Platon ve Aristoteles etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Platon ve Aristoteles etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2019 Salı

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 5

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 5




 Fizik yasaları nasıl ortaya çıkar?.. 

Bilim, „varsayım. denemektir. Bilim insanları doğayı anlamak için betimlemeler yapar. Richard Feynman.a göre; genellikle bir teoriyi şöyle buluruz37; ilk önce bir tahmin yürütürüz sonra sonuçlarını hesaplarız, sonuçları gözlemlerle kıyaslarız, eğer gözlemlerle uyumlu değilse, yanlıştır. İşte bu basit cümle, bilimin anahtarıdır. Fizik konusunda iyi bir kuramın üç bileşeni vardır; 

- Evreni oluşturan malzemenin tanımlanması (bu malzeme temel parçacıklar ya da kuantum alanı olabilir), 
- Malzemenin yayıldığı arena (dört boyutlu uzay zaman), 
- Malzemenin tabi olduğu kurallar (fizik yasaları) kümesi. 

Bir fiziksel sistemin “durumu” verili fizik yasaları altında o sistemin gelecekteki evrimini belirleyebilmek için zamanın bir sabit anında söz konusu sistem üzerinde sahip olmanız gereken tüm bilgilerdir. 

Bir fiziksel özelliği ters yüz etmeyi içeren üç tür olası simetri vardır38; 

- Zaman tersimesi (T); geçmiş ile geleceğin yerini değiştirir. 
- Parite (P); üç boyutlu dünyada önemli olan sağ ve solun yerini değiştirir. 
- Yük eşleniği (C); parçacıklar ile karşı-parçacıkları değiştirir. 

T, P ve C dönüşümlerinin hepsini iki kez üst üste tekrarladığımızda başladığımız duruma döndüğünüz özellikleri vardır. 

 Fizikte üç tür gizem olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, teorilerin kendisinde saklıdır; teoriler teoriktir. İkincisi genelde araştırmaların itici gücü gözlem ve deneydir. Ama evreni bir bütün olarak deneyle test etmenin bir yolu yoktur. Üçüncü gizem artık kimse bir şey anlamaz hale geldiğinde ortaya çıkar. Kara delikler ve uzay-zaman öncesinin fiziği bu üç türe de girer 39. 

Klasik mekaniğin öncüsü ve deterministik (belirlenimci) Newton, ampirik yöntemler (gözlem ve deneyler) ile elde ettiği sonuçları matematik formüller halinde kağıda dökerdi. 
Bunun için de diferansiyel denklemler ve geometri kullanırdı. Kâğıda döktüğü bu sonuçlar doğanın işleyişinin bir kopyasının çıkartılması şeklindeydi ve bu nedenle doğa yasaları olarak adlandırıldı, yani „yasa. oldu. Özetle, Newton ampirik yöntemler (deney ve gözlem) ile matematik formülleri birleştiren ve hala aksi ispatlanamayan yasalar ortaya koydu. Onun yasaları özellikle büyük ve yavaş maddelerin dünyasında hala geçerlidir. 

Burada kütle ve hareket ile ilgili iki yaklaşımı açıklamalıyız; 

- Deterministik (belirlenimci) yaklaşım (Newton ve Einstein); “Eğer bir herhangi bir anda evrenin tüm hallerinin bilgisine sahip isek, evrenin sonsuz öncesi ve sonrası bilinebilir”. 
- İndeterministik (belirlenemezci) yaklaşım (Kuantum mekaniği); bilinemez. Heisenberg Belirsizlik İlkesi (nedeniyle evrenin aynı anda tüm bilgisine sahip olamayız.) bir parçanın aynı anda hem konumunu hem de hızını ölçemezsin. 

   Einstein, doğaya yönelik gözlemleri sonucu model kurardı ve modelinin test edilebilir öngörüleri vardı. Bu kuramsal tasarımlar, Einstein.in teorileri oldu. Bu teorilerin öngörülerinden bazıları doğrulandı bazıları ise henüz doğrulanmadı (örneğin yer çekimi dalgalarının varlığı. Hepsi doğrulansaydı ve kuramın tüm öngörülerinin sadece eldeki bilinen öngörüler olduğuna emin olsaydık Einsten in Yasaları diyebilirdik. 

   Newton Yasalarının aksine Einstein.ın Teorileri doğanın işleyişinin bir kopyasının alınması değil, kuramsal tasarımlar oldukları ve bazı öngörülerinin test edilememesi ve kuramın tüm olası öngörülerinin bilindiğinin de ispatlanamaması nedeniyle teori olarak adlandırıldılar. Mevcut öngörülerinden biri yanlışlandığı takdirde her kuram gözlem ve deneyle uyuşacak şekilde modifikasyona tabi tutulur, modifikasyon işe yaramazsa yerini başka bir kurama terk eder. 

    Kuantum teorisi çerçevesinde hiçbir parçacığın tam olarak durumunu belirlemek mümkün değildir; ancak bir parçacığın belirli bir durumda olma olasılığı dalga fonksiyonuna göre hesaplanabilir. Heisenberg in belirsizlik ilkesine göre, hiçbir maddenin konum ve momentumu veya zaman ve enerjisi aynı anda bilinemez. 

