), Yaz 2000, s. 214. 
5 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitapevi, Ankara, 1996, s. 295. 
6 Kemal H. Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2015, s.206-207. 
7 Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, 4. Baskı, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2014. 
8 Mehmet Gönlübol ve diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), 10. baskı, Siyasal kitapevi, Ankara, 2014. 
9 Oral Sander, Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, İmge Kitabevi, Ankara, 2016. 
10 Bkz. Çağrı Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar 1918-1980, Ed. Baskın Oran, 
    C. I, İletişim Yayınları, İstanbul. 
11 George S. Harris, “Turk-American Relations since the Truman Doctrine”, Turkish-American Relations Past, Present and Future, ed. Mustafa Aydın ve 
    Çağrı Erhan, Routledge, London, 2004, 68. Journal of History Studies 
12 FRUS, 1952–1954. Eastern Europe; Soviet Union; Eastern Mediterranean: Volume VIII, “the Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State”, 
    no. 472, 7 February 1953.13 FRUS, a.g.b. (adı geçen belge). 
14 Mehmet Gönlübol ve diğerleri, s. 235-236. 
15 FRUS, “the Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State”, no. 472, 7 February 1953. 
16 FRUS, “Memorandum of Conversation, by the Ambassador in Turkey”, no. 473, 4 March 1953. 
17 FRUS, a.g.b. 
18 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 131-133. 
19 FRUS, “Memorandum of Conversation, by the Ambassador in Turkey”, no. 475, 2 May 1953. 
20 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 133-135. 
21 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 166. 
22 Gönlübol, a.g.e., s. 235-236. 
23 FRUS, “The Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State”, no. 479, 18 June 1953. 
24 The Cold War after Stalin's Death, ed. Klaus Larres and Kenneth Osgood, Rowman & Littlefield Publishers, Maryland, 2016, s. ix-x.
25 Akdes Nimet Kurat, Türk-Amerikan Münasebetlerine Kısa Bir Bakış (1800-1959), Doğuş Matbaası, Ankara, 1959, s. 49.; 
    Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri (Açıklamalı), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s. 181-183.
26 FRUS, “The Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State”, no. 479, 18 June 1953. 
27 FRUS, a.g.b. 
28 FRUS, “The Ambassador in Turkey (McGhee) to the Department of State” no. 480, 30 July 1953. 
29 FRUS, “Memorandum by the Secretary of State to the President”, no. 481, 13 August 1953. 
30 FRUS, “The Ambassador in Turkey (Warren) to the Department of State”, no. 482, 21 January 1954. 
31 FRUS, a.g.b. 
32 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 166. 
33 FRUS, “Editorial Note”, no. 485. 
34 George C. McGhee, “Turkey Joins the West”, Foreign Affairs, Vol. 32, No. 4 (July, 1954), s. 617. 
35 FRUS, “Memorandum by the President to the Secretary of State”, no. 486, 4 June 1954. 
36 Süleyman Seydi “Soğuk Savaş Dönemi Türk Dış Politikası”, Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, ed. Süleyman İnan-Ercan Haytoğlu, Anı Yayıncılık, 
     Ankara, 2011, s. 278.
37 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1994-1995, Timaş Yayınları, İstanbul, 2015, s. 473.; Halil Akman-Suat Zeyrek, 
     “John Foster Dulles’in Ortadoğu Gezisi, Temaslar ve Tepkiler (11-28 Mayıs 1953)”, Avrasya İncelemeleri Dergisi, II/2, 2013, s. 273-276. 
38 FRUS, “Memorandum of Conversation, by the Deputy Assistant Secretary of State for Near Eastern, South Asian, and African Affairs (Jernegan)”, 
     no. 487, 2 June 1954.
39 FRUS, a.g.b. 
40 FRUS, “Memorandum of Conversation, by the Assistant Secretary of State for Near Eastern, South Asian, and African Affairs (Byroade)”, no. 488, 4 June 1954.
41 FRUS, a.g.b. 
42 William Hale, Türk Dış Politikası 1774-2000, Çev: Petek Demir, Mozaik, İstanbul, 2003, s. 125. 
43 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 172-176. 
44 FRUS, “The Secretary of State to the Embassy in Turkey”, no. 489, 5 June 1954. 
45 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, 5. Baskı, İmge Kitapevi, Ankara, s. 428. 
46 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 188-189. 
47 Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, s. 553. 
48 FRUS, “Memorandum of Conversation, Prepared in the Bureau of Near Eastern, South Asian, and African Affairs”, no. 490, 14 October 1954.
49 FRUS, a.g.b. 
50 FRUS, 1955–1957, Soviet Union, Eastern Mediterranean, Volume XXIV, United States Relations with Turkey: Questions of Economic and Military Assistance, 
    “Editorial Note”, document no: 317, 5 January 1955.51 FRUS, “Telegram from the Embassy in Turkey to the Department of State”, no. 323, 21 April 1955. 
52 FRUS, “Memorandum of a Conversation, Department of State, Washington”, no. 326, 21 May 1955. 
53 FRUS, a.g.b. 
54 FRUS, “Editorial Note”, no. 346, 21 August 1956. 
55 Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, s. 560.; Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 190. 
56 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 188-189. 
57 Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, Der: Melek Fırat, İmge Kitapevi, Ankara, 2013, s. 122-123. 


