REKABET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
REKABET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ekim 2020 Salı

Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri., BÖLÜM 1

Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri.,  BÖLÜM 1 





Avrupa Birliği Üyesi Ülkeler, Borç Krizleri, Küresel, Finansal Kriz, Rekabet, Ödemeler Dengesi, Kredi Havuzu, Finansal İstikrar Mekanizması,Yunanistan Krizi,


Avrupa Birliği’nde Küresel Finansal Krize Karşı Alınan Önlemler ve Birliğin Rekabet Gücünün Arttırılmasına Yönelik Girişimler: 

“ Euro Rekabet Paktı ”  (Mayıs 2011) Ankara 

İÇİNDEKİLER 

GİRİŞ ........................................................... 1 

1. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri ...... 3 


1.1. Yunanistan Krizi ............ 3 

1.2. İrlanda Krizi .................. 5 

1.3. Portekiz Krizi ................. 7 

1.4. Yapısal Sorunların Aşılmasına Yönelik Avrupa Birliği Düzeyinde Tedbir Alınması İhtiyacı.......... 8 


2. Krize Karşı Alınan Çözüm Önlemleri ve Geliştirilen Mekanizmalar ....... 10 


2.1. Ödemeler Dengesi Fonu (Balance of Payments Facility) .... 10 

2.2. Kredi Havuzu (Pooled Loans - Greek Loan Facility) ............. 11 

2.3. Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması (European Financial Stability Mechanism- EFSM) ........... 11 

2.4. Avrupa Finansal İstikrar Fonu (European Financial Stability Facility – EFSF) .......................... 13 

2.5. Avrupa İstikrar Mekanizması (European Stability Mechanism-ESM) .... 14 


3. Rekabet Paktı (Competitiveness Pact) ............ 18 


3.1. Paktın İçeriği ....... 20 

3.2. Rekabet Paktına Yönelik Eleştiriler ...... 21 


4. Euro Rekabet Paktı (Euro Plus Pact) ....... 24 


4.1. Paktın Kapsamı ................ 24 

4.2. Paktın Temel Prensipleri ........... 25 

4.2.1. Rekabet Gücünün Arttırılması ......... 30 

4.2.2. İstihdamın Arttırılması ............. 31 

4.2.3. Kamu Maliyesinde Sürdürülebilirliğin Sağlanması .. 31 

4.2.4. Mali İstikrarın Güçlendirilmesi ......... 32 

4.3. Somut Yıllık Taahhütler ............ 33 

SONUÇ ................... 34 

KAYNAKLAR ......................... 37 


GİRİŞ 


    2008 yılı Eylül ayında, ABD.nin dördüncü büyük yatırım bankası olan Lehman Brothers.ın iflas etmesiyle patlak veren kriz kısa sürede tüm dünyaya yayılarak küresel çapta bir mali ve reel sektör krizine dönüşmüştür. Krizin olumsuz etkileri Avrupa Birliği (AB) nde de ciddi boyutlarda hissedilmiş ve Euro Alanı 2009 yılında % 4,1 oranında küçülerek tarihindeki en büyük daralmayı yaşamıştır.1 

    Yaşanan küresel kriz, AB ülkelerinde kamu açıkları ve borç stoklarının ciddi boyutlarda artmasına ve birçok üye ülkede kamu maliyesinin sürdürülebilirliğinin  tehlikeye girmesine neden olmuştur. 

    Nitekim 2006 yılında 7,1 trilyon Euro olan AB hükümetlerinin borç yükü 2009 yılı sonunda kurtarma paketlerinin de devreye girmesi ile 8,6 Trilyon Euro.ya yükselmiştir.2 

Euro Alanı ülkelerinin ekonomik performanslarında son yıllarda gözlemlenen gerileme ekonomik krizle birlikte daha da belirgin bir hal almış ve bu durum  Euro.nun, dolayısıyla Ekonomik ve Parasal Birliğin ve nihayetinde AB.nin geleceğine dair endişeleri artırmıştır. 

Özellikle Almanya ve Fransa gibi AB.nin siyasi bir proje olduğunu savunan bazı AB ülkeleri, mevcut AB politikalarının yaşanmakta olan sorunların çözümünde yetersiz kaldığını, özellikle Euro Alanı.nda makroekonomik gözetimin ötesinde bir  ekonomik koordinasyona ihtiyaç duyulduğunu ve bu çerçevede AB düzeyinde yeni mekanizmalar oluşturulması gerektiğini savunmaktadır. 

Bu yaklaşım çerçevesinde, yalnızca para politikasının değil, üye ülkelerce uygulanacak maliye politikalarının da AB ölçeğinde çok daha sıkı kurallara tabi tutulması ve Euro Alanı ülkeleri arasındaki ekonomik yakınsamanın artırılması için ekonomik politikaların uyumlaştırılması büyük önem arz etmektedir. 

Her ne kadar henüz AB düzeyinde gelecekte uygulanacak mekanizmaların kapsam ve derinliğine ilişkin tam bir mutabakat oluşmamış olsa da, küresel kriz ve bunun sonrasında gerek AB gerekse AB üyesi ülke ekonomilerinin bu krize verdiği tepki, AB.de ekonomik yönetişim alanında kapsamlı reformlar yapılması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Bu kapsamda, ilk olarak 29 Eylül 2010 tarihinde, İstikrar ve Büyüme Paktı.nın kabulünden bu yana AB.nin Ekonomik yönetişiminde en önemli aşamayı temsil eden ve başta Euro Alanı olmak üzere, AB.de bütçesel ve makro ekonomik gözetim ve denetimi güçlendirmeyi amaçlayan kapsamlı bir ekonomik yönetişim paketi kabul edilmiştir. Ayrıca, makro ekonomik istikrarsızlıkları gidermeye yönelik olarak alınan önlemler çerçevesinde, Avrupa İstikrar Mekanizması.nın oluşturulması planlanmış ve söz konusu mekanizmanın 2013 yılının ortasında faaliyete geçmesi kararlaştırılmıştır. 

Bununla birlikte, Euro Alanı.nda yaşanan borç krizlerinde AB ve AB üyesi ülkelerin küresel ölçekte rekabet gücündeki gerilemenin de önemli ölçüde etkili olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, 4 Şubat 2011 tarihinde Almanya tarafından, Fransa.nın da desteğiyle, üye devletler tarafından birçok ekonomik ve sosyal reformun gerçekleştirilmesini öngören bir Rekabet Paktı.nın oluşturulması önerilmiştir. Söz konusu Pakt aracılığıyla AB üyesi ülkelerin ekonomileri arasında daha güçlü bir yakınsamanın sağlanması ve üye devletlerin rekabet gücünün kalıcı ve sürdürülebilir bir şekilde arttırılması hedeflenmektedir. Böyle bir Pakt fikrinin ortaya atılmasında, ekonomik ve parasal birliğin güçlendirilmesi için para politikalarının yanı sıra bütçe ve maliye politikalarının da AB düzeyinde belirlenmesine duyulan ihtiyaç ve AB.nin Çin gibi rekabet gücü yüksek ekonomilere ayak uydurmakta zorlanmış olması gibi unsurlar etkili olmuştur. 

Bununla birlikte, Pakt.ın oldukça katı ve bağlayıcı hükümler içermesi birçok üye devletin Pakta karşı çıkmasına neden olmuştur. 

Bu kapsamda yürütülen çalışmalar çerçevesinde, Paktın içeriği yumuşatılmış ve ismi Euro Rekabet Paktı (Euro Plus Pact) olarak değiştirilerek, 24-25 Mart 2011 tarihli Avrupa Konseyi.nde kabul edilmiştir. Halihazırda Euro Alanı dışında olan Bulgaristan, Romanya, Polonya, Letonya, Litvanya ve Danimarka da Pakt.a katılma yönündeki iradelerini belirtmişlerdir. 

Bu çalışmanın amacı, AB.de son dönemde yaşanan krizleri karşı alınan önlemler çerçevesinde son dönemde benimsenen Euro Rekabet Paktı.nın gelişim sürecini ve içeriğini ortaya koymaktır. Bu kapsamda, çalışmanın ilk bölümünde AB üyesi ülkelerde yaşanan borç krizleri ve nedenlerine değinilecek, ikinci kısımda AB.nin krize karşı aldığı önlem ve çözüm mekanizmaları anlatılacak, üçüncü kısımda ilk olarak Almanya ve Fransa tarafından önerilen Rekabet Paktı.nın içeriği ortaya koyulduktan sonra, Paktın bu ilk versiyonuna karşı çıkan ülkeler ve karşı çıkma sebepleri tartışılacak, dördüncü kısımda ise Euro Rekabet Paktı.nın kabul edilmesiyle sonuçlanan süreç ve üzerinde mutabakata varılan Pakt.ın içeriği anlatılarak sonuç kısmında özet bir değerlendirme yapılacaktır. 

1. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri 

Euro Bölgesi.ne dahil olan üye devletlerde ortak para birimi olan Euro.nun kullanılması ve bu ülkelerde para politikasının Avrupa Merkez Bankası (AMB)  aracılığı ile tek bir elden yürütülüyor olması, söz konusu ülke ekonomilerinin birbirine sıkı bir şekilde bağlı olmasına ve bir Euro Bölgesi ülkesinde meydana 

gelen olumsuz gelişmelerin diğer Euro Bölgesi ülkelerine de kısa sürede yayılmasına yol açmaktadır. Bu hususun yanı sıra, AB üyesi ülkelerin finans ve reel sektörlerinin yüksek entegrasyon düzeyi de ülkelerin birbirinden etkilenme seviyesini ve hızını artırmaktadır. Nitekim 2010 yılının ikinci çeyreğinde  Yunanistan.da patlak veren borç krizi, kısa sürede diğer Euro Bölgesi ülkelerini ve hatta ekonomik ve parasal birliğin geleceğini tehdit altına sokmuştur. 

Başta Almanya olmak üzere bazı üye ülkelerin Yunanistan.a yardım konusunda isteksiz olması, piyasalarda panik havasının yayılmasına neden olmuş ve sonuçta kamu maliyesi ve bankacılık kesimleri sorunlu olan İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya ve Belçika da borç krizine sürüklenme tehdidi ile karşı karşıya kalmışlardır. 

Bu gelişmeleri takiben kamu borcunun çevrilebilirliğine ilişkin sorunlar nedeniyle AB.ye yardım talebi ile başvuran Yunanistan için 10 Mayıs 2010 tarihinde AB-IMF ortak operasyonuyla 110 milyar Euro tutarında bir kurtarma paketi açıklanmıştır. Ardından, 28 Kasım 2010.da İrlanda, bankacılık sektöründe yaşadığı sorunlar nedeniyle AB.ye yardım talebi ile başvurmuş ve İrlanda için AB-IMF işbirliğinde 85 milyar Euro tutarında bir kurtarma paketi açıklanmıştır. 

Son olarak Portekiz 6 Nisan 2011 tarihinde AB.den yardım istemiş olup, Portekiz.e AB-IMF işbirliğinde 78 milyar Euro tutarında yardım yapılması kararlaştırılmıştır. 

Yunanistan, İrlanda ve Portekiz de yaşanan borç krizleri nedenleri ve sonuçları ile birlikte aşağıda anlatılmaktadır. 

