SİYASAL BİR ANALİZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİYASAL BİR ANALİZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

PAKET ÖNCESİ/SONRASI: SİYASAL BİR ANALİZ

PAKET ÖNCESİ/SONRASI: SİYASAL BİR ANALİZ


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
06.10.2013 


Barış sürecinde taraflar arasında somut sonuçlar alınmamış olsa da bir yıla yakın bir süredir karşılıklı süren bir ateşkesin varlığını kabul etmek gerekiyor. Bu süreci daha önceki süreçlerden ayıran en önemli özelliği devletin de bu süre zarfında ateşkese bağlı kalışıdır. Her iki tarafı umutlandıran ve daha ileri aşamalara gidilmesi isteğini canlı tutan da budur. Her iki taraf da söylemleriyle bu süreci bitirmek için elinden geleni yaptıysa da bunu canlı tutan Öcalan'ın tavrıdır. Hem, PKK Öcalan'ın kararı olmadan ateşkesi bozacak adımlar atamıyor hem de devlet Öcalan'ı devre dışı bırakmaya yanaşıyor. Bu süreç bu şekilde devam ediyor. Oldukça uzamış durumda. Öcalan'ın istediği anlamda bir aşamaya gelişinde hem devletten hem de PKK'den kaynaklanan sorunlar var. Bu sorunlar aşılmadan yapılan görüşmeler birbirinin tekrarı haline gelmektedir. Haziran ayından bu güne kadar ikinci aşama olarak adlandırılan aşamanın gelişimi için toplum demokratikleşme paketi beklentisi içine girdi. BDP de demokratikleşme paketi konusunda taleplerini sürekli olarak canlı tuttu.

KCK ve Kandil açısından bakıldığında KCK önce AKP’nin adım atması gerektiğini, AKP’nin beklenen adımları atmayışı karşısında sürecin devamını AKP’den beklemenin yeterli olmayacağı, demokrasi güçlerinin AKP’yi zorlaması gerektiğini ileri sürdüler.

Bu ülkede gerçek anlamda demokrasi güçleri var mıdır? Olsa da bunların Kürt siyasetiyle ilişkisi ne durumdadır? Bunların var olduğu Gezi Olaylarıyla birlikte ortaya çıktı ancak Kürt hareketi bununla yeterli ilişkiyi geliştiremedi. Kürt siyasetinin demokrasi güçlerinden anladığı bazı sol örgütler, liberal aydınlardan öteye geçmez. Bunların çoğu da şu veya bu şekilde Kürt siyasetiyle ilişki halindedir. Bunun en somut örneği de HDK’dir. Barış sürecinin başlangıcında HDK’li milletvekillerinin Karadeniz Bölgesindeki gezisinde meydana gelen olaylara bakıldığında demokrasi güçleri olarak adlandırılanların kendilerini koruma yeteneğinden yoksun oldukları ortaya çıktı. Bu nedenle “olmayan demokrasi güçleri” desek en doğrusu olacaktır. Bunların AKP’ye adım attırması mümkün değildir. 


Aslında AKP’ye adım attırmanın koşulları Gezi ile birlikte ortaya çıkan toplumsal olaylarla kendisini gösterdi. Gezi ile Kürtler arasında yeterli kontaktın oluşmayışı bu fırsatın kaçmasına neden oldu. Gezi Olaylarının başlangıcında BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in rolünü kimse inkar edemez. Ancak onun bu rolüne BDP’nin kurumsal sahip çıkışı oldukça zayıf kaldı. Daha sonraki aşmalarda ise Gezi Olaylarındaki rolü nedeniyle İmralı’ya gidiş yasağı konulması karşısında BDP’nin İmralı Görüşmelerine Sırrı Süreyya Önder’i götürme konusunda ısrarcı olmayışı Kürtlerin Gezi ile bağını oldukça zayıflamakla kalmadı aynı zamanda Sırrı Süreyya Önder’in Gezi nezdindeki ilişkilerini de zayıflattı. Özellikle o süreçte Taksim’de yapılan mitingde konuşma yapılmasının engellenmiş olması hususu da eklendiğinde Gezi/Kürt bağını oluşturacak önemli bir araçtan yoksun kalındığının kabul edilmesi gerekir. Gerçek durum böyle iken Kürt siyasetinin “AKP’den bunu beklemiyoruz,  demokrasi güçlerinden bunu bekliyoruz.” Demesi havada kalmış oluyor. Bu durumda AKP’nin paketi açıklamasını beklemekten başka bir şansının kalmadığı görüldü. BDP ve KCK gerçekten paketin gerçekten demokrasi paketi olduğuna inanmış olsaydı demokrasi güçlerine böyle bir çağrı yapma gereği duymayacaktı. Ne zaman paketin beklentilerden uzak olduğunu anladılar o zaman bu tür arayış ve çağrılar yaptılar. Çünkü kendileri yapabileceklerini yapmaya çalıştılar. Geride tek bir şey kalmıştı. O da ateşkesin bitirilmesiydi. Bunun da Öcalan’ın kararına bağlı olduğunu bildikleri için dile getirmeyi dahi düşünmediler. Devlet de bunun farkındaydı. Öcalan’ın kararı olmadan ateşkesin bitmeyeceğini biliyorlardı.

AKP paketle kolektif haklar çerçevesinde değil bireysel haklar çerçevesinde yaklaşmış durumdadır. Örgütsel yapı dikkate alınmamıştır Kürtlerin örgütlülüğü yerine tek tek Kürtlerin muhatap alınarak onların kendi örgütsel yapılarından koparak kendisine gelebileceğini düşünmektedir. Buna karşı çıkanlara da “bakın AKP sizlere hak verdi örgütlü yapı bunu kabul etmiyor.” “Haklar, BDP ve PKK'nin umurunda değildir.” Demeye getiriyor. Böylece AKP, var olan hak ve özgürlükleri  kısıtlamayı kendisine hak olarak görmeye devam ediyor. Bu durumda Kürtlerin süreç ve Öcalan hassasiyeti istismar edilmiş durumda. Kürtlerin Öcalan ilişkisi tehlikeli hale gelmiş durumda Bunun en önemli sıkıntısı Kürtlerde oluşan siyasetsizliktir. Siyasetin yükünün Öcalan’ın üzerine yığılmış olması siyasetsizliği derinleştiriyor. Kürt siyaseti demokratik siyasete doğru evrilirken mevcut siyasetleri de elinden kaçırıyor. Kendisi demokratik örgütlülüğü geliştirmediği gibi kendisi dışında yer alan Kürtlerin Türk siyasetine kaymasını/kalması da bu sürece hizmet ediyor. Hükümlü/rehine Öcalan’ın ayda bir BDP’lilerle bir araya gelmesi, Kandile/Kandil’den mektuplar yoluyla çözümde ilerleme olmayacağı görülüyor. Bunu devlet de biliyor. Ancak siyasal iradeyi temsil eden Erdoğan bunu bir türlü kabul etmiyor. Kendisinin belirlediği çerçevede olaya “terörün bitmesi” olarak bakmaya devam ediyor. İşin ilginç yanı BDP’nin bunun bilincinde olmasına rağmen bu konuda adım atmayışıdır. Bunda “AKP sonrası korku” rol oynamış olabilir. Adeta tüm yumurtaların AKP sepetine konulması durumu vardır. Erdoğan’a vurulacak bir darbe ile tüm yumurtaların kırılabileceği düşünülüyor. Erdoğan da tüm yumurtaları sırtlamanın rahatlığıyla olsa gerek Kürt siyasetini tatmin edecek adımlar atmıyor.

Başından beri paketin gizli tutulması diğer partilerin ve özellikle akil insanların raporlarının dikkate alınmayışı hükümetin konuyu bireysel hak kapsamında ele anlayışını ortaya koyuyor. Böylece devletin Kürt veya Alevi haklarının kolektif haklar çerçevesinde olmayacağını gösteriyor. Başörtüsü konusu dahi bu şekildedir. Başörtüsü konusunda bazı istisnaların oluşu bunun göstergesidir.

Öcalan üzerindeki tecrit ve rehine politikasının iki yönlü etkisi vardır. Birincisi Kürt siyasetinin önüne Öcalan konularak daha ileri taleplerin önüne engeller konuluyor; ikincisi ise gelişim ve değişime uygun Kürt siyasetinin önü kesilmiş olmasıdır. Kürtlerin demokratik siyasetini bu şekilde önü kesilmiş durumda. Hükümet de, Kürtlerin genel muhalefetin bir parçası olarak görülmemesini istiyor. Kürtleri genel muhalefetten farklı bir muhalefet olarak göstermek her ne kadar Kürtlerin muhalif duruşuna zarar vermese de bununla hükümete karşı müşterek noktalarda bir araya gelebilecek muhalefetten duyulan korkudur. Bu tarz bir ayrıştırma ile genel muhalefeti oluşturan kesimlerin gözünde Kürtlerin sanki AKP ile birlikte hareket ettikleri şeklinde bir propagandaya zemin sağlıyor. Özellikle MHP bunu çok iyi kullanıyor. CHP bir yana kendisini sol/sosyalist/liberal olarak tanımlayanlarda da böyle bir görüşün oluşmasına neden oluyor. Bu aynı zamanda genel muhalefeti oluşturan kesimlerin Kürtlerin taleplerine sessiz veya karşı çıkmasına neden oluyor. Bu durumda AKP, Kürtlerin gözünde Kürt sorununda adım atabilecek bir parti umudunun devam ettirmesine neden oluyor. Kürtlerin AKP’ye tam karşıtlık temelinde politika üretmeyişindeki açmaz burada kendisini göstermektedir. Geçmişinde ötekileştirmeyi yaşamamış CHP ve MHP’nin bu konuda kendilerini Kürtlerle özdeşleştirmeleri, empati duymaları da mümkün değildir. 

Geçmişinde ötekileştirmeyi bizzat yaşamış siyasal İslamcıların bir nebze de olsa kendileriyle özdeşleşebileceği umudu bu anlamda AKP’de daha fazladır. Ancak uzun süren iktidarın bir sonucu olarak iktidarda kalma süresi uzadıkça iktidardan gitme korkusu büyüdüğünden dolayı iktidar partisinin giderek kendisini Kürtlerle özdeşleşmesinden çok devletle özdeşleşmesini beraberinde getirdiğinden dolayı AKP’ye Kürtlerin umut bağlamasının temelleri kalmamıştır. Kürtler bunu anladıkça bağımsız demokratik siyasetin önüne açarlarsa kazanımlara daha yakın olacaklar. Aksi durumda AKP hükümeti, Kürtleri kendi siyasetine rıza gösteren bir topluluk olarak gösterecektir. Bu da Kürtlerin genel toplumsal muhalefetle ilişkilerini işlemez duruma getirir. Bu aynı zamanda, AKP’ye daha uzun yıllar iktidarda kalma şansını verir. Genel demokratik muhalefet de bu şekilde inandırılarak Kürtlerin sanki AKP ile anlaştıkları izlenimi hakim kılınıyor. Gerçekten bakıldığında Kürt siyasetinin örgütsel yapılarının muhatap alınmayışı karşısında Öcalan’ın sanki muhatap alınıyor şeklindeki algılama arasında handikap oluşmuş durumdadır.
Pakette, özel okullarda ana dilde eğitim imkanın getirilmiş olması tek başına ele alındığında diğer adımlardan daha ileri bir adımdır. Atılacak adımların genel felsefesine bakıldığında farklı bir yerde durmaktadır. AKP, diğer haklarda azar azar giderken neden bu konuda daha ileri gitmiştir? Bunun üzerinde özellikle durmak gerekiyor. Bunun hazırlıkları önceden yapılmış olabilir. İleride kendisinin etkin olabileceği kesimleri şimdiden oluşturmayı amaçlanmış olabilir. Böylece Kürt dili ve kültürünün gelişimini kendi tekeline almak istemiş olabilir. Belki bunu yaparken devlet burslarını da kullanabilir. Devlete bağlı tıpkı cemaat okullarında olduğu gibi bir “Kürt altın nesli” yetiştirmek çabası da olabilir. Ayrıca bunu “Kürtlere anadilde eğitim hakkı” verilmiş gibi gösterme çabası da olabilir. Nasıl olsa bu pratikte karşılık bulmaz da denilmiş olabilir.

AKP’nin en önemli özelliklerinden biri de hak ve özgürlükler konusunda kendi siyasal yararını düşünmüş olmasıdır. Bundan ben nasıl siyasi yarar elde edebilirim düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Özellikle bunu kendisi dışındaki örgütsel yapıları yok sayarak yapıyor. Böylece hak ve özgürlüklerin muhatap olanların örgütsel yapılardan daha fazla o yapıyı teşkil eden kitleleri düşündüğü izlenimini vermeye çalışıyor. Bu konuda örgütsel yapıların mücadelesini görmezlikten geliyor. Pakete, Kürt hakları boyutuyla bakıldığında “sanki devlet Kürtleri Kürt örgütlerinden daha fazla düşünüyor” görüntüsü verilmeye çalışılıyor.

TRT6'ya bakınız: Dört yıllık yayın hayatında TRT 6’nın Kürt diline katkısı ne oldu. AKP eliyle kurulacak Kürtçe özel okullar Kürt diline katkı sunabilecek mi? Devletin Kürtçeye bakışı bireysel hak düzeyinde bile değildir. Doğası gereği kolektif olarak kullanıldığında anlam ifade edecek Anadilde eğitim hakkının bu şekilde geliştirici değil de engelleyici olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.

BDP ve Kürt siyaseti AKP’nin özel okullarda anadilde eğitim hamlesine karşı önermiş oldukları “devlet aracılığıyla anadilde eğitim” önerisi de sıkıntılıdır. Öncelikle anadilde eğitim verecek devlet düşünsel olarak buna hazır mı? Sorusuna cevap vermek gerekiyor. Önümüzde 24 Saat Kürtçe yayının yapıldığı TRT6 örneği vardır. Dört beş yıldır devlet imkanıyla yayınlarına devam ediyor. 

Bu yayının başarısı nedir? Kürtler bu kanalı izliyor mu? Her şeyden önce Kürt Siyasal Kurumları ciddiye alıyor mu? Ona katkı sunabiliyor mu? Bu soruların cevabı “Anadilde eğitim devlet tarafından verilsin.” Talebinin de cevabı olacaktır. Bu haklı bir talep gibi görünse de tartışmaların buna odaklanması sorunun ağırlık merkezini görünmez kılabilir. Özel veya devlet eliyle olsa da onu yürütecek etkin yerel yönetimler olmadan bunun yaşaması mümkün değildir. BDP'li Belediyelere değil eğitim yaptırma, onların kendi şehirlerine su getirmesine dahi engel olan bir devlet gerçeğiyle karşı karşıyayız. 

Depremle yerle bir olan Van Belediye Başkanının o süreçte dahi tutuklanışı durumu göstermeye yeter de artar! Ya da seçildiği günden bu güne kadar belediyeyi bir gün dahi yönetemeyen belediye başkanları, yemin edip görevine başlamayan milletvekilleri varken anadil eğitimin yönetimin Kürtlere verirler mi hiç. Kürtlerin kendi kendisini yönetmesi, geleceği için karar verme boyutu olmadan anadilde eğitimin başarı şansının olmadığının görülmesi gerekiyor. Kürtler kendi sorunlarını ancak kendileri çözebilirler. Bunun yolu da Kürtlerin kendilerini yönetebilmesinden geçer. Nasıl ki, Irak Kürdistan’ında Kürtler yönetimi eline aldıktan sonra günlük sorunlarını çözme imkanı elde ettikçe Türkiye Kürdistan’ında olması gereken de budur. Yönetsel haklarını elde edecek Kürtler sağlıktan, eğitime, güvenliğe kadar tüm sorunlarını çözebilecekler. AKP’nin yönetsel sorunları konu edinen Avrupa Yerel Yönetimler Şartını dahi gündeme getirmeyişinin en önemli nedeni bu şartta yerel yönetim düzeyinde olsa da kendi kendini yönetmenin yolunu kapatmak içindir. Kendi sorununu çözme yeteneği kazanmak sorunu çözmekten daha çok önemlidir.

Anadilde savunma hakkını hak olmaktan çıkarıp bir yük gibi gören anlayış burada da kendisini göstermektedir. Nasıl ki anadilde savunma ne kadar kısıtlıysa anadili de eğitim de aynı şekilde kısıtlıdır.

Kürtler için nasıl ki, anadilde eğitimin kolektif bir hak ve özgürlükse; Aleviler için de Cemevi’nin ibadethane sayılması aynı anlama gelir. Devlet Kürtleri, Türkçe okula mecbur bırakırken, Alevileri de camiye mecbur bırakmak istiyor.  Alevilerin de Kürtlerin de kolektif haklarını yok sayıyor.  Ha cami içinde cemevi, ha özel okulda Kürtçe eğitim birbirinden farkı yoktur. Nasıl ki cami/cemevi projesi Alevilerin toplu yaşadıkları bölgede oluyorsa özel okulda Kürtçe eğitim de Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgelerde olacak gibi görünüyor. Oysa özel okullarda Kürtçe eğitim Kürtlerin göç edip yaşamak zorunda bırakıldıkları Batı illerinde ve metropollerde bir anlam ifade edebilir. Çünkü buralarda Kürtler, Türklerle birlikte yaşamaktadırlar. Bu gibi yerlerde devletin Kürtçe eğitim yapan okul açması oldukça zordur. Devlet pozitif ayrımcılık yaparak Batı ilerinde özel okulların Kürtçe eğitim yapması yolunu açması daha kolay olacaktır. Örneğin nüfusunun büyük çoğunluğunun Kürt olduğu Diyarbakır’da bu ihtiyacı özel okulla karşılamak fiilen de mümkün değildir. Bu gibi yerlerde anadilde eğitimin devlet/yerel yönetimler tarafından yerine getirilmesi zorunludur.  

Pakette dikkatle bakıldığında paketin seçim paketi olduğu açıkça görülüyor. Ağırlıklı olarak kendi çevresine ve ideolojisine hizmet ettiği gözden kaçmıyor. “Andımızın” kaldırılmasında olduğu gibi sanki bununla “Kürtlerin taleplerine” cevap veriliyor gibi bir görünüm oluşsa bile “andımızın” kaldırılması, AKP’nin Laik-Kemalistlerle olan ideolojik çabasının boyutlarından biridir. “Andımızın” kaldırılmasının bu paket içinde oluşu bunu Kürt sorunuyla bağlantılıymış gibi gösterilerek bir yandan Laik-Kemalist ideolojiye karşı bir adım atılırken diğer yandan “Bakınız Kürtler için adım atıyorum.” Demek içindir. AKP böyle yapmakla “Andımızın” kaldırılmasını zora sokmuştur. Nitekim ulusalcı ve milliyetçilerin en büyük tepkisi “andımızın” kaldırılmasına karşı olmuştur. Konusu “andımız” da olsa üstten bir kararla bir şeyi kaldırmak/yasaklamak otoriterlik anlamına gelmektedir. Kaldırma/yasaklamadan çok bunun okunup okunmayacağı tıpkı serbest kıyafet uygulamasında olduğu gibi kararının okulların okul/aile birlikleri/velilerin kararına bırakılması daha iyi olurdu.

AKP’ye seçim kazandırma amaçlı olsa da paketle BDP’ye seçimi kazandırmama da amaçlanmıştır. Çözüm sürecine BDP’yi dahil eden(?) AKP’den BDP’nin en önemli beklentisi tutuklu BDP’lilerin tahliyelerinin yolunun açılmasıydı. Paket açıldığında değil tahliyelerin yolunun açılması; tahliyelerin daha da zorlaştığı, yeni mahkeme heyetleri kurularak KCK davalarındaki yargılamaların hızlandırılması gerçeği ile karşı karşıya kalındı.

AKP, Seçim öncesi yaşanacak tahliyelerin Kürtlere yaşatacağı motivasyonu görmek istemiyor. En kritik anda Öcalan'ın avukatlarından hiç birisinin tahliye edilmeyişi, dosyanın mütalaa için savcılığı verilmiş olması, diğer dosyalara bakan heyetlerin ikiye çıkarılıp heyetlerin sadece bu davaya özgülenmesi “bir an önce ceza verelim” anlayışını gösteriyor BDP'ye yönelik bu davaların sonuçlanması halinde “BDP/PKK/Terör” bağlantısı sayılarak BDP’nin kapatılmasına doğru yol alınıyor. Yargılamaların durması, düşmesi beklenirken hızlandırılması paketin Kürt siyaseti için olumsuz sonuçlar yarattığının en önemli belirtisidir.  Bu şekilde yeni engellerle dolu seçim sistemini getirebileceği hususu da dikkate alınarak 2015 yılında yapılacak genel seçimlerde AKP’nin Kürt siyasetinin grup oluşturmasının yolunu kapatmaya çalıştığı söylenebilir.

Sonuç olarak, paketin anlamı: “Size metro yok, metrobüse mecbursunuz; özel arabası olanlar yol ve benzin buluyorlarsa arabalarını kullanabilirler.”


***