Tanrı ve Fizik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tanrı ve Fizik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2019 Salı

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 4

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 4



Evren, Nelerden oluşuyor? 

Evrenin karmaşıklığına ve çok yönlülüğüne rağmen, öyle görünüyor ki evreni oluşturmak için üç şeye ihtiyacımız var; madde, enerji ve uzay29. Bunlar, Büyük Patlama ile ortaya çıktı, içinde şiştiği büyük balon patladı. Büyük Patlama sonrasındaki ilk saniyede dört temel kuvvet; yerçekimi (bir kütlenin diğerine doğru çekilmesi), elektromanyetik kuvvet (elektrik ve manyetizmayı tek kuvvette birleştirerek atomları moleküllere bağlar), güçlü çekirdek kuvveti (protonları ve nötronları birbirine bağlar) ve zayıf çekirdek kuvveti (atom 
çekirdeğini parçalayarak radyoaktif bozuşmayı ortaya çıkarır) ayrıldı ve evren müthiş bir genişleme geçirdi30. 


Evren.in maddi içeriği iki kısma ayrılmaktadır31; kuarklar, elektronlar, muonlar gibi “madde parçacıklar32” ve küresel çekim, elektomanyetizm gibi “etkileşimler”. Maddenin temelini oluşturan şeyler iki gruba ayrılır; kuarklardan oluşan hadronlar ve geriye kalanı içeren leptonlar. Etkileşimler, olgusal olarak dört kategoriye ayrılır. Güçlülük sırasına göre; yalnızca hadronlarla etkileşimi olan güçlü nükleer kuvvetler, yüklü hadronlar ve leptonlar ile etkileşimde bulunan elektromanyetizm, tüm hadronlar ve leptonlar ile etkileşimde bulunan 
zayıf nükleer kuvvetler, hepsinin zayıfı olan ve her şeyle etkileşen kütlesel çekim. 

Evrende görmüş olduğumuz cisimleri ve bu cisimler arası etkileşimi sağlayan parçacıkları kısaca bütün evreni fermion ve bozon adını verdiğimiz atom altı parçacık grupları (Şekil 2) oluşmaktadır. Fermionlar, lepton ve kuarklardan meydana gelmektedir. Lepton ve kuarklar temel parçacıklar olarak kabul edilmektedir. Proton, nötron gibi ağır atom altı parçacıkları kuarklar oluşturur. Bozonlar, dört temel kuvveti oluşturan kuvvet taşıyıcı atomu bir arada tutan aynı zamanda atom ve atom altı parçacıklar arası etkileşimi sağlayan güç 
taşıyıcı parçacıklardır33. 



Şekil 2: Atomaltı Parçacıkları 
Kaynak: Serkan Kaçar, Atomaltı Parçaçıkları, Mühendis Beyinler, (27 Kasım 2018). 

 Atom, bir elementin kimyasal özelliklerini taşıyan en küçük yapı taşıdır. Atom, temel olarak bir çekirdek ve onun etrafında bulunan elektron bulutundan oluşur. Atom çekirdeği, 1911 yılında Ernest Rutherford tarafından keşfedildi. Atom çekirdeği, elektrondan kütlece büyük iki temel parçacıktan; proton ve nötrondan oluşmaktadır. Tüm atom çekirdeği çeşitleri Büyük Patlamada.dan hemen sonraki bir saat içinde yaratılmıştı. 
Merak edilen şu oldu; helyumdan daha ağır elementler  nasıl yaratıldı? 
Böyle bir mekanizma bulunamamıştı. 
Bu gizemi Fred Hoyle, atom çekirdeği sentezi ile 1940 lardan sonra çözdü. 

 Hoyle.un sentezi özetle şöyle diyordu. İlk önce yıldız birkaç milyon yıl boyunca hidrojeni helyuma dönüştürdü. Yıldızın ömrünün sonraki dönemlerinde sıcaklık ve basınç artar ve oksijen, magnezyum, silikon, demir ve diğer elementlerin çekirdekleri oluşmasına imkân tanıdı. Yıldız ölümünün son ve en yoğun saflarında daha ağır atomlar da üretildi. 
Sentezde eksik olan Helyum.un nasıl Karbona dönüştüğü idi ve bunu çözmek içinde Hoyle çok uğraş verdi. Karbonun üretilmesi çok yavaş bir süreçti, milyarlarca yıldız, milyarlarca yıl boyunca önemli ölçüde karbon üretebilirdi. 

Böylece evrendeki diğer elementlerin oluşmasını sağlayan diğer nükleer tepkimeler açıklanmış oldu. Buraya kadar anlatmışken kısaca Tanrı Parçacığı ile ilgili gelişmelere de değinelim. Her ne kadar ismi 'Tanrı Parçacığı' olarak lanse edilse de bu bir ironidir. 45 yıldır bir türlü bulunamadığı için araştırmacılar tarafından "Lanet Olası Parçacık (God Damn Particle)” olarak isimlendirilen varlık, argo içerikli olmasından dolayı daha sonra “Tanrı parçacığı” ismi ile anılmaya başlandı. Bilimsel olarak Higss Bozonu olarak bilinen bu varlık, 
adını fikir babası olan bilim insanı Peter Higgs.ten alıyor. 

Tanrı parçacığı ya da Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nde (CERN) gerçekleştirilen deneylerle varlığı kanıtlanan Higgs bozonu, kütleleri olmayan atomlara kütle kazandıran mekanizmadır, yani hiçliğe kütle vermektedir. Higgs bozonundan kasıt 'Higgs alanı.dır. Bu buluşla beraber evrenin başlangıcı kabul edilen Büyük Patlamanın da ötesine bakabilmek, başlangıcın da başlangıcında ne olduğunu görebilmek mümkün kılınabilecek ve bu sonsuzluk içerisinde artık rotasız olmayacağız. 

Karanlık madde, karanlık enerji ve kara delikler.. 

 Yapılan araştırmalara göre evrenin sadece yüzde 4.lik bir kısmı normal maddeden (atomlar, yıldızlar, galaksiler, gezegenler, ağaçlar ve kayalar vd.) oluşuyor. Kalan bileşimin yüzde 27.lik bir kısmını karanlık madde oluştururken, evrenin yüzde 69.luk bir kısmının ise karanlık enerjiden oluştuğu düşünülüyor. Evrendeki galaksiler ve galaksi kümelerinin oluşması için gereken maddeyi hesapladığımızda, uzayda galaksilerin oluşmasına yetecek kadar normal madde olmadığını görüyoruz. 

Karanlık madde gözle görülmüyor, ama galaksilerdeki yıldızları bir arada tutarak uzaya savrulmasını önleyen yerçekimini sağlıyor. Evrende karanlık maddenin etkisi olmasaydı yıldızlar dört bir yana savrulacak ve milyarlarca yıldız içeren galaksiler asla oluşmayacaktı. Bu yüzden de galaksilerin gizli harcını, yapı malzemesini, görünmez çimentosunu oluşturuyor. Karanlık madde, ışığa karşı saydam olan varlığını, yerçekimi aracılığıyla hissettirmektedir. Karanlık maddenin şu ana kadar keşfedilmeyen bir atom altı parçacıktan oluştuğu düşünülüyor. 

Çok büyük oranı karanlık maddeden, daha sonra ise normal maddeden ve kara deliklerden kaynaklanan kütle çekimin evrenin genişlemesini tersine döndürmesi gerekirken, evren her geçen gün hızlanarak genişlemeye devam ediyor. Bu durumu araştıran bilim insanları, bu durumdan sorumlu olan şeye „karanlık enerji. adını verdiler. Karanlık enerji, hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Bundan sekiz milyar yıl öncesine kadar evrenin büyümesinin yavaşladığı, ancak karanlık enerjinin ağırlık kazanması ile büyümenin tekrar başladığı düşünülüyor. Henüz 1998.de keşfedilen bu enerji, tüm uzayı dolduruyor ve itici çekim kuvvetine sahiptir. 

Atomu parçaladık, Ay.a ayak bastık ve galaksimizin haritasını çıkardık ama daha keşfedilecek pek çok şey var. Bunlardan birisi de kara deliklerdir. Kara delikler, uzayda yol alan hiçbir madde veya radyasyonun kaçamayacağı kadar büyük kütleçekim alanlarıdır. Aslında kara delikler, ölü yıldızlardır; çünkü büyük kütleli bir yıldızın yakıtı bittiğinde, kendi üzerine çöker ve bir kara delik oluşturur. Ayrıca, galaksilerin merkezinde süper-kütleli kara delikler var; Güneşin kütlesinin bir milyon katı kütleye sahip karadelikler. Kendi galaksimizde yaklaşık 4 milyon güneş kitlesine sahip bir kara deliğin gizlendiğinden neredeyse eminiz34. Bir karadeliğe yaklaşıp, içine bakamayız ve bir karadelikten hiçbir şey 
kaçamaz. 

Kopernik Devrimi sonrası evrenbilim çalışmaları.. 

16. ve 17. yüzyılda ortaya çıkan Kopernikçi Devrim, önceki iki bin yıl boyunca benimsenen ve görünüşte açık olan gerçekliği nedeniyle dünyanın sabit ve güneşin hareketli oluşunun hem astronomi hem de dinde gerçek varsayıldığı bir dizi astronomi inancını terk ettirmişti. Mikolaj Kopernik (1473-1543), dünyanın kendi ekseninde günde bir kez ve güneş çevresinde ise yılda bir kez döndüğü günmerkezli bir kozmoloji ortaya atmıştı. Kopernik, dünyanın ve diğer gezegenlerin, güneş etrafında döndüklerini söylemiş; heliyosantrik yani 
güneş-merkezli bir sistem açıklamıştı. 

Johannes Kepler (1571-1630), 1609.da Kopernik.in teorisini geliştirerek gezegenlerin hareketlerinin çembersel değil eliptik olduğu sonucuna varmıştı. Galileo (1564-1642) ise teleskopu geliştirmesi, astronomi alanındaki buluşları ve düşen cisimlerin hareketiyle ilgili araştırmaları ile bilim tarihine önemli katkılar sağladı. Galileo; “Birincil nitelik, ölçülebilir şeylerdir” demiş böylece matematiği temeline oturtmuştur. Hız, ivme, ebatlar gibi kavramlar onun zamanında yerini bulmuştur. 

 İngiliz Kralı II. Charles.ın 1662.de kurduğu Kraliyet Derneği ve Paris.teki Acedemie des Sciences (Bilimler Akademisi), 17. yüzyıldaki bilimsel devrimin öncü kuruluşları idi. 
Bunlar, bilim ve bilim adamları için yeni bir kurumsal temel oluşturmuş ve sonraki yüzyılın yapılandırılmış bilimini karakterize eden yeni bir akademik çağ başlatmıştır. Bunun ardından Prusya, Rusya ve İsveç.te önemli ulusal akademiler kuruldu ve devlet akademisi ya da bilim derneği modeli Avrupa.ya ve Avrupa.nın dünyadaki sömürgelerine yayıldı. 

1895.de Wilhelm Röntgen.in X ışınları, 1898.de Marie Curie.nin atomaltı parçacıkların tespiti, 1901.de uranyum deneyleri; atomların değişmezliği ilkesini yıkmıştır. 

Önceki farklı gelenekler bugün “fizik” dediğimiz yeni bir bilimsel sentezle birleşti ve sahneyi Albert Einstein.ın başlattığı 20. yüzyıl fizik devrimi için hazırladı. Diğer yandan yaşam bilimleri özellikle biyoloji alanında hücre ve mikro kuramları gibi atılımlar yapıldı. 17. yüzyılda Newton tarafından kütlesel çekim, 19. yüzyılda ise Maxwell tarafından elektromanyetizm kuramları geliştirildi. 

Kütleçekim kuvveti diğer kuvvetlerle hala tek bir tutarlı fizik kuramı altında birleştirilebilmiş değildir. Kütleçekimle beraber doğanın dört temel kuvvetinden üçünü oluşturan zayıf, kuvvetli çekirdek etkileşimleri ve elektromanyetik kuvvet Standart Model denilen teoriyle birleştirilmiş durumdadır. Ancak, fizikçiler kütleçekimi dâhil dört temel kuvveti de içeren bir Birleşik Alan Teorisi peşindedir. Evren.deki her şeyi tanımlamak için Einstein.ın genel görecelik teorisi ile kuantum fiziği birleştirilerek birleşik bir teori yaratılmaya çalışılmaktadır. 

20. yüzyılın başında atomun yapısı ve kuantum mekaniği (en küçüğün teorisi) ile ilgili keşifler evrenin işleyişi ve içeriği ile ilgili çalışmalar için önemli bir çığır açtı. Bu dönemde fizik ve gerçekliğin kendisine ilişkin görüşlerimizi köklü olarak değiştiren üç önemli teori ortaya çıktı; özel görecelik teorisi (1905), genel görecelik teorisi35 (1915) ve kuantum mekaniği. Albert Einstein, bunlardan ilkini büyük ölçüde, ikincisini tam olarak kendisi geliştirmişti. Üçüncünün gelişiminde ise önemli ölçüde rol oynadı. 

Bilim bir kez daha düzenlenmeye başladı. 1920.lerde Amerikalı astronom Edwin Hubble, evrenin görünürdeki genişlemesi kuramını, 1940 ve 50.lerde Georges Lemaitre ve George Gamow “Büyük Patlama” kuramı izledi. 

Özellikle 1960.lı yıllardan başlayarak uzay ile ilgili çalışmalar sadece uzaya dayalı kabiliyetler bakımından haberleşme, görüntü alma ve yönlendirme gibi kabiliyetlerde çığır açmadı, uzayın derinliklerine gönderilen vasıtalar aracılığı ile evrenin sırları ile ilgili önemli bulguların ortaya çıkmasına ya da eskilerinin sorgulanmasına imkân sağladı. 

Alan Guth (1947-), şişme senaryosu (kozmik enflasyon) ile gözlemlenebilir evrenimizin neden pürüzsüz ve düz olmaya yakın olduğunu açıklamaya yardımcı oldu. Şişme kuramına göre; şişme, uzayın minik bir bölgesini alır ve onu muazzam bir boyuta genişletir. Böylece geçici bir süper kara enerji ile şişerken önceki bozunan madde ve ışınmalar ortadan kalkmış olur. 

Soğuk Savaş sonrasında uzay programlarına ilgi azaldı. Bunun temel nedeni bir yandan insan hayatı özellikle haberleşme teknolojisi bakımından gittikçe daha fazla uzayda konuşlu kabiliyetlere bağımlı hale gelirken, çok pahalı olması nedeni ile kamuoyunun bu tür programlara sempatisinin azalması oldu36. Artık beklentiler uzayda koloniler kurmak yerine haberleşme, hava tahmini ya da askeri alanda daha isabetli zamanlama yönündeki çalışmalara döndü. Bu da evren ile ilgili çalışmaların daha çok teleskoplara ve sınırlı uzay uçuşlarına 
bağımlı kalmasına neden oluyor. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 3

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 3



 Aydınlanmacılara göre, din akla uygun olmalıydı. Voltaire.in (1694-1778) sorunu Tanrı değil, aklın ölçütlerine karşı suç işlemiş Tanrı hakkındaki öğretilerdi. 

Diderot.a (1713-1784) göre, açıklayamadığımız şeyleri açıklamak için Tanrıyı ortaya çıkarmak boyun eğmekti, cehaletti. Diderot, Spinoza.dan bir adım öte gitti, Tanrı.nın zaten olmadığını, sadece doğanın olduğunu savundu. 

Fransız fizikçisi Pierre-Simon Laplace (1749-1827), Tanrıyı fizikten çıkardı. Gezegenler sistemi, giderek soğuyan güneşten çıkan bir parlaklığa sahipti. Laplace, Gök Mekaniği isimli çalışmasını Napolyon.a takdim etmek ister. Kitabı aslında hiç okumamış olan Napolyon.a birileri Tanrı adının kitapta hiç geçmediğini söylemiştir. Napolyon; “Tanrı adını kullanmadan bana evrenin sistemi üzerine koca bir kitap yazdığınız söylendi” deyince, Laplace.in cevabı şöyle olur; 

“O varsayıma hiç ihtiyacım olmadı20.” 

 18. ve 19. yüzyılın klasik fizikçileri evreni büyük bir saate benzetiyorlardı. Bununla önermek istedikleri şey her şeyin hareketin basit ve determinist yasalarına uymasıydı, tıpkı bir sarkacın tıkırtıları gibi. Gerçekten de, doğayı en derinden anladıklarını sandıkları bu hareket bilimine mekanik diyorlardı ki, bu kelime makineler üzerine olan bilgi ile ilişkiliydi. Saat ise saatçi gerektirirdi ve bu yüzden akıllı ve ebedi bir Tanrı fikrini hayal etmekte zorlanmıyorlardı. Ancak, Tanrının zorlaması olmasaydı evren içine bozunacağı çaresiz bir kaosa dönüşür dü fikrinin sonuna evrenin zorunlu ölümü (ısıl ölüm) düşüncesi ile gelindi 21. 

 Immanuel Kant.a göre, Tanrıya giden tek yol, onun „pratik akıl. dediği, ahlaki vicdanın bölgesinden geçiyordu22. Kant, kendi ifadesi ile „dinin dua ve ayin gibi tuzaklarını bir kenara atmıştı. ama Tanrı düşüncesine özünde karşı değildi. Tanrının varlığını kanıtlamak imkânsızdı ama Tanrı düşüncesi gerekli idi. Bundan dolayı, Kant.a göre Tanrı yalnızca kötüye kullanılabilen bir kolaylıktı. 

 George Wilhelm Hegel.e (1770-1831) göre; “Şimdi barbar Tanrıyı bir kenara atmanın ve insani duruma daha aydın bir bakış getirmenin zamanıydı23”. 

Karl Marx (1818-1885), dini “baskı gören yaratığın iç çekişi.. bu acıyı dayanabilir kılan, halkların afyonu” olarak gördü24. 

Ludwig Andreas Feurbach ve August Comte gibi filozoflar ise geçmişte yaygın bir güven eksikliğine neden olmuş bu Tanrı.dan kurtulmak istiyorlardı. 

Batı modern teknik çağına girerken, bazı insanlar yeni teoloji çalışmaları ile Tanrıyı kurtarmaya çalışsa da, eski Tanrı kavramları yetersiz kalmıştı. Büyük filozoflar, birbiri ardına Tanrıya meydan okumaya başladılar. Filozoflar, Tanrının öldüğünü ilan etmek için sırada idi. Doğa üst bir ilahi fikir onları kızdırıyordu. 

 Frederich Nietzche.ye göre, Tanrı insanları gövdelerinden, tutkularından ve cinselliklerinden korkmaya özendirmişti ve bizi zayıf kılan mızmız bir acıma ahlakçılığının değerini artırmıştı25. 

Sigmund Freud (1856-1919), Tanrı inancını olgun insanların bir yana bırakacakları bir aldatmaca saymıştı26. Diğer psikanalist Alfred Adler (1870-1937), Tanrının bir yanılsama olduğunu ancak ona inanmanın yararlı olduğunu söylemişti. 

 Bunlar olurken İslam dünyasında Mısırlı Muhammed Abduh gibi dinde yenilikçilik gayretleri olsa da bunu ilk başaran ve Osmanlı.nın arkasından bir ulus-devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti.ni kuran Mustafa Kemal Atatürk oldu. Dini yalnızca kişisel bir konu haline getirip, İslamiyet.in devlet yönetimi ile ilişkisini kesti, tarikatlar dağıtıldı, medreseler kapatıldı. Atatürk.e hayran olan İran Şahı Rıza Han da 1941.e kadar onun yolunu izledi. 

Diğer bir Atatürk hayranı Afgan Kralı Emanullah Han, modern bir ülke kurmak isterken katledildi. Geri kalan İslam ve Arap ülkeleri yeni Türkiye.ye kuşku ve hayranlıkla baktılar. 

 Batı da boş durmadı. İslam dünyası içine yenilikçi ajanlarını dikti; Afganistan.da Cemallettin Afgani (1839-1889), Hindistan.da Muhammed İkbal (1876-1938) vd. ile İslamcı projelerin temelleri atıldı. 

Einstein.ın genel izafiyet teorisi; küresel çekimin, uzay ve zamanın devasa nesneler tarafından bükülmesi olduğunu söylüyordu. Öğrencileri „Başka bir sonuç çıksa idi ne derdiniz?. diye sorduğunda; Einstein, „Tanrı adına üzülürdüm çünkü teori doğru. demişti. 

 Büyük Patlama modelini geliştiren Belçikalı papaz George Lemaitre, bunu herhangi bir ilahi amaca bağlamayı reddetmişti; “Görebildiğim kadarıyla böylesi bir kuram herhangi metafizik ve dinsel sorunun tamamen dışında kalır.” 

 Stephen Hawking ise Tanrı.nın varlığı ile ilgili görüşlerini şu şekilde açıklıyordu; 
“Evrenin devasa büyüklüğüne, insan yaşantısının ne kadar kırılgan ve rastlantısal olduğuna baktığınızda bu imkânsız gibi görünüyor. Tanrı sözcüğünü Einstein gibi, kişi-dışı anlamında kullanıyorum; dolayısıyla Tanrı.nın zihnini bilmek benim için doğa yasalarını bilmektir. 
Öngörüm Tanrının zihnini bu yüzyılın sonunda bilebileceğimiz şeklinde 27.” 

 Geldiğimiz noktada evrenin yaratılmasını neyin sağladığı bilinmemektedir. Evrende maddenin sürekli olarak üretiliyor olmasının da bir açıklaması yoktur. 

 Evren bilim (kozmoloji).. 

Evren, Büyük Patlama olarak bildiğimiz bir ateş topunun içinde doğdu ve ateş topunun ürettiği ısı o günden bu yana gidecek bir yer bulamadı. Evrende sıkışan sıcaklık bugün hala etrafımızda dır. Hubble uzay teleskopu sayesinde Büyük Patlama.nın (Big Bang) 13.8 milyar yıl önce meydana geldiği hesaplandı. Kanalları değiştirilen bir televizyonun ürettiği statik elektriğin yüzde 1.i hala Büyük Patlama.ya aittir. Tabii ki bu sıcaklık evrenin genişlemekte olduğu son 13.8 milyar yılda önemli oranda düştü. 

Evren, fiziksel kozmoloji kapsamında maruz kaldığı hızlı genişlemeden dolayı “şişmiş” bir yapıdadır. 4.6 milyar yıl kadar önce Güneş sistemimizdeki çeşitli gezegenimsiler 

Dünyayı ve öteki 8 gezegeni oluşturmaya yetecek malzemeyi bir araya getirdi. Ay, 4 milyar önce muhtemelen büyük bir göktaşı çarpması sonucu Dünya.dan koptu. 

Evrende 100 milyarın üzerinde galaksi ve her galakside yaklaşık 100 milyar yıldız var. Yıldızlar, yeterince büyük bir gaz bulutunun kütleçekim kuvvetinin etkisiyle çökmesiyle oluşur. Yıldızların evrende tekdüze dağılmayıp, büyük yıldız toplulukları halinde toplandıklarını 1920.lerde öğrendik. Galaksiler sabit bir hızla ayrılmaya devam etmektedir. 

Dünyamız, yüz milyar galaksi içinde, tipik bir galaksinin dış kenarında, çok ortalama bir etrafında dolanan küçük bir gezegendir. Yani Dünya.nın Evren.de özel bir konumu olmadığını keşfetmiş bulunuyoruz. 

Kozmoloji (evrenbilim), yani evrenin tümü ile incelenmesi geçtiğimiz yüzyılda çok mesafe kat etti. Büyük Patlama.dan beri evren, genişleyip soğuyor ve muhtemelen bu sonsuza değin böyle devam edecek. Yüzyıl önce bilim insanları Samanyolu Galaksisi ötesindeki evrenin yapısı hakkında temelde hiçbir şey bilmiyorlardı. Şimdi gözlemlenebilir evrenin ölçüsünü aldık ve ayrıntılı bir şekilde boyutlarını ve biçimini, bunun yanında da bileşenlerini ve tarihinin ana hatlarını betimleyebiliyoruz. 

 Bazı bilim adamları Büyük Patlamayı evrenin başlangıcı olarak görmüyor. Çünkü başlangıç öncesinde hiçbir şey olmayan bir sınır oluşturur ya da Büyük Patlama olduğunda zaman yoktu, öncesi olamaz. Diğerleri çoklu bir evrenin simetrik bir parçası olduğumuzu savunmaktalar. Her şeyin arkasında ince ayarlanmış sınır koşulları olduğu düşüncesi de oldukça rağbet görüyor ama evrenin kararlı olmadığını izliyoruz. Şimdiye kadar evrenimizin sürekli genişlemesini sağlayan entropinin (düzensizliğin ölçüsü) tutarlı şekilde hep yükselmesini sağlayacak kadar olağanüstü miktarda ince ayara tabi tutulduğuna dair hiçbir doğrulama sağlayamadık. 

Katı, sıvı veya gaz halindeki evren, sürekli dalgalanan bir moleküller yığınıdır. Düzenimiz bir dalgalanmadan kaynaklanıyorsa, hemen o anda fark ettiğimizin dışında hiçbir yerde düzen olmasını bekleyemeyiz. Dolayısı ile evreni bir dalgalanma olmak yerine, büyüme ve çürüme süreçlerini olası kılan geçmişi ile birlikte artan bir entropi ile daha düzensizliğe gittiğini söyleyebiliriz. 

Evrenin yalnızca bir tek geçmişi olmayabilir. Bazılarına göre, evren hep vardı, ne yaratıldı, ne de yok edilecektir. Diğerlerine göre, Tanrının aklını bilirsek evrenin işleyişini de sonumuzu da anlayabileceğiz. Eğer zamanda yolculuğu başarabilirsek, 13.8 milyar yıl geriye gittiğimizde ise Büyük Patlama.ya dönmüş olacak ve evren ile ilgili çok önemli sırları ortaya çıkaracağız. 

 Evrenin sürekli genişlemesi, evrenin iki senaryodan biriyle son bulması gerektiğini söyler; bunlardan birincisine göre evren, hiç durmadan genişleyecek ve „Büyük Donma ile son bulacaktır. Bu Termodinamiğin İkinci Yasası ile ilgilidir. Diğeri Büyük Çöküş.tür. Uzay kesintisiz bir şekilde uzanıyor olmayabilir, entropi düşebilir ve belki de uzay daralmaya başlayabilir. Uzay daralıyorsa öykümüz farklı olur. Tüm evren büzüştüğünde geleceğin bir Büyük Çöküş (Ezilme) tekilliğinde sona ermesi muhtemeldir. 

 Evrenin bu iki senaryodan hangisi ile sona ereceği evrendeki maddenin kritik yoğunluktan fazla olup olmaması ile alakalıdır ve bu hala tartışma konusudur. Bu Termodinamiğin İkinci Yasasının ve Evrenin genişlemeye devam etmesinin kaçınılmaz sonucudur. Entropi arttıkça ışık yavaş yavaş kaybolmaya başlar ve bu durum ısı her yerde eşit olup evreni donmuş bir galaksi mezarlığına çevirir. 

Büyük Patlama sonrası sürekli yükselen entropi nedeniyle evren şimdilik genişliyor. Ama elimizde çeşitli senaryolar var; zamanla değişen bir durum uzayı, özel bir sınır koşulu, simetrik yeniden çöken evren, çoklu ya da paralel evrenler, simetrisi olmayan ya da seken evren ya da ebedi bir denge durumu. Evrenin geleceği ile ilgili teorileri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz 28; 

- Evren sonsuza kadar genişleyebilir. (Alexander Friedman, 1920.lerde açıklamıştı). 
- Evrenin genişlemesi git gide yavaşlar ve sonunda durur. 
- Evren yavaşlar, durur ve geri daralmaya başlar (evrenin kütlesinin bağlı olduğu karanlık maddenin bitişi). 
- Evren kendini parçalayabilir (evreni bir arada tutan karanlık enerjinin bitişi ile) çözülebilir. 

 Evrenin yapısında ne olduğunu merak etmek ve anlamak insanın doğasında vardı. Binlere yıl boyunca evreni inceledik. Yukarıya bakarak ışık dalgalarını inceledik. Güçlü teleskoplar inşa ettik. Daha fazla ışık topladık, daha ileriyi gördük ve evreni daha iyi anladık. Geleceğe baktığımızda, yeni detektörlerin duyusal teleskopun icadı gibi vasıtalar olabileceğini söyleyebiliriz. Bilim insanları evrenin evrimi ve zamanın anlamlı bir kuramını oluşturma peşindedir. 

Bugüne kadar evrendeki her şeyi tanımlayan tutarlı bir model henüz ortaya 
konamamıştır. 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 2

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 2



Felsefe, Din ve Bilim.

 İlk çağlardaki filozofların dünyayı ve etrafı anlamaya çalışması, belirli kriterlerin doğmasına ve bunların çeşitli ideolojilere dönüşmesine yol açmıştır. Bilimin temelleri atılıncaya kadar, tartışma ve deney olgusu insanlar tarafından geliştirilmiş ve bu bir arayış haline dönüşmüştür. İlk dönemlerde belirgin bir felsefe-bilim ayrımı yoktur ve birçok büyük bilim insanı aynı zamanda filozoftur. Hakikati ve varlığın amacını soruşturan felsefe sistematik düşünmeyi gerektirmektedir. 
Klasik çağ felsefesiyle başlayıp, Thales, Anaximenes, Pisagor, Demokritos, Gorgias, Empedokles, Heralitos, Pamanides, Sokrates, Plotinos, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar, gitgide gelişen ve şekillenen felsefi soruların ortaya çıkmasını sağlamışlardır. 

 Din odaklı Ortaçağ felsefesinde, Hıristiyanlığın kendisine bir aracı olarak kullandığı felsefe; Tanrı, bilgi, inanç eksenlerinde yoğun şekilde kullanılmıştır. Aydınlanma Çağı.nda yapılan felsefede „akıl. ön plana çıkmıştır. Düşünce sistemindeki temel görüş, insan aklının aydınlattığı kesin doğrulara ve bilgiye doğru ilerlemektir. Geçiş dönemi felsefesi olarak bilinen Rönesans felsefesi, bilimde ve düşünce sistemindeki yeni gelişmelerin yer aldığı bir dönemi kapsar. Yeniden doğuş manasına gelen Rönesans, önceki çağlardan çok farklı bir 
düşünce sistemine geçişin köprüsü konumundadır. 

Bilim ve felsefenin ayrışması modern çağa yaklaşırken iyice belirginleşmiş, bununla birlikte felsefe ile bilim tamamen birbirinden kopmamıştır. Gerek genel olarak bilimin felsefesi olan bilim felsefesi gerekse bilim dallarının tek tek felsefî yönden incelendiği felsefe dalları (örneğin fizik felsefesi) varlığını sürdürmektedir. 



Şekil 1: Din, Felsefe ve Bilim 

Felsefe bilge olma çabasıdır. İyi bir yaşam yaşamaya hazırlıkta ben-bilgisi yaşama sanatının temelini oluşturur7. Kendini bilme, kendi ruhunun bilgisine sahip olmaktır. Ruhun bilgisi insanı yanılgısız olana, değişmeyen olana yönelten bilgidir. Bu Tanrıya yaklaşmanın yolu ve Tanrılar sofrasında yer isteme talebidir. Bir insanın kendi yaşamını nasıl sürdüreceği ve diğer insanlarla birlikte nasıl iyi bir yaşam sürdüreceği felsefenin temel sorusudur. Yunan felsefesinde ele alınan temel sorun budur. Bu aynı zamanda politikadır8. Din ve felsefe hem bu dünyayı ve hem öbür dünyayı düzenlediği, politika ise bu dünyayı hedeflediği için konumuzun birer unsuru olmaktadır. 

Felsefe şu soruyu ortaya koyar; olanaklı en iyi yaşamı elde etmek için ne yapmalıyız? Eski filozoflar “iyi olmak” ile “mutlu olmak” arasında bir ayrım yapmamışlardı. Filozofların sorduğu temel sorular şunlardı; 

 - Hayatın anlamı nedir? 
 - Niçin masum insanlar acı çeker? 
 - Tanrı var mıdır? 
 - Her şey, düşünce (kanaat) meselesi midir? 
 - Mutluluk nedir? 
 - (Bilimsel) bilgi nedir? 
 - Gerçeği nasıl bilebiliriz? 
 - Bilgi veya gerçeği nasıl doğrulayabiliriz? 

Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntemler (deney, düşünce ve/veya gözlemler) aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür 9. 
Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışır. 
Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası10, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası11 olarak tanımlar. 

Bilimler akıl ve deneyle neler elde edilebileceğini göstermiştir. Bilim insanları, insanın evrimi konusunda ilahiyatçı bakışa göre farklı açıklamalar getirmişlerdir. 

Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların Tanrısı bir anlamda konuşan bir Tanrıdır, sözleri bizi biçimlendiren Tanrı Kelamıdır. Aslında kutsal kitaplar evrenin ne felsefi ne de fiziksel kökenlerini tam bir açıklamaya hiçbir zaman niyetlenmemişlerdi. Ama Newton.dan itibaren yaratılış, Batılı Tanrı anlayışının tam merkezinde yer almaya başlamıştı. 
Evreni tamir edip duran bir Tanrı saçmaydı, insan özgürlüğü ve yaratıcılığı ile çatışan bir Tanrı zorbaydı. Yüzyıllardır Tanrı, „ilahi takdir., „ölümsüzlük., insan yaşamının dehşetine ve ölüm korkusuna dayanmalarına kolaylaştırmış ama bunlar azaldığında yerini korku ve kuşku almıştır. Birçok bilim insanına göre; Tanrı, hala bu yönleri ile işe yaradığı için yaşamaktadır. 

Din çağında Evren anlayışı.. 

 Gök bilimi, en eski bilim dalıdır ve özellikle antik çağlarda en yoğun anlamda icra edilen, bilimlerin anası olarak görülen bir bilimdir12. İnsanların gökyüzüne olan ilgisi, yukarıda asılı duran cisimleri incelemeye itmiş ve teleskopun bulunmasıyla bu gözlemler daha etkin bir hâl almıştır. Atalarımız gökyüzünü daha çok zamanı ölçmek, yönleri bulmak ve hava durumunu tahmin etmek için incelemiştir. Bilimin diğer dalları gibi evrenbilim de daha önce sadece mitler veya dini dogmalarla açıklanabilen şeyleri açıklamak için yola çıkmıştı. 

 Eski Yunan mitolojisine göre ay ve yıldızlar Güneş.e benzer deliklerdi ve Tanrılar bu deliklerden bizi gözetliyorlardı. M.Ö. 6. yüzyılda filozoflar ilk kez mitolojik kabulleri terk edip, kendi teorilerini geliştirmeye başladılar. Thales (M.Ö. 624-546); “Evrenin temel taşı nedir?” diye sormuştu. Miletli Anaximander, dünyanın gece boyu yanıcı gazlar saldığını ve bunların birikip güneşi oluşturduğuna inanıyordu. 

 Dünyanın boyutlarını ölçme işini ilk kez Eratosthenes başardı. Mısır.daki İskenderiye kütüphanesinde çalışan Eratosthenes, 21 Haziran.da güneşin tam tepede olduğunu fark etti ve güneşin iz düşümünü takip ederek dünyanın çevresini ölçtü13. Dünya.nın çevresi bilindiğine göre, Ay ve Güneş.in boylarını ve Dünya.dan uzaklıklarını ölçmek daha kolaydı. 

Platon'a (M.Ö. 427-347) göre, „Evren. Nous (Akıl) tarafından biçimlendirilerek „Kaos'dan düzene. geçirilmiş, ruhu ve zekâsı olan bir canlıdır. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Platon.a göre evren, Tanrı tarafından bilinen „dünya ideası.na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür. Platon, algılar dünyasının ötesinde Tanrısal, değişmeyen bir gerçekliğin olduğuna inanmaktaydı. Ruh, aslından uzaklaşmış, bedene hapsolmuş, çökmüş bir Tanrısallıktı. 

Aristoteles (M.Ö. 384-336) fizik öğretisinde hiyerarşinin tepesinde bir ilk hareket ettirici tanımlasa da bunun tanrısal yönü neredeyse yoktu, dünyayı yaratmamış tı. Ama görüşleri Batı dünyasında özellikle Hıristiyanlar üzerinde önemli etkiler yaptı. Yerküre merkezli Aristoteles Evreni, dinler tarafından “devşirme” yolu ile benimsenip dogmalaştırıldı. 

Yaklaşık M.Ö. 300 yılında Aristarkos, Ay üzerinde dünya gölgesini gözlemleyerek; Güneş, Dünya ve Ay ilişkisine dair diyagramlar çizmiş, dünyanın daha ziyade Güneş.in etrafında döndüğünü ortaya koymuştu. Bunlar tarihin ilk kozmologları idi. 

Grek öğretisi, duyulur dünyanın uzay ve zaman içinde bir sanrı (illüzyon) olduğu ve bir insanın tek gerçek olan ebedi dünyada yaşayabileceği konusundadır. Yahudi ve Hıristiyan öğretisi öbür dünyayı bu dünyadan metafiziksel olarak farklı görmemiş, gelecekte erdemli olanın ebedi mutluluk içinde yaşayacağı ve kötü oranın ebedi ıstırap içinde yaşayacağı bir yer olarak tasarlamıştır14. 

Aristotelesçi Hıristiyan din anlayışına göre; evrenin bir sınırı vardır ve Tanrı bunun dışında yerleşmiş olarak tüm yarattıklarına dışarıdan bakmaktadır. Newton.un sonsuz evrenin de ise Tanrı, sonsuz uzayın bütünlüğü onun hem yerleşim yeri, hem de her şeyi algılama aracı olarak kavrandığından, sanki dışarıdan bakmaktadır15. Modern kozmolojide dahi bilim, hala kurucularındaki dinsel ve metafiziksel inançları aşmaya çalışmaktadır. Bunun temelinde hala evrenin bizim yani insanlar için yapıldığı fikri yatıyor. 

Newton.a göre uzayın yaratılması diye bir şey yoktu çünkü zaman ve uzay ebediyen varlardı. İbni Sina ve Galileo, momentumun konumu ile hareketin sürekliliğini açıklamak için bir Başlangıç Nedeninin gerekliliğini yok ettiler. Modern kozmoloji, gözlemlenebilir evrenimizin büyük bir „çoklu evren. bütünü içindeki sonsuz sayıda evrenden biri olabileceğini söylüyor. Şimdi modern fiziğin Tanrı ile ilişkisinin hangi aşamalardan geçtiğini inceleyelim. 

Fizik ve Tanrı.. 

 On altıncı yüzyılın sona erişi ile birlikte Batı, bütünüyle farklı bir toplum yapısı ve teknoloji üretme sürecine girmişti. Bu süreç, Tanrı.nın rolü ve yapısının algılanmasını da kaçınılmaz olarak etkiledi. Tanrı adını verdikleri nihai gerçekle ilişkiler yeniden gözden geçirilecekti. Değişim kurumsallaştı. Londra.daki Kraliyet Derneği gibi kuruluşlar kendilerini eskilerin yerine konulacak yeni bilgiler toplamaya adamışlardı. 

Genç kuşağın kötü yola düşmesi korkusunun yerini, daha iyi bir yaşam beklentisi almıştı. Yeni uzmanlık alanları kendi yolunda ilerlerken bulgular birleştiriliyor, bilgi yayılıyordu. Tanrı.nın varlığına ilişkin eski kanıtlar yeterli değildi; doğa bilimcileri ve filozoflar, deneysel yöntemlerle olguları kanıtlarken, kendilerini Tanrı.nın nesnel gerçekliğini de kanıtlamak zorunda hissettiler16. 

Filozofu çoğu bu dönemde üstü kapalı olarak Tanrının varlığına inanıyordu. Tanrının varlığını ciddi olarak sorgulamayı başlatan Fransız fizikçisi, matematikçi si ve teolog Blaise Pascal (1623-1662) oldu. Pascal, inancın sağduyuya dayanan akılcı bir kabul ediş olmadığında ısrar etti17. 

Rene Descartes (1596-1650) ise kuşkuculuğu yok etmek için Tanrının varlığını kanıtlamaya çalışırken kendine has bir teoloji üretti. Descartes gibi bilim insanları Tanrı varlığının ontolojik kanıtına dönmüştü; Tanrının varlığı zorunluydu çünkü gerçekliğe ilişkin sonuçlar çıkarmak için gerekli kesinlik ve güveni tek başına o sağlıyordu. 

 Aydınlanma döneminde akılcılığın yanında „yürek dini. denilen yeni bir tür dindarlık gelişti. İnsanları, dıştan gelen kanıt ve otoriteleri tamamıyla bırakmaya ve herkesi kapasitesi ve yüreğinde bulunan Tanrı.yı keşfe itiyordu18. 

Aforoz edilen Baruch Spinoza (1632-1677), İncil.in tanrısına değil ama bir Tanrıya inanmıştı. Ona göre İsrailliler de anlamadıkları bir görüngüye „Tanrı. adı vermişlerdi. Bu tür inançlar, sadece bilimsel, akılcı düşünce bakımından yetersiz olan halk kütlelerine yararlı olabilirdi. 

İngiliz fizikçi Isaac Newton (1642-1727), Tanrıyı kendi mekanik sistemine indirgemişti. Tanrı doğal fiziksel düzenin bir devamıydı, böyle bir makinist olmadan sistemi var olamazdı19. Newton, İncil.den bahsetmez; Tanrıyı yalnızca düşünmekle biliriz. Newton, dış dünyanın Tanrı için bir kanıt oluşturduğunu düşünmüyordu. Newton.un Tanrısı ile Hıristiyanlığın Tanrısı aynı değildi. Sonsuz uzayı keşfeden Newton, sonunda işe yaramaz bir Tanrı yaratmıştı. Tanrı yalnızca yararsız değil, kesinlikle zararlıydı. Newton, Hıristiyanlığı metafizikten arındırmak için çok çaba harcamıştı. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 1

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 1




Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik*
Prof.Dr.Sait Yılmaz, 
06 Ekim 2019 

* Bu Makalenin son taslağını okuyarak görüşlerini esirgemeyen sevgili dostum, fizik teorisyeni Dr.Öğt.Üyesi Engin Yörüke teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 

Cennet, Göklerde dönerek sana sonsuz ihtişamını göstermekte, ama senin gözlerin hala yerlerde. (Dante) 


 Giriş.. 

Biz, yüz milyarlarca galaksi içindeki ortalama bir yıldızın ufak bir gezegeninde, beyni hala çok gelişmemiş bir canlı türüyüz. Bizi özel yapan şey evreni anlayabiliyor olmamız. Aç gözlülüğü müz ve aptallığımızla kendimizi yok etme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Giderek kirlenen ve fazla kalabalıklaşan küçük bir gezegende hayata kendimize bakarak devam edemeyiz. Samimiyete değil, gerçeğe ihtiyacımız var. Yetersiz kişilerin oluşturduğu şekilsiz kalabalıklar, kendilerini sevdirme sevdasında sanatçılar, giderek yozlaşan değerler ve eğlence kültürü içinde kaybolduk. Artık taklit değil, yaratmalı, gerçeğe katkıda bulunmalıyız. 

İnsan hafızası eğitilmezse geçmişten beri kötü olan şeylerin devam ettiğini anlayamaz, başka gözle bakamaz. Hakikat bilgisini (bilgeliği) görünümlerin gerçekliğinde değil, fikirlerin gerçekliğinde arıyoruz. Gerçekler asla benliğimizin dışında cereyan etmez. Kafamızı kaldırdığımızda gökyüzünde devasa bir boşluk var ve onun ötesinde sonu yokmuş gibi gözüken yıldızlar, gezegenler ve galaksiler. Evrenin yüzde 98.i görünmezdir. Evrenin kütlesinin sadece yüzde 4.ü insanları, yıldızları ve gezegenleri oluşturan atomlardan meydana gelmektedir. Bu sessiz devasa boşlukta yıldızlar kara deliğe düşmekte, evren gittikçe düzensizliğe gitmektedir. 

Newtoncu görüşe göre uzay ve zaman mutlaktı. Einstein.in yorumuna göre, evrende hiçbir temel saat bulunmamaktadır. Tüm gözlemler, gözlemcinin yerine ve hızına bağlı olarak değişir (özel görelilik). Einstein ile uzayda zamanın eğilip, bükülebileceğini öğrendik ama henüz tüm evreni açıklayacak bir doğa kuramı oluşturamadık. Bilim insanları, dinlerin anladığı şekilde bir Tanrı.nın var olduğu varsayımına şüphe ile bakmakta ama evrene ince ayar veren bir gücü daha olası görmektedir. Kısaca, dinlerin Tanrısı ile fiziğin Tanrısı ayrı ayrı kavramlardır. 
Bu makalede, evren bilimin geldiği noktayı sorgularken, fiziğin Tanrısı ile ilgili düşünceleri de paylaşacağız. 

 Din ve Tanrı.. 

Tarih boyunca insanlar korktukları ya da ihtiyaç duydukları şeyler için (gök, bereket, şarap, güzellik vb.) Tanrı icat ettiler, ibadet ettiler, kurbanlar adadılar. Ancak, onlar için işlerliğini yitirdiğinde Tanrı düşüncesinden uzaklaştılar. Din, sadece yaşadığımız hayat için değil ölümden sonraki hayat ve ilahi sistem hakkında da bir iman ve inanç öğretisi oldu. 

Dünyanın genel gidişinde düşünen insan genellikle açlık, sefalet, esaret gibi zor şartlar altında ve mutsuz bir ortamda idi. Dünya, ancak iyi bir ahret yaşamı umudu ile çekilebilir hale gelebilirdi. İşte din çok sonraları bunu keşfetti ve bugün de olduğu gibi binlerce yıl hep bu boşluğu kullandı1. 

Semavi (tek Tanrılı) dinlerin kitapları, insanlığın başlangıcı ile ilgili olarak Cennet Bahçesi.nden Âdem ve Havva.nın yasak meyveyi yemesi ile başlayan bir hikâyeden bahseder. İnsanlığın tarihsel deneyimi, Cennet Bahçesi.nden atılma ile başlar ve insanlığın sürgününe yol açar. İnsan, maddi bir varlık haline gelmiştir, artık kanlı-canlı bir varlıktır. İlk peygamberler; 930 yıl yaşayan Âdem ile yedinci nesil torunu ve öğrencisi Hanuh (Eski Yunan.da Hermes, İslamiyet.te İdris Peygamber) olur, sonraki ise Nuh.tur. Tevrat.ta verilen kronolojiye göre Âdem ve ailesi yaklaşık M.Ö. 4.000.de Güneydoğu Anadolu Bölgesi.nde geniş ve verimli bir arazi olan Harran Ovası.nda yaşıyorlardı. 

Tanrı, Âdem ve Havva.ya kötülüklerden tamamen arındıkları takdirde cennete tekrar dönmeyi vaat etmiştir. İnsanlığın görevi, „kayıp cenneti tekrar yaratmak tır 2. Ancak, nesilden nesile olaylar çığırından çıkar. İnsanlar yeni bir cennet bahçesi yaratmak için çalışmak yerine, kavga ve hırsları yüzünden gittikçe bu amaçtan uzaklaşır. Artık, insanoğlu cennete dönemeyecek kadar yoldan çıkmış, kötülüğe bulamıştır. 

 (1) Yahudilik: Tanrı iş başında, vaat edilmiş topraklar; 

Büyük Tufan dan hemen sonra, Tanrı yeni bir strateji uygulamaya karar verir. İnsanlar O.nun bilgeliğine sahip olmadığına göre, bir halkı kendine aracı yapacaktır. Musevi inancına göre, İbrani halkı böyle doğar. Bundan on beş yüzyıl sonra bu halk „Yahudiler. olarak anılacaktır. Musa, Tanrı.nın yazdırdığı On Emir ile yeni bir ahlak sistemi kurar3. Musa.dan sonraki önemli isim Davut ise kabileleri birleştirir. Davut ve Süleyman.ın yaşattığı İsrail Krallığı yıkıldıktan 136 yıl sonra ortaya çıkan Yehuda Krallığı da M.Ö. 586.da son bulur4. 

 (2) Hıristiyanlık: Tanrı.dan ayrışma, müjde (Cennet); 

Tanrı.nın stratejisi tekrar değişmek zorundadır. 
Yahudilerin sözünde duramayacağı ortaya çıkmıştır. 
Sorun vaat edilmiş topraklarla çözülemeyecek kadar büyümüştür. Yeni mesaj „İsa (Chris-Hristo). ile gelecektir; teması „müjde., vaadi ise „cennet.tir. Öldükten 40 saat sonra birkaç müridinin İsa.nın gölgesini gördüğünü iddia etmesi ile Hıristiyanlık başladı. 
Yeniden dirildiğine inanılan İsa, Mesih (kurtarıcı) kabul edildi. Hıristiyanlık, yavaş yavaş evrensel bir din haline dönüşürken, Hıristiyan dogmacılığı olağanüstü karmaşık, sorunlu ve çelişkili hale geldi. 

 (3) Müslümanlık: İslam (boyun eğ), birlik (Cihat): 

Hıristiyanlık da yoldan çıkınca sıra son peygambere ve nihai plana gelmiştir. Bu sefer Tanrı.nın mesajı daha serttir; İslam yani boyun eğ, itaat et. İslam ile önerilen „birlik. olmak, dünyayı Müslümanlaştırmaktır. Bunun için önerilen metot; „cihat. yani din için savaştır. Cihat anlayışına göre, Dünya; Darü.l İslam (İslam.ın Evi) ve Darü.l Harp diye iki bölüme ayrılmıştı. Erken İslam İmparatorluğu yayıldıkça, zamanla çok sayıda güç merkezine bölündü. Halefiyet sorununun yol açtığı hizipler İslam.ın iki ana kolunu oluşturdu. 

Yaratılış kitabına göre, Terah.ın oğullarından Avram (İbrahim), M.Ö. 1812.de, yani Âdem.den 20, Nuh.tan on nesil sonra dünyaya gelir. Yani din kitaplarına göre, insanın tarihi yaklaşık 4-6 bin yıllık maziye sahiptir. Bahsedilen Hz. İbrahim ile ilgili hiçbir belge yoktur. Bilim insanlarına göre, İbrahim Akdeniz.e göç eden kabile lideri bir gezginci idi ve Arabistan.a hiç uğramamıştı. Yaklaşık dört bin yıl önce başlayan Tanrı ile iletişim, bir kişiyle karşılaşmaktan ibaretti. Musa.nın Tanrısı muzaffer olmak isterken, İsa.nın Tanrısı hüzün doluydu 5. 

Din otoritelerine göre, bitki ve hayvan türleri ayrı ayrı yaratılmış ve her tür kendi benzerini yaratarak sabit kalmıştır. Bu dünya görüşü, büyük ölçüde durağandı ve önemli değişiklikleri kabul etmiyordu. Her farklı türün zaman içinde fazla uzak olmayan bir tarihte belki 6.000 yıl önce ayrı ayrı yaratılmıştı. Özellikle Nuh tufanı olmak üzere çeşitli felaketlerin açıkladığı ve dünyanın görünen tasarımının mimarı olan ve onun tarihsel gelişiminde etkin ve kutsal olan bir rol oynayan Tanrı.nın yarattığı evrende insanların özel bir yeri olduğu düşüncesi hâkimdi. 

Ancak, 1830 yılında Charles Lyell.in Jeolojinin Prensipleri (Principles of Geology) kitabındaki tezleri ile birkaç bin yıllık dünya tarihi inancı kırıldı ve dünya tarihi 4.5 milyar yıl geriye gitti. 1859.da yayınlanan Charles Darwin.in Türlerin Kökeni (The Origins of Species) kitabında türlerin değişmez olmadığını, ayrı ayrı yaratılışlar olmadığını, çevremizde gözlemlediğimiz yaşam biçimlerinin doğal ayıklanma süreciyle milyarlarca yıllık bir süre içinde evrim geçirdiğini ortaya koydu. Böylece, insanların doğanın tarihinde basit nesnelerden fazla bir şey olmadığı ve doğanın araştırılmasında mucizelerin ya da kutsal bir planın yeri olmadığı gibi kökten farklı görüşler güç kazanmaya başladı. 

Din, esasında hepimizin sorduğu sorulara ilk yanıt oluşturma girişimlerinden biri idi; neden buradayız ve buraya nereden geldik? Dinin cevabı ise hep aynı kaldı; Tanrı her şeyi yaratmıştı. M.S. 400.de filozof ve teolog Aziz Augustine, kendisine evrenin yaratılması ile ilgili sorulan bir soruya şu cevabı vermişti6; “Tanrı evreni yaratmadan önce ne mi yapıyordu? 
Tanrı cenneti ve dünyayı yaratmadan önce, senin gibi bu tür soruları soran insanları atmak için cehennemi yaratıyordu.” Doğa olaylarına, yaşama ve ölümden sonra hayata anlam verebilmek için doğaüstü varlıklar en iyi başvuru kaynağı idi. Ancak, bilim su sorulara artık çok daha iyi cevaplar veriyor, özellikle son yüz yılda evreni anlayışımızda olağan üstü ilerlemeler kaydettik. 

Tarihte büyük bilim insanlarının çoğu aynı zamanda din adamı idi ama Galileo vd. açıkça söyleyemeseler de Kilisenin iddia ettiği gibi dünyanın yukarısında cennet aşağısında cehennem olduğu bir cenderede dönmediğini ortaya koydular. Dünya tarihini altı bin yıl ve dünyayı düz zanneden semavi dinlerin, öngördüğü kıyamet saati de çoktan geldi geçti. Her geçen tarih için bir mazeret bulunmuş, yeni açıklamalar getirilmiştir. Gene de dünyamızda muhafazakâr kesimler uzun zamandır Mesih/Mehdi bekliyor ve Kıyamet Savaşı öngörüleri rağbet görüyor. Ancak, hava tahminlerinde olduğu gibi bilimsel kestirimler de peygamberler ve kâhinlerin öngörülerinden daha doğru olmayabilir. 

Bilim, başka her şeyin üstünde evrenin geri kalanıyla ilişkimizin anlaşılması için bir arayıştır. Din, bilime ve (bilimsel) bilgiye genellikle kuşku ile bakmış, dinin tartışılmaması gereken dogmalarına akıl ile yaklaşılmasına çoğu kez şiddet ile karşı çıkmıştır. Martin Luther.e göre; “Akıl, şeytanın aşüftesi” idi. Bilime tapan Çinliler arasında bile bilginin mutluluğu öldürdüğünü söyleyen Taocular çıkmıştır. Bilim insanları uzayda zaman ve mekânın kırıldığını yani çok eski zamanlara gidebileceğimizi keşfettiğinden beri, zaman tünelinde milyarlarca yıl geri gitmeye çalışırken; en önemli amaçlarından birisi de Büyük Patlama.ya dönerek Tanrı.nın planını öğrenmektir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***