SYKES-PICOT ANLAŞMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SYKES-PICOT ANLAŞMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2019 Salı

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ORTADOĞU BÖLÜM 7

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ORTADOĞU BÖLÜM 7




Henry McMahon’un Şerif Hüseyin’e yazdığı mektup (24 Ekim 1915)

Yazışmaların tam metni ilk defa George Antonius, The Arab Awakening (London, 1938), adlı eserde İngilizce olarak yayınlanmıştır.

...Mersin ve İskenderun bölgeleri ile Şam’ın batısında uzanan Suriye limanları, Hama, Humus ve Halep Arap bölgelerine dahil edilemez ve talep dışında tutulmalıdır. Yukarıdaki düzeltmelerin dikkate alınması ve Arap şefleriyle yapılan mevcut antlaşmalara zarar vermemesi koşuluyla diğer sınırları kabul ederiz.
Büyük Britanya’nın müttefiklerinin (Fransa’nın) çıkarlarına zarar vermeden serbestçe hareket edeceği sınırlar boyunca uzanan bölgede senin mektubuna cevap olarak hükümetim adına aşağıdaki teminatlarda bulunabilirim.

(1) Yukarıdaki değişiklikler çerçevesinde Büyük Britanya, Mekke Şerif’i Hüseyin’in talepleriyle sınırlanan bölgelerde Arapların bağımsızlığını desteklemeye ve tanımaya hazırdır.
(2) Büyük Britanya Kutsal Yerleri her türlü dış müdahaleye karşı korumayı garanti edecektir ve bu bölgelerin dokunulmazlığını tanıyacaktır.
(3) Durum gerektirdiğinde Büyük Britanya Araplara tavsiyelerde bulunacak ve bu topraklarda uygun hükümetlerin kurulmasına yardımcı olacaktır.
(4) Diğer taraftan, Araplar da sadece Büyük Britanya’nın tavsiyelerine başvurmayı kabul etmişlerdir. Bu idari yapılanmalar söz konusu olurken Avrupalı danışman ve resmi görevliler gerekirse İngiliz uyruklu olacaktır.
(5) Bağdat ve Basra vilayetleriyle ilgili olarak Arapları her türlü yabancı müdahalesinden korumak, yerel halkın refahını sağlamak ve karşılıklı ekonomik çıkarları güvenceye almak için Büyük Britanya’nın bu topraklarda çıkarlarına uygun idari düzenlemeleri yapmasını Araplar tanıyacaktır.

Hüseyin’e bağlı kabilelerin 10 Haziran 1916’da Mekke’deki Osmanlı
garnizonuna saldırısı ile Arap ayaklanması başlamış oldu. Eylül ayına
gelindiğinde Medine hariç (savaş sonuna kadar kuşatma sürdü) Hicaz
bölgesindeki yerleşim yerlerinin önemli bir kısmı Hüseyin’e bağlı güçlerin
eline geçmiş bulunuyordu. Hüseyin, Osmanlıya karşı hareketine meşruluk
kazandırmak ve Müslümanların desteğini sağlamak için bunu kutsal
bir amaç için yaptığını söylemesi gerekmekteydi. Bu nedenle İttihat ve
Terakki yönetiminin dinsiz ve uygulamalarının Kuran’a ve Şeriat’a aykırı
olduğunu iddia ederek, Müslümanların kendisini desteklemesi ve İttihat
Terakki’nin elinde “tutsak” durumda olan halifenin kurtarılması için
çağrıda bulundu. Buna karşılık Müslümanlar tarafından ciddiye alınmayan
Hüseyin’in çağrısı Araplar içinde de fazla bir yankı bulmadı ve büyük
çoğunluğu tam birliğe ihtiyaç duyulduğu bir sırada Osmanlı İmparatorluğu’nu
bölmeye çalıştığından Hüseyin’i kınayarak hainlikle suçladılar.

Dolayısıyla uzunca bir süre Arap ayaklanması tüm bölgeye yayılmak
yerine Hüseyin’e bağlı kabilelerin bir hareketi olarak dar çerçevede kaldı.

“...İngilizlere karşı savaşan Osmanlı ordularına karşı yapılmış 1916
Arap ayaklanması çok isteksizce başlamış ve İngilizler tarafından örgütlenmiş
ve desteklenmiş olmasına rağmen etkili olmaktan çok uzak kalmıştı.
Üstelik 1916 ayaklanması, büyük ölçüde ganimete düşkünlükleri ulusal
isteklerini kat kat aşan bedevi aşiretleri tarafından yapılmıştı”.45
Bu durum, hem Orta Doğu halklarınca hem de Müslüman dünyasında
tasvip edilmemiş, hatta o günkü koşullarda hilafete karşı bir başkaldırı
olarak nitelenerek ihanetle eşdeğer tutulmuştur.46 Türk ordusuna
özellikle de yaralı askerlere (gazilere) karşı yapılan saldırı, kendilerini
Araplar da dahil olmak üzere bütün Müslümanların koruyucusu olarak
gören Türk subayları tarafından, Filistin cephesindeki Osmanlı-Türk
direnişini zayıflatan ve sonunda Türkiye’nin güneyinin Fransızlar tarafından
işgaline yol açan bir arkadan hançerleme olarak değerlendirilmiştir.
Buna karşılık 1919-1922 arasındaki Kurtuluş Savaşı, Orta Doğu ve
Müslüman halkları arasında büyük bir beğeni ve hayranlıkla izlenmiş,
özellikle  Batı cephesinde Yunanlılara ve İngilizlere karşı kazanılan zaferler
Müslümanların Batılılara karşı galibiyeti gibi algılanmıştır.47

Ayrıca İbn-i Suud’un Hicaz’da Şerif Hüseyin’in en büyük rakibi olarak
onun öncülüğünde oluşturulan bir hareketin içinde yer alması imkansızdı.
Yemen’de İmam Yahya da Osmanlıya bağlılığını sürdürmüştü.
Mezopotamya halkının bu harekete fazla itibar etmediği dikkati çekmiştir.
1899’da İngiltere ile imzaladığı anlaşmayla Osmanlıya karşı bu devletin
protektorası olmayı kabul eden Kuveyt Şeyhi Mübarek savaşın başında
İngiltere’nin yanında yer almış olmasına rağmen 1917’de işbaşına
geçen oğlu Şeyh Sâlim babasından farklı bir tavır sergileyerek Osmanlı’yı
desteklemeye dönük bir politika izlemiştir.48 Aslında Kuveyt’in bu yöndeki
politikası Mübarek’in 1915’te ölümünden sonra iktidara gelen büyük
oğlu Cabir döneminde başlamıştır. Zira Sâlim’in Osmanlıya ilişkin
görüşleri Kuveyt’in İngiltere’ye vereceği destek konusundaki politikasında
etkili olmuştur.49 Körfezdeki diğer emirlikler ise zaten 1880’li yılların
ortalarından itibaren İngiltere’nin denetiminde bulunmaktaydı. Aynı
şekilde Mısır da 1840’dan sonra Mehmet Ali Paşa ile beraber Osmanlı
İmparatorluğu ile arasındaki bağları önemli ölçüde gevşetmiş, 1882’de de
fiilen İngiliz denetimine geçmişti. Suriye ise Cemal Paşa’nın sıkı denetimi
altındaydı. Şerif Hüseyin 250,000 Arap askeri toplayabileceğini iddia
etmiş olmasına rağmen etrafına toplananlar birkaç bini geçmemişti. Şerif
Hüseyin’in gücünün zayıf olduğu çok geçmeden fark edilmiş; 2 Kasım
1916’da kendisini “Arap Ülkelerinin Kralı” olarak ilan etmesi ise öncelikle
İngiltere ve Fransa’nın tepkisine yol açmıştı.

Savaşın başlamasıyla beraber Osmanlı karşıtı güçler (İngiltere, Fransa ve Rusya) arasında savaş sonrasına ilişkin paylaşım anlaşmaları da yapılmaya başlamıştır. Bu doğrultuda Rusya ile 4 Marttan 10 Nisan 1915’e kadar süren görüşmeler sonucunda imzalanan İstanbul Anlaşması’yla, İstanbul ve Boğazlar bölgesi Rusya’ya terk edilerek bu devletin geleneksel amaçlarını gerçekleştirmesi sağlanmıştı. Ancak İstanbul Anlaşması hiç bir zaman yürürlüğe girmemiştir. 
Zira 1917 Bolşevik Devrimi’yle beraber Lenin, Çarlık Rusyası tarafından imzalanan gizli anlaşmaların tanınmayacağını bildirmiştir. İngiltere ve Fransa’yı asıl güç durum da bırakan, Lenin’in savaş sırasında yapılan tüm gizli anlaşmaları açıklamasıydı.

Bunların dışında İngiltere ile Fransa arasında 1916 Mayısında yapılan ve Mark Sykes ve George Picot tarafından yürütülen görüşmelerin sonucunda imzalandığı için Sykes-Picot Anlaşması olarak bilinen anlaşmayla da Osmanlı İmparatorluğu ’nun Orta Doğu’daki toprakları bu iki devlet arasında paylaşılmıştı. k.

k. Sykes-Picot anlaşması üç büyük devletin hükümetleri arasında Osmanlı İmparatorluğu’nunbölüşülmesi için gönderilen diplomatik yazışmalarla yapılmıştır. 

Rusya’nın istediğibölümle ilgili notlar 26 Nisan 1916’da Petrograd’da Rusya Dışişleri Bakanı (M.Sazonoff) ile Fransa elçisi (M. Paleologue) arasında gönderilmiş,  bir kaç hafta sonraLondra’da İngiltere Dışişleri Bakanı (Sir Edward Grey) ile Rusya elçisi (Kont Benckendorff)arasındaki yazışmalarla tamamlanmıştı.


SYKES-PICOT ANLAŞMASI

Osmanlı Topraklarının İngiltere-Rusya-Fransa Arasında Bölüşülmesi
(16 Mayıs 1916’da Londra’da Varılan Anlaşmanın ilk üç maddesi)

1. Fransa ve Büyük Britanya, bir Arap şefin himayesinde, ekli haritada (A) ve (B) olarak işaretlenmiş bölgelerde bağımsız bir Arap devleti veya Arap devletleri konfederasyonunu tanımaya ve savunmaya hazırdırlar. (A) bölgesinde Fransa’nın ve (B) bölgesinde Büyük Britanya’nın girişim hakkı ve yerel borçlar açısından önceliği olacaktır. (A) bölgesinde Fransa ve (B) bölgesinde Büyük Britanya, Arap devletinin veya Arap devletleri konfederasyonunun isteğiyle danışmanlar veya yabancı memurlar sağlayabileceklerdir.

2. Mavi bölgede Fransa (Güney Anadolu’daki Adana, Gaziantep, Maraş bölgesini içine alan tam koyu bölge) ve Kırmızı Bölgede (Anadolu’nun doğusu, Irak’ın kuzeyi ve Basra Körfezi kıyılarını içine alan koyu gri bölge) Büyük Britanya doğrudan veya dolaylı yönetim veya denetimi isteklerine göre kurma hakkına ve Arap devleti veya Arap devletleri konfederasyonu ile ilgili uygun gördükleri düzenlemeleri yapma hakkına sahip olacaklardır.

3. Kahverengi bölgede, (Filistin’de) biçimi daha sonra Rusya’yla ve öteki bağlaşık ülkelerle ve Mekke Şerifi’nin temsilcisiyle danışılarak kararlaştırılacak olan uluslararası bir yönetim kurulacaktır.

Sykes-Picot ve Osmanlı Topraklarının Paylaşılması,

Kaynak: http://www.dartmouth.edu/~gov46/sykes-picot-1916.gif


Açıklandığında oldukça gürültü koparan bu anlaşmayla İngiltere Şerif
Hüseyin’e söz verdiği bölgeleri Fransa ile paylaşmaktaydı. Çünkü söz
konusu belgeye göre, Suriye’yi içine alan ve Lübnan’ın güneyine kadar
uzanan bölge Fransa’nın doğrudan, Suriye’nin iç kesimleri ve Musul ise
dolaylı denetimine bırakılırken, Musul hariç Irak İngiltere’nin doğrudan
veya dolaylı denetimine bırakılmaktaydı. İngiltere ve Fransa’nın dolaylı
denetiminin söz konusu olduğu A ve B bölgesinde ise Şerif Hüseyin’in
beklentisiyle hiç ilgisi olmayan uygun görülecek bağımsız bir Arap devleti
ya da bir Arap konfederasyonu kurulması düşünülürken, Filistin’in kurulacak bir uluslararası yönetimin denetimine bırakılması öngörülmekteydi. 50

I. Dünya Savaşı’nın başlaması Yahudiler için de yeni fırsatlar anlamına
gelmiş ve İngiltere’den sağlanan destek daha somut hale dönüştürülmüştür.
Nitekim İngiltere, Araplardan habersiz olarak 1917 Kasımında İngiliz Yahudi patronlarından Rothschild’e gönderilen ve tarihe Balfour Deklerâsyonu olarak geçen belgeyle Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını İngiliz hükümetinin destekleyeceğini ifade etmekteydi.

Araplar, bunu öğrendiklerinde geç de olsa kandırıldıklarını anlamışlardı.
Suriye’de toplanan Suriye Ulusal Kongresi tarafından, 1920 Martında
Faysal’ın Suriye’nin (Lübnan, Suriye, Filistin, Irak ve Ürdün toprakları)
başına getirilmesi kararı alınırken, Balfour Deklerâsyonu’na yönelik
Arapların tepkisi de dile getirilmekte ve Filistin’in bir Yahudi yurdu olmasının
kabul edilemeyeceği açıklanmaktaydı.

Lloyd George’un ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla, Balfour Deklerâsyonu’nun
ortaya çıkmasında, o sırada Almanya’nın benzer bir bildiri için Türkiye nezdinde 
girişimde bulunarak Amerika’yı yanına çekmeçabası içinde olduğu yönündeki 
doğruluğu bugüne kadar kanıtlanmamışdüşünceler ya da duyumların da 
önemli rolü olduğu anlaşılmaktadır.

Sonuçta yine de tam ihtiyaç duyulduğu bir esnada bu bildirinin tüm
dünyadaki Yahudilerin harekete geçerek ABD’nin İngiltere lehine savaşa
girmesinde de etkili olduğu düşünülmektedir.51 Ancak yine de ABD’nin
savaşa girmesinde bunun mu yoksa İngiltere ile stratejik ve güvenlikle
ilgili diğer çıkarlarının mı daha etkili olduğunu belirlemek mümkün değil.

Özetlemek gerekirse, İngiltere savaş sırasında Osmanlı topraklarını
birçok devletle paylaşmış ve birçok devlete bu topraklarla ilgili birbiriyle
çelişen vaatlerde bulunmuştur. Gerçekleşmesi mümkün olmayan bu
vaatlerle özellikle Arap halklarının kandırıldığının sonradan ortaya çıkmış
olması bir tarafa, sanki bütün bunlar savaş sonrasında Orta Doğu’nun
yeni bir kaos ve kargaşa ortamına sürüklenmesi için bilinçli olarak
yapılmıştır.

Nitekim, savaş galibi devletlerin temsilcileri 1919 Ocağında Paris’te
toplanarak, mevcut kazanımlarını kodifiye ederek hukuki bir meşruiyet
kazandırmak, kendi çıkarları doğrultusunda oluşturulacak yeni düzeni
sürdürmek ve bunu tehlikeye düşürecek olası bir savaşı önleyecek bir
düzenleme yapmak için görüşmelere başladılar. Ancak 1919 yılı boyunca
yapılan görüşmeler sırasında Almanya, Avusturya ve Bulgaristan ile
yapılacak antlaşmaların metinleri hazırlanmış olmasına karşılık Osmanlı
İmparatorluğu toprakları üzerinde, özellikle de Orta Doğu konusunda
kolaylıkla bir anlaşmaya varmak söz konusu olmadığından galip devletler
arasında zaman zaman sürtüşmeler yaşanmıştır. Osmanlı topraklarının
paylaşımını öngören bir anlaşma üzerinde anlaşılabilmesi ancak müttefiklerin
bir araya geldiği 1920 Nisanındaki San Remo Konferansı’nda mümkün olabilmiştir. San Remo Kararları Sevr Anlaşması’nın önemli bir parçası olarak 10 Ağustos 1920’de Osmanlı İmparatorluğu’nun temsilcilerine imzalatılmış olmakla beraber hiç bir zaman yürürlüğe girmemiştir.

Bilindiği gibi Sevr Anlaşması ile boğazlar Osmanlı yönetiminden alınarak
uluslararası bir komisyonun idaresine verilirken, Güney Anadolu, Fransa ve İtalya’nın denetimine; İtilaf devletlerinin yanında savaşa 1917’de girmiş olmasına karşılık Trakya ve İzmir ise Yunanistan’a bırakılmaktaydı.

Bu arada self determinasyon ilkesini işlerine geldiği zaman ve istedikleri uluslar için hatırlayan ve özellikle de Osmanlı toprakları üzerinde kendi istekleri doğrultusunda bağımsız devletler kurulması yoluyla parçalamak için kullanan itilaf devletleri, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni devleti ile özerk bir Kürt yönetiminin kurulmasını antlaşmaya koymuşlardı.

Öte yandan Orta Doğu topraklarını Osmanlı’dan ayıran söz konusu
devletler self determinasyon ilkesi bir tarafa, savaş sırasında verdikleri
bağımsızlık sözünü de unutarak manda formülüyle bölgedeki emperyalist
uygulamalarını sürekli kılmanın bir yolunu bulmuşlardı. Önce 30 Ocak 1919’da toplanan Barış Konferansı Yüksek Konseyi Filistin dahil işgal altındaki topraklarda Osmanlı yönetiminin devam etmeyeceğini kararlaştırmış, ardından 28 Haziran 1919’da kabul edilen Versay Antlaşması ve Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’ne konulan bir hükümle (12. madde) manda uygulaması hükme bağlanmıştır. İlgili maddede “son savaşın sonucu olarak daha önce kendilerini yöneten devletlerin egemenliğinden çıkmış ve henüz çağdaş dünyanın güç koşullarında kendi kendine ayakta duramayacak halkların yaşadığı sömürge ve topraklarda, bu tür halkların gelişimi için medeniyetin kutsal vasiliğinin oluşturulması ilke olarak
kabul edilmiş ve vasiliğin uygulanmasındaki güvencelerin bu sözleşmeyle
gerçekleştirilmesi öngörülmüştür” denmekteydi. Taraflar böylece daha
önce Sykes-Picot gizli anlaşmasıyla alınan kararları uygulama imkânı
bulmaktaydı. Manda ile ilgili hükmün içeriği 1920 Nisanında San Remo’da
toplanan Müttefikler Yüksek Konseyi tarafından ayrıca belirlenmekteydi.
Buna göre, Suriye ve Lübnan Fransız mandası, Filistin ve Irak (Bağdat, Basra ve Musul) ise İngiliz mandası haline gelmekteydi. İngiltere böylece Hint yolunun güvenliğini sağlarken, bir taraftan da petrol bölgelerini denetimi altına almaktaydı. Bu politikayla onlar emperyalist amaçlarını açığa vurmaktan çekinmezken, Araplara da Osmanlı Devleti’ne ihanetlerinin bedelini ödemek kalıyordu.

 DİPNOTLAR;

1 Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, çev. Alâeddin Şenel, 3. baskı (Ankara: İmge Kitabevi, 1995), s.121.
2 Aslında Yahudilerin iddia ettikleri gibi bu toprakların boş olmadığı onlardan önce Kenanilerin yerleşik bir toplum halinde bu topraklarda yaşadıkları tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Biraz ileride görüleceği gibi Mısır’dan dönüşte tekrar Filistin’e gelen İsrailoğulları bu topraklarda Filistinlilerle karşılaşırlar. 
M. Lütfullah Karaman, Uluslararası İlişkiler Çıkmazında Filistin Sorunu (İstanbul: İz yayıncılık, 1991), s. 12.
3 Ayrıca bkz. Geoff Simons, Iraq: From Sumer to Saddam. 2nd ed. (London: Macmillan Pres, 1994), ss. 130-133.
4 Ekrem Memiş, Filistin Kime Aittir, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 1 (Ankara 1985)
5 Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları,1948–1988, (Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1991), ss. 8-9.
6 Simons, op. cit., ss.131-135.
7 Bkz. Günay Tümer ve Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi. 3. Baskı (Ankara: Ocak Yayınları, 1997), ss. 327-355.
8 William L. Cleveland, A History of Modern Middle East (San Francisco: Westview Press, 1994), s. 13.
9 Ibid., ss. 13-14.
10 Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi çev: Yavuz Alogan (İstanbul: İletişim, 1997), s. 49.
11 Hourani, ibid., s. 64; Cleveland, op.cit., ss. 15-16; Ayrıca bkz. Bernard lewis, The Arabs in History (New York: Oxford, 1993), ss. 61-63.
12 Alain Gresh, Dominique Vidal, Ortadoğu: Mezopotamya’dan Körfez Savaşına, çev: Hamdi Türe (İstanbul: Alan Yayıncılık, 1991), ss. 25-26; Şiiliğin ve Kerbela olayının İran’ın toplumsal ve siyasal kültüründe oynadığı kalıcı etki sıkça tartışılmaktadır. Bkz. Graham E. Fuller, The Center the Universe: The Geopolitics of Iran (San Francisco: Westview Pres, 1991), ss.14-15.
13 Ayrıntılı bilgi için bkz. Hourani, op. cit., s. 49; Arthur Goldschmidt Jr. ve Lawrence Davidson, A Concise History of the Middle East ,9th ed. (Boulder, CO: Westview Press, 2010), ss. 67-71.
14 Simons, op. cit., s. 150-153.
15 Ana Britannica, cilt 8, s. 158-159; Büyük Larousse, cilt 7, ss. 3668-3669.
16 Abbasi dönemiyle ilgili ayrıca bkz. Bernard Lewis, The Middle East: A Brief History of the Last 2,000 Years ( New York: Scribner, 1995), ss. 75-84..
17 Cleveland, op. cit., s. 17.
18 Hourani, op. cit., s. 63.
19 Büyük Selçukluların İran’daki varlığına son veren Harzemşahlar bu defa 1230’da Yassıçemen savaşında Anadolu Selçuklularına yenilerek dağıldılar.
20 Bunlardan Tolunoğulları, İhşidiler, Gazneliler, Selçuklular ve Memlükler Türk devletleriydi ve Sünniydiler. Ayrıca bkz. Arthur Goldschmidt Jr. A Brief History of Egypt (New York: Infobase Publishing, 2008), ss. 43-56.
21 Gerçi bunlardan özellikle Fatımilerin dışındaki Şii hanedanlıklar ayrı bir halife iddiasında bulunmadılar.
22 Ana Britannica, 1. cilt, ss. 12-13; Büyük Larousse, cilt 1, s. 13.
23 Hourani, opcit., s. 64.
24 Bilindiği gibi Ortadoğu’nun bir çok ülkesinde dağınık şekilde bulunmalarına karşılık özellikle 1962’de İmamlığın yıkılmasına kadar Kuzey Yemen’de hakim 
mezhebi temsil etmekteydiler.
25 Ibid., s. 67.
26 Bkz. Cleveland, op. cit., s. 36.
27 Ibid., s. 37.
28 Bkz. Ibid., s. 37.
29 Hint limanlarını ele geçiren Portekiz, Arap tüccar gemilerini yakarak onları Hint Denizi’nden çıkarmıştı. Ayrıca Portekiz’in Kızıl Deniz’e girerek Memluk 
donanmasını yakması, kutsal yerleri tahrip etmekle tehdit etmesi Arap dünyasını çaresiz bırakmıştı.
30 David Fromkin, Barışa Son Veren Barış: Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? 1914-1922, çev. Mehmet Harmancı (İstanbul: Sabah Yay., 1993), s. 22.
31 Kemal H. Karpat, Ortadoğu’da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, çev. Recep Boztemur (Ankara: İmge Kitabevi, 2001), ss.88-90.
32 Ayrıntılı bilgi için bkz. Cleveland, op. cit., ss. 74-75.
33 Fromkin, op.cit., 1993, s. 96
34 Ibid., s. 94.
35 Ayrıntılı bilgi için bkz. Cleveland, op. cit., ss. 147-49.
36 Fromkin, op. cit., ss. 103-104.
37 Ribhi Halloum (Abu Firas) Belgelerle Filistin: Dün, Bugün, Yarın, (İstanbul: Alan yayıncılık, 1989), ss. 146-47.
38 Ibid., s. 146-47.
39 Fromkin, op. cit., s. 16.
40 Halloum, op. cit., ss. 149-151.
41 Edward J. Erickson, Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War (Westport: Greenwood Press, 2001), ss. 94-95.
42 Halloum, op. cit., ss.156-57.
43 Simons, op. cit., ss. 193-194; Cleveland, op. cit., s. 149-51; Efraim Karsh, Rethinking the Middle East (London: Frank Cass, 2003 ) ss. 61-65.
44 Simons, ibid., ss. 195-96.
45 Karpat, op. cit., s. 154.
46 Bu tesbiti doğrulayan bir değerlendirme için Bkz. Efraim Karsh, “Israel, the Hashemites and the Palestinians: The Fateful Triangle”  Efraim Karsh ve P.R.Kumaraswamy (ed), Israel, the Hashemites and the Palestinians: the fateful triangle (Oregon: Frank Cass Puplications, 2003, ss. 1-2.
47 Karpat, op. cit., ss. 154-55.
48 Adel Darwish ve Gregory Alexander, Unholy Babylon: The Secret History of Saddam’s War (London: Victor Golancz ltd, 1991), ss. 6-7.
49 Arnold Wilson’dan sonra 1920’de Irak’taki İngiliz Yüksek Komiseri olan Percy Cox, bu davranışın bedelini Kuveyt’e ödetmiş ve 1922’de sınır çizimi esnasında 
bir kısım topraklarını Suudi Arabistan’a bir kısmını ise Irak’a dahil ederek bu iki devletle Kuveyt arasındaki anlaşmazlıkların da temelini atmıştır.
50 Cleveland, op. cit., s.153; İrfan C. Acar, Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1989), ss. 19-23.
51 Halloum, op cit., s. 161.


***