Yasin COŞKUN 




November 2017 

***

Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası (1953-1955) BÖLÜM 1


Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası (1953-1955) BÖLÜM 1 


Yrd. Doç. Dr. Yasin COŞKUN 
November 2017 
Siirt Üniversitesi -Siirt 

Özet: II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından oluşan yeni düzende Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye karşı takınmış olduğu saldırgan tutum, Ankara’yı Moskova’ya karşı denge unsuru olabilecek bir güç aramaya itmiştir. İngiltere’nin savaş sonrası eski gücünü yitirmesi, ABD’nin devreye girmesine neden olmuş ve Türkiye de bu yeni durumda Sovyet tehdidine karşı Washington yönetiminden destek arama yoluna girmiştir. ABD ve Türkiye’nin izlediği dış politikanın uyuşması onları birbirlerine yakınlaştırmış, önce Truman Doktrini daha sonra da Türkiye’nin NATO’nun üyesi hâline gelmesi, bu durumu daha da güçlendirmiştir. Fakat ikili ilişkilerin genel manada iyi gitmesine rağmen, 1953 yılı itibariyle aralarındaki konulara göstermiş oldukları bazı farklı yaklaşımlar, iki ülke ilişkileri arasında bir soğukluk oluşmasına neden olmuştur. ABD’nin Türkiye’den talep ettiği askeri üslere ve tesislere Ankara olumlu cevap vermesine rağmen, Türk hükümeti özellikle ekonomik yardım noktasında ABD’den istediği desteği tam olarak görememiştir. Bazı durumlarda, Washington yönetiminin Türk yöneticilerin isteklerine yaklaşımı, sıkı ilişki içinde olan iki müttefikten çok herhangi bir devlete karşı aldığı tavır gibi olmuştur. ABD’nin bu tutumu, Türkiye’de bulunan ABD Büyük Elçilerinin de gözünden kaçmamış, zaman zaman Washington’u Türkiye’ye karşı olan yaklaşımları nedeniyle uyarma ihtiyacı hissetmişlerdir. 

Bu çalışma Eisenhower iktidarının ilk yılları olan 1953-1955 tarihleri arasındaki Türk-Amerikan ilişkilerinin genel bir tahlilini yapmaktadır. 
Amerikan Belgelerine Göre Eisenhower Dönemi’nin İlk Yıllarında ABD’nin Türkiye Politikası (1953-1955) 

