30 Ağustos 2018 Perşembe

A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ? BÖLÜM 2


A.B.D. SÜPER GÜÇ OLARAK KALABİLİR Mİ? BÖLÜM 2













ABD’nin süper güç konumunda bulunduğu çoklu dengeyi, bölgesel 
ya da kıtasal güç merkezi olarak sarsmaya yönelebilecek büyük ve 
güçlü ülkeler; küreselleşme sürecinin moda eğilimleri olan dinsel, etnik 
ve kültürel kimlik arayışları, bölünme tehdidi içine sürüklenmektedirler. 
Bu gibi ülkeler kendi bütünlüklerini korumaya öncelik verdikleri 
aşamada, dışa dönük güçlü politikalar geliştirememekteler ve böylece 
ABD’yi aşma ya da tehdit etme hevesleri kursaklarında kalmaktadır. 
Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile beraber, büyük bir değişim sürecine 
giren dünya platformunda ortaya çıkan boşluk alanları birçok ülkenin 
tarihsel heveslerini gündeme getirmiş, ne var ki, her ülke kendi içinde 
barındırdığı etnik ve dinsel sorunların dış provakasyon ile sıcak bir ortama 
kavuşması nedeniyle bu heveslerini gerçekleştirecek ulusal politikaları 
gündeme getirememiştir. ABD’nin öncülüğünde ve merkez güç 
potansiyelinde düzenlenmiş olan yeni dünya düzenine geçiş aşamasında, ABD’nin ve dünya ekonomik sisteminin istemediği hiç bir oluşum gündeme gelememiştir. Söz dinlemeyen ülkeler ya dış baskılarla, ya ekonomik reçetelerle, ya da içi sorunlar çıkartılarak hizaya getirilmeye çalışılmış ve tek merkezli dünyanın dışına çıkabilecek, kendi başına buyruk hiç bir bölgesel oluşuma izin verilmemiştir. 

Böylece; ABD üstünlüğünde bir geçiş aşaması gerçekleştirilmiş, uluslararası 
ekonomik sistem ile kuruluşlar bu amacın gerçekleştirilmesi için belirli bir plan dahilinde kullanılmışlardır. Bir anlamda, ABD öncülüğünde fiilen oluşmuş olan dünya devleti yapılanması, iki kutuplu düzenin çöküşü sonrasındaki tüm gelişmeleri ABD merkezli tek kutup etrafında biçimlendirmeye ve yönlendirmeye çalışmıştır. Gözle görülmeyen bir dünya devleti varlığı ABD merkezli ve destekli politikalarla bütün dünya devletlerine anlatılmıştır. Bu gerçeği görmek istemeyenlerin karşılarına ise bir çok siyasal yaptırım çıkarılarak, ulusal 
devletlerin güçleri kırılmıştır. ABD’nin süper gücü çeşitli girişimlerle bu 
oluşumları sağlayarak kendisinin varlığını devam ettirebilmiştir. Bu 
aşamada, Amerikan tarzı bir savaş gündeme getirilmiştir.2 

Yirminci yüzyıl Avrupa merkezli dünyanın sona erdiği ve Amerika merkezli bir dünyanın ortaya çıktığı dönem olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nin ortaya çıkışı iki yüzyıllık bir tarihe dayanmaktadır. Avrupa ülkelerinden giden göçmenlerin kurduğu eyaletler daha sonra bir bağımsızlık savaşından sonra federal devlete dönüşünce, Amerika Birleşik Devletleri onsekizinci yüzyılda kurulmuştur. Ondokuzuncu yüzyılda, bu devlet kendi bölgesindeki oluşumlara sahip çıkmış ve yeni kurulan eyaletlerle beraber batıya doğru genişlemiştir. Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri, birinci Amerikan İmparatorluğu’nu kurmakla meşguldür. Özellikle Avrupalı sömürgecileri Amerika kıtasında kovarak “Amerika Amerikalılarındır” sloganını 
gerçekleştirmeğe çalışına Monreo doktrini sayesinde, Amerika Birleşik 
Devletleri yirminci yüzyılın başlarında Amerika kıtası üzerindeki ve bu 
kıtayı çevreleyen okyanuslardaki egemenliğini pekiştirmeye çalışan bir 
politikaya öncelik vermiştir. Bu açıdan ABD’nin Amerika kıtasındaki 
hegemonyası birinci Amerikan İmparatorluğu olarak adlandırılmaktadır. 

İkinci Dünya Savaşı’nın son aşamasında, Normandiya çıkartması ile 
beraber Amerikan askerinin Avrupa kıtasına ayak basmasından sonra 
ortaya çıkan tabloda, ikinci Amerikan İmparatorluğu kurulmuştur. 
Avrupa kıtasına ayak basan Amerikan askeri günümüze kadar bir daha 
bu kıtadan çıkmamıştır. ABD askeri gücü ile ikinci dünya savaşını sona 
erdirdikten sonra, Avrupa kıtasının doğusunda yer alan Sosyalist Blok’a 
karşı bir Hür Dünya dayanışması kurmuş ve bunu daha sonra bir askeri 
örgüt biçimine dönüştürerek, kendi egemenliğindeki NATO Askeri İttifakı 
ile bütün Avrupa ülkelerini denetimi altına almıştır. Nato ittifakı, 
soğuk savaş yıllarında Avrupa Kıtasının tümü ile ABD’nin denetimine 
girmesini sağlamış ve bu sayede Amerika Birleşik Devletleri, ikinci 
imparatorluğunu Avrupa Kıtasında oluşturmuştur. Soğuk savaşın sona 
ermesine kadar devam eden bu yeni düzen sayesinde, ABD tümü ile 
Avrupa Kıtasına nüfuz etmiş ve Avrupa’nın yönetimini eline almıştır. 
Askeri düzen ile Avrupa’nın büyük ülkelerini kendisine bağlayan ABD, 
dünya savaşı sonrasında örgütlediği Marshall yardımı ile bu ülkelere 
ekonomik canlanma getirmiştir. Bu canlanma sayesinde ticaretinin 
ağırlığını Avrupa’ya kaydıran ABD, kısa zamanda dünyanın ikinci büyük 
ekonomik gücünü Avrupa kıtasında meydana getirmiştir. Yirminci 
yüzyılın son çeyreğinde, dünyanın en büyük ekonomik gücü olan 
ABD’ye karşı durabilecek hiç bir karşı güç yoktu. Dünyanın ikinci büyük 
ekonomik gücü de Avrupa’daki Amerikan sermayesi idi.3 Böylece ABD 
hem askeri hem de ekonomik varlığı ile kendisine bağlı ikinci imparatorluğunu 
Avrupa kıtası üzerinde kurmuş oluyordu. İşte bu durum, Avrupa ülkelerini uyandırıyor ve dünya savaşı ile içine sürüklendikleri Amerikan hegemonyasından kurtulmak üzere, Avrupa Birliği’ne giden yolun temellerini yirminci yüzyılın ortalarında atmaya başlıyorlardı. 

ABD’nin ikili imparatorluğu soğuk savaş yıllarında devam ediyor ve 
yirminci yüzyılın sonlarına kadar sürüyordu. Sovyetler Birliği’nin 
dağılması ile beraber, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya, Karadeniz ve 
Orta Asya bölgelerindeki sosyalist düzenler yıkılıyor ve ortaya büyük bir 
otorite boşluğu çıkıyordu. Böyle bir otorite boşluğu alanına ABD’nin ilgisiz 
kalması düşünülemezdi, çünkü jeopolitik teorilere göre, dünyanın 
merkezi alanını oluşturan bu bölgelerin başka bir siyasal gücün denetimi 
altına girmesi, ABD’nin dünya üstünlüğünü tehlikeye sokar ve 
ABD’nin süper güç olmasına son verirdi. Amerika ve Avrupa kıtalarında 
kendine bağlı iki ayrı imparatorluk oluşturarak dünyanın tek egemen 
süper gücü düzeyine gelen ABD’nin, dünyanın merkez bölgelerini 
görmezden gelmesi düşünülemezdi. Nitekim, bu doğrultuda bazı 
adımlar soğuk savaşın son yıllarında atılmış ve Post-Sovyet dönemi için 
hazırlık yapılmıştır. Özellikle Türkiye gibi bu bölgelerin merkezinde 
yeralan bir ülkede gündeme gelen son askeri dönemde, önemli yapısal 
değişiklikler gerçekleştirilmiş ve bu ülke ABD’nin Avrasya bölgesindeki 
yeni dönem stratejileri için hazırlanmıştır. Ülkede sola karşı ciddi bir 
kampanya açılırken, ülkenin geleneksel laik rejimini sarsıntıya uğratacak 
derecede ülke halkının islami kimliği gündeme getirilmiş ve 
buradan Avrasya bölgesinin müslüman halklarına yönelinmek istenmiştir. 

Sovyetler Birliği sonrasında, dünyanın önde gelen büyük ülkelerinin 
yoğun siyasal baskıları nedeniyle bir satranç tahtasına dönüşen Avrasya 
bölgesi, ABD’nin üçüncü imparatorluğu doğrultusunda gündeme 
gelmiştir. Birinci ve ikinci imparatorluklarını korumak için ABD’nin, 
dünyanın jeopolitik merkezinde ortaya çıkan otorite boşluğu alanında 
yeni bir imparatorluk kurması zorunluluğu doğmuştur. İlk iki imparatorluk 
ile süper güç konumuna gelen ABD, bu statüsünü koruyabilmek 
için, dünyanın merkez bölgesindeki alanda benzeri bir siyasal 
yapılanma gereksinmesi duymuştur. New York Times gazetesinde 
yayınlanan bir makalesinde Amerikalı bir yazar, yeni Amerikan İmparatorluğu’nun sınırlarının Balkanlar’da başlayacağını ve Orta Doğu ile 
Kafkasların bu imparatorluğun içeresinde yer alacağına açıkça ilan 
etmiştir.4 Vietnam savaşındaki Amerikan yenilgisinin ABD’nin Asya bölgelerinde 
etkili olması gerektiğini vurgulayan yazar, Amerika ve Avrupa 
kıtalarının güvenliğinin Orta Doğu ve Asya bölgesine bağlı olduğunu 
ileri sürmüştür. Bu nedenle, batının güvenliği nedeniyle ABD’nin 
üçüncü imparatorluğunu Avrasya bölgesinde kurmasının gerekli olduğu 
tartışması böylece ortaya çıkmıştır. Dünyanın büyük ülkeleri olan 

Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya’nın dengelenmesi için de ABD’nin 
Avrasya bölgesinde kendisine bağlı bir üçüncü imparatorluk kurması 
gerektiği savunulmuştur. ABD’nin dünyanın süper gücü düzeyine 
gelmesi, Avrupa’nın eski sömürgeci ülkelerini Nato ile kendisine 
bağlaması sayesinde mümkün olabilmiştir. Rusya, Çin, Hindistan ve 
Japonya’nın da benzeri biçimde dengelenebilmesi için Avrasya’da 
üçüncü Amerikan İmparatorluğu’nun gerekliliği tezi açıkça dile getirilmektedir. 

Amerikan “Time” dergisi yirmibirinci yüzyılın süper gücü kim olacak 
başlığını taşıyan sayısında, ABD’ye rakip olabilecek süper gücün ancak 
Avrasya bölgesinden çıkabileceğini ileri sürmüştür.5 Adı geçen dergiye 
göre, gelecekte insanlığın gereksinmesi olan tüm enerji kaynakları ve 
yeraltı zenginlikleri bu bölgede yer almaktadır ve kim bu bölgeye sahip 
olursa bu zenginlikler ile beraber güçleneceği için dünyanın yeni süper 
gücü haline gelebilecektir. “Time” dergisine göre, Avrasya bölgesinin 
merkezinde yer alan üç önemli ülke; gelecekte Avrasya’nın egemen 
gücü olmağa adaydır. Bu ülkeler de Türkiye, İran ve İsrail’dir. Avrasya 
bölgesi önderliği için bu üç ülke arasında büyük bir rekabet bulunmaktadır, 
aradaki yarışı hangi ülke kazanırsa, Avrasya kıtasının süper 
gücü haline gelecektir. Tam bu aşamada Türkiye ile İran’ı savaştırmağa 
yönelik senaryoların gündeme gelmesi de bu rekabet düzeninin 
varolduğunu ve kimler tarafından ne amaçla düzenlendiğini açıkça 
göstermektedir. Kendi haline bırakılırsa Avrasya’nın bu üç ülkesi, 
Avrasya kıtasal oluşumu için önderlik ve hegemonya mücadelesi içine 
gireceklerdir. Ne var ki, bölge dışı güçler ve Asya’nın önde gelen büyük 
ülkeleri, buna izin vermek istememektedirler. Rusya, Çin, Hindistan 
gibi ülkeler Avrasya kıtasının yanıbaşında yeralmaktalar ve kendi kontrolleri 
altında bir Avrasya oluşumu için sahip oldukları büyük güçlerini 
bu alan üzerinde genişleterek kullanmaktadırlar. 

Dünya anakarasının ortasında yeralan Avrasya bölgesinin, Asya’nın 
büyük ülkelerinin denetimine geçmesi, ya da Avrasya bölgesinde rekabet 
için de olan güçlü ülkelerin önderliğinde bağımsız bir kıtasal 
devlete dönüşmesi, Avrupa ile beraber ABD’nin de geleceği açısından 
önemli güvenlik sorunları çıkartabilecektir. Bunu farkeden başta 
Almanya olmak üzere, tüm büyük Avrupa ülkeleri ile beraber Avrupa 
Birliğide kendi çıkarları doğrultusunda bir Avrasya politikasını gündeme 
getirmişlerdir. Avrasya bölgesinde meydana gelebilecek bir Asya ülkesi 
egemenliği ya da bağımsız bir büyük siyasal oluşum, tüm Batıyı tehdit 
edebileceği gibi, bu bölgenin Almanya ya da Avrupa’nın hegemonyası 
altına sürüklenmesi de, ABD’yi tehdit edebilecek ve ABD’nin 
Avrupa’daki ikinci imparatorluğuna son verecektir. İkinci imparatorluğunu 
koruyamayan ABD ise, Avrasya bölgesinde üçüncü bir imparatorluk 
hiç bir zaman kuramayacak ve bu durumda da Avrasya bölgesini 
kontrol altında tutamayan ABD’nin süper güç olarak hegemonyasını 
sürdürmesi artık mümkün olamayacaktır. Jeopolitik teorilere göre 
Avrasya’ya egemen olanın dünyaya egemen olabileceği görüşü, 
ABD’nin süper güç konumunu koruması açısından son derece önem 
taşımaktadır. ABD, ilk iki imparatorluğunu koruyabilmek için, yeni 
dünya koşullarında Avrasya’da da bir üçüncü imparatorluk kurmak 
zorundadır. Bunu kurabilirse, süper güç olarak kendisinin merkezde 
yer aldığı bir yeni dünya düzeni kurabilir, kuramazsa o zaman 
Avrasya’ya egemen olacak güç, yeni süper güç olarak ABD’nin bugünkü 
konumuna gelebilir. Günümüz koşullarında ABD dış politikası bu duruma 
öncelik vermektedir, ve Avrasya bölgesinde Post-sovyet dönemde 
yeni bir büyük siyasal otoritenin öne geçmesini önlemeğe çalışmaktadır. 
Balkanlar’dan başlayarak, Karadeniz, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerindeki tüm siyasal gelişmelerde ABD’nin sürekli olarak öne çıkması ve başa güreşmesi, ABD’nin süper güç konumunu koruyabilmek için zorunlu olduğu, üçüncü imparatorluk alanında hegemonya kurma ve başka bir hegemon gücün bu bölgede ortaya çıkmasını önleyebilme çabasının yansımalarıdır. 

ABD’nin Avrasya politikasının, Osmanlı İmparatorluğu alanını 
merkez alan bir yaklaşımı gündeme getirdiği görülmektedir. ABD bir 
anlamda, İstanbul’un merkez olduğu Ankara’nın ikinci plana itildiği 
yeni bir Osmanlı hinterlandı yapılanması istemektedir. Ne var ki, 
ABD’nin bu yaklaşımı Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya başladığı 
ondokuzuncu yüzyılın ortalarında dünyanın egemeni olan İngiliz 
İmparatorluğu’nun geliştirdiği eski bir plana dayanmaktadır. Bu da, 
dörtlü konfederasyon planıdır. Anglosakson bakış açısı ile hazırlanmış 
olan Benjamin Disraelli planına göre, Osmanlının yıkılmasından sonra 
bu bölgede yeni bir Türk ya da İslam İmpataroluğu’na izin verilmeyecek, 
Almanya ya da Rusya’nın Osmanlı topraklarına girmesine karşı çıkılacak ve İngiliz İmparatorluğu’na bağlı bir biçimde, yani İngiliz mandası altında dörtlü bir konfederasyon kurulacaktır. İngiltere’nin dünya egemeni olduğu dönemde hazırlanan Osmanlının yerini alacak yeni siyasal yapı planının, olduğu gibi daha sonra onun yerini alan ABD tarafından benimsendiği görülmektedir. Dünyadaki Anglosakson egemenliği İngiliz İmparatorluğunun çöküşünden sonra ABD’ye geçmiş ve Amerika Birleşik Devletleri bir Anggosakson güç olarak İngiliz İmparatorluğu’nun hegemonyasını sürdürmüştür. Birçok eski İngiliz sömürgesi 
ABD egemenliğine geçerken, Anglosakson dünya egemenliği planları 
da ABD’ye devredilmiştir. Günümüzde İngiltere’nin yerini alan ABD aynı 
planları ya da benzeri projeleri sürdürerek dünyayı yönetmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda, eski Osmanlı imparatorluğu alanındaki Balkan, Kafkas, Orta Doğu ve Anadolu’da oluşturulacak federasyonların daha sonra bir Yakın Doğu Konfederasyonu olarak biraraya getirilmeleri planlanmaktadır. Anadolu’da yeniden Sevr haritaları bu yüzden gündeme gelmiştir. 

Sosyalist sistemin geri çekilmesinden sonra Balkanlardaki büyük güç olan Yugoslavya yıkılmıştır. Balkanlar kendi haline bırakılırsa giderek Almanya ya da Avrupa egemenliğine girmektedir. Orta Doğu ve Kafkaslar ile beraber Orta Asya’da büyük bir hegemonya çekişmesi vardır. Bütün bunların önlenebilmesi için, ABD Türkiye’yi merkezi alan olarak ele alan ama Türkiye’nin siyasal yapısını da tıpkı Disraelli planında ya da Sevr planında olduğu gibi değiştiren bir yapılanmayı dolaylı olarak gündeme getirmektedir. Kurulacak olan dörtlü konfederasyonda Balkan ülkeleri, Kafkas ülkeleri ve Orta Doğu ülkeleri ayrı federasyonlar halinde yer alacaktır. Ama bugün Türkiye’nin yer aldığı 
Anadolu’nun bir bütün olarak değil, Sevr haritasında olduğu gibi 
eyaletlere bölünen ve daha sonra federasyona dönüşen bir yapıda 
yeralması düşünülmektedir. ABD’nin üçüncü imparatorluğu dörtlü konfederasyon olarak bir Yakın Doğu devleti biçiminde gündeme gelirken; 
Türkiye, Suriye, İran ve Irak gibi devletlerin üniter yapıdan çıkarak 
eyaletlerden oluşan federatif yapılara dönüşmesini de beraberinde 
getirmektedir. İşte bu nedenle, yeni dünya düzeni isteyen ABD; Avrasya’da üçüncü imparatorluğunu kurarken, Avrasya’nın çeşitli bölgelerinde 
yeni sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Kendi jeopolitik stratejisi doğrultusunda, sıcak sorunlara yaklaşan ABD, bölgede egemen 
olmak isteyen İsrail, Almanya, ve Rusya gibi diğer güçlerin politikaları 
ile karşı karşıya kalmakta bazen de Türkiye gibi yakın müttefikleri 
ile politik sürtüşme süreçlerine sürüklenmektedir. ABD’nin, kendine bağlı bir üçüncü imparatorluk oluşturma stratejisi, İngiltere’nin eski dörtlü konfederasyon tezi ile beraber Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ni de biraraya getirmeyi öngörmekte, bütün bu bölgeleri bir alt örgütlenme merkezi olarak kendine bağlı bir alt merkez olarak İstanbul’dan yönetmeyi hedeflemektedir.7 

ABD’nin Avrasya stratejisi, bölge dışı ülkelerin bu bölgeye egemen 
olmalarını önlemeyi hedeflediği kadar, bölge ülkelerinin önderliğinde 
kendisinden bağımsız bir siyasal yapının ortaya çıkmasını da engelle
meye dayanmaktadır. Bunu sağlamak için bölgenin liderliğine aday 
olan Türkiye ve İran gibi ülkelerin bölünmesi, zaman içinde ABD 
açısından kabul edilebilir. ABD’nin Avrasya’da üçüncü bir imparatorluk 
ile dünya hegemonyasını sürdürme stratejisi, Türkiye’nin bölgedeki 
oluşum ile ilgili ulusal stratejisi ile çelişmektedir. Ulusal birlik ve bütünlüğünü 
koruyarak, Avrasya’nın yeniden yapılanmasında Kemalist bir model olarak ayakta kalmak isteyen Türkiye modeli, ABD’nin Avrasya İmparatorluğu stratejisi içinde eriyip gitmektedir. ABD; üçüncü imparatorluk oluşumu için kendisinin kumandasında çok modern bir askeri yapılanmayı bu bölgede gündeme getirmek istemektedir. Bu yaklaşım da Nato üyesi olan Türkiye’nin ulusal stratejisi ile açıkça çelişmektedir.6 

Türkiye’yi merkez alan yeni bir strateji ile Avrasya’ya bakan ABD; 
Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya gibi bölgelerin savunmasını 
merkezi bölgeden yaparken, uluslararası nitelikte bir profesyonel 
ordu istemektedir. Bu da Türkiye Cumhuriyetinin ulusal devlet yapısının dayandığı ulusal ordu yapılanması ile çelişmektedir. Türk ordusu ulusal kaldığı sürece Türkiye Cumhuriyeti de ulusal devlet olarak varlığını koruyabilecektir. Türk Ordusunun ulusal yapıdan uzaklaşması, beraberinde yeni bir bölge ordusuna giden profesyonelleşme sürecini getirecektir. NATO çerçevesinde gündeme getirilecek profesyonel ordu, ABD’nin istediği yönde bölge savunmasına yönelirken, ulusal sınırların ötesine taşacak ve yeni bir bölge devletine giden yolda bölgenin jandarması konumuna gelebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti ABD’nin müttefiki olmasına rağmen, böylesine bir yeni yapılanma, Türkiye’nin siyasal yapısını zorlayacağı için iki ülke arasında bazı sorunların çıkması kaçınılmazdır. ABD, kendi egemenliğini sürdürmek için yeni bir imparatorluk örgütlenmesine girdiği Avrasya bölgesinde, müttefikleri ile ters düşerek değil ama karşılıklı konuşarak, asgari ortak politikalar belirleyerek hareket ederse daha gerçekçi bir yapılanma gündeme gelebilir. ABD’nin Türkiye gibi yakın müttefikleri ile anlaşma ve dayanışma içerisinde gündeme getireceği bir Avrasya yapılanması daha gerçekçi olacak ve dünya dengelerini fazla sarsmayacaktır. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder