30 Ağustos 2018 Perşembe

Doğu Akdeniz Enerji “ Dalaşı ” ve Mısır - İsrail Yakınlaşması BÖLÜM 2


Doğu Akdeniz Enerji “ Dalaşı ” ve Mısır - İsrail Yakınlaşması  BÖLÜM 2



MISIR - SUDAN - ETİYOPYA

Mısır’ın Sudan’la gerginliği, Etiyopya ile Nil’in üzerine kurulan baraj yüzünden ilişkilerinin gerginleşmesi, Eritre’ye asker göndermesi ve işgal ettiği Kuzey Sudan topraklarındaki askeri varlığını arttırması, Türkiye - Sudan yakınlaşmasını da yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde rasyonel bir zemine oturtmaktadır. Bu yakınlaşmanın, Somali ile derinleşen ilişkilerin, “ne işi var Türkiye’nin oralarda” sığ fikirliliğinden ötede ciddi bir analizi gerektirdiği açıktır. Mısır bir yandan İsrail ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini geliştirirken diğer yandan Sudan ve Etiyopya ile gerginliklerini tırmandırıyor olması, Türkiye’nin Doğu Akdeniz stratejilerinin kurgulandığı parametreleri de yakından ilgilendiriyor olduğunu belirtelim.
 
Bu anlamda, Türkiye’nin Ege Denizi, Kıbrıs ve Yunanistan, dolayısı ile AB ile olan ilişkilerinin belirleyici değişkenleri arasında bulunan NATO üyeliği, ABD ve Batı’nın son altmış yıldır bölgedeki vaz geçilmez müttefiki olması, Rusya ve İran ilişkilerinin de yüksek düzeyli irade rekabeti ortamında idaresini sağlayan, manevra kabiliyeti veren, önemli değişkenler arasındadır. Mısır - İsrail - Suudi ortaklığı bu kabiliyeti Türkiye’nin elinden almak için kurgulanırken, Sudan - Somali - Etiyopya bağlantısı Türkiye’ye sadece ekonomik değil, jeo-politik bir avantaj da sağlamaktadır.  
 
Bu bağlamda, Mısır ile Sudan arasında son zamanlarda yaşanan gerginliği, Orta - Doğu ve Doğu Akdeniz’deki güç çekişmelerinden bağımsız değerlendirmek pek de anlamlı olmaz. Nedenini açıklamaya çalışalım…
 
Mısır ve Sudan, son zamanlarda kendilerini komşu ülkelerle yaşadıkları gerginlikler üzerinden Orta - Doğudaki rakip güç blokları ile bağlantılandırdılar. Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerine (BAE) yakın dururken, Sudan, Türkiye ve Katar’la yakınlaştı. Mısır ve Sudan, Körfez’deki gerginliği Doğu Afrika’ya sıçratacak şekilde sınırlarındaki askerlerini arttırdılar. Mısır, Middle East Monitor’un bildirdiğine göre BAE’nin desteğiyle, bölgenin önemli stratejik ülkelerinden Eritre’ye asker gönderdi. (MiddleEast Monitor, 2018) Aynı gün, Sudan, Kahire’deki Büyükelçisini geri çağırdı ve Eritre’ye komşu olan Kassala bölgesinde Olağanüstü Hal ilan etti. Eritre sınırını kapattı ve bölgeye asker yığmaya başladı. Böylece Mısır ve Sudan arasında gerilim tırmanmaya başladı.
 
Batı basınında bu gerginliklerin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Aralık 2017’de Hartum ziyareti sonrasında tırmandığı iddiaları yer almaya başladı. Birileri Türkiye’nin Doğu Afrika açılımından ve Sudan bağlantısından hoşnut değildi. 2006 senesinde Başbakanken Hartum’a giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Osmanlı’nın 1885’de çekilmesinden bu yana ilk kez Sudan’ı devlet başkanı düzeyinde ziyaret eden kişi oldu. (Sabah, 2006) Cumhurbaşkanı, bu ziyaretinde aralarında askeri anlaşmalar da olan pek çok anlaşma imzaladı. Resmi olarak herhangi bir açıklama yapmamasına rağmen Mısır, medyası üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sudan ziyaretinin Mısır’ın güvenliğini tehdit eden bir ziyaret olduğunu ilan etti. Hartum, Mısır’ın suçlamalarını redderken, Mısır’ın Sudan’ın işlerine karışmaya hakkı olmadığını vurguluyordu. Tırmanan gerginliğe Sudan, “şayet Türkiye ile yaptığımız iş birlikleri dolayısı ile bir bedel ödememiz gerekiyorsa, biz o bedeli ödemeye hazırız” diyerek noktayı koydu. Çünkü, Türkiye ile yaptığı anlaşmalar Sudan’a belli bir takım avantajlar sağlamaya başlamıştı ve Sudan “kötü gün dostu Türkiye’ye sırtını dönmek” istemiyordu.
 
Komşusunun yoksul kalarak, uluslararası alandan tecrit edilmiş olması Mısır’ın işine geliyordu. Sudan’ın ekonomik ve diplomatik olarak zayıflığı, ülkenin uluslararası ekonomik yaptırımlara tabii olması, devlet başkanının Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırım suçlamasıyla aranıyor olması, özellikle Güney Sudan 2011’de ayrıldıktan sonra ülkenin petrol gelirlerinin üçte ikisini götürmesi, Sudan’ı da bulabildiği her ülke ile yakın ittifak arayışına itmişti. (BBC, 2011) Erdoğan’ın ziyaretinde söylediği iki ülke arasındaki beş yüz milyon dolar olan ticareti ilk aşamada bir milyar dolara çıkartma iradesi Sudan’da olumlu yankılandı.
  
Erdoğan’ın Sudan ziyaretinde imzaladığı iki anlaşma özellikle önemliydi. Bunlardan birincisi, yüzyıllarca Afrika, Avrupa, Körfez ve Asya arasında ticaret geçiş yolu olan Kızıldeniz’deki Sevakin adasını 99 yıllığına Türkiye’ye veren anlaşmaydı. Ada, hem Afrika ve Asya’dan Hacca giden hacılar için önemli bir dinlenme durağıydı hem de Osmanlı’nın pek çok tarihi ve dini eserine ev sahipliği yapıyordu. Adanın TİKA ve Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından yeniden inşaası gündeme geldi. Bu anlaşma Mısır’da iyi karşılanmadı. Mısır’ın etkin gazetesi Al-Ahram yazarlarından, Asma Al-Husseini’nin, Türkiye ile Sudan’ın, Kızıldenizden geçen gemi taşımacılığını tehdit etmek için bir askeri üs kurmak için anlaştıklarını ifade ettiğine dikkat çekiyordu.
 
 
Sevakin Adasında bir Osmanlı Camii 

 
Sevakin Adası anlaşması, Kızıldeniz kıyılarında Türkiye’nin polis, güvenlik, askeri ve savunma bakanlıkları nezdinde, hem Sudan’ın gemilerini koruma hem de terörizme karşı savaşta çok ciddi bir kazanım sağladı. Bu gelişmenin, Suudi Arabistan’la uyumlu hareket eden Mısır’ı endişelendirdiği konusu yazılıp çizilmeye başlandı. Sudan’ın içinden çıkan çatlak sesler ise Türkiye’nin Sudan’ı bölgesel çatışmaların içine çekerek bir güvenlik tehdidi yarattığı yolundaydı. Sevakin adası anlaşmasının tarihi önemini, Nil Nehri’nin kaynağını arama çabalarının jeo-stratejik anlamında bulmak mümkün. Bugün Doğu Akdeniz enerji kaynaları üzerinde kontrolün sağlanması “dalaşmasıyla” yakından bağlantılı olan bir tarih bu söz konusu olan. Bu yüzden bir sonraki bölümde kısa bir tarihi analiz turu yapacağız.
 
NİL NEHRİ VE KIZILDENİZİN JEO-POLİTİK ÖNEMİ: TARİHİ PERSPEKTİF

Mısır’ın ekonomik, siyasi ve jeo-politik nedenlerle kontrol edilmesinde Uganda ve Sudan’ın önemi, Nil nehri’nin kaynağının bulunması ve Süveyş Kanalının açılması bağlamında önemi artan stratejik konumları, bu ülkeleri Doğu Akdeniz’deki güç çekişmesinde çok uzun süreden beri ana belirleyiciler yapmıştı. Buna, Kızıldenizin giriş ve çıkışlarının kontrolü üzerinden İndo - Pasifik coğrafyasında elde edilen kaldıraç üzerindeki etkilerini ekleyelim. Yani bugünkü jeo-stratejik çekişme yeni değil, Sudan ve Doğu Afrika da bu “dalaşmaların” yeni aktörleri değil. Daha yakından inceleyelim…
Nil nehrinin kaynağının bulunmasına ilişkin araştırmalar Osmanlı İmparatorluğunun 1821’de Sudan’ı ele geçirmesiyle başladı, Modern Mısır’ın kurucusu Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve daha sonrasında oğulları, Nil’in doğduğu kaynağı bulmak için 1839 -1942 arasında Selim Binbaşı’nın önderliğinde üç keşif seferi düzenlediler. Bunların ikisi dağların başladığı ve çağlayanların olduğu bugünkü Juba’nın tam 32 km kuzeyine kadar ulaştı. Bu seferlerin sonunda Mavi Nil’in kaynağının Etiyopya’nın yamaçlarına, Beyaz Nil’in kaynağının ise Sobat Nehri’nin ağzına kadar olan kısmı keşfedilmişti. Bu keşiflerden sonra Arap tüccarlar ve Batılı misyonerler Sudan’a girerek, Güney Sudan’da yerleşim birimleri kurdular. Avusturyalı bir kaşif olan Ignaz Knoblecher, 1850’de daha güneyde de göllerin bulunduğu haberini verdi. 1840’larda Doğu Afrika’yı gezen misyonelerden Johann Ludwig Krapf, Johannes Rebmann ve Jacob Erhardt Kilimanjaro’nun karla kaplı tepelerini gördüklerini ve tüccarlardan daha güneyde bir iç denizin bulunduğunu öğrendiklerini, buralarda da bir veya bir çok göl olabileceğini duyduklarını bildirdiler. (Erlich, Haggai and Israel Gershoni, eds., 1999)
 
Bu raporlar, Osmanlı’nın askeri gücünü aşıp, Hint Okyanusu’na çıkmakta zorlanan Büyük Britanya’nın ilgisini çekti. İngiltere, daha sonra aralarındaki husumetle, kıskançlıklar ve çekişmelerle tarihe geçecek olan iki İngiliz kaşifi Doğu Afrika’ya Nil’in kaynağını keşfetmeleri için görevlendirdi; Sir Richard Burton ve John Hanning Speke… (Harrison William, 1982) Bu kaşifler, arkalarında yalnızca hüzünlü ve macera dolu anılar bırakmadılar, Arap tüccarları takip ederek Tanganika Gölü’nün kıyısına ulaşan ilk Avrupalı’lar olarak da tarihe geçtiler. (Burton Richard, 1856) Geri dönüş yolunda birbirlerinden ayrılan bu sömürgeci memurlardan Speke, Kraliçesinin adını verdiği Viktorya Gölüne ulaştı. Speke doğru bir tahminle, Nil’in kaynağının bu göl olabileceğini düşünüyordu. (Speke, 1858) Kraliyet Coğrafya Enstitüsü’nün sağladığı fonlarla, 1860’da, James A. Grant adında başka bir kaşifle birlikte tekrar yola düşen Speke, 1862’de Viktorya Gölü’nün etrafında dolaşıp, Karagwe Nehrini bulduktan sonra, Ripon Şelalesine ulaşarak, “hiç şüphe bırakmayacak şekilde Yaşlı Baba Nil’in Viktorya Nyanza’dan doğduğunu gördüm” diye yazacaktı. (Speke, 1996)
 
Speke ondan sonra arkadaşı James A. Grant’la birlikte Kuzey’e doğru, Nil’i takip ederek bugünkü Juba’nın karşısındaki Gondokoro’ya kadar yürümeye devam etti. Bugünkü Juba’nın 2011’de bir referendum sonucu bölünen Sudan’dan ayrılan Güney Sudan’ın başkenti olduğunu ekleyelim. Nil nehrinin kaynağı konusundaki tartışmalar, İngiliz General Charles George Gordon’un askerleriyle birlikte Nil’i Kuzeyden Güneye 1874 - 1877 arasında katedip haritasını çıkartmasıyla kesinleştirildi. Ancak 1960’lara kadar Mavi Nil’in yukarı kısımlarının haritası tamamlanamadı.
 
Bu arada bizi çok ilgilendirmediğini düşündüğümüz Albert Gölü de haritaya yansıtılmıştı. Charles Chaillé-Long isimli bir Amerikalı Kyoga Gölünü haritalara geçiren ilk Avrupalıydı. 1875’de Henry Morton Stanley, Doğu Afrika’dan girip, Viktorya Gölünün etrafından dolaşıp Albert Gölüne ulaşmaya çalıştı. Başarılı olamadı. Tanganika Gölüne doğru yürüyüp Kongo Nehrini takip ederek denize ulaştı. Stanley hayatının geri kalan kısmında da maceradan ve keşiflerden vaz geçmedi. 1889’da yaptığı bir başka seyahatinde, Alman kökenli Osmanlı Paşası, Mehmed Emin Paşa’yı bulmak için Albert Gölünün etrafından, Kongo’dan Kuzeye doğru yürüdü. Burada Emin Paşa’yla buluştu. İngilizlerin, Birinci Büyük Oyun olarak bilinen Asya ve Afrika sömürgeci stratejilerinin bir parçası olarak destekledikleri bir dizi dini oluşumu, Osmanlı Ordusu ezerek Ekvator Bölgesini işgal etmiş, o bölgeyi Mehdi hareketinden kurtarmış ve oraya yerleşmişti. Stanley, Emin Paşayı bölgeyi boşaltması için ikna etti ve birlikte Semliki Vadisi ve Edward Gölü üzerinden Doğu Afrika’ya döndüler. Stanley orada ilk kez Ruwenzori Dağ silsilesi üzerindeki karları gördüğünü yazacaktı.[i] https://www.britannica.com/place/Nile-River/Study-and-exploration
 
Mısır o dönemde, Kavalalı Mehmet Ali Paşa idaresinde tarım alanında bir çok yeniliğe imza atıyordu. Nil nehri üzerine yapılan sulama kanallarıyla Mısır’ın tarımı gelişmişti. (Türkiye Ünlüleri İnternet Ansiklopedisi, 2018) İskenderiye’ye kadar uzanan bu kanallar sayesinde Mısır’ın geliri kısa sürede arttı. Bir yandan da düzenli bir ordunun temellerini atarak, top, tüfek, ve barut fabrikaları kurdu. Avrupa’dan getirttiği hocalarla ordusunu eğitti. Yeni bir donanma için tersaneler kurdu. Yerli halktan ve kölelerden pek çok ailenin çocuğunu Avrupa’ya göndererek eğitim almalarını sağladı. Osmanlı askeri gücüne de isyan edeceği tarihe kadar ödediği vergilerle katkı yapmaktaydı. (Kocaoğlu Mehmet, tarihsiz)
 
İngiltere açısından Nil’in önemi sadece Hindistan’a açılan kapının anahtarını elinde tutuyor olmasında yatmıyordu. Aynı zamanda Amerika’da İngiltere ile Güney eyaletlerinin kölelik düzeni üzerinden kurdukları küresel ekonomik bir ilişkiye de konu oluyordu. Güney eyaletlerindeki kölelerin çalıştıkları plantasyonlar, İngiltere’nin Manchester ve Halifax şehirlerindeki tekstil fabrikalarına pamuk girdisi sağlayan önemli tarım alanlarıydı. Kuzey eyaletleri ise hızla gelişen sanayiye ucuz emek girdisi sağlamak için köleliğe karşı çıkmaya başlamışlardı. Ayrıca ücretsiz köle emeği, kapitalist pazarın gelişmesini, derinleşmesini engelliyordu. Köle ticaretinin kaldırılmasına yönelik gelişmeler ve Güney’deki on üç eyaletin köleliği kaldırmak istememesi üzerine, 1861’de başlayacak olan iç savaş dinamiklerinin tetiklenmiş olması İngiltere’yi, pamuk, tütün ve şeker kamışı üretmek için alternatif coğrafyalar aramaya itmişti. Nil havzası bu türden üretimin arttırılması için son derece elverişliydi. Böylece, Mısır’ın ele geçirilmesi için çok önemli bir ekonomik neden de hasıl oldu.
 
Mısır’ı dünyanın en önemli stratejik yerlerinden biri haline getiren ise 1869’da açılan Süveyş kanalıydı. 161 km uzunluğunda olan bu kanalın açılması fikrinin tarihi II. Ramses’e kadar gidiyor. Süveyş kanalı Avrupa’lılar için Uzak-Doğu’ya gidişin başlangıç noktası olacaktı. Osmanlı Hidivi Sait Paşa, Osmanlı hükümdarı Abdülmecid’den onay aldıktan sonra 1859’da kanalın inşasını başlattı. Süveyş kanalı sömürgeci güçlerin çekişme noktası olarak kanalın çıkış noktalarına hakim olma çabalarına ilham vererek, jeo-stratejik bir öneme sahip oldu. (Çal İsmail, 2011) Bir yandan Kızıldeniz’deki adalar ve limanlar, diğer yandan Afrika Boynuzu’nun artan önemi, İngiltere’nin bölgeye olan ilgisini arttırdı. İngiltere daha kanal inşaatı başlamadan, 1857’de Kızıldeniz’in Hint Okyanusuna açıldığı Bab’ül Mendep boğazı üzerindeki Perim adasını işgal etti. Perim adası ve Aden bölgesindeki tahkimatını arttırarak adayı askeri üs haline getirdi (Bediz Danyal, tarihsiz).
 
1875 küresel iktisadi kriziyle güç duruma düşen Mısır ekonomisinin durumundan yararlanarak Süveyş Kanalı hisselerinin çoğunu satın alarak kanalın yönetimini ele geçirdi. Aynı tarihlerde, 1877 - 1878 Osmanlı - Rus harbinden yenilgiyle çıkan Türkiye’yi Rus tehlikesine karşı desteklemek bahanesiyle 1878 yılında geçici olarak Kıbrıs’a yerleşme iznini Osmanlı’dan aldı. Böylece kanalın Akdeniz’e açılan çıkışını da kontrol altına almış oldu. (Günay Selçuk, tarihsiz) 1882’de Mısır’da yabancıların iç işlerine karışması üzerine çıkan ayaklanmaları bahane ederek Mısır’ı, buradan da Sudan ve Uganda’yı işgal etti. (Wilkinson - Latham Robert, 1976) Artık Süveyş kanalı ve Mısır, İngiltere’nin hakimiyetindeydi. İngiltere’nin Sudan işgali 1880’lerde başlayan huzursuzluklar bahane edilerek İngilizlerin efsanevi generalleri Charles Gordon ve daha sonra karşımıza Çanakkale’de çıkacak olan Kitchener’la 1898’e kadar sürdü. (Koçyiğit Ömer, 2014) Aşağıdaki 1 No’lu harita 1769’dan 1865’e kadar olan dönemde Nil Nehri’ni keşif için çıkan farklı kaşif’lerin gerçekleştirdikleri seyahat güzergahlarını göstermektedir. (Brook Ellen Hall, 2001)
 
Harita 1: Nil Nehri’nin 18nci ve 19ncı Yüzyıllardaki Keşfi. 
 
 
İstanbul’da 1888 Ekiminde toplanan on yedi devlet Süveyş Kanalının askersizleştirilmesini, savaşta ve barışta tüm ulusların gemilerine açık olacağını karara bağladı. İngiltere ve Fransa bu anlaşmaya uymayarak kanal bölgesine asker yerleştirmekle kalmadı, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesini bahane ederek İngiltere Mısır’ı ilhak etti. Süveyş Kanal’ını ve Mısır’ı ele geçirmek için 1915’te Kanal Harekatını düzenleyen Osmanlı’nın bu girişimi başarılı olmadı. Mısır’ın 1922’de bağımsızlığını elde etmesini takip eden yıllarda İngiltere, Mısır ile Kanal bölgesinde, Mısır belli bir güce ulaşıncaya kadar, asker ve savaş pilotu bulundurma ayrıcalığını elde ederek Süveyş’i garantiye aldı ve 1936’da bölgeden çekildi.  İngiltere 1950’lere kadar kanaldaki hakimiyeti elinde tutu. Daha sonra devreye giren İsrail, büyük devletlerin güç projeksiyonunda önemli rol oynamaya başladı.
 
Doğu Akdeniz’de bugün gerçekleşen kıt kaynak kullanımı çekişmelerinin tarihi geçmişi son derece öğretici. Burada kurulmakta olan ittifakların, bozulan dengelerin ve rekabet halindeki iradelerin ne olduğu açısından bilgilendirici ve eğitici. Şimdi biz, İsrail ile yakınlaşan Mısır’ın Doğu Akdeniz’de kendisine rol çıkarma girişimini incelemeye geri dönebiliriz.
 
MISIR - SUDAN ÇATIŞMASININ STRATEJİK ANLAMI

Aslında modern çağda, Mısır ve Sudan arasındaki gerginliğin ilk kez olmadığını, iki ülke arasındaki sınır anlaşmazlıklarının son elli seneye yayılan bir geçmişi olduğunu vurgulayarak başlayabiliriz. Mısır ile Sudan’ın, Eritre’den ayrı olarak iki ayrı bölgede, örneğin Darfur’da sınır anlaşmazlıkları bulunuyor. Savaş nedeniyle üç yüz binin üzerinde insanın öldüğü ve üç milyon insanın yerini yurdunu terkettiği Batı Sudan’daki Darfur bölgesi önemli kaynaklara sahip. Sudan Mısır’ı Darfur’a asker göndermekle, Mısır istihbaratını da Mavi Nil ve Kordofan bölgelerindeki çatışmaları kışkırtmakla suçluyor. Mısır Cumhurbaşkanı Abdel Fattah al -Sisi bu suçlamaları reddederek Kahire’nin Darfur’da bir rolü olmadığını söyledi. Darfur’dan ayrı olarak Kuzey’de Mısır sınırına yakın bölgedeki Halaib Üçgeni de bir başka sınır uyuşmazlığı bölgesi. Bu bölge son yirmi senedir Mısır tarafından işgal edilmiş durumda. Mısır, petrol ve mineral zengini olan bu bölgenin, Sudan’ın 1956 senesinde bağımsızlığını aldıktan sonra kendisinin olduğunu iddia ediyor. Sudan’ın Birleşmiş Milletlere tekrar tekrar şikayet başvuruları yapmasına ve uzlaşmazlığın uyum mahkemesinde çözüme kavuşması çağrısı yapmasına rağmen Mısır 1996 yılından bu yana askeri varlığını o bölgede arttırmış durumda. Ocak 2016’da, son altmış yılda ilk kez Sudan, Mısır’ı kışkırtıcılık yapmakla suçlayarak birliklerini Mısır sınırında teyakkuza geçirdi.
 
 
Körfez bölgesinde 2017 senesinde başlayan kriz, Orta - Doğu’daki güç bloklarını ikiye böldü. Bir yanda Katar, Türkiye ve İran, diğer tarafta ise Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve BAE. Sudan, Yemen’de Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki ittifakdan ayrılarak, Katar ve Türkiye’nin safına geçti. Bu, ekonomik sorunlarını çözmek için bölgesel kutuplaşmalara çekilen Sudan için bir takım riskler de getiriyor. Sudan’ın Alshorooq gazetesi editörü Emad Hüseyin’e göre “Hartum açısından bu, her hangi bir stratejik hedef takip etmeden, rejimin uluslararası izolasyonunu bitirmek için, bir kamptan ötekine pragmatik ve fırsatçı atlamadan başka bir anlam ifade etmiyor”.
 
 
Mısır’ı endişelendiren bir diğer konu da Etiyopya ve Sudan’ın birlikte hareket ederek kendisi aleyhine bir durum yaratmasına yol açabilecek, Sudan sınırına yakın bir yerde inşa edilen ve Nil’in su akışını kontrol edecek olan Büyük Etiopya Rönesans Barajı. Addis Ababa için bu beş milyar dolarlık proje, büyük bir bölümü yoksulluk içinde yaşayan seksen milyonluk nüfusuna faydalı olmasının yanı sıra bölgeye enerji ihraç edecek ve ekonomik kalkınmaya yaracak. Nüfusun yüzde doksanın kenarında veya yakınında yaşadığı Nil’in sularının bu barajla azaltılmasının sulamayı olumsuz etkileyeceği gerçeği Mısır’ı endişelendiriyor. Baraj etrafındaki sorunların çözümü için üç ülke de Dünya Bankası’nın arabulucuğu altında harekete geçmiş durumda. Aşağıdaki 2 no’lu haritada Suvaki Adası’nın, Darfur Bölgesinin, Halaib Üçgeni ve Büyük Etiyopya Rönesans Barajı’nın yerleri gösteriliyor.


Harita 2: Nil Nehri, Kızıldeniz, Sevakin Adası, Sudan ve Mısır 

Sudan’la arasındaki çelişkilerin bir başka boyutu da her iki ülkenin Müslüman Kardeşlere yaklaşımındaki farklılıkta bulunuyor. Bu konu Türkiye ile ilişkileri de etkileyen bir konu. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Muhammed Mursi’yi Temmuz 2013’de iktidardan düşürdükten sonra başa geçmişti. Halen hazırda Mısır’da siyasi tutuklu olan Mursi, bazı insan hakları örgütlerinin raporlarına göre, Mısır’da yasaklanmış, üyeleri bir takım işkencelere ve haksızlıklara uğramış olan Müslüman Kardeşler örgütünün bir üyesiydi. ( https://www.hrw.org/report/2017/09/05/we-do-unreasonable-things-here/torture-and-national-security-al-sisis-egypt ) Sudan makamlarının inkar etmesine rağmen Mısır medyası, Sudan’ı Mısır’dan kaçan Müslüman Kardeşler örgütü elemanlarını korumakla suçluyor. Sudan’da Cumhurbaşkanı El-Beşir ise iktidara, Müslüman Kardeşlerin o zamanki lideri Hassan Alturabi’nin desteklediği bir darbeyle 1989’da gelmişti. Müslüman Kardeşler örgütü 1999’da bölündüğünde Alturabi’nin de örgütte bir etkisi kalmamıştı. Aslında, Müslüman Kardeşler üzerinden yaşanan gerilim Hartum’daki hükümetle, Sinai Yarımadasında terör saldırılarıyla uğraşmak zorunda kalan, Mısır’daki liderler arasındaki ideolojik ayrıklıklardan kaynaklanıyor.
 
Al-Watan gazetesi yazarı Emad Adib, “El Beşir ve Siyasi İntihar” başlıklı yazısında iki ülkedeki diktatörün, dikkatleri iç sorunlardan başka yerlere çekmek için bölgede, biri Türkiye, diğeri başka ülkelerle iş birlikleri kurduklarını yazıyor. (https://www.elwatannews.com/news/details/2886182) Buna göre Sudan, Türkiye ile her hangibir başka nedenle bir araya gelmiyor. Sudan Toplumsal ve Beşeri Kalkınma Merkezinden Alhaj Hamad’a göre “Türkiye, Müslüman Kardeşleri destekliyor”. Şubat 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Müslüman Kardeşlerin silahlı değil, ideolojik bir örgüt olarak gördüğü, şayet terör ve şiddet bağlantısı varsa derhal Türkiye’den uzaklaştırılacaklarını” söylediği kayda geçiriliyor. 

 
SONUÇ

Mısır müslüman coğrafya’nın en önemli ülkelerinden biri. Stratejik olarak içinde bulunduğu coğrafya Mısır’a ciddi avantajlar sağlıyor. Ancak bugün, Mısır’ın dış politikası rejimin ayakta kalması koşullarına bağlanmış durumda. Bu yüzden bugün Mısır’ın dış politikası olası iç huzursuzlukları bastırıp var olan rejimi güçlendirmeye yardımcı olacak her türden dış desteğe muhtaç. Suudi Arabistan, mali yardım ve yatırımları aracılığıyla, İsrail, güvenlik iş birliği ve Washington’daki lobby gücüyle Sisi’nin pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyorlar. Bütün bu gelişmeler, zaten kötü olan Filistin halkının durumunu daha da kötüleştirmekten başka bir şeye yaramıyor. Mısır, Sisi idaresi altında İsrail’le yakınlaşarak, Suudi Arabistan ve ABD ile birlikte hareket ederek herhangi bir barış sürecinde bağımsız bir uluslararası arabulucu olma kabiliyetini sona erdirmesiyle bir yandan da kendini istikrarsızlaştıracak süreçleri de hareket geçirdi. Bu haliyle Doğu Akdeniz enerji dalaşında, çabuk vaz geçilebilecek bir müttefik olma özelliği gösteriyor.
 
Mısır, İsrail’le yakınlaşarak, Doğu Akdeniz’de keşfedilmiş olan doğal gaz rezervlerinin çıkartılması, işlenmesi ve ihracatı konusunda kendisine bir kaldıraç sağlamaya çalışıyor. Özellikle İran ve Rusya ile Batı ittifakının çok sıcak bakmadığı yakınlaşmayı kendi ulusal çıkarları için gerçekleştiren Türkiye’ye alternatif bir müttefik olarak kendisini gösteriyor. İran ve Rusya yakınlaşmasıyla Fırat Kalkanı Operasyonunu yapan, Afrin Zeytin Dalı harekatını gerçekleştiren, İdlib, Menbiç ile Fırat’ın doğusunun doğusuna sarkmayı planlayan Türkiye’nin, bu operasyonları gerçekleştirdiği takdirde İsrail’in güvenliğini tehdit altına atabilecek oluşumlara yol açabileceği ön kabülüyle Mısır kendisine ABD’nin şahinleri ile Suudi Arabistan’ın nezdinde yer elde etmeye çalışıyor. Ancak bölgenin sosyal, siyasal, ekonomik, lojistik ve ticari gerçekleri Mısır’ın bu ittifak arayışının aslında kendi altını oyabileceği potansiyeli taşıdığını da gösteriyor.    
Mısır, Türkiye ile rekabetini daha zayıf olan Sudan gibi ülkelere yöneltmek istiyor. Türkiye’nin bölgede zamanlı ve süratli geliştirdiği inisiyatifler, askeri üsler ve iş birlikleri Mısır’ın yetişmesini zorlaştıran bir rekabet ortamı yaratıyor. Türkiye, Sudan’a askeri destek sağlıyor. Bunun caydırıcı bir gücü var. Aslında buna rağmen senelerce ambargo altında yaşayan, Güney Sudan’la çelişkileri olan, Darfur Sorununu çözememiş Sudan için savaşmak rasyonel bir seçim değil. Ama, Mısır da, Sudan’a karşı savaş yapacak askeri yaptırım uygulayabilecek durumda değil. Her iki ülke de, 2011’den bu yana ciddi iktisadi sorunlarla boğuşuyor. Sudan petrol gelirlerinin çok önemli bir kısmını ikiye bölünmekle kaybetti. Mısır’ın ekonomik kazançlarının en önemlisi olan turizm gelirleri üst üste gelen terör saldırılarıyla azaldı. Bu durumda, Mısır ve Sudan’ın daha fazla ileri giderek, aralarındaki sorunları birbirleriyle savaşarak çözme ihtimalleri çok düşük.
 