1.1. Yunanistan Krizi 

Uzun süredir gündemde olan yapısal reformların bir türlü hayata geçirilememesi ve dış borçlanmayla sağlanan mali kaynakların doğru kullanılamaması gibi  hususlar küresel krizin yarattığı olumsuz etkilerle birleşmiş ve Yunan ekonomisinin ciddi ölçekli bir krize sürüklenmesine yol açmıştır. 

İzlenen politikalar çerçevesinde, ekonomik büyümenin temel olarak dış borç kaynaklı olması orta ve uzun vadede Yunanistan.ın kamu borçlarında çok ciddi boyutta artışa yol açmıştır. 2000 yılında 150 milyar Euro seviyesinde olan Yunanistanın kamu borçları, geçtiğimiz on yıl içerisinde % 100 oranında artış göstererek, 2009 sonu itibarıyla 300 milyar Euro seviyesine yükselmiştir. 

Kamu borçlarındaki ciddi oranlı artışa rağmen, kamu gelirlerinde aynı oranda artış sağlanamamıştır. 2001 yılında GSYH.nin % 21,8.i seviyesinde olan vergi gelirleri 2009 yılında GSYH.nin % 19.una düşmüş olup, bu oran AB ülkeleri içindeki en düşük orana tekabül etmektedir. 

Bu hususlara ilave olarak, yaşlanan nüfus dinamikleri dikkate alınarak hayata geçirilmesi gereken sosyal güvenlik reformu gibi yapısal reformların sürekli  ertelenmesi de bütçe dengesini bozucu ilave unsurlar olarak ortaya çıkmıştır. 

Diğer taraftan, toplam 100 milyar Euro tutarındaki AB desteği ile üye devletler arasında en çok AB kaynağı alan Yunanistan bu imkanı doğru bir biçimde  kullanamamış, yanlış ve neticelendirilemeyen alanlara aktarılan AB menşeli kaynakların kullanımında yolsuzluk iddiaları da gündeme gelmiştir. 

Tüm bu sorunlara ilave olarak, uluslararası finansal kriz Yunanistan.ın gelirlerinde önemli oranda düşüşe sebep olmuştur. 

Ülkenin döviz kaynakları için hayati önem taşıyan ve toplam milli gelirde önemli payı bulunan turizm gelirlerinde 2009 yılında % 15.in üzerinde azalma  gözlemlenmiştir. Diğer taraftan dünyadaki yük gemilerinin % 20.sine sahip olan ve deniz yolu taşımacılığında ilk sırayı alan Yunanistan, yine kriz sebebiyle dünya mal ticaretindeki daralmadan en fazla etkilenen ülkelerden birisi olmuş ve 2009 yılında taşımacılık gelirlerinde % 30 civarında bir düşüş gerçekleşmiştir. 

Tablo 1.de, 2006-2010 yılları arasında Yunanistan.daki büyüme hızı, kamu borcu/GSYH oranı, bütçe açığı/GSYH oranı ve faiz oranları görülmektedir. 

Tablo 1: Temel makroekonomik göstergeler-Yunanistan 


Kaynak: Eurostat, erişim tarihi 22.04.2011. 

p: geçici değer (provisional value) 


 Tablo 1.deki verilerden de görüleceği üzere Ekonomik ve Parasal Birliğe dahil olan Yunanistan, Maastricht Kriterleri.ne uyum bağlamında son yıllarda giderek kötüleşen bir performans sergilemiştir. 

Yunan hükümeti, 2009 yılında % 12,7 olarak açıkladığı bütçe açığını 2012 yılında % 2,8'e indirmek için 14 Ocak 2010 tarihinde bir istikrar programı açıklamıştır. 

Ancak, daha sonra Yunanistan'ın 2009 yılındaki bütçe açığının GSYH.nin % 15,4.ü düzeyinde olduğu ortaya çıkmış, bu durum Yunanistan.a olan güvensizliği daha da artırmıştır. Bütçe açığına ilişkin söz konusu rakam, Euro Bölgesi ülkelerinin Maastricht Kriterleri çerçevesinde uyması gereken % 3 sınırının beş katına tekabül etmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

5 Mart 2017 Pazar

SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ: 1992-2010., BÖLÜM 1



SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ: 1992-2010., BÖLÜM 1 



Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY.* 
*İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi. 



Özet: 

Soğuk Savaş sonrası Türkiye-Rusya ilişkilerini İmparatorluk ve SSCB dönemi ilişkilerinden ayıran en önemli faktör günümüzde iki ülke halkları arasında artan doğrudan temaslardır. Hem Türkiye hem Rusya dinamik bir siyasal ve ekonomik dönüşüm sürecinden geçmektedir. İlişkilerin gelişmesinde ekonomik ilişkilerin yanı sıra, günümüzde her iki ülkenin dış politikalarında genel çerçevede benzer yaklaşımların oluşması ve yükselen politik diyalog etkilidir. İki ülke arasındaki ilişkiler henüz stratejik ortaklık seviyesine çıkamasa da enerji, ticaret gibi alanlarda stratejik boyuta ulaşmıştır. Türk-Rus ilişkilerinin genel yapısı işbirliği ve rekabetin önümüzdeki yıllarda da devam edeceğinin işaretlerini taşımaktadır. İki ülke de aralarındaki yüzlerce yıllık jeopolitik mücadeleyi jeoekonomik işbirliğine çevirmeye çalışmaktadırlar. 

Anahtar kelimeler: Türk-Rus İlişkileri, İşbirliği, Rekabet, Stratejik Ortaklık, Politik diyalog 

Küresel ve bölgesel barışın tesisi ve korunması açısından, tarihi, etnik ve kültürel bağlar ile coğrafik konumlarından dolayı Türkiye ve Rusya, bulundukları bölgede 
istikrar ve işbirliği açısından çok önemli bir yer işgal etmektedirler. Türkiye ve Rusya, sahip oldukları ekonomik, politik, tarihi ve kültürel ağırlıklarıyla karşılıklı 
ilişkilerinin 500 yılı aşkın geçmişinde hem birbirlerini, hem de ilişkide oldukları ülke ve halkları etkilemişlerdir. Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler günümüzde 
ulaştığı bu seviyeye birçok değişik merhalelerden geçerek, inişli-çıkışlı bir seyir izleyerek ulaşmıştır. Dönemsel çatışma ve işbirliği süreçlerinin sarmaladığı bu 
tarihi geçmiş ülkelerin toplumsal hafızalarında köklü izler bırakmıştır. 

İmparatorluk döneminde birbirlerini rakip olarak gören bu iki büyük ülke defalarca karşı karşıya gelmişlerdir. Ancak, imparatorluk dönemi sadece savaşlara değil zaman zaman kısa süreli de olsa işbirliği ve ittifak dönemlerine de Şahit olmuştur. 1798, 1805 ve 1833 yıllarında yapılan işbirliği ve ittifaklar buna örnektir. 
İmparatorluk çağlarının bitmesinden hemen sonra 1920.ler ve 1930.larda olumlu bir ilişki grafiği çizmelerine rağmen Soğuk Savaşın başlamasıyla birlikte yeniden kendilerini farklı kulvarlarda bulmuşlardır. Soğuk Savaş.ın sınırlayıcı atmosferinde bile iki komşu ülke, ilişkilerde yaşadıkları inişli-çıkışlı rota sebebiyle azami dikkat göstererek azami fayda sağlamaya da uğraş göstermişlerdir. 

Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikada meydana gelen köklü değişmeler, Türk-Rus ilişkilerinde tabuların yıkılmasında ve sınırların ortadan kalkmasında en önemli faktör olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu köklü değişmeler iki ülke ve iki halk arasındaki ilişkilerin geniş çaplı ve derinlemesine ele alınmasını gerektiren yeni bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler 1990.lı yıllardan itibaren gerçek anlamda dinamizm kazanmıştır. Soğuk Savaş.ın bitmesi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği.nin (SSCB) dağılmasından sonra Türkiye ve Rusya, ikili ilişkilerini oluşmakta olan koşullara göre yeniden Şekillendirmeye başlamışlardır. 

Soğuk Savaş atmosferinden çıkan iki yakın komşu ülke açısından yeni dönem oldukça ümit vaat edici olarak başladı. İlk yıllarda hızlı bir Şekilde başlayan 
yakınlaşma süreci hem Türkiye.den hem de Rusyadan kaynaklanan bazı sebeplerden dolayı istenildiği seviyeye ulaşamamıştır. Türkiye.nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile geliştirdiği “büyük abi” ya da “model ülke” rolü ister istemez eski Sovyet coğrafyasını ve özellikle Orta Asya.yı arka bahçesi olarak gören Rusya.nın tepkisini çekmiştir. Bu yıllarda Çeçen ve Kürt sorununa yaklaşımda yaşanan farklılıklar iki ülke arasındaki ilişkilerde hissedilir bir gerginliğe yol açmıştır. Bu yüzdendir ki kimi zaman ilişkilerin Soğuk Savaş döneminden çıkıp Soğuk Barış dönemine girdiği ifade edilmiştir. 

1990.lı yıllar iki ülke arasındaki ilişkilerin en sorunlu olduğu yıllar olarak karşımıza çıkmaktadır. İki ülke arasındaki gerek ticari-ekonomik ilişkilerin gerekse politik ilişkilerin seyri bu dönem içerisinde apayrı bir yön izlemiştir. İşbirliği ve rekabetin içi içe geçtiği bu dönemin en önemli kalemini ekonomik ilişkiler oluşturmaktadır. 1991.den itibaren sürekli gelişme gösteren ticari-ekonomik işbirliği ikili ilişkilerin gelişmesinde adeta lokomotif rolü oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir. Bu yıllarda politik ilişkiler her zaman ekonomik ilişkilerin gölgesinde kalmış ve hiçbir zaman ekonomik ilişkiler seviyesine çıkamamıştır. 
Ancak, 2000.li yıllara girildiğinde iki ülke arasındaki politik ilişkilerde hızlı bir gelişme yaşandığını görmekteyiz. SSCB.nin dağılmasından itibaren geçen 20 yıllık sürede ekonomik ilişkilerin aldığı hızlı ivme bir süre sonra siyasi ilişkilere de etki etmiştir. Bunun en bariz göstergesi hızla artan ticaret hacmi ve iki ülke liderleri arasında gerçekleşen birçok üst düzey ziyarettir. Yakın zamanda vizelerin kaldırılması ve nükleer alanda işbirliğine dair atılan karşılıklı imzalar bu 
gelişmenin en bariz göstergeleridir. İki ülke ilişkileri Soğuk Savaş sonrası geçen 20 yılda “yakın komşuluk”, “işbirliği”, “genişletilmiş ortaklık”, “çok boyutlu 
ortaklık”, “derinleştirilmiş ortaklık” ve son olarak “stratejik ortaklık” Şeklinde farklı tanımlamalarla isimlendirildi. Günümüzde stratejik ortaklık konusu artık üst düzeyde gerçekleştirilen resmi ziyaretlerle birlikte daha sık dile getirilir olmuştur. Önceleri sadece bir temenni olarak iki ülke diplomatları ve politikacıları tarafından dile getirilen ilişkilerde “stratejik ortaklık” boyutu artık daha yüksek sesle ve daha geniş çevrelerce dile getirilmektedir. 

Geçen yıllar içerisinde Türkiye ve Rusya ekonomik ilişkilerinde yakaladıkları ivmeyi politik ilişkilere yansıtmayı tam olarak başarabilmişler midir? Son yıllarda 
ilişkilerde gözlemlenen yakınlaşmanın arka planında yatan ekonomik ve politik sebepler nelerdir? Türkiye ve Rusya ilişkileri stratejik ortaklık yoluna mı girdi 
yoksa gerçekten de stratejik ortaklık seviyesine mi ulaştı? Bu makalede, tüm bu ve buna benzer soruların cevabını verebilmek ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin 
günümüzde gelmiş olduğu seviyeyi ortaya koyabilmek için Soğuk Savaş sonrası kurulan ilişkilerin yapısının gözden geçirilmesi ve ayrıntılı analizi amaçlan maktadır. Bütün bu noktalardan hareketle iki ülke arasındaki ilişkilerin analizi sadece siyasi ilişkilerin incelenmesinden ibaret dar anlamıyla değil; ekonomik ve kültürel ilişkilerin de beraberinde, birbiriyle ilintilendirilerek tahlil edildiği geniş bir çerçevede yapılacaktır. 


1. İKİLİ İLİŞKİLERDE ÜÇ FARKLI DÖNEM, 


Soğuk Savaş sonrası Türk-Rus ilişkilerini 1990 lı ve 2000 li yıllar olarak ya da ekonomik ve politik ilişkiler bağlamında inceleyebileceğimiz gibi, önemli 
dönemeçlerin yaşandığı tarihsel sürece bakarak üç farklı dönemde incelemek de mümkündür.1 

Birinci dönem 1992-1999 arasındaki ilk yıllardır. Bu dönemde yükselen ekonomik ilişki grafiğinin bütün zorlamalarına rağmen her iki ülke de enerji, etnik, bölgesel gibi birçok alanda rekabeti öne çıkararak bu dönemi yeterince değerlendirememişlerdir. Bu yüzden politik anlamda birinci dönem Türk-Rus 
ilişkilerinin kayıp yıllarıdır diyebiliriz. Kayıp olarak tabir ettiğimiz birinci dönemi bitiren 1999 yılının Aralık ayında Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit in Moskovaya 
gerçekleştirdiği ziyaretti. Bu ziyaretle Türkiye, Çeçenistan konusunun Rusyanın iç işi olduğunu açıkça ilan ederek 1990 lı yıllarda ilişkilerde kriz çıkartan etnik 
kartların artık masadan kaldırılması gerektiğini belirterek bir anlamda birinci dönemi kapatan adımı atmıştı. 

İkinci dönem, 2000-2008 arası yılları kapsar. Bu yıllar, her iki ülkenin yürüttükleri rekabetin ilişkiler bütününe verdiği zararı ve rekor düzeyde yükselen ekonomik ilişkilerin ortaya koyduğu faydayı göz önüne alarak, buradan çıkardıkları derslerle aralarındaki güven ilişkisini güçlendirme yönünde arayış 
içerisine girdikleri yıllardır. Bu yüzden politik anlamda ikinci dönem Türk-Rus ilişkilerinin arayış yıllarıdır diyebiliriz. İkinci döneme baktığımızda da yine 
inisiyatif alan tarafın Türkiye olduğunu görmekteyiz. 2002 yılında iktidara gelen AKP yönetiminin parti programında Türkiye “Rusya Federasyonu ile Orta Asya 
ve Kafkasya’da rekabete değil işbirliğine dayanan dostça ilişkiler sürdürecektir” şeklindeki yaklaşımı bunun işaretlerini veriyordu.2 

Üçüncü dönemi 2008 sonrası yıllar olarak değerlendirebiliriz. ilk iki dönemin periyodundan hareketle önümüzdeki 7-8 yıllık periyodun Türk-Rus ilişkilerinde 
çok önemli rol oynayacağı öngörüsünü yapabiliriz. Önümüzdeki dönem iki ülke ilişkilerinde kayıp yılların arkada kaldığı ve arayışın bittiği işbirliği yılları olma 
potansiyeli taşımaktadır. 

2. EKONOMİK İLİŞKİLER 

Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkileri ekonomik ilişkiler ve politik ilişkiler olmak üzere iki boyuttan bakarak değerlendirmek gelenekselleşmiştir. Ekonomik 
ilişkilerin politik ilişkilerin lokomotifi rolünü oynadığı ve ilişkilerde adeta katalizör görevi gördüğü Türkiye-Rusya ilişkilerine ilgi duyan herkesin dile getirdiği bir gerçektir. Rusya ve Türkiye ekonomilerinin birbirini tamamlayıcı özellik taşıması Türkiye.nin Rusya ile olan ilişkilerine diğer ülkelerle olan ilişkilerinden farklı nitelik kazandırmaktadır. Türkiye Rusya.dan enerji ham maddesi ve diğer işlenmemiş ürünler ithal etmekte, bu ülkeye yaptığı ihracatta ise hazır mallar üstünlük teşkil etmektedir. 

Türk-Rus ticari ilişkilerinde Türkiye açısından geleneksel hale gelmiş bir dengesizlik söz konusudur. Türkiye.nin Rusya.dan yaptığı ithalat bu ülkeye 
yaptığı ihracatından oldukça fazladır. Bu da Türkiye aleyhine gittikçe artan bir ticaret açığı ortaya çıkarmaktadır. Türkiye nin artan ihtiyacı dolayısıyla Rusya dan aldığı enerji kaynaklarındaki fiyat artışının devam etmesi ithalatını büyütmekte ama ihracatı aynı oranda büyümemektedir. Rusya tarafından ise, bavul ticareti, turizm gelirleri, inşaat şirketlerinin gelirleri ve Türk şirketlerinin ağırlıkta olduğu taşımacılık sektörü gelirlerinin de eklenmesiyle aslında dengesizliğin Rusya aleyhine olduğu, Türkiyenin bu konuda açık üstünlüğe sahip olduğu belirtilmektedir.3 

İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2008 yılı verilerine göre 38 milyar dolar seviyesine ulaşarak rekor kırdı. Bu rakamın, bazı sorunların da çözülmesiyle çok 
daha ileri düzeye, 100 milyar dolara çıkarılması planlanıyor.4 Rusya Devlet Başkanı Medvedev.in 11-13 Mayıs 2010 tarihinde Ankara.ya gerçekleştirdiği 
ziyaret çerçevesinde Türk tarafının dile getirdiği ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılması isteği mümkün olmakla birlikte yakın vadede zor 
gözükmektedir. Ayrıca, mevcut ticari koşullar varlığını koruduğu müddetçe ticaret hacmi 100 milyar dolara çıkarılsa bile bu durumda Türkiye ihracat seviyesini 15-20 milyar dolara taşırken Rusya 80-85 milyar dolarlık bir ithalat düzeyine ulaşacaktır.5 Ankaranın bu açığı kapatması için Moskova nezdinde Türk iş adamlarına yönelik özel düzenlemeler yapılması; yatırım imkânları ve koşullarının hukuki çerçevede kolaylaştırılması, gümrüklerde mal fiyatlandırılması, bekletme gibi sorunların açığa kavuşturulması adına girişimlerde bulunması gerekmektedir.6 


2008 yılı itibariyle Türkiye.nin Rusya.ya olan ihracatı 6,4 milyar dolar, Rusya dan yaptığı ithalatı 31,3 milyar dolar olarak gerçekleşti. Küresel ekonomik krizin ve gümrüklerde yaşanan sorunun etkisiyle ticaret hacmi 2009 yılında 22 milyar dolara kadar gerilese de 1992 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacminin 
sadece 1,4 milyar dolar olduğu göz önüne alındığında gelinen seviye iki ülke için de büyük başarı. Her ne kadar artık önemini kaybetse de, bavul ticareti yoluyla 
Türkiye.nin 1992-2005 yılları arasında elde ettiği gelirin 60-70 milyar doları bulduğu belirtilmektedir.7 Turizm de iki ülke ekonomik ilişkilerinde önemli yer 
tutuyor. 2009 yılında yaklaşık 3 milyon Rusya vatandaşı turist olarak Türkiye.yi ziyaret etti.8 Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedevin 12 Mayıs 2010 tarihinde Ankaraya gerçekleştirdiği ziyarette vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması yönünde anlaşmaya varılması iki ülke arasındaki turizm ilişkilerini ileriki yıllarda 
daha da arttıracaktır. 

Günümüzde her iki ülke de birbirlerinin önemli ticari ortakları haline geldiler. Rusya.daki Türk yatırımları geçen yıllarda artmaya devam ediyor. Binlerce Türk 
işçisine istihdam olanağı da sunan Türk inşaat sektörünün Rusya pazarında yüklendiği işlerin toplamı 20 milyar doları buldu.9 Rusya açısından da Türkiye 
önemli bir ticari ortak haline geldi. Rusya.daki Türk yatırımları kadar büyük olmasa da Türkiyede de hatırı sayılır derece de Rus yatırımları var. Özellikle 
ulaştırma ve enerji alanındaki ilişkiler buna örnek gösterilebilir. Rusya ve Türkiye arasındaki ticari-ekonomik işbirliğinin en perspektifli alanlarından biri de enerji 
sektörüdür. Rusya enerji kaynakları açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Türkiye ise Rusyaya komşu ülkeler arasında enerji talebinin hızla arttığı 
ülkelerin başında gelmektedir. Bu faktörler iki ülke arasında enerji konularıyla ilgili uzun dönemli işbirliğinin temelini oluşturmaktadır. 

İki ülke arasındaki enerji ilişkileri 1984.te imzalanan doğalgaz anlaşması ile başladı. Bu anlaşmayla inşasına başlanan doğalgaz boru hattı 1987 yılında 
tamamlandı ve Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Türkiye, Rus doğalgazını almaya başladı. 1997 yılında imzalanan Mavi Akım Anlaşması.nın 
Karadeniz.den geçirmeyi planladığı doğalgaz boru hattı 2005 yılında hayata geçti. “Mavi Akım Anlaşması” enerji alanında iki ülke arasında “Bakü-Tiflis-Ceyhan” petrol boru hattı konusunda yaşanan rekabetin yerine işbirliği yaklaşımının ortaya konulması açısından çok önemlidir. Mavi Akım bir anlamda daha sonraki yıllarda gittikçe artacak olan ikili ilişkilerin itici gücü olmuştur. Mavi Akımın hayata geçmesiyle Türkiye, Rusya.nın enerji alanındaki en büyük ortaklarından biri haline geldi. 

Türkiye.ye doğalgaz ihraç eden ülkeler sıralamasında Rusya geleneksel olarak ilk sırada bulunmaktadır. Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesi aynı zamanda 
Rusya.nın Türk ekonomisine yaptığı en büyük yatırımdır. Rusya Şimdilerde Mavi Akım hattına paralel bir Mavi Akım-2 doğalgaz boru hattı daha teklif etmektedir. 
Türkiye kullandığı doğalgazın %63.ünü, petrolün ise %29.unu Rusya.dan satın alıyor.10 Enerji alanında işbirliğinin muhtemel kalemlerinden birisi de nükleer 
santral yapımı olacaktır. Enerji alanındaki yakın ilişkiler Türkiye.nin gittikçe Rusya.ya enerji alanında bağımlılığının arttığı eleştirilerini de doğurmaktadır. 
Ancak bu bağımlılığın tek taraflı olmadığını, arz-talep ilişkisi çerçevesinde Türkiye.nin Rusya.ya olduğu kadar, Rusya.nın da Türkiye.ye bağımlı olduğunu söyleyebiliriz. 

Enerji alanında bir başka önemli konu ise nükleer alanda işbirliğidir. Türkiye.nin 55 yıllık nükleer santral macerasında nükleer santral için 4 kez ihaleye 
çıkılmasına rağmen bunların hiçbiri sonuçlanmadı. Son olarak, Mersin Akkuyuda yapılması plânlanan nükleer santral ihalesini tek katılımcı olan JSC 
Atomstroyeksport-JSC, Inter Raoues ve Park Teknik.ten oluşan Rus-Türk şirketler grubunun kazandığı ihale hakkında Danıştay, Kasım 2009.da yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Rusya ile nükleer santral konusunda işbirliğinde ısrarlı olan Türkiye bunun üzerine devletler arası anlaşma yoluyla santralin yapımını Rusya.ya verme yoluna gitti. Türkiye ile Rusya arasında uzun süredir devam eden nükleer santral görüşmeleri Haziran 2010.da sonuçlandı. İki ülke hükümet leri arasında Akkuyu Sahasında Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliği Anlaşması” imzalandı. 

Rusya Devlet Başkanı Medvedev.in 12 Mayıs'ta gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinde sağlanan anlaşmaya göre nükleer santralin inşa ve işletim hakkı 
tamamı ile Rusya.ya ait olacak. Önümüzdeki dönemde Rusya çoğunluk hissesi kendisinde kalmak şartı ile ortak alabilecek. Rusya'nın toplam 4,8 GW 
kapasitesinde dört ayrı üniteden oluşacak nükleer santral için 20 milyar dolar yatırım yapması bekleniyor. ilk nükleer santral için Türkiye, en az 15 yıllık 
elektrik enerjisi alım garantisi vermektedir. 15 yıllık alım garantisine ilişkin dönemin sonunda Türkiye, santralda üretilecek her birim elektrikten elde edilecek net kârın %20.sine ortak olacak. Rusya.nın tüm finansını karşılayacağı nükleer santralde elektrik alım fiyatını Rusya 12,35 sente kadar düşürmüştür. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Nükleer enerjideki ilk yatırımımızı Rusya Federasyonu ile yapmamız manidardır, anlamlıdır” açıklamasını yapmıGtır.11 Nükleer işbirliğine ilişkin kanun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Kasım 2010.da onaylanmıştır. Rusya parlamentosu alt kanadı Duma ilgili anlaşmayı Kasım 2010.da onayladı.12 

Ekonomik ilişkilerin hacim olarak az ama anlam olarak önemli bir kalemi de askeri-teknik alandaki ilişkilerdir.13 Rusya dünyanın önde gelen silah üreticisi ve ihracatçısı ülkelerinden birisidir. Rusya askeri alanda işbirliği yaptığı ülkelere stratejik ortak gözüyle bakmakta ve bu ülkelerle olan ilişkilerine ayrı bir önem 
vermektedir. Türkiye-Rusya arasındaki askeri-teknik alandaki işbirliği Soğuk Savaşın bitiminden ve SSCB.nin çöküşünden sonra yeniden başladı. Rusya ile 
askeri alanda teknik iGbirliği yapan ve silah alımı gerçekleştiren ilk NATO ülkesi Türkiye.dir. Türkiye.nin Rusya.dan askeri malzeme alması bazı NATO ülkelerinin 
tepkisini çekmiştir. ABD ve diğer Batılı ülkelerin bu konudaki baskıları ve lobi faaliyetleri de bu alandaki işbirliğinin artmasının önünde engel teşkil etmektedir. 
Ayrıca Türkiye.nin bir NATO ülkesi olması dolayısıyla uymak zorunda olduğu silah standardı ve tarafların karşılaştığı finanssal zorluklar da askeri alanda 
ilişkilerin gelişmesinin önündeki objektif engellerdir. Bu durum iki ülke arasındaki askeri ilişkilerin hacmini ve çeşitliliğini ister istemez sınırlandırmaktadır. 

Bütün zorluklara rağmen Rusya ve Türkiye askeri-teknik alanda işbirliğinin artırılması için aktif olarak yeni arayışlar içerisine girmişlerdir. Nisan 2008 de 
“ Rosoboroneksport ” adlı Rus şirketi Türk Silahlı Kuvvetleri.ne tanksavar sistemi ve füzelerin satışını öngören ihaleyi kazanmıştır. Rus Donanması Başkomutanı 
Amiral Vladimir Vısotski.nin 23 Haziran 2008 tarihindeki Türkiye ziyareti sırasında iki ülke arasındaki askerî ilişkilerin geliştirilmesinin önemi bir kez daha 
vurgulanmıştır. Rusya.dan yapılan silah alımları iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin karşılıklı uzlaşma temelinde geliştiğinin önemli göstergelerinden 
birisidir. 

Türkiye-Rusya ekonomik ilişkileri aynı zamanda Türkiye-AB ilişkileri ile birlikte değerlendirilmesi gereken bir konudur.14 Türkiye.nin AB üyeliği iki ülke 
ekonomik ilişkilerinin önünde engel değildir, aksine yeni açılımlar sağlayacak potansiyel taşımaktadır. Türkiye.nin AB ile Gümrük Birliği.nden kaynaklanan bir 
bağımlılığı bulunmaktadır ve AB.nin koyduğu bir takım kısıtlamalar, kotalar ve sınırlamalar ister istemez iki ülke arasındaki ilişkileri etkileyecektir. Türkiye.nin 
AB üyeliği durumunda, Türkiye-Rusya ticari-ekonomik ilişkilerinde ilk ve en çok etkilenecek sektörlerin başında turizm ve enerji sektörü gelmektedir. Nitekim 
Rusya Devlet Başkanı Putin, Türkiye.nin AB.ye katılması halinde ortaya çıkabilecek muhtemel problemler konusunda resmen uyarıda bulunmuştur.15 
Bu durumdan iki ülke arasındaki ticari-ekonomik ilişkilerin çok fazla etkilenip etkilenmemesi Türkiye.nin AB ile müzakere sürecindeki tavrına bağlıdır. 

20. yüzyılın sonuna doğru Rusya ve Türkiye ticari-ekonomik işbirliği alanında çok önemli tecrübeler edinmişlerdir. Karşılıklı ekonomik çıkarlar, Rusya.nın 
bilimsel-teknik potansiyeli ve Türkiye.nin piyasa ekonomisinin şekillendirilmesi alanında sahip olduğu zengin tecrübe bu sürece ivme kazandıran başlıca 
etkenlerdir. Komşu ülkeler olan Rusya ve Türkiye arasındaki ticaret hacminin zaman içinde gösterdiği artış, tarafları karşılıklı ekonomik çıkarlara dayalı 
işbirliğinin geliştirilmesi yönündeki girişimlerini yoğunlaştırmaya teşvik etmiştir. Her iki ülkenin de bu potansiyeli iki tarafın da çıkarlarına uygun şekilde 
kullanması ve bunu sağlayacak etkili önlemlerin alınması ilişkileri daha da geliştirecektir. gurası unutulmamalıdır ki, Türkiye-Rusya ekonomik ilişkileri 
politik olaylar karşısında çok hassastır. Bu yüzden iki ülke arasında siyasi dengelerin sağlam temele oturtulması ekonomik ilişkilerin düzenli gelişimine 
katkıda bulunacaktır. Türkiye ve Rusya ticari-ekonomik ilişkilerini artırarak ve çeşitlendirerek daha da geliştirmek suretiyle aralarındaki mevcut ve muhtemel 
politik sorunları daha kolay ve iki ülke açısından da uygun olan koşullarda çözebilme imkânına sahiptirler. 

3. POLİTİK İLİŞKİLER 

Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal 11-15 Mart 1991.de tarihleri arasında Moskova yı ziyaret etti. Böyle bir ziyaret, 1969.da Cumhurbaşkanı Cevdet 
Sunay.ın Moskova.yı ziyaretinden beri gerçekleşmemişti. Bu nedenle, Özalın Moskova gezisi özel bir önem taşımaktaydı. 12 Mart 1991 de Moskova.da T. Özal ve M. Gorbaçev, Türkiye ve SSCB arasında dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği antlaşması imzaladılar. Fakat Aralık 1991.de SSCB.nin yıkılması ile bu antlaşma 
geçerliliğini kaybetti. Rusya Federasyonu kurulduktan sonra iki ülke arasında karşılıklı diplomatik ziyaretler gerçekleştirildi. Türkiye.nin Rusya Federasyonunu 
tanımasının ardından 1992.de dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin bu ülkeye ilk resmî ziyareti gerçekleştirirken, bunu Rusya Dışişleri Bakanı Andrey 
Kozirev in Türkiye ziyareti izlemiştir. Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel in 25-26 Mayıs 1992.deki Moskova ziyaretinde iki ülke arasında, 25 Mayıs 1992 
tarihli “Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasındaki İlişkilerin Esasları Hakkında Antlaşma” imzalandı. Bu antlaşma ile Türkiye ve Rusya Federasyonu 
arasındaki ilişki dönemi resmen başlamış oluyordu.16 

1991 yılında SSCB.nin çöküşü, Türkiye.nin dış politikasına haliyle güçlü bir canlandırıcı etkide bulundu. Varşova Paktının dağılmasından sonra Türkiye, tüm 
imkânlarını Kafkaslar ve Orta Asya.da ortaya çıkan diğer jeopolitik boşluğu doldurmak için seferber etti. 1991.den başlayarak Türkiye söz konusu bölgelerde etkinliğini artırmaya ve bölgesel bir güç olmaya çalışıyor, kendisini bu ülkeler için “model” olarak görerek onlar için “abi” rolü oynamak istedi. 1992-1993 yıllarında Türkiye ve iran.ın Orta Asya bölgesinde kıyasıya rekabet edecekleri öngörülmekteydi. Ancak gelişmeler burada bir rekabet söz konusu olacaksa bunun Türkiye ile iran arasında değil, Türkiye ile Rusya arasında olacağını gösterdi. 

Bölgede Rusya ve Türkiye.nin çıkarlarının çatışması ister istemez rekabet ortamını da hazırladı. 

Rusya 1993 yılı Kasım ayında “Ulusal Güvenlik Doktrini”ni yürürlüğe koydu. Bu doktrinde Rusya, “Yakın Çevre” olarak belirlediği Kafkaslar ve Orta Asya.yı 
stratejik çıkarları açısından kendisinin nüfuz alanı olarak ilan etmekteydi. 1993.ten itibaren Rusya ve Türkiye arasındaki rekabet belirgin bir hale geldi. 1995.ten itibaren Türkiye.nin daha gerçekçi, dengeli ve Rusya.yı gözardı etmeyen bir politika izlediğini görmekteyiz. 1995 yılından itibaren Türkiye, Rusya ile ticari-ekonomik ilişkilerini daha da arttırmaya ve politik ilişkilerini de düzene koymaya başladı. Bununla beraber, bu politika değişimi, Rusya ile ilişkilerde görülen sorunların ortadan kalktığı anlamına gelmiyordu. iki ülkenin yakınlaşması yolunda hâlâ belli engeller bulunmaktaydı. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin genel durumuna bakıldığında, iki ülkenin “Soğuk Savaş” ortamından “Soğuk Barış” ortamına geçtikleri söylenebilirdi. 

Moskova, 1992-1996 yılları arasında, yakın çevresindeki ülkelerle yoğun ilişkiler kurmak isteyen Türkiye.yi kendisine büyük bir tehdit olarak algılamıştır.17 
Kimi Rus uzmanlara göre, 1995.ten itibaren Rusya.da milliyetçi-yurtsever duygular ve güçlü devlet iktidarı yıllarına duyulan özlem arttı. Türkiye.de ise 
belirgin bir biçimde islami düşüncelerin etkisi arttı. Söz konusu bu eğilimler Rusya ve Türkiye.nin uluslararası alanda sıkı işbirliği yapma olanaklarını zayıflattı.18 Bu yüzden, 1990.lı yılların başlarındaki iki ülke arasındaki ilişkileri temkinli yakınlık olarak nitelememiz mümkündür. Bu yıllarda Avrasya coğrafyasında her iki ülke de birbirini rakip olarak görürken, diğer taraftan, hızla artan ekonomik ilişkiler her iki ülkeyi de işbirliği yapmaya zorlamaktaydı. 1990.lı yıllar her iki ülke için de işbirliği ve rekabet dengesini ayarlamakla geçti. Bu yüzdendir ki iki ülke 

1990 lı yıllarda iki ülke arasındaki ilişkilerin sorunlu gündem maddelerini oluşturan konular olarak Kafkasya ve Orta Asya.daki nüfuz mücadelesini, 
Rusya nın Güney Kıbrıs Rum Kesimi.ne S-300 füzeleri satışını, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması tartışmasını, Boğazlar.dan Hazar 
petrollerinin geçirilmesi konusunu, Boğazlar sorununu, Kürt ve Çeçen sorunlarını sayabiliriz. Ancak başta ekonomik alandaki ilişkiler “Mavi Akım” doğalgaz boru 
hattı, terörizmle mücadele alanında işbirliği, askeri-teknik ilişkiler ve Avrasya ölçeğinde işbirliği arayışları gibi diğer gündem maddeleri de ilişkilerin her iki taraf için de memnuniyet oluşturan taraflarıydı.23 

İki ülke ilişkilerinde en büyük sorun, güven eksikliğini ortadan kaldırmaktı. Güven eksikliği ortadan kalktığında sorunlar her iki ülkenin de çıkarları 
gözetilerek çözüme kavuşturulabilirdi. Ortak çıkarlar ve her geçen yıl büyüyen ekonomik ilişkiler bunda büyük rol oynayabilirdi. Çözülmesi gereken sorunların 
en önemlilerinden birisi “Kürt ve Çeçen sorunları” idi. 1990.lı yılların sonunda hem Rusya.nın hem Türkiye nin bunun farkına vardığı görüldü. iki taraf da politik ilişkilerin normalleştirilmesi için çalışmalara başladı. Rusya Başbakanı Viktor Çernomırdin in Türk-Rus ekonomik ilişkilerinin rekor kırdığı 1997 yılının Aralık ayının 15-17.sinde Ankara.ya gerçekleştirdiği resmi ziyaret ikili ilişkilerde yakınlaşmanın ilk somut neticesiydi. Her iki ülke de artan ekonomik ilişkilerin 
çıkarları doğrultusunda nasıl daha başka farklı alanlara yayılabileceğinin yollarını arıyordu. Çernomırdin.in “Eminim ki, ikili ilişkilerin daha da genişlemesi ve 
derinleşmesi, bunun yeni kaliteli biçimlerinin aranması, her iki ülkenin gerçek milli çıkarları tarafından dikte edilmektedir” sözleri buna işaret ediyordu.24 
Karşılıklı ilişkilerde “stratejik ortaklık” ilk defa bu dönemde ifade edilmeye başlanmıştır.25 Mayıs 1998.de Türkiye Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı 
Karadayının Moskova ziyareti ilişkilere hâkim olan Soğuk Savaş havasının dağılmaya başladığının ilk işareti sayılabilir. 

Rekabet havasının işbirliği havasına dönüşümün özünde, uluslararası sistemde meydana gelen gelişmelerin iki ülke ilişkilerine ve Avrasya coğrafyasına 
yansımaları yer almaktaydı. Eski Varşova Paktı üyeleri, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, Aralık 1997.de NATO üyeliğine giden yolda ilk adımları 
atmışlardı. Batı dünyası Rusya.nın itirazlarına rağmen süreci başlatmıştı. Bu ise Rusya için kabul edilebilir bir durum değildi. Aynı dönemde Türkiye de 
Lüksemburg Zirvesi.nde açıkça ortaya çıktığı üzere AB ile üyelik sürecinde ciddi sıkıntılar yaşamıştı. Yine 1997 ve 1998 dönemi, iki tarafın ekonomik krizlerle 
boğuştukları bir dönemi işaret etmekteydi. Böylece şartlar, iki tarafı gerek siyasi gerek ticari ve ekonomik alanlarda yakınlaştırmaya başlamıştı.26 

İki ülke arasındaki ilişkilerin artık açık bir Şekilde konuşulmasına karar verildiği ve ilişkileri işbirliği yönünde geliştirmek konusunda açık ve kesin bir iradenin ortaya konulduğu en önemli gelişme Kasım 1999.da Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit in Moskova ya yaptığı resmi ziyarettir. Bu ziyaret sırasında Ecevit, 
Çeçenistan konusunda kendisine yöneltilen bir soruya “Biz Rusya’nın içişlerine karışmak istemiyoruz. Biz sorunun barışçıl yöntemlerle çözüleceğine 
inanmaktayız” cevabını vermişti.27 Rusya Başbakanı Vladimir Putin ise Ecevit ile yaptığı görüşmede “Nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, Rusya Türkiye’ye 
yönelik hiçbir terörist eylemi desteklemedi ve desteklemeyecektir” açıklamasını yaptı.28 Her ne kadar Ecevit in Rusya Devlet Başkanı B. Yeltsin ile görüşememesi geziye gölge düşürse de bu ziyaret ilişkilerde artık rekabet yerine işbirliğinin öne çıkacağını ortaya koyması yönünden oldukça önemlidir. Bülent Ecevit in ziyareti esnasında terörizmle mücadele konusunda imzalanan “Ortak Deklarasyon” ve iki ülkenin özellikle enerji alanında daha yakın bir işbirliği kararı alması ilişkilere ivme kazandırmıştır. 

2000 li yılların başlarında gözlemlenen diplomatik ilişkiler, iki ülke ilişkilerinin 1990 lı yıllardan çok farklı olacağını gösteriyordu. Son yıllarda müşterek ilişki 
terazisinin işbirliği tarafı gözle görülür bir şekilde ağır basmaya başladı. 2000 li yıllarda karşımıza çıkan tablo ilişkilerin bütünü açısından oldukça olumlu bir hava içeriyor. Bu değişimde hacmi yıllar geçtikçe artan ekonomik ilişkilerin yanı sıra başka faktörlerin de etkisi var. Taraflar ilişkilerin ekonomik, politik, askeri-teknik ve diğer alanlardaki ulaşılan seviyesini değerlendirerek perspektiflerini, gelişme eğilimlerini ve gelişmesini tespit edip bu temelde muhtemel daha üst seviyeye çıkarma arzusunu açıkça ortaya koymaya başladılar. 1990 lı yılların sonuna gelindiğinde başlangıçta belirli bir ağırlık merkezi olmayan, çok da dengeli seyretmeyen ikili ilişkilerin, ekonomi/enerji konuları merkezinde şekillendiği görülmektedir. Ayrıca terör ve terörle mücadele konusunun her ne kadar ortak bir tanımlama yapılamamış olsa da ekonomik ve ticari ilişkiler merkezli şekillenen ilişkilere bir engel oluşturmaktan çıktığı, çok boyutlu ortaklığa doğru ilerleyen ilişkilere altyapı hazırladığı görülmektedir.29 Değişiklikler hem Türk hem Rus diplomasisindeki yeniden yapılanma ile de bağlantılıdır. Türkiye açısından, çok boyutlu dış politika yaklaşımı ağırlık kazanmaya başlamıştır. Putin, Rusya Devlet Başkanı olarak seçildikten sonra, “Biz çıkarlarımıza ters düşmedikçe herkesle işbirliğine gideceğiz” açıklamasını yapmıştır.30 Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov bu değişikliklerle ilgili olarak “Dış politikanın tek sağlam kaynağı yalnız milli çıkarlara dayanmasıdır” demiştir.31 

2000 li yıllara girilmesiyle birlikte iki ülke arasında yüksek seviyeli düzenli politik diyalog gözlemlenmeye başladı. Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı 
İlya Klebanov, Rusya Devlet Başkanı.nın özel temsilcisi sıfatıyla 2000 yılının Şubat ve Mayıs aylarında Ankara.ya resmi ziyaretlerde bulundu. 2 Haziran 
2000.de SSCB ile Türkiye.nin diplomatik ilişkilerinin 80. yılı kutlandı. 6 Eylül 2000.de New York.ta yapılan “Milenium” zirvesinde Vladimir Putin ile Ahmet 
Necdet Sezer arasında üst düzeyde bir görüşme gerçekleşti. Ekim 2000.deki Rusya Başbakanı M. M. Kasyanov.un Ankara.ya resmi ziyareti Rus-Türk ilişkilerinde dönüm noktası oldu. Kasyanov.un “Rusya ve Türkiye birbirine rakip değildir. Ortağız ve hükümetlerimiz de bu prensip çerçevesinde ilişkiler geliştirecekler.” değerlendirmesi dikkat çekicidir. Her iki taraf da, ilişkileri gelecekte “işbirliğinden stratejik ortaklığa” götürecek potansiyelin olduğundan bahsettiler.32 

11 Eylül olaylarından sonra ilerleyen ABD ve Rusya yakınlaşması, Türkiye.ye Avrasya bölgesinde Rusya ile işbirliği imkânlarının artacağı izlenimini verdi. Uzun yıllar terörden zarar gören iki ülke için 11 Eylül olayları karşılıklı anlayış çerçevesinde yakınlaşmaya sebep oldu. Ekonomik işbirliğini öne çıkartarak 
sorunları geride bırakma politikası 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan atmosferde bir adım daha ileri götürüldü. BM Genel Kurulu toplantısı için New Yorkta 
bulunan Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Rusya Dışişleri Bakanı İgor S. İvanov 16 Kasım 2001.de “Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Arasında 
Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı: İkili İşbirliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa” adlı belgeyi imzaladılar.33 

7 Mart 2002.de zamanın Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınçın Türkiye.nin ABD.yi göz ardı etmeden AB.ye karşı Rusya ve iran 
ile işbirliği yapması gerektiğini söylemesi oldukça ses getiren ve tartışılan bir açıklama olarak tarihe geçti.34 Rus Genelkurmay Başkanı Anatoli Kvaşnin.in 14-
18 Ocak 2002.deki Ankara ziyaretinde iki ülke arasında “Askeri Alanda işbirliğine İlişkin Çerçeve ve Askeri Personel Eğitim işbirliği Anlaşması” imzalandı.35 AKP 
lideri Recep Tayyip Erdoğan 24 Ekim 2002.de Moskova.ya gerçekleştirdiği ziyarette Devlet Başkanı Putin ve Başbakan Kasyanov ile görüştü. Irak krizi 
sırasında hem Ankara hem de Moskova Irak ın toprak bütünlüğünün korunması taraftarı olduklarını açıkladılar. Rusya Federasyonunda Vladimir Putin döneminin başlaması, Türkiye.de de AKPnin iktidara gelmesiyle birlikte Türk-Rus ilişkileri ivme kazanmaya başladı.36 

İki ülke ilişkilerinin 2004-2005 yılları arasındaki seyrini, anlaşmalarla çizilen çerçevenin sonuçlarının alınmaya başlandığı, ilişkilerde bahar havasının yaşandığı dönem olarak tarif edebiliriz.37 Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 23-26 gubat 2004 tarihleri arasında Moskova.ya resmi ziyaret gerçekleştirdi. 
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin gelişen dinamiği göz önüne alınarak ilk defa bu ziyaret “istisnai” bir hal olarak “Başbakan” düzeyine çıkarılmıştı. Bu 
ziyareti Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin.in 5-6 Aralık 2004.deki Ankara ziyareti izlemiştir. Türk-Rus ilişkilerinin 500 yılı aşkın 
tarihinde, 1972.de dönemin Yüksek Prezidyum Başkanı Podgorni.nin Türkiye ziyareti sayılmazsa, ilk defa bir Rus devlet başkanının Türkiye.yi ziyaret etmesi 
sebebiyle bu ziyaretin gerçek anlamıyla tarihi nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Bu ziyaret 32 yıl aradan sonra Rusya.dan Türkiye.ye devlet başkanı düzeyinde 
yapılan ilk gezi olmakla kalmayıp, ilişkilerin her boyutunun gözden geçirilmesi ve yeni bir sayfanın açılması açısından da büyük bir anlam ve öneme sahiptir. Bu 
ziyaret esnasında “Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti Arasında Dostluğun ve Çok Boyutlu Ortaklığın Derinleştirilmesine İlişkin Ortak 
Deklarasyon” ile birlikte ekonomik ve askeri-savunma alanlarında 6 ayrı anlaşma daha imzalanmıştır. 

İkili siyasi perspektiften bakıldığında 2005 yılı tam anlamıyla bir annusmirabilis (muhteşem bir yıl) olmuştur. Bir yıllık bir zaman zarfında Putin ve Erdoğan, Karadeniz kıyısında yedi saatlik özel bir görüşme de dâhil, tam dört kez bir araya gelmiştir.38 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Moskova.daki Türk Ticaret 
Merkezi.nin açılışını yapmak için 10-12 Ocak 2005.te, 2. Dünya Savaşı Zaferi.nin 60. yıldönümü törenlerine katılmak için 8-9 Mayıs 2005.te Moskova.yı ziyaret 
etmiştir. Arkasından, 17-18 Temmuz 2005.te Soçide çalışma ziyareti çerçevesinde Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmüştür. Putin, Mavi Akım 
Doğalgaz Boru Hattının açılış törenine katılmak için 17 Kasım 2005.te Samsuna gelmiştir. RF Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 31 Mayıs-1 Haziran 2006 tarihleri 
arasında Türkiyede bulunmuştur. Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 28-30 Haziran 2006.da Rusya.yı ziyaret etmiştir. Bu ziyaret aynı zamanda, Rusya Federasyonu.nun kuruluşundan bu yana Türkiye.den yapılan Cumhurbaşkanı düzeyindeki ilk ziyaret olması bakımından önemlidir. 

Dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç Temmuz 2006.da Rusya.yı, Rusya Federasyon Konseyi Başkanı Sergey Mironov ise Mart 2007.de Türkiye.yi ziyaret 
etmiştir. Rusya Devlet Başkanı Putin ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 25 Haziran 2007.de İstanbul.da düzenlenen Karadeniz Ekonomik işbirliği zirvesine 
katıldılar. Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan 19-20 Şubat 2008.de Rusya.ya resmi ziyarette bulundu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 1-2 Temmuz 2008 ve 2 
Eylül 2008.de olmak üzere Türkiye.yi ziyaret etti. Rusya Savunma Bakanı Serdyukov 18-19 Kasım 2008.de Türkiye.yi ziyaret etti. 2007 yılında Türkiye.de 
Rusya Kültür Yılı, 2008 yılında da Rusyada Türkiye Kültür Yılı ilan edildi. 2009 yılı Türkiye-RF arasındaki üst düzey ziyaretler açısından verimli bir yıl  olmuştur. 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün 12-15 Şubat 2009 daki Moskova ve Kazan ı kapsayan ziyaretini Başbakan Erdoğan ın 16 Mayıs 2009. daki Soçi 
ziyareti izlemiş; Rusya Başbakanı Putin de 6 Ağustos 2009.da Türkiye.ye bir günlük çalışma ziyareti gerçekleştirmiştir. Başbakan Erdoğan 12-13 Ocak 2010 da Rusya Başbakanı Putin.in davetlisi olarak gerçekleştirdiği çalışma ziyaretinde Türkiye-Ermenistan protokolleri çerçevesinde Güney Akım, Nabucco Projeleri, 
Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı, Mavi Akım ve Mavi Akım 2, Ceyhan limanı rafineri projeleri, vizelerin kaldırılması, “al ya da öde” şartının kaldırılması 
veya hafifletilmesi, nükleer enerji santralleri, gerileyen turizm hacmi, Tuz Gölü doğalgaz depolarının inşası, Irak.ta enerji işbirliğinin geliştirilmesi konularını 
değerlendirmişlerdir.39 Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Medvedev.in 12 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşen resmi ziyareti son yıllarda istikrarlı bir şekilde yükselen Türk-Rus ilişkilerinin önümüzdeki yıllarda da güçlü bir ivmeyle gelişeceğinin ipuçlarını taşımaktadır. 

Son birkaç yıl içerisinde iki ülke arasında gerçekleşen üst düzey görüşmeler, ilişkilerin geldiği seviyeyi göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Bütün bu 
ziyaretler Avrasya bölgesinin iki stratejik komşusu olan Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerin her geçen gün ilerlediği ve her alanda derinleştiğinin kayda 
değer bir ispatıdır. Türk-Rus ilişkilerinin başlangıcının 500. yılı 1992 yılında çeşitli etkinliklerle kutlanmıştı. Türkiye-Rusya ilişkilerinin başlangıcının 90. yılı ise 2010 yılı tarafların karşılıklı olarak vizeleri kaldırmaya dair aldıkları karar ve iki ülke arasında Üst Düzey işbirliği Konseyinin faaliyete geçmesiyle birlikte yepyeni bir döneme girmiştir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR ,



***

25 Şubat 2017 Cumartesi

TÜRKMENİSTAN’IN DAİMİ TARAFSIZLIK STATÜSÜNÜN KÜRESEL ENERJİ REKABETİNE YANSIMALARI



TÜRKMENİSTAN’IN DAİMİ TARAFSIZLIK STATÜSÜNÜN KÜRESEL ENERJİ REKABETİNE YANSIMALARI 


Zuhal Çalık Topuz
* Ardahan Üniversitesi, Öğretim Görevlisi (zuhalcaliktopuz@ardahan.edu.tr) Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası Dliskiler Bölümü Doktora Öğrencisi 


Özet 

Hızla artan enerji talebi sonucunda, Orta Doğu enerji kaynaklarına alternatif olan Orta Asya enerji havzasında küresel güçlerin etkin olmaya çalısması, bölge ülkelerinde de enerji stratejilerinin çesitlenmesine yol açmıstır. 1995 yılında bir anayasal kanun ile daimi tarafsızlığını ilan eden ve bu kararın Birlesmis Milletler Genel Kurulu tarafından tanınmasının ardından, küresel güçlerin Türkmenistan’a yönelik enerji politikalarındaki tutumu ve Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsünün enerji politikalarına yansıması bu çalısma kapsamında incelenmistir. Çalısma nitel desende tasarlanmıs olup durum incelemesi yapılmıstır. Literatürde yer alan akademik çalısmalar, Birlesmis Milletler Genel Kurulu raporları ve diğer internet kaynakları kullanılan veri toplama araçlarıdır. Arastırmada, konunun daha iyi kavranabilmesi için üzerinde durulan konular iki bölüm halinde ele 
alınmıstır. 

Birinci bölümde; Türkmenistan’ın küresel güçler açısından sosyo-ekonomik önemi üzerinde durulmus ve söz konusu devletlerin enerji politikalarının Türkmenistan’a yansıması irdelenmistir. 

İkinci bölümde ise; küresel güçleri etkilemek amacıyla Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsünü bir dıs politika aracı olarak kullanması ve bu durumun enerji politikalarına olan etkileri analiz edilmistir. Türkmenistan, genis topraklara sahip olmasının yanı sıra doğal gaz ihracatında Rusya’ya rakip olabilecek zengin kaynaklara sahip olması ve bunların sadece Avrupa’ya değil, Basra körfezine tasınmasında bir köprü vazifesi görmesi nedeniyle stratejik bir öneme sahiptir. 
Türkmenistan, bu zengin yeraltı kaynaklarının aktarımında söz sahibi olmak isteyen küresel güçlerin mücadelesinde, daimi tarafsızlık statüsünü kullanarak dıs politikasında bağımsız kararlar almak istemektedir. 

Çünkü Türkmenistan’ın dıs politikasındaki basarısı, enerji kaynaklarını stratejik bir politika aracı olarak kullanmasına bağlıdır. 

Anahtar Kelimeler: Türkmenistan, Enerji, Rekabet, Daimi Tarafsızlık, Politika,Zuhal Çalık Topuz, 

Küresel Enerji Rekabetinin Türkmenistan’a Yansımaları; 

Savasların genellikle hammadde ve enerji kaynakları ile bunların bulunduğu ülkeler üzerinde veya civarında meydana gelen mücadeleler sonucunda ortaya çıktığı görülmektedir. 
(Alkin ve Sabit, 2006) Yıllar içerisinde, ülkeler önce fosil yakıtlara olan bağımlılığını arttırmıslar, dısa bağımlılık belirli bir noktaya geldikten sonra da bağımsızlık pesinde kosmus (Ediger, 2008) ancak dünyada nüfus artısı ve ekonomik büyümeye paralel olarak enerji talebinin artmasıyla birlikte, ülkeler enerjiye karsılıklı bağımlı hale gelmislerdir. Ülkelerin uluslararası alanda davranıslarını ve hareketlerini etkileyen faktörler arasında enerjiye sahip olma, enerji lojistiğinin güvenliğini sağlama ve dünya enerji kaynakları üzerinde denetim kurma amacı yer almaktadır. (Sevim, 2012) Enerji güvenliği paradigmasının günümüzün en önemli konuları arasında yer almasının baslıca nedenleri arasında enerji kaynaklarına sahip olmanın basat güç olmanın bir unsuru olarak görülmesidir. Petrol Çağı’nın dünya lideri olan ABD’nin, liderliğini sürdürebilmesi için petrolün yerine geçmesi oldukça muhtemel olan doğal gaza da mutlaka hâkim olması; petrolden doğal gaza geçisin ekonomik, teknolojik ve sosyal yönlerden arzu edildiği gibi sağlanabilmesi için aynı zamanda petrolün hâkimiyeti de elde bulundurması gerekmektedir. (Ediger, 2007) 

Artan enerji ihtiyacı ile birlikte yasanan güç mücadeleleri, devletlerarası çatısmaların temel nedenlerinden birisidir. Enerji güvenliği; enerji kaynaklarının kesintisiz, güvenilir, ucuz, temiz ve çesitli kaynaklardan sağlanabilmesini ifade etmekle birlikte, her ülkenin ulusal güvenliğini temelden etkileyen bir olguya dönüsmüstür. Hatta bu kaynaklara sahip olan devletlerin de dıs ve iç politikalarını etkileyen bir unsur haline gelmistir. 

Türkmenistan, Orta Asya – Orta Doğu enerji koridorunun ortasında yer alan, aynı zamanda zengin enerji kaynaklarına sahip bulunan bir geçis ülkesidir. Türkmenistan’ın sahip olduğu doğal kaynaklar açısından potansiyelinin ortaya çıkması, ABD, AB, Çin, Rusya gibi küresel güçlerin dikkatini çekmesine neden olmus ve küresel enerji politikasının önemli parçası haline dönüsmesine yol açmıstır. 



Tablo 1. Türkmenistan Enerji Kaynakları Kaynak: BP Statical Review of Worl Energy 2012 

Büyük Avrasya’yı küresel güç mücadelesinin sürdürüleceği bir satranç tahtasına benzeten Brzezinski’ye göre, bu rekabette çesitli büyüklükte ve güçte oyuncular 
bulunmaktadır. Orta Asya’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından küresel ve bölgesel güçler arasında bölgede etkinlik kurma mücadelesi baslamıstır. 

Amerika Birlesik Devletleri’nin Orta Asya bölgesindeki hedeflerini iki temel strateji üzerinden analiz etmek mümkündür. İlki, ABD’nin küresel güç denklemindeki rolü ile ilgili olmakla birlikte, var olan bölgesel güçlerin, Rusya ve Çin’in, etkisini azaltarak kontrol altında tutmak istemektedir. ABD, bölge ülkelerinde, insan kaynaklarının gelistirilmesi, kurumların seffaf ve hesap verebilir olması, ekonominin liberallesmesi, basın özgürlüğünün yerlesmesi, demokratik sistem öncesi çok yönlü dönüsümler Rusya ile olan iliskilerini bir mecburiyet olmaktan çıkarıp bir alternatife dönüstürmeyi hedeflemektedir. (Kireçci, 2011) İkinci temel stratejisi ise, bölgenin zengin enerji kaynaklarına rahat bir erisim sağlamaktır. 
(Zbigniew,2005) Bu iki temel yaklasım açısından incelediğimizde ABD açısından, Kazak petrol ve doğal gazı ile Türkmen doğal gazının batıya ulastırılması bölge politikasında öne çıkartılmaya ve ikinci olarak ise Kazakistan-Türkmenistan-Afganistan-Pakistan hattının hayata geçirilmesine çalısılmaktadır. (Kucera, 2006) ABD için stratejik öneme sahip olmasının altında yatan bir diğer neden ise, Afganistan operasyonu ve Irak’ın isgalinden sonra, ABD’nin İran’ı çevreleme ve izole etme politikası açısından da önemli bir konuma sahip olmasıdır. Ancak, Türkmenistan’ın benimsediği daimi tarafsızlık statüsü, ABD’nin beklentilerinin karsılanmamasına yol açmıstır. (Oliker/Shlapak, 2005) 

Türkmenistan'ın enerji konusundaki ana sorunu, ürettiği petrol ve doğal gazı uluslararası piyasalara nasıl ihraç edeceği olmustur. Bağımsızlık döneminde, ülkenin ihraç yollarının hemen hepsinin Rusya’nın kontrolü altındaki boru hatlarına ve GazProm’un sürdürdüğü enerji politikalarına bağımlı olması ve açık denizlere çıkıs olanağının olmayısı bu zengin doğal kaynağından gerektiği kadar yararlanılmasına engel olmakla birlikte bağımsızlık sonrası Türkmenistan’ın önemli bir ekonomik ve dıs politika sorunu olarak ortaya çıkmıstır. 
Türkmenistan üzerinde belli oranda Rus etkisi olmakla birlikte, bu etki, diğer Orta Asya ülkelerindeki gibi etkili bir düzeyde değildir. Bu etkinin sınırlı olmasında coğrafi uzaklık ve etnik Rus nüfusunun toplam nüfusa oranla azlığı ve ülkenin taraflı olarak “tarafsız ülke” olacağını BM örgütüne tescil ettirmesinin büyük etkisi vardır. Ayrıca 11 Eylül sonrası dönemde Orta Asya’da sahip olduğu üslerle bölgede etkin konuma gelmeye çalısan ABD, bölge ülkelerinin Rusya’ya olan bağımlılıklarının azalmasında katkıda bulunmustur. Aynı sekilde, büyüyen ekonomisine karsılık artan enerji ihtiyacını karsılamak amacıyla Çin’de enerji isbirliğinde bulunarak Rusya’dan geçen boru hatlarına bağımlılıklarını azaltmaya 
yardımcı olmustur. Rusya bölgedeki etkinliğini korumak adına, alternatif güzergâhlar üzerinde etkinliğini artırarak, petrol ve doğal gaz rotalarını stratejik bir araç olarak kullanmaya ve Orta Asya-Basra hattının olusturulmasında, Türkmen gazının Hint Okyanusu’na ulastırılmasında ve yine Kazakistan petrol ve doğal gazının doğuya transferinde Rusya doğrudan sözlesmelere katılarak etkinliğini arttırmak için çaba harcamaktadır. (Blagov,2005) Rusya’nın, Çin ve Japonya karsısında endüstriyel ve ileri teknoloji ürünleri rekabeti açısından yetersiz konumu, Asya-Pasifik Bölgesindeki en önemli tedarikçi ülke statüsünün ön plana çıkmasına neden olmaktadır. Bu açıdan Rusya, ABD ve AB’nin enerji 
ihtiyaçlarını göz önüne alarak, piyasada belirleyici aktör olma rolünü orta ve uzun dönemde sürdürmeyi planlamaktadır. (Bayraç, 2009) 

Çin’in kalkınma sürecinde ihtiyaç duyduğu en önemli stratejik ham madde petrol olup, 2003 yılından itibaren ABD’den sonra dünyanın ikinci petrol tüketen ülkesi hâline gelmistir. 

Bu tarihten sonra petrol tüketiminde dısa bağımlılığı da %30’dan %50’ye yükselmistir. Bugün Ortadoğu, Afrika, Rusya ve Orta Asya’dan petrol ithal eden Çin’in petrol tüketiminde dısa bağımlılığı, hâlâ %50’nin üzerindedir. (Erkin, 2011) Çin enerji ithalini karsılamak için, Kazakistan, Türkmenistan ve İran’ın dahil olduğu bir enerji ağı olusturarak, enerji merkezli bir politikayı benimsemektedir. 

Avrupa Birliği, dünyanın en büyük enerji ithalatçısı ve ABD’den sonra ikinci büyük enerji tüketicisidir. Genisleme süreciyle birlikte artan ithalat bağımlılığı, arz güvenliği sorununu da beraberinde getirmistir. AB’nin bölgeye yönelik ilgisi iki noktada toplanmıstır: Enerji ve istikrar. (Erol, 2007) AB’nin enerji arz güvenliğini sağlamak amacıyla önerdiği projelerden en önemlisi Nabucco Projesidir. Her yıl giderek artan enerji ihtiyacını, Rusya dısındaki kaynaklardan ve yine Rusya dısındaki alternatif hattan tedariki açısından stratejik önem 
tasıyan Nabucco Projesiyle Hazar ile Kafkaslardaki doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya tasınmasını amaçlanmaktadır. (Kıyman, 2009) Projenin tamamlanmasıyla Avrupa Birliği’nin arz güvenliğine büyük katkı sağlanmıs olacaktır. Nabucco projesi, Orta Asya ülkeleri arasında ortak bir projenin hayata geçirilmesi açısından da bu proje son derece önemlidir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bölge ülkeleri üzerinde yeniden etki kurmaya çalısan Rusya’ya karsın böyle bir isbirliğinin hayata geçirilmesi Orta Asya cumhuriyet lerinin bağımsızlıklarını gelistirmeleri açısından da önemli bir göstergedir. (Demirtepe, 2008) Bu proje ile Türkmenistan’ın, Avrupa’ya olan gaz sevkiyatında tekel olan Rusya’ya bağlılık azalacaktır. Tüm bu olasılıkları değerlendiren Türkmenistan dıs politikasında belirlediği tarafsızlık ilkesine uygun olarak Rusya’yı küstürmemeye gayret göstermistir (Turan, 2010). 

Nabucco’nun hayata geçirilmesini önlemek veya etkinliğini azaltmak üzere Rusya tarafından faaliyetlerde bulunulması; AB Üye Devletleri arasında Nabucco’nun gerekliliğine karsı farklı yaklasımların olması; projenin finansman sorununu halen asamamıs olması projenin hayata geçirilememesine neden olmaktadır. 

Türkmenistan’ın Daimi Tarafsızlık Statüsünün Enerji Politikalarına Yansıması 

Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde 1990’da egemenliğini, yapılan halk oylaması sonucunda ise 27 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan eden Türkmenistan, Orta Asya’da gerek stratejik konumu gerekse sahip olduğu doğal kaynaklar nedeniyle jeostratejik ve jeoekonomik bir önem sahiptir. Bağımsızlığının ardından sahip olduğu kaynakların farkında olan Türkmenistan’ın dıs politikasını sekillendiren 3 temel unsur bulunmaktadır. Bunlar dünyaya açılma çabaları, güvenlik kaygıları ve komsularıyla iyi iliskiler gelistirmek olarak karsımıza 
çıkmaktadır. Türkmenistan bir yandan dünyaya açılma gayretinde bulunurken bir yandan da çok taraflı ve bölgesel girisimlere karsı mesafeli tavrını korumaya çalısmıstır. Bunun altında yatan nedenler arasında yeni bağımsızlığını kazanan bir devletin küresel rekabet mücadelelerin rekabet alanı haline dönüsmesini önlemek önemli yer tutmaktadır. 

1995 yılında Türkmenbası Niyazov, Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsünü kazanması için Birlesmis Milletlere basvurmustur. 12 Aralık 1995 tarihli BM kararında Türkmenistan, Daimi Tarafsızlık statüsünü kazanmakla, dıs siyasetinde diğer ülkelerin içislerine karısmama, kuvvet kullanmama, askeri blok ve ittifaklara katılmama, kendi topraklarında yabancı askeri üs bulundurmama gibi yükümlülükleri de kabul etmistir. Bu tarihe kadar, politik öncelikleri bölge ülkelerinden farklı olmayan Türkmenistan, BM’nin 185 ülkesinin onayı ile Resmi Tarafsızlık Statüsü kazandıktan sonra dıs politikasını bu çerçeve içine oturtmaya baslamıstır. (Erol, 2006) Ülke otoriteleri uluslararası iliskilerde daimi tarafsızlık statüsünü, Refah Programının gerçeklestirilmesinde gerekli görmüslerdir. 

Dönemin Dısisleri Bakanı Boris Sıhmuradov, daimi tarafsızlık statüsünün Türkmen toplumunun geleneksel değerlerine ve farklı özelliklerine de uygun düstüğünü ve toplumun ulusal geleneklere uygun olarak yeniden yapılanması için gerekli olduğunu vurgulamıstır. 

(Shikhmuradov, 1997) Bu statü sayesinde ikili iliskileri kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda ve daha özerk yönlendirebilme olanağına kavusmak istemistir. Türkmenistan Orta Asya’daki ülkeler arasında en fazla doğal gaz rezervi ve üretimi olan ülkedir. Sovyetler Birliği zamanında, birliğin en büyük gaz tedarikçisi konumunda olan ülke, bağımsızlıktan sonra da bu durumunu sürdürmek istemistir. (Bilgin, 2005) Bu durumunu sürdürürken de, tarafsızlığını zedeleyecek herhangi bir olusumun içinde yer almamak için ustaca manevralar 
yapmak zorunda kalmıstır. Türkmenistan, tarafsızlık statüsünü milli çıkarları doğrultusunda tutmaya çalısmaktadır. Büyük güçler arasındaki dengenin ayarlanarak rekabetin sadece ekonomik araçlar üzerinde kalması gerektiğidir. (Demirtepe, 2008) 

Bölgedeki ekonomik konumunu güçlendirmek ve Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak isteyen Türkmenistan, Ağustos 2006’da Çin ile bir dizi ikili antlasma imzalamıstır. 
Yapılan bu antlasmalarla Rusya’ya karsı 2003 tarihli doğal gaz satım antlasmasında belirlenen fiyatın 100 dolara yükseltilmesini, aksi takdirde Rusya’ya verdiği doğal gazı keseceğini açıklaması, ucuz Türkmen gazına dayalı Rus enerji politikasının zor duruma düsmesine yol açmıstır. Rusya bir süre direndiyse de, gerek Çin ile Türkmenistan yakınlasması, gerekse Trans-Hazar rotasının tekrar gündeme gelmemesi için Türkmenistan’ın artırım isteğini Eylül 2006’da kabul etmek zorunda kalmıstır. Türkmenbası’nın anlasma sırasında, BTC hattına destek olunmayacağını ima eden açıklamalar yapması, Türkmen yetkililerin bunu bir pazarlık ve denge unsuru olarak kullandıklarını göstermekte dir. (Blagov, 2006) 

Türkmenbası’ndan sonraki süreçte, Türkmen dıs politikasında, doğal gaz dıssatımında fiyat artısı ve alternatif rotaların olusturulması arayısının yine belirleyici olduğu görülmektedir. Niyazov’un ölümü, ABD ve AB tarafından Türkmenistan’la iliskilerin yeniden yapılandırılmasına imkan sağlayacak bir fırsat olarak görülürken Rusya, ülkenin parçalı otorite yapısının kaosa neden olarak Türkmenistan’ı tekrar kendisine bağımlı kılacağı beklentisi içine girmistir. (Alkan, 2011) Türkmenbası’nın ardından iktidara gelen Gurbanguli Berdimuhammedov, dıs dünya ile barısık ve tarafsız kalmaya devam etmistir. Aralık 2007’de Baskent Askabat’ta, BM’ye bağlı “Orta Asya Önleyici Diplomasi Bölge Merkezi’nin” 
açılmasıyla Türkmenistan tarafsızlığını perçinlemekle beraber bölgede diplomatik etkinliğini de artırmıstır. 

2009 yılında açılan Türkmenistan-Çin doğalgaz boru hattıyla Çin'e ve 2010 yılında hizmete giren Türkmenistan’ın İran sınırına yakın devasa Devletabad gaz yataklarındaki doğal gazı İran'a ulastıracak Devletabad-Sarahs-Hangeran doğal gaz boru hattı ile de İran’a doğalgaz tasımaktadır. 

21. yüzyılın modern İpek Yolu olarak tabir edilen Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-Hindistan Doğalgaz Boru Hattı (TAPI) projesi, ilk olarak 1995 yılında Trans-Afganistan Hattı (TAP) adında Türkmenistan ve Pakistan arasında bir ön anlasmayla ortaya çıkmıs ancak Afganistan’daki yönetim değisikliği sonrası Taliban yönetimin basa geçmesiyle askıya alınmıstır. Bölgede istikrar ve ekonomik kalkınma açısından oldukça önemli bir asama olarak görülen TAPI projesi, finans, teknik sorunlar, güvenlik, bölgede uzun yıllardır devam eden 
çatısmalar ve komsu ülkeler arasındaki mevcut siyasi gerginlikler nedeniyle hayata geçirilememektedir. (Karaçin, 2012). 

Genel bir değerlendirme yapıldığında, Türkmenistan’ın sahip olduğu enerji kaynaklarını dıs politikanın bir aracı olarak kullandığı anlasılmaktadır. Bu sayede Türkmenistan, International Monetary Fund (IMF)’a bağlı World Economy Outlook raporlarına göre, 2010 ve 2011 yıllarında dünya ekonomik büyümesinin yaklasık olarak iki katı kadar büyümüstür (Orazgylyjow, 2012: 85). 

Sonuç 

Gelismis ve gelismekte olan ülkelerin doğal gaz ve petrol enerjisine yönelik talepleri, enerji fiyatlarındaki hızlı artıs, enerjinin önemini dünya gündeminin ön sıralarına tasımaktadır. Enerjinin düsük fiyatlardan ve güvenilir bir sekilde elde edilebilirliği, sürdürülebilirliği ve enerji satısından iktisadi ve politik kazanımlar elde edebilmek, günümüz dünyasında ülkelerin önemli politik amaçlarından olmaya baslamıstır. (Çetin, 2013) 

Türkmenistan sahip olduğu enerji kaynakları ve bu kaynakların ulasımı konusunda büyük jeopolitik değisimlerin yasanacağı bir rekabet merkezi haline dönüsebilir. 

Türkmenistan, Doğu (Çin’e giden Tans Asya hattı), Batı ( Avrupa’ya giden Trans Hazar veya Nabucco hattı) , Kuzey (Rusya) ve Güney’e (İran’a giden Güney hattı veya Hindistan’a giden TAPD projesi) enerji nakletmekle ilgili bütün projelere katılma isteğini gerçeklestirmeye hazır durumdadır. Türkmenistan’ın Rusya’dan vazgeçerek Çin’le yakınlasması sadece ekonomik ve ticari bir iliski niteliğinde olmayıp jeopolitik bir manevradır. (Momınkulov,2013) 

Günümüzde ispat edilmis doğal gaz rezervinin %12’sini sınırlarında barındıran Türkmenistan’ın global enerji güvenliğini, özellikle doğal gaz güvenliğinin sağlanmasında öneminin daha da artacağı muhtemeldir. (Orazgylyjow, 2013) 

KAYNAKÇA 

Alkan, Haluk, (2011), Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Siyasal Hayat ve Kurumlar, Ankara: USAK Yayınları. s. 388. 
Alkin Kerem ve Atman Sabit, “Küresel Petrol Stratejilerinin Jeopolitik Açıdan Dünya ve Türkiye Üzerindeki Etkileri”, Dto Yayınları, İstanbul, 2006, s.55. 
Bayraç H. Naci, “Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğalgaz Kaynakları Açısından Bir Karsılastırma” Eskisehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(1), s. 128. 
Bilgin Mert, “Avrasya Enerji Savasları” ,IQ Yayınları, İstanbul, 2005 s.232. 
Blagov, Sergei 2005, “The Geopolitical Balance in Central Asia Tilts Toward Russia”, Eurasia Insight, 6 Temmuz 2005. 
Brzezinski Zbigniew, “Büyük Satranç Tahtası”, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 2005, s.62-62. 
Çetin Tamer, “Orta Asya ve Kafkas’lar da Enerjinin Politik Ekonomisi”, Enerji, Piyasa ve Düzenleme, Cilt:1, Sayı:1, 2010.s. 99. 
Demirtepe, M. Turgut, (2008), “Hazar Enerji Kaynakları: Enerji-Siyaset Dliskisi ve Türkiye”, Orta Asya ve Kafkasya’da Güç Politikası, (Der. Sedat Laçiner ve H. Selim Özertem), Ankara: USAK Yayınları. s.110. 
Ediger, S. Volkan, “ Enerji Arz Güvenliği ve Ulusal Güvenlik Arasındaki İliski ”, 
Enerji Güvenliği, Genelkurmay Basımevi, SAREM Yayınları, Ankara, 2007, s.1. 
Ediger, S. Volkan, “Yeni Yüzyılın Enerji Güvenliğinde Karsılıklı Bağımlılık Bir Zaruret”, Doğal Gaz Dergisi, 2008, s.62. 
www.v-energy.net/makaleler/dgd2.pdf 
Erkin, Ekrem 2011, (Editör: Murat Yılmaz), “Çin’in Orta Asya Politikaları”, Hoca 
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, İnceleme-Arastırma Dizisi, Yayın No:4, s.29. 
Erol, Mehmet Seyfettin “EU’s New Central Asian Policy and its Energy Dimension”, The Journal of Turkish Weekly, 1 April 2007. 
Erol,Mehmet.S. “Türkmenistan Dıs Politikasında Daimi Tarafsızlık Statüsü”, USAK Stratejik Gündem,14.12.2006 , 
http://www.usakgundem.com/yazarlar.php 
Karaçin, B. Buket, (2012), “Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-Hindistan Doğalgaz Boru Hattı Projesi”, 
http://www.usak.org.tr/myazdir.asp?id=2052 (Erisim tarihi: 09.04.2014). 
Kıyman Begüm, “Nabucco”, İzmir Ticaret Odası, 2009,
http://www.izto.org.tr/portals/0/iztogenel/dokumanlar/nabucco_projesi_25.06.2012%2012-44-22.pdf 
Kireçci M. Akif, 2011, (Editör: Murat Yılmaz), “Amerika Birlesik Devletleri’nin Orta Asya Politikaları”, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi 
İnceleme-Arastırma Dizisi; Yayın No:3, s.37. 
Kucera, Joshua, 2006“Washington Seeks to Steer Central Asian States toward South Asian Allies”, Eurasia Insight, 28 Nisan 2006. 
Momınkulov, Canat 2013, “Türkmenistan Ekonomisinde Enerji Sektörü” , AAE 
YAYINLARI No:6 
http://eurasianri.org/main/wp-content/uploads/2013/12/AAE-YAYINLARI-%E2%84%966-%E2%80%9CT%C3%BCrkmenistan-Ekonomisinde-Enerji-Sekt%C3%B6r%C3%BC%E2%80%9D.pdf 
Olıker, Olga / Shlapak, David A. (2005), U.S. Interets in Central Asia: Policy Priorities and Military Roles (Washington D.C.: Rand Corporation Project Air Force). Orazgylyjow Döwran ,(2013) , “Uluslararası Enerji Pazarında Türkmenistan’ın Önemi Artıyor”, Hazar World, 
http://www.hazarworld.com/2013-6/analiz/uluslararasi-enerji-pazarinda-turkmenistanin-onemi-artiyor. 
Sevim Cenk, “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”, Journal of Yasar University, No:26, Vol:12, 2012, s.4381. 
Shikhmuradov Boris O., “Positive Neutrality As The Basis of The Foreign Policy of Turkmenistan”, Perceptions, Journal of International Affairs, Cilt: 2, Sayı: 2, 1997; 
http://www.mfa.gov.tr/grupa/percept/ll2/lı2-2.html. 
Turan, Aslıhan, (2010), “Hazar Havzası’nda Enerji Diplomasisi”, Bilge Strateji, 2:2. 


***