Giriş 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu bir ortama doğru giden yeni Dünya düzeninde, ABD geleneksel dış politikasını bir yana bırakarak daha aktif bir şekilde dünya siyasetinde yer almaya başlamıştır. Truman Doktrini ve Marshall Planı bu politikaların bir neticesi olarak gün yüzüne çıkmıştır. İngiltere’nin Mart 1947 tarihi itibariyle komünist güçlere karşı iç savaş hâlinde bulunan Yunan hükümetine askeri ve ekonomik yardım sağlayamayacağını açıklamasından sonra, Sovyetler Birliği’nin Yunanistan’daki bu iç savaşta komünistleri desteklediğini düşünen ABD hükümeti, Türkiye’yi de içine alan bir yardım planını devreye sokmak için çalışmalara başlamıştır. Böylece tarihsel kökenleri 18. yy. 
sonlarına kadar giden Türk-Amerikan ilişkilerinde1 yeni bir döneme girilmiştir. Bölgenin önemli ülkelerinden olan Yunanistan ve Türkiye’nin istikrarlı bir yönetime sahip olmasının önemine inanan ABD Başkanı Truman, Kongre’den 400 milyon dolarlık bir yardım talep etmiştir.2 Belirlenen bu yardım miktarından Türkiye’ye 100 milyon dolar ayrılmıştır. Daha sonraki süreçte ABD yönetimi Türkiye’yi desteklemeye devam etmiştir. Nitekim kısa bir süre sonra gündeme gelen ve Marshall Planı olarak bilinen yardımlardan Türkiye de istifade 
etmiştir. 

Görüldüğü üzere Başkan Truman döneminde ABD, Türkiye’ye yönelik askeri ve ekonomik yardım politikası başlatmıştır. 1953 yılında ABD’de yönetim el değiştirmiş ve Dwight D. Eisenhower ABD’nin yeni Başkanı olarak seçilmiştir. Bu yıllarda merak edilen konu, ABD’nin uyguladığı bu yardım politikasını sürdürüp sürdürmeyeceği olmuştur. 5 Ocak 1955 yılındaki Ulusal Güvenlik Konseyi (the National Security Council) toplantısında Hazine Bakanı George Humphrey’in dünya çapındaki Amerikan ekonomik yardımlarının kademeli olarak kısılması yönündeki talebine, Eisenhower’ın Türkiye üzerinden açıklama yaparak karşı çıkması, ABD yönetiminin hem yardımlarına devam edeceğini hem de Türkiye’yi bölgede önemli bir müttefik olarak gördüğünü bir kez daha göstermiştir. Buna göre Eisenhower, ABD’nin ekonomik yardım yapmasındaki temel amacın güvenlik konusunda kazanımlar elde etmek olduğunu söylemiş ve Türkiye’ye yardım etmenin ABD’nin bölge güvenliğini sağlaması açısından önemli rol oynadığına değinmiştir. Ayrıca Eisenhower’ın, ABD’nin Türkiye’ye yardım ederek Türklerin kendi ordusunu güçlendirmesini sağlamasının, ABD’nin ayrı bir kuvvet oluşturmasından daha iyi ve ucuz olacağını belirtmesi,3 Eisenhower döneminde 
de Türkiye ve ABD’nin sıkı bir ilişki içinde olacağının bir göstergesi olmuştur. Fakat Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli bir yer tutan ve iki devlet arasında tam bir iş birliği olduğu kabul edilen 1950’lilerin ilk yarısında4, Eisenhower’ın iktidara geldiği yıl olan 1953 yılı başlangıcından itibaren, Türk-Amerikan ilişkilerinde bazı pürüzler ortaya çıkmaya başlamıştır. 

Bu durum ABD Büyükelçiliği’nin Washington’a gönderdiği bilgi notlarında ve de Türk yetkililerle yapılan görüşmelerin değerlendirmelerini içeren Amerikan belgelerinde gün yüzüne çıkmaktadır. Genel olarak 1960’lı yılların başında meydana gelen U-2 Olayı, sonrasındaki Küba Füze Krizi5 ve en sonunda ünlü Johnson Mektubu’nun Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kırılmaya yol açtığı aşikârdır. Bununla birlikte, Türk-Amerikan ilişkilerinde meydana gelen güven bunalımının izlerine çok yoğun bir seviyede olmasa da, 1950’lilerin ilk 
yarısında rastlamak mümkündür. 

