Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 2
Felsefe, Din ve Bilim..
İlk çağlardaki filozofların dünyayı ve etrafı anlamaya çalışması, belirli kriterlerin doğmasına ve bunların çeşitli ideolojilere dönüşmesine yol açmıştır. Bilimin temelleri atılıncaya kadar, tartışma ve deney olgusu insanlar tarafından geliştirilmiş ve bu bir arayış haline dönüşmüştür. İlk dönemlerde belirgin bir felsefe-bilim ayrımı yoktur ve birçok büyük bilim insanı aynı zamanda filozoftur. Hakikati ve varlığın amacını soruşturan felsefe sistematik düşünmeyi gerektirmektedir.
Klasik çağ felsefesiyle başlayıp, Thales, Anaximenes, Pisagor, Demokritos, Gorgias, Empedokles, Heralitos, Pamanides, Sokrates, Plotinos, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar, gitgide gelişen ve şekillenen felsefi soruların ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
Din odaklı Ortaçağ felsefesinde, Hıristiyanlığın kendisine bir aracı olarak kullandığı felsefe; Tanrı, bilgi, inanç eksenlerinde yoğun şekilde kullanılmıştır. Aydınlanma Çağı.nda yapılan felsefede „akıl. ön plana çıkmıştır. Düşünce sistemindeki temel görüş, insan aklının aydınlattığı kesin doğrulara ve bilgiye doğru ilerlemektir. Geçiş dönemi felsefesi olarak bilinen Rönesans felsefesi, bilimde ve düşünce sistemindeki yeni gelişmelerin yer aldığı bir dönemi kapsar. Yeniden doğuş manasına gelen Rönesans, önceki çağlardan çok farklı bir
düşünce sistemine geçişin köprüsü konumundadır.
Bilim ve felsefenin ayrışması modern çağa yaklaşırken iyice belirginleşmiş, bununla birlikte felsefe ile bilim tamamen birbirinden kopmamıştır. Gerek genel olarak bilimin felsefesi olan bilim felsefesi gerekse bilim dallarının tek tek felsefî yönden incelendiği felsefe dalları (örneğin fizik felsefesi) varlığını sürdürmektedir.
Şekil 1: Din, Felsefe ve Bilim
Felsefe bilge olma çabasıdır. İyi bir yaşam yaşamaya hazırlıkta ben-bilgisi yaşama sanatının temelini oluşturur7. Kendini bilme, kendi ruhunun bilgisine sahip olmaktır. Ruhun bilgisi insanı yanılgısız olana, değişmeyen olana yönelten bilgidir. Bu Tanrıya yaklaşmanın yolu ve Tanrılar sofrasında yer isteme talebidir. Bir insanın kendi yaşamını nasıl sürdüreceği ve diğer insanlarla birlikte nasıl iyi bir yaşam sürdüreceği felsefenin temel sorusudur. Yunan felsefesinde ele alınan temel sorun budur. Bu aynı zamanda politikadır8. Din ve felsefe hem bu dünyayı ve hem öbür dünyayı düzenlediği, politika ise bu dünyayı hedeflediği için konumuzun birer unsuru olmaktadır.
Felsefe şu soruyu ortaya koyar; olanaklı en iyi yaşamı elde etmek için ne yapmalıyız? Eski filozoflar “iyi olmak” ile “mutlu olmak” arasında bir ayrım yapmamışlardı. Filozofların sorduğu temel sorular şunlardı;
- Hayatın anlamı nedir?
- Niçin masum insanlar acı çeker?
- Tanrı var mıdır?
- Her şey, düşünce (kanaat) meselesi midir?
- Mutluluk nedir?
- (Bilimsel) bilgi nedir?
- Gerçeği nasıl bilebiliriz?
- Bilgi veya gerçeği nasıl doğrulayabiliriz?
Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntemler (deney, düşünce ve/veya gözlemler) aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür 9.
Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışır.
Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası10, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası11 olarak tanımlar.
Bilimler akıl ve deneyle neler elde edilebileceğini göstermiştir. Bilim insanları, insanın evrimi konusunda ilahiyatçı bakışa göre farklı açıklamalar getirmişlerdir.
Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların Tanrısı bir anlamda konuşan bir Tanrıdır, sözleri bizi biçimlendiren Tanrı Kelamıdır. Aslında kutsal kitaplar evrenin ne felsefi ne de fiziksel kökenlerini tam bir açıklamaya hiçbir zaman niyetlenmemişlerdi. Ama Newton.dan itibaren yaratılış, Batılı Tanrı anlayışının tam merkezinde yer almaya başlamıştı.
Evreni tamir edip duran bir Tanrı saçmaydı, insan özgürlüğü ve yaratıcılığı ile çatışan bir Tanrı zorbaydı. Yüzyıllardır Tanrı, „ilahi takdir., „ölümsüzlük., insan yaşamının dehşetine ve ölüm korkusuna dayanmalarına kolaylaştırmış ama bunlar azaldığında yerini korku ve kuşku almıştır. Birçok bilim insanına göre; Tanrı, hala bu yönleri ile işe yaradığı için yaşamaktadır.
Din çağında Evren anlayışı..
Gök bilimi, en eski bilim dalıdır ve özellikle antik çağlarda en yoğun anlamda icra edilen, bilimlerin anası olarak görülen bir bilimdir12. İnsanların gökyüzüne olan ilgisi, yukarıda asılı duran cisimleri incelemeye itmiş ve teleskopun bulunmasıyla bu gözlemler daha etkin bir hâl almıştır. Atalarımız gökyüzünü daha çok zamanı ölçmek, yönleri bulmak ve hava durumunu tahmin etmek için incelemiştir. Bilimin diğer dalları gibi evrenbilim de daha önce sadece mitler veya dini dogmalarla açıklanabilen şeyleri açıklamak için yola çıkmıştı.
Eski Yunan mitolojisine göre ay ve yıldızlar Güneş.e benzer deliklerdi ve Tanrılar bu deliklerden bizi gözetliyorlardı. M.Ö. 6. yüzyılda filozoflar ilk kez mitolojik kabulleri terk edip, kendi teorilerini geliştirmeye başladılar. Thales (M.Ö. 624-546); “Evrenin temel taşı nedir?” diye sormuştu. Miletli Anaximander, dünyanın gece boyu yanıcı gazlar saldığını ve bunların birikip güneşi oluşturduğuna inanıyordu.
Dünyanın boyutlarını ölçme işini ilk kez Eratosthenes başardı. Mısır.daki İskenderiye kütüphanesinde çalışan Eratosthenes, 21 Haziran.da güneşin tam tepede olduğunu fark etti ve güneşin iz düşümünü takip ederek dünyanın çevresini ölçtü13. Dünya.nın çevresi bilindiğine göre, Ay ve Güneş.in boylarını ve Dünya.dan uzaklıklarını ölçmek daha kolaydı.
Platon'a (M.Ö. 427-347) göre, „Evren. Nous (Akıl) tarafından biçimlendirilerek „Kaos'dan düzene. geçirilmiş, ruhu ve zekâsı olan bir canlıdır. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Platon.a göre evren, Tanrı tarafından bilinen „dünya ideası.na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür. Platon, algılar dünyasının ötesinde Tanrısal, değişmeyen bir gerçekliğin olduğuna inanmaktaydı. Ruh, aslından uzaklaşmış, bedene hapsolmuş, çökmüş bir Tanrısallıktı.
Aristoteles (M.Ö. 384-336) fizik öğretisinde hiyerarşinin tepesinde bir ilk hareket ettirici tanımlasa da bunun tanrısal yönü neredeyse yoktu, dünyayı yaratmamış tı. Ama görüşleri Batı dünyasında özellikle Hıristiyanlar üzerinde önemli etkiler yaptı. Yerküre merkezli Aristoteles Evreni, dinler tarafından “devşirme” yolu ile benimsenip dogmalaştırıldı.
Yaklaşık M.Ö. 300 yılında Aristarkos, Ay üzerinde dünya gölgesini gözlemleyerek; Güneş, Dünya ve Ay ilişkisine dair diyagramlar çizmiş, dünyanın daha ziyade Güneş.in etrafında döndüğünü ortaya koymuştu. Bunlar tarihin ilk kozmologları idi.
Grek öğretisi, duyulur dünyanın uzay ve zaman içinde bir sanrı (illüzyon) olduğu ve bir insanın tek gerçek olan ebedi dünyada yaşayabileceği konusundadır. Yahudi ve Hıristiyan öğretisi öbür dünyayı bu dünyadan metafiziksel olarak farklı görmemiş, gelecekte erdemli olanın ebedi mutluluk içinde yaşayacağı ve kötü oranın ebedi ıstırap içinde yaşayacağı bir yer olarak tasarlamıştır14.
Aristotelesçi Hıristiyan din anlayışına göre; evrenin bir sınırı vardır ve Tanrı bunun dışında yerleşmiş olarak tüm yarattıklarına dışarıdan bakmaktadır. Newton.un sonsuz evrenin de ise Tanrı, sonsuz uzayın bütünlüğü onun hem yerleşim yeri, hem de her şeyi algılama aracı olarak kavrandığından, sanki dışarıdan bakmaktadır15. Modern kozmolojide dahi bilim, hala kurucularındaki dinsel ve metafiziksel inançları aşmaya çalışmaktadır. Bunun temelinde hala evrenin bizim yani insanlar için yapıldığı fikri yatıyor.
Newton.a göre uzayın yaratılması diye bir şey yoktu çünkü zaman ve uzay ebediyen varlardı. İbni Sina ve Galileo, momentumun konumu ile hareketin sürekliliğini açıklamak için bir Başlangıç Nedeninin gerekliliğini yok ettiler. Modern kozmoloji, gözlemlenebilir evrenimizin büyük bir „çoklu evren. bütünü içindeki sonsuz sayıda evrenden biri olabileceğini söylüyor. Şimdi modern fiziğin Tanrı ile ilişkisinin hangi aşamalardan geçtiğini inceleyelim.
Fizik ve Tanrı..
On altıncı yüzyılın sona erişi ile birlikte Batı, bütünüyle farklı bir toplum yapısı ve teknoloji üretme sürecine girmişti. Bu süreç, Tanrı.nın rolü ve yapısının algılanmasını da kaçınılmaz olarak etkiledi. Tanrı adını verdikleri nihai gerçekle ilişkiler yeniden gözden geçirilecekti. Değişim kurumsallaştı. Londra.daki Kraliyet Derneği gibi kuruluşlar kendilerini eskilerin yerine konulacak yeni bilgiler toplamaya adamışlardı.
Genç kuşağın kötü yola düşmesi korkusunun yerini, daha iyi bir yaşam beklentisi almıştı. Yeni uzmanlık alanları kendi yolunda ilerlerken bulgular birleştiriliyor, bilgi yayılıyordu. Tanrı.nın varlığına ilişkin eski kanıtlar yeterli değildi; doğa bilimcileri ve filozoflar, deneysel yöntemlerle olguları kanıtlarken, kendilerini Tanrı.nın nesnel gerçekliğini de kanıtlamak zorunda hissettiler16.
Filozofu çoğu bu dönemde üstü kapalı olarak Tanrının varlığına inanıyordu. Tanrının varlığını ciddi olarak sorgulamayı başlatan Fransız fizikçisi, matematikçi si ve teolog Blaise Pascal (1623-1662) oldu. Pascal, inancın sağduyuya dayanan akılcı bir kabul ediş olmadığında ısrar etti17.
Rene Descartes (1596-1650) ise kuşkuculuğu yok etmek için Tanrının varlığını kanıtlamaya çalışırken kendine has bir teoloji üretti. Descartes gibi bilim insanları Tanrı varlığının ontolojik kanıtına dönmüştü; Tanrının varlığı zorunluydu çünkü gerçekliğe ilişkin sonuçlar çıkarmak için gerekli kesinlik ve güveni tek başına o sağlıyordu.
Aydınlanma döneminde akılcılığın yanında „yürek dini. denilen yeni bir tür dindarlık gelişti. İnsanları, dıştan gelen kanıt ve otoriteleri tamamıyla bırakmaya ve herkesi kapasitesi ve yüreğinde bulunan Tanrı.yı keşfe itiyordu18.
Aforoz edilen Baruch Spinoza (1632-1677), İncil.in tanrısına değil ama bir Tanrıya inanmıştı. Ona göre İsrailliler de anlamadıkları bir görüngüye „Tanrı. adı vermişlerdi. Bu tür inançlar, sadece bilimsel, akılcı düşünce bakımından yetersiz olan halk kütlelerine yararlı olabilirdi.
İngiliz fizikçi Isaac Newton (1642-1727), Tanrıyı kendi mekanik sistemine indirgemişti. Tanrı doğal fiziksel düzenin bir devamıydı, böyle bir makinist olmadan sistemi var olamazdı19. Newton, İncil.den bahsetmez; Tanrıyı yalnızca düşünmekle biliriz. Newton, dış dünyanın Tanrı için bir kanıt oluşturduğunu düşünmüyordu. Newton.un Tanrısı ile Hıristiyanlığın Tanrısı aynı değildi. Sonsuz uzayı keşfeden Newton, sonunda işe yaramaz bir Tanrı yaratmıştı. Tanrı yalnızca yararsız değil, kesinlikle zararlıydı. Newton, Hıristiyanlığı metafizikten arındırmak için çok çaba harcamıştı.
3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***