   Newton ya da Einstein fiziğinde gözlemcinin gözlenen üzerinde etkisi bulunmaz; kuantum fiziğinde ise gözlemci gözleneni değiştirmeden gözlem yapamaz;) örneğin bir elektronun durumunu anlamak ve gözlem yapmak için üzerine bir foton gönderip geri gelen fotonu gözlemlersiniz; oysa foton bu arada kendi enerjisini elektrona da geçirmiş ve durumunu değiştirmiş olur. Bu yüzden gerçek durumunu anlamanız tam olarak mümkün değildir. 

   Newton mekaniğinde bir şeyin konumu ile ilgili gerçek kesinlik aranır, kuantum mekaniğinde ise kesinlik yoktur, en iyi betimleme dalga fonksiyonudur. Örneğin klasik mekaniğe göre, oda içinde bulunan bir kedinin “%75 olasılıkla masanın altında olduğunu düşünüyorum” gibi bir ifade kullanırsınız. Burada gerçek bir kesinlik aranır. 

   Kuantum mekaniğinde ise “baksa idik, kediyi masanın altında bulma şansımız %75, divanın üstünde bulma şansımız %25 olurdu” gibi bir ifade kullanırız. Burada kedinin bulunduğu gerçek bir yer yoktur, gördüğümüz olan değildir, dalga fonksiyonu ile betimlenen farklı olasılıkları belli yerlerde görürüz. Dalga fonksiyonu, uzay ve zamanda dalgalanmayı ifade eder. Aynı anda tek bir konum değerine ve tek bir momentuma odaklanan dalga fonksiyonu yoktur. 

Fizik Yasaları (özet).. 

Tüm fizik tüm kuramlarının üzerine inşa edildiği en parlak yapı Newton Mekaniği oldu. Bunun yanında James Clerck Maxwell.in 19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan elektrik ile manyetizmi birleştirmesi pek çok deneysel olguyu açıklamıştı. Ancak, iki kuram birbiri ile uyuşmuyordu. Newton mekaniği karşılıklı birbirlerinin yanından geçen iki nesnenin göreli hızlarının iki hızın toplamına geldiğini sonucunu çıkarıyordu. 

Newton bilimsel çağın temellerini attı. Hareket Kanunları 40 ve Kütleçekim Teorisi bugünkü fiziğin ve mühendisliğin yapıtaşlarıdır. Genellikle Newton mekaniği olarak bilinen klasik mekanik, genel olarak cisimler üzerine etki eden kuvvetler ile ilgilenen bir fizik dalıdır. Klasik mekanik günlük olaylar çerçevesinde oldukça kesin sonuçlar üretmektedir, ancak ışık hızına yakın hızlarda hareket eden sistemler için göreli mekanik, çok küçük uzaklık ölçeklerinde sistemler için kuantum mekaniği ve her iki özelliğe sahip sistemler için de göreli 
kuantum alan teorisi kullanılmaktadır. 

Newton mekaniği (sadece Newton tarafından belirlenen kurallar kümesi olmadığını vurgulamak için „klasik mekanik. terimi daha çok kullanılır), dünyanın derin yapısı üzerine düşünmenin bir yoludur. 
Dünya, tüm karmaşıklığına rağmen gözlemleyip tanımlayabileceğimiz şeylerden oluşur; bilardo topları, gaz molekülleri, elektromanyetik dalgalar, gezegenler vb. Bunlar kuvvet uygular, birbirine çarpar ve bu etkilere bağlı olarak hareketleri değişir. Newton öngördüğü bu yapı, çeşitli bağlamlarda yinelenir; Newton un kendi kütleçekim kuramı. 

Maxwell.in on dokuzuncu yüzyıl elektrik ve manyetik kuramı ve Einstein.in genel göreliliği hep klasik çerçeveye girerler. Klasik mekanik belirli bir kuram değildir, bir paradigmadır. Kuantum mekaniği ortaya çıkana kadar fiziği başka bir şekilde düşünmek neredeyse imkânsız hale gelmişti. Etrafımızdaki her şeyin asıl maddesi olan enerji ve parçacıklar (kuarklar) ile çalışmak ihtiyacı kuantum mekaniğini doğurdu. 

Maxwell.in elektromanyetizması ise ışık hızının bu kuralın istisnası olduğunu savunuyordu. Einstein.in özel göreliliği ise, mekanik için ışık hızının özel bir rol oynadığını, ama parçacıkların yavaş hareket ettiğinde Newton modeline indirgenen bir çerçeve sağlayarak, iki kuramı tek bir bütünde bir araya getirmeyi başardı. 

Newton fiziği ile 1846.da Neptün gezegenin bulunuşu, evren formülasyonunun geliştirilmesi yanında metalürji, botanik ve jeoloji araştırmaları için önemli katkılar sağlanmıştır. 

Albert Einstein Özel Görelilik kuramıyla enerjinin ışık hızının karesiyle kütlenin çarpımına eşit olduğunu E=mc2 formülüyle ileri sürdü ve bu deneylerle ispatlandı. Genel Görelilik kuramı kütlenin uzay zamanı büktüğünü ve (daha sonra gözlemlerle de ispatlandığı gibi tüm kütlelerin ve hatta ışığın bu bükülmüş uzayda hareket ettiğini ileri sürdü.) zaman, mekân, hareketin birbiriyle bağımlı olduğunu ispatlayıp Brown hareketi ile atomun varlığını kanıtladı. 

Görelilik, Newton.cu “zamanda ileri gitmelisiniz” (zaman hep ileri gider) kuramının yerine yenisini koymuştur; ışık hızından daha yavaş hareket etmelisiniz (hiçbir madde ışık hızını aşamaz) Einstein.in ünlü denklemi bize, durgun konumdaki bir nesnenin enerjisinin kütlesi ile ışık hızının karesinin çarpımına eşit olduğunu söyler. Bunun pratik sonucu; çok küçük miktarda bir kütle bile muazzam miktarda enerjiye sahiptir. Bu formül sadece atom bombaları üzerine değildir, etrafımızdaki tüm enerjinin dinamiğinin temel özelliğidir. 

20. yüzyılın ilk yarısında mikroskobik ölçeklerde maddenin davranışlarını anlamaya çalışan fizikçiler eski kuralları ters yüz edecek görüntülerle karşılaştılar. Bununla beraber, kuantum mekaniğinin ne olduğu konusunda aslında tam da emin değiliz. Kuantum mekaniğine göre, dünyaya dair gözlemleyebildiğimiz, var olanın yalnızca küçük bir altkümesidir. 

 Makro evrende, galaksiler ve gezegenler özelinde, Einstein'in görelilik ve kütle çekim teorisi geçerli kabul edilir. Şu an bizim algıladığımız evren yani kütle ve enerjinin korunumu. termodinamik yasaları, her şey Einstein ve Newton kurallarına göre oluyor. Ancak Planck ölçeğinde, yani mikro evrende, yani atom altı düzeylerdeki ölçeklerde, Newton ve Einstein kuralları geçerli değil. 
Bir parçacık hatta iki farklı yerde de olabilir. Buna belirsizlik ilkesi deniyor. 

Heisenberg Belirsizlik İlkesine göre, kuantum mekaniğinde bir parçacığın konumunu ve momentumunu %100 bilmek mümkün olsa da hiçbir zaman konum ve momentumu aynı anda bilmemiz mümkün değildir. Bu yüzden klasik mekanikteki gibi hem konumunu hem de momentumunu ölçeceğimiz zaman sonucun ne olacağını hiçbir zaman söyleyemeyiz. Bu belirsizlik ilkesidir. Belirsizlik ilkesi, dalga fonksiyonunun farklı olası konum, momentum ya da (genellikle) her iki değeri için belli bir yayılma olduğunu ifade eder. Yeterince büyük sistemlerde, belirsizlik hiç fark edemeyeceğimiz kadar görece küçük olur. 

Anlamadığımız bir şey kuantum kütleçekimdir. Genel görelilikte kuram klasik bir temel üzerine oturtulmuştur; kütleçekim uzay-zamanın eğikliğidir ve ilkesel olarak uzay-zamanın eğikliğini istediğimiz hassasiyetle ölçebiliriz. Ancak, uzay-zamanının farklı eğiklik miktarlarına farklı genlikler atayan bir dalga fonksiyonu tarafından betimlendiği bir kuantum kütleçekim kuramının önünde hem felsefi hem de teknik önemli engeller vardır. Örneğin, eksiksiz evrenlerin tıpkı sanal parçacıklar gibi ortaya çıkıp kaybolduğu bir doğru da olabilir. 


Tablo 1: Fizik Yasaları 


    Eisntein “Tanrı Zar Atmaz” derken kastettiği kuantum fiziğinin önerdiği gibi evrenin evriminin olasılığa tabi olmadığıdır. Kuantum fiziğine göre her şey olasılıkla belirlenir, olasılığa dayalıdır. Örneğin Einstein.a göre; bardaktan yere dökülen çayın ilerleyen zamanda tekrar geriye dökmek bardağa dolması mümkün değildir; ama kuantum fiziğine göre bunun olma olasılığı „ 0. değildir. Ya da Einstein “Siz şu anda dünyada iken Mars.ta değilsiniz” der ama kuantum fiziğine göre Mars.ta olma olasılığınız kuantum dalga fonksiyonuna dayalı 
hesap yaparsanız „0. olmayabilir, çünkü taşıdığınız kütle ve enerjinizi temsil eden dalga fonksiyonunun tüm evrene yayıldığını kabul eder. 

Buradan çıkarılacak sonuç, Einstein.a göre; Evrende başından sonuna gelişmeler olasılıklara göre değildir, Tanrı tarafından belirlenmiştir yani Tanrı zar atmaz. Fizikteki bu Tanrı kavramının günlük dildeki Tanrı kavramı olmadığını, determinist (belirlenimci) bakış açısını temsil ettiğini unutmamalıyız. 

Heisenberg ise „Tanrı yoktur demez. hatta „Madem biz evreni bilmiyoruz, bilen biri olmalı. diyerek Tanrı.yı işaret eder. Heisenberg.in teolojiye olan ilgisi bir yana, Kuantum Belirsizlik İlkesi evrenin belirlenimci olmayan yapısını ortaya koyar; bilinemezciliği (agnostisizm) ve günlük anlayıştaki Tanrı düşüncesini besleyen yanıyla fizik alanının dışına taşan etkiler yapar. 

Oysa bir çelişki olarak gelecek dâhil her şeyin olasılığa dayalı olduğu indeterminist bir evrende belirlenimciliğe ve geçmiş gelecek her şeyi belirlemiş bir Tanrı düşüncesine de ihtiyaç bulunmaz. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 2

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 2



Felsefe, Din ve Bilim.