Türk-Amerikan ilişkilerini içeren çalışmalara bakıldığında genel olarak Eisenhower dönemini, 1956 yılında meydana gelen Süveyş Krizi sonrası 1957 yılında uygulanmaya konan Eisenhower Doktrini 6 ve yine bu dönemde Türkiye’nin oluşumunda önemli rol oynadığı Balkan ve Bağdat Paktları çerçevesinde ele aldıkları ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Hüseyin Bağcı Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar7 adlı eserinde bahsi geçen konular üzerinde detaylı bilgiler vermektedir. Yine aynı şekilde Olaylarla Türk Dış Politikası8 adlı eser de bu konu da geniş bir malumat ihtiva etmektedir. Bu yıllardaki önemli meselelerden olan ABD’nin Türk topraklarında üs elde etme girişimleri hakkında da önemli bilgiler veren eserler bulunmaktadır. 
Oral Sander Türk-Amerikan İlişkileri 1947-19649 adlı eserinde bu konu hakkında tafsilatlı bilgiler sunmaktadır. Çağrı Erhan da çalışmalarında bu hususta önemli bilgiler vermektedir.10 

Yapılan bu çalışma ise Eisenhower döneminin ilk yılları olan 1953-55 yıllarındaki Türk-Amerikan ilişkilerini ABD belgeleri ekseninde incelemiş ve genel çerçevesi araştırmacılar tarafından çizilen bu dönemdeki olaylar hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmayı amaçlamıştır. 

Bu açıdan da çalışmanın alana katkı sağlayacağı düşünülmüştür. ABD dışişlerinin resmi yayını olan The Foreign Relations of the United States (FRUS) serisinden bu dönemi kapsayan arşiv belgeleri taranmış ve analizi yapılmıştır. Yapılan bu inceleme göstermiştir ki, iki taraf da Türkiye’de kurulacak olan üsler gibi konularda sıkı ilişkileri yürütme gayretinde olmasına rağmen, bazen ekonomik yardımlar gibi diğer hususlarda izlenecek metotlar üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Hatta bazı zamanlar Türk hükümeti, kendisinin Amerikan 
hükümetine karşı müttefiklik çerçevesinde göstermiş olduğu ilgi ve alakayı, aynı şekilde Amerikan hükümetinden bulamadığı konusunda yakınmalarda bulunmuştur. Bu durum, Türk yetkililere ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda politikalarını gözden geçirip değişiklik yapabileceği konusunda yavaş yavaş bir fikir edinme imkânı vermiştir. 

Bu çalışma dört ana bölümden oluşmuştur. İlk olarak ABD’nin Türkiye’de üs edinme konusundaki faaliyetlerine değinilmiştir. İkinci bölümde, ABD Büyükelçisinin gündeme getirdiği Türk-Amerikan ilişkilerindeki pürüzler konu edinilmiştir. Üçüncü bölümde, Türkiye’nin dahil olduğu paktlar çerçevesinde Türk-Amerikan ilişkileri ele alınmıştır. Son bölümde ise ABD’nin Türkiye’ye yönelik ekonomik yardım politikası üzerinde durulmuş ve bu politikanın Türk-Amerikan ilişkilerine etkisi incelenmiştir. 

1. NATO Şemsiyesi Altında Gelişen İkili İlişkiler: 

ABD’nin Türk Topraklarında Etkinliğini Arttırma Çabaları 1953 yılı itibariyle Eisenhower’ın göreve başlamasından sonra, Washington’un Ankara ile ilişkilerinde Türkiye’de kurulması planlanan Amerikan askeri üsleri önemli rol oynamıştır. Özellikle Türkiye’nin 1952 yılında NATO’nun bir üyesi hâline gelmesi,11 ABD’nin bu yönde olan taleplerini daha da arttırmıştır. ABD Büyükelçileri Türkiye ile ABD arasında üsler konusunda yapılan görüşmelerde önemli rol oynamışlardır. Washington yönetimi, gönderdiği telgraflarla Büyükelçilerini yönlendirmiş ve Türk yetkililerle yakın temas kurmaları konusunda direktifler vermiştir. Bu manada, ABD Büyükelçisi George McGhee 7 Şubat 1953 tarihinde ABD Dışişlerine gönderdiği telgrafta Türkiye’de kurulması planlanan askeri üsler için yapmış olduğu faaliyetleri dile getirmiştir.12 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile görüşen Büyükelçi, eskiden beri süre gelen ve iki devletin ilişkilerinde önemli yer tutan, ABD’nin askeri yardım çabalarının, Türkiye’nin NATO üyesi olması hasebiyle karşılıklı sorumluluk çerçevesinde bir değişim geçirmesi gerekliliğinden bahsetmiştir. NATO anlaşmasının üçüncü maddesine değinen Büyükelçi, bu madde çerçevesinde ABD’nin Türkiye ile gizli anlaşma yapmaya istekli olduğunu söylemiştir.13 NATO anlaşmasının 3. maddesinin, ittifak üyesi ülkelerin ortak savunmanın daha etkili bir biçimde yapılabilmesi için birbirleriyle karşılıklı anlaşmalar yapmasına olanak sağlaması14 nedeniyle ABD, Türkiye gibi stratejik yönden önemli bir noktada bulunan bir ülkede askeri üsler elde etmeyi amaçlamıştır. 

Büyükelçi, Dışişleri Bakanı Köprülü’nün gizli anlaşma yapma önerisine gayet sıcak yaklaştığını Washington’a iletmiştir. Buna göre Köprülü, iki devlet arasında böyle bir anlaşma yapılmasını Türkiye’nin NATO üyesi olmasının doğal bir sonucu olarak görmüştür. Ayrıca Köprülü, ABD tarafından kurulacak askeri üslerin, Türkiye’nin Rusya’ya karşı savunmasında avantaj sağlayacağını da düşünmüştür. Bu nedenle Köprülü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayını almadan hükümetin çok büyük bir ihtimalle böyle bir anlaşmaya gizli bir şekilde onay verebileceğini McGhee’ye bildirmiştir. Fakat kesin bir cevap için, Başbakan ve diğer çalışma arkadaşlarıyla görüşmesi gerektiğini söyleyen Köprülü, yakın bir zamanda ABD Büyükelçisini bu konu hakkında bilgilendireceğini belirtmiştir.15 

Bir süre Türk hükümetinden cevap bekleyen Büyükelçi McGhee, 4 Mart 1953 tarihinde Köprülü’yü arayarak görüşme isteğinde bulunmuştur. Bu görüşmede, daha önceden askeri üsler konusunda dile getirmiş olduğu talepler hakkında Başbakan Menderes’le Paris’e yapacağı yolculuğu öncesi görüşmek isteğini bildirmiştir. Köprülü cevaben, Başbakanın yoğunluğu nedeniyle çok istemesine rağmen ABD’nin üs talebiyle yeteri kadar ilgilenemediğini dile getirmiştir. Görüşme esnasında Menderes’i arayan Köprülü; Başbakanın üs konusunu hemen Büyükelçiyle görüşüp görüşemeyeceğini sormuş, Başbakan Menderes cevap olarak, Paris seyahatinden döndükten sonra bu konuyu ayrıntılı bir şekilde masaya yatıracağını söylemiştir. Bu görüşme sonrası Büyükelçi, ABD makamlarına ilettiği bilgilendirmede, konunun önemine binaen Türk hükümeti üzerinde fazla baskı kurmadığını ve hükümetin askeri üs anlaşmasını dikkatli şekilde incelemesinin normal olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur.16 

Büyükelçiyle görüşmesi esnasında Köprülü’nün değinmiş olduğu bir başka husus ise, Türkiye’nin ordusundaki subay sayısında artışa gitme kararı olmuştur. Büyükelçi bu durumdan duymuş olduğu memnuniyeti ifade etmiştir. Bu manada Türkiye'ye yardım için oluşturulan Ortak Amerikan Askeri Misyon’un Şefi General William Arnold’un, Türk ordusunda subay sayısının artışına ihtiyaç olduğu yönünde fikre sahip olduğu da Büyükelçi tarafından Köprülü’ye iletilmiştir.17 Bu durumun ABD’nin o sıralarda Sovyet tehdidine karşı takip ettiği “sınırlı savaş” stratejisinin bir parçası olduğu söylenebilir. Buna göre Sovyet tehdidini “nötralize” etmek için ittifak üyelerinin geniş ordulara sahip olmaları gerekli görülmüştür.18 

ABD açısından Türk ordusundaki subay sayısının artışı önemli bir gelişme olmuştur. Fakat Türk topraklarında üs kurma konusunda hâlâ kesin bir cevap alınamamıştı. Bu nedenle, 2 Mayıs tarihinde kendi talebi üzerine Başbakan Menderes’le yarım saatlik bir görüşme gerçekleştiren Büyükelçi, ABD’nin askeri üs talepleri konusundaki gelişmeleri sormuştur. Büyükelçi, iki ülke hükümetleri arasında yapılacak böyle bir anlaşmanın büyük bir gizlilik içinde yapılmasını, anlaşma ile ilgili kamuoyunun genel manada bilgi sahibi olabileceğini ama 
anlaşmanın içeriğinin meydana gelebilecek herhangi bir Rus tepkisine karşı gizli olması gerektiğini vurgulamıştır. Menderes cevaben, anlaşma konusunu incelediklerini ve bir sonuca ulaşmak için gereğinin yapılacağını dile getirmiştir. Menderes, yapılacak askeri bir işbirliğinin iki ülke için de yarar sağlayacağının farkında olduklarını belirtmiş, eğer ABD böyle bir talepte bulunmasaydı kendileri bu şekilde bir anlaşma teklif edeceklerini dile getirmiştir. Menderes sadece anlaşmanın imzalanması için bazı detaylar üzerinde çalışılması gerektiğine değinmiştir. Anlaşma üzerindeki son detayları görüşmek üzere de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nuri Birgi’yi görevlendirmeyi düşündüğünü söylemiştir.19 

Amerikan üsleri meselesi 1953 yılı Ekim ayından sonra daha önemli bir hâl almıştır. Başkan Eisenhower tarafından kabul edilen ve daha sonra genel NATO stratejisi hâline gelen “kütlevi karşılık”, çerçevesinde ABD, Sovyet stratejik bölgelerine yakın yerlerde hava üsleri elde etmeyi önemli bir hedef olarak görmüştür.20 Buna göre, nükleer başlıklı mühimmat taşıyan uçakların, herhangi bir Sovyet saldırısında harekete geçmesi tasarlanmıştı. Bu durum düşmanı saldırgan tutum almaktan caydırabilecek bir hamle olarak düşünülmüştür. ABD, 
Türkiye’de kuracağı hava üsleriyle bu planı hızlı bir şekilde gerçekleştirebileceğini hesaplamıştır. Sonuçta, ABD ile varılan anlaşma sonrası, 14 Ekim 1953 tarihinde İzmir Çiğli’de bir askeri üs tesis edilmiştir.21 ABD ile yapılan ikili anlaşmalar sonraki yıllarda devam etmiş ve TBMM’nin onayından geçmeden yürürlüğe giren onlarca anlaşma yapılmıştır. Yalnızca 1950-60 yılları arasında yapılan anlaşmaların sayısı 31’i bulmuştur.22 

2. ABD Büyükelçisi McGhee’nin Gözünden Türk-Amerikan İlişiklerindeki Pürüzüler 

Türkiye’nin NATO’nun bir parçası hâline gelmesi, ardından ABD’nin Türk topraklarında askeri üs tesis etme talebine olumlu yaklaşması, Türk-Amerikan ilişkilerindeki iş birliğinin birer göstergesi olmuştur. Bununla beraber 60’lı yıllarda hissedilmeye başlanacak olan Türk-Amerikan ilişkilerindeki soğukluk, daha 50’li yılların başından itibaren bazı emareler göstermeye başlamıştır. Dıştan bakıldığında son derece pürüzsüz olarak görünen ilişkiler, aslında ABD’nin Türkiye’ye karşı takınmaya başladığı tavır nedeniyle Türk cephesinde bazı 
hayal kırıklıkları oluşturmaya başlamıştı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetlere karşı tamamen ABD’ye dayanan ve Washington’un tüm isteklerine olumlu yanıt veren Türkiye, belki de ABD gözünde artık özel bir politika uygulamadan da kendi yanında olmaya mecbur olacak bir imaj oluşturmuştu. Çünkü iktidarıyla muhalefetiyle 1950’lilerin başında Türkiye, dış politikasını tamamen ABD’ye göre şekillendirmişti. Bu durum tabi ki ABD’nin Türkiye’ye yardım etmemesi veya onu stratejik olarak önemsiz gördüğü anlamını taşımamıştır. Fakat ABD yönetiminin dış politikadaki bazı uygulamaları, Türk yöneticilerin beklentilerini yeterince karşılamaktan uzak kalmıştır. 

ABD’nin Türkiye Büyükelçisi McGhee de görev süresi tamamlandıktan sonra Türkiye’den ayrılmasına kısa bir süre kala, ABD Dışişlerine göndermiş olduğu telgrafta bu hususa dikkat çekmiş ve Türk-Amerikan ilişkilerini etkileyebilecek bazı çekincelerinin olduğunu dile getirmiştir. İlk olarak Büyükelçinin değindiği husus, Amerikan askeri ve sivil idarecilerin komünizmle mücadele kapsamında çelişkili açıklamalar yapmamaya özen göstermeleri gerekliliği olmuştur. Aksi hâlde Türkler tarafından anti-komünist bloğun lideri olarak görülen ABD’nin, bu mücadeleyi gevşettiğine dair şüpheler meydana gelebileceği ve bu durumun da Türk kamuoyu nezdinden ABD’nin güvenilirliğini zedeleyebileceğine dikkat 
çekilmiştir.23 Büyükelçinin böyle bir konuyu gündeme getirmesinin arkasındaki neden olarak, bütün hızıyla devam eden Soğuk Savaş ortamında Mart 1953'te Stalin'in ölmesinin ardından bir yumuşamanın meydana gelmesi24 gösterilebilir. Türkiye’nin, Kore’ye asker göndermesi25 ve ardından NATO’ya girmesiyle Batı yönünde açıkça safını belli etmesinden sonra, ABD’nin Sovyetlere karşı göstereceği zaaf, Türkiye’yi Sovyet Rusya ile baş başa bırakabilirdi ki böyle bir durum Ankara tarafından hiç arzu edilmemiştir. 

Büyükelçi tarafından değinilen ve Türk-Amerikan ilişkilerinde olumsuzluğa neden olan diğer bir husus ise ABD’nin, Türkiye açısından önemli olan konulara gerekli ilgiyi göstermemesi olmuştur. Büyükelçi yaptığı açıklamada, Türkiye’nin her zaman iki devleti ilgilendiren konularda ABD ile ortak hareket etmeye özen gösterdiğine, önemli hususlarda ABD’nin görüşünü almaya dikkat ettiğine değinmiş, fakat ABD’nin Türkiye’ye gerekli ilgiyi göstermediğini belirtmiştir. Bu manada Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın ABD’ye ziyaret gerçekleştirme isteklerini açıkça belirtmelerine rağmen davet edilmediklerini, bunun yanı sıra ileride davet edileceklerine dair herhangi bir işaret de verilmediğine değinilmiştir. 

Büyükelçi, Yunanistan Kralı ve Kraliçesinin, ABD’ye ziyaret için davet almasının bu durumu daha da kötü hâle getirdiğinin de altını çizmiştir. Bunların yanı sıra, ABD Dışişleri Bakanı Dulles’in 1 Haziran 1953 tarihinde radyo ve televizyonlarda verilen Yakındoğu üzerine konuşmasında, bölgedeki birçok ülkeye değinirken Türk liderlerin ismini bile zikretmemesinin, Türk-Amerikan münasebetlerinde olumsuz etki bıraktığı Büyükelçi tarafından ifade edilmiştir.26 

Büyükelçi, Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu pürüzleri belirttikten sonra yapılması gerekenlere de değinmiştir. Buna göre, ilk olarak karşılıklı çıkarların bulunduğu konularda mutlaka Türkiye’nin görüşünün alınması tavsiye edilmiştir. İkinci olarak, en kısa sürede Türkiye Cumhurbaşkanı’nın veya Başbakanı’nın ABD’ye davet edilmesi önerilmiştir. Son olarak da, kendisinin Ankara’dan ayrılmasından sonra yerini alacak olan yeni Büyükelçinin atanması noktasında acele edilmesini, çünkü uzun süre Büyükelçinin atanmamasının Türklerde ABD’nin kendilerine yeterince önem vermediği şeklinde yorumlanacağını söylemiştir.27 

Aslında, Türk devlet adamlarının ABD’yi ziyareti meselesi, ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçiliği tarafından diğer zamanlarda da ABD Dışişleri nezdinden gündeme getirilmiştir. 

ABD Dışişleri Bakanının, NATO ülkelerinde bulunan ABD Büyükelçiliklerine gönderdiği yazıda, bulundukları ülkelerde ABD’nin nasıl bir imaja sahip olduğunu sorduğunda, ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçiliği yine bu ziyaret meselesine değinmiş ve bu durumun iki ülke ilişkilerinde olumsuz bir husus olarak yer aldığını söylemiştir.28 

Sonuçta, ABD yönetimi Türkiye’nin isteğine daha fazla kayıtsız kalamamıştır. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, 13 Ağustos 1953 yılında ABD Başkanı’na gönderdiği notta sadece bu hususa değinmiştir. Türk yetkililerin çeşitli zamanlarda, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ABD’ye ziyaret gerçekleştirmek istediğini resmi bir şekilde olmasa da dillendirdiklerine değinmiştir. 1947 yılındaki Amerikan yardımlarında, Yunanistan ve Türkiye’yi aynı kategoride değerlendirip yardımda bulunduklarını, fakat Yunan Kral ve Kraliçesinin ABD’ye davet edilip Türklerin böyle bir davet almamasının, ABD’nin Türkiye’ye yeteri kadar önem vermediği gibi bir sonuç ortaya çıkardığı Dulles tarafından ifade edilmiştir. Bulunduğu konum itibariyle Sovyet baskısına direnmek gibi önemli bir göreve sahip olan Türkiye’nin, liderlerinin dostça bir jestle ABD’ye davet edilmesini Dulles, ABD Başkanı’na önermiştir.29 Daha sonra, yeni görevlendirilen ABD’nin Ankara Büyükelçisi Avra Warren, Cumhurbaşkanı Bayar’a sunduğu güven mektubu sırasında ABD Başkanı Eisenhower’ın 
davetini iletmiş ve Celal Bayar 1954 yılının başında ABD ziyaretini gerçekleştirmiştir. Bu sayede iki ülke arasındaki “davet meselesi” son bulmuştur. 

1954 yılında Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz etki eden diğer bir faktör de ABD’nin üs talepleri ile alakalı olmuştur. 21 Ocak 1954 tarihinde ABD Büyükelçisi Warren, Washington’a gönderdiği telgrafta, ABD olarak Türkiye’den bazı yükümlülükler altına girmesini isterken, Türklere bunun karşılığında bir güvence sunmamalarının Ankara’yı endişeye sevk ettiğine değinmiştir.30 Bu anlamda Büyükelçi, Türklerden kendi topraklarında 3000’in üzerinde Amerikan personeline sahip olacak yeni askeri üsler, hava üsleri kurmak için 
izin istenirken, ABD’nin kurulacak bu üsleri korumak için bir taahhüde girmeyi reddetmesinin, Türkler üzerinde olumsuz etkisi olduğuna değinmiştir. Türklerin; kendilerinin ve topraklarında bulunan Amerikan üslerinin, ABD tarafından gerektiğinde vazgeçilebilir olduğuna dair düşünceye sahip olmaya başladıkları ifade edilmiştir. Bu nedenle, Türkiye’nin topraklarında kurulması planlanan yeni Amerikan üsleri konusunda çekimser olduğu Büyükelçi tarafından ifade edilmiş ve bu sorunun da ABD’nin Türkiye’nin savunmasına yönelik göstereceği kararlı 
tavırla çözülebileceği belirtilmiştir.31 Sonuç olarak, Ekim 1953’te İzmir’de açılan askeri üssün ardından, 5 Mart 1955’te Adana İncirlik’te ABD’nin bir hava alanı inşa etmesi ve Amerikan Hava Kuvvetleri’nin bu üsse yerleşmesi32 Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu küçük çaptaki güven bunalımının da aşıldığının bir göstergesi olmuştur. 


***