Prof.Dr. MUZAFFER ERCAN YILMAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr. MUZAFFER ERCAN YILMAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2017 Pazar

ARAP BAHARI DÖNEMİNDE SURİYE SİYASETİNDE TÜRKMENLER

ARAP BAHARI DÖNEMİNDE SURİYE SİYASETİNDE TÜRKMENLER ,



SURİYE TÜRKMENLERİ’NİN POLİTİK KONUMU 


HİLAL KÜBRA VAROL 
30. 10. 2012
DANIŞMAN 
Prof.Dr. MUZAFFER ERCAN YILMAZ 
BALIKESİR 2016 


2.1 Baas Rejiminde Suriye Türkmenlerinin Siyasi Tavır ve Profili 

Arap Baas Sosyalist Partisi iki Suriyeli Arap milliyetçisi olan Mişel Eflak ve Salah Bitar öncülüğünde 1943’te kurulmuştur. Baas, esas olarak “Büyük Suriye” projesini hedef almakta olan bir yönetim düşüncesiydi. (Arı, 2014, s. 134) Kurulan parti, Arap milliyetçiliği eksenindeydi ve dinsel unsurlar yerine Arap milliyetçiliği düşüncesi hakimdi. Tek bayrak altında bir devlet olarak Arap Dünyasını birleştirmek ana hadefiydi. Resmi bir parti olmasının ardından 1950 li yıllarda Suriye siyasetinde etkinliğini arttıran Baas, ordu içerisinde oldukça güçlüydü ve 1963’te Suriye’deki darbede Baasçı birçok subay da yer almaktaydı. Ancak başa geldikten sonra Nasır yanlılarına yapılan ötekileştirmeler ve tasfiyeler Suriye Baasçılarını Nasır Arabizmi zemininden farklı bir zemine çekti.Irak’taki Nasır yanlısı Baas ve Suriye’deki Baas, bu darbe sonrası farklı şekilde evrildi ve bu Irak-Suriye ilişkilerine de yansımıştır.Baas içindeki çatışmalar Baas’ın iktidardan uzaklaşmasını değil yeni bir Baas ekolünün 1966’da bir darbe yapmasını beraberinde getirmişti. O dönem Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hafız Esed Savunma Bakanlığında yerini almıştı. Altı gün savaşlarının akabinde Hafız Esed’ın 1970’te düzenlediği darbe Sünni yöneticilerin tasfiye edilip yerlerine Nusayri devlet adamlarının getirilmesiyle başlamıştı. Hafız Esad bir yıl sonra yapılan halk oylamasında da seçilip başa gelen ilk Nusayri başkandı.Hafız Esed’ın başa gelmesinden sonraki günümüze kadar gelen süreçte Suriye Baas’ı çeşitli sınavlar vermişse de pan-arabizm ekseninden kaydığı pek söylenemez. 

Zira yukarıda da değinildiği gibi Suriye’de güçlü bir istihbarat ağı vardı ve bu halkı o denli korkutmuştu ki Arap Baharı’na değin azınlıklar içinde her hangi bir siyasi faaliyet şöyle dursun yoğun bir örgütlenme dahi gözlemlenememişti. Suriye’de yer alan durum sistem kurulduğundan beri akrabacılık, askeri güç ve güçlü istihbarat ile çevrelenmişti. Bu sebeple Türkmenlerin de yoğun bir siyasi örgütlenmeleri olmuştur denilememektedir. Var olan Türkmen siyasi hareketleri Arap Baharı ile başlamıştır ve devam etmektedir. 

2.2 Suriye’de Arap Baharı Sonrası Sokak Hareketlerinin Başlaması ve Suriye Türkmenlerinin askeri oluşumları 

Tunus’ta 2010 yılında demokrasi arayışlarıyla ve akabinde “polise yasemin verelim” sloganıyla, Yasemin Devrimi Arap Baharı’nı başlatan kıvılcımdır. (Günay, 2015) Suriye’de yer alan konjöktürel problemler, Tunus’taki devrimin ABD’nin 1950’li yılların başlarında Güneydoğu Asya için düşündüğü ‘domino teorisi’ görüşü gibi bir etki yarattığını söylemek mümkündür çünkü Tunus’ta başlayan devrim orayla kalmamış 2011’de Mısır’da bir benzer şekilde karşımıza çıkmıştır. 

Genel manada ‘Arap Baharı’ kavramı demokrasi arayışı temelindedir. Başarılı sonuçlanmış olup olmaması tartışma götüren bir konu olmakla birlikte Ortadoğu’da Arap Baharı, geleneksel halk kitlesinin kemikleşmiş davranış kalıplarının çok ötesindedir. Sosyolojik açıdan ve siyaseten Ortadoğu’nun geçtiği bu süreç Suriye’de ise, 

“Mart 2011’de Dera Beled Semtinde “Halk düzenin yıkılmasını istiyor” yazısı okul çocukları tarafından yazılıyor. Bu çocuklar okul müdürleri tarafından istihbarata şikayet ediliyor. Polis-ki polis yapılanması içinde kuvvetli bir Esed 8hakimiyeti vardı-duvara yazıyı yazan çocukları sorguya almış, Dera’da o zaman istihbarat yetkilisi ise Esed’ın yakın akrabalarından Atıf Necib idi. Çocuklara büyük işkenceler yapılıyor. Çocuklar serbest bırakılacak diye beklenirken çocuklar serbest bırakılmıyor bunun üzerine halktan bir kesim toplanarak Atıf 
Necib’e gidiyorlar. Gelenlere “çocuklarınızı unutun, gidin kadınlarınıza başka çocuklar doğursunlar eğer siz muktedir olamazsanız o zaman da bize gelin” diyerek hakaret ediliyor.”M.Ö.(Suriye Türkmen’i, E, 23, Humus/köyü, öğrenci) 

Böylesi bir hakaret Ortadoğu’da hele ki o zamanın zemininde çok ağır bir sonuç doğurmuştur. Burada sonuç alamayan heyet bu seferde Dera Valisi’ne gidiyor ancak orada hakarete uğrayan kalabalık Cuma namazı sonrası Vali’yi darp etmiştir. Yaralanan iki kişi El-Ömer Camii’ne sığınmış ancak korumalar Camii’yi basarak bir katliama neden olmuşlardır. (Suriye Devrimi, 2015) 

Dera’daki halkın ıslahat talepleri isyan olarak görüldü ve şebbihalar9 tarafından bastıldı ancak bu sırada protestolar hala devam ediyordu. Esed askerlerinin uyguladığı orantısız şiddet halkın birbirine bağlanıp etnik kökenleri dışında “demokrasi arayışı” etrafında birleşmelerine de sebep olmuştu. Bu aşamada devrimciler Suriye’deki işkenceye varan ülke yönetimine karşı ayaklanma başlatmıştı. El-Ömer Camii’ne 10yapılan saldırıda ve sonraki iki gün içerisinde İnsan Hakları İzleme Örgütü raporlarına göre otuzun üzerinde gösterici ölmüştür. (Human Rights Watch, 2015) Sonraki düzenlenen gösteriler ise şiddetle karşılık buluyordu hatta 8 Nisan’daki gösterilerde 25 kişi, 22-23 Nisan’daki gösteri ve bir cenaze namazına düzenlenen saldırılarda 34 kişi hayatını kaybetmişti.25 Nisan 2011’de ‘isyan’ın tümden bastırılıp yok edilme teşebbüsü ise başarısız olsa bile 200 insanın hayatını kaybetmesine yol açmıştı. 

Ancak gösterilere yapılan baskın ve saldırılara karşın Dera’da başlayan dalga ülke çapına yayılmaktaydı. Baas rejiminden baskı gören tüm topluluk ve etnik köken mensupları sokağa çıkmıştı. Suriyeli Türkmen vatandaşların da söylediğine göre “Bu bir Türkmen, Kürt, Arap devrimi değildir, bu Esed’e muhalif olan tüm kesimlerin etrafında birleştiği bir devrimdir.” 

Dera’da yapılan gösterilerin diğer şehirlerde de destek bulmasıyla devrim, Şam, Lazkiye, Humus, Hama ve Halep’ e doğru genişledi. Cuma günleri namaz sonraları halk, ayaklanmayı sahiplenmek için sokağa çıktıkça ayaklanma geniş kitle ve mekanlara ulaşmıştı. İnsanlar özgürlük talepleriyle yürüyüşler yapıyordu. Gösteriler dalgalar halinde büyüyünce Esed tutuklu göstericilerin bir kısmını serbest bırakılması kararını almıştı. (Al Jazeera, 2013) Ancak bununla tezat düşen kimi hamleler de bir yandan protestoları yatıştırmak yerine halkın ayaklanmayı devrim olarak sahiplenmesine de yol açıyordu. 11 Mart sonlarına doğru hükümet yanlısı gösterilerde yapılmaya başlanmıştı. Ancak bu, eski hükümetin istifa edip yenisinin gelmesinden sonra gerçekleşen bir hadisedir. 15 Mart -ki devrimin resmi başlangıcı olarak kabul edilir. Bunun yanında 25 Mart 2011, muhalifler tarafından Cuma günü “Haysiyet (Onur) Cuması” Cuma namazı sonrasında Dera kentinden yükselen protestonun Şam ve Halep’e de dalgalar halinde yayılma günüdür. 

30 Mart’ta Suriye Devlet Başkanı Esed, protesto yürüyüşleri ve ülkesindeki duruma ilişkin ilk kez konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada Esed, ülkesindeki bu iç karışıklığı yurt dışı komplolarına bağlamıştır ve demokrasi taleplerine ilişkin her hangi bir açıklama yapmamıştır. 

Gösteriler devam ederken Devlet Başkanı Esed, 16 Nisan’da olaya ilişkin ikinci konuşmasında, Olağanüstü hal kanunlarının yakında kaldırılıp reformlara ağırlık verileceği açıklamasını yapmıştı. Sonraki süreçlerde protestolar ve onlara karşı orantısız şiddet kullanımı devam etmiş bunun yanında ise Suriye siyasi tarihinde daha önce var olamamış bir ‘muhalefet’ ve ‘muhalif güç’ kavramları hayat bulmuştur. 

Suriye’de o dönem yaşanan önemli hadiselerden birisi de Türkiye’ye 20 km uzaklıktaki Suriye kenti İdlib’de yaşanan Cisr-eşŞüğur’da yaşananlardır. O dönem hükümet kontrolünde bulunan kent, içinde Nusra’nın11 da bulunduğu muhalif güçlerce ele geçirilmişti ve bunun akabinde 30 Haziran’da hükümet ile muhalifler arasında bir çatışma başlamıştır. Suriye yönetimi hava saldırılarıyla Cisr-eşŞüğur’da sivil kayıplara yol açmıştır öyle ki yayımlanan raporlarda havadan ‘vakum bombası’ atıldığı iddiaları o dönem gündemde yer alan önemli 
başlıklardandır. Cisr-eşŞüğur kasabasında yaşananlar esasen Suriye’deki silahlı muhalefetin genişlemesi yönünde önemlidir. 

Suriye’de silahlı tarafların gelişimine bakılacak olunursa Suriye Türkmenlerinin içinde yer aldıkları oluşumlar ise sokak hareketleri sonucunda genişleyerek sonunda ÖSO çatısında birleşmiştir ancak bunun yanında Türkmen tugaylarının oluşum sürecini incelendiğinde 

2.3 Çatışmalarda Suriye Türkmen Örgütlenmeleri ve Yer Aldıkları Hadiseler, Tarafların Siyasi Duruşları 


Siyasi açıdan Baas dönemi Suriye halkının örgütlenemeyişinden yukarıda bahsedilmiş olmakla beraber Türkmenlerin siyasi yapılanması da diğer etnik kökenlerle aynı kaderi paylaşıyordu Suriye iç siyasetinde. Konuya ilişkin yapılan konuşmalarda ise: “Türkmenler aynı ırk, boydan oldukları halde kendi aralarında iletişim kuramıyorlardı. Devrimin12 başlamasından sonra Türkmenler bu özgür ve önemli projede yer almışlardır. Bu bir özgürlük ve halk mücadelesidir. Sahada Türkmen Tugayları da yer alıp protestolara başladığında onların da demokrasi arayışında olduklarını anlamak mümkündür.” M.Ö.(Suriye Türkmen’i, E, 23, Humus/köyü, öğrenci) 

Araştırmalardan da anlaşıldığı kadarıyla Türkmenlerin Suriye’deki siyasi hayatı Arap Baharı ile başlamıştır. Türkmen bölgelerinde tugaylar13 ise devrim esnasında oluşmuştur. Tugaylar tek bir çatı altında toplanmış silahlı birlikler değildi. Devrim başladığında Suriye’deki protestolarda şebbihaların orantısız güç kullanımı halkı, silahlanmaya sevk etmiş ve Türkmenler de bu silahlanma da Tugaylar halinde yer almıştır. Sonraları aktif bir oyuncu olarak yer alamayan Tugaylar hak korumak amacıyla ihtiyaçtan doğmuş bir oluşumdur. 

Sonraki bölümlerde de değinileceği gibi Suriyeli Türkmenlerin hem siyasi arenada hem askeri sahada karşısında yer alan birçok güç bulunmaktadır. Çatışmaların genişleme başladığı 2011’in ilerleyen aylarında Suriye’de El Meclisül Vatani Meclisi(Suriye Ulusal Koneyi) kurulmuştur ve bu siyasi oluşum içerisinde Suriye Türkmen Kitlesi’ne bağlı iki üye Suriye Türkmenlerini temsil ediyordu. Bu bağlamda Türkmen askeri yapılanmasının nasıl ortaya çıktığı incelenecek olursa önce Suriye’deki muhalif güçlerin askeri çatısı olan ÖSO (Özgür Suriye Ordusu)’ yu incelemekte fayda var: 

Suriye ordusunun sivillere bulunduğu insan haklarını aşan müdahaleler Suriye halkında bir askeri birlik ihtiyacını doğurmuştu. Bazı sivillerin silahlanarak direniş göstermişlerdir sonraları bu gruplar, Suriye Hava Kuvvetleri’ndeki görevinden ayrılan Albay Riyad El-Esed ve arkadaşları milis Suriye muhalif birliklerini bir çatıda toplamak Özgür Suriye Ordusu’nu Temmuz 2012’de kurmuşlardır. Örgüt dış desteğini ABD, Ürdün, Fransa, İngiltere, Türkiye devletleri çeşitli konularda sağlamaktadırlar. 

Suriye’de Türkmenler, halklarını başta Esed birliklerine karşı savunmak üzere kendi aralarından çıkan milis güçlerle mücadele etmeye başlamışlardır. Sonraları siyasi çerçevede bir düzene oturtulmak istenen askeri oluşumlar için Türkiye’nin de müdahiliyeti bulunmaktaydı. Sonraki başlıkta ayrıntılı değinileceği üzere siyasi görüşmeler ve toplantılar sonrasında Suriye’de muhalif askeri birlikler içerisinde Türkmenler de örgütlü bir şekilde yer almaya başlamıştır ve 2012 Ağustos’una gelindiğinde sayıları 10.000’i bulan bir ‘Suriye Türkmen Tugayları’ birliği meydana gelmiştir. Kurucusu Esed'e bağlı Suriye Ordusunda görevli iken rejimden kaçarak Türkmenlere yardım eden Albay Ebu Bekir Muhammed Abbas 
komutasında toplanan Türkmen Ordusu Esed birliklerine karşı direniş göstermektedir. 

Türkmen Tugayları, Suriye’de Halep, Humus, İdlib, Rakka, Lazkiye’de yoğunlukta olmak üzere Şam, Hama ve Tartus’ta da varlık göstermektedirler. 

Tugaylar başta dağınık ve kendi bölgelerini savunan muhalif milis birliklerdi ancak sonraları muhalif güçlerin bir çatı altında birleşmesi gerekiyordu bunun ilk adımı ise tugayların kurulmasından sonra Türkmen Dağı Tugayının diğer tugayları çatısı altında toplamasıyla gerçekleştirmiştir. Türkmen Dağı Tugayları’nın saha alanı ve tümenleri incelendiğinde 12 

Türkmen Tugay Tümeni bulunduğu görülmektedir ki bunlardan ilk kurulanları Lazkiye merkezli Fatih Sultan Mehmet Tugayı, liderinin Ferit Masri olduğu Nureddin Zengi Tugayı ve Şeren Bölgesi’nde faaliyet gösteren Yavuz Sultan Selim Tugayıdır. Tugayın Lideri Tarık Sohta’dır. Daha sonra ayrıntılı şekilde ele alınacak olmasının yanında tugaylar daha nizami bir şekilde direniş gösterebilmek için Suriye Türkmen Meclisi ile bir düzene girme arayışına 
girmişlerdir sonraları bu uygulanmış ve STM kararları muhalif Türkmen birlikleri içerisinde uygulanmaya başlanmıştır. Türkmen siyasi ve askeri oluşumunun ilerlemesiyle beraber Suriye Türkmen direnişçilerinin de askeri sahası genişlemiştir ki STM çatısı altında Halep Bölgesinde mücadele eden Fatih Sultan Mehmet Tugayı-Kanuni Sultan Süleyman Tugayı askeri faaliyetler göstermeye devam etmiştir. Lazkiye Bölgesindeyse Birinci Fetih Tümeni, dört tugaydan oluşmaktadır: Süleyman Şah Tugayı; Kanuni Sultan Süleyman Tugayı ve 
Selçuklular Tugayının birleşmesiyle oluşturulmuş olup bunun yanında diğer üç tugay ise Fatih Sultan Mehmet Tugayı, Sultan Murad ve Albaz İslami Tugaylarından oluşmaktadır. Önemli askeri direniş gösteren muhalif askeri birlik ise 2015 yılında Özgür Suriye Ordusuna bağlı olarak içinde Sünni Arapların da bulunduğu İkinci Sahil Tümeni Komutanı Beşar Molla’dır. Tümeni oluşturan tugaylar ise Birinci Murad Tugayı, Yıldırım Bayezid Tugayı ve Dördüncü 
Murad Tugaylarıdır. 

Humus Bölgesinde Özgür Suriye Ordusu içerisinde özellikle Faruk Tugayları ve Fatih Sultan Mehmet Tugayları faaliyet göstermektedirler yine Golan Tepelerinde ÖSO direniş gösteren en önemli unsurdur. 

2.4 Suriye Türkmenlerinin Siyasi Örgütlenmelerinde Türkiye’nin Politik Müdahaleleri ve Suriye Türkmen Meclisi’nin Oluşumuna Varan Süreç 
Hafız Esed’in 2000 yılında ölmesinin ardından yeni Cumhurbaşkanı Beşar Esed’in yönetimi ele almasıyla giderek yakınlaşan iki ülke dış politikası, ülkelerin birbirleriyle artan ticari ilişkileri ve politik düzeydeki gezileriyle tüm hızla yakınlaşmaya devam etmekteydi. Nisan 2007’de Suriye’de gerçekleştirilen dostluk maçı Fenerbahçe ile Al-İttihad takımı arasında yapılmıştı. (Yavuz, 2014) 2009 yılının Eylül ayından sonra karşılıklı vizeler kaldırılmış ve politik düzeyde “stratejik ortaklık” söylemleri hayata geçirilmeye başlanmıştır. Mart 2011’de Suriye’ye sıçrayan Arap Baharı sonrasında halka karşı uygulanan orantısız 
şiddet tüm uluslararası uyarılara rağmen giderek artmaya devam ediyordu. Tüm bu hadiseler sürerken ilk mülteci grubu Türkiye’ye Haziran 2011’de gelmeye başladığında Suriye ile Türkiye arasında bir diplomasi trafiği başlamıştır. 2 Haziran 2011’de “Suriye’de Değişim Konferansı” Antalya’da yapıldı. Konferans, Suriye muhalefetini bir araya getirmiştir. “70 civarındaki Suriyeli Kürt katılımının yanı sıra Müslüman Kardeşlere yakın 40 civarında kişi toplantıda yer almıştır.” (Orhan & Ayhan, 2011) İki grubu Arap aşiret liderleri ve genç eylemciler takip etmiştir. Konferans sonucunda 31 kişiden oluşan bir komite kuruldu. Muhaliflerin Türkiye’den beklentileriyse Türkiye’nin muhaliflere verdiği desteğin artmasıydı. 
Muhaliflerde hakim olan “Türkiye modeli” söylemi o dönem Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ortadoğu’daki algılanışının da bir yansımasıdır zira muhalifler Suriye’de demokratik bir İslami yönetimi istemişlerdir. Bu siyasi adımın ev sahipliğini Türkiye yapmıştır zira başından beri Esed rejimini halkına ve muhalefete orantısız şiddet uygulamamak yönünde mesajlarla dostane uyaran ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Direkt iletilen mesajlarla sivillere 
yapılan müdahalenin son bulmasının gerekliliğine dikkat çeken taraf Türkiye, Ağustos 2011’de iyi niyetini gözden geçirmişti zira 4 Temmuz 2011’de rejim ordusu tanklar ve buldozerlerle Hama’ya saldırı düzenlemiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu 16 Ağustosta “Suriye’nin bir an evvel şiddete son vermesini, aksi takdirde atılacak adımlar ile ilgili konuşulacak bir şey kalmayacağını” söylemiştir. Ağustos ayında yapılan görüşmede Esed ve Davutoğlu ‘Hama’daki zırhlı birliklerin geri çekilmesi’ konusu üzerinde konuştular ancak görüşmenin ertesi haftasında Davutoğlu yaptığı açıklamada Suriye’de Esed yönetimi 
hakkında “sözün bittiği yerdeyiz” ifadesini kullanmıştır. 

Takvim 2011 Eylül’üne geldiğinde Suriyeli muhalifler İstanbul’da bir araya gelip bir birleşme kararı almışlardır. (BBC Türkçe, 2011) Muhalifler "Tüm tehlikelere rağmen bütün grupların bir araya gelmesi şart" açıklamasını yapmışlar ve bu yönde gerçekçi siyasi adımlar atmışlardır. Antalya’daki ilk toplantıdan beri oluşumu devam eden Suriye Ulusal Konseyi’nin kuruluşu nihayet 2 Ekim 2011 tarihinde resmen ilan edilmiştir. Suriye Ulusal Konsey’i yapısında farklı grupları da barındırdığından kendisinden sonra oluşacak diğer çatı birleşimlerden daha farklı bir öneme sahiptir çünkü muhalefetin tamamından kesimler SUK’da söz sahibidir. Konseyde Arap aşiretler, Kürtler, Müslüman Kardeşler, liberaller, 
sosyalistler, gençlik örgütleri ve Asurîlerden oluşmaktadır. SUK’u oluşturan üç temel organ bulunmaktadır. Bunlardan ilki 190üyeli genel kuruldur. Bu yapı bir nevi meclis gibidir. Bunun yanı sıra 7 kişilik bir icra komitesi bulunmaktadır. Bu komite genel kuruldan aldığı yetkiye dayanarak onun adına hareket etmektedir ve yürütme işlevini üstlenmektedir denilebilir. İcra Komitesi’nde Arap aşiretleri, liberalleri, Müslüman Kardeşleri, Kürtleri, Bağımsızları, Asurîleri ve Suriye’deki devrimci grupları temsilen birer kişi bulunacaktır. 

Heyetin başkanı da dönüşümlü olarak değişecektir. Ayrıca 29 üyeli bir sekreterlik bulunmaktadır. (Karam, 2011) 

Burhan Galyun14, “tüm ülkelerin Suriye muhalefeti ile ilişkilerini koordine edecekleri organın Suriye Ulusal Konseyi” olduğunu belirtmiştir. (Orhan, Suriye Ulusal Konseyi: Kuruluş, Yapı ve Bundan Sonrası, 2011) Bu siyasi oluşumun ardından Suriye’de devam eden hadiseler için uluslararası arenada görüşmeler yapılmıştır. Sonrasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye yönetimine yaptırım uygulama konusu 4 Ekim 2011’de oylanmıştır. Bu 
oylamadan Rusya ve Çin tarafından veto kararı çıkmakla beraber, Türkiye ise Suriye’deki yaşananlar sonrasında tek taraflı yaptırım kararı aldı ve Hatay’da savaş tatbikatı yapılacağını açıkladı. Diğer yandan, “Arap Birliği’nin Suriye’ye yönelik ilk ciddi girişimi 16 Ekim 2011 tarihinde Mısır’da toplanan Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısıdır. Suriye’nin üyeliğinin askıya alınması beklentileri altında gerçekleşen toplantıda bu yönde bir karar alınmasa da, Suriye’ye önemli mesajlar verilmiştir. Esed yönetimine biran önce şiddeti ve ölümleri durdurması çağrısında bulunan Arap Birliği, 15 gün içerisinde Suriye’de yönetim ile 
muhalefet arasında Arap Birliği gözetiminde ulusal diyalogun başlatılmasını talep etmiştir.” (Küçükkeleş, 2012) Ayrıca Arap Birliği’nin aldığı bu tutum uluslararası camiada Suriye konusunda o dönem yalnız kalan Türkiye açısından da olumlu karşılanan bir gelişmedir. Bunu takiben 26 Aralık’ta Şam’a 30 kişilik bir izleme heyeti gitmiştir. 22 Ocak 2012’de Arap Birliği yaptığı gözlemler sonucu Esed’e yönetimi yardımcısına devredip çekilmesi yönünde bir çağrıda bulunmuştur ayrıca şiddetin artarak devam etmesi ve uyarıların dikkate alınmamasının bir sonucu olarak Arap Birliği Ocak ayının sonunda gözlemlerini durdurma 
kararı almıştır. İlerleyen günlerde ABD ve İngiltere’nin Şam Büyükelçiliklerini kapatması, Suriye’de görev yapan iki gazetecinin15 Humus bombardımanında hayatını kaybetmesi hadiseleri yaşanmıştır. 

Olaylar Suriye iç siyasetinin bir sorunu olmaktan çıkıp giderek girift bir uluslararası problem olmaya doğru yol alıyordu. Bu aşamada 23 Şubat 2012’de Kofi Annan Suriye özel temsilcisi olarak BM tarafından görevlendirilmiştir. (Jazeera, 2012) BM, Annan’ı atamasının ardından Suriye’deki insan hakları ihlallerinin masaya yatırılacağını ve Annan’a yardımcı olarak Arap 
Birliği’nden bir üyenin eşlik edeceğini duyurmuştu. Bu arada Suriye’de, Esed rejiminin muhaliflere yönelik sert müdahalesi ve yaşanan insani kriz ‘Suriye Dostları’ konferansıyla masaya yatırılacak ve bu toplantıda Çin ve Rusya dışında 68 ülke temsilcisi de yer alacaktı. (CNN Türk, 2012) Tunus’ta yapılan konferansın ikincisi ise Türkiye’de yapılmak isteniyordu Suriye Muhalefetinin siyasi oluşumu desteklerle devam ederken BM tarafından görevlendirilen Kofi Annan 10 Mart 2012 ’de Esed’le yaptığı görüşmede 6 maddelik bir plan 
sunmuştur. (BBC Türkçe, 2012) Mart ayının sonunda Türkiye Şam’daki elçiliğinin görevini askıya aldığı açıklamasını yaptı. Bunu takip eden günlerde Suriye’de Annan planı kabul edildiği duyurusunda bulunmuştur. 1 Nisan 2012’de İstanbul’da gerçekleşmiştir. “Dostlar Grubu; aralarında Birleşmiş Milletler, Arap Ligi, Avrupa Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Körfez İşbirliği Teşkilatı ve Afrika Birliği temsilcilerinin de bulunduğu toplam 83 ülke ve uluslararası örgütten katılım sağlanmıştır.” (TC Dışişleri Bakanlığı, 2012) Toplantıda, uluslar arası çapta sergilenen çabalara ve girişimlere karşın Suriye’de şiddetin devam etmesi konusu konuşulmuş ve bunun üzerine yeni çözümler irdelenmiştir. İstanbul’da düzenlenen Dostlar Konferansında, Tunus’taki toplantıda da konuşulmuş temel konular üzerine bir misak belirlenmiştir. 

Yeni Suriye’nin temelleri ilk defa Misak’la birlikte ortaya konmaktadır. Dostlar Grubu, Suriye muhalefetinin, Suriye halkının tüm vatandaşlarının aidiyet, etnisite, inanç ve cinsiyetlerinden bağımsız olarak insan hakları ve temel özgürlüklerden istifade edeceğini açıkça belirten Misak’ta öngördüğü özgür ve bağımsız Suriye ortak vizyonuna desteğini ifade etmiştir. Ayrıca bu toplantıya katılanlar Suriye’deki muhaliflere rejimin baskı ve şiddetine karşı direnişte destek olduklarını da belirtmişlerdir. Ülkelerin Şam Büyükelçiliklerini geri 
çağırması gibi yaptırımların da Tunus’taki ilk konferanstan bu yana bir tepki şeklinde devam edeceği de ifade edilmiştir. Bu anlamda toplantıda bir yandan Suriye’deki muhalefetin desteklenmesi diğer yandansa Suriye’deki yönetimin bu baskıcı tutumdan vazgeçmesi adına yaptırım gücü yüksek diplomatik çabaların da süreceği görülmektedir. 

Konferansın ertesi günü Annan Planı takvimi açıklanmıştır ki bu 6 maddelik plan şöyledir: Suriye yönetimi, “halkın meşru istek ve kaygılarına yanıt vermek için başlatılacak olan ve Suriyelilerin liderlik edeceği kapsamlı siyasi süreç” için Annan’la işbirliği içinde çalışmayı, sivil bölgedeki askeri hareketliliği ve ağır silahların kullanılmasını derhal durduracağını taahhüt etmekte ve Suriye yönetimi bu planla, insani yardımın iletilmesi ve yaralıların tahliye edilmesi için günlük iki saatlik “insani duraklama” kabul etmektedir. Yönetim bu planı kabul 
ettiği taktirde “keyfi tutuklamaların serbest bırakılma hızını ve kapsamını” ve bu kişilerin tutulduğu yerlerin bir listesini sunmayı bu planla taahhüt etmektedir. Aynı zamanda ülke genelinde gazeteciler için hareket özgürlüğünü sağlamayı ve “ayrımcı olmayan bir vize politikası uygulamayı ve “yasalarca garantilenen çerçevede toplanma özgürlüğü ve barışçıl gösteri” yapma hakkına saygı duyacağının garantisini vermektedir. Annan, Suriye yönetiminden istediği bu taahhütlerin yanında Suriye’deki muhaliflerden de sivillerin yaşamını kaybetmemesi için taleplerde bulunmuştur. BM’nin bu girişiminin ardından 
Annan’ın Suriye’de ateşkes için verdiği tarih olan 12 Nisan günü sokakta şiddet devam ediyordu. Mayıs ayının sonlarına doğru şebbihaların Hula’ya yaptığı saldırıda içinde çocukların da bulunduğu 110 sivil hayatını kaybetmiştir. Haziran ayında BM Genel Sekreter Yardımcısı Ladsous, Suriye’de yaşananın bir “iç savaş” olduğunu belirtti. (Haberler, 2015) 

Tarih, Haziran ayının 22’sine geldiğinde Suriye’de askeri güçler, Malatya’dan havalanan F4E Phantom tipi Türk uçağını vurdu. (CNN Türk, 2012) Uçak, Akdeniz açıklarında kaybolurken, Türkiye de angajman kurallarını değiştirip, saldırıya karşılık vermiştir. 30 Haziran Cenevre konferansı BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri İngiltere, ABD, Rusya, Çin ve Fransa'nın yanı sıra Irak, Kuveyt, Katar ve Türkiye'nin dışişleri bakanları ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile BM Genel Sekreteri Ban Kimoon katılımıyla gerçekleşmiştir. (Al Jazeera, 2014) Kofi Annan, yaptığı konuşmada, Suriye’de hem Devlet Başkanı Esed yanlıları, hem de muhaliflerin katılımıyla 
kurulacak bir geçiş hükümeti kurulmasını önerdi. Koşullar nedeniyle Suriye’de bir geçiş hükümeti kurma fikri hayata geçememiştir. 25 Temmuz 2012’de Türkiye, Suriye sınır kapılarını kapattı ve mülteci girişini durdurdu. Ağustos ayında Annan, Suriye’deki görevini bıraktığını açıkladı. Suriye’de iç savaşın dış ilişkilere yansımaları devam ederken Türkiye, NATO’dan savunma amaçlı Suriye sınırına ‘patriot’ yerleştirmesi talebinde bulundu. 

Tüm bu hadiseler eşliğinde, Suriyeli Türkmenlerin siyasi hayata Suriye iç savaşı sonrası katılması sonunda hem askeri hem siyasi düşünceler ortaya atılıp değerlendirilmeye başlanmıştı. Türkmen iş adamları, önderleri-tahsil sahibi insanlar-bir araya gelerek ‘ne yapabiliriz’ arayışında bulunmuşlardır. 2012 Aralık’ta İstanbul’da büyük bir toplantı düzenlendi Türkiye’nin de desteğiyle ve Suriye’nin muhtelif yerlerinden 1200 Suriyeli Türkmen katılım göstermişti. Bu toplantıdan çıkan ortak karar ‘bizim bir meclisimiz olsun’ idi. Bu toplantı öncesinde Türkiye ile yapılan küçük temaslar da bu fikrin oluşmasında bir 
adım oluşturmuştur. Bu toplantıdan ortaya iki oluşum çıkmıştır ki bunlar Suriye Demokratik Türkmen Hareketi ve Suriye Türkmen Kitlesi’dir. Bu kuruluşlara dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve yine dönem başbakanı Erdoğan ile dönem Dış işleri Bakanı Davutoğlu destek vermiş ve neticesinde Suriye Türkmen Meclisi’ne giden siyasi yol açılmıştır. İkinci toplantı yine Türkiye’de ancak bu sefer dönemin başbakanı Erdoğan’ın da katılımıyla gerçekleştirildi. Bu toplantıda Suriye siyasi faaliyetinde ilk Türkmen demokratik faaliyeti gerçekleşti ve aşağıda ayrıntılı ele alınacak olan Suriye Türkmen Meclisi kuruldu. Kuruluşundan bu yana Suriye’de Türkmenler tıpkı Arap Baharından etkilenen tüm Ortadoğu ülkeleri gibi çeşitli aşamalar kaydetmiştir. 


Suriye Türkmen Meclisi, 29 Mart 2013’te dönemin Başbakanı Erdoğan veDışişleri Bakanı Davutoğlu’nun katılımıyla Ankara’da kurulmuştur. Çoğunluğu Suriye’den gelen 400 Türkmen temsilcinin katılımıyla seçim yaparak kendi meclis üyelerini seçmişlerdir. 9-10 Mayıs’ta düzenlenen Meclisin II. Genel Kurul toplantısında Türkiye devlet erkânının ileri gelenleri bulunmaktaydı. Bu toplantıya Suriye’deki Türkmenlerin yanı sıra Lübnan’dan da Türkmenler katılım göstermişlerdir. Genel Kuruldan sonuç olarak 42 kişinin oluşturduğu bir meclis, 13 kişilik bir yürütme organı, başkan ve yardımcı seçilmiştir. Suriye Türkmen Meclisi’nde seçimle belirlenen ilk Başkan Samir Hafez’dir. Ondan sonraki başkan ise yine seçilerek gelmiş olup ismi Fayez Amro’dur ve son olarak hala başkanlık koltuğunda oturan isim ise Abdurrahman Mustafa’dır. 

Suriye’deki kaos halinin sürekliliğini koruması uluslararası çabaların da ertelenmesine neden oldu nitekim 2013 yılında yapılması planlanan Cenevre II görüşmeleri de ertelenmiştir. Cenevre II görüşmeleri, bölgedeki iki süper gücün işbirliği diplomatik işbirliği yapması ihtimaline dayanmaktaydı. Suriye’deki durum üzerine ihtilaflı görüşler bulunmaktaydı. Kimi ülkeler rejimin kalıp yönetimin değişmesini kimi ülkeler ise rejimin ve yönetimin tamamen 
değişmesini ve ayrıca bazı ülkeler ve gruplar da ülkede federatif yapının olmasının gerekliliğini savunuyorlardı. Ülkede hayatını kaybeden sivillerin sayısı hızla artmaktaydı. 22 
Ocak’ta açılış toplantısı yapılan Montrö’deki görüşmelere 39 ülke katılmıştır. Toplantının gerçekleştiği günün hemen öncesinde uluslararası basında Suriye’de Esed tarafından işkenceyle öldürülen sivillerin fotoğrafları yer kaplamıştır. Cenevre II konferansında yapılan görüşmeler tarafların birbirleriyle uyuşmadan yana olmayışı sebebiyle kilitlenmiştir. 

Suriye Türkmenleri için Cenevre II görüşmelerinin bir önemi vardır o da şu ki “Türkmenler, Suriye’de sorun çözücü aktörlerden biri” olarak yer almıştır. Suriye’de iç savaşın bilançosu çok ağırdı ve bu hemen çözülebilecek bir problem gibi gözükmüyordu. Tarafların değişmez ve keskin talepleri yapılan konferans larla bir araya getirilmeye çalışılıyor ancak çoğu zaman başarıyla sonuçlanamıyor du. Suriye’de gerçekleşen 150 bine yakın insanın ölümü, 7 milyon 
insanın Suriye’de yer değiştirmesi, 3 milyona yakın Suriyelininse komşu ülkelere sığınarak mülteci konumunda olmasıyla sonuçlanmıştır. 


2.5 IŞİD ( DAEŞ ) 16 Sonrası Süreçte Türkmen Hareketlenmesi IŞİD’in ortaya çıkışı ABD’nin Irak’a askeri müdahalede bulunduğu 2000 li yılların başlarına dayanmaktadır. Bin Ladin ile yükselen radikalizm ve duyurdukları ‘cihad’ anlayışı yeni bir boyutun kapılarını açmıştı. (Acun, 2014) Sünni grupların Ez-Zerkavi liderliğinde El-Kaide bünyesinde gerçekleşmiş olması IŞİD’e giden süreci beslemiştir. Saddam’ın düşmesi, Irak’ta askeri gücün dağıtılması da güvenlik açığını beraberinde getirmiştir. Tam da bu süreçte Irak’ta ABD güçlerine karşı ciddi anlamda bir direniş de sergilenmekteydi. Afganistan’daki El-Kaide ile Irak’ta bulunan Ez-Zerkavi’nin kurduğu “Cemaat et-Tevhid ve’l Cihad” grubu 
iletişime geçmiş ve birlikte hareket etmeye başlamışlardır. Geliştirdikleri cihad anlayışına Irak’ta yüzlerce savaşan bulmuşlardır ve bu durum Irak El-Kaidesi elini güçlendirmişti. EzZarkavi’nin ölüp yerine El-Muhaciri’nin gelmesinin ardından Irak’ta Şii unsurlar da yapı içerisinde sayılarını arttırmıştır tıpkı toplumda Şii unsurun artış göstermesi gibi silahlı yapılanmada da bu durum paralel ilerlemekteydi. El-Muhacir, Irak’taki birkaç grubu da bir araya getirerek 2006 yılında Irak İslam Devletinin kurulduğunu ilan etmiştir. 

Kurdukları ‘devletin’ başkanlığına El-Bağdadi getirilmiş ve El-Muhacir ise Savaş Bakanı olmuştur. Geliştirilen Bush stratejileri ve bölgedeki “Sahva Konseyleri”17 sonrasında Irak İslam Devleti dışındaki silahlı güçler silahlarını bırakmışlar ve bu Irak İslam Devleti’nin Irak tabanındaki insanlara karşı tutumunu da sertleştirmiştir. Bu süreç sonrasında geliştirilen yeni stratejiler ve finansal kaynaklar, eski Baas askerlerinin IİD askeri kadrosuna katılmasıyla örgüt yeniden güç toplamıştır. ABD güçlerinin Irak’ı terk etmesi ve eş zamanlı Arap baharının Suriye’ye yansımış olması durumu IİD’i etkilemiştir. El Bağdadi’ nin direktifleri üzerine Suriye’ye IİD’den savaşan birlikler Suriye’ye gitti, bu vesileyle Suriye’de kurulan El-Kaide bağlantılı gruba ise “Nusret Cephesi”18 adı verildi. Lideri ise IİD’in kuruluşundan bu yana Irak’ta savaşan El-Cevlan idi. Suriye’deki yapılanma kısa zamanda büyük bir üne kavuşmuştur. 

Hem dünyada hem bölgede büyük bir üne kavuşan Nusret Cephesi’nin kapatılmasını IİD kendisi El-Cevlani’ye iletmişti ancak tüm olay bundan sonra başlamıştır zira IİD’in bu isteği geri çevrilmiştir. Bu hadisenin sonrasında IİD adına El-Bağdadi için Suriye’de biat toplanmaya başlanmış ve El-Bağdadi Suriye’ye gelerek 3 Ocak 2014 IŞİD’i kurduğunu ilan etmiştir. Bölgedeki aykırılığını kurulduğundan itibaren sergileyen IŞİD’e ve Nusret Cephesi’ne hakemlerce yapılan “Suriye’de yeniden birlikte hareket edelim” çağrısı Nusret 

Cephesi tarafından kabul edildiyse de IŞİD tarafından reddedilmiştir. IŞİD kendini bir devlet olarak görmekte ve bölgedeki diğer ülkelerin kabul etmediği kendine ait bir ‘ şeriat mahkemesi ’ bulundurmaktadır. IŞİD hatta bölgedeki diğer muhaliflere de kendi kuralları çerçevesinde tutuklamalar ve infazlar gerçekleştirmektedir. 

Türkmenler, ÖSO, PYD, YPG, Nusret Cephesi ve IŞİD ile Esed güçleri; aslında durum cümle içinde yazarken bile çok karmaşık ancak muhalif grupların isteği büyük anlamda “değişim”di. 

IŞİD’in ortaya çıkışı dünya kamuoyu gibi hatta en çok Ortadoğu’yu etkilemek tedir. Türkmenler bu safhada hem IŞİD hem Esed rejimi hem Lübnan Hizbullahı hem DHKPC ile ve sonraları da Rusya ile savaşmaktaydı. Görüştüğüm Suriye Türkmenlerinin bana söylediğine göre “Bu can Allah’a teslim bu vücut bu dünyaya kalsa bile bir şey olmaz” düşüncesi hakim. Muhalif Suriye Türkmenleri nin İslami ögelere bağlı olduğu bir gerçektir ancak IŞİD gibi bir yapılanma vaad etmediği de aşikardır çünkü Türkmenler kurdukları Suriye Türkmen Meclisi’nde çoğunluğa göre üye seçmekte ve yine katılımcıların oylamasıyla başkanlık seçimi yapmaktadırlar. 

DİPNOTLAR;

11 Ülkede Arap Baharı etkisiyle başlayan rejim karşıtı çatışmalar Irak El Kaidesi’ni harekete geçirdi. Esad’in operasyonundan kaçıp Irak’a sığınan Suriyeli El Kaideciler bir bir geri dönmeye, muhaliflerle saf tutmaya 
başladı (Habertürk, 2014) 
12 Suriyeli muhaliflerin Arap Baharının Suriye nitelendirmesi çünkü onlara göre yapılan devrimdir. Arap Baharı akademik değerlendirmelerdeki sıfatıdır. 
13 Suriye’de kurulan Türkmen silahlı oluşum 
14 Suriye Ulusal Konseyinin kurulmasında ve ilk başkanlığında görev yapan isim aynı zamanda sosyoloji eğitimi almış Suriyeli bir Siyasetçidir. 
15 Marie Colvin ve Remi Ochlik 
16 Irak ve Şam İslam Devleti; Arapça telaffuzuyla ise 'dawlat al-ıslamiyah f’al-ıraq wa belaad al-sham' 
17 Arapçada uyanış anlamına gelir. Aynı zamanda ırak'ta el kaide'ye karşı, sünni arap aşiretleri tarafından 2006'da kurulan güçlere verilen addır. 
18 Asıl adı Cebhet’un Nusra li Ehli’şŞam fi-Sahat’il Cihad’dır. 



***

SURİYE TÜRKMEN KİMLİĞİNİN OLUŞUMU

SURİYE TÜRKMEN KİMLİĞİNİN OLUŞUMU 


HİLAL KÜBRA VAROL 
30. 10. 2012
DANIŞMAN 
Prof.Dr. MUZAFFER ERCAN YILMAZ 
BALIKESİR 2016 


GİRİŞ 


Ortadoğu’da devrim dalgasından etkilenen ülkelerin ele alındığı bir kitapta Suriye için yazar, "Suriye bir sessizlik hükümdarlığıydı" (Al-Zubaidi, Cassel, & Craven, 2014) ifadesini kullanmıştır. Halkın da ifade ettiği ve uluslararası medyaya yansıyan Baas rejiminin Suriyesi her şeyin değişmeye başladığı Tunus’ta patlak veren ‘Arap baharı’na değin bu minvaldeydi. 

Ortadoğu’yu konu alan akademik çalışmalarda Arap baharı, başarılı yahut başarısız sonuçlarıyla ele alınmasının yanında Ortadoğu’da ‘değişimin başlangıcı’ olarak ele alınmaktadır. Düşünce özgürlüğünü şu veya bu şekilde, kimi zaman tartışmalara açık da olsa yaşayabilen ve düşüncelerini ifade edebildiği platformlarda yer alabilen halklar için bunu anlayabilmek zor olsa da halk aslında Suriye’de ve bir anlamda Ortadoğu’da yakaladıklarının başarı olduğunu ve bu başarının halklarının özgürlükleri için mücadele olduğunu söylemektedir. Suriye’de 2011 yılı öncesi ve özellikle sonrası gelişen hadiseler ışığında Dünya’da yankı bulan birçok gelişme yaşandı. Gelişen hadiseler, değişen dinamikler 
içerisinde başat aktörlerden biri Suriye olmuştur. Suriye bu aktörlükte kimi zaman uluslararası alanda etkin bir rol almakla birlikte bazen de olayların şekillendirdiği edilgen bir role bürünmüştür. Çalışmanın konusu itibariyle Suriye Türkmenlerinin Arap Baharı sonrası aldığı tavra değinilecek ancak Suriye’deki Türkmen halkın, ülkedeki ve Ortadoğu bölgesindeki geçirdiği tarihsel süreçler ele alınmaya çalışılacaktır. 

“Bir başka süreç ise 2012 Şubatında (24 Şubat) ilk toplantısını Tunus’ta yapan Suriye Halkının Dostları Toplantısının ikincisi 1 Nisan 2012’de İstanbul’da gerçekleştirildi. Üçüncü toplantı ise 6 Temmuz’da Paris’te 107 ülkenin katılımıyla gerçekleştirildi.” (Arı, 2014) 

Suriye Türkmenleri ile ilgili akademik ve siyasi çalışmaların, Arap baharının politik rüzgarıyla kuvvetlenmeye başlamasının yanı sıra kurulan siyasi platformlar da büyük öneme sahiptir. Siyasi platformun oluşmasına giden yolda resmi ve gayri resmi siyasi örgütlenmeler bölgede Suriye Türkmenlerinin yer aldığı ölçüde daha ayrıntılı ele alındı ve bu yüzden çalışmada Suriye Türkmenleri nin politik konumunu uluslararası alanda ele alınırken bunu olabildiğince çok boyutlu yapmaya dikkat edildi. Suriye Türkmenlerinin yoğunluklu yerleşim bölgeleri ve muhalif yapılanmanın ne kadarında etkin oldukları da ifade edilmeye çalışıldı. Konu üstüne yazılmış makale ve kitaplar, çıkan haberler ve bölgede yaşamış Türkmenlerden bir kesim ele alındı. Suriye Türkmenlerinin politik hamle olarak ne zaman ve hangi hadiselerden sonra bir çatı altında toplanma ihtiyacı hissettikleri ve bunu ne ölçüde faaliyete geçirdikleri bunda hangi aşamalardan geçerek ilerledikleri irdelendi. 

Siyasi örgütlenmelerin arkasındaki halk gücü ve onların tecrübe ettiği süreçler kronolojik olarak incelendi. (Aljazeera, 2013) Ayrıca çalışmada sivil toplum örgütlerinden bölgedeki diğer halklara ve onların bağlı bulundukları devletlere kadar birçok ilişkiye değinilmiştir. Türk iç siyasetinde Suriye Türkmenlerinin sahipleniciliği söylemi ve Türkmen mülteci kamplarının Türkiye ve Suriye açısından değerleri, gelecekleri, sorunları da değinilen diğer başlıklardır. 2015 sonrası gelişen hadiseler ışığında Türkmen halkları içerisinde Suriye 
Türkmenlerinin Türkiye iç ve bölge siyasetinde ayrıcalıklı bir yere sahip oluşu ve Türk siyasetinin Suriye Türkmenlerinden karşılıklı beklentileri de çalışmada yer tutan önemli noktalar arasında yer almaktadır. 

Ayrıca Suriye Türkmenleriyle ve ulaşabilinen ölçüde yetkililerle yapılan görüşmelerde Suriye Türkmen halkının Suriye geleceği üzerine beklentileri çalışmaya taşındı. Türk medyasında Suriyeli Türkmenlere bakış örnekleriyle anlatılmaya çalışıldı. Türk kamuoyundaki ‘Suriyeli mülteci’ algısı ile ‘Suriye Türkmeni’ algısının farkı olup olmadığı ve bu farkın oluşmasına neden olan hadiselerin varlığı önemli bir diğer noktadır. Çalışma okunurken bölgenin ve 
Suriye’nin değişen yeni dinamikleri var olmuş bulunabilir. Süreç bitmeden önce sorunlar çözülmeden ve Suriye’de muhalif direnişi 5. Senesini 2016 Mart’ında geride bırakmışken ve ayrıca Cenevre görüşmelerinin üçüncüsü (BBC, 2016) yeni düzenlenmiş ve alınan kararlar henüz hayata geçmemişken Suriye Türkmenlerinin politik konumları hakkında çalışma tamamlandı denilemez. Zira çalışmanın kendini besleyecek süreçlere şahitlik ettikçe ilerleyip yeni bir yüz kazanacağını söylemek günümüz Ortadoğu’suna baktığımızda yanlış olmaz. 

1.SURİYE TÜRKMEN KİMLİĞİNİN OLUŞUMU 

1.1 Suriye Türkmenlerinin Ortadoğu Türkmenleri Tasnifindeki Yeri Türkmenler Orta Asya'dan gelen bir Türk kavmidir. Selçuklu devletinin sosyal ve etnik 
bünyesi, Müslüman olduktan sonra Türkmen adını alan Oğuz boyları idi. Selçuklu hanedanı ise yirmi dört Oğuz boyundan biri olan Kınık boyundan meydana gelmiştir. Büyük Selçuklu devletinin kuruluşuna yirmi dört Oğuz boyunun katıldığı bilinmektedir. 

Bir görüş ise "Türkmen" kelimesinin, "Türk" ve "iman" kelimelerinin birleşmesiyle "İmanlı Türk" anlamına gelen bir ifadenin kısaltılmış hali olduğudur. Türkmen kelimesinin Türklerin İslamı kabul etmelerinden sonra Oğuz boylarına verilen bir isim olduğu konusunda pek çok tarihçi hemfikirdir. Oğuz-Türkmenleri nasıl Türkmenistan’da Türkçeyi muhafaza etmişlerse, Anadolu’da ki Selçuklu devletini kuran Oğuz-Türkmenleri de Türkçeyi ve Türk kimliğini 
korumuşlardır. Tarihin ilerleyen aşamalarında, Osmanlı seferi ile çok sayıda Oğuz Türkü Irak'a girmiş ve yerleşmiştir. Abbasi Devleti’nin kurulması safhasında, Abbasi ordusunda birçok Türkmenin görevlendirildiği, bu dönemde Irak’a büyük dalgalar hâlinde Türkmenlerin yerleştiği bilinmektedir (Türkmen Sitesi). 945 yılında Bağdat’ın alınışından sonra, 1921’e kadar bin yıldan fazla devam eden bir süre Türkler bir çoğunluk olarak hüküm sürmüştür. Ayrıca Kerkük, Erbil ve Musul’da Türkler daima bulunmuşlardır. Sonraki süreçlerde yeni gelen Türkler ile eskiden burada olan Türklerle aynı yerde yerleşip kaynaşmışlar ve böylece Irak'ta tek bir Türkmen etnik grubu oluşmuştur. 

Bir diğer Ortadoğu ülkesi Lübnan’da da Türkmen varlığı Ortadoğu Türkmenlerine yönelik yapılan kimi araştırmalara konu edilen şekliyle varlık sürdürmekte. Orsam raporundan edindiğim bilgilere göre Lübnan’daki Türkmen varlığı cüzi bir nüfusa sahip ve yerleşim alanlarına göre Lübnan Türkmenleri araştırma gereği sınıflandırılmış. Şöyle ki: Kobayat yakınlarında yaşayan Akkar Türkmenleri, Beka vilayetindeki Baalbek kentinin çevresindeki yerleşimlerde ve Suriye sınırına yakın vilayette bir köyde yaşayan Türkmenler, Girit Ada’sının Yunanlıların eline geçmesiyle Türklerin Osmanlı’nı iskan politikası gereği Suriye ve Lübnan’a yerleştirilmesiyle Trablus’ta yaşayan Türkmen nüfusu, ekseriyetle Beyrut’’a yerleşen ve yerleşim nedenleri çoğunlukla 1940 ekonomik nedenleri olan Suriyeli 

Türkmenler ve sayıları az da olsa Türk vatandaşları bu yerleşimlerde nüfusa sahip bulunmaktalar. (ORSAM, 2010) Lübnan’a ilk gelen Türk göçmenlerin ne zaman geldikleri bilinmemektedir. Bazı tarihçiler, bugün Suriye ve Lübnan’da yaşayan Türkmenlerin bölgeye Mısır seferi sırasında Yavuz Sultan Selim’in ordusuyla birlikte getirildiğine ve lojistik amaçlı olarak Halep’ten başlayarak fethedilen yerlere yerleştirildiğine inanmaktadır. Sonraki süreçlerde de bilindiği gibi Türkmenler Osmanlı’nın iskan politikası gereği bölgeye yerleştirilmiştir. 

Türklerin İran’daki varlıklarıysa İran’a yapılan “Kırmızı” ve “Ak Hun” gruplarının göçlerle gerçekleştiği bilinmektedir. Türk akıncıları İran’a, Kafkasya ve Amu-derya üzerinden gelmeye başladılar.1040 yılında o dönemde İran topraklarında hüküm süren Gazneliler ile Selçuklular arasında gerçekleşen Dandanakan Savaşında Gaznelilerin yenilmesi ile İran Türklere açılmış oldu. Sonrasında Türkler, İran’da arka arkaya Selçuklular, İlhanlılar, Cezayirliler, Timurlular, Kara-koyunlu, Ak-koyunlu, Safeviler, Afşarlar ve Kaçarlar yönetimde bulundular. 

İran Türkmenlerinin yaşadıkları bölgeye İran kaynaklarında ‘Deşt-e Gorgan’ denilmekte, bu bölge, Türkmenler arasında “Türkmen Sahra” olarak adlandırılmaktadır. Türkmenistan sınırından başlayıp, Hazar Denizine kadar olan bir alan söz konusudur. İran sınırları içinde kalanlar Türkmenler Türkmenistan Türklerinden ayrı olarak milli benliklerini ve geleneklerini, aşiret yapısı içinde yaşadılar ve “İran Türkmenleri” olarak anıldılar. 1925 yılında Türkmen kimliklerini korumak isteyen halk ve hükümet birlikleri arasında bir çatışma 
yaşandı. 1925 yılı Temmuz ayında Türkmen ileri gelenleri bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda “İran hükümeti, bağımsız Türkmen Cumhuriyeti’ni tanıyana kadar mücadeleye devam etmek” kararı alınmıştı.. Bu toplantıyı izleyen, 22 Temmuz 1925 tarihinde birkaç Türkmen “Türkmen boyları arasında hükümet aleyhine propaganda yapmak ve onları isyana teşvik etmek” suçuyla idam edildiler. Bu idamlar, Türkmen hareketini yavaşlattı ve gücünü kırdı. Şah Rıza Pehlevi’nin iktidara gelmesinden sonra İran hükümeti, Türkmenleri asimile etmek için sistematik göç uyguladı. (Dünya Türkmenleri Eğitim Vakfı) İran yönetimi, bölgedeki Türkmenleri dengelemek amacıyla, İran sınırları içinde yaşayan binlerce Berberi asıllı kişileri Türkmen Sahra’ya göç ettirerek, bunları sistemli bir şekilde bölgeye yerleştirdi. Bu politika izlenirken amaç Türkmen nüfusunun bölgede hâkim nüfus olmamasını ve sistemli siyasi hareketlere girişmemelerinin garantisi için atılmış bir adım gibi de düşünülebilir. 


Irak Türkmenleri 

Irak Türkleri, I. Dünya Savaşı akabinde Osmanlı’dan ayrılmalarının ardından Irak’ta yaşamlarını sürdürmüştürler. !923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasında ve 1926 yılında imzalanan Ankara Antlaşmasında “Musul Türkmenleri” olarak nitelendirilmişlerdir. Irak’taki Abdülkerim Kasım yönetiminden beri o coğrafyadaki Türklere ‘Türkmen’ demişlerdir. 
(Eroğlu, 2005) Irak Türkmenleri yerleşim yerleri olarak Irak’ın kuzeyinde yaşamaktadırlar: Musul, Kerkük, Telafer, Erbil, Altunköprü, Tuzhurmatu, Hanekin, Mendeli, Bağdat’ta da görece az olmak üzere yerleşimleri bulunmaktadır. Irak’ta Türkmen nüfusu oldukça tartışmaya açıktır çünkü resmi olmayan küresel kaynakların araştırmalarına göre Irak’ta Türkmen nüfus, remi sayımda gösterildiği soranlardan çok farklı gözlenmekte. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Londra’da yapılan bir araştırmaya göre Irak Türkmenleri nüfusun %8,94 ünü oluşturmakta ancak o tarihte Irak’taki resmi verilere göre Türkmenler Irak nüfusunun yalnızca %2’sini oluşturuyor görünmektedir. Irak’ta yaşayan Türkler arasında mezhepsel farkın1 (şiisünni) olması ve Kuzey Irak’ta asimilasyon politikalarından etkilenen bir unsur olmaları sebebiyle siyasi olarak uzun yıllar birlikte hareket edememişlerdir. Bağdat yönetiminde muhalefet çatısı altında toplanmak Irak Türkmenleri’nin eskiden beri siyaseten aşina oldukları bir olgu değildir zira Irak’ta Türkmenlerin siyasi oluşumu da 1970’lerin öncesine gidememektedir.  

1968 yılında Irak’ta Baas hükumetinin başa gelmesinden sonra Türkmenler, verilen haklar doğrultusunda Türkiye ile ilişkileri canlanmıştır.1991’de Türkmenleri temsil eden Irak Millî Türkmen Partisi Ankara’da kurulmuştur. Yine, 1991 Körfez Savaşı sonrası Türkmenler, etnik kimliklerini kabul ettirmek adına çaba göstermişlerdir. Muhalefete katkısını ise Irak Türkmen Cephesi, kurulduğu yıl olan 1995’ten beri göstermektedir. (Yılmaz, 2006) Irak Türkmenleri, üniter bir Irak Devleti’nin, ırk, din, dil ve mezhep ayrımı yapılmayan, çoğulcu demokratik, parlamenter, insan haklarına saygılı bir çizgi içinde yeniden yapılanmasından yanadır. (Hürmüzlü) Saddam Hüseyin yönetiminde Irak Türkmenlerinin Kerkük’te (güvenli bölge) yoğun yerleşimine izin verilmemesi bölgede Türkmenlerin diğer etnik kökenlere mensup Irak vatandaşlarına göre dezavantajlı konuma itmiştir. Irak Türkmenleri stratejik konumlar yerine daha kuzeydeki yerlerde yoğundurlar.1995 yılında ise Irak’ta dağınık halde yaşayan Türkmenler Türkiye’nin de desteği ve yönlendirmesiyle Irak Türkmen Cephesi (ITC)’ yi kurmuşlardır. ABD’nin 2003’teki müdahalesi sonrasında, 

Türkmenlerin Irak siyasetindeki rolü Türkmenlerin konuşulduğu bu çalışma içinde de endişe verici bir durum olarak gözlenmektedir çünkü siyasi anlamda Irak Türkmen Cephesi mecliste yalnızca bir sandalyeye sahipti (Mazin, 2004). Oysa Telafer’in Türkmenlerin yaşadığı kent olarak bilinmesi ve Irak’taki diğer Türkmenlerin demografik yapıdaki sayısal durumları da göz önünde bulundurulduğunda Türkmenlerin siyaseten engellenmeye çalışıldığı gözlemlenen bir durumdur. Ayrıca yeni dönemde ortaya çıkan güncel sorun IŞİD'in kontrol ettiği bölgelerde Türkmen katliamı yapıldığı bilinen acı bir gerçektir. 2014 Haziran ayından beri üç yüz bine yakın Türkmen’in ülke içerisinde göç etmek zorunda kalmış, üç bin Türkmen ailesi ise Türkiye ve İran’a göç etmiştir. (Semin, 2014) Irak’taki güç mücadeleleri açısında Türkmenlerin mezhepsel olarak yönlendirilmeleri ve bu bakımından da ayrılmaları Irak Türkmenlerinin maruz kaldığı başkaca bir durumdur. Bölgede Şii Türkmenlerin Irak’ın güneyine yerleştirilmek istenmesi, Türkmenlerin göçe zorlanmaları ve asimile edilmeleri, 
Sünni Türkmenlerin ise Türkiye ile yakın ilişkide olmaları, Irak’taki Türkmen etnisitesinin tek ses halinde Irak siyasetinde olamamalarının nedenlerindendir. 

Bugün Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı sorunlar bir ırkın problemi değil insani krizdir zira uygulan göçe zorlama, sıkı asimilasyon politikaları, insan kaçırma faaliyetleri çözülmeden insanların bütünleşmeleri pek mümkün olamamaktadır. 

Irak Türkmenleri ve Suriye Türkmenleri Baas rejimine mensup iki ülkenin mensuplarıdır. Suriye Türkmenlerinin şu an verdiği mücadelenin başka boyutlarını Irak’ta Türkmenler Körfez Savaşı ve 2003 müdahalelerinde de vermiştir. Bu sebeple Ortadoğu’da Suriye Türkmenlerini ele alırken siyasi açıdan Irak Türkmenlerinin geçtiği yol, oldukça bilgilendirici olmuştur. Farklılıkları, ortak yönleriyle Irak’ta ve Suriye’de Türkmenler Baas rejiminden değişik şekillerde etkilenmiş ve bu yönde fiiliyata geçmişlerdir. 

Ortadoğu’da Türkmenlerin yolları tarihte gerek devletlerin politik ve askeri hamleleri gerekse içinde bulunulan ekonomik şartlar sebebiyle Ortadoğu’da kesişmiş günümüzdeki halini alagelmiştir. Türkmenler Irak, İran, Suriye, Lübnan gibi Ortadoğu ülkelerine tarihin çok önceki devirlerinde gelip Türkmen olma vasfını edinmiş ve yaşamlarını sürdürmüşlerdir. 



Şekil1.1 Suriye Haritası 

Suriye Türkmenlerinin bölgey ye gelişi ise 865 tarihinde Mısır’da kurulan To olunoğlu Beyliği ile başlamış, Selçuklu Dönemi’ndde Oğuz boylarının Suriye topraklarına göç eetmesiyle yoğunluk kazanmıştır. 10. yüzyılın ikinc ci yarısından itibaren Ortadoğu coğrafyasındaa Türkler muhafaza göreviyle bölgeye yerleştirilm mişlerdi. Suriye, tarihte 1260 yılından 1516 y yılına varıncaya dek 
Mısır Türk Memluk Devleti hhâkimiyetinde yaşamıştır. 1516 yılında Merc cidabık’da Memluk Sultanı’na karşı Sultan Selim m’in kazandığı savaş ile Ortadoğu’da yoğun Türkleşme dönemi başlamıştı. Haçlı seferlerinde,, Moğol ve Timur ordularına sonraki süreçllerde İngilizlere ve Fransızlara karşı bölgede dduruşlarını korumuşlardır. Suriye’ye yerle eşen Oğuz boyları Ortadoğu’nun kimi yerlerine göç etmiş ve iskân politikaları gereği de kimi zaman devlet eliyle yerleştirilmiştir. Oğuzlaar yirmi dört boydan oluşmakta ve iki kolla ayrılmakta dırlar. Üçoklar ve Bozoklar bu kolllardır. ”Bozok ve Üçok ikili teşkilatını en son taşıyan Oğuz-Türkmen kümesi, Moğol baaskısı yüzünden 13. yüzyılın ikinci yarıssında Anadolu'dan Suriye'ye göç eden kalabalık ttopluluktur.” (Türkmen Sitesi) Araştırmalarda an edinilen bilgilere göre Ortadoğu’daki Oğuz bboyları 1098 yılındaki haçlı seferlerinde bulunmuşlardır ve Selahaddin Eyyübi komutan nlığında haçlılara karşı birliklerde saf tuttmuşlardır. Suriye Türkleri, bölgeye geldikleri ilk süreçte göçebe olarak kalmışlarsa da sonradan yerleşik düzene geçmişlerdir. Göçebe toplumun, merkeziyetçi bir devlet nizamı ile bağdaşamayan hayat tarzları yüzünden yerli halka büyük zararlar vermeleri ihtimalini sona erdirmek ve aynı zamanda yerleşim bulunmayan boş yerleri imar etmek ve yeniden ziraata açmak için 16911699 yılları arasında konar-göçer halkın Osmanlı hükümet tarafından iskân edilmesinin bazı sebepleriydi. (Suriye Türkmenleri) 

Sonraki süreçte 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık zaferiyle Memlükleri yenmesinin ardından 1797 yılında Fransızlar bölgeyi işgal etmiştir. 1882 yılında ise Ortadoğu İngiliz işgaline maruz kalmıştır. 1918 yılına değin Türkmenler Suriye’de uzun yıllar hüküm sürmüş ve Osmanlı idaresinde yaşamışlardır, o yıl Suriye’nin Mondros Mütarekesi sonucu İngilizlere ve sonraları İngilizler tarafından Fransızlara bırakılması Suriye ve Suriye Türkleri için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. 1921 Ankara Antlaşması2 (ORSAM, 2011) ve 
akabinde 1923 Lozan Antlaşması ile Türkiye tarafından Suriye’nin geldiği durumun kabul edilmesini Suriyeli Türkmenler: “Aslında böyle bir sonucu hiç kimse ne Araplar ne de diğer gruplar ‘olabilir’ diye görmüyorlardı. Bölgenin asıl sahibi Türklerin yeniden duruma el koyacakları bekleniyordu.” (Suriye Türkmenleri Platformu, 2012) ve Suriyeli Türkmenler Halep, Humus’ta Fransızlara karşı kuva-i milliye birlikleri kurmuşlardır Osmanlı döneminde. 1918 yılının öncesinde yaşanan hadiseler ve Suriye’nin himayesinin Fransa’ya verilmesi, bölgede o yıllarda Arap milliyetçiliğinin şiddetlenen bir Ortadoğu politikası haline gelmesi Suriye halkının geleceğini etkileyecek hadiselerdi. Özellikle bölgede taşları yerinden oynatan bir başka durum ise 1916’da Sykes-Picot anlaşmasının açığa çıkmasıyla (Halep,Hama, Humus ve Şam dahil olmak üzere Suriye Fransa’ya verilecekti) yaşandı (Arı, s. 126,160) ve bağımsız Suriye devletine giden süreçte Suriye birçok siyasi tecrübeye sahip oldu, şöyle ki: Şerif Hüseyin 5 Kasım’da kendisini Arap Ülkeleri Kralı ilan etmiştir. Savaş sonuna doğru Osmanlı ordusu Ekim 1918’de Suriye’ den ayrılmak zorunda kalırken Emir Faysal (Şerif Hüseyin’in oğlu) Suriye’de denetimi eline aldı ve bunun akabinde toplanan Suriye Ulusal Kongresi’nde alınan kararla “Kralı’nın Faysal olduğu bağımsız bir Suriye Devleti kurulmasını” öngördü ancak Fransa buna karşı çıkmıştır. Fransa, Suriye’de Halep, Şam, Lazkiye ve Cebel-i Dürzi’yi eyaletler şeklinde ayırmış ve İskenderun Sancağı’nı özerk şekliyle kurdurmuştur. 

Bunun akabinde Suriye’de ayaklanmalar baş göstermiştir. 1927 yılına değin çıkan ayaklanmalar bastırılmış ve sonucunda 6.000 dolayında insan hayatını kaybetmiştir. 

Ayaklanmalar sonrasında siyasal elitler “Ulusal Blok” u kurmuşlardır. Bu blok ile 1936 yılında Suriye savunuculuğunu Fransa’ya bırakmış yarı bağımsız bir devlet haline gelmiş ve 1946 yılında Fransa’dan bağımsızlığını almıştır. (Dünya Bülteni) 

Sonraki dönemlerde Suriye, 1953 yılındaki referandum sonucuna göre Devlet Başkanı’nın Edip Çiçekli olduğu başkanlık rejimiyle tanışmıştır ancak bu hal 1954 yılında bölgedeki Arap milliyetçiliğini ön planda tutan siyasi hamlelerin bir gereği olarak iktidardan uzaklaştırılmıştır. 1 Şubat 1958’de ise Suriye-Mısır anlaşması sonucu Birleşik Arap Cumhuriyeti doğmuştur. Baas etkisi öncesi Suriye siyasi sahnesinin edindiği deneyimlere vurgu yapmaya çalışıldı. Suriyeli Türkmenleri politik çerçevede anlamaya ve onlar hakkında bilgi aktarmaya çalışırken, onların yaşadıkları coğrafyayı ve siyasi tarihlerini, geçtikleri süreçler hakkında bir ön bilgi vermeden geçmek çalışmanın zeminini hazırlamak açısından uygun olmazdı. 

1.2 Suriye Türkmen Yerleşim Bölgeleri 

Suriye Arap Cumhuriyeti’nde uyruklara göre nüfus sayımı yapılmadığından Türkmen nüfusu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Çeşitli kaynaklarda 200 bin ilâ 3,5 milyon arasında farklı tahminler verilmektedir. (Syrian Turkmen Population) 

Birçok araştırma göz önünde bulundurulduğu için çalışmam adına şahsi tahminim Suriye’de 1,5 milyonun üzerinde 2 milyonu aşmayan bir Türkmen varlığı vardır denilebilir ancak asimilasyona uğramış Türkmenleri bu tahminin içine katmanın doğru olmayacağını düşünüyorum. 3 

Türkmenlerin en çok yerleştikleri yerlerin başında Lazkiye, Bayır-Bucak gelmektedir. Kuzey Suriye’de bulunan Türkmen yerleşimleri arasında ise Halep, Türkmen nüfusu bünyesinde yoğun olarak barındırır. Bunun dışında Şam, Tartus, Hama, Humus vilayetlerinde Türkmen nüfus bulunmaktadır. Ancak güncel durum ve Araplaştırma politikası gereği ve bu iç savaş sonrası Türkmenleri de içine alan bir yerleşimleri elinde bulundurma stratejisi nedeniyle, Suriye’de Türkmenlerin yoğunluklu yerleşimde bulunduğu bazı vilayetlerde Türkmenler göçe zorlanmıştır ya da göç etmek zorunda kalmıştır.4 



Tablo 1: Suriye Nüfusunun Yıllara Göre Dağılımı 

1981:Nüfus Sayım Raporu -1999: 1999 Yılı BM Nüfus İstatistikleri, 


2004:Suriye Arap Cumhuriyeti Merkezi İstatistik Bürosu-Dariusz Gierczak tarafından sağlanan verilere göre 
Kaynak ‘Syrian Arab Republica’,: http://www.citypopulation.de/Syria.html 


ORSAM’ın 2011 tarihli araştırmasında ve Suriye Türkmen Platformu’nun 2012’deki beyanında Suriye’de Türkçe konuşan Türkmen sayısı yaklaşık bir buçuk milyon, Türkçeyi unutmuş Türkmenlerle beraber sayılarının 3,5 milyon civarında olduğu belirtilmektedir. Hal böyleyken bile 23 milyonluk Suriye nüfusu içinde azımsanmayacak bir nüfus sahiptirler. 
(Hürmüzlü)Suriye Türkmenleri günümüzde yoğunlukla Halep, Lazkiye, Humus, Hama, Şam vilayetlerinde yaşam sürmektedir. Ancak bu vilayetlerin yanında Golan, Tartus, Rakka, İdlib ve Dera vilayetlerinde de Türkmen yerleşimleri bulunmaktadır. (ORSAM, 2015) 


Tablo 2: Vilayetlere göre Suriye’de tahmini Türkmen nüfusu dağılımı5 

Suriye'de büyük şehir yerleşimlerinin yanında 520’nin üzerinde Türk köyü vardır. Suriye’de, Araplaştırma politikalarının da bir gereği olarak Türkçe yerleşim adları Arapçasıyla değiştirilmiştir. Aşağıdaki kısımlarda kimi Türkmen yerleşimlerinden bahsedilirken Suriye Türkmenlerinin yaşamlarına da değinilecek. 

Lazkiye’ de Türkmenler Lazkiye’de yaşayan Türkmenlere Bayır-Bucak Türkmeni denmektedir. Lazkiye, Hatay’ın 80 km güneyinde ve Halep’in 186 km güneybatısında bulunan Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki önemli bir liman kentidir. (Middleeast) Suriye'nin Akdeniz kıyılarında, başta Lazkiye şehir merkezi Ali Cimmel Harası (Türkmen Mahallesi) olmak üzere Basit, Bayır, Behlüliye, Kesap nahiye ve köylerinde Bayır-Bucak Türkler yaşamaktadır. Fransa ile Türkiye arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması'na 
göre Türkçe konuşan nüfusun bulunduğu bazı bölgeler Fransız manda yönetimine bırakılmıştır. Hatay, 1939 yılında Türkiye topraklarına katılmışsa da, Bayır-Bucak bölgesi Suriye devletinde kalmıştır. (Wikipedia) Lazkiye, Bayır-Bucak’ta Hatay şivesi konuşuluyor. “Türkmenler genellikle “Berdeli ağzı” dediğimiz bizim Urfa, Halfeti bölgesindeki şiveyi andıran bir Türkçe konuşurlar.” (Ortaylı, 2014) Araştırmayı yaparken konuştuğum ve yayın organlarından takip ettiğim kadarıyla Suriye Türkmen lehçesinin Türkiye’de konuşulan lehçelerden pek bir farkı yok diyebilirim kendi adıma. Türkmenler kendi ifadelerinde de örf ve adetlerini muhafaza etmeye çok ihtimam gösterdiklerini her fırsatta vurguluyorlar. Araplaştırma politikasının bir sonucu olarak Humus ve iç kesimlerde dil ve kültürün Araplaşmış olduğu da kabul gören bir gerçek. Daha sonra ayrıntılı şekilde değinilecek olan Bayır-Bucak tanımın basit coğrafi bir açıklamasını yapmak gerekirse: Bucak Bölgesi kıyı şeridine Bayır ise tepe bölgelere verilen isimdir. Lazkiye, birçok açıdan stratejik öneme sahiptir. Sınırları içinde Türkmen Dağı ve Cebel el-Ekrad’ı6 da barından Bayır-Bucak bölgesi, coğrafi konumu, yükseltisi ve demografik unsurlarıyla Suriye Türkmenleri adına kilit bir bölgedir. (Sivri, 2015) Türkmenlerin etnik bakımdan nüfus sayımlarına dahil edilmediğine değinilmişti bu sebeple Lazkiye’de tam olarak nüfus sayımı 
bakımından bir veri sunmak Türkmenler için söz konusu olamıyor. Ancak Hatay’ın Yayladağı ilçesinden Lazkiye’ye kadar ve içlere doğru Bayır-Bucak bölgesinin tamamında Türkmen yerleşimlerin hakim olduğunu söylemek gerekir. Türkmenler, Lazkiye’de Bayır, Bucak, Burç İslam ve Sulayıp Türkmen gibi ana yerleşim yerlerinin yanı sıra bölgedeki köy ve kasabalarda yaşamaktadırlar. Lazkiye’nin jeopolitik açıdan Suriye’de ayrıcalıklı bir yerde olması ve buralarda da Türkmenlerin yerleşim sahibi olmaları elbette ki Suriye’deki Türkmenlerini 
tehlikede bırakan bir diğer olgudur. Bayır-Bucak tanımı birkaç açıdan incelenecek olsa da liman kenti Lazkiye hakkındaki genel bilgiler bunlardır. 

Halep’te Türkmenler 

Suriye’nin güncel konumu itibariyle özellikle Türkiye ve Türkmenler için hayati sembolik anlamları olan Halep Suriye'nin coğrafi bakımdan da Suriye’nin en büyük ikinci kentidir. (ACAPS, 2013) Önemli yerleri arasında iç savaş sonrası gündemdeki önemleri artarak var olan Azez, Ayn-el Arab7 ve Fırat’ın batı kıyısındaki Cerablus’tur. Halep, 2011 yılındaki 

Suriye İç Savaşı ve Halep Muharebesi'nin başlangıcına kadar tarihi mimarisini başarılı yenileme sürecinden geçirmiştir ve "2006 İslam Kültür Başkenti" unvanını kazanmıştır. (ARCHNET) Halep'te birçok etnik kökenden topluluk yaşamaktadır. 2011 yılındaki resmi olmayan tespitlere göre Halep’in nüfusu 4,5 milyonun üzerindedir. Bu nüfus içerisinde yine resmi olmayan verilere göre Türkmenler Halep’te 900.000’in üzerinde bir varlığa sahiptirler. (Aleppo) Halep, nüfus yapısı esas itibari ile Arap ve Türkmenlerden oluşmaktadır. Şehir 
nüfusunun ise yarısı Arap, yüzde kırka yakını Türkmen olarak tahmin edilmektedir. 

Suriye’de yapılan son resmi nüfus sayımının 2004’te yapılmış olması ve yine belirtildiği gibi bu sayımın uyruklar yok sayılarak yapıldığından dolayı nüfus sayımları ve yapılan tahminler objektif olmaktan uzaktır. Birçok kaynaktan edinilen bilgiler ışığında içinde bulunulan durumun hassaslığından dolayı tahminler ‘üç aşağı beş yukarı yapılmaya’ çalışılmaktadır, bu durum sadece bu çalışmada değil Suriye’deki azınlık nüfuslarının belirlenmeye çalışıldığı tüm güncel çalışmalarda ne yazık ki böyle gözlenmektedir. Yine burada da nüfus sayımı üzerine veriler elde etmeye çalışırken milliyete göre nüfus sayımı yapılmıyor oluşu karşımıza bir engel olarak çıkmaktadır yine de bu sayısal verilerde olabildiğinin en güncel verilerine ulaşma konusuna ihtimam gösterilmiştir. Yine Halep’teki yerleşimlerin Türkçe isimleri de zamanla Arap laştırma politikası gereği değiştirilmiştir. 

Humus’ta Türkmenler 

Lübnan sınırına yakın bulunan Humus’ta Türkmen varlığının diğer etnik gruplara göre çoğunluğu bilinmektedir zira araştırmalara göre 11.yüz yılda Suriye’de gerçekleşen bir deprem sonrasında Humus’taki yerleşim yerlerinin neredeyse tamamı yıkılmış ve yeni kurulan yerleşimler Zingiler (Büyük Selçukluların Halep Atabeyliği) ile Selçuklulardan gelen 

Türkmenler tarafından inşa edilmiş. Bu sebeple bu yerleşim sonrası nüfusun çoğunluğunu da Türkmenler oluşturmaktadır. 

Şam Türkmenleri 

Şam’a Türkmen göçü çeşitli evrelerden geçmiştir bunlar Osmanlı’da yaşayan zengin Türkmen aileleridir. Sonrasında İsrail’in Golan Tepelerini işgaliyle başlayan süreçte göç etmek durumunda kalan Türkmenler ile Cumhuriyet’in erken dönemlerinde göç edenler ve son 800 kişilik Türkmen ailesi göçleridir. (Kirişçioğlu) Şehir merkezinde yaşayan Türkmenler bahsedilen Araplaştırma politikalarının bir sonucu olarak asimile olmuşlardır. Buradaki Türkmenlerin Türkçeyi unuttukları görülmektedir zira Türkiye ile ilişkilerini ticari manada 
canlı tutan Türkiye komşusu Suriye vilayetleri ile Suriye’nin içlerinde yaşayan Türkmenler, Türklüklerini aynı oranda koruyamamaktadırlar. 

1.3 Suriye Türkmenlerinin Resmi Ve Gayri resmi Örgütlenmeleri 

Suriye’de Türkmenlerin bir alanda örgütlenmelerine değinmeden önce Suriye’deki siyasi kültürden ve toplumun siyasetin ne kadarında etkili olabildiğinden bahsetmek gerekir. Zira siyasi bir oluşuma varmasa dahi Suriye’de iç savaş öncesi her hangi bir etnik kökene mensup Suriye sakininin bir örgütlenme içinde bulunması pek mümkün bir iş değildi. Suriye’deki örgütlenmeler hakkında bilgi almak istediğim bir Suriye Türkmeni de bu konuya ilişkin yaptığımız konuşmada bu minvalde şeyler söyledi. 

“O zamanlar Suriye’de genel olarak Baas haricinde bir dernek ya da siyasi bir parti kurmak imkansızdı çünkü üç Suriyeli bir araya gelemiyordu. Türkmenler aynı boy-ırktan oldukları halde kendi aralarında bu konularda iletişim kuramıyorlardı. Bu durum Arap Baharı-ki biz devrim deriz bu akademik adıdır.-başladıktan sonra Türkmenler Suriye halkıyla beraber her türlü mücadelede yer aldı.” M.Ö.(Suriye Türkmen’i, E, 23, Humus/köyü, öğrenci) 

Baas rejiminin sıkıyönetiminde yaşayan, etnik köken ayırmaksızın Suriye halkı siyasi manada Arap Baharı öncesinde büyük çaplı bir örgütlenmenin içine girmemişlerdir. Gerek Suriye gizli servisi olan ‘El-Muhaberat’ın Baas yönetiminde çok güçlü bir teşkilat olması gerek Suriye’de Baas öncesi dönemde de Araplaştırma politikasından kaynaklanan her hangi bir etnik köken 
odaklı yapılanmaya girilemeyişi, bölgede Suriye Türkmenlerinin siyasi örgütlenme bakımından edilgen ve yönetime bağlı oluşunu getirmiştir denilebilir. Suriye’de devrim öncesinde Suriye Türkmenlerinin örgütlenmeleri üzerine Suriye’deki iç savaş sonrası Rusya’nın bölgeye askeri müdahalesi akabinde, kendisine yöneltilen bu yöndeki sorulara Suriye Türkmen Meclisi Başkanı ise “Kesinlikle Suriye Türkmenleri zaten örgütlenmemiş bir toplumdur. Baas rejiminin oradaki yönetiminden dolayı, her hangi bir resmi ideolojiye sahip 
değillerdir doğal olarak ılımlı, kendi kültürlerini yaşayan, dinlerini kültürel olarak algılayan bir toplumdur. Sadece Suriye Türkmen Meclisi çatısı altında birleşmişlerdir. Biz ılımlı bir toplumuz tıpkı Anadolu’da yaşayan Türkler gibi” (Mustafa , 2015) diyerek Suriye’deki kriz sonrası ortaya çıkan Türkmen hareketlerinin de bir nefsi müdafaa mahiyetinde olduğuna vurgu yapmıştır. Suriye siyasal kültür tarihçesi de göz önünde bulundurulursa multikültürel bir yapının hiç var olmadığı gözlemlenmektedir. Bu sebeple Suriye’de var olan siyasi örgütlenmeleri ele almak yerine bunun neden ele alınamadığı açıklanmaya çalışıldı. 

Suriye’de etnik siyaset bir tepkiyle, iç savaşla beraber başlayan bir olgu olmakla beraber iç savaş sonrası politikada ve sahada oluşturulmaya çalışan siyasi oluşumlar, sorunları çözmeye yönelik oluşumlar olmuştur ki bunlara ikinci bölümde değinilecek. 

1 Özellikle Kuzey Irak bölgesinde yaşayan Türklerin büyük bir kısmı, aynen ülkemizde olduğu gibi, Sünni / Hanefi ve tarikat olarak da Bektaşi idi. Bunları Erbil, Tuzhurmatı, Köy Sancak taraflarında görülüyor. Bölgede 
bunlara Kakai deniliyor. Bektaşilik, güçlü iken, kapatılmadan önce Erbil Türkmenleri Şii Caferi idiler. O sebeplerle bu iki Türkmen gurubu arasında mezhep, tarikat ve meşrep farklılığı bulunuyordu. (Bayatlı, 2013) 
2 Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 7. maddesi, “Suriye’deki Türkmenlerin resmi dillerinin Türkçe olması ve tüm kültürel sosyal haklarının korunmasını” içermektedir. 
Dolayısıyla Ankara Anlaşması Suriye Türkmenleri konusunda Türkiye’ye garantörlük vermiştir. 
3 Bu paragraf, yaptığım okumalar, karşılaştığım çeşitli küresel ve yerel kaynaklar sonrası edindiğim şahsi fikirdir. 
4 XVII. Yüzyılda Arap aşiretlerinin Türkmen yerleşimleri tahrip etmesi üzerine Türkmenler Harran ve Akçakale’den güneye doğru Rakka’da iskan edildiler. 
5 Bu grafikte Türkçeyi unutup asimilasyona uğramış Türkmenler de dahil edilmiştir. 
6 Cebel el-Ekrad, Lazkiye'nin kuzeydoğu kırsalında yer alıyor. Tepeler, Lazkiye'den Deraa'ya kadar tüm savaş sahasında ön/ilk savunma cepheleri olmaları nedeniyle 
önem arz ediyor.Cebel el-Ekrad da bu tepelerden biri. 
7 YPG, Ayn el-Arap'ı 19 Temmuz 2012 tarihinde ele geçirdi ve resmi adını Kobanê olarak değiştirdi. 
8 Es’a’d mı yoksa Es’e’d mi sorusu çalışmayı yaparken kafamı kurcalayan sorulardan biri olmuştu ve Arapça Türkçe seslendirirken ince okunan “sin” harfiyle yazılmaktadır 
ve isim yazılışı  .. “arslan” anlamına gelmektedir kısacası Esed diye okunması doğru olan telaffuzudur. 
9 Beşar Esad'a bağlı silahlı bir teşkilattır. 
10 Camii aynı zamanda göstericilerin yaralananlara müdahalede bulunduğu da bir toplanma yeriydi. 


***