Böyle Parti Olur mu?
Rifat Serdaroğlu
1977 yılı 14 Aralık’ta yapılan yerel seçimlerinde Adalet Partisi Adayı olarak girdiğimiz seçimleri kazandık ve Bergama Belediye Başkanı olduk.
Seçim mazbatasını alıp, Belediye’ye gittiğimde “Başkanlık Odası Görevlisi” rahmetli Nuri Amca bana bir sürü anahtar verdi!
“Ne bunlar Nuri Amca” dediğimde, “Belediyenin Anahtarları, eski Başkan bıraktı” dedi. Daha sonra, bürokratik sıkıştırmalar başladı! Fen İşleri Müdürü olan Mühendis; “Başkanım, şu konudaki emriniz nedir” , Sağlık İşleri Müdürü olan Doktor; “Başkanım, bu konudaki emriniz nedir” diye sormaya başladılar. İktisat Fakültesi Maliye Bölümünü bitirdim ama “Belediyecilik-Şehir Yönetimi” ile ilgili gram bilgim yoktu. Derhal eski Belediye Başkanlarını davet edip, ne yapacağımı, rezil olmadan bu işten nasıl çıkacağımı sordum, düşünce ve önerilerini aldım.
Öncelikle Belediyenin karar organlarından en önemlisi olan Belediye Encümenine, çoğunluğum olmasına rağmen CHP’den bir Belediye Meclis Üyesini davet ettim. AP ve CHP’li üyelerden oluşan Belediye Meclisi artık her türlü harcamadan anında haberdar ediliyor ve bir problem varsa daha başlamadan çözülüyordu. Belediyenin Daire Amirlerine de yazı ile “Yetki Devri” yapıp “Sorumluluklarını” bildirdim ve her Belediye Meclis Toplantısında tümünün Meclise hesap vermelerini sağladım.
Tam Belediyeciliği, Bergama gibi Tarihi ve Turistik bir “Dünya Şehrini” öğrendim derken, 12 Eylül Askeri Darbesi oldu ve tüm seçilmişler görevlerinden alındı ve ben de 31 yaşında “Siyasi Yasaklı” oldum.
Bergama Şehrinin dünyada 6 “Kardeş Şehri” vardır. Bunlardan biri Almanya’nın Böblingen Şehridir. Böblingen Belediye Başkanı ve heyeti Bergama’ya konuk olarak geldiler. Bir yemekte Başkan Brumme bana “Siz nasıl Belediye Başkanı oldunuz” dedi! İçimden, bu ne biçim bir soru dedim ama konuğumuzu kırmamak için sakin bir şekilde, Türkiye’nin Demokratik bir rejime sahip olduğunu, seçimlerde aday olup kazandığımı ve Başkan olduğumu söyledim.
Brumme, “Benim söylemek istediğim o değil, siz hiç Belediyecilik Eğitimi aldınız mı?” diye sordu!
Sonra da 40 yaşlarında bir Belediye Meclis Üyesini çağırıp bana takdim etti;
“Sayın Başkan bu bey bizim partimizin gelecek seçimlerdeki adayıdır. Ailesini-servetini-alışkanlıklarını-dürüstlüğünü biliriz. Kendisini partimiz 12 yıldır Belediye Meclis Üyesi olarak seçtiriyor. Ben de onu belediyenin tüm birimlerinde çalıştırıp, Belediyeciliği öğretiyorum. Böylelikle eğer seçilirse, hizmete hazır bir Başkan olarak göreve başlayacak” dedi!...
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bu yüzden adamların şehirleri düzen içinde, bu yüzden her gelen bir öncekinin yaptığını bozmuyor, bu yüzden oralarda imar yolsuzlukları-hırsızlıklar olmuyor.
Bu yüzden biz onlara imrenerek bakıyoruz.
Biz ne yapıyoruz? Hangi okulu bitirdiğini dahi bilmediğimiz, cahil-görgüsüz-geçmişe saygısı olmayan birini büyük bir Anakente Belediye Başkanı yapıyoruz. Adam birdenbire “ne oldum delisi oluyor” ve görev süresi sonunda “1,5 Milyar Dolar Serveti Oldu” iddiasına karşı, yargıya dahi gidemiyor ve suskun kalıyor…
Daha sonra Hollanda ve Almanya’daki Siyasi Parti yapılanmalarını inceledim;
Her siyasi partinin bir “Kadrobank” denen kuruluşu vardı. Bu kuruluş tüm üyelerini ve kendi meslek dallarında parlayan, ülkeye hizmet edeceğine inandıkları kişileri seçer. Onları en ufak ayrıntıya kadar inceler, gerekli elemeleri yaptıktan sonra o kişinin hangi makama gelirse iyi ve başarılı hizmet edebileceğini tespit eder. Böylelikle o kişi partinin gelecekteki kadrosundaki yerini alır.
Parti seçimleri kazanır ve iktidar olursa, Başbakan kabineyi kadrobank’a danışarak oluşturur, Bakanlara da kimlerin Müsteşar- Genel Müdür yapılması gerektiği bir liste halinde bildirilir. Hizmete hazır, bilgisi ve görgüsü sağlam olan, konusunun uzmanı bir kadro işbaşına gelmiş olur.
Parti seçimi kaybederse, bu kadrolar anında istifa ederek, seçimi kazanan kadrolara yer açarlar.
Bizdeki gibi, Cami avlularında beraber sadaka paraları topladığınız arkadaşınızı Başdanışman, damadını da Bakan yapamazsınız, asker arkadaşınızı Bakan olarak atayamazsınız. Bu yüzden oralarda yolsuzluk olmaz. Bu yüzden sadece
“bir çatı” çöktüğü için o Başbakan halkından özür diler ve derhal istifa eder…
Şimdi beraberce düşünelim;
-Eğitimsiz, servetinin hesabını veremeyen, çocukları kısa sürede süper zengin olup üniversite kurmaya kalkışan bir kişiyi, Avrupa’da Başbakan yaparlar mı?
-Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde bir Bakan Oğlu, Valiyi koluna takıp dolaşarak, hazine arazisi seçebilir mi?.
-Avrupa’da, bir Başbakan’ın oğlu, o ülkenin önemli bir sanatçısına yaya geçidinde ehliyetsiz olarak çarparak öldürüp, bir dakika bile gözaltına alınmadan dolaşabilir mi?.
-Avrupa’da bir Kamu Bankası Genel Müdürünün evinde, ayakkabı kutularının içinde 4,5 Milyon Avro olur mu?. O ülkenin Başbakan’ı, o paranın hayır parası olduğunu söyleyip bu hırsızlığa sahip çıkabilir mi?
O Başbakan, koltuğunda bir dakika olsun oturabilir mi?
-Siz hiç Avrupa’da evinde 6 tane para kasası, para sayma makinası, aylık kirası bir memurun 1 yıllık maaşına denk bir evde oturan Bakan veledi gördünüz mü?
Göremezsiniz, çünkü böyle densizlikler olmaz, olursa da adamı rezil edip, kovarlar.
Bizde tüm bu rezillikler olacak, her şey milletin gözü önünde olacak sonra da “Bu yapılanlar Milli İradeye-Demokrasiye-Sandığa yapılan suikasttır. Bunlar yolsuzluk kılıfı giydirilmiş suikast planlarıdır” deyip Müslüman olduğunuzu öne sürüp, utanmadan Türk Milletinden oy isteyeceksiniz.
Ne böyle insan olur, ne böyle Müslüman!...
AKP’ye oy veren dostlar, bilmem anlatabildim mi? Siz anladınız onu!
***