 İlk çağlardaki filozofların dünyayı ve etrafı anlamaya çalışması, belirli kriterlerin doğmasına ve bunların çeşitli ideolojilere dönüşmesine yol açmıştır. Bilimin temelleri atılıncaya kadar, tartışma ve deney olgusu insanlar tarafından geliştirilmiş ve bu bir arayış haline dönüşmüştür. İlk dönemlerde belirgin bir felsefe-bilim ayrımı yoktur ve birçok büyük bilim insanı aynı zamanda filozoftur. Hakikati ve varlığın amacını soruşturan felsefe sistematik düşünmeyi gerektirmektedir. 
Klasik çağ felsefesiyle başlayıp, Thales, Anaximenes, Pisagor, Demokritos, Gorgias, Empedokles, Heralitos, Pamanides, Sokrates, Plotinos, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar, gitgide gelişen ve şekillenen felsefi soruların ortaya çıkmasını sağlamışlardır. 

 Din odaklı Ortaçağ felsefesinde, Hıristiyanlığın kendisine bir aracı olarak kullandığı felsefe; Tanrı, bilgi, inanç eksenlerinde yoğun şekilde kullanılmıştır. Aydınlanma Çağı.nda yapılan felsefede „akıl. ön plana çıkmıştır. Düşünce sistemindeki temel görüş, insan aklının aydınlattığı kesin doğrulara ve bilgiye doğru ilerlemektir. Geçiş dönemi felsefesi olarak bilinen Rönesans felsefesi, bilimde ve düşünce sistemindeki yeni gelişmelerin yer aldığı bir dönemi kapsar. Yeniden doğuş manasına gelen Rönesans, önceki çağlardan çok farklı bir 
düşünce sistemine geçişin köprüsü konumundadır. 

Bilim ve felsefenin ayrışması modern çağa yaklaşırken iyice belirginleşmiş, bununla birlikte felsefe ile bilim tamamen birbirinden kopmamıştır. Gerek genel olarak bilimin felsefesi olan bilim felsefesi gerekse bilim dallarının tek tek felsefî yönden incelendiği felsefe dalları (örneğin fizik felsefesi) varlığını sürdürmektedir. 



Şekil 1: Din, Felsefe ve Bilim 

Felsefe bilge olma çabasıdır. İyi bir yaşam yaşamaya hazırlıkta ben-bilgisi yaşama sanatının temelini oluşturur7. Kendini bilme, kendi ruhunun bilgisine sahip olmaktır. Ruhun bilgisi insanı yanılgısız olana, değişmeyen olana yönelten bilgidir. Bu Tanrıya yaklaşmanın yolu ve Tanrılar sofrasında yer isteme talebidir. Bir insanın kendi yaşamını nasıl sürdüreceği ve diğer insanlarla birlikte nasıl iyi bir yaşam sürdüreceği felsefenin temel sorusudur. Yunan felsefesinde ele alınan temel sorun budur. Bu aynı zamanda politikadır8. Din ve felsefe hem bu dünyayı ve hem öbür dünyayı düzenlediği, politika ise bu dünyayı hedeflediği için konumuzun birer unsuru olmaktadır. 

Felsefe şu soruyu ortaya koyar; olanaklı en iyi yaşamı elde etmek için ne yapmalıyız? Eski filozoflar “iyi olmak” ile “mutlu olmak” arasında bir ayrım yapmamışlardı. Filozofların sorduğu temel sorular şunlardı; 

 - Hayatın anlamı nedir? 
 - Niçin masum insanlar acı çeker? 
 - Tanrı var mıdır? 
 - Her şey, düşünce (kanaat) meselesi midir? 
 - Mutluluk nedir? 
 - (Bilimsel) bilgi nedir? 
 - Gerçeği nasıl bilebiliriz? 
 - Bilgi veya gerçeği nasıl doğrulayabiliriz? 

Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntemler (deney, düşünce ve/veya gözlemler) aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür 9. 
Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışır. 
Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası10, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası11 olarak tanımlar. 

Bilimler akıl ve deneyle neler elde edilebileceğini göstermiştir. Bilim insanları, insanın evrimi konusunda ilahiyatçı bakışa göre farklı açıklamalar getirmişlerdir. 

Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların Tanrısı bir anlamda konuşan bir Tanrıdır, sözleri bizi biçimlendiren Tanrı Kelamıdır. Aslında kutsal kitaplar evrenin ne felsefi ne de fiziksel kökenlerini tam bir açıklamaya hiçbir zaman niyetlenmemişlerdi. Ama Newton.dan itibaren yaratılış, Batılı Tanrı anlayışının tam merkezinde yer almaya başlamıştı. 
Evreni tamir edip duran bir Tanrı saçmaydı, insan özgürlüğü ve yaratıcılığı ile çatışan bir Tanrı zorbaydı. Yüzyıllardır Tanrı, „ilahi takdir., „ölümsüzlük., insan yaşamının dehşetine ve ölüm korkusuna dayanmalarına kolaylaştırmış ama bunlar azaldığında yerini korku ve kuşku almıştır. Birçok bilim insanına göre; Tanrı, hala bu yönleri ile işe yaradığı için yaşamaktadır. 

Din çağında Evren anlayışı.. 

 Gök bilimi, en eski bilim dalıdır ve özellikle antik çağlarda en yoğun anlamda icra edilen, bilimlerin anası olarak görülen bir bilimdir12. İnsanların gökyüzüne olan ilgisi, yukarıda asılı duran cisimleri incelemeye itmiş ve teleskopun bulunmasıyla bu gözlemler daha etkin bir hâl almıştır. Atalarımız gökyüzünü daha çok zamanı ölçmek, yönleri bulmak ve hava durumunu tahmin etmek için incelemiştir. Bilimin diğer dalları gibi evrenbilim de daha önce sadece mitler veya dini dogmalarla açıklanabilen şeyleri açıklamak için yola çıkmıştı. 

 Eski Yunan mitolojisine göre ay ve yıldızlar Güneş.e benzer deliklerdi ve Tanrılar bu deliklerden bizi gözetliyorlardı. M.Ö. 6. yüzyılda filozoflar ilk kez mitolojik kabulleri terk edip, kendi teorilerini geliştirmeye başladılar. Thales (M.Ö. 624-546); “Evrenin temel taşı nedir?” diye sormuştu. Miletli Anaximander, dünyanın gece boyu yanıcı gazlar saldığını ve bunların birikip güneşi oluşturduğuna inanıyordu. 

 Dünyanın boyutlarını ölçme işini ilk kez Eratosthenes başardı. Mısır.daki İskenderiye kütüphanesinde çalışan Eratosthenes, 21 Haziran.da güneşin tam tepede olduğunu fark etti ve güneşin iz düşümünü takip ederek dünyanın çevresini ölçtü13. Dünya.nın çevresi bilindiğine göre, Ay ve Güneş.in boylarını ve Dünya.dan uzaklıklarını ölçmek daha kolaydı. 

Platon'a (M.Ö. 427-347) göre, „Evren. Nous (Akıl) tarafından biçimlendirilerek „Kaos'dan düzene. geçirilmiş, ruhu ve zekâsı olan bir canlıdır. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Platon.a göre evren, Tanrı tarafından bilinen „dünya ideası.na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür. Platon, algılar dünyasının ötesinde Tanrısal, değişmeyen bir gerçekliğin olduğuna inanmaktaydı. Ruh, aslından uzaklaşmış, bedene hapsolmuş, çökmüş bir Tanrısallıktı. 

Aristoteles (M.Ö. 384-336) fizik öğretisinde hiyerarşinin tepesinde bir ilk hareket ettirici tanımlasa da bunun tanrısal yönü neredeyse yoktu, dünyayı yaratmamış tı. Ama görüşleri Batı dünyasında özellikle Hıristiyanlar üzerinde önemli etkiler yaptı. Yerküre merkezli Aristoteles Evreni, dinler tarafından “devşirme” yolu ile benimsenip dogmalaştırıldı. 

Yaklaşık M.Ö. 300 yılında Aristarkos, Ay üzerinde dünya gölgesini gözlemleyerek; Güneş, Dünya ve Ay ilişkisine dair diyagramlar çizmiş, dünyanın daha ziyade Güneş.in etrafında döndüğünü ortaya koymuştu. Bunlar tarihin ilk kozmologları idi. 

Grek öğretisi, duyulur dünyanın uzay ve zaman içinde bir sanrı (illüzyon) olduğu ve bir insanın tek gerçek olan ebedi dünyada yaşayabileceği konusundadır. Yahudi ve Hıristiyan öğretisi öbür dünyayı bu dünyadan metafiziksel olarak farklı görmemiş, gelecekte erdemli olanın ebedi mutluluk içinde yaşayacağı ve kötü oranın ebedi ıstırap içinde yaşayacağı bir yer olarak tasarlamıştır14. 

Aristotelesçi Hıristiyan din anlayışına göre; evrenin bir sınırı vardır ve Tanrı bunun dışında yerleşmiş olarak tüm yarattıklarına dışarıdan bakmaktadır. Newton.un sonsuz evrenin de ise Tanrı, sonsuz uzayın bütünlüğü onun hem yerleşim yeri, hem de her şeyi algılama aracı olarak kavrandığından, sanki dışarıdan bakmaktadır15. Modern kozmolojide dahi bilim, hala kurucularındaki dinsel ve metafiziksel inançları aşmaya çalışmaktadır. Bunun temelinde hala evrenin bizim yani insanlar için yapıldığı fikri yatıyor. 

Newton.a göre uzayın yaratılması diye bir şey yoktu çünkü zaman ve uzay ebediyen varlardı. İbni Sina ve Galileo, momentumun konumu ile hareketin sürekliliğini açıklamak için bir Başlangıç Nedeninin gerekliliğini yok ettiler. Modern kozmoloji, gözlemlenebilir evrenimizin büyük bir „çoklu evren. bütünü içindeki sonsuz sayıda evrenden biri olabileceğini söylüyor. Şimdi modern fiziğin Tanrı ile ilişkisinin hangi aşamalardan geçtiğini inceleyelim. 

Fizik ve Tanrı.. 

 On altıncı yüzyılın sona erişi ile birlikte Batı, bütünüyle farklı bir toplum yapısı ve teknoloji üretme sürecine girmişti. Bu süreç, Tanrı.nın rolü ve yapısının algılanmasını da kaçınılmaz olarak etkiledi. Tanrı adını verdikleri nihai gerçekle ilişkiler yeniden gözden geçirilecekti. Değişim kurumsallaştı. Londra.daki Kraliyet Derneği gibi kuruluşlar kendilerini eskilerin yerine konulacak yeni bilgiler toplamaya adamışlardı. 

Genç kuşağın kötü yola düşmesi korkusunun yerini, daha iyi bir yaşam beklentisi almıştı. Yeni uzmanlık alanları kendi yolunda ilerlerken bulgular birleştiriliyor, bilgi yayılıyordu. Tanrı.nın varlığına ilişkin eski kanıtlar yeterli değildi; doğa bilimcileri ve filozoflar, deneysel yöntemlerle olguları kanıtlarken, kendilerini Tanrı.nın nesnel gerçekliğini de kanıtlamak zorunda hissettiler16. 

Filozofu çoğu bu dönemde üstü kapalı olarak Tanrının varlığına inanıyordu. Tanrının varlığını ciddi olarak sorgulamayı başlatan Fransız fizikçisi, matematikçi si ve teolog Blaise Pascal (1623-1662) oldu. Pascal, inancın sağduyuya dayanan akılcı bir kabul ediş olmadığında ısrar etti17. 

Rene Descartes (1596-1650) ise kuşkuculuğu yok etmek için Tanrının varlığını kanıtlamaya çalışırken kendine has bir teoloji üretti. Descartes gibi bilim insanları Tanrı varlığının ontolojik kanıtına dönmüştü; Tanrının varlığı zorunluydu çünkü gerçekliğe ilişkin sonuçlar çıkarmak için gerekli kesinlik ve güveni tek başına o sağlıyordu. 

 Aydınlanma döneminde akılcılığın yanında „yürek dini. denilen yeni bir tür dindarlık gelişti. İnsanları, dıştan gelen kanıt ve otoriteleri tamamıyla bırakmaya ve herkesi kapasitesi ve yüreğinde bulunan Tanrı.yı keşfe itiyordu18. 

Aforoz edilen Baruch Spinoza (1632-1677), İncil.in tanrısına değil ama bir Tanrıya inanmıştı. Ona göre İsrailliler de anlamadıkları bir görüngüye „Tanrı. adı vermişlerdi. Bu tür inançlar, sadece bilimsel, akılcı düşünce bakımından yetersiz olan halk kütlelerine yararlı olabilirdi. 

İngiliz fizikçi Isaac Newton (1642-1727), Tanrıyı kendi mekanik sistemine indirgemişti. Tanrı doğal fiziksel düzenin bir devamıydı, böyle bir makinist olmadan sistemi var olamazdı19. Newton, İncil.den bahsetmez; Tanrıyı yalnızca düşünmekle biliriz. Newton, dış dünyanın Tanrı için bir kanıt oluşturduğunu düşünmüyordu. Newton.un Tanrısı ile Hıristiyanlığın Tanrısı aynı değildi. Sonsuz uzayı keşfeden Newton, sonunda işe yaramaz bir Tanrı yaratmıştı. Tanrı yalnızca yararsız değil, kesinlikle zararlıydı. Newton, Hıristiyanlığı metafizikten arındırmak için çok çaba harcamıştı. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 1

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 1




Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik*
Prof.Dr.Sait Yılmaz, 
06 Ekim 2019 

* Bu Makalenin son taslağını okuyarak görüşlerini esirgemeyen sevgili dostum, fizik teorisyeni Dr.Öğt.Üyesi Engin Yörüke teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 

Cennet, Göklerde dönerek sana sonsuz ihtişamını göstermekte, ama senin gözlerin hala yerlerde. (Dante) 


 Giriş.. 

Biz, yüz milyarlarca galaksi içindeki ortalama bir yıldızın ufak bir gezegeninde, beyni hala çok gelişmemiş bir canlı türüyüz. Bizi özel yapan şey evreni anlayabiliyor olmamız. Aç gözlülüğü müz ve aptallığımızla kendimizi yok etme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Giderek kirlenen ve fazla kalabalıklaşan küçük bir gezegende hayata kendimize bakarak devam edemeyiz. Samimiyete değil, gerçeğe ihtiyacımız var. Yetersiz kişilerin oluşturduğu şekilsiz kalabalıklar, kendilerini sevdirme sevdasında sanatçılar, giderek yozlaşan değerler ve eğlence kültürü içinde kaybolduk. Artık taklit değil, yaratmalı, gerçeğe katkıda bulunmalıyız. 

İnsan hafızası eğitilmezse geçmişten beri kötü olan şeylerin devam ettiğini anlayamaz, başka gözle bakamaz. Hakikat bilgisini (bilgeliği) görünümlerin gerçekliğinde değil, fikirlerin gerçekliğinde arıyoruz. Gerçekler asla benliğimizin dışında cereyan etmez. Kafamızı kaldırdığımızda gökyüzünde devasa bir boşluk var ve onun ötesinde sonu yokmuş gibi gözüken yıldızlar, gezegenler ve galaksiler. Evrenin yüzde 98.i görünmezdir. Evrenin kütlesinin sadece yüzde 4.ü insanları, yıldızları ve gezegenleri oluşturan atomlardan meydana gelmektedir. Bu sessiz devasa boşlukta yıldızlar kara deliğe düşmekte, evren gittikçe düzensizliğe gitmektedir. 

Newtoncu görüşe göre uzay ve zaman mutlaktı. Einstein.in yorumuna göre, evrende hiçbir temel saat bulunmamaktadır. Tüm gözlemler, gözlemcinin yerine ve hızına bağlı olarak değişir (özel görelilik). Einstein ile uzayda zamanın eğilip, bükülebileceğini öğrendik ama henüz tüm evreni açıklayacak bir doğa kuramı oluşturamadık. Bilim insanları, dinlerin anladığı şekilde bir Tanrı.nın var olduğu varsayımına şüphe ile bakmakta ama evrene ince ayar veren bir gücü daha olası görmektedir. Kısaca, dinlerin Tanrısı ile fiziğin Tanrısı ayrı ayrı kavramlardır. 
Bu makalede, evren bilimin geldiği noktayı sorgularken, fiziğin Tanrısı ile ilgili düşünceleri de paylaşacağız. 

 Din ve Tanrı.. 

Tarih boyunca insanlar korktukları ya da ihtiyaç duydukları şeyler için (gök, bereket, şarap, güzellik vb.) Tanrı icat ettiler, ibadet ettiler, kurbanlar adadılar. Ancak, onlar için işlerliğini yitirdiğinde Tanrı düşüncesinden uzaklaştılar. Din, sadece yaşadığımız hayat için değil ölümden sonraki hayat ve ilahi sistem hakkında da bir iman ve inanç öğretisi oldu. 

Dünyanın genel gidişinde düşünen insan genellikle açlık, sefalet, esaret gibi zor şartlar altında ve mutsuz bir ortamda idi. Dünya, ancak iyi bir ahret yaşamı umudu ile çekilebilir hale gelebilirdi. İşte din çok sonraları bunu keşfetti ve bugün de olduğu gibi binlerce yıl hep bu boşluğu kullandı1. 

Semavi (tek Tanrılı) dinlerin kitapları, insanlığın başlangıcı ile ilgili olarak Cennet Bahçesi.nden Âdem ve Havva.nın yasak meyveyi yemesi ile başlayan bir hikâyeden bahseder. İnsanlığın tarihsel deneyimi, Cennet Bahçesi.nden atılma ile başlar ve insanlığın sürgününe yol açar. İnsan, maddi bir varlık haline gelmiştir, artık kanlı-canlı bir varlıktır. İlk peygamberler; 930 yıl yaşayan Âdem ile yedinci nesil torunu ve öğrencisi Hanuh (Eski Yunan.da Hermes, İslamiyet.te İdris Peygamber) olur, sonraki ise Nuh.tur. Tevrat.ta verilen kronolojiye göre Âdem ve ailesi yaklaşık M.Ö. 4.000.de Güneydoğu Anadolu Bölgesi.nde geniş ve verimli bir arazi olan Harran Ovası.nda yaşıyorlardı. 

Tanrı, Âdem ve Havva.ya kötülüklerden tamamen arındıkları takdirde cennete tekrar dönmeyi vaat etmiştir. İnsanlığın görevi, „kayıp cenneti tekrar yaratmak tır 2. Ancak, nesilden nesile olaylar çığırından çıkar. İnsanlar yeni bir cennet bahçesi yaratmak için çalışmak yerine, kavga ve hırsları yüzünden gittikçe bu amaçtan uzaklaşır. Artık, insanoğlu cennete dönemeyecek kadar yoldan çıkmış, kötülüğe bulamıştır. 

 (1) Yahudilik: Tanrı iş başında, vaat edilmiş topraklar; 

Büyük Tufan dan hemen sonra, Tanrı yeni bir strateji uygulamaya karar verir. İnsanlar O.nun bilgeliğine sahip olmadığına göre, bir halkı kendine aracı yapacaktır. Musevi inancına göre, İbrani halkı böyle doğar. Bundan on beş yüzyıl sonra bu halk „Yahudiler. olarak anılacaktır. Musa, Tanrı.nın yazdırdığı On Emir ile yeni bir ahlak sistemi kurar3. Musa.dan sonraki önemli isim Davut ise kabileleri birleştirir. Davut ve Süleyman.ın yaşattığı İsrail Krallığı yıkıldıktan 136 yıl sonra ortaya çıkan Yehuda Krallığı da M.Ö. 586.da son bulur4. 

 (2) Hıristiyanlık: Tanrı.dan ayrışma, müjde (Cennet); 

Tanrı.nın stratejisi tekrar değişmek zorundadır. 
Yahudilerin sözünde duramayacağı ortaya çıkmıştır. 
Sorun vaat edilmiş topraklarla çözülemeyecek kadar büyümüştür. Yeni mesaj „İsa (Chris-Hristo). ile gelecektir; teması „müjde., vaadi ise „cennet.tir. Öldükten 40 saat sonra birkaç müridinin İsa.nın gölgesini gördüğünü iddia etmesi ile Hıristiyanlık başladı. 
Yeniden dirildiğine inanılan İsa, Mesih (kurtarıcı) kabul edildi. Hıristiyanlık, yavaş yavaş evrensel bir din haline dönüşürken, Hıristiyan dogmacılığı olağanüstü karmaşık, sorunlu ve çelişkili hale geldi. 

 (3) Müslümanlık: İslam (boyun eğ), birlik (Cihat): 

Hıristiyanlık da yoldan çıkınca sıra son peygambere ve nihai plana gelmiştir. Bu sefer Tanrı.nın mesajı daha serttir; İslam yani boyun eğ, itaat et. İslam ile önerilen „birlik. olmak, dünyayı Müslümanlaştırmaktır. Bunun için önerilen metot; „cihat. yani din için savaştır. Cihat anlayışına göre, Dünya; Darü.l İslam (İslam.ın Evi) ve Darü.l Harp diye iki bölüme ayrılmıştı. Erken İslam İmparatorluğu yayıldıkça, zamanla çok sayıda güç merkezine bölündü. Halefiyet sorununun yol açtığı hizipler İslam.ın iki ana kolunu oluşturdu. 

Yaratılış kitabına göre, Terah.ın oğullarından Avram (İbrahim), M.Ö. 1812.de, yani Âdem.den 20, Nuh.tan on nesil sonra dünyaya gelir. Yani din kitaplarına göre, insanın tarihi yaklaşık 4-6 bin yıllık maziye sahiptir. Bahsedilen Hz. İbrahim ile ilgili hiçbir belge yoktur. Bilim insanlarına göre, İbrahim Akdeniz.e göç eden kabile lideri bir gezginci idi ve Arabistan.a hiç uğramamıştı. Yaklaşık dört bin yıl önce başlayan Tanrı ile iletişim, bir kişiyle karşılaşmaktan ibaretti. Musa.nın Tanrısı muzaffer olmak isterken, İsa.nın Tanrısı hüzün doluydu 5. 

Din otoritelerine göre, bitki ve hayvan türleri ayrı ayrı yaratılmış ve her tür kendi benzerini yaratarak sabit kalmıştır. Bu dünya görüşü, büyük ölçüde durağandı ve önemli değişiklikleri kabul etmiyordu. Her farklı türün zaman içinde fazla uzak olmayan bir tarihte belki 6.000 yıl önce ayrı ayrı yaratılmıştı. Özellikle Nuh tufanı olmak üzere çeşitli felaketlerin açıkladığı ve dünyanın görünen tasarımının mimarı olan ve onun tarihsel gelişiminde etkin ve kutsal olan bir rol oynayan Tanrı.nın yarattığı evrende insanların özel bir yeri olduğu düşüncesi hâkimdi. 

Ancak, 1830 yılında Charles Lyell.in Jeolojinin Prensipleri (Principles of Geology) kitabındaki tezleri ile birkaç bin yıllık dünya tarihi inancı kırıldı ve dünya tarihi 4.5 milyar yıl geriye gitti. 1859.da yayınlanan Charles Darwin.in Türlerin Kökeni (The Origins of Species) kitabında türlerin değişmez olmadığını, ayrı ayrı yaratılışlar olmadığını, çevremizde gözlemlediğimiz yaşam biçimlerinin doğal ayıklanma süreciyle milyarlarca yıllık bir süre içinde evrim geçirdiğini ortaya koydu. Böylece, insanların doğanın tarihinde basit nesnelerden fazla bir şey olmadığı ve doğanın araştırılmasında mucizelerin ya da kutsal bir planın yeri olmadığı gibi kökten farklı görüşler güç kazanmaya başladı. 

Din, esasında hepimizin sorduğu sorulara ilk yanıt oluşturma girişimlerinden biri idi; neden buradayız ve buraya nereden geldik? Dinin cevabı ise hep aynı kaldı; Tanrı her şeyi yaratmıştı. M.S. 400.de filozof ve teolog Aziz Augustine, kendisine evrenin yaratılması ile ilgili sorulan bir soruya şu cevabı vermişti6; “Tanrı evreni yaratmadan önce ne mi yapıyordu? 
Tanrı cenneti ve dünyayı yaratmadan önce, senin gibi bu tür soruları soran insanları atmak için cehennemi yaratıyordu.” Doğa olaylarına, yaşama ve ölümden sonra hayata anlam verebilmek için doğaüstü varlıklar en iyi başvuru kaynağı idi. Ancak, bilim su sorulara artık çok daha iyi cevaplar veriyor, özellikle son yüz yılda evreni anlayışımızda olağan üstü ilerlemeler kaydettik. 

Tarihte büyük bilim insanlarının çoğu aynı zamanda din adamı idi ama Galileo vd. açıkça söyleyemeseler de Kilisenin iddia ettiği gibi dünyanın yukarısında cennet aşağısında cehennem olduğu bir cenderede dönmediğini ortaya koydular. Dünya tarihini altı bin yıl ve dünyayı düz zanneden semavi dinlerin, öngördüğü kıyamet saati de çoktan geldi geçti. Her geçen tarih için bir mazeret bulunmuş, yeni açıklamalar getirilmiştir. Gene de dünyamızda muhafazakâr kesimler uzun zamandır Mesih/Mehdi bekliyor ve Kıyamet Savaşı öngörüleri rağbet görüyor. Ancak, hava tahminlerinde olduğu gibi bilimsel kestirimler de peygamberler ve kâhinlerin öngörülerinden daha doğru olmayabilir. 

Bilim, başka her şeyin üstünde evrenin geri kalanıyla ilişkimizin anlaşılması için bir arayıştır. Din, bilime ve (bilimsel) bilgiye genellikle kuşku ile bakmış, dinin tartışılmaması gereken dogmalarına akıl ile yaklaşılmasına çoğu kez şiddet ile karşı çıkmıştır. Martin Luther.e göre; “Akıl, şeytanın aşüftesi” idi. Bilime tapan Çinliler arasında bile bilginin mutluluğu öldürdüğünü söyleyen Taocular çıkmıştır. Bilim insanları uzayda zaman ve mekânın kırıldığını yani çok eski zamanlara gidebileceğimizi keşfettiğinden beri, zaman tünelinde milyarlarca yıl geri gitmeye çalışırken; en önemli amaçlarından birisi de Büyük Patlama.ya dönerek Tanrı.nın planını öğrenmektir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***