Öte yandan, Türkiye, aynı zamanda hem Körfez’de hem de Süveyş Kanalından geçen uluslararası ticaret yollarında etkili olmak için girişimlerde bulunuyor. Eylül 2017’de ise Mogadişu’da, elli milyon dolara mal olan ve on bin Somali askerini eğitecek olan yurtdışındaki en büyük askeri üssünü açtı. Türkiye zaten 2009’dan beri Somali kıyılarında korsanlara karşı çokuluslu güce katılarak etkin askeri rol alıyordu.
 
Bu durumda Türkiye hem Sudan ve Afrika Boynuzundaki varlığıyla, Doğu Akdenizdeki enerji çekişmesinde belli bir avantaj elde etmiş, hem de Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonlarıyla bölgedeki dengeleri kendi lehine çevirmiş durumda. Menfur 15 Temmuz darbe girişiminin etkisini üstünden atan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nezdinde, bundan sonraki askeri hamlelerin de, soğukkanlı ve dikkatlice ölçüp biçilerek yapılması sert gücün belli bir rasyonalite etrafında diplomasiyi destekler biçimde kullanılması, ülkenin geleceği açısından hala önemini koruyor. Bu dönemin asker ve sivil kesimlerin, daha yakın ve ko-ordineli çalışmasının geçerli olduğu bir dönem olacağı, başarının bu iş birliğinden geçeceği unutulmamalı.   
 
 
KAYNAKLAR:

Bediz Danyal, Süveyş Kanalının Önemi, dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1005/12203.pdf), (26.03.2018)
Brook Ellen Hall, (2001), Exploration Of The Nile River: A Journey Of Discovery And Imperialism, Science and Its Times: Understanding the Social Significance of Scientific Discovery, The Gale Group Inc. https://www.encyclopedia.com/science/encyclopedias-almanacs-transcripts-and-maps/exploration-nile-river-journey-discovery-and-imperialism (24.03.2018).
Çal İsmail (2011), Süveyş Kanalı Mısır’ı Sömürgecilerin Hedefi yaptı, http://www.dunyabulteni.net/m/haber/145110/suveys-kanali-misiri-somurgecilerin-hedefi-yapti, (26.03.2018)
Erdoğan Sudan’a Gitti, http://arsiv.sabah.com.tr/2006/03/27/siy97.html, (26.03.2018)
Erlich, Haggai and Israel Gershoni, eds. (1999), The Nile: Histories, Cultures, Myths. Lynne Reinner Publications.
Günay Selçuk, İngiltere’nin Kızıldeniz’e Yeni Bir Kanal Açma Projeleri Ve Osmanlı Devleti, e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/ad/article/download/847/845), (26.03.2018)
Harrison, William, (1982), Burton and Speke. New York: St. Martin's Press, 1982.
Türkiye Ünlüleri İnternet Ansiklopedisi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, http://www.biyografya.com/biyografi/5187, (26.03.2018)
Kocaoğlu Mehmet, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı 1831-1841, dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/1152/13547.pdf, (26.03.2018)
MiddleEast Monitor, (2018), UAE Backed Egyptian Forces Arrive in Eritrea,  (https://www.middleeastmonitor.com/20180104-uae-backed-egyptian-forces-arrive-in-eritrea/)
Burton Richard, (1856) First footsteps in East Africa or, An Exploration of Harar, http://burtoniana.org/books/1856-First%20Footsteps%20in%20East%20Africa/1856-FirstFootstepsVer2.htm (24.03.2018)
Speke, John Hanning, (1858), What Led to the Discovery of the Source of the Nile, London: Blackwood’s Magazine, 3 Ağustos 1858. 
Speke, John Hanning, (1996), Journey of the Discovery of the Source of the Nile River. New York: Dover, 1996.
BBC, (2011), Sudan Resmen Bölündü, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2011/02/110207_sudan_referandum_new, (26.03.2018)
Wilkinson - Latham Robert (1976), The Sudan Campaigns 1881 – 1898, London: Osprey Publishing.
 

[i] Bu Satırların yazarının da bir uçtan bir uca gezdiği bu coğrafi alan, sadece jeo-stratejik öneme değil ama Afrika’nın en verimli topraklarıyla, kıymetli metaller, mineral ve madenler bakımından son derece zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına da sahip olan bir bölge.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder