28 Ağustos 2018 Salı

ORTA DOĞU’DA ARAP-İSRAİL MÜCADELELERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 1


ORTA DOĞU’DA ARAP-İSRAİL MÜCADELELERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 1




Yüksel KAŞTAN

ÖZET 


Orta Doğu topraklarında II. Dünya Savaşı’na kadar İngiltere, SSCB, Fransa söz sahibi olmalarına karşın, II. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte bölgede ABD, 
SSCB, Almanya ve İngiltere hâkimiyetine devam ettirseler de en Büyük pay ABD’nin olur. ABD bölgedeki bu nüfuzlarını hâlen devam ettirmekte ve bütün 
kontrolleri ellerinde bulundurmaktadır. Özellikle 1990’dan sonra SSCB’nin parçalanma sürecine girmesiyle birlikte ABD yalnız kalır ve bölgenin kontrolünü 
tamamen ele geçirme mücadelesine girer. Asırlar boyunca her zaman önemini kaybetmeyen Mezopotamya ve verimli Nil toprakları günümüzde de birçok 
ülkenin nüfuz strateji planları içerisinde yer almaktadır. 

Orta Doğu’da huzurun bozulması I. Dünya Savaşı ile başlar ve bölge hâlen bir huzura kavuşamaz. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası 1948 yılında Filistin 
toprakları içerisinde İsrail Devleti’nin Batılı devletlerin nüfuzu ile kurdurulması ile bölgede dengeler bozularak huzursuzluklar baş göstermeye başlar. 

Bu çalışmada Arap topraklarında Yahudi husumetinin tarihi süreci, 
Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin kurulması sonrasındaki Arap-İsrail savaş ve mücadeleleri, Kıbrıs Adası’nın Akdeniz’deki stratejik önemi, Türkiye’nin 
Arap-İsrail Savaşlarındaki Orta Doğu siyaseti ile Arap-İsrail savaşlarının Müslüman ülkeler arasındaki ekonomik birlikteliğe etkisi konuları irdelenerek bir 
sonuca varılmaya çalışılır. 

Anahtar Kelimeler: Orta Doğu, Filistin, İsrail, Türkiye, Ekonomi, Yüksel KAŞTAN,Libya, İran, Irak, Suudi Arabistan, Ürdün, Tunus, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri,Filistin, Lübnan, 


GİRİŞ 

Osmanlı Devleti’nde II. Abdülhamit zamanında Filistin Bölgesi’nde bir Yahudi Devleti kurulması gündeme gelir ve bunun için Yahudilerce II.Abdülhamit’ten 
toprak istenir, fakat padişah bu teklifi kabul etmez. Böylece Yahudilerin dünyada hangi topraklara yerleşecekleri ve devletlerini kuracakları şekillenmeye başlar. 
Bundan sonra belirlenen amaca ulaşabilmek için strateji üretilmeye başlanır. 

I. Dünya Savaşı öncesinde Filistin topraklarına Siyonist görüşe sahip olmayan Ortodoks Yahudileri yer almaktadır. Bunlar toprak sahibi Baron de Rothschild 
tarafından bölgeye getirilir. Rothschild’in finanse ettiği Yahudi özel sektörü ile tek bir Yahudi devleti kurabilmek amacıyla Rusya’dan ihtilal fikirleriyle Siyonist 
Poale Zion işçileri bölgeye getirilir. Bu işçilerin liderliğini Ben Gurron yapar. David Gordon’un fikirlerinden esinlenen Hepoel Hatzain (genç işçiler) 
kolektif yerleşmeyi kabul etmektedir. Bölgeyi I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere işgal eder ve savaşın sonunda Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı 
Devleti bu toprakları kaybeder. 1919 yılında burada kümeleşen ve bir kuvvet oluşturan Poale Zion grubu birleşerek “Ahdut Ha’Avadıh Partisi”ni kurarlar. 
1920’lerde partinin adı “Histadrut” (İşçi Partisi) olur. Daha sonraki süreçte Polonya’dan orta sınıf Yahudi göçebelerin gelmesi sonucu 1930’lu yıllarda yeni 
bir parti “Mapai” Ben Gurrion liderliğinde kurularak “Siyonizm” dünyaya tanıtılmaya çalışılır (Günaltay, 1947: 40-75; Armaoğlu, 1984: 197-198). 

I. Dünya Savaşı devam ederken Fransa adına Georges Picot, İngiltere adına Sir Mark Sykes arasında imzalanan Sykes-Picot anlaşması ve daha sonra barış 
görüşmeleri arasında yer alan San Remo görüşmeleri sonunda Filistin İngiltere Mandasına bırakılır. 1918 yılında Filistin İngilizlerce işgal edilir ve 1921 yılına 
kadar askerî yönetim hüküm sürer. I920 yılında Filistin’de bir Danışma Konseyi kurulur. 1921 tarihinde Herbert Samuel ilk sivil idareyi kurar. Bu tarihlerde 
İngiltere ikili oyunlarına başlayarak bölgenin ne bir Arap yurdu ne de bir Yahudi yurdu olduğunu dillendirmeye başlar. 20 Ağustos 1922’de Filistin’in ilk Anayasası ilan edilir. Anayasaya göre ülkeyi 23 (11’i Hükûmet temsilcisi, 8 Müslüman, 2 Hristiyan, 2 Yahudi) üyeden oluşan bir Konsey yönetecektir. 24 Temmuz 1922’de Milletler cemiyeti’nin aldığı 28 maddelik kararla Filistin’de Manda yönetimi ilan edilir. Bundan sonra İngiltere bu bölgede bir Yahudi devleti kurmak için büyük çaba gösterir. İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un zengin Yahudi bankacı Lord Rothschild’e gönderdiği bir mektupta İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi vatanının kurulmasını kabul ettiği ilk defa resmen bildirilir. Yahudilerle yapılan “Balfour” yazışmasıyla bölgede bir Yahudi devletinin kurulacağının taahhüdü yapılır, sonra da İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinden Yahudiler akın akın bu bölgeye gelmeye başlayarak bir çoğunluk oluşturmaya başlarlar 
(Kürkçüoğlu, 1982: 103; Duman, 1995: 141). 


A.Arap Topraklarında Yahudi Yerleşiminin Tarihî Süreci 

     20. yüzyılın ilk çeyreği içerisinde bölgeye sivil siyasi teşkilat kurabilecek kadar Yahudi peyder pey göç eder.1925 yılında Filistin’de yönetime Samuel’in 
yerine Lord Blumer atanır. Bu tarihlerde totoliter rejimlerden etkilenen Vladamir Jabotinsky Orta Doğu’da daha büyük bir devlet kurmak amacıyla Revizyonist Parti kurar ve Avrupa’da tanınmaya çalışır. Aqudat Israel-Ortodoks Yahudileri önceleri anti-siyonist olmalarına karşın 1930’lu yıllarda Siyonizmi tamamen benimserler. 
Yahudilerin liderliğini chaim Weizmann Siyonist ve Siyonist olmayan Yahudileri bir araya getirmek amacıyla yapar. Bu amaçla 1929’da Kudüs’te Weizmann yeni 
bir yürütme organı kurarak bir şubesini de Londra’da açar. Komitede Siyonist ve Siyonist olmayanlar eşit temsil edilir. 1928 yılında Filistin’de 7. Arap Kongresi 
yapılır. Buna göre; merkezi Filistin’de bir parlamento ile bütün Arap muhalif grupların bir arada olması istenir. Yürütme kuruluna 12’si Hristiyan olmak üzere 
48 üye seçilir. Fakat bu kararlar 1929 yılında “Ağlama Duvarı” nedeniyle bir isyan çıkması sonucunda uygulanamaz. Bu isyanda 133 Yahudi ve 116 Arap 
yaşamlarını yitirir (Hurewitz,1958:281-295; Armaoğlu, 1994: 35-40). 

Filistin’de bu sıralarda İngiliz yanlısı ve karşıtı olmak üzere iki grup Arap bulunmaktadır. 1930 ve özellikle 1936 yılından sonra İngiltere’den Filistin’e 
Yahudi göçlerihızlanır. Yahudi göçüne karşı eleman yetiştirmek amacıyla ilk defa “Genç Müslümanlar Derneği” 1932 yılında kurularak Arap Gençliği Kongresi 
yapılır ve bunun sonucunda “İstiklal Partisi” kurulur. Bu dönemde çeşitli Arap partileri kurularak Yahudilere karşı mücadelelerini sürdürmeye çalışır; 1934’te 
Ragıp al-Nashsashibi’ce “Milli Müdafa Partisi” (1935’te Filistin Arap Partisi olur), daha sonra da Hüseyin el-Khalidi’ce “Reformcu Parti” kurulur. Bu iki parti de Hacı Emin el-Hüseyin’e ve silahlı mücadeleye karşı, siyasi mücadeleden yanadırlar. Fakat 1930 yılında Abdül Kadir el-Hüseyin’ce “cihat” adlı gizli bir 
örgüt kurularak mücadelesini silahla yapmaya başlar. Yine İngiliz Mandasına ve himayesine karşı İzz al-din Al Kasım ve arkadaşlarınca gizli bir örgüt kurulur, 
fakat Kasım ve arkadaşları daha sonra 1935’te Hayfa’da öldürülürler. Devam eden mücadeleler sonucunda Filistin’de Araplar 1936 yılında “Yüksek Arap 
Komitesi” adı altında birleşebilirler. Filistin’de Arapların bu Yahudi göçlerinden hoşnut olmaması sonucunda bir huzursuzluk ortaya çıkar ve artık iki taraf 
arasında mücadeleler yavaş yavaş kızışarak devam eder gider (1921, 1929, 1933. 1937-1939). Bu dönemde birtakım çözüm önerileri getirilir. 

Bunlardan biri 1937 yılındaki Peel Komisyon raporudur. Peel Komisyonu kararına göre burada iki ayrı devlet kurulacak ve toprakların % 20’si Yahudilere 
verilecektir. Hemen akabinde 1937’de Yahudi örgütü Irgun ‘un faaliyeti sonucunda 77 Arap öldürülür. 1938 yılında Woodhead Komisyonu’nun ve 1939’da James Konferans çalışmaları bir sonuç veremeden II. Dünya Savaşı başlar. Mısır II. Dünya savaşı ile beraber Arap ülkelerinin liderliğine soyunur. 
Suriye’de 1943 yılında Şükrü El-Kuwatlı cumhurbaşkanı seçilip Fransızlar 1946’da Suriye’den çekilince Rusya’nın uzantısı sayılan Baas partisi Suriye ve 
Arap ülkelerinde etkili olmaya başlar (Kürkçüoğlu, 1978:75-91; Duman, 1995: 141; Özel, 2002: 5-10). 

B. Arap-İsrail Savaş ve Mücadeleleri 

II. Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu’da 1947 yılında Filistin topraklarının bölünerek bir kısmının üzerinde 15 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devleti kurulur. 
Filistin’de yaklaşık 1 250 000 Arap ve 650 000 Yahudi yaşar. İsrail Devleti Filistin topraklarının sadece bir kısmında kurulur. Arapların büyükçe oranı Ürdün Haşimi 
Krallığı’nca ilhak edilen Batı Şeria ile Mısır yönetimi altında kalan Gazze’de kalır. İsrail Devleti kurulduğunda İsrail içinde kalan Arap nüfusu toplam nüfusun 
beşte biri oranında; yaklaşık 156 000’dir. Toplam nüfusu 5.5 milyon (Kudüs’te, Golon Tepeleri’nde vb. yerlerde yaşayan yarım milyon Filistinliler ile birlikte) 
olarak belirlenir. BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail Devleti’nin kurulması ile ilgili oylamada ABD, Batılı Devletler ile beraber Liberya, Haiti ve Filipinler taraftar, 
Türkiye aleyhte, İngiltere ise çekimser oy verir. SScB’den önemli ölçüde Yahudi bu topraklara göç ettiğinden SScB’ninde kurulacak olan devletin iç siyasetinde 
etkinliği olacaktır. Neticede oylamada üçte iki çoğunlukla İsrail Devleti kurulma kararı alınır (Ayın Tarihi,1948:164; Armaoğlu,1984:484; Landau,,1995:.218; 
Altunışık, 1999: 182). 

İsrail Devleti’nin kurulması sonucunda İsrail, Filistin ve Arap devletleri arasında bir husumet doğar. İsrail ile Arap ülkeleri arasında çatışmalar başlar. 
15 Mayıs 1948 günü İsrail Devleti’nin kuruluşunu hazmedemeyen Arap ülkeleri (Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak) İsrail’e savaş açarlar ve Arapİsrail 
Savaşları başlar. ABD ve SScB İsrail Devleti’ni hemen tanırlar. ABD bu dönemde Arap ülkelerine silah ambargosu koymasının yanında SScB de İsrail’e silah yardımında bulunur. Bu dönemde Filistinliler mücadelelerini Arap Özgürlük Ordusu ile sürdürür. Savaşın sonunda Ürdün Kralı Abdullah ile İsrail anlaşır ve 
11 Haziran 1949 tarihinde ateşkes yapar. Böylece 300 000 Filistinli topraklarını terk etmek zorunda kalır ve Filistin topraklarından yaklaşık 750 000 Filistinli göç 
eder. Beş Arap devleti sıra ile İsrail ile ateşkes anlaşması yapmalarına rağmen İsrail Devleti’ni siyasi olarak tanımazlar. Bu savaş İsrail için bulunmaz bir fırsat 
olur ve durduk yerden Arapların sayesinde sınırlarını % 75 oranında genişletme imkânı yakalar. Kudüs İsrail ile Ürdün arasında paylaşılır, Gazze ise Mısır’ın olur. 

Filistin topraklarının % 20’sini oluşturan Batı Şeria artık Ürdün’e geçer. Buradan da açıkça görüldüğü üzere Filistin’e yarım amacıyla yapılan savaşın sonunda 
Filistin dışında herkes fayda sağlar (Armaoğlu, 1984: 486, 702-703; Gönlübol, 1996: 277-279; Hale, 2000: 176-182; Shaw-Shaw, 2000: 505-509; Dursunoğlu, 2000:31; Özel, 2002: 10;). 

1950-1955 yılları arasında Ürdün’den Gazze’ye veya Lübnan’dan İsrail’e sızma çalışmaları olur, fakat İsrail tarafından şiddetli misillemeyle karşılanır. 
Bu savaşlardan sonra İsrail’e diğer Arap ülkeleri Yemen, Fas ve Irak’tan yaklaşık 700 000 Yahudi göç ettirilir. Bu göçler hem Arap devletlerinin zorlaması, 
hem de İsrail’in isteği ile gerçekleşir. Böylece bölgedeki Yahudi nüfusu daha da güçlenir ve sonuç ta göçler Arapların aleyhine sonuçlanır 
(Kürkçüoğlu,1972: 249-252; Özel, 2002: 5-11). 

25 Mayıs 1950 tarihinde ABD, İngiltere ve Fransa İsrail ve Arap ülkelerine bölgede savaş çıkmaması için silah ambargosu bildirgesinde bulunurlar. Mısır’da 
1952 yılında Kral Faruk’un yerine Hür Demokratlar Örgütü lideri cemal Abdülnasır bir darbe ile yönetime geçer. Nasır Arap milliyetçiliğinin başlaması 
için büyük çaba harcar. 1956 yılında İsrail’in Mısır’a saldırısı ile kısa süreli bir savaş çıkar. 1958 yılında Suriye ile Mısır birleşerek “Birleşik Arap cumhuriyeti” 
adı altında birleşmeyi planlasalar da, 1961 yılında Suriye’de yapılan darbe ile bu birlik oluşamaz. Bu savaştan sonra 1964 yılında Doğu Kudüs’te 1. Filistin 
Kongresi toplanır ve Filistin Kurtuluş Örgütü kurulur (Armaoğlu, 1984: 488491, 504-506, 701; Tıbi,1991: 118; Sander, 1998: 264; Gönlübol, 1996: 290; 
Shaw-Shaw, 2000: 505-509; Öymen,2002:127). 

1967 yılında Arap ülkeleri bir kez daha İsrail’e savaş hareketine girseler de hepsi savaştan önceki durumlarından daha kötü bir sonuçla karşılaşarak savaşı 
bitirmek zorunda kalırlar. Mısır, Suriye ve Ürdün’ün birlikte, fakat farklı stratejilerde birbirlerinden uyumsuzca giriştikleri savaş 6 gün sürer ve sonuçta 
İsrail topraklarını 3.5 kat büyütür. Böylece Batı Şeria, Sina Yarımadası, Golon Tepeleri ve Kudüs İsrail’in eline geçer. Suriye yapılan bu üçüncü İsrail-Arap 
savaşında Golon Tepelerini İsrail’e kaptırır. Stratejik öneme sahip olan bu tepeleri İsrail resmen 1981’de ilhak ederek 12.500 Yahudi göçmeni bölgeye yerleştirir. 
Golon Tepeleri’ndeki İsraillerin sayısı böylece Dürzilerin sayısına eşit bir konuma gelir. Suriye İsrail ile barış görüşmelerine geçmesinin ilk şartı olarak Golon 

Tepeleri’nin kendisine geri verilmesini ve Lübnan-İsrail barışında da söz sahibi olabilmeyi öne sürer. 1967 yılında yapılan üçüncü Arap-İsrail savaşında İsrail 
Ürdün’ün egemenliğindeki Batı Şeria ve Kudüs’ün doğusunu işgal edince, Doğu Şeria’ya sığınanlarla birlikte Filistinlilerin sayısı 3.9 milyonluk Ürdün’de 1.2 
milyona çıkar (Armaoğlu,1984: 705-715; Gönlübol,1996: 277-279, 606; Sander, 1998: 478; Hale, 2000: 176-182; Özel, 2002: 11). 


1967 savaşları Arapları birbirlerine yaklaştır ve Arap milliyetçiliğinin oluşmasına vesile olur. 1 Eylül 1967 tarihinde ilk defa Arap Birliği toplanır ve Kartun Zirvesi’nde İsrail’i tanımama ortak kararı alınır. İsrail’in Orta Doğu topraklarında bu derece hızlı genişlemesi nedeniyle BM Güvenlik Konseyi 22 Kasım 1967 tarihindeki toplantısında 242 Sayılı tarihi kararı alır. Buna göre İsrail 1967 öncesi sınırlarına geri çekilecektir (Tibi,1991:118-120; Özel, 2002: 12). 

İsrail çoğunluğu Hristiyan Lübnanlıların yaşadığı Güney Lübnan’da bir güvenlik bölgesi kurmasına karşın, Suriye Lübnan topraklarının % 60’ını denetimi altına alan 30 bin kişilik bir ordu yollar, hatta İsrail güneyden çekilse bile Suriye’nin Lübnan üzerindeki etkinliğinden vazgeçmeyeceği düşünülür. 
SSCB’nin dağılması sonucunda yalnız kalan Suriye artık barış görüşmelerini desteklemek zorunda kalır (Mc Ghee, 1992: 198-268; Altunışık,1999:183). 

Bu çatışma süreci içinde 1948, 1956 ve 1967 yıllarında Arap-İsrail savaşları yapılır ve bu savaşlarda Arap ülkeleri yenilirler. İsrail bu savaşlarda her defasında topraklarını biraz daha genişletir. Arap ülkeleri Filistinlilerin yanında yer alarak İsrail’e karşı birlik olmaya ve bu birlik içinde mücadelede ederler. Fakat bütün çabalara rağmen geçen sürede Filistin Devleti kurulamaz. 1967 yılındaki Arapİsrail Savaşı sonrasında savaş öncesi konuma geçme kararı olan 242 Sayılı Birleşmiş Milletler kararı ve 1973 yılında yapılan Arap-İsrail Savaşı sonunda BM’in 338 Sayılı kararı çerçevesinde barış görüşmelerine geçilir, fakat yapılan görüşmelerde önemli bir merhale kat edilemez (Armaoğlu, 1984: 510,715-721; Armaoğlu,1991:252). 

1967 yılındaki 3. Arap-İsrail Savaşı sonrasında Mısır’ın yerine artık Suudi Arabistan Devleti ön plana çıkmaya başlayarak Filistinlilere maddi desteklerde 
bulunur. Bundan sonra Arap ülkeleri Laik Arap Milliyetçiliği çizgisinden ayrılarak Radikal Arap Milliyetçiliğine kayarlar. 1968 yılından sonra Marksist-Leninist 
George Habbash’ın liderlik ettiği “Filistin Kurtuluşu İçin Halk cephesi” örgütü kurularak terörist (uçak kaçırma, sabotaj, kaçırma) eylemlerinde bulunulur. 1973 yılı Arap İsrail savaşları sonrasında petrol fiyatlarının hızla yükselmesi sonucunda Arap ülkeleri zenginleşirler. Böylece Arap ülkeleri Filistin davasına daha fazla maddi destek verme imkânı bulur ve Filistin Bağımsızlık Hareketi başlatılır. Mısır Devlet Başkanı cemal Abdülnasır’ın yardımıyla Yasir Arafat’ın önderliğinde El Fetih Örgütü kurulur. Filistin Millî Konseyi 1-5 Ocak 1969 tarihinde Kahire toplantısında 11 üyeli yeni bir Yürütme Komitesi ve başkanlığına da 39 yaşındaki Yaser Arafat’ı (Abu Ammar) seçer. Bu tarihten sonra FKÖ çalışmalarına ve eylemlerine devam ederek Filistin halkının sesini dünyaya duyurmaya çalışır. 
FKÖ’nün özellikle 1974 yılı faaliyetleri sonrasında Arap ülkeleri Rabat’ta Arap Birliği’ni toplar. Birlik artık FKÖ’yü Arapların meşru temsilcisi olarak ilan eder. 
Buna göre Filistin davası sadece Filistinlilerin olacaktır. Yapılan mücadeleler sonrasında ilk defa 1976 yılında FKÖ iki devletten söz eder. Böylece artık İsrail 
Devleti’nin varlığını kabullenir, ama Filistin Devleti’nin de kurulması hedeflenir (Armaoğlu, 1984: 483, 716, 721 Sever, 1997: 75: Özel, 2002: 12-13). 

FKÖ’nün tam iki devletten söz ettiği dönemde Lübnan’da iç savaş baş gösterir ve bu süreç tekrar askıya alınır. 1975’te başlayıp 1988’e kadar süren iç savaşta 3.6 milyon nüfusun yarısına yakını oluşturan ve refah içinde yaşayan Maronitler ile Hristiyanlar bu üstünlüklerini yitirirler. 
1980 yılı nüfus sayımına göre Lübnan’da Hristiyan nüfus % 40, Müslüman nüfus ise % 60’dır. Müslümanlar içinde 1948,1967 Arap-İsrail savaşında Lübnan’a 
sığınan 360 bin Filistinli de bulunmaktadır. 
Artık Şiiler (AMAL, HİZBULLAH) ön plana geçerler. Filistin Komandoları yerine artık Amal ve Hizbullah askerleri geçer. Hizbullah askerlerinin sayısı 3000’i bulur. 
Bütün bu gelişmelere karşın Lübnan barış içinde ülkeyi imar ederek düzenli, modern bir yaşama kavuşmak ister Bu da ancak Suriye’nin İsrail’le barışmasına 
bağlıdır (Gönlübol-Ülman,1977:310; Armaoğlu, 1984: 510,729). 

1976 yılında Mısır’ın İsrail’i siyasi olarak tanıması sonucu her iki ülke arasında barış görüşmeleri başlar. Böylece Mısır 1967 yılında İsrail’e kaybettiği toprakları 
barış yolu ile geri alır. Arap-İsrail savaşı sonucunda 1979 yılında yapılan barış anlaşması sonucunda Mısır-İsrail ilişkileri iyi kötü devam eder, fakat gelişemez. 
Bu ilişkilerden dolayı ve Mısır’ın ABD yanlı tutumu neticesinde Hüsnü Mübarek Arap ülkeleri tarafından ihanetle suçlanır. Mısır Arap ülkeleri tarafından önce 
Arap Birliği’nden, sonra İslam Konferansı’ndan çıkarılır. Bunun sonucunda Mısır yalnız kalır ve tek ekonomik destekçisi olarak ABD’nin kalması nedeniyle Mısır 
Hükûmeti ABD ile arasında yapılacak olan konferans önerisini kabul eder (Ünal, 2002: 46). 

Lübnan, ülkesi içinde üs kuran ve faaliyetlerini buradan sürdüren FKÖ’den oldukça rahatsız olur. FKÖ Lübnan’da âdeta devlet içinde devlet konumuna gelir 
ve kan akması günden güne artar. İsrail Lübnan rahatsızlığı ve Lübnan Başbakanı cemayel’in Suriyelilerce öldürülmesi sonucunda 1982 yılında Beyrut’a saldırır. 
Bu saldırıda İsrail Filistin arşivlerini imha eder, kurumsal yapıyı yıkar, “Sabra. ve “Şatila adlı Filistin kamplarında bir ile iki bine yakın sivil Filistinliyi öldürür. 
İsrail’in bu saldırısında Lübnanlılar FKÖ’nün faaliyetleri nedeniyle İsrail Devleti’ne daha sıcak davranır. İsrail’in Lübnan’daki müdahalesinde yaklaşık 20 000 kişi hayatını kaybeder. Bunun sonucunda İsrail FKÖ’nü Lübnan dışına çıkarmayı başarır (Gönlübol, 1996: 303; Özel, 2002: 13;). 

FKÖ Lübnan’da ayrıldıktan sonra 1993 Oslo Anlaşması’nakadar faaliyetlerini Tunus’dan sürdürür. Bu dönem FKÖ için suskunluk dönemi olur. İsrail’in 1982 
yılındaki saldırı ve işgali neticesinde 1987 yılında Filistin halkı kendi imkânları ile mücadeleye başlar ve artık taşla, sopayla, kadın, erkek, çocuk İsrail’e karşı 
mücadeleye girişir ve bu mücadeleye “intifada” denir. İntifada olayında liderliği İsrail’in FKÖ’nü parçalamak için kurdurttuğu, fakat daha sonra İsrail’in 
kontrolünden çıkan Hamas Örgütü yapar (Hale, 2000: 176-182; Özel, 2002: 14). 

Yapılan tüm Arap-İsrail savaşlarını İsrail kazanmasına karşın dünya arenasında iyi karşılanmaz, bunun sonucunda ABD’nin devreye girerek İsrail’i devamlı barış 
görüşmelerine zorlamasına karşın, İsrail konuya pek olumlu yaklaşmaz. Fakat FKÖ’nün, Gazze’de HAMAS ve İslami cihat Örgütü’nün, Güney Lübnan’da 
Hizbullah’ın tedhiş eylemlerinin artması, Suriye’nin Lübnan’daki etkinliği İsrail’i düşündürür ve devamlı yeni önlemlere başvurmasını gerektirir. 

1988 yılında Ürdün Kralı Hüseyin 1967’den beri İsrail işgalinde bulunan Batı Şeria’daki haklarından Filistin lehine feragat eder, sadece su probleminin 
çözülmesi ve ticaret ilişkilerini geliştirmek amacını gütmeyi düşünür. Bu şartlar içinde Ürdün, konferans teklifini kabul eder ve 1988 yılında cezayir’de FKÖ 
önderliğinde gerçekleşen Filistin Kurtuluş Kongresi sonucunda Arafat BM’nin 242 Sayılı tarihi kararını tanıyarak kabul eder ve terörü kınar. Bu karar FKÖ için 
oldukça tarihî bir önem taşır. 

ABD’nin teşvikiyle 15 Ocak 1990’da İsrail ile FKÖ arasında tekrar barış görüşmeleri başlar. Artık ABD lideri Bush “6 Mart 1991’de Arap-İsrail uyuşmazlığının çözüm zamanı geldi” der. Bölgede araştırmalarını sürdüren ABD Dışişleri Bakanı Baker’in her iki taraftan da özveri istemesi sonucunda 15 Nisan 1991’de Kafkasya’da Kislovodoks şehrinde Sovyet dışişleri bakanı Besmertnik’le yapılan görüşmeler neticesinde mutabık kalınarak bir karara varılır (Soysal,1995:464). 

Filistinlilerin Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te ülke dışındaki Filistinlilerin de gelmesiyle bir devlet kurma çabası içinde olmalarına İsrail karşı çıksa da ABD 
İsrail’i zorlayarak Filistin’in düşüncesini destekler. Filistinliler 1967 Arap-İsrail Savaşı sonucunda darmadağan olmuş ve nüfusunun büyük çoğunluğu diğer Arap ülkelerinde yaşamaya başlar. 1991 yılında yapılan nüfus sayımına göre 4.5 milyon Filistinlinin yarısı; 1.2 milyonu Şeria nehrinin doğusunda Ürdün’de, 360 bini Lübnan’da, 250 bini Suriye’de, 150 bini Suudi Arabistan’da, 250 bini Kuveyt, Mısır, Umman, Arap Emirlikleri, Katar, Irak, Libya ve 250 bini de ABD ve Batı 
ülkelerinde yaşamaktadır. Bunlara ilaveten Batı Şeria’da 1.1 milyon, Gazze’de 650 bin Filistinli, İsrail sınırları içinde de Golon ve Kudüs’te 550 bin Filistinli 
vardır (Gönlübol, 1996: 303). 

1985 yılında Sovyetler Birliği devlet başkanlığına gelen Gorbaçov’un ılımlı politikası ve Batı’nın karşısında değil de yanında yer almaya çalışması sonucunda 1950’li yıllardan beri Moskova’ya güvenen ve desteklenen Filistin Kurtuluş Örgütü, Suriye ve Irak ne yapacaklarını ve nasıl bir politika izleyeceklerini düşünmeye başlarlar. 1991 yılında cOMEcON ve Varşova paktı’na son verilmesi, 1991’de SScB’nin dağılması sonucunda SScB’nin ABD yanında yer alması ve Saddam’ın Kuveyt’i işgali ilebaşlayan savaş sonunda Orta Doğu’da tüm dengeler tamamen bozulur, kimse nasıl bir politika izleyeceği konusunda belirsizlikler içinde kalır. Kuvet’te El Sabah ailesi FKÖ’ne maddi desteğini kesmekle kalmaz, ülkeden yaklaşık 600.000 Filistinliyi dışarı çıkarır. Böylece FKÖ maddi çöküntü içine girer, hatta memurların maaşlarını dahi ödemekte güçlük çekmeye başlar (Özel, 2002: 14). 

30 Ekim1990 ile 4 Kasım 1991 tarihlerinde Madrid’de FKÖ ile İsrail arasında yapılan Barış Konferansı’na Avrupa Topluluğu bir gözlemci, Suudi Arabistan 
bir gözlemci, İsrail Başbakan, Suriye, Lübnan, Ürdün Dışişleri Bakanları, Filistin Heyeti başkanı ve üyeleri, Mısır Dışişleri Bakanı temsilcileri ile katılır. 
Konferans’ta alınan en önemli sonuç İsrail ve Filistin cephesinde her iki tarafın bundan sonra kan akıtılmamasına karar vermesidir. 
Daha sonra barış görüşmeleri çerçevesinde 10-12 Aralık 1991 Washington’da delegeler düzeyinde, 28-29 Ocak 1992 Moskova’da bakanlar düzeyinde temsil 
edilerek önemli adımlar atılır (Hale, 2000: 176-182, 312). 

1992 seçimlerini İsrail’de Sosyalist Parti kazanmasıyla İshak Rabin başbakan olur. Rabin ilk iş olarak FKÖ ile barış görüşmelerini başlatır. Bu nedenle 19 Ocak 
1993’te İsrail Parlamentosu’ndan Hükûmetin FKÖ ile temas yasağını kaldırtarak hemen görüşme yoluna gidilerek 19 Ağustos 1993’te Oslo’da anlaşma parafe 
edilir ve 13 Eylül 1993’te de Washington’da imzalanır. İsrail ile Filistin arasındaki 1947 yılında başlayan anlaşmazlıklar nihayet 1993 yılında son bulur ve barış dönemine geçilir. Hemen sonra Ürdün ile İsrail arasında 1994’te bir anlaşma sağlanır (25 Temmuz 1994 Washington Bildirgesi), daha sonra Esat, Clinton görüşmesi yapılır ve böylece Orta Doğu’da kalıcı barışın sağlanması için önemli adımlar atılır. İsrail bu süreçte dünyada siyasi desteğini arttırır. 
Oslo Anlaşması ile 1948 öncesinde Filistin’den ayrılanlar artık Filistin topraklarına geri dönemeyeceklerdir. Devletler arasındaki ilişkiler çıkara bağlı olduğu 
için her an birisinin lehine yine bu denge bozulabilir. Türkiye de 1992 yılından sonra İsrail ile diplomatik ilişkilerini büyükelçilik düzeyine çıkarır (Özel, 2002: 14). 

1995 yılında NATO Genel sekreteri Willy Claes “Komünizm tehlikesi bitti, onun yerine İslami kökten dinciliği geldi.” beyanını verdikten sonra hemen İsrail, 
Mısır, Tunus, cezayir ve Fas’ı NATO toplantısına çağırarak durumu kendilerine açıklar. Bu süreçte Suriye hep iyi ilişkiler ile İsrail’den Golon Tepeleri’ni geri 
alabileceğini düşünür, fakat bir türlü amacına ulaşamaz. 2000 yılındaki camp 

David görüşmelerinde her ne kadar görüşmelere sıcak başlansa da görüşmelerin sonunda bir sonuç alınamaması ile ikinci İntifada olayı başlar (Armaoğlu,1984: 
529, 785-809; Hale, 2000: 312; Ünal, 2002: 47-48). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder