Sadi SOMUNCUOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sadi SOMUNCUOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2016 Cuma

TERÖRLE Mİ, MİLLETLE Mİ MÜCADELE EDİLECEK?





TERÖRLE Mİ, MİLLETLE Mİ MÜCADELE EDİLECEK?


Sadi SOMUNCUOĞLU
27 Temmuz 2005



Bu Affı Kim İstiyor

Evet, cevabı verilmesi gereken en önemli soru, Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ''un yarım ağızla gündeme getirdiği bu affı kimin istediğidir. Genelkurmay, Kandil''deki teröristlerin yüzde 40''ının eyleme karışmadığının istatistiğini mi tutmuştur ki, "bunlar için formül"den söz ediliyor? 8 defa çıkartılan affın teröre yaradığı bilindiği ve her gün şehit verilirken, hem de TSK''nın bunu istemesi normal mi? Daha önceki "eve dönüş"te olduğu gibi bu isteğin adresi de ABD midir? Hükümetin bunu tek başına millete ve TBMM''ye kabul ettiremeyeceği bilindiğinden, TSK üzerinden "ikna süreci" mi başlatılıyor? 
Şişeden çıkarılmaya çalışılan bu cini, lütfen yerinde bırakın da millet vicdanında bir kez daha mahkûm olmayın!..

Gerçek Mücadele İçin

Eğer, "terörle mücadelede dünyada ne yapılıyorsa, Türkiye''de de o yapılacak" derken, samimiyseniz, yapılacaklar bellidir, buyurun;

-Terörle Mücadele Yasası''nın 7 ve 8.maddelerinin eski haline getirilip, terör ve terör örgütü tanımının yeniden yapılması,

-İngiltere Başbakanı dahi Olağanüstü Hal Kurulu''nu topladığına göre, belli başlı illerde OHAL''e geçilmesi,

-Terörle Mücadele Kurumu yerine, bu konuda var olan ve devletin hafızası niteliğindeki, ama terör örgütünün AB aracılığıyla devreden çıkarttığı MGK''nın eski yetkilerine kavuşturulması,

-Teröristbaşının, İmralı''yı kumanda merkezi gibi kullanmasının kesinlikle önlenmesi,

- AB ve tüm üye ülkelerinin; terör örgütü, yan kuruluşları ve bazı belediyeleri kışkırtmaktan vazgeçmeye, terör listesine aldıkları PKK''yla samimi mücadeleye davet edilip, konunun "diplomatik, siyasi, ekonomik" müeyyideler dahil, kararlılıkla takipçisi olunması,

-AB''nin, Kıbrıs Protokolünün imzasından sonra, PKK ile ilgili taleplerini resmî şart olarak önümüze koyacağı dikkate alınarak, bu imzadan kesinlikle kaçınılması,

-Tüm vakıflara yurtdışındaki vakıf ve kuruluşlarla, parasal işbirliği yapma imkânı getiren Vakıflar Kanunu''nun çıkarılmaması, daha önce dernekler için yapılan aynı yöndeki düzenlemenin iptal edilmesi,

-Uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararlarını iç hukukumuzun üzerine çıkaran Anayasa''nın 90.maddesinin eski haline getirilmesi,

-AİHM''in yetkileri ile ilgili sözleşmeye, İngiltere ve İspanya başta birçok AB ülkesinin yaptığı gibi, bireysel başvuru, yeniden yargılama, hukuka uygun gözaltına alma ve yetkili mahkeme kararından sonra tutuklama maddelerine çekince konulması,

-Milli Güvenlik Siyaset Belgesi''nin, AB''nin "emirlerine" göre değil, Türkiye''nin gerçek iç ve dış güvenlik ihtiyaçları dikkate alınarak, acilen çıkarılması, 
Kimse korkmasın, bunlar hak ve özgürlüklerden geriye gidiş değildir. Zira bu tedbirler, ancak devlet-rejim ve millet düşmanı teröristleri ve sömürgecileri rahatsız eder. Ne demişti Alman İçişleri Bakanı Schily; "Güvenlik olmadan özgürlük olmaz...". Veya İngiltere Kültür Bakanı Brooke; "Teröristlerle yandaşları, demokrasiye saygılı insanlarla aynı yayın haklarından yararlandırılmamalıdır".

Samimiyseniz, Londra''daki saldırıdan sonra, "Fransa Cumhuriyeti zayıf bir rejim değildir…Bu insanlara karşı tek bir siyaset biliyorum; kararlılık…Bizi bölme zevkini onlara tattırmamalıyız" diyen İçişleri Bakanı Sarkozy''den ilham alın. Fransa, bölünme tehdidi altında mı, bizim gibi her gün şehitlerine mi yanıyor? Hayır, sadece devlet olma ciddiyetinin gereğini yapıyor.


http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/test/index.php

.

30 Aralık 2015 Çarşamba

NECMETTİN ERBAKAN VE ÖĞRENCİLERİ



05.03.2011  
 
Türk siyasetinin son 40 yılına damgasını vuran liderlerden Necmettin Erbakan da ebedi âleme göç etti. Misyon adamı Necmettin Erbakan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milletine başsağlığı dileriz.

Hocayı Odalar Birliğinde ve  Türk siyasetinde renkli bir portre olarak gördük. 1969  seçimlerinde bağımsız Konya milletvekili seçildi. Ocak 1970’de, bazı asırlık tarikatlar üzerine MNP’yi kurdu. Parti bu özelliğiyle bir ilkti. Bilindiği gibi o tarihe kadar tarikatlar siyasetle ya hiç ilgilenmez, ya da ilgileneni olursa bu bilinmezdi. Gelenek böyleydi. Tarikatlar bütün Müslümanlara, hangi düşüncede,  hangi partide, hangi konumda olurlarsa olsunlar, dini ve dini terbiyeyi öğretmeyi görev bilirlerdi. Bu gönüllülüğe dayalı samimi ve halisane gayretler, son asırlarda giderek zayıflasa da, boşluğu bir ölçüde dolduruyor, faydalı oluyordu.
Türk Milletinin, Hoca Ahmet Yesevilerden, Yunuslardan, Mevlânalardan, Hacı Bektaşlardan, Şahı Nakşibendilerden, Hacı Bayramlardan ve nicelerinden gelen din anlayışı böyleydi. Aynen itikat imamımız Maturidî’nin söylediği gibi; “ Din başka, Siyaset başka, Şeriat başka ” denilirdi. Din vahye dayandığı  için değişmez. Allah’ın emirleri neyse odur. Dinde zorlama ve baskı yoktur. Ama değişken olan siyaset ve şeriat yoruma dayandığı için, Allah bu alanı insanın sorumluluğuna, onun akıl ve düşüncesine bırakmıştır.
İşte değiştirilen bu anlayıştır. Yani; din/tarikat-parti-siyaset aynı çerçeveye konmuş; siyaset dinin, din siyasetin içine tam olarak girmiştir. Böyle olunca da sevgi, saygı, barış, kurtuluş, hoşgörü, birlik ve güzel ahlâk dini; bu defa nereye gitmişse tam tersi olmuştur. Âdeta; baskı, zorlama, suçlama, aşağılama, tahammülsüzlük, dışlama, yabancılaşma, öfke, nefret, bölünme, ayrışma, düşmanlık, çatışma gibi haller ortaya çıkmıştır.
Kültürümüze ve din anlayışımıza uymayan bu değişikliğin kaynağı nedir? diye sorduğumuzda karşımıza şu tablo çıkıyor: Tarihte Müslüman ülkeler (Türkiye hariç) emperyalistlerin işgaline uğramış, buna karşılık köklü bir mücadele verilmiştir. Bu mücadelede yegane güç kaynağı olan İslam dini yorumlanarak, nefret etme ve düşmanla mücadele ideolojisi haline getirilmiş, yapılan mücadele sonunda bağımsızlık kazanılmıştır. İslam’ın siyasi ideoloji halinde yorumlanması ise kolay olmamış, pek çok ilim ve düşünce adamı  ciddi çalışmalar yapmış, büyük boyutlu kitaplar yazılmıştır.
Bu ülkeler bağımsızlıklarını bir şekilde kazandı, ama geride İslam’ı siyasi bir ideoloji halinde yorumlayan kültür kaldı. Toplum bu kültürü, bir manada İslam’ın gerçek hali olarak kabul etti. Bu da mazur görülebilir.
Kabaca ifade edilen bu anlayışı besleyen ve Türkçeye tercüme edilen bu çok sayıdaki eser kampanyalarla topluma sunulmuş ve büyük itibar görmüştür. Bunların çoğu da, iç ve dış bazı kaynaklarca finanse edildiğinden, parasız dağıtılmıştır. Her biri  10, 15 cilt hacminde olan bu eserleri yayımlayan firmalara bakıldığında, bir çoğunun mali gücünün olmadığı görülüyor. Yani ticari veya hayri bir teşebbüsten bahsetmek mümkün değil. Belli ki, sürekli ve sistematik propagandaya dayalı bir amaca hizmet ediliyor. Tabii konu sadece ücretsiz kitap dağıtmaktan ibaret değil. Bunu tamamlayan, çoğu masum pek çok dernek, vakıf, cemaat, fikir ve kültür adamının canhıraş faaliyetlerini de görmek gerekir.
Yanlış anlaşılmaması için kaydedelim. İslam dünyasında telif edilen bu eserlerin, Türkiye’de yayımlanması gayet tabiidir. Hatta gereklidir. Bilinmesinde yarar vardır. Ama yukarıda anlatılanlar bu değil. Türk Milletinin din anlayışını kendilerine göre biçimlendirmek üzere, çatışma ideolojisi haline getirilen  “İslam” yorumunun ithalini gerçekleştirmeyi amaçlayan niyetten bahsetmek istiyoruz.
Sonuç: Acaba bugün dini konuda ülkemizde yaşanan sıkıntıların temel sebeplerinden biri bu programlı “ İthal İslam ” Anlayışı olamaz mı?
Yeniçağ, 05 Mart 2011
 


..

11 Ocak 2015 Pazar

YENİ ANAYASANIN ŞİFRELERİ 4




YENİ ANAYASANIN  ŞİFRELERİ  4



Niçin “Sıfırdan” Anayasa? 

İncelediğinde görüleceği gibi 1982 Anayasası’nda 29 yılda 136 değişiklik yapılmıştır. 1987’den itibaren AKP dönemi dâhil her meclis ve her iktidar döneminde çok sayıda değişiklikler olmuştur. Özellikle AB taleplerinin büyük kısmı aynen benimsenmiş ve gereği yapılmıştır. Bu sebeple 17 Aralık 2004 Zirve kararıyla, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği ileri sürülerek “müzakere” tarihi verilmiştir. 

Düne kadar anayasada yapılan bütün bu değişiklikleri, içeriden ve dışarıdan alkışlayanlar, nedense bugün aşağılayıcı bir üslupla itiraz etmektedir. 

Diyorlar ki; 136 değişikliğe rağmen bu bir Darbe Anayasasıdır. 

Milli iradenin, yani sivillerin yaptığı bu değişiklikler için de; “Anayasa yamalı bohçaya döndü. Sistematiği bozuldu. Bütünlüğü kalmadı”; daha da önemlisi 
“anayasanın ruhu kaldı” diyebiliyorlar. Bu amaçla “demokratikleşme”, “özgürleşme” ve “insan haklarına dayalı” yeni bir anayasaya gerek olduğunu söylüyorlar. 

Burada bir parantez açalım ve bir tespitte bulunalım. Çok partili demokrasilerde rejimin temel kurumu olan partilerin iç bünyelerinde, demokrasi kurum ve 
kurallarıyla işlemiyorsa, o ülkede demokratikleşmeden ve özgürleşmeden bahsetmek mümkün değildir. 

Bugün maalesef partilerimiz tek adam zihniyetiyle, demokrasiyle asla bağdaşmayacak şekilde yönetiliyor. Bu zihniyet kaldıkça anayasalara ne yazılırsa yazılsın, değişen bir şey olmayacaktır. 

Nitekim mevcut anayasa ve siyasi partiler kanunu, partilerin demokratik esaslara göre yönetilmesini istediği halde, buna itibar edilmemektedir. Rejimin ruhu demek olan bu konuda samimiyet böyle olunca, “demokratikleşme” ve “özgürleşme” sözlerinin sadece kitleleri aldatmaya yaradığını söylemeliyiz. 


Parantezi kapatıp şu “yamalı bohça, sistematik ve “bütünlük” meselesine dönelim. Fütursuzca deniliyor ki; 1987’den beri milli irade, (üstelik son dönem hariç, değişiklikler uzlaşmayla olmuştur) hep yanlış yapmıştır. İyi de neden? 

Acaba meclislerin kabiliyeti mi yetmemiştir? Eğer böyleyse şimdiki meclisin ehliyetine nasıl güveneceğiz? Üstün vasıflara sahip olduğuna nasıl inanacağız? 
Bunun için elde bir delil var mı? Üstelik de devletin temellerinin değiştirmeye kalkışıldığı halde. 

Bütün bunlardan anlaşılan; “sıfırdan” anayasa istenmesinin şifresi bu karalamada gizlidir. Anayasanın “ruhu” denilenin de, “Türk” kimliği olduğu ve buna itiraz edildiği açıktır. 

Başka bir ifadeyle devletin Türk Milletine ait olduğunu belirleyen ibarelerin anayasadan çıkarılması suretiyle, kimliksiz, sahipsiz bir devlet yapısı öngörülmektedir. 

Anayasanın “Ruhu” ile ilgili maddeler şunlardır: 

   . “Başlangıç” bölümündeki; “Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğunu… Türk Milleti tarafından demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” 

. 66. Maddedeki; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” 

. 4. Maddedeki, “Anayasanın 1. Maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. Maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri 
ve 3. Maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” 

. 6. Maddedeki, “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.” 

. 42. Maddedeki; “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” 

Emirleri asla değiştirilmemelidir. 


Türk Milletine rağmen Türk kimliğinin değiştirilme gerekçesi nedir? İnkarcılara göre; “Türk” milletin değil bir etnisitenin adıymış. Bunun için Türk sözü etnik bir 
çağrışım yaptığından diğer etnik gruplar inkâr ediliyor, ayrımcılık oluyor, gerilim, iç çatışma ve terör bundan çıkıyormuş. 
Bunun yerine Türkiye vatandaşlığı getirilirse, her grup eşit siyasi konuma gelirmiş, barış olurmuş. Hayret, Osmanlıyı yıkan görüşlere ne kadar da benziyor. 

Görüldüğü gibi meşruiyetin ve gücün kaynağı olan “Türk Milleti” yerine, coğrafyanın adı olan “Türkiye vatandaşlığı” getirilmek isteniyor. Böylece, Fransız Devleti, Alman Devleti, İspanyol Devleti, Amerikan Devleti, Yunan Devleti denebilecek, ama Türk Devleti denemeyecek. Tam da PKK’nın istediği gibi. 

Yapılmak istenenler bakımdan 66. Madde 1982 Anayasasının kilidi gibidir. Kırıldığında bütün kapılar açılacaktır. 

Anayasanın bu emirlerine niçin itiraz edilmektedir? Müesses nizam ve seçimlerde Türk Milleti size böyle bir yetki ve görev mi verdi? Bu Milletin bin yıllık 
egemenliğini sona erdirmek gibi bir isteği olabilir mi? 

Devletinden canı pahasına da olsa vazgeçmeyeceği bilinen Türk Milletinin laf cambazlığıyla aldatılması, milli iradeye meydan okumak anlamına gelmiyor mu? 

Anayasanın “ruhunu” değiştirme ihtiyacının bir başka izahı da şöyle yapılmakta dır: 
Özetleyelim; Osmanlı herkesin devletiydi. Ama Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti Devletini sadece Türklerin devleti olarak kurdu. Böylece diğer etnik grupları dışlayıp inkar etti. Türkiye’nin temel meselesi budur. Meselenin çözümü; Türk(!) etnisitesi ile diğer etnisiteler, demokratikleşme ve özgürleşme yoluyla eşitlenip, egemenliğe ortak yapılmasıyla mümkündür. 

Bunun için anayasa, ya hiçbir etnisitenin adının geçmediği veya her etnisitenin kendini eşit bir şekilde temsil edeceği yapıda olmalı. Böylece kardeşlik ve 
birlik tesis edilip, sorun olan milli/ulusal devletten kurtulmuş olacağız. 

Bu açıklama üzerinde biraz duralım. Çünkü meselenin özü buradadır. Önce kavramların çarpıtıldığına işaret edelim. Sonra bu icat edilen yeni kavramlar üzerine, dünyada benzeri olmayan, akıl dışı bir rejimin inşasına çalışıldığını söyleyelim. 


Çarptırılan kavramlar: “Osmanlı herkesin devletiydi” ifadesi, bireyler açısından doğrudur. Ancak söz konusu “egemenlik” olunca, yanlıştır. Zira egemen olan millettir. Birey değil. Birey hür olur. Bu durumda doğru cümle; “Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de herkesin devletidir. Egemenlik ise, her ikisinde de Türk Milletinindir” şeklinde olmalıydı. Bu Birinci Düzeltme. 

İkincisi ise; “Demokrasi”, “özgürlük” ve “eşitlik” gibi kavramlar, dünya hukukunda ve kültüründe olduğu gibi bizde de, bireyler/vatandaşlar için geçerlidir. 

Etnik, ırk, din, felsefe, cinsiyet, bölge, sosyal sınıf veya diğer toplum grupları için kullanılmaz. Çünkü etnisitelerin küme olarak “eşitliği, özgürlüğü ve demokratlığı” olmaz. Bireylerin olur. 

Toparlarsak; Büyük Atatürk ve arkadaşlarının, Osmanlının devamı olan Türkiye Cumhuriyetini, Türk Milletinin devleti olarak kurması, son derece isabetli ve 
gerçekçi olmuştur. Çağın gereği de budur. Dışlandı denilen boy, soy, aşiret gibi gruplar, Türk Milletinin birer parçası ve unsurudurlar. Bu açıdan eşit bireyler, her türlü farklılığı giderdiği gibi, millet bütünlüğü içinde, egemenliğin de zaten sahibidirler. 

Parti İktidarları veya TBMM “Sıfırdan” Anayasa Yapabilir Mi? 


TBMM veya parti iktidarları, anayasanın, değiştirilemez dediği, tarihten gelen kurucu iradeye, devletin kimliği ve niteliklerini belirleyen ilkelere dokunmamak 
kaydıyla, gerekli her değişikliği yapabilirler. Ama “sıfırdan” yeni bir anayasa yapmaya yetkileri yoktur. 

Bu konuda değerli hukukçu Prof. Dr. Çetin Yetkin, soruna açıklık getiriyor. Aynen şöyle diyor: 

“Yeni bir anayasa yapılıp yürürlüğe girinceye kadar, eskisi yürürlükte kalacaktır. O halde, yapılacak tüm işlemler yürürlükteki anayasaya uygun olmalıdır. Bu 
açıdan 1982 Anayasası’na bakarsak, her şeyden önce, 11/1. Madde hükmünün şöyle olduğunu görürüz 

“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” 

6. Maddenin 2. fıkrasında ise denilmektedir ki, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” 

“Anayasa Yapmak” hiç kuşkusuz, bir devlet yetkisinin kullanılmasıdır. 

Şu halde, yeni bir anayasa yapmak, ancak yürürlükteki anayasa olanak tanırsa düşünülebilir. 

O nedenle, ilk olarak TBMM’NİN GÖREV VE YETKİLERİ başlığını taşıyan 87. ve sonraki maddelere baktığımızda Meclis’in tüm yetkileri tek tek sayıldığı halde böyle bir yetkinin tanınmadığını görüyoruz. 

İDARE ile ilgili 123. ve sonraki maddelerde de böyle bir yetki söz konusu değildir. 

TBMM’nin görev ve yetkileri başlığını taşıyan 87. ve sonraki maddelere baktığımızda böyle bir yetkinin tanınmadığını görüyoruz.” 

“1982 Anayasası’nın 175. Maddesi Anayasa maddelerinin nasıl değiştirilebileceği ni hükme bağlamıştır. Başka bir deyişle, Anayasa’da yapılacak herhangi  bir “değişiklik”, yine Anayasa’nın belirlediği biçimde yapılabilecektir. Nitekim şu ana değin hep böyle yapılmıştır. Ancak, burada söz konusu olan “maddelerde değişiklik” tir.” Sıfırdan yeni bir anayasa değildir. 

1982 Anayasası’nın 4. Maddesi, ilk 3 madde hükmü değiştirilemez ve değiştiril mesi teklif edilemez dediğine, 2. Maddesi “Başlangıç”ta belirtilen temel ilkelere dayandığına, bu ilkelerde “…egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’ne ait olduğu” kaydedildiğine göre, devletin kuruluş esasları asla değiştirilemez.” 

Bu hukuki açıklamalardan sonra tekrarlayacak olursak; anayasanın ruhu değiştirilemez. Türk Devleti’nin asırlar ötesinden gelen, bedelini ödeyerek yaşattığı kimliğini, hiçbir güç yok sayamaz. 61 ve 82 anayasaları da, bu temel gerçeğe saygılı olmuştur. 


BOP’un ve Bölücü Terör Örgütü PKK’nın “Sıfırdan” Anayasa İhtiyacı 

Bilindiği gibi Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi (BOP), bölgenin 22 İslam ülkesinin sınırlarını, batının ihtiyacına göre yeniden belirlemeyi amaçlıyor. 

Sınırların yeniden belirlenmesi işi; ülkelerin durumuna göre değişik yollardan, değişik araçlarla yapılıyor. Irak’ta askeri güç kullanarak; Libya, Tunus, Mısır gibi 
ülkelerde iç isyan ve çatışmalarla; Türkiye’de “demokrasi, özgürlük, eşitlik” gibi karıştırıcılar, işbirlikçiler, PKK terörü, AB üyeliği ve “ABD stratejik  ortaklığı-Model ortaklık” aldatmacasıyla yürüyor. 

Bu çerçevede gelişmelere bakıldığında, ABD, AB ve PKK’nın, “yeni” bir anayasa istediği açıkça görülmektedir. İstemekle de kalmamakta, terör dahil her yönden saldırmaktadır. Devletimizin milli (bir millet) ve üniter/tekil (tek merkezden yönetim) yapısı bozulmadığı sürece de, bölünmesi mümkün değildir. 

Bunun için millet ve devlet yapısı etnikleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu hedefe ulaşılırsa, daha sonraki bir vadede devamı da gelecektir. O da, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den koparılacak parçalar üzerine “Büyük Kürdistan”ın kurulmasıdır. 

Tarih şuuruna sahip olanlar meselenin burada da bitmeyeceğini, bin yıldan beri devam eden haçlı zihniyetinin gereği olarak, Türk’ün Anadolu’ya hapsedilme si ve eritilmesiyle, bu topraklarda “Büyük Ermenistan-İsrail-Yunanistan” gibi egemenliklerin kurulmasına kadar devam edeceğini bileceklerdir. 

Bu son safha 50-60 yıl veya daha uzun sürebilir. Ayrı birkonu. 

Bu bir Haçlı projesidir. İşte Bazı Delilleri: 

. “Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi” (BOP)’nin resmi haritasına bakıldığında her şey ayan beyan görülebilir. İsteyenler “Sevr haritasını” ve “Sevr Antlaşması”nı da hatırlayabilirler. 

Bunların Barzani Yerel Yönetimi haritasıyla aynı olduğu da bilinmelidir. 

    1998’de toplanan AB Bakanlar Komitesi şu kararı aldı: “Kürt sorunu siyasallaş tırılarak, uluslararasına taşınarak ve halkların hukukuna göre çözülecektir.” 13 yıldır yaşananlar, aynen böyle seyrediyor. 

 PKK’nın yan kuruluşu İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin imzasını taşıyan17 320 sayfalık kitap 1998’de AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen’a elden teslim edilmiştir. 
17 Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması), İnsan Hakları Derneği yayını 

 Bir yıl sonra Aralık 1999’da Türkiye’ye AB adaylık statüsü verilmiştir. 2000 yılından itibaren, uyum adına önümüze konan yol haritasındaki siyasi 
şartların tamamı, inanılır gibi değil, bu kitaptan alınmıştır. 

  Kitapta; millet bütünlüğüne dayalı olarak inşa edilmiş olan kültürel, hukuki ve siyasi yapının çözülüp, Türkiye’nin “etnisite esasına göre dönüştürülmesi” için; kanunlardan “Türk” ve “Milli” gibi kavramların çıkarılması, 
Anayasa maddelerinin ne şekilde değiştirileceği18, 

Genel  af 19

66. Maddeden Türk kimliğinin çıkarılması20

Anadillerde eğitim, öğretim ve yayın 21 gibi düzenlemelerin; 
adı ister AB süreci olsun, ister “PKK açılımı” hepsi mevcuttur. 

18 a.g.e 
19 a.g.e 
20 a.g.e 
21 a.g.e 

  Eğer, ABD-AB-PKK üçlüsünün dayattığı “siyasi-demokratik” (iki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli) çözüm kabul edilmezse, kan akmaya devam edecektir. Bu maksatla PKK terör örgütüne Irak’ın kuzeyinde güvenli bir bölge tahsis edilmiştir. Bu terör yuvalarının dağıtılması için, bölgeye girişimize ABD-AB ikilisi izin vermemektedir. Bölücü terör örgütü ABD’nin himayesinde kan dökmeye devam etmektedir. 

Kısaca, kan dökenler, can alanlar bizden, devletimizi, vatanımızı ve milletimizi bölüşmemizi istiyorlar. Bunun adına “çözüm” diyorlar ve buna uygun bir “yeni” 
anayasayı dayatıyorlar. 

Bütün bunlar “sıfırdan” anayasanın kaynağında hangi mihrakların ve niyetlerin yattığını göstermeye zannederiz yeterli olacaktır. 

Siyasi İktidar Bu Projenin Neresinde? 


Uzatmadan soralım acaba siyasi iktidar, Türkiye’nin dönüştürülmesi denilen bu projenin neresinde duruyor? Bunun cevabı Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarında mevcuttur. Erdoğan; “ Bu ülkede biz Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla bir milletiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimseyi rahatsız etmemeli” söylemini her vesileyle tekrarlıyor. 

Eğer bu cümle şöyle kurulsaydı mesele olmayacaktı: “Biz Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla 
hepimiz Türk Milletiyiz.Türk Devletinin vatandaşı olmak kimseyi rahatsız etmemeli.” 

Ama böyle Söylenmiyor. 

Bir ve egemen olan Türk Milletini ayrı ayrı siyasi sosyal parçalar halinde görmek, aslında milli-üniter devlet yapımızın reddi anlamına gelmektedir. 

Bu anlayış yeni değildir. Eskiden beri savunulduğu ve benimsendiği görülmektedir. Konuyla ilgili olarak daha da ayrıntılı bilgi vermek için “2. Cumhuriyet Tartışmaları”22 adıyla 1993’de yayımlanan kitaptaki röportajı okumalıyız. Buradaki sorular ve cevaplar aynen şöyle: 

22 "2. Cumhuriyet Tartışmaları (Yeni Arayışlar, Yeni Yönelimler) [Röportajlar] [Hazırlayanlar: Metin Sever, Cem Dizdar], Ağustos 
1993 (2. Baskı), 462 S. Başak Yayınları. syf:417-431. 

RTE: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. 

‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye’de yaşayan herkesin dir. (Buradaki “herkesin”  sözünden bireyleri değil, etnik/ırk gruplarının tüzel kişiliğini anlamak lazımdır. SS) 

Soru: Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler. 

RTE: Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir. 

Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse 

RTE: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa… 

Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir… 

RTE: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir. 

Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur? 

RTE: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır. 

Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı? 

RTE: Ona orda hudut tayin edemem. 

Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz 

RTE: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum. 

Soru: Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyorsunuz. 

RTE: Tasarlayamam çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki! 

Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda.. “Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak istiyoruz” derlerse, siz bu hakkı meşru bulur musunuz; bunu öğrenmek istiyorum! 

RTE: Onu meşru olarak görmüyorum. 

Bu röportajda; “Kürtler, bağımsızlık isterlerse” sorusuna verilen “Coğrafi bütünlük içerisinde evet” ve “coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı? sorusuna verilen “Ona orda hudut tayin edemem” cevabı daha da ileri hesapların olduğunu düşündürmektedir. 

Erdoğan’ın bugün de aynı şekilde düşündüğünü, “açılım” çerçevesinde bazı yasalardan çıkarılmaya başlanan “Türk” adının, “yeni” anayasadan da çıkarılacağını açıkça söylemesinden anlaşılıyor. 

Bölücü terör örgütü PKK’nın başı Apo’nun, “Türkiye vatandaşlığı” ve “coğrafi bütünlük içinde kalarak” çözüm dediği “Demokratik Cumhuriyet Projesi”, (İki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli cumhuriyet) de böyle değil mi? Oslo mutabakatı da bu gerçeği teyit etmiyor mu? 

Bu bilgilerden hareketle, “yeni” anayasanın “Türk etnisitesi(!)”nin de içinde yer aldığı “çok ortaklı etnik devlet” yapısını gerçekleştirecek şekilde hazırlanmak istendiğini söyleyebiliriz. 

Bu amaçla Anayasanın 66. Maddesindeki “Türk Devleti” ve “Türk” ibarelerinin çıkarılarak yerine “Türkiye veya anayasal vatandaşlık”ın konulmasının önemini tekrar vurgulamalıyız. 

Yani yok sayılan Türk Milletinin kimliği yerine coğrafyanın kimliği konulunca; renksiz, kimliksiz, sahipsiz bir devlet yapısı ortaya çıkıyor. Basit ifadesiyle tapunun (egemenliğin) sahibi bir iken, iki veya daha fazla olmasının, 
yolu açılıyor. ABD’nin zorla kurduğu, iki ortaklı “Irak Federal Cumhuriyeti” gibi. 

Zannederiz ki bu değerlendirmeler, “yeni” anayasa ve ”yeni” Türkiye” denilen mühendislik çalışmasında, siyasi iktidarın konumunu belirlemeye yetecektir. 

İşte biz buna bölünme diyoruz. Ama bu görüşü savunanlar; milli devletten vazgeçilince, çok ortaklı devlet yapısı Türkiye’yi büyütecek, herkesin 
menfaatine olacak; “Milli Birlik ve Kardeşlik” tesis edilecek, ülkeye “barış ve eşitlik” gelecektir, diyor. 

Burada, devletlerin bir millete göre kurulduğu, milleti meydana getiren sosyal toplulukların üzerine devlet inşa edilemeyeceği gerçeği inkar ediliyor. Geçmişte kanlı bir şekilde dağılan Yugoslavya’dan ve Sovyetler 
Birliğinden ders alınmıyor. Emperyalistlerin zorla, kanla ve katliamla kurduğu bugünkü Irak’ın başına gelenlere ve geleceklere bakılmıyor. 

Sözün burasında yine soralım: Acaba iktidar, BOP ve PKK ile aynı görüşte denebilir mi? Hayır. Bir yol arkadaşlığından bahsedilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla 
“çok ortaklı etnik federasyona” geçilince, siyasi iktidarın projesi tamamlanıyor, yol bitiyor, devam etmiyor. 

Ama PKK ve BOP’un yolu devam ediyor. PKK’nın yolu “Büyük Kürdistan”, BOP yolu, “Büyük Ermenistan”, “Büyük İsrail” ve “Büyük Yunanistan” kuruluncaya kadar devam ediyor. Unutmayalım ki, bütün bunlar bin yıllık haçlı seferlerinin değişmeyen emelidir. 

Çok ortaklı etnik bir devlet ”, oradan da “Büyük Kürdistan”a geçildi diyelim; Bu durumda haçlı (BOP) yoluna devam edeceğine göre, “Büyük Kürdistan”ın 
durumu ne olacaktır? Bilemiyoruz. Ama haçlının asıl hedefi, bu topraklarda Türk-İslam medeniyetini yok etmek olduğuna göre, cevabını siz düşünün. 

SONUÇ 

Anayasalar donmuş metinler değildirler. İhtiyaca göre geliştirmeye ve değiştir meye muhtaçtırlar. Ancak; devletin Türk Milletine ait olduğunu gösteren temel ilkelerin değiştirilmesine; kurucu irade, anayasamız, tarih şuuru ve sorumluluğumuz, kültürümüz ve egemenlik hakkımız izin vermiyor. Hiçbir iktidarın ve meclisin de böyle bir yetkisi olamaz. 

Buna rağmen devletin temelleri değiştirilirse, kanaatimizce bu silahsız darbe olur. 

Çünkü devletin birinci görevi; Türk Milletinin birliğini, vatanın bütünlüğünü ve devletin bağımsızlığını korumak ve yaşatmaktır. Tarihin derinliklerinden gelen egemenliğini yıkmak ve ülkenin bütünlüğünü bölmek değildir. Hiçbir Meclisin ülkenin bir parçasını, mesela Edirne’yi Yunanistan’a veriyorum diyemeyeceği gibi. 

Böyle bir durum vaki olduğunda, anayasa hukukçularının söylediği gibi “milletin direnme hakkı” doğar. Nitekim 1982 Anayasası’nın “Başlangıç” bölümünün son cümlesinde, bu anayasa “Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur” denilmektedir. 

Eğer maksat samimi olarak anayasamızı daha “demokratik”, “özgürlükçü” ve “temel insan haklarına saygılı” hale getirmek ise, bu mümkündür. Bir parçası olduğumuz uluslararası hukuka, milli ihtiyacımıza, müktesebatımıza ve kültürümüze uygun hale getirme hedefinde buluşmak yeterli olacaktır. Bunun için, acele etmeden, en geniş manada uzlaşarak çalışmaya başlanmalıdır. 

Bu bakımdan, Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi ve bu çerçevede geliştirilip imzalanmış olan uluslararası bütün sözleşme ve anlaşmalar bize yardımcı olabilir. 

Böyle bir düzenin kurulabilmesi için de, önce yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız olması, yani hukuk devletinin teşkili şarttır. Ancak Başbakan’ın 12 Eylül 
2010 referandumu ile hukuk devletini ortadan kaldıran anayasa değişikliğine dokunulamaz demesi, ön şart koşması demokratik düzeni şimdiden tehdit altına sokmuştur. 

Bu durumda; demokrasi ve özgürlükten, hür medya ve haberleşmeden, katılımcılıktan, özellikle partilerin demokratikleşmesinden, toplumda korkusuzca yaşamadan, insan temel hak ve özgürlüklerinden, inanç, ibadet, düşünce ve ifade hürriyetinden, nasıl 
bahsedilebilir? 

Umulur ve temenni edilir ki, aklın yolu seçilir; devletin ve milletin kimliğiyle uğraşmak gibi, hiçbir iktidarın üzerine vazife olmayan tehlikeli 
yanlışlardan vazgeçilir ve masum milletimizin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması esas alınır. 

Eğer milli bütünlüğümüzün sağlamlaştırılmasına ihtiyaç varsa, ayrımcılığı, bölücülüğü, ırkçılığı ve siyasi etnikçiliği reddeden, milli-üniter yapımızı daha da güçlendirici bir anayasa yapılır. 

Bu anayasa mutlaka “ Adalet Mülkün Temelidir ” ilkesi üzerine inşa edilir. O durumda; 

DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, BİREYLERİN EŞİTLİĞİ, KALKINMA, HUZUR, KARDEŞLİK ve İNSAN TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİNİN ancak bu yapı içinde gerçekleşebileceği görülür. 

Böylece ülkemiz, varlığına yönelen saldırılara karşı milli güçlerimizle gerçekten savunulur; kanlı terör belası ve haçlı planları bertaraf edilir, milletimiz birlik içinde refah ve zenginlik yolunu tutar, vatanımıza huzur gelir. Böylece milli devlet, güçlü iktidar yapısıyla ayağa kalkar, çevremize ve insanlığa karşı görevlerimizi yapacak konuma gelebiliriz. 


MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ HAKKINDA 

Merkezimiz ilk olarak Temmuz 2008 tarihinde, Eski Devlet Bakanı Sadi SOMUNCUOĞLU başkanlığında, faaliyetlerine Ankara Balgat adresinde başlamıştır. 

Yaklaşık iki buçuk yıl burada çalışmalarını sürdürdükten sonra faaliyetlerinin genişlemesi üzerine Ocak 2011’de şimdi bulunduğu Kızılay’daki yerine 
taşınmıştır. Kuruluşundan bu yana önceden belirlenmiş programı çerçevesinde ilgi duyan herkese açık olan hizmetlerine kesintisiz olarak devam etmektedir. 

Bilgi Şölenleri ismi ile her hafta Çarşamba günü gerçekleştirilen sistematik toplantılarda, ülkemizin temel meseleleri, alanında uzman kişiler tarafından sunum ve tartışmalar eşliğinde incelenmektedir. Bu çalışmaların amacı Türkiye ve Türk-İslam Dünyasının ana meseleleri üzerinde kapsamlı bir bilgi birikimi ve görüş birliği sağlamaktır. Bugüne kadar 135 Bilgi Şöleni yapılmıştır. 

Yine bu amaçlar doğrultusunda serbest sohbet imkânı sağlayan Cumartesi toplantıları da aralıksız olarak sürdürülmektedir. Bilgilendirici ve kaynaştırıcı nitelikte olan bu sohbetlerde gündemin önemli olayları beyin fırtınası şeklinde değerlendirilmektedir. 

Geniş katılım ile yapılan bu çalışmalar, ülkemiz içinden ve dışından, her yerden takip edilebilmesi için video şeklinde internet sitelerimizden yayınlanmaktadır. 

www.millidusunce.org 

www.iktidarmuhalefet.com

Öte yandan belirli kıstaslara göre seçilen üniversite ve sonrası dönemi gençlerine milli bir şuur kazandırmak üzere, belli bir program dâhilinde, bilgi seminerleri verilmektedir. 

Önemli gördüğümüz bir diğer çalışmamız da, dağınıklık içerisinde, tek tek kalmış ve birçok fedakârlıkla faaliyetlerini sürdürmeye çalışan milli düşünce 
kuruluşlarıyla, birlikte hareket imkânını oluşturmak ve bir işbirliği zeminini hazırlamaktır. Bu ortak çalışmamız müspet bir sonuca ulaştığında, bu kuruluşlarımız milli hedeflerimiz doğrultusunda güç birliği sağlamış olacaktır. 

Bunların yanında merkezimiz ülkemizin öncelikli sıcak meseleleri hakkında kamuoyunu aydınlatmak üzere yayınlar da yapmaktadır. 

Yayınlanan Eserler Şunlardır:  

1- Son Haçlı Seferi: PKK Açılımı – Ocak 2010 
2- Etnik – Irkçı – Bölücü PKK Terörünü Doğru Anlamak – Temmuz 2011 
3- “Yeni” Anayasanın Şifreleri – Kasım 2011 

Merkezimizin bütün çalışmalarını, bilim adamlarımızın makalelerini ve yurt içinde ve dışında gelişen önemli olaylara ait haberleri internet sitelerimizden dileyen herkes kolaylıkla takip edebilmektedir. 


www.millidusunce.org 

www.iktidarmuhalefet.com


DİPNOT;

BELGE BİLĞİ VE ÇALIŞMALAR 
www.millidusunce.org 
e-posta: bilgi@millidusunce.org 
Yayın Numarası: 3  
Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Başkanı 
YAYINLARINDAN ALINMIŞTIR,,



Kaynaklar: 


(1) Prof. Dr. Suna Kili, Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985 2)A.g.e, s. 96 

(2) a.g.e.173 

(3) Hürriyet, 23.10.2011 

(4) Fuat Köprülü, Akşam, 28 Teşrinievvel, 1334 (1918) 

(5) Hüseyin Rahmi Akyüz (Ed.), Yeni Anayasa Raporu II, Ankara, Memur-Sen (Memur Sendikaları Konfederasyonu), Aralık 2011. 

(6)http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Iste-Abant-Toplantisi-sonuc-bildirgesi/739126 (06.05.2012) 

(7)Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, http://www.haber3.com/iste-gulenin-anayasa-onerisi-1121607h.htm (06.05.2012) 

(8) Avrupa Birliği Üyesi Bazı Ülkelerin Anayasaları, T.C. Adalet Bakanlığı, Mayıs 2011, s.265 

(9) Avrupa Birliği Üyesi Bazı Ülkelerin Anayasaları, T.C. Adalet Bakanlığı, Mayıs 2011, s.265 

(10) M. Kemal Pekdemir, Tarihin En Tartışmalı Padişahı Abdülhamid, 2008, s.39 

(11) Pekdemir, a.g.e. s.39 

(12) Necdet Sevinç. Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, 2008, s.434 

(13) İlhan Bardakçı, Zaman Gazetesi, (a) 7 Temmuz 1995 

(14) Dr. Ali İhsan Gencer, İlk Osmanlı Anayasasında Türkçenin Resmi Dil Olarak Kabulü Meselesi. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Yayınları no:423, Armağan, 
Kanunu Esasi’nin 100. Yılı 

(15) Sevinç, a.g.e. s.435 

(16) Pekdemirli, a.g.e. s.46 

(17) a.g.e. s.47 

(18) “Yeni anayasanın şifreleri” Milli Düşünce Merkezi 

(19) II. Meşrutiyet Döneminde Osmanlı Meclis-İ Mebusanı’nın Çalışmaları (1908-1912) http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/mehmet_kaan_calen_4849.pdf 

(20)http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=1301085 

(21)Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması), İnsan Hakları Derneği yayın 

(22)http://www.milliyet.com.tr/ocalan-in-dort-ayakli-paradigmasi/fikret bila/siyaset/yazardetay/08.12.2010/1323501/default.htm 

(23)http://bianet.org/bianet/bianet/102616-dtp-kongresi-sonuc-bildirgesinin-tam-metni 

(24)http://www.akparti.org.tr/site/haberler/tezimiz-turkiye-cumhuriyeti-vatandasligi/36643 

(25)Cumhuriyet Tartışmaları (Yeni Arayışlar, Yeni Yönelimler) [Röportajlar] [Hazırlayanlar: Metin Sever, Cem Dizdar], Ağustos 1993 (2. Baskı), 462 S. 
Başak Yayınları. S. 417-431. 


(26)http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/03/abdullah_ocalan_genel_af_onerdi?paging3 



..




YENİ ANAYASANIN ŞİFRELERİ BÖLÜM 3


YENİ ANAYASANIN  ŞİFRELERİ BÖLÜM 3


Milli Egemenliğimiz ve “Yeni” Anayasa 

Sadi SOMUNCUOĞLU  13 

DİPNOT;
13- Devlet eski bakanı ve Milli Düşünce Merkezi Başkanı 

GİRİŞ 

“Yeni” anayasaya gerçekten ihtiyaç var mıdır? Varsa önceliği nedir? “Yeni” anayasadan murat, Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi ise, devletin temellerini 
sarsmadan, yeni huzursuzluklara, ayrışma ve çatışmalara meydan vermeden, mevcut anayasayı ıslah etmek daha akıllıca olmaz mı? Neden “Yeni” 
anayasanın bütünü için “insan odaklı, insanı mutlu edecek, demokratik ve özgürlükçü” gibi yuvarlak, içi boş, anlamsız sloganlarla yetinilirken, sıra devletin 
meşruiyet temellerine ve kimliğine gelince, Türk Devletini tasfiye edici, ayrıntılı ifadeler kullanılmaktadır. “Yeni” anayasa denince neden bütün söylemler, Milletimizin birliği, egemenliği ve devletimizin üniter-milli yapısı üzerinde odaklanmaktadır? Bu tartışmalarda niçin bölücü terör örgütü muhatap alınmaktadır; gizli-açık görüşmeler ve pazarlıklarda sanki birlikte “yeni” anayasanın ruhu belirlenmeye çalışılmaktadır? Bu durumda “yeni” anayasa, TBMM’nin hür iradesiyle mi, yoksa bölücü terör örgütüyle varılacak mutabakatla mı hazırlanmış olacaktır? 

İşte bu incelemede “yeni” anayasa meselesi, bu sorular ve benzerleri ekseninde tahlil edilecek; coğrafyayı vatan yapan milletimizin yüksek iradesi, 
kültür ve medeniyeti, devletlerimizin temelleri ve kimliği ile öne çıkan bazı kavramlar üzerinde durulacaktır. 

Anayasa Ne Demektir? 

Anayasa devletin meşruiyet kaynağını, kimliğini, kuruluş esaslarını, temel amaç ve görevleri ile yönetim biçimini belirleyen; bireylerin hak, özgürlük ve 
yükümlülüklerini gösteren, kişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen temel siyasi yasadır. Anayasa üstün hukuk normudur. Demokratik 
hukuk devletinde ana yapı, yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşmaktadır. 

Kuruluş esasları ve hukuki yapıları uluslararası hukuka ve genel duruma uyan devletler bu özelliktedirler. Kendine has şartlarda ve konjonktüre göre kurumuş 
istisnai konumdaki devletlerin anayasaları ise, birbirlerine benzemediği gibi, hiçbir ülkeye de örnek teşkil etmez. Anayasa konusuna bu çerçevede 
bakılması gerekmektedir. 

Türk Anayasaları 

Bugüne kadar, 108 yılda 5 yazılı anayasamız olmuştur. Bunlar; 1876 Kanuni Esasi, 1921 geçici Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve 1982 
anayasasıdır. Bu anayasalardan ilk üçünün gerçek ihtiyaçtan; son ikisinin ise darbeler sonucu kurulan yeni rejime göre “sıfırdan” yapıldığı bilinmektedir. 

Ancak konumuz açısından çok önemli olan husus, devletin kimliğinin Sultan II. Abdülhamit Han’ın 1876 Kanuni Esasi’sinden 1982 Anayasasına kadar aynı kalması, adeta kopya eder gibi korunmasıdır. Anayasaların hepsinde de, kurucu irade, kuruluş esasları ve meşruiyet kaynağı denilen, milletin ruhu esas alınmıştır. Böyle olması da çok tabiidir. Çünkü kurucu iradenin sahibi değişmemiş, hep Türk Milleti olmuştur. 

Kimlik meselesi günümüz tartışmalarının da eksenini teşkil ettiğinden, ilk anayasamızdan somut deliller vererek, devletin yapısındaki sürekliliğe ve bütünlüğe dikkatleri çekmek isteriz. 

Önce 1876 Kanun-i Esasi’ye bakalım. (1908 değişiklikleri dâhil) 

Madde 1. Osmanlı devleti ülkesiyle bir bütündür, hiçbir gerekçeyle bölünemez. 

Madde 2. Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’dur 

Madde 8. Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara “Osmanlı” denir, 

Madde 17. Yasa önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır. 

Madde 18. Devlet memuru olabilmek için “devletin resmi dili” Türkçeyi bilmek şarttır. 

Madde 57. Mecliste müzakerelerin dili Türkçedir. 

Madde 68. Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz. 

Madde 71. Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir. 

Muhtevası belirlenen bu kimlik elbette 1876 Kanuni Esasi ile kazanılmış değildir. Devletin kuruluşundan itibaren; sarayda, orduda, devlet işlerinde, mahkeme lerde, şiirde, edebiyatta, kültürde, musikide, mimaride, sanatta, günlük hayatta, her yerde ve her işte, Türk dili ve kültürü esas olmuştur. Ondan önce Selçuklu devleti de, Osmanlı gibi Türk Milletinin devletiydi. 

Yukarıda 8. Maddede bahsi geçen “Osmanlı” sözü hiç şüphe yoktur ki, “Türk” anlamındadır. Aynen Cumhuriyet dönemi anayasalarında çok kullanılan “Türkiye” sözünün, Türk anlamında kullanılması gibi. 

Nitekim bu anayasalarda, “egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletine aittir” denilmek suretiyle, hiçbir tereddüde yer bırakılmamıştır. O bakımdan, bu günün 
tartışmalarında “Türkiye” sözünü, “Türk”ten ayrıymış gibi göstermeye kalkışmanın gerçekle ilgisi yoktur. 

Buna rağmen, günümüzün her türlü istismarına fırsat vermemek için, Türkiye yerine, hep Türk, Türk vatanı ve Türk Milleti kavramlarını kullanmakta yarar vardır. 

Osmanlı Devletinin ömrünü tamamlaması üzerine yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti geçmiştir. 

Bu dönemde bütün dünyada imparatorlukların dağıldığını, egemenliğin artık hanedan eliyle değil, doğrudan doğruya millet eliyle temsil edildiğini, 
demokratik hukuk devleti dönemine girildiğini hatırlamalıyız. 

Nitekim TBMM, 1922’de aldığı 308 numaralı kararla bu hususa açıklık getirmiştir.14 Karar şöyledir: “Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk Milleti,… düşmanlarına karşı kıyam etmiş …bugünkü kurtuluş gününe vasıl olmuştur.” 

DİPNOT;
14 Türk Anayasa Metinleri, s.96,Prof. Dr. Suna Kili-Prof. Dr. Şeref Gözübüyük 

Daha önce de 1921 Anayasasında 

1. Maddede, “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ” 

2. Maddede “İcra kuvveti ve yasama yetkisi milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirir ve toplanır” denildiği görülüyor. 
    Benzer hükümler 1924 Teşkilatı Esasi’de 2. Maddede “Devletin resmi dili Türkçedir” 

3. Maddede ” Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ” 

4. Maddede “ Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ” 

1945 değişikliği ile “ Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir… vatandaşlık kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan 
herkes Türktür.” şeklindedir. 

1961 Anayasasında 

2. Maddede, “milli devlet” 

3. Maddede “resmi dili Türkçedir” 

4. Maddede “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir” 

1982 Anayasasında 

3. Maddede “Devletin dili Türkçedir” 

6. Maddede “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir” şeklinde belirlenmiştir. 

Bu örneklerde görüldüğü gibi devletin sahibi ve kimliği hiç değişmemiş, “Türk” ve “Türk Milleti” olarak kalmıştır. Esasen egemenlik millete ait bir kavram olduğundan, devletin sahibi, bünyesindeki etnik grupları da temsil eden millettir. Zaten başka türlüsü mümkün de değildir. 

Anayasalar ve Kanunlar Kullanıldıkça Değer Kazanırlar 

Anayasalar ve kanunlar kullanıldıkça değer kazanırlar. Yürürlükteki anayasa ve yasalar; mahkeme içtihatlarıyla zenginleşir, gelişir, değişir, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir muhtevaya ulaşmaya çalışır. Mevzuat da, böylece aynen toplum gibi canlı, gelişen dinamik bir hüviyet kazanır. 

Bu bakımdan “yeniden” anayasa yapılması çok sorunlu, riskli, konjonktüre ve bir kesimin ideolojisine bağlı olma tehdidi altındadır. Yerleşmiş, köklü devlet 
kültür ve geleneğine sahip ülkelerde, yeni anayasa değil, ıslah edilen anayasadan bahsedilebilir. Bu da, ciddi saha araştırmalarını, samimi ve azami bir uzlaşmayı gerektirir. 

Ama Afrika gibi yeni ve istikrar kazanmamış, kökleşmemiş devletlerde, işler yürümedikçe anayasa ve yasaların, yeni baştan yapılması sıradanlaşır. Buna 
karşılık, gelişmiş ülkelerde anayasalar, kurucu irade ve devletin kuruluş esasları titizlikle muhafaza edilerek, geliştirilmektedir. Mesela ABD, 250 yıldır böyle yapıyor. 

1961’de ihtilalciler, “ Sıfırdan ” yeni anayasa yapmaya kalktıklarında, rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL mealen şu tavsiyede bulunmuştu: 

“1924 anayasasını çöpe atmayın. Bünyemize ve ihtiyaçlarımıza uyduğu görülen maddelerini muhafaza edip, yetersiz veya eksik olan yönlerini geliştirin, değiştirin. Yeni bir anayasa yapılırsa, ideal planda çok iyi olabilir, ama toplumun ihtiyaçlarına ve yapısına ne kadar uyacağı, nelerle karşılaşılacağı bu günden bilinemez. Endişe ederim ki, uygulamada çok büyük sıkıntılara sebep olabilir.” 

Bu bilge kişinin tavsiyesine uyulmadı, 1924 Anayasası çöpe atıldı. Konjonktüre ve teorik doğrulara göre 1961 anayasası maalesef yeniden hazırlandı. Türk 
siyaseti 1982’ye kadar, bünyemize uymayan bu anayasayla kavga etmek zorunda kaldı. 

1980 darbesini yapanlar da söz dinlemediler, aynı hataya düşerek 61 anayasasını bütünüyle çöpe attılar. 

Yine konjonktüre göre bir tepki anayasası hazırlattılar. Bu defa da 1982 Anayasası kavga konusu oldu. TBMM 1987’den başlayarak bu anayasanın kuruluş esasları hariç, maddelerin tamamına yakınını değiştirdi. 

Bu da yetmedi. Sıra, darbecilerin bile düşünmedikleri, 1876 Osmanlı anayasasından beri korunan devletin üniter-milli yapısı, daha açık ifadesiyle devletin Türk milletine ait olduğunu gösteren maddelerine geldi. Tarihimizde, egemenliğimizi hedef alan böyle bir durumla ilk defa karşılaşılmaktadır. 

“Türkiye’yi dönüştürmek” adı verilen bu inkârcı, ülkeyi sosyal gruplara göre ayrıştırıcı ve egemenliği paylaştırıcı sürecin, bölücü terör örgütü ve 
emperyalistlerden beslendiği de açık bir gerçektir. Bu yoldan dönülmediği takdirde, varlığımızın bütünüyle daha da vahim bir keşmekeşe sürükleneceği 
görülmektedir. 

Milli Devlet, Rejimler ve Yönetim Türleri 

Dünyamızdaki genel duruma ve uluslararası hukuka göre devletlerin tamamına yakını, bir millete dayandığı için millidir. Tabii ve esas olan da bu yapıdır. Bu eksende kurulan devletlerin rejimleri farklı olabilmektedir. Padişahlık, krallık, diktatörlük, mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi gibi. 

Öte yandan rejimlerin bir de yönetim, (Otorite/yetkinin kullanılması) biçimleri vardır ki; bunlara üniter (merkezi), federasyon veya konfederasyon adı verilmektedir. 

Bir de, zamanımızda pek rastlanmayan gayri milli adı verilen çok ortaklı etnik devlet yapıları vardır. Dağılan Yugoslavya, SSCB ve bugünkü Irak gibi. 

Burada dikkatten kaçmaması gereken bir husus vardır; o da ülkemizde rejimler değişmiştir, ama devletin temel yapısı hep aynı, milli olarak kalmıştır. Yönetim 
biçimi de böyledir; değişmemiş, hep üniter (bir merkezden yönetim) olarak sürmüştür. Özetle, Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de milli ve üniter/tekil yapıda bir devlettir. 


ABD ve Almanya da bir milletin devleti (milli)’dir. Ama yönetim biçimi üniter değil, federaldir. ABD’nin 50 eyalet devleti de “Amerikan” milletine; Almanya’nın 16 eyalet devleti de “Alman” milletine, yani bir millete aittir. Ama yönetimi çok merkezden yapılmaktadır. 

Irak Federal Cumhuriyeti ise, bu genel duruma istisna teşkil etmektedir. Yani Devletin temel yapısı gayrı millidir. Çünkü 2 kurucu unsurlu (Arap ve Kürt), 2 dilli (Arapça ve Kürtçe) ve 2 yönetim merkezli (Bağdat ve Erbil)’dir. 2003’e kadar üniter-milli olan Irak’ta, bir olan ne varsa böylece ikiye bölünmüştür. Bu devlet yapısına ne milli, ne üniter ne de bilinen anlamda federal denilebilir. Gayri milli, çok ortaklı ve etnik yapıda konjonktüre ve emperyalistlerin çıkarlarına göre kurulmuş bir devlettir. Bu haliyle geleceği karanlıktır ve her zaman iç çatışma, savaş ve kaos demektir. 

Şimdi “yeni” anayasa ile aynı gayri milli, çok ortaklı etnik devlet, Türkiye’de de kurulmak istenmektedir. 

BOP çerçevesinde, “demokratikleşme” ve “özgürleşme” uyuşturucusuyla, PKK terörü, AB ve ABD baskılarıyla, adım adım sonuca yaklaşmaktadır. 

Devlet Yapılarındaki Dönüşümler 

“Yeni” anayasa tartışmaları sırasında, bazı kişi ve çevrelerin “Dünyamızda milli-üniter devletlerin devri bitiyor, federasyonlar dönemi başlıyor. Türkiye büyümek için, çağa uymalı ve federasyona geçmelidir” şeklinde propaganda yaptığı görülmektedir. 

Gerçekten böyle mi? Önce burada bahsi geçen “federasyon”un bir millete ait olan değil, “çok ortaklı, etnik” yapıda gayri milