İsmet İnönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsmet İnönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2020 Perşembe

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 4

 ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 4



Türkiye, Demokrasi, Çok Partili Hayat, Necmettin Sadak, Akşam, Milli Şef, İsmet İnönü,Kemalizm,Ayşegül ŞENTÜRK,Serbest Fırka, Recep Peker,

Sonuç

Türk Tarihinde çok partili hayat ilk olarak II. Meşrutiyet döneminde kurulmuştur. 1923-1945 yılları arası devam eden tek partili dönem ise çok partili hayata bir geçiş dönemi olup, demokrasinin toplumsal ve ekonomik temelleri bu devirde atılmıştır. Demokrasi hakkındaki görüşlerini 1923’ten itibaren yazılarında kaleme alan Sadak’ın bu konudaki asıl görüşleri 1945 yılından itibaren yoğunlaşmaktadır. Türkiye’de ilk muhalefet partilerinin belli bir fikir ve inanç birliğinden değil, CHP’ne karşı hoşnut olmayanlar tarafından kurulduğunu belirten Sadak, partilere gücünü veren unsuru, üyeleri arasında siyasi, sosyal ve ekonomik konularda sıkı bir fikir birliğinin olmasında görmüştür.

Demokrasinin en iyi hükümet şeklinin cumhuriyet olduğu fikrinde olan Sadak, tek partili dönemi emperyalizm ve irtica tehlikesi dolayısıyla otoriter uygulamaların olduğu bir dönem olarak kabul etmekle birlikte, aynı zamanda bu dönemin Atatürk’ün ve İnönü’nün şahsiyetinde inkılâplarla modern Türkiye’nin oluşturulmak istendiği dönem olarak da kabul eder. Ancak tarihler 1945’i gösterdiğinde tek partili rejimin artık toplumun çeşitli sosyal ve siyasi ihtiyaçlarını karşılayamadığını açıklayacak kadar samimi bir demokrasi savunucusu olmuştur. Bu nedenle de 1946’da çok partili hayat ve demokrasi için başlayan mücadele ve sonrasında DP’yi oldukça olumlu karşılamıştır.

Fakat Sadak’ın da belirttiği gibi demokrasi olarak tanımlanan değişiklik arzusunun hürriyetten başka hangi anlamı taşıdığı konusunda bir fikir birliği kurulamamasına, demokratik hayat için gerekli anayasal kurallar ve kurumların oluşturulmaması da eklenince demokrasi ile bağdaşmayan politikalar uygulandığı yorumları yapılmıştır. Sadak’ta DP’yi zaman zaman eleştirdiği yazılarını, çok partili sistemi ve demokrasi yi güçlendirme noktasında, toplumu bilgilendirme ve demokrasinin yerleşmesi hususunda kamuoyu oluşturma adına mümkün olabildiğince gazetesinde yazmaktan çekinmemiştir.

   Demokrasinin her toplumun milli ihtiyaçlarına göre uzun bir süreçte şekillenen bir nizam olduğunu belirten Sadak, demokrasilerde özellikle oy kaygısıyla partilerin milli menfaatleri feda edebilecekleri kaygısından hareketle, seçimlerde halkın eğitimli olmasının önemine vurgu yapmış ve eğitim düzeyi yüksek toplumlarda partili olma anlayışının daha fazla olduğunu belirtmiştir.

Çok partili gerçek bir demokrasinin kurulması, halkın liderleri bilinçli olarak seçmesine bağlıdır. Toplumun milli menfaatlerinin farkında olması, kültürel,
ekonomik, sosyal seviyesinin yüksek olması şüphesiz demokrasinin daha iyi işlemesinin ön koşullarıdır. Geri kalmış ve henüz pek çok konuda kendini
ispatlayamamış toplumlarda demokrasi bir tehlike olabilmektedir. Türkiye’deki inkılâpları en başta da laikliği, rejimin koruyucusu olarak gören Sadak, inkılâpla
demokrasinin getirilebileceğini, ancak demokraside inkılâp yapmanın tehlikeli olacağı düşüncesindedir.

Demokrasi geçmişi çok fazla olmayan her ülke gibi Türkiye’de dedemokratik haklar ve daha ileri bir demokrasinin nasıl olacağı konusunda sıkıntılar yaşanabilmektedir ve bunlar milli menfaatlere uygun sivil bir anayasaile aşılabilecek sıkıntılardır. Hoşgörü ve uzlaşmaya dayalı demokratik kültürün
bir yaşam biçimi olarak kabul edilmesiyledir ki demokrasi Sadak’ında ümit ettiğigibi bir ahlak ve fazilet idaresi olabilecektir. Unutulmamalıdır ki demokrasi,
vazgeçilmeyecek kadar denemeye ve beklemeye değer bir sistemdir.
Ayşegül ŞENTÜRK

KAYNAKÇA

AHMAD, F., Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yay., İstanbul, 1996.
___________, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, İstanbul, 1976.
BAŞGİL, A.F., Demokrasi Yolunda, Yağmur Yay., İstanbul, 2006.
BİSBEE, E., The New Turks Pioneers of the Republic 1920-1950, University of Pensylvania Press, Pensylvania, 1951.
BOSTANCI, M.N., Cumhuriyetin Başlangıç Yıllarında Ekonomi ve Siyaset, Ötüken Yay., İstanbul, 1996.
BOZKURT, C., Siyaset Tarihimizde CHP, Y.Y., 1968.
ÇAVDAR, T., Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, İmge Kitapevi, Ankara, 2000.
EROĞUL, C., Demokrat Parti, İmge Kitapevi, Ankara, 1998. Cumhuriyet, 16 Eylül 1952.
KARPAT, K., Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yay., İstanbul, 2012.
___________, Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yay., İstanbul, 2011.
KOÇAK, C., Türkiye’de Milli Şef Dönemi 2, İletişim Yay., İstanbul, 1996.
LEWIS, G.,Modern Turkey, Praeger Publishers, Newyork Washington, 1974.
SADAK, N.S., Toplumbilim Sosyoloji, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1948.
___________, “Mecliste Tenkit Nasıl Meşru Olur”, Akşam,4 Kasım 1923.
___________, “Halk Hükümetinde Fırkalar Zaruridir”, Akşam, 31 teş ev 1924.
___________, “Hakikat”, Akşam, 14 Eylül 1930.
___________, “Milletlerin Kendi İdare Şekillerini Seçmek Hakkı ve İtalya’da ‘Demokratik Rejim’”, Akşam, 5 Kasım 1943.
___________, “Değişmez Hakikatler ve Partilerin Hususi Görüşleri”, Akşam, 15 Ocak 1945.
___________, “ Ne Kara İrtica, Ne Kızıl İhtilal”, Akşam, 25 Haziran 1945.
___________, “Demokrasiyi, Demokrasi Olmayanla Tarif Denemesi”, Akşam, 15 Temmuz 1945.
___________, “Toprak Kanunu Anayasaya Aykırı mıdır?”, Akşam, 2 Şubat 1945.
___________, “On Yedinci Madde”, Akşam, 27 Mayıs 1945.
___________, “Toprak bayramını kutlarken: Hürriyet, Demokrasi ve Parti Düşünceleri”, Akşam, 18 Haziran 1945.
___________,“Dış Tehlike Karşısında Memleketin Manzarası”, Akşam, 6 Ağustos 1945.
___________, “Türkiye’de Bir Rejim Buhranı Yoktur, Bir İlerleyiş Hareketi Vardır”, Akşam, 27 Ağustos 1945.
___________, “Cumhuriyette Otoritenin Kaynağı ve Halk Partisi”, Akşam, 28 Ağustos 1945.
___________, “Demokrat Partiye Hoş Geldin Deriz”, Akşam, 9 Ocak 1946.
___________, “Particilikte Nafile Namazı”, Akşam, 19 Ekim 1946.
___________, “Tek Parti, Tek Şef Sistemini Deviren Demokrat Partisi,” Akşam, 11 Mart 1947.
___________, “Politikada Samimilik Kanaatlerde Ciddilik”, Akşam, 12 Nisan 1947.
___________, “Demokrat Partisi’nin Beyannamesi Münasebetiyle”, Akşam, 5 Eylül 1947.
___________, “Eski İşime Başlarken”, Akşam, 22 Mayıs 1950.
___________, “Dilemediğimiz İki Şey”, Akşam, 23 Mayıs 1950.
___________, “Tavizle İşe Başlamamak”, Akşam, 8 Haziran 1950.
___________, “Demokrasinin Müdafaası”, Akşam, 8 Ekim 1950.
___________, “Demokrasinin Manevi Kısmı”, Akşam, 23 Eylül 1952.
___________, “Milli Menfaatlere Uygun Tedbirler, Halkın Hoşuna Giden Kararlar”, Akşam, 22 Kasım 1950.
___________, “Partili ve Partici”, Akşam, 12 Ocak 1952.
___________, “Rahatsızlığın Asıl Sebebi”, Akşam, 14 Haziran 1952.
___________, “Demokrasinin Dayancı Yalnız Kanunlar Olabilir mi?”, Akşam, 4 Temmuz 1952.
___________, “Düşman Partiler Arasında Demokrasi Yaşayamaz”, Akşam, 25 Eylül 1952.
___________, “Bu Kin ve Düşmanlık Havası Böylece Sürüp Gidecek mi?”, Akşam, 11 Ekim 1952.
___________, “Yüreğimizde Yatan Aslan”, Akşam, 26 Ekim 1952.
___________, “Demokraside İnkılâp Olur mu?”, Akşam, 4 Kasım 1952.
___________, “Dünya Ne İle Meşgul, Biz Hala Nelerle Uğraşıyoruz!”, Akşam, 12 Kasım 1952.
___________, “Demokrat Parti Hesap Veriyor”, Akşam, 29 Kasım 1952.
___________, “Medeni İnsanlar Gibi Düşünüp Konuşmayı Biraz Öğrensek”, Akşam, 1 Aralık 1952.
Türkiye Tarihi 4, Kolektif Eser, Cem Yayınevi, İstanbul, 2000.
URAN, H., Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım (1908-1950), Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2008.
UYAR, H., Tek Parti Dönemi Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yay., İstanbul, 1998.
YALMAN, A.E., Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim 2, Yayına Haz: Erol Şadi Erdinç, Pera Turizm ve Ticaret Yay., İstanbul, 1997.
YILMAZ, E.,Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Yılları (1946-1950), Birey Yay., İstanbul, 2008.


DİPNOTLAR;


1 Necmettin Sadık Sadak, Toplumbilim Sosyoloji, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1948, s.84.
2 Sadak, “Mecliste Tenkit Nasıl Meşru Olur”, Akşam, 4 Kasım 1923..
3 Sadak, “Halk Hükümetinde Fırkalar Zaruridir”, Akşam, 31 Ekim 1924.
4 Sadak, “CHP’ni ve Hükümetlerini Bekleyen Ağır Vazifeler”, Akşam, 20 Ağustos 1947.
5 Yıllar sonra Sadak tek partili otoriter sistemle ilgili görüşlerini şu satırlarla açıklayacaktı:
“Kemalist rejim, Türkiye’yi kurtuluşa ulaştırmak için, dışarıda olduğu kadar, içeride de düşmanlarla uğraşmak zorunda kaldı; saltanatı ve hilafeti devirdi, cumhuriyeti ve halkçılığı benimsedi, medreseleri kapattı, laik devlet kurdu. Fakat cumhuriyetçi, demokratik, halkçı, laik Türkiye otoriter bir devlet oldu diyenler var. Doğrudur ve buna iki sebep vardır. Biri, yeni kurulan devletin içeriye ve dışarıya karşı müdafaa kaygısıdır. İkincisi, devlet başkanının Atatürk gibi, vatanı kurtaran ve yeni Türkiye’yi kuran bir insan olmasıdır. Onun devlet rejimine geçen otoritesi, onun deha sahibi idealist bir insan olmasından değil, bütün bir milletin iradesini şahsında temsil edecek kudreti bizzat hadiselerden almasından ileri gelir. 
Millet onu sadece bir cumhurbaşkanı diye tanımadı, kendisine önder bildi.
Buradan da şu sonuca varabiliriz ki, bu devlet otoriter denilen bazı ülkelerde olduğu gibi şahsi nüfuza dayanan bir devlet değil, fakat otoritesini iki müstesna şahsiyetten alan bir devlettir. Atatürk bir vatan kurtardı, dünyayı hayrette bırakan inkılâplar yaptı, İsmet İnönü medeni bir devlet kurdu, vatanı görülmemiş bir dünya kasırgası ortasında, ikinci defa kurtardı. Türk milleti bu otoritelerden
şikâyetçi değildir. Eğer bizdeki otoriteli idare ise, otoriter rejim denilen idareler her memlekette böyle otorite sahipleri bulup bu neticelere varsalar dünyanın model rejimi hiç şüphesiz bu olurdu. Fakat her yerde, her zaman otoriter rejim bu sonuca varmıyor. Türkiye de tarihinin her devresinde bunu görmeyecektir. Çünkü Türkiye’de her zaman cumhurbaşkanları olacak, fakat – büyük tarihi hadiselerin
nadir yarattığı- Milli Şefler bulmak çok güç, belki de imkânsız olacaktır. İleride demokrasi nizamı iyi kurulmuş, sağlam partilere dayanacaktır. Halk partisi şimdiye kadar tek olarak iş başındadır. Ciddi ve gerçek partiler uzun zaman olamazsa memleket ve meclis, Halk Partisinde tam birlik idealist ruhun gelişmesinden, büsbütün kuvvet alır. Ciddi muhalefet partileri bir gün türerse Halk Partisi ancak bu suretle, politika mücadelesinden, memleketin hayrına olarak, daima üstün çıkar”. “Cumhuriyette Otoritenin Kaynağı ve Halk Partisi”, Akşam, 28 Ağustos 1945.
6 Sadak, “Hakikat”, Akşam, 14 Eylül 1930.
7 Celal Bozkurt, Siyaset Tarihimizde CHP, Y.Y.,1968, s.43.
8 M. Naci Bostancı, Cumhuriyetin Başlangıç Yıllarında Ekonomi ve Siyaset, Ötüken Yay., İst. 1996, s.51.
9 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yay., İst. 1996, s.20.
10 Sadak, “Milletlerin Kendi İdare Şekillerini Seçmek Hakkı ve İtalya’da ‘Demokratik Rejim’”,Akşam, 5 Kasım 1943.
11 Sadak,“Değişmez Hakikatler ve Partilerin Hususi Görüşleri”, Akşam, 15 Ocak 1945.
12 Hakkı Uyar, Tek Parti Dönemi Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yay., İstanbul, 1998, s.88.
13 Sadak, “ Ne Kara İrtica, Ne Kızıl İhtilal”, Akşam, 25 Haziran 1945.
14 Sadak, “Demokrasiyi, Demokrasi Olmayanla Tarif Denemesi”, Akşam, 15 Temmuz 1945.
15 Sadak, “Toprak Kanunu Anayasaya Aykırı mıdır?”, Akşam, 2 Şubat 1945.
16 Sadak, “On Yedinci Madde”, Akşam, 27 Mayıs 1945.
17 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yay., İstanbul, 2012, s.230.
18 Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi 2, İletişim Yay., İstanbul, 1996, s.560.
19 Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1994, s.170, Sadak da değişen koşullar karşısında artık tek parti rejiminin ihtiyaçları karşılamadığını yazısında şu satırlarla belirtmiştir: “Kemalist rejim tam manasıyla otoriter bir devlet idaresi kurmuştu, demokrasi ve hürriyet dar sahalı idi. Bunun içindir ki rejimi, biraz daha geniş demokrasiye doğru götürmek için geçmişte yapılan parti tecrübeleri, her defasında “otorite”yi azaltıyor kaygısı yüzünden suya düşmüştür...Görünüş şekli ne olursa olsun tek parti rejimi yetmez olmuştur”. “Toprak bayramını kutlarken: Hürriyet, Demokrasi ve Parti Düşünceleri”, Akşam, 18 Haziran 1945.
20 Karpat, a.g.e., ss.233-238.
21 Sadak, “Dış Tehlike Karşısında Memleketin Manzarası”, Akşam, 6 Ağustos 1945.
22 Sadak, “Türkiye’de Bir Rejim Buhranı Yoktur, Bir İlerleyiş Hareketi Vardır”, Akşam, 27 Ağustos 1945.
23 Sadak, “Demokrat Partiye Hoş Geldin Deriz”, Akşam, 9 Ocak 1946.
24 Ensar Yılmaz, Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Yılları (1946-1950), Birey Yay., İstanbul, 2008, s.179, Eleanor Bisbee ise DP’nin iktidardan şu konular hakkında acilen reform yapmasını istediğini belirtiyor: Oy vermede serbestlik ve adaletli oy sayımı, basın kanununda değişim, yerel yönetimlere daha çok özerklik, özel teşebbüse serbestlik ve bütçenin kısıtlanması. The New Turks Pioneers of the Republic 1920-1950, Universty of Pensylvania Press, Pensylvania, 1951, s.230.
25 Sadak, “Particilikte Nafile Namazı”, Akşam, 19 Ekim 1946.
26 Sadak, “Tek Parti, Tek Şef Sistemini Deviren Demokrat Partisi,” Akşam, 11 Mart 1947.
27 Karpat, a.g.e., ss.257-273.
28 Sadak, “Politikada Samimilik Kanaatlerde Ciddilik”, Akşam, 12 Nisan 1947.
29 Kemal Karpat, Türk Siyasi Tarihi, Timaş Yay., İstanbul, 2011, s.71.
30 Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 276, Türkiye Tarihi 4, Kolektif Eser, Cem Yayınevi, İstanbul, 2000, s.179 .
31 Feroz Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, İstanbul , 1976, s.34, Karpat, a.g.e., ss.282-283, Hilmi Uran yayımlanmış anılarında İnönü’nün kendi ağzından demokrasiyi kendisinin tesis etmiş olduğuna dair bir söz işitmediğini fakat gerçekte Türkiye’de demokrasinin O’nun sayesine kurulduğunu yazar. “İnönü ve partisi istemese muhalefet diye bir şey olmazdı” diyen Uran, demokrasi rejimini Türkiye’de tesis etmiş olmanın günahını da sevabını da İnönü’de görmektedir. Hilmi Uran, Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım (1908-1950), Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2008, s.410.
32 Sadak, “Demokrat Partisi’nin Beyannamesi Münasebetiyle”, Akşam, 5 Eylül 1947.
33 Ahmad, a.g.e., s.35.
34 Nitekim CHP, Recep Peker’in önderlik ettiği ve demokrasi iddialarının arkasında
cumhuriyetin ana ilkelerinden (özellikle de laiklik ve devletçilik) fedakârlığa neden olduğu düşüncesiyle muhalefete sıcak bakmayan ‘Müfritler’ ile Nihat Erim’in önderlik ettiği ve siyasi ilişkilere daha liberal bir açıdan bakan ‘Otuzbeşler (Ilımlılar)’ olarak gruplaşmıştı . İnönü’yü her halükarda partinin başkanı olarak tutmak konusunda fikir birliği olan bu iki grubun mücadelesi sonunda Peker istifa etti ve 10 Eylül 1947’de Hasan Saka Başbakan oldu. DP’sine gelince; bu parti 12 Temmuz Beyannamesini olumlu karşılayanlar ve bu beyannameye güvenmeyenler şeklinde gruplaştı. Grupların mücadelesi sonucu Celal Bayar Meclis Grubu Başkanlığından istifa etti. İstifa sonrası parti disiplinin den ayrıldıkları gerekçesiyle partiden çıkarılanlar oldu. Bu da DP içindeki bölünmenin başlangıcı oldu. Sonuçta 11 Mart 1948’de “Millet Partisi” adıyla yeni bir parti kuruldu. Karpat, a.g.e., s.285.
35 O kadarki, 1946 seçimlerinde Anadolu vilayetlerinde türlü sıkıntıların yaşandığını kaydeden bazı Amerikalılar 1950 seçimlerinin sükûnet içinde geçmesine şaşırmışlardı. Gazeteler bile propaganda olur düşüncesiyle şehir dışına çıkarılmamıştı. Herkes yeni kanunları o kadar ciddiye almıştı ki ülkede hemen hemen oy vermeyen kimse kalmadı. Bisbee, a.g.e., s.234 .
36 Karpat, a.g.e., s.328, Geoffrey Lewis’in eserinde yazdığına göre, DP’liler İnönü’ye seçimlerden önce partisinden istifa etmesi şartıyla cumhurbaşkanlığında kalabileceği önerisinde bulunmuşlar, ancak İnönü bu teklifi reddetmiştir. Modern Turkey, Praeger Publishers, Newyork Washington, 1974, s.142.
37 Sadak, “Eski İşime Başlarken”, Akşam, 22 Mayıs 1950.
38 Sadak, “Dilemediğimiz İki Şey”, Akşam, 23 Mayıs 1950.
39 Sadak, “Tavizle İşe Başlamamak”, Akşam, 8 Haziran 1950.
40 Geoffrey Lewis, a.g.e., s.142.
41 Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, s.49, Türkiye Tarihi 4, s.215.
42 Sadak, “Demokrasinin Manevi Kısmı”, Akşam, 23 Eylül 1952.
43 Sadak, “Demokrasinin Müdafaası”, Akşam, 8 Ekim 1950, Eski Atina ve Roma ketlerindeki demokrasinin son asır demokrasilerinden oldukça farklı olduğunu belirten Sadak, eski zaman demokrasilerinde esirlik, kölelik gibi kurumların kanunlara bile geçtiğini ve halkın derece derece sınıflara ayrıldığını belirtir. Hâlbuki son asır demokrat rejimlerinde egemenlik halkın elindedir ve bu egemenlik halkın seçtiği kurullar tarafından idare edilir. Sadak, a.g.e., s.61.
44 Sadak,“Milli Menfaatlere Uygun Tedbirler, Halkın Hoşuna Giden Kararlar”, Akşam, 22 Kasım 1950.
45 Sadak, “Partili ve Partici”, Akşam, 12 Ocak 1952.
46 Çok partili sistem için yapılan mücadele büyük şehirlerde başlamakla birlikte, asıl gücünü köylerden alıyordu. Toprak sahipleri, serbest meslek sahipleri, iş adamları gibi küçük şehirlerde ve kasabalarda oturan orta sınıf mensupları da bu mücadelede başrolü oynadılar.
Siyasi meselelerde geçmişte olduğu gibi tek söz sahibi aydınlar değildi artık. Ancak iktidara geldiğinde savunduğu hedefi gerçekleştirmeyen DP’ye ilk memnuniyetsizlikte aydınlardan geldi. Amaçları politika alanında eleştirel düşünceyi hâkim kılmak ve akılcılığı duygusal davranışlar yerine koymak olan aydınlar ancak bu şekilde modern cumhuriyetin kuvvet bulacağına inanıyorlardı. Karpat, a.g.e., s.526.
47 Sadak, “Demokrasinin Dayancı Yalnız Kanunlar Olabilir mi?”, Akşam, 4 Temmuz 1952.
48 Sadak,“Rahatsızlığın Asıl Sebebi”, Akşam, 14 Haziran 1952.
49 1954-55’te Viyana’daki Milletlerarası Basın Enstitüsü Türkiye’yi basın hürriyetlerini kısıtlayan ülkeler arasında göstermiştir. Karpat, a.g.e., s.501.
50 Yaşayanların heykellerinin dikilmesi ve meydan ve okullara adlarının verilmesini yasaklayan yasanın çıkarılmasından hemen sonra İnönü’lü banknotlarda tedavülden kaldırıldı. Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, s.57.
51 Cumhuriyet, 16 Eylül 1952.
52 Sadak, “Bu Kin ve Düşmanlık Havası Böylece Sürüp Gidecek mi?”, Akşam, 11 Ekim 1952.
53 Sadak, “Düşman Partiler Arasında Demokrasi Yaşayamaz”, Akşam, 25 Eylül 1952.
54 Sadak,“Yüreğimizde Yatan Aslan”, Akşam, 26 Ekim 1952.
55 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim 2, Yayına Haz: Erol Şadi Erdinç, Pera Turizm ve Ticaret Yay., İstanbul, 1997, s.1619.
56 Yaklaşan seçimler nedeniyle Millet Partisi’nin oyları sempatik bir CHP’ne gidebilirdi. Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, s.60.
57 Sadak,“Demokraside İnkılâp Olur mu?”, Akşam, 4 Kasım 1952.
58 Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, s.103.
59 Cem Eroğul, Demokrat Parti, İmge Kitapevi, Ankara, 1998, s.130.
60 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, İmge Kitapevi, Ankara, 2000, s.30.
61 Sadak,“Demokrat Parti Hesap Veriyor”, Akşam, 29 Kasım 1952.
62 Sadak, “Medeni İnsanlar Gibi Düşünüp Konuşmayı Biraz Öğrensek”, Akşam, 1 Aralık 1952.
63 A.F., Başgil, Demokrasi Yolunda, Yağmur Yay., İstanbul, 2006, ss.139-141.
64 Sadak,“Dünya Ne İle Meşgul, Biz Hala Nelerle Uğraşıyoruz!”, Akşam, 12 Kasım 1952.
65 Sadak,“Demokrasinin Manevi Kısmı”, Akşam, 23 Eylül 1952.

***

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 3

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 3


Türkiye, Demokrasi, Çok Partili Hayat, Necmettin Sadak, Akşam, Milli Şef, İsmet İnönü,Kemalizm,Ayşegül ŞENTÜRK,Serbest Fırka, Recep Peker,


1952’nin sonlarına gelindiğinde, iki parti arasındaki gerginlik daha da
arttı. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, iktidarı erken bir seçime zorlamak için
Eylül 1952’de, yurt çapında tepkilerle karşılaştığı bir kampanya turuna çıktı.
8 Ekim 1952’de İnönü’nün Balıkesir’de yapacağı konuşmanın Demokratlar
tarafından sabote edilmesine Balıkesir valisi de katıldı ve vali, bu şehre gelen
CHP lideri İnönü’yü şehrin girişinde karşılayarak şehre girdiği takdirde olaylar
çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. Bu gelişme
nedeniyle Bursa’ya gelen İsmet İnönü’nün: “Birkaç günden beri uğradığımız
tecavüzler Balıkesir’de azami haddini buldu. Toplanma ve konuşma fiilen imkânsız bir hale geldi. Hükümetten hakkımız olan kanuni himayeyi görmedik. Büyük bir tertibe maruz kaldığımız anlaşılıyor” demecinden birkaç gün sonra Sadak, bir rejimin kanunlar kadar siyasi ahlaka da dayandığını ifade ederek, bu ahlakın iktidardan bir derece tolerans, muhalefetten de bir derece insaf beklediğini yazdı: “
Çünkü bu siyasi ahlak hiç mevcut olmazsa demokrasi esasen yürümez. Partiler arası münasebetlerin, kanunların hükmü dışında kalan bu ahlak kısmında millet hakemdir.
Kimleri beğenip beğenmediğini seçimde belli eder. Muhalefetin halk nazarında değeri, gerçeklere bağlı kalmasıyla ölçülebileceği gibi, iktidarın millet gözünde kudret ve itibarı da muhalefete –kanun dâhilinde- istediği gibi konuşmak hakkını sağlamakla artar 52.
Medeni ve ileri anlamda demokrasiyi yerleştirmek için partiler arasında işbirliği olması gerekir. Çünkü demokrasinin sağlam bünyeli olması, iktidarla muhalefet arasında iyi münasebetler geleneği kurulmasına bağlıdır”53. Demokrasinin ilk şartını iktidarda tahammül olarak gören Sadak, tek parti iktidarından gelen en bariz seciyenin tahammülsüzlük olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle sürdürüyordu:

“Biz demokraside adet olduğu üzere, fikirleri çürütmeyiz, tek parti gibi
şahsiyetlere yüklenir kanaate yüklenmez, şahsa saldırırız. Demokrasi bilgileri bir ayda edinilir, otuz yıllık siyasi terbiye üç yılda silinmez. Tek parti içinde yetiştik, demokrat olduk. Onun için muhalif isteriz, amma bizim gibi düşünen güdümlü muhalifler…

Hürriyeti severiz ancak bizi rahatsız etmeyecek, biçilmiş bir hürriyet… Bütün
demokrasilerde bir çeşit muhalefet, bir tür hürriyet vardır. Buna bizde erişeceğiz. 
Biz demokratız amma, demokrasi arazımızdır(hastalık belirtisi”)54.

22 Kasım 1952’de Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman’a
Malatya’da bir suikast teşebbüsünün yapılması üzerine hükümet gerici
eylemlere karşı sert tedbirler alınca iki parti birbirine karşı daha ılımlı
davranmaya başladı. Menderes 20 Aralık 1952’de içlerinde Necmettin
Sadak’ında bulunduğu bir grup gazeteci ile basın toplantısı yaptı. Başbakanın
sadece bu daveti bile kimilerinde milli birlik belirtisi olarak bir ferahlık ve ümit
atmosferi oluşturmaya yetti55. Ancak hükümetin Millet Partisi’ni kapatma
kararı alması bu atmosferin ömrünü kısalttı. Kararın nedeni Millet Partisi’nin
Dördüncü Kongresinde yaptığı açıklamaların Atatürk devrimlerine bir
tehdit gibi algılanmasıydı. CHP, Hükümeti desteklemek yerine bu hareketi
iç özgürlüğün ihlali olarak nitelendirdi 56. Partisinin bu tavrına karşılık Sadak,
inkılâpta demokrasinin olabileceğini ancak demokraside inkılâbın tehlikeli
olacağını dolayısıyla inkılâpların demokrasinin koruyucusu olduğu yönündeki
yorumuyla gazetesinde şu satırlara yer veriyordu:

“Yerleşmemiş, iyice benimsenmemiş inkılâplar için demokrasi bir tehlikedir.
İnkılâpların demokrasi zaruretiyle zayıflaması, yok olması demokrasiyi de kökünden kemirir. Çünkü inkılâp dediğimiz sosyal düzene düşman olan zihniyet, mahiyeti itibariyle demokrasinin de aleyhindedir. Bizde rejim ve onun dayandığı inkılâplar henüz körpe olduğu içindir ki hiçbir hakiki demokraside görülmemiş şekilde yasaklar vardır.

Bunlar tamamen antidemokratik olmakla beraber rejimin korunması için zaruridir diye teselli oluyoruz. Şu bir gerçektir ki, inkılâp düşmanları demokrasi dostu olamaz. Çünkü inkılâpları kaldırınız demokrasi kendiliğinden yok olur. Dini demokrasi diye bir idare şekli yoktur. Bunun içindir ki demokrasi ile inkılâpları sağlam tutmak, daha doğrusu demokrasi prensiplerinden ayrılmadan inkılâpları korumak gibi birbirinin zıddı olan iki vazifeyi başarmak zorundayız. Tek meclis ve tek partiden Atatürk, inkılâpları başarmak için faydalandı. Fakat tek meclis ve tek parti hürriyeti günün birinde demokrasi ve inkılâplar için tehlikeli olabilir. 
Bunu değiştirmek şarttır”57.

10 Kasım 1952’de yani Atatürk’ün ölümünün 14. Yıl dönümünde Adnan Menderes, Atatürkçülüğün gerçek yorumcularının sadece Halk Partililer olduğu yönündeki algıyı yıkarcasına Atatürk inkılâpları hakkındaki görüşlerini açıklayarak, Atatürk’ün başarılarını kendi orijinal karakter ve biçimlerinde korumak değil, bu başarıları, onların ortaya çıkışına egemen kılan amaç ve nedenlerine uygun bir şekilde geliştirmek gerektiğini açıkladı58. Ancak uygulamada yapılanlar söylenenlerle pek uyuşmuyordu. DP’nin özellikle de laiklik hususunda ilk andan itibaren yürüttüğü yumuşak politika kendi bünyesinde de birtakım teokratik eğilimlerin belirmesine yol açtı. İhtiyacı olanlar dışında kadın memurların çalıştırılmaması, köy okullarına din derslerinin konması, Ayasofya’nın cami haline getirilmesi, bazı parti delegelerinin Atatürk inkılâplarına zıt olarak fes ve çarşaf giyme, Arap harflerini kullanma hakkının geri getirilmesini istemek gibi davranışları partinin Eylül 1952’deki Ankara il kongresinde ileri sürülen istekler arasındaydı59. DP bu eğilimlerinde muhalefete karşı da sert bir tutum izledi ve halkla olan köprülerini sağlam tutma amacıyla din konusunu kullandı 60. 

Sadak, DP’nin bu tutumunu eleştiren yazısını şu satırlarla ortaya koyuyordu:
“Demokrat Parti eski iktidarı din düşmanı özellikle de İslamiyet düşmanı ilan
ediyor. Eski iktidar bu konuda hangi kanunu çıkarmış, hangi icraatı tatbik etmiştir?
Din düşmanı eski devir ile din dostu bugünkü iktidar arasında müessese, mevzuat,
icraat bakımından –Arapça ezan müstesna- ne fark vardır? Hakikat, feci hakikat şudur ki yeni iktidar, cahil kitleyi kazanmak için eski iktidara en kaba iftiralarda bulunuyor.

Demokrat Parti iktidarı, laiklik prensipleri ve vicdan hürriyeti bakımından memlekette, iftihar edeceği havayı yaratmaya, elhak, muvaffak olmuştur 61. 
Bir kere eski iktidar kimdir ve ne zamandır? İsmet İnönü’nün devlet başkanı olduğu II. Dünya Harbi devri mi? Memleket yalnız bu altı yıl içinde mi bozuldu, din ve İslamiyet düşmanı kesildi?
Ahmet Emin’e Malatya’da kurşun sıkanları tahrik eden mürteci gazetelerin yazılarıyla, Demokrat Partinin beyaz kitabında CHP’ni İslamiyet düşmanı ilan eden satırların hiç farkı yoktur. Bu, ağır bir suçtur. Buna tenezzül etmek iki yıllık başarılarını 330 sayfada anlatmakla bitiremeyen bir iktidara yakışmaz. Başbakanın, bu suçun mesulü üzerinde durmasını rica ederiz. Bir memlekette yaşıyoruz ki, iktidarın en büyük silahı muhaliflerini din düşmanlığı ile suçlamaktadır. Buna da demokrasi diyoruz, Avrupa camiasına girmiş devlet adı veriyoruz” 62.
Ali Fuat Başgil’e göre, hürriyet ve demokrasi rejimi her ne kadar aynı gibi
gözükse de aslında bunlar birbirlerine sıkıca bağlı olan farklı şeylerdir. Hürriyet
rejiminin devamı demokratik bir toplum ile mümkündür. Demokrasi, halkın
hükümet ve idareyi bizzat ve doğrudan ele alması usulüne değil, millet meclisi
vasıtasıyla temsili esasına, bu esas ise çoğunluk prensibine dayanır. Demokrasi
halkın çoğunlukla, çoğunluğunda millet meclisi ile temsil edildiği bir sistemdir.
Ancak bütün kuvvet ve iktidarın çoğunluğa geçmesinden sonra tüm söz hakkı,
çoğunluk içinde sürü başlarının elinde toplanırsa tehlike ortaya çıkar. Böyle
bir demokraside “Halkın sesi Hakk’ın sesidir” geleneğinin yerine “çoğunluk
kodamanlarının sesi Hakk’ın sesidir” e dönüşür, sonuçta hak ve vazife sırf sayı
kuvvetinden başka bir şey olmayan mesuliyetsiz bir kitlenin iradesi haline gelir.
Böylelikle iktidar çoğunluk adı taşıyan taçsız bir hükümdarın elinde toplanır ki
bu, demokrasi için son derece tehlikelidir 63.

Zamanla Başgil’in yaptığı benzetmeye uygun bir uygulamaya dönüştüğü görülen DP politikaları CHP tarafından dikkatle izlendi. Sadak, politika mücadelesinin Türkiye’de aldığı çirkin şeklin başlıca sebebini ana davanın, yani rejim meselesinin henüz halledilmemiş olmasında görüyor, dünkü tek partili hürriyetsiz otoriter rejime destek olmuş hukuki müessese ve kanunlarla demokrasinin yaşatılıp yürütülmek istendiğini, tezadın bundan ve bütün huzursuzluğun da bu tezattan ileri geldiğini iddia ediyordu. Demokrasi, haklar ve hürriyetler hepsi var olsa bile yarın hükümet istemediği takdirde, bunların hiçbirisinin olmayacağı fikrindeydi. 

Bu hak ve hürriyetlerin bazı ahvalde var olması ve bazı şartlar içinde –hiçbir kanun değişmeden dahi- yok olabilmesi bundan ileri gelmekteydi. Sadak’a göre, CHP iktidarının en büyük günahı, bir seçim kanunu ile demokrasiyi yerleştirip iktidarı devrettiğini sanması yahut iktidarı devretmeyeceğini yüzde yüz umarak asıl rejim davasını sonraya bırakmasıydı. Muhalefet olarak gafletinin acısını çeken CHP’nin hatası, Demokrat Parti iktidarının aynı hatada bocalaması için sebep teşkil etmiyordu. “Hürriyet, demokrasi” söylemleriyle iş başına gelmiş bir partinin, bir kere iktidara yerleştikten sonra tek parti rejimi içinde demokrasiyi devam ettirmek gibi bir keramet göstermekte ısrar etmesi mümkün değildi. Gün gelecek, o da
düşecekti 64.

Öyle de oldu. Fakat bu düşüş gerçek bir demokraside olduğu gibi seçim usulüyle olmadı. Türkiye’de 1950’li yılların genç demokrasi uygulaması müdahale ile sonuçlanıyordu. Demokrat Parti, 1957 seçimlerini -muhalefetin güç birliği yapmasından çekinerek seçim kanununu değiştirmesine rağmenazalan oylarıyla kazandı. 1958 yılında artan ekonomik bunalıma, başarısız ve uyducu dış politika eleştirileri ile birlikte, DP’nin muhalefeti sindirmeye yönelik politikaları yolundaki yorumlarda eklenince, ortaya çıkan karışıklıklar sonucu 27 Mayıs 1960 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu ve DP dönemi sona erdi.

Sadak’ın siyasi hayatı boyunca uygulanmasını arzu ettiği çok partili hayatın ilk kesintisi, göremediği bu müdahale ile oldu. Birçok eksiklerine rağmen insanlığın bugün için bulduğu en iyi idare şeklinin demokrasi olduğunu vurgulayan ve bunun sebebini şimdiye kadar denenmiş olanlara kıyasla milletlerin menfaatlerine en uygun görülen sistem olarak gören Sadak, 21 Eylül 1953’te yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak hayata gözlerini yumdu.

Onun da dediği gibi, demokrasi milletlerin refahına, zenginleşmesine, iktisadi kalkınmasına çalışan ve bu işlerde muvaffak olan bir ahlak ve fazilet idaresiydi 65.

***

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 2

 ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 2


Türkiye, Demokrasi, Çok Partili Hayat, Necmettin Sadak, Akşam, Milli Şef, İsmet İnönü,Kemalizm,Ayşegül ŞENTÜRK,Serbest Fırka,Dörtlü Takrir, Recep Peker,



   Seçimlerin yapıldığı 21 Temmuz 1946 tarihi ile İnönü’nün 12 Temmuz
Beyannamesi adı altında 11 Temmuz 1947 tarihinde verdiği demece kadar geçen
süre Türkiye’de çok partili sistemin yerleştiği en önemli dönemdir. Muhalif
partilerin kurulmasının önünü açan bazı antidemokratik kanunların 1946’da
değiştirilmesinden sonra 12 Temmuz Beyannamesi’nin yayınlanmasıyla
muhalefet partileri, hem hareket serbestliği hem de CHP ile eşitlik kazanmış
oldular. Aslında 12 Temmuz Beyannamesi’nin nedeni olan süreç Recep
Peker’in hükümetinin kurulmasıyla başlıyordu. Tek partili sistem ve şef
idaresi taraftarı olan, sert karakterli bir şahıs olarak bilinen Peker, çok partili
sisteme yavaş yavaş geçilmesi gerektiğini savunuyordu. 12 Temmuz’a kadar
geçen sürede iki parti ve liderleri birbirleriyle sürekli güç mücadelesi yaptılar.
Bütçe görüşmelerinde Recep Peker’in Menderes’in eleştirine ağır bir dille
cevap vermesi siyasi bunalımı tırmandırdı. Ocak 1947’de ilk büyük kongresini
toplayan DP artık gücünün farkındaydı. Menderes halk mitinglerinde Peker’i
muhalefete gizli niyetler beslemekle suçluyordu. Peker’e göre, DP’nin halkı
CHP’ye karşı kışkırtma şeklindeki taktikleri siyasi istikrarın kurulmasını
geciktiriyordu. Siyasi partilerin görevi seçimlere katılmak, yurttaşların görevi
de oy vermekti. İstiklal mahkemelerinin kanunen hala açık olduğu vurgusunun
yapılması da DP’yi etkilemedi ve DP, Nisan 1947’de İstanbul’da yapılacak olan
ara seçime katılmama kararı aldı. 3 Nisanda yayımladığı bildirisinde “Seçim
emniyeti kanunla sağlanmadıkça ve idare mekanizmasının tarafsızlığına
imkân bırakmayan zihniyet değişmedikçe seçime girmeyi Türk demokrasisine
karşı ağır bir suç sayıyoruz” açıklaması yapıldı. Hükümetin seçimlerin serbest
yapılmasında kararlı olduğu apaçık ortada olmasına rağmen, DP’nin bu tavrı
tamamen taktikti. Çünkü DP kazandığı takdirde hükümetin iyi niyeti ortaya
çıkacak bu durumda DP en önemli silahını yani hükümetin kötü niyetle hareket
ettiği ve baskı yaptığı iddiasını kaybedecekti 27.
Recep Peker gibi otorite yanlısı ve hükümete karşı eleştiriyi rejime karşı
gerici bir tepki olarak gören mebusların aksine, çok partili sistem ve siyasi
hürriyetler taraftarı olan Sadak, DP’nin bu politikaları karşısında şaşırmaktan
kendini alamıyordu. Bu şaşkınlığını ve tepkisini dile getiren yazısını 12 Nisan
1947 tarihinde şu cümlelerle kaleme alıyordu:

“Tarihin hiçbir devrinde, hiçbir memleket görülmemiştir ki orada hürriyet
olmadığı halde “Hürriyet” diye bağırılmasına izi verilmiş olsun. Bize öyle gelir ki
“Hürriyet İsteriz!” diye mitingler yapılıp ateşli nutuklar söylenmesi ve hükümet
aleyhinde yazılar yazılması için o memlekette hürriyetin azamisi olmak gerektir. 

Hiç şüphe yok ki, demokrasinin türlü şekilleri ve dereceleri olduğu gibi hürriyetin de azı çoğu, hatta anarşiye kadar giden çeşitleri vardır. Biz bir muhalefet partisinin her meseleyi bir tarafa bırakarak yalnız hürriyet davasını ele almasını da mümkün ve tabii buluruz. Fakat ne o memleket bu memlekettir, ne de o muhalefet bizdeki muhaliflerdir.

Her memlekette daha aşırı hürriyeti kendine bayrak yapmış partiler olabilir. Fakat bizde Demokrat Partiyi kuranlar, milletin türlü dertlerini, hükümetin birçok işlerini bir tarafa bırakarak, aylardır yalnızca “Hürriyet” diye bağırırlarsa onların samimiyetinden haklı olarak şüphe ederiz. Çünkü hürriyet aşkı insanlarda bir yaştan –hem de hayli olgun bir yaştan- sonra gelişen bir sevda değildir. Politikada ilk şart samimiyettir. Hürriyeti hiç sevmemiş, hürriyet adına ömürlerinde hiçbir söz söylememiş, en küçük bir hareket yapmamış insanların “Hürriyet” partisi kurmalarını biz anlayamıyoruz. Bir partinin başarısı için ilk şart politikada samimilik, meslek ve kanaatlerde ciddiliktir. Ötesi saman alevi gibidir. Milletin birçok derdi arasında bu gidişle muhalefetten bıkmasından da korkarız”28. 

Gerçektende CHP’nin kendi hazırladığı anayasa, muhalefetin CHP’nin uygulamaları na meydan okumasına ve demokratik politik düzene geçilmesine yasal bir platform oluşturuyordu29.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, demokrasi ve hürriyeti korumak amacıyla Truman Doktrini adı altında Türkiye ve Yunanistan’a yardım etmenin tartışıldığı ortamda, Amerikan kamuoyunda Türkiye’deki politik sistemle ilgili olarak askeri diktatörlük olduğu ve basın hürriyeti olmadığı eleştirileriyle, demokrasinin olmadığı belirtiliyordu. Sonuçta Amerikan Kongresi yardımı kabul etti. Siyasi gelişmeleri etkileyen ve çok partili siyasal bir rejimin bulunmadığı bir ülkenin Batılı devletlerin yanında yer alabilmesinin kolay kolay mümkün olamayacağını bu süreçte anlayan Türk hükümeti, Türkiye ile ABD arasında gelişecek sıkı ilişkilerle sağlam bir demokrasinin yerleşeceğini açıklıyordu30.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Celal Bayar’ın hükümetin muhalefet üzerindeki baskısından -sıkıyönetimin kaldırılması, Halkevleri ve radyonun tarafsız olması gerektiği ve bunun için bir bildiri yayımlanması konusunda şikâyet eden ifadeleri ve buna karşın Recep Peker’in olumsuz cevap vermesi üzerine iki isim arasında bir mücadele başladı. Bu mücadele, İnönü’nün 12 Temmuz Beyannamesi ile sonuçlandı. Yıllar önce Atatürk’ün Serbest Fırka’nın kurulması sonrası İsmet İnönü ve Fethi Okyar’ı iki yanına alarak iki partiye karşı tarafsız ve eşit muamelede bulunacağına dair sözlerini hatırlatan beyannamesinde İnönü “…İhtilalcı bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, Devlet Reisi olarak, kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görüyorum…” sözleriyle iktidar partisi ve muhalefet partileri arasındaki ilişkilerin yeni esaslara dayandırılması gereğini belirtiyordu. Sonuçta bu beyanname partiler arası ilişkileri normalleştirerek sükûna kavuşturdu31.

Sadak’ın “Demokrasi rejimlerinde hiçbir hükümet –partisinin itimadına
dayandıkça- muhaliflerin hücum ve tenkidi neticesinde istifa etmez”32 yorumunu
içeren yazısından daha birkaç gün geçmişti ki gerek Demokratların gerek
Ilımlıların baskısına dayanamayan Recep Peker 9 Eylül 1947’de Başbakanlıktan
istifa etti33. Necmettin Sadak’ın Hasan Saka ve Şemsettin Günaltay Hükümetleri
döneminde Dış İşleri Bakanlığı yaptığı yıllar dolayısıyla gazeteciliğe ara verdiği
1947-1950 yılları arası, CHP ve DP’nin kendi içinde birtakım anlaşmazlıklar
yaşadığı dönem oldu 34.

CHP’nin demokrasi savunucusu tavrını Kasım 1947 Kurultayında açıkça
göstermesinden sonra, hükümetin gerçekte muhalefeti istemediği iddiaları
ortadan kalktı. 1948 yılı ortalarında antidemokratik kanunlar ya kaldırıldı ya
da değiştirildi. Ekonomik zorluklar neticesi istifa eden Saka Hükümetinden
sonra Ocak 1949’da Şemsettin Günaltay Kabinesi kuruldu. Yeni kabinede Dış
İşleri Bakanlığı görevine devam eden Necmettin Sadak, Avrupa Kalkınması
İcra Konseyi ve Atlantik Paktı gibi önemli konularda temaslarda bulunmak
üzere zamanının çoğunu yurt dışında geçirmekteydi. 1950 yılına kadar geçen
sürede DP, hükümete karşı zaman zaman sert, zaman zaman da ılımlı bir
politika ile muhalefet etti. Genellikle özgür bir atmosferde ve düzenli geçen
bir seçim kampanyasının ardından 14 Mayıs 1950 yılında huzurlu bir şekilde
yapılan seçimlerden sonra35 DP 396 milletvekilliği alarak iktidar oldu. CHP
68, Millet Partisi ise 1 milletvekilliği ile muhalefeti oluşturdular. Hükümetin
Demokratlara devrinden sonra Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçildi, Adnan
Menderes ise Başbakan oldu. Malatya’dan milletvekili seçilen İsmet İnönü de
muhalefet liderliğine oturdu 36.

Yeni hükümetle birlikte bakanlık görevi sona eren Sadak gazetecilik
görevine geri döndü. İktidar değişikliğini olumlu karşılayan Sadak, partisini
samimiyetle eleştirdiği anlaşılan yazısında bu değişimi şöyle ifade ediyordu:
“1947 Eylül’ünde gazetecilik vazifemden ayrılmıştım, üç yıl devlet hizmetinde
bulundum, birçok dostlarım bilirler ki bu seçimlerde CHP iktidarda kaldığı ve ben tekrar vazifeye çağrıldığım takdirde özür dileyecektim. Yoruldum, dinlenmeye ihtiyacım var diyecektim. Fakat gazeteme dönüşüm dilediğim şekilde olmadı. Seçimleri kaybetmemiz bile düşündüğümüz bütün ihtimalleri aştı. CHP’nin seçimleri kaybetmesine sebep, galipleri bile hayrette bırakan yenilme şekli gösteriyor ki, CHP’nin iktidarda uzun kalması, her çeşit vatandaşın sıkıntısı, şikâyetleri, acısı, yani istemediği ne bulmuşsa ve ne oluyorsa yirmi beş yıldır bunları onun günahına yüklemesi, bu kabahatin birikip artması, buna rağmen CHP’nin halk karşısında iktidarda kalmasıdır. Buna tahammül kalmamıştı ve ne pahasına olursa olsun iktidarın değişimi özleniyordu. Bu bakımdan, şahsi kanaatimce, değişiklik hayırlı olmuştur. Bunun iki sebebi vardır. 

Birincisi: Millet çokluğu öyle bir ruh haline gelmişti ki, CHP ağzıyla kuş tutsa halka yaranamayacak, bilakis hiddet artacaktı. Şimdi bu durum ortadan kalkmıştır. İkinci ve daha mühim nokta: Demokrasi rejiminin yerleşmesi, yerleştiğine herkesin inanması için iktidarda bir nöbet devrinin ilk şart olmasıdır” 37.

Sadak, genel seçim ve sonrasıyla ilgili değerlendirmelerini ise şu cümlelerle yazısına yansıtıyordu:
“Muhalefet –yani eskisi- dört yıldır her gün: “Hürriyet İsteriz” çığlıklarıyla
ortaya atılmıştı. Hürriyet yoktu. Dört yıl, bu hürriyetsizlik içinde hürriyet istendi, dört yıl bu hürriyetsizlik içinde iktidara küfür edildi ve nihayet bu hürriyetsizlik içinde bir seçim yapıldı ve hürriyetsizlikten şikâyet edenler hürriyet isteyerek iş başına geçebildiler.
Biz, bugünkü muhalefet, hürriyet istemiyoruz. Bugüne kadar bilfiil mevcut, iktidarın devir ve teslimini mümkün kılmış olan hürriyet bize kâfidir. Hürriyeti artırmak için dahi, bugünkü hürriyete dokunulmamasını dileriz. Bugünkü hürriyetin, muhalefet vazifesini görmeye, sözle ve yazı ile hükümeti eleştirmeye yettiğine inanıyoruz. Hatta bu hürriyetin bir kısmının, hakaret ve küfür hürriyetinin kalkmasını özlüyoruz”38.

Ancak kaygılanmıyor değildi de. 

En iyi demokrasinin, demokrasi kurulduğunun her gün vatandaşlara hatırlatılması lüzumunu duymayan bir demokrasi olduğunu belirten Sadak, Türkiye’nin demokrasiyi yalnız dava olarak değil, tek konu halinde ele aldığı ve düşünce kabiliyetini buna hasrettiği için, demokrasinin icabı olan karşılıklı partilerin hayatının hep bu sahada bir çalışma sayıldığını ifade ediyordu. Partiler meselelerle değil, birbirleriyle uğraşıyor, bir partinin falan yerde ne dediğini gün gün, ne ettiğini konuşup düşünmeye sonra da karşılığını bulmaya uzun zamanlar ve kıymetli enerjiler harcıyorlardı. Bunun neticesi olarak seçimler ön safa geçiyordu. Ama sürekli demokrasiden bahsedilmeyen demokrat memleketlerde, fikir ve kanaatlerine bağlı olan partiler seçimlere bu bakımdan hazırlanıyor, doktrin sahasında fedakârlığı düşünmüyordu. Demokrasinin fikir mücadelesinden ziyade, seçimi mutlaka kazanmak usulü sanılarak, halkı memnun edecek fikri fedakârlıklara girişiliyordu. Bu yüzden: “Yalnız Cumhuriyet Halk Partisinden başlayarak diyebiliriz ki, son yılda sırf seçim düşüncesiyle kim bilir ne kadar fuzuli işler yapılmış, tavizlere başvurulmuş ve yine yaklaşan seçim endişesiyle, memleket hesabına ve fakat halkı hoşnut etmeyecek kim bilir hangi zaruri işlerin gerçekleşmesinden vazgeçilmiştir. Neticelerini gördük, bunlar boşunadır. Bunları kimseye sitem için hatırlatmıyoruz. Maksadımız kendi kendimizi tenkit, acı zevkini tatmak da değildir. Başarının şartı herhangi bir sebeple tavizlere girişmemek tir. Tarih göstermiştir ki, her küçük taviz devlet prensiplerinden daha ağır fedakârlık lara sürükler. Laiklik prensipleri hakkında kendi kendimizi aldatmak tehlikeli
olur. Bunlara sımsıkı sarılmak, bu memlekette terakki denilen anlamın en hayati temelini korumaktır” 39 diyordu Sadak.

Türkiye’de artık DP dönemi başlıyordu. Seçim öncesi özellikle taşrada
sıkı çalışan DP’ye seçim zaferini köyler sağlamıştı. Seçim kampanyalarında
söylenen köylünün ürettiğine daha fazla fiyat verileceği, antiislam kuralların
değiştirileceği, işçilere grev hakkı tanınacağı yönündeki sözler etkisini
göstermişti40. DP tüm gücünü iktisadi kalkınmaya verdi. Traktör ve tarım aletleri
sayısı hızla arttı. DP iktidarı için işler iyi gidiyordu. Ancak başta Celal Bayar
ve Adnan Menderes olmak üzere DP’lilerin psikolojisi ile ilgili genel bir kanı
vardı. O da iktidarın iktidarda olduğu halde bir gün iktidardan düşebileceği
huzursuzluğu idi. Bu huzursuzluğun kaynağı İsmet İnönü’ydü. Pek çok DP’lide
İnönü aktif politikada olduğu sürece DP’lilerin altını oyacağı şeklinde bir fobi
vardı ki, DP’nin elindeki ezici çoğunluğa bakınca bu korkuyu anlamak hayli zor
oluyordu 41.

1950 Genel Meclis Seçimlerini de 55 vilayette DP’liler kazandı. Demokrasi
ve cumhuriyetin tam ifadesinin ahlak ve fazilet idaresi olduğunu belirten
Sadak 42, demokrasinin çok eski bir idare şekli olmadığını, bugünkü demokrasinin
temelinin meşruiyetten ziyade laik idareden kaynaklandığını43 ifadeyle, gerçek
demokraside seçimler kadar halkın yapacağı tercih için de eğitimli olmasının
önemine dikkat çekiyor ve bu sonucu şöyle değerlendiriyordu:
“Demokrasilerde başlıca tehlike, bazen milli menfaatleri, genelliklede hakikatleri
dahi feda ederek partilerin oy toplamak maksadıyla demagoji yarışına girmeleri, hatta yalnız halkın hoşuna gidecek kararlara gitmeleridir. Fakat demokrasi hastalıklarının ilacı da yine demokrasidedir. Milli menfaatlere uygun, fakat halkı ilk anda hoşnut etmeyen kararlar zamanla değerlerini kanıtladıkları gibi, sadece kısa bir süre için halkı memnun eden söz ve tedbirlerin mahiyeti de nihayet ortaya çıkar. Bu bir zaman meselesidir.
Halk nasıl olsa sonun da hükmünü verir. Bütün mesele, demokrasi hürriyetlerinin ve seçimlerinin devamında halkın tercih eğitimini almasıdır” 44.

İşte bu konuda yani tercih konusunda Sadak, henüz Türk halkının yeterince eğitimli olmadığını düşünüyordu. Partili olmayı demokrasinin önemli hususlardan biri olarak gören Sadak, Batılı politikacıların partici değil, partili olduğunu, bizim memleketimizde, herhangi önemli bir vazifenin başında muhalif partiden – bilhassa devlet başkanlığı adayı- bir şahsiyetin bulunmasına tahammül edilemediğini belirtiyordu. Türk toplumunun, politika hayatında partili değil partici olduğunu ifade eden Sadak, partiliyi sadece siyasi inanı bakımından bir partiye bağlı insan olarak tanımlıyordu. Bu bağlılık ona siyasi hayatta bir ideal peşinde yürümeyi pekiştirip, seçimlerde sıkı görevler yüklerdi.

Fakat partili sıfatı hiçbir zaman her sahadaki kanaatlerine, bütün hadiseler
karşısındaki düşüncelerine sevgilerine, nefretlerine topyekûn hâkim olamazdı.
Bu noktada Sadak partili ile partici arasındaki farkı şöyle izah etmekteydi:
“Bir partili için parti, bütün bir dünya değildir, dünyanın bir parçasıdır. Bundan
dolayı partili, başka partiden olanlara da hayat hakkı tanır. Partili bakımından partisi ve programı ne bir din, ne bir ahlaktır. Partici için böyle değildir. Partici için parti, her şeydir. Particinin şahsi görüşleri, ferdi iradesi yoktur. Parti onun için bir dünya görüşü, bir dindir. Kendi partisi cennet, onun dışı cehennemdir. Kendi partisinden olamayanlar kâfirdir. Parti onun bütün düşüncelerine, duygularına hâkimdir. Başkalarının dostluğu, düşmanlığı onların o partiden olup olmadığına bağlıdır. Parti denildi mi particinin gözü kararır, kendini unutur. Particilik fedai bile yetiştirir. Partici zihniyeti, iptidai kavimler zihniyetiyle aynıdır. Hükümetler partili olur, fakat asla partici olamazlar. Partici hükümet örneği İtalya’da faşist, Almanya’da Nazi, Rusya’da komünist idareleri doğurmuştur. Bu derece ifrata gitmeyen, yarı partici zihniyette hükümetler de görülür.

Bunlar da demokrasi için zararlıdırlar. Çünkü demokratik rejimi, hak ve hürriyet
nizamını, devlet teşkilatını, kendi partileri lehine, kendi partileri gözü ile görürler. ‘Her şey halk için..’ derler. Gerçekte her şey parti ve particiler içindir. Batılı demokrasilerde partili vardır, doğuda partici… Partili olmak iyidir. Demokrasilerin zaruretidir. Partici olmak kötüdür. Dolayısıyla Türk toplumu particilikten kurtulmalıdır”45.

DP’nin kimilerine göre demokrasi karşıtı kabul edilen politikaları bu makalenin hem konusunu hem sınırını aşar. Ancak belirtmek gerekir ki, 1946’da başlayan siyasi mücadelenin asıl hedefi çok partili demokratik hayatı kurmak ve
kökleştirmekti. Sonuçta çok partili mücadele, tek parti hâkimiyetine son verdi
ancak asıl hedefini gerçekleştiremedi. Çok partili sistemin varlığını ve kalıcılığını
güvence altına alacak anayasa değişiklikleri yapılmadığı gibi gerekli kurumlar da
kurulmadı. 1952’den itibaren DP’liler, çoğunluk partisinin hizmet ettiği halktan
yetki aldığı görüşüyle, tek partili rejimin zihniyeti olan bütün kurumların iktidar
partisinin emrinde olacağı şeklinde bir düşünceye kapıldılar. DP, bu zihniyetini
parti içi otoriteyi sağlama aracı haline de getirecekti. Muhalefeti sırasında
sürekli antidemokratik kanunlardan dert yanan DP, bu kanunlara el sürmediği
gibi, yeni baskı kanunları hazırlamaya çalıştı. Genel idare kurulu İstanbul
örgütünün sekiz yöneticisine birden işten el çektirerek otoritesini sağladı. Bunu
diğer il kongrelerindeki karışıklıklar izledi ve yöneticilere karşı olanlar partiden
ayrılmak zorunda kaldılar. Sonuçta DP, çoğu aydın kabul edilen sınıfın güven ve
desteğini yavaş yavaş yitirmeye başladı46. 25 yıl tek partinin hürriyetleri dilediği
gibi kısarak memleketi idare ettiği47 noktasında partisini eleştiren Sadak, DP’nin
de aynı zihniyette olduğunu vurgulayarak demokrasinin hukuki anlamda hala
tam manasıyla kurulmadığını satırlarında şöyle izah ediyordu:
“DP’nin bu uygulamaları ve ortaya çıkan olaylar, hükümetlerin her istedikleri
kararı verememeleri, meclislerin dilediği her kanunu çıkaramamaları demokrasinin
bir tanımıdır ve demokrasi hiçbir kanun ve hiçbir kararla değişemez. Türkiye’de ise
‘anayasaya aykırı kanun çıkmaz’ gibi bir nazariyeye sığınarak demokrasi idaresi
kurulmaya çalışılmaktadır. Hâlbuki bizzat anayasa demokratik olmaktan uzak, tek parti ve şef sistemine göre yapılmıştır ve hala tek meclise ve tek partiye dayanmaktadır”48.

Antidemokratik yasaları kaldıracağı vaadiyle iktidara gelen DP, 30
Mart 1951 tarihli programında basın hürriyetinin sağlanacağını belirtmiş ise
de öyle olmadı49. DP’nin izlediği baskıcı politikalar arttıkça İnönü ve partisi
destek kazanmaya başladı. Muhalefetteki İnönü imajından rahatsız olan DP,
bu imajı yıkmak için elinden geleni yaptı50. DP’li Mükerrem Sarol, CHP ile bir
alıp veremedikleri olmadığını, meselenin İnönü olduğunu şu cümleleriyle ifade
ediyordu: “Dava İnönü davasıdır. İnönü olmazsa aramızda halledemeyeceğimiz
hiçbir şey yoktur”51.

***

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 1

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK BÖLÜM 1


Türkiye, Demokrasi, Çok Partili Hayat, Necmettin Sadak, Akşam, Milli Şef, İsmet İnönü,Kemalizm,Ayşegül ŞENTÜRK,Serbest Fırka,


Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi
* Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, (aysegulsenturk@sdu.edu.tr).
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ VE NECMETTİN SADAK
Ayşegül ŞENTÜRK*

Özet:

Bugün uygulana gelmiş sistemler içinde kötünün en iyisi olarak kabul edilen demokrasi, en kolay sistem değildir. Hukuk üstünlüğünün olduğu, eğitim düzeyi yüksek, ekonomik refah içinde yaşayan, milli kültürü sağlam toplumlara korkmadan, mutlu ve huzurlu bir idare sağlayan demokrasi, sayılan özelliklerin tam olmadığı ülkelerde bazı sıkıntılara yol açabilmektedir. 20. yüzyılın başlarında demokrasi konusunda fazla deneyimi olmayan Türkiye, cumhuriyet rejimini kabul ettikten sonra çok partili hayatın denemelerini yapmış ancak başarılı olamamıştır. 1945 yılına gelindiğinde Türkiye’de siyasi ortam iç ve dış koşullarla demokratik hayat için olumlu hatta zorunlu hale gelmiş ve çok partili hayata geçilmiştir. Ancak pek çok genç demokraside olduğu gibi Türkiye’de de “daha iyi bir demokrasi”nin nasıl olacağı konusunda farklı görüşler, uygulamalar ortaya konmakta ve bazı sorunlar yaşanabilmektedir. Demokratik sisteme geçişte oldukça önemli bir zaman dilimini oluşturan 1945-50’li yıllara siyasetçi ve gazeteci kimliği ile bizzat şahitlik etmiş olan Necmettin Sadak, dönemin olaylarını gazetesi Akşam’da kaleme almıştır. Bir başyazarın bakış açısına yönelmek, o yılları daha iyi anlamamıza ve yorumlamamıza katkıda bulunacağı gibi, günümüzdeki bazı sorunların geçmişle olan bağlantısını kurmamıza da yardımcı olacaktır.

Giriş

Kemalizm’in ideolojileştirilmesi çabalarına resmi sosyolojinin yazıcısı
ve öğreticisi olarak katkıda bulunan bir bilim insanı ve düşünür; Durkheim-
Gökalp çizgisinde bir pozitivist; solculuğu milli kabul eden ancak sosyalizmi
ekonomik bir model olarak mahiyeti gereği beynelmilel kabul eden bir sosyalist;
içinde bulunulan şartlar gereği ekonomik liberalizmin Türkiye’de uygun bir
sistem olmadığını savunan ancak tek parti rejimini demokrasiye geçişte bir ara
rejim olarak görerek siyasi liberalizm, çok partili hayat ve sosyal demokrasiye
özlemini dile getirecek kadar demokrat; ulus ve ulusçuluğun dil ve kültür
üzerine oturması gerektiğini savunan bir milliyetçi; gazeteci, sosyolog, bilim
insanı, siyasetçi, devlet adamı özellikleriyle çok yönlü bir kişilik…

Kendisinde bu kadar çok meziyeti barındıran ve çoğu kimsenin pekte
aşina olmadığı, tarihin derinliklerinde kalmış bu isim Necmettin Sadık Sadak’tır.
Avrupa’da hukuk eğitimi almış olan hâkim Şehabettin Bey’in oğlu olarak 1890’da
Isparta’da dünyaya gelen Sadak, Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan
sonra Fransa’da Lyon Üniversitesinde Eğitim Bilimleri diploması alarak yüksek
öğrenimini tamamlamış ve Fransa’da yayımlanan Progress gazetesinde yayın
hayatına ilk adımı atmıştır. 1914 yılında Türkiye’ye döndükten sonra İkdam
ve Vakit gazetelerinde yazılar yazan Sadak, 1918’de birkaç arkadaşı ile birlikte
Akşam Gazetesini kurmuş ve 1953 yılındaki ölümüne kadar aynı gazetede
başyazarlık yapmıştır. Bu dönemde; Milli Mücadeleden Modern Türkiye’nin
doğuşuna, gündelik hayattan siyasete, iç politikadan dış politikaya, sistem ve
ideolojilerle, tek partili hayattan demokrasiye kadar pek çok yazı yazarak aktif
ve verimli bir yazın hayatının içinde olmuştur. Tek partili hayattan çok partili
hayata geçişin sadece tanıklığını yapan bir gazeteci olarak değil, o dönemin
siyasi aktörlerinden biri olarak da yaşananları gazetesinde kaleme almıştır.
Çalışmamızın konusunu da, resmi olduğu kadar gayri resmi kanallardan bilgi
sağlaması ile kamuoyu oluşturmada ve kamuoyunu etkilemede önem taşıyan
ve dönemin olaylarına kayıt sağlayan gazetesindeki yazılarıyla Necmettin Sadık
Sadak’ın demokrasi hakkındaki görüşleri oluşturmaktadır.

Çok Partili Hayata Geçiş Süreci ve Necmettin Sadak 1923-1945 Yılları Arası Görüşleri.,

Sadak’ın demokrasi anlayışını yaptığı cumhuriyet tanımından açıkça
anlamak mümkündür. Sadak, en iyi hükümet şekillerini sosyolojik sebepler
dolayısıyla otorite kuvveti olan ulusal hareketlerden doğan hükümetlerde
görmektedir. Ona göre böyle hükümetler ulusal vicdanın ve ulusal iradenin
deyimidir. Ulusal vicdanın doğurduğu kuvvet ve halk devrimlerinden çıkan
demokrat hükümet şekli ise cumhuriyettir1. Cumhuriyetçi bir bireyin, hürriyet
ve muhalefetten korkmaması gerektiğini belirtir. Çünkü cumhuriyete olan inanç
ancak onu uygulamakla gösterilebilir.

Partiler olmadan demokrasinin olamayacağını belirten Sadak, Cumhuriyet Halk Partisinin kuruluş zamanındaki gayenin, vatanı düşman istilasından kurtarmak olduğunu, bu sebeple de bu cemiyete fikir ve kanaat farkı gözetilmeden her çeşit vatanseverlerin -padişahçılar, halifeciler, şeriatçılar, komünistler, halkçılar, derebeyleri, cumhuriyetçiler, laikler, idealistler- katılıp birlikte çalıştıklarını belirtir 2. Lozan antlaşmasından sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından Halk Partisi Tüzüğü ilan edildiğinde de inançları, düşünceleri, kanaatleri bu prensiplere uymayan mebuslar –sırf vatanseverlikleri ve Mustafa Kemal’e bağlılıkları yüzünden- partide kalmışlardı. Çünkü o zamanki şartlarda partiden ve Mustafa Kemal’den ayrılmak milli birliği bozmak sayılıyordu.

Ancak sonradan değişen şartlarla, siyasi particiliğin Türkiye’de de bir kanaat
ve inan meselesi şeklini aldığını belirten Sadak, buna rağmen CHP teşkilatının
başlangıçtaki homojen olmayan durumunu devam ettirdiğini belirtir. Siyasi bir
partinin kuvvetlenmesinin ilk şartı, onu teşkil eden insanlar arasında siyasi,
sosyal ekonomik prensiplerde sıkı kanaat birliği olmasıdır. Sonraları Halk
Partisinden ayrılarak kurulan partilerin, belli başlı meslek ve kanaat farkından
doğmadığını belirten Sadak, mebusların muhtelif fikir ve kanaat merkezleri
etrafında toplanmamasını gayri tabii 3 kabul eder. Sadak’a göre Demokrat Parti
de dâhil CHP’ne karşı kurulan muhalif partilerin bir şahsiyeti olmadığı gibi,
özellikle de DP, açık ve belli fikir ve kanaatler etrafında toplanmaktan ziyade
karışık bir hoşnutsuzluklar kitlesini temsil etmekteydi 4.

Cumhuriyetin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ’nın Şeyh Sait isyanıyla bağlantılı olduğu iddiasıyla kapatılmasının ardından 5, 1930 da çok partili hayata geçmek için ikinci deneme yapıldı. 1930 Türkiye’sinin dışarıdan bakılınca bir diktatörlük manzarası çizmesi, ekonomik uygulamalardan memnuniyetsiz olan halkın hedef tahtasında iktidar partisinin olması bir muhalefet partisinin varlığını gerekli kılınca, Atatürk’ün isteği ile yakın arkadaşı Fethi Bey tarafından 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Sadak’a göre bu parti aslında cumhuriyetçi olmayan ve CHP’ne karşı olanlar ile CHP’ne kırgın olanlar ve cumhuriyetçi olup da CHP’nin politikalarını beğenmeyen gayrimemnunlardan oluşuyordu 6.Yeni fırkanın kurulması hayli iyimser bir hava içinde olmuşsa da partinin kendisini feshetmesi uzun sürmedi.

İnkılâplara karşı olan güçlerin partiye sızması ve rejimin tehlikeye girmemesi
için partinin kendini feshettiği şeklindeki yaygın kanının aksine, Fethi Bey
(Okyar) ve Ahmet (Ağaoğlu) Bey’in görüşüne göre SCF’nın halk tarafından
gördüğü rağbete CHP katlanamamış ve iktidarı yitirmesi olasılığı belirince de
partinin kapatılması için baskı yoluna sapmış, olaylar çıkarmış, çıkaramadığında
ise husumeti körüklemişti 7.

Serbest Fırka deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Türkiye’de köklü değişimler oldu. 1929 dünya ekonomik krizinden Sovyet Rusya ve İtalya gibi totaliter ülkelerin fazla etkilenmemesi, bu rejimlerin demokratik sistemlere göre daha başarılı, etkili ve verimli olarak görülmesine neden oldu ve totaliter rejimler dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hayran kitlesi kazanmaya başladı. Menemen olayından sonra tek parti otoritesi iyice pekişti, 1935 kurultayı ile de devlet ve parti adeta bütünleşti. Bu durum az gelişmiş ülkelerde iktidarı oluşturan grubun siyasi örgütü ile devlet kurumu arasındaki ilişkilerin iç içe olması şeklinde yorumlandı8. Türkiye’de bu dönem CHP’nin kendisine model olarak İtalya’da Faşist Parti, Rusya’da Komünist Parti ve Almanya’da Nazi Partisini örnek aldığı görüşünde olanlar da vardı 9. Ancak bu durum gayri tabii değildi. Çünkü demokrasi rejiminin, memleketlere ve partilere göre değişen birçok şekilleri vardı. Örneğin Britanya Krallığı bir demokrasiydi, Amerika cumhuriyeti bir demokrasiydi, İsviçre de bir demokrasiydi. Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği de demokrasiydi. Eski Fransa Cumhuriyeti demokratik bir idareydi, Türkiye Cumhuriyeti de demokrattı. Sadece bu kadar da değil;

Komünist Rusya ne kadar demokratsa, Nasyonal-Sosyalist Almanya’da
dünyanın en demokrat memleketi olduğu iddiasındaydı. Faşist Mussolini de
ben demokrat değilim demiyordu. İşte bu sebeple Sadak’a göre, demokrasi
bir idare şekli değil, bir idarenin vasıflarından yalnızca biriydi. Bundan başka
bütün hükümet şekilleri gibi, demokrasi de milletlerin hayatında bir gelişimin
neticesiydi. Bu sebeple de birbirlerine benzemiyorlardı 10.

Türkiye’de devlet başkanının bir parti şefi olup olmaması da bunlardan
biriydi. Tek meclis veya iki meclis, liberal sistem yahut devletçi ekonomi,
devlet başkanının icra kuvveti başkanı olması veya olmaması gibi türlü şekiller
bütün demokrasilerde nasıl varsa ve partiler arasında nasıl mücadele konusu
ise Türkiye’de de cumhurbaşkanının parti şefi sıfatını –seçimlerde- muhafaza
etmesi, bir parti programı olarak pek ala mümkündü 11.

Türkiye’de Milli Şef Dönemi ” olarak geçen dönemi, Maurice Duverger
CHP’nin “Hâkim Parti” olduğu dönem olarak tanımlamaktadır. Duverger’e
göre hâkim parti rejimleri, tek parti ile çok parti rejimleri arasındadır. CHP’nin
tek parti yönetiminin kalıcı olup olmadığı, 27 yıl süren iktidarı boyunca
demokrasiyi hedefleyip hedeflemediği konusu uzun yıllar tartışma konusu
olmuştur12ve olacaktır da. Ancak 1945’lere gelindiğinde CHP’nin demokrasiyi
hedeflemediği iddia edilse bile şartlar Türkiye’yi çok partili hayata geçmeye
zorlayacaktı.

1945-1953 Yılları Arası Görüşleri

Necmettin Sadak’ın demokrasi hakkındaki görüşlerinin çoğu Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği 1945 yılı ile DP’nin kuruluşu ve sonrasında toplanmaktadır. Demokrasiye duyduğu özlemi yazılarında sık sık dile getiren Sadak, cumhuriyeti koruyarak demokrasinin nasıl gerçekleştirileceği konusunda bir takım endişelere sahipti. Türkiye Cumhuriyeti’nin hürriyet ve demokrasinin nimetlerini, parlamento ve fırkacılık usulleriyle tehlikeli politika oyunlarına alet etmekten çekindiğini belirten Sadak, Milli Kurtuluş savaşından doğan cumhuriyet rejiminin, demokrasi alanında geniş adımlar atarken iki düşmandan kendini koruması gerektiği üzerinde duruyordu: İrtica ve emperyalizm. Bunun içindir ki kurulacak partiler arasında, saltanat ve şeraiti geri getirmeyi yahut cumhuriyet anayasasını yırtarak memleketin hürriyet ve istiklalini yabancı direktiflere terk etmeyi gizli veya açık amaç edinmiş partilere yer olmamalıydı 13.
Demokrasi için halkçı idarenin en iyi hükümet şekli olduğu konusunda
hemen herkesin hem fikir olduğunu ifade eden Sadak, anlamında galiba hemfikir
olunmadığını ancak demokrasinin herkesçe kabul gören tanımını yapmak
güç olsa ve uzun sürse de, demokrasinin ne olmadığı konusunda birleşmenin
herhalde daha kolay olduğunu belirtiyordu. Ona göre demokrasi anarşi demek
değildi. Anarşi herkesin aklına geleni yapmasıdır, bu da demokrasi olamaz.
Demokraside halk kendi yöneticilerini bizzat seçer. Demokrasinin curcuna
olmaması için adaylar ilan edilir, günü gelince millet serbestçe oyunu verir.
Demokrasinin anarşi olmadığı muhakkak ise, her vatandaşın aklına esince
hükümete “sen çekil” demesi ve bunun gazetelerde yer alması da demokratik
değildi. Demokrasi otoriteli rejim ve vesayet idaresi de değildi. Demokrasi,
milletin yalnız bir tarafı dinlemesi, yalnız bir tarafa inanmak zorunda kalması
demek de değildi 14.

Sadak’ın demokrasi hakkındaki endişeleri devam ederken, CHP’ye duyulan muhalefet yaygın ve köklü bir hal almaya başladı. 1945 yılına gelindiğinde iç ve dış koşullar Türkiye’yi çok partili hayata geçmeye zorluyordu.

İç koşulların en önemlisi tek parti yönetiminin yol açtığı hoşnutsuzluktu.
Bu hoşnutsuzluk Ocak 1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısının
Meclis’e gönderilmesiyle açığa çıktı. Sadak başlangıçta Cumhuriyet hükümeti
ve onun dayandığı partiyi devletçi ve halkçı, Türkiye halkının yüzde seksenden
fazlasının ise köylü ve çiftçi olduğunu belirterek çiftçiye toprak verilmesinin
alkışlanacak bir hadise olduğunu vurguladı15. Ancak tasarıda getirilmek istenen
ve “öteden beri tarım işçiliği ile geçinen çiftçilerin toprak sahibi olmaları için, o
toprağın üzerinde yerleşmiş bulunmaları şarttır” hükmünü içeren 17. Maddeyi
doğru bulmadı. Çünkü bu madde ile toprak sahibi kılınacak işçilerin sayısı
hemen hemen hiç olacaktı16. Sadak’ın aksine, büyük toprak sahibi mebuslar
ve yandaşları ise tasarıya olan tepkilerini, topraklarının kamulaştırılacağı
kaygısıyla gösterdiler. Böylelikle parti içi muhalefetin ilk tohumları atılmış oldu.

Dış koşulların en önemlisi ise, II. Dünya Savaşı’nı “Batı Demokrasileri” nin
kazanmış olmasıydı. Bu zafer tek partili diktatörlük yönetimlerinin ve siyasal
sistemlerin gözden düşmesine neden oldu. Nitekim Müttefikler savaşın
sorumlusu olarak totaliter rejimleri görmekteydiler ve dünya barışının
sağlanması açısından totaliter rejimlere karşı bir mücadele başlattılar. Yeni
dünya düzeni içinde var olmanın ön şartı çok partili demokratik sistemi
benimsemekti ve Türkiye’nin de bu değişimi görmezden gelmesi mümkün
değildi. Sonuçta Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere girişi ve Batı’ya yaklaşması,
ülkedeki tek parti rejiminin temellerini sarstı 17. Uluslararası ortamda iktidarı
siyasi olarak liberalleşmeye zorluyor, muhalefete ise destek oluyordu 18. 

   “Başta CHP organı Ulus gazetesi olmak üzere birçok gazetede ‘Demokrasilerin
zaferi’nden söz edilir olmuştu 19. Ancak yönetime bakıldığında çokta değişen
bir şey görünmüyordu. Savaş boyunca İstanbul’da uygulanan sıkıyönetim
hali altı ay daha uzatıldı. Sıkıyönetim hükümete memleket emniyetini sağlama
bakımından her türlü yetkiyi veriyordu.''  Bu yıllarda çoğu İstanbul’da bulunan
basın, siyasi açıdan önemli bir güç olarak kullanılıyordu. 

Diğer yandan Meclis’teki muhalefet 7 Haziran 1945’te “Dörtlü Takrir”in verilmesiyle daha da belirginleşti. Halk Partisi Meclis Grubu, eski Başbakan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın imzasının bulunduğu önergeyi reddetti. Böylece önerge sahiplerine partiden ayrılmak için ortam hazır hale geldi. Tüm bu gelişmeler yaşanırken İsmet İnönü 1 Kasım 1945’te TBMM’nin
açılış konuşmasında ülkenin demokrasiye doğru ilerlemekte olduğu, tek eksiğinin bir muhalefet partisi olduğu yönündeki konuşmasıyla muhalifleri cesaretlendirdi. Siyasi havanın yumuşaması karşısında kurulan ilk muhalefet partisi Milli Kalkınma Partisi oldu. Liberal görüşlü muhaliflerin Vatan Gazetesi ve sosyalist görüşlü muhaliflerin Tan Gazetesi etrafında birleşmesi ve Görüşler Dergisi vasıtasıyla Halk Partisi ve Cumhurbaşkanı aleyhinde yazılara ek olarak, Sovyetler yanlısı bir tutum sergilenmesi tedirginliğe yol açtı 20. Komünizm ve muhalefet aleyhtarı dövizler taşıyan büyük bir kalabalık Tan Matbaası önüne gelerek kısa bir zamanda Tan’ın makinelerini parçaladı ve solcu yayınlar yapan birkaç kitapevi tahrip edildi. 

Gösterinin yıkıcı tarafını eleştiren gazetesinde, göstericilerin zoruyla eleştirel kısımları yazılarından çıkarmaya mecbur edilmesi üzerine Sadak, muhalefet partisi kurulmasının sakıncalarından bahsederken, cumhuriyet rejiminin mevcut tehlikelerin dışında tutulması gerektiğini şu sözleriyle ifade ediyordu:

“Demokrasinin vazgeçilmez unsuru muhalefettir. Muhalefet azınlıktır. Gayesi
çoğalıp iktidara gelmektir. Çok partili ve serbest seçimli bir meclis hayatı bir kere kabul edildikten sonra karşı partilerin yalnız doğmasına değil, yaşayıp gelişmesine imkân tanıyacak bütün şartlara engel olabilecek bir iktidar partisine demokraside yer yoktur.
Demokrasi diye her memleket ve her zaman için biçilmiş bir hazır elbise yoktur. Her millet kendi ihtiyaçlarına göre bu kalıbı bizzat yapar. Onun için demokrasi, tam gerçekleşmesi güç ve uzun süren bir nizamdır. Bir demokraside her türlü fikir ve kanaatlere yer vardır.

Gerçek demokrasilerde ilk şart nizam ve meşruiyete hürmet, fikirlere karşı toleranstır.
Gerçek ve sürekli demokrasinin ikinci şartı, insanların değil müesseselerin hâkim
olmasıdır. İnsanlar fanidir, hâlbuki cumhuriyetin ebediyen yaşaması lazımdır”21.
CHP bir taraftan ülkede bir rejim buhranının olmadığını açıklarken 22
diğer taraftan da dörtlü takrir sahipleri bir muhalefet partisi kurmanın
hazırlıklarını yapıyorlardı. Ve nihayet o parti 7 Ocak 1946 günü Demokrat
Parti adıyla kuruldu. Celal Bayar, Amerikalı bir gazetecinin yeni partinin
CHP’den farkı nedir sorusuna partilerinin CHP’den önemli farkları olduğunu
“...Adli, mali ve iktisadi prensiplerimizde umumiyetle tatbikat şekillerinde ayrılıklar
vardır” cevabıyla verdi. Sadak ise Celal Bayar’ın aksine, DP’nin CHP’den farklı
bir parti olmadığını açıklıyordu. Programına bakıldığında Halk Partisinin altı
oku gibi, DP’nin de cumhuriyetçi, laik, inkılâpçı, halkçı, devletçi ve milliyetçi
olduğu olduğunu belirten Sadak’a göre aslında DP’nin hedefi ülkede yeni bir
devlet sistemi, yeni bir sosyal meslek, bir devrim programı getirmek değil, aynı
ana prensipler çerçevesi içinde hükümet ve idare mekanizmasında yenilik ve
denetim getirmek istemesiydi 23.
İlk mesajlarını; basın hürriyeti ile ilgili kanunların değişmesi, Cemiyetler
ile Ceza Kanunu’nun değiştirilmesi, üniversite özerkliği, tek dereceli seçim,
cumhurbaşkanının parti başkanlığından ayrılması 24 gibi konularda veren
DP’nin kısa sürede teşkilatını tamamlamasından sonra Türkiye’de 21 Temmuz
1946’da ilk çok partili genel seçimler yapıldı. Seçimlere yolsuzluk iddiaları
damgasını vurdu. Seçimin özellikle illerde CHP’li devlet görevlilerinin baskısı
altında yapıldığı söylentisi çıktı. Sonuçta CHP 395 mebusluk alırken, DP 64
mebusluk kazandı. Aslında DP’nin başarısı CHP’ye olan tepkinin sonucuydu.
CHP iktidarını korumuştu ama halk tarafından pek tutulmadığını da anlamıştı.
Tek parti döneminin birikimi olan memnuniyetsizlikler, savaş yıllarının sonucu
olan ağır ekonomik sorunlar CHP’nin o zamana kadar desteğini aldığı geniş
toplumsal tabanın ondan uzaklaşmasına neden olmuştu. Sadak bu mağlubiyetin
CHP’ye olan teveccüh ve inanç kaybıyla ilgili olduğunu şöyle açıklıyordu:
“Parti işlerini ‘olsa da olur, olmasa da’, türünden bir vazife saymayarak ‘farz’
kabul etmek kolay değildir, çünkü böyle bir değişiklik söz ve karardan ziyade derin bir psikolojiye bağlıdır. Bir işin iyi görülmesi, canla başla yapılması için o işin insanda alaka uyandırması, gayret, heyecan ve şevk vermesi gerekir. Bir siyasi partiye bağlılık maddi menfaatlerle ilgili olamaz ve olmamalıdır. Siyasi partinin doğuracağı alaka maddi olmayınca ancak manevi olabilir. İnsanlar bir partiye duygu ve düşünceleriyle bağlıdırlar. İnan ve ideal bir partinin temel kuvvetidir 25. Nihayetinde çok partili demokratik hayat, Demokrat Parti kurulduktan sonra başlamamış, CHP buna karar verdikten sonra hayata geçmiştir. Yani CHP, sebep değil bir neticedir. Tek parti, tek şef sistemine nihayet verilmesi karar altına alındıktan sonra Demokrat Partisi kurulmuş ve birkaç kişi tarafından alelacele bir program yazılmıştır”26.

***

6 Kasım 2019 Çarşamba

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ Nİ KURANLAR NASIL BİR GENÇLİK İSTİYORDU.? BÖLÜM 2

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ Nİ KURANLAR NASIL BİR GENÇLİK İSTİYORDU.?  BÖLÜM 2



Atatürk döneminde yukarda görüşlerinden örnekler verilenler dışında daha bir çok devlet ve siyaset adamı, “amelî, “ yani öğrendiğini uygulayabilen gençler yetiştirmenin önemini vurgulamıştır.34 
Öğrendiklerini uygulayabilen, “amelî nesiller” yetiştirme görüşü, o dönemde devletin eğitim politikasına da yansımış35 ve hükûmet programlarında yer almıştır.36 Atatürk dönemi Maarif Vekillerinden İsmail Safa, 8 Mart 1923 (1339) tarihinde yayınladığı bir bakanlık genelgesinde “Tedrisatın Gayeleri” (Öğretimin Amaçları) başlığı altında şöyle demektedir: 

Vekaletin tedrisat hususundaki gayesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Paşa Hazretleri’nin senei devriye münasebetiyle irat buyurdukları nutukta gösterilen hututu [ilkeleri] ihtiva eder. O hututun aynen muhafazası için nakl ve tekrara lüzum görüyorum: 
Müşarünileyh Hazretlerinin gayet muciz [öz] surette izah ettikleri gibi bu hususta tatbik edeceğimiz usul, malumatı insan için fazla bir süs, bir vasıtai tahakküm, yahut medenî bir zevkten ziyade, maddî hayatta muvaffak olmayı temin eden amelî ve kabili istimal bir cihaz hâline getirmektir.37 

Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) tarafından hazırlanan program ve yönetmeliklerde de “ amelî eğitim ” kavramı, bir başka deyişle, öğrendiklerini uygulayarak hayatta başarılı olacak gençler yetiştirmenin önemi vurgulanmak tadır. Maarif Vekâleti tarafından hazırlanarak 1927’de yayınlanan ve orta öğretim kurumlarının amaçlarını belirleyen “Lise ve Orta Mektepler Talimatnamesi”nde şöyle denmektedir: “Orta mekteplerle liseler, talebesinin... Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı sıfatıyla millet hayatı içinde müsmir 
faaliyette bulunmasını... hedef ittihaz eder.”38 Atatürk döneminin sonlarına doğru, yine Maarif Vekâleti tarafından hazırlanarak 1936 yılında yayınlanan “İlkokul Programı”nda da, öğrencilerin bilgiyi uygulamasının ve hayatta başarı kazanmalarının önemi vurgulanmaktadır. 
Program, ilkokulun amaçlarından birisini şöyle ifade etmektedir: “İlkokul terbiye ve tedrisinde güdülen hedeflerden biri de bilgiyi, talebeye maddî hayatta muvaffakiyet elde ettiren bir vasıta haline getirmektir.”39 

3. Yüksek Karakterli Bir Gençlik 

Atatürk ve onun döneminde görev yapan devlet ve siyaset adamları hem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hem de Meclis dışında yaptıkları konuşmalarda yeni yetişen nesillerin “yüksek seciyeli” (karakterli, erdemli) yetiştirilmesini istemişlerdir. Atatürk bu konudaki görüşlerini, 25 Temmuz 1924’te öğretmenlere yaptığı bir konuşmada şöyle açıklamaktadır: “Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, 
bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu evsaf [nitelikler] ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.”40 

Atatürk’ün bu sözleri diğer devlet ve siyaset adamları tarafından da aynen veya benzeri ifadelerle tekrarlanmıştır. 

Maarif Vekâleti 1924 yılı bütçesi Mecliste görüşülürken söz alan Karahisarısahip milletvekili Kamil Efendi, eğitimin vatan evladına “iyi bir irade, ” “yüksek ve sağlam bir seciye vermek” demek olduğunu söylemiştir. Ona göre, eğitimin amacı vatan evladını “iyi iradeli” ve “yüksek seciyeli” olarak yetiştirmek olmalıdır.41 Aynı oturumda söz alan Maarif Vekili Vasıf Bey de takip ettikleri maarif siyasetinde “seciyeyi!, iradeyi, ahlakı fazileti en ulvî, en müspet ve katî bir hedef olarak” kabul ve ilan ettiklerini söyledikten sonra konuşmasını şöyle 
sürdürür: “Elbette... milletin gençliğine yüksek bir terbiye ve yüksek bir irade vereceğiz. Bu bizim hedefimizdir.”42 Başbakanı İsmet İnönü 8 Temmuz 1929’da “Ankara Hukuk Mektebi”nin öğrencilerine yaptığı bir konuşmada bilgili ve erdemli olmanın önemini vurgular. 
Hayatta başarılı olmak için hatırıma gelen “bir iki sırrı” size söylemek istiyorum diyen İnönü, konuşmasını şöyle sürdürür: 

Bir defa vazife severlik tavsiye ederim. Vazife severlik ilk andan itibaren kanaat ve tahammül yükler. Vazife severlik ilk anda teveccüh eden vazifeyi sevmek demektir. Sevmek buradan başlar. Ondan sonra muvaffakiyet ve sebat gelir. Hayatta muvaffakiyetin başı kanaatte ve tahammüldedir. Kanaatkâr olmak lazımdır. Müşkülat karşısında tahammül etmek, dişini sıkmak lazımdır. İnsanoğlunun kabiliyetinin derecesi ve hududu keşfolunmamıştır. Size hayatınızda bir de liyakat hırsı tavsiye ederim. Serbest hayatınızda olsun, resmî hayatınızda olsun kabiliyetinizi artırmak, ilminizi artırmak için göstereceğiniz gayret, girdiğiniz meslekte en yüksek dereceye varmak için göstereceğiniz hırstır ki, herhangi bir cemiyeti en yüksek cemiyetler sırasına çıkaracak tılsım meyanındadır. Size bir de bütün bu söylediklerimden belki daha mühim olmak üzere seciye, istikamet tavsiye ederim. Asla seciye ve istikametten dönmeyiniz. İlimsiz hiçbir şey olmaz. Fakat ilimle de, eğer seciye sağlam değilse bir netice kazanılmaz, korkulur ki ilim zararlı olmasın.43 

Maarif Vekili Esat Bey 3 Ocak 1921’de yaptığı bir konuşmada, gençliği nasıl yetiştireceklerine ilişkin görüşlerini şöyle açıklamıştır: 

“Gazi Hazretleri ‘Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister’ buyurmuşlardır. Bu muhafızlar münevver gençlikten başka bir şey değildir. Gençlerimizi ve çocuklarımızı bu beş esasta yetiştireceğiz.”44 Esat Bey Mecliste yaptığı bir konuşmada da gençliğin ahlaki değerlere sahip olarak yetiştirilmesini istemiştir.45 Kütahya milletvekili Cevdet Bey, Maarif Vekili Hamdullah Suphi ve Kastomonu milletvekili Halit Bey de, gençliğin “ahlâklı” ve “seciyeli” olarak yetiştirilmesi gerektiğini savunan 
konuşmalar yapmışlardır.46 

Atatürk’ün.47 ve onunla birlikte Cumhuriyeti kuranların çok önem verdiği yüksek karakterli (erdemli) bir gençlik yetiştirmek ideali devletin eğitim politikası olarak da benimsenmiştir. Büyük Millet Meclisi’nde okunan ilk “İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) Programı”nda gençlere “teşebbüs kudreti” ve “nefse itimad” gibi “seciyeler” (erdemler) kazandırılacağından söz edilmektedir.48 
Maarif Vekili Vehbi Bey 20 Kasım 1921’de yayınladığı bir genelgede, gençliğin “sarsılmaz bir seciye ve ahlâk” ile donatılacağını söylemektedir.49 
Başbakan Celal Bayar da 8 Kasım 1937’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okuduğu hükûmet programında, nasıl bir gençlik yetiştireceklerini şöyle 
açıklamaktadır: “Büyük gaye, Türk vatandaşını fikir ve düşünce itibariyle kuvvetli, vücut itibariyle kuvvetli ve tam sıhhatli, seciyeli, gürbüz, güzel 
insan olarak yetiştirmektir.”50 Yüksek karakterli bir gençlik yetiştirmek görüşü, eğitimin amaçlarından birisi olarak, Atatürk Dönemi’nde yayınlanan 
ilk ve ortaöğretim program ve yönetmeliklerinde de yer almıştır.51 

4. İnkılapları Yaşatacak Bir Gençlik 

Atatürk döneminin ilk yıllarını oluşturan 1920-23 arasında, devlet ve toplum hayatında bazı yenilikler yapılmış olmakla birlikte, büyük inkılaplar Cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleştirilmiştir. 29 Ekim 1923’te, o zamanın anayasası olan “Teşkilatı Esasiye Kanunu”na “Türkiye devletinin şekli hükûmeti Cumhuriyettir” maddesi eklenerek Cumhuriyet ilan edilmiş, 1924’de yapılan değişiklikle 
Türkiye devletinin “Cumhuriyetçi, Millîyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik, ve Inkılapçı” olduğu kabul edilmiş, sonraki yıllarda da hemen her alanda köklü yenilikler yapılmıştır.52 

Başta büyük Atatürk olmak üzere, Türk devlet ve siyaset adamları gençlerin yapılan inkılapları yaşatacak şekilde yetiştirilmesini ve eğitim sisteminin buna göre düzenlenmesini istemişlerdir. Atatürk 1924’te Dumlupınar’da yaptığı bir konuşmada bu konudaki görüşünü şöyle dile getirmiştir. “Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir, Cumhuriyeti biz tesis ettik, onu ila ve idame edecek sizsiniz.”53 
Atatürk 1927’de Cumhuriyet ‘Halk Partisi Kurultayında okuduğu tarihi “Nutuk”ta da “Türkiye Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa” etmek görevini gençliğe vermiştir.54 

Maarif Vekili Mustafa Necati 1926’da İstanbul’da Darülfünun’da (üniversite) yaptığı bir konuşmada, gençleri “yeni hayatımızın icaplarına göre hazırlamak borcumuzdur” dedikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür: Okullarımızı öyle düzenlemeliyiz ki, “çocuklarımızın çok yüksek fedakarlıklarımızın çiçeği olan inkılabı gayesine eriştireceklerinden şüphe etmeyelim ve müsterih olalım. Vekâlet bu hedefe varmak azmi katisindedir.”55 Mustafa Necati 1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada da gayelerinin “inkılâbın prensiplerine âşık bir nesil yaratmak” olduğunu söylemiştir.56 

Atatürk dönemi devlet ve siyaset adamları, eğitiminin amaçlarından birisinin Türkiye Cumhuriyetini ve inkılapları yaşatacak nesiller yetiştirmek olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Dersim milletvekili Feridun Fikri bir konuşmasında şöyle demektedir: “Malumu alileri, maarifimizin bugünkü halinde istihdaf ettiği [amaçladığı] o büyük ruh, memlekette Cumhuriyet gayesini, Cumhuriyet mefkuresini [ülküsünü] yaşatmaktır.”57 Manisa milletvekili Refik Şevket ise “millîyetçi, halkçı, cumhuriyetçi, inkılapçı ve laik bir idealin tahakkuku için yegâne müessesenin” Maarif Vekâleti olduğunu söylemiştir.58 Elaziz milletvekili Fazıl Ahmet Meclis”te yaptığı konuşmalarda, yeniliklere açık, “inkılapçı, laik ve demokrat” bir gençlik yetiştirmek emelinde olduklarını ifade ederek, eğitimin bu amacı gerçekleştirmek için çalışması gerektiğini vurgulamıştır.59 

Atatürk döneminin “inkılapları yaşatacak nesiller yetiştirmek” görüşü o dönemde devletin eğitim politikasına da yansımış ve resmî metinlerde yer’ almıştır. Maarif Vekili İsmail Safa tarafından Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra ilan edilen “Maarif Misakı”nın [Eğitim Yemini] esaslarından birisi, “millîyetçi, halkçı, inkılapçı, laik ve cumhuriyetçi vatandaşlar yetiştirmek”tir.60 

Bu amaç, ilk defa 1936 yılında kabul edilen- İlkokul Müfredat Programında “çocukları, kuvvetli cumhuriyetçi, millîyetçi, devletçi, laik, inkılapçı yurttaşlar olarak yetiştirmek”61 şeklinde ifade edilmiştir. 

Yapılan yeniliklerin, en başta da Cumhuriyet’in yaşaması için eğitim sisteminin yapılan yenilikleri yaşatacak gençler yetiştirmek üzere düzenlenmesi gerekiyordu, bu dönemde de bu yapılmıştır. 

5. Çalışkan Bir Gençlik.,

Atatürk ve onun döneminde görev yapan devlet ve siyaset adamlarının değer verdikleri vasıflardan birisi de çalışkanlıktır. Atatürk Türk gençliğinin çalışkan olmasını, çalışmaktan zevk almasını istemiş, mutluluğun ancak çalışkanların hakkı olduğunu ifade etmiştir. 

Ona göre: 

Çalışmaksızın, fikrî gelişme ve ahlâkî olgunlaşma da mümkün değildir.
...  Çalışmak, ilk sıkıntılara ve isteksizliklere üstün gelindikten sonra, en şiddetli bir zevktir.
... İnsan, çalıştığı işi, eli altında veya kafasının içindeki eserini, büyümekte ve yükselmekte gördüğü zaman ne büyük zevk duyar.
... Bu zevk bütün zahmetleri... derhal unutturur.62 

Atatürk’e göre, “Allah’ın milletimize yaratılıştan verdiği yetenekleri en üst derecede geliştirmek; memleketimize bağışladığı bütün kuvvet ve servet 
kaynaklarından en iyi biçimde yararlanarak güçsüzlük sebeplerini ortadan kaldırmak için, bundan böyle, hiçbir fırsatı ve zamanı boşa harcamayarak, 
çalışmağa mecburuz.”63 

Atatürk çeşitli vesilerle “çocuklarımıza ideal (ülkü) aşılanmasını ve onların çalışkan olmalarını istemiştir.”64 Atatürk’ün ideali “ilkelerine bağlı, çalışkan ve vatansever bir gençlik” idi.65 Ülkenin ancak böyle bir gençlikle kalkınabileceğini söyleyerek çalışkanlığın önemini vurgulamıştır: “Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum.
..Şunu söyleyeyim ki, çok zekisin!.
..Bu belli. Fakat zekânı unut!.
..Daima çalışkan ol!..”66 

İzmit’te basın mensuplarıyla konuştuğu bir gün çalışkanlık konusuna değinen Atatürk bu konuda şunları söylemiştir: “Millî hedef belli olmuştur. Ona ulaşacak yolları bulmak zor değildir. Önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz; yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır: çalışkan olmak.”67 

Atatürk gibi Başbakan İsmet İnönü de çalışkan bir gençlik istemektedir. 5 Kasım 1926’da, “Ankara Hukuk Mektebi”nin diploma töreninde yaptığı konuşmada, “yeni devirlerin adamı” olacak öğrencilerde gördüğü “ümit, sebat ve gayret’ten memnun olduğunu söyler, İnönü’ye göre, “çok zeki, çok akıllı” olmak fazla önemli değildir. Bir insanın en önemli özelliği “ölünceye kadar yorulmaksızın çalışma kudret ve hevesine” sahip olmasıdır. “Zeki değil, çok çalışkan adam istiyoruz” diyen İnönü, “Hukuk Mektebi” hocalarından şu istekte bulunur: “Muhterem profesörler... tahsil hayatında bu gençlerden isteyecekleri mesaiye hudut tasavvur etmesinler, insafsız olsunlar.
... Bu nesil çok esaslı hazırlanmağa muhtaçtır. Çalıştırmalısınız, çok istemelisiniz, çok insafsız ve kıyıcı olmalısınız.”68 İnönü bu isteğinin gerekçesini açıklarken, gençleri amansız hayat mücadelesine hazırlamak gerektiğini söylemiştir. 

Sonuç 

Büyük Atatürk ve onun döneminde görev yapan devlet ve siyaset adamlarının gençlikle ilgili görüşleri analiz edilince ortaya Türk milletinin yaşadığı tarihî tecrübeye göre şekillenmiş, tamamen yerli ve millî bir gençlik tipi çıkmaktadır. Türk milleti dünyanın hem çok güzel hem de siyasi, kültürel, ve ekonomik açıdan çok önemli bir parçasını vatan olarak seçmiştir. Tarih gösteriyor ki bu vatanda hür ve bağımsız yaşamanın bedeli çok yüksektir ve o bedeli, Türk ulusu defalarca ve kahramanca ödemiştir. Bu bedelin ne kadar yüksek olduğunu 
çok iyi bilen Atatürk ve onunla birlikte Cumhuriyeti kuranlar, Türk gençlerini bu topraklarda hür ve bağımsız olarak yaşayacak güçte yetiştirmek istemişlerdir.69 Onlara göre, gençlere “en evvel ve her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklaline” düşman unsurlarla mücadele etmeyi, vatana sahip olmayı öğretmek gerekmektedir.70 Hayatın her anını cephedeymiş gibi yaşayan, “gideceksiniz ve öleceksiniz” dendiğinde vatan için ölmeye hazır, fedakâr nesillere ihtiyaç vardır. Türk gençleri aynı zamanda bilgili, öğrendiğini uygulayabilen, çalışkan, 
ve yüksek karakterli olmalıdır.71 Bu topraklar üzerinde ancak böyle bir gençlik inkılapları yaşatır, Cumhuriyeti korur, ve milletin bekasını sağlayabilir.72 
Türk gibi, Atatürk gibi düşünenlerin başka tür bir gençlik istemesi de mümkün değildir. 

Bu noktada sorulması gereken soru en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’yi düşünen böyle bir gençliği kimin yetiştireceğidir. Geleneksel toplumda gençleri ana baba olarak, öğretmenler olarak biz eğitirdik. Şehirleşen, teknolojik olarak gelişmiş ve küreselleşen yeni toplumda durum değişti. Bizimle birlikte, televizyon, sinema, ve Internet gibi güçler de çocuklarımızı eğitiyor. 

Kim daha güçlüyse, kim daha iyi eğitiyorsa çocuklarımız onların istediği gibi düşünüyor. Çok geç olmadan, bu çocuklara ne olmuş, neler de söylüyorlar, yabancılar gibi düşünüyorlar deme noktasına gelmeden, eğitim kurumlarımızı Türk gibi, Atatürk gibi düşünen, onun gibi hisseden gençler yetiştirmek için hazırlamalıyız. Atatürkçülük, Atatürk gibi hissetmek ve Atatürk gibi düşünmekle mümkündür.73 


DİPNOTLAR;

1 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yay., Ankara 1961, s. 17. 
2 a.g.e., cilt 1. s. 231. 
3 Bkz: Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Gençlik, “, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 867-876. 
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, Ön. ver., s. 182 
5 Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanları’nın [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, s. 86-87. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yay., Ankara 1946. 
6 a.g.e., s. 108-111. 
7 a.g.e., s. 119. 
8 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 10/2/1337(1921), cilt 8, s. 170. 
9 Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlan’nın [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 340 
10 a.g.e., s. 373. 
11 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 4, 12/4/1927, cilt 31, s. 91 
12 a.g.e. devre 2, sene 1, 23/2/1340(1924), cilt 6, s. 264. 
13 a.g.e. devre 2, sene 2, 25/2/1341(1925), cilt 14, s. 305 
14 a.g.e. devre 3, sene 3, 18/5/1930, cilt 19, s. 108. 
15 a.g.e., s. 108. 
16 a.g.e., s. 110. 
17 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlan’nın TCBMEB1 Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 51 52. 
18 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 4, sene 1, 25/6/1932, cilt 9, s. 314. 
19 Ağaoğlu Ahmet (Kars Milletvekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 26/2/1341(1925), cilt 14, s. 367; Abidin Özmen (Maarif Vekili), devre 5, 
Fevkalade İçtima, 25/5/1935, cilt 3, s. 257; Berç Türker (Afyon Milletvekili), devre 5, sene 1, 26/5/1936, cilt 11, s. 238 
20 Suna Kili ve A. Şerif Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ankara 1985, s. 111. 
21 Maarif Vekaleti, 1936 İlkokul Programı, s. 2; Milli Eğitim Bakanlığı, 1968 İlkokul Programı. İstanbul 1968, s. 5. * Daha sonraki dönemlerde bu amacın 
eğitim politikasını belirleyen metinlerde daha ayrıntılı bir şekilde yer aldığı görülmektedir. 1973’te kabul edilen “Milli Eğitim Temel Kanunu”nda, Türk 
 Milleti’nin bütün fertlerini toplumun “milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini 
seven ve daima yüceltmeye çalışan” yurttaşlar olarak yetiştirmek Türk Milli Eğitimi’nin genel amacı olarak kabul edilmiştir (Bkz: Milli Eğitim Gençlik ve 
Spor Bakanlığı, Milli Eğitim Temel Kanunu. Ankara 1987, s. 5). 
22 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 45. 
23 a.g.e., cilt 2, s. 43. 
24 a.g.e., cilt 2, s. 111. 
25 a.g.e., cilt 2, s. 173. 
26 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 298. 
27 Bakınız: Mustafa Rahmi, “Maarifte Gaye-1, “ Hâkimiyeti Milliye. 3 Mayıs 1339/1923; Hâkimiyeti Milliye. “Yeni Türkiyenin Dördüncü Maarif Senesi, 
 “ 8 Mart 1339/1923; Enver Behnan Şapolya, “Atatürk ve Maarif Misakı, “ Türk Kültürü Eğitim Sayısı, Şubat 1966, sayı 40, s. 89; CHP Dördüncü Büyük Kurultayı Görüşmeleri Tutalgası. Ankara 1935, s. 68 
28 Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) Nizamnamesi ve Programı 1931. Ankara 1931, s. 35; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Programı 1935. Ankara 1935, s. 16. 
29 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Programı. Ankara 1924, s. 15; Feridun Fikri (Dersim Milletvekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 5/3/1341(1925), 
Cilt 15, s. 189. 
30 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 25/2/1341(1925), cilt 14, s. 301-302. 
31 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 26/2/1341(1925), cilt 14, s. 367. 
32 a.g.e., s. 373 
33 a.g.e., s. 186-187. 
34 Hamdullah Suphi (Maarif Vekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 2, 12/11/1337(1921), cilt 14, s. 199; Hamdullah Suphi (Maarif Vekili), a.g.e., 
Devre 2, Sene 2, 5/3/1341(1925), cilt 15, s. 173; İhsan hamit (Ergani Milletvekili), a.g.e., devre 2, sene 2, 7/3/1341(1925), cilt 15, s. 201; Hikmet Bey (Maarif Vekili), Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 160; 
İsmet İnönü (Başbakan), a.g.e., cilt 1. ön. ver., s. 106. 
35 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 9/5/1336(1920), cilt 1, s. 241. 
36 a.g.e., devre 2, sene 2, 27/11/1340(1924), cilt 10, s. 389; TC Başbakanlık, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetleri (1923-1960), cilt 1, Ankara 1978, s. 8, 45, 89. 
37 Maarif Vekaleti Mecmuası, sayı 1, 1 Mart 1341(1925), s. 52. 
38 Hasan Cicioğlu, Türkiye Cumhuriyeti’nde İlk ve Orta Öğretim, Ankara Üniv. DTCF yay, 1982, s. 160 
39 Maarif Vekaleti, İlkokul Müfredat Programı. İstanbul 1936, s. 2. İncelediğimiz dönemde sık sık kulandan “seciye” kelimesi günümüz Türkçesinde pek kullanılmamaktadır. Atatürk dönemi aydınlarının “karakter, “ “ahlak, “ “dürüstlük, “ gibi kavramları anlatmak için kullandığı “seciye” kelimesi “karakter” ve “erdem” sözcükleriyle sadeleştirilmiştir. 
40 Atatürkün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön.ver.. s. 172. 
41 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 17/4/1340(1924), cilt 8 ve 8/1, s. 814 
42 a.g.e., s. 823. 
43 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 102-104. 
44 a.g.e., cilt 2, ön. ver., s. 43. 
45 Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 25/6/1932, cilt 9, s. 325. 
46 Cevdet Bey (Kütahya Milletvekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 4/12/1336(1920), cilt 6, s./8; Hamdullah Suphi (Maarif Vekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 7/3/1341(1925), cilt 15, s. 203; Halit Bey (Kastomonu vekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, Sene 3, 20/3/1926, cilt 23, s. 266 
47 Bkz: Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Milli Eğitim”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yay., Ankara 1992, s. 673-693. 
48 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 9/5/1336(1920), cilt 1, s. 241-242. 
49 Ayni, devre 1, sene 3, 14/8/1338(1922), cilt 22, s. 203. 
50 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri. cilt 1, ön. ver., s. 134. 
51 Maarif Vekaleti İlkokul Müfredat Programı. İstanbul 1936, s. 2; Maarif Vekaleti İlk ve Orta Mektepler Talimatnamesi. İstanbul 1927, s. 1. 
52 Suna Kili ve A. Şerif Gözübüyük, Ön. Ver., s. 103-111. 
53 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 182. 
54 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Türk Teyyare Cemiyeti Yay., Ankara 1927, s. 532 
55 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanları’nın Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 373. 
56 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 4, 12/4/1927. 
57 a.g.e. devre 2, sene 2, 26/2/1341 [1925], cilt 14, s. 362. 
58 a.g.e. devre 4, sene 1, 25/6/1932, cilt 9, s. 312. 
59 a.g.e. devre 4, sene 1, 25/6/1932, cilt 9, s. 319; a.g.e., devre 4, sene 2, 17/5/1933, cilt 15, s. 142. 
60 Enver B. Şapolya, “Atatürk ve Maarif Misakı, “ Türk Kültürü Eğitim Sayısı. Şubat 1966, Sayı 40, s. 87. 
61 Maarif Vekaleti, 1936 İlkokul Programı. İstanbul 1937, s. 2. 
62 A. Afetinan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları. Türk Tarih Kurumu yayını, 1969, s. 75-76 ve 533-535’den nakleden Turhan Feyzioğlu,  “Atatürk ve Gençlik, “ Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yay., s. 873. Mustafa Özcan (1992). Updating National Identity: The Turkish Experience: Examples from the Atatürk Period (1920-1938). Presented at the 87* Annual Meeting of the American sociological Association. 
August 20-24, Pittsburg, Pennsylvania, USA. 
63 Hakimivet-i Milliye gazetesine demeç (6 Aralık 1922). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. c.II, 2. baskı, Ankara, 1959, s. 46-47. 
64 Yahya Akyüz. “Atatürk ve Eğitim “, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 712. 
65 Utkan Kocatürk, “Atatürk’te Gençlik Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri, “ Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 878. 
66 Atatürkçülük. Üçüncü Kitap. Ankara, 1983, s. 166-167’den nakleden Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Gençlik, “ Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., s. 874. 
67 İzmit Basın Toplantısı (16 Ocak 1923). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. c.II, 2.b., Ankara, 1959, s. 59. 
68 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlan’nın [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 96-97 
69 Mustafa Özcan (1992). Updating National Identity: The Turkish Experience: Examples from the Atatürk. Period (1920-1938). Presented at the 87* 
Annual Meeting of the American sociological Association. August 20-24, Pittsburg, Pennsylvania, USA. 
70 Andrew Mango (2000). Atatürk: the Bibliographv of the Founder of Atatürk. New York: The Overlook Pres, p. 262. 
71 Atatürk’ün gençlik konusundaki görüşleri için ayrıca bkz: Utkan Kocatürk, Atatürk’te “Gençlik” Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 877-880. 
72 Sadık Tural (2000). in the Track of the Learned. Ankara: Atatürk Culture Center pub., no: 235. A translation of Bilgelerin Yolunda (3rd ed.) by Mustafa Özcan from Turkish into English. 
73 a.g.e. s. 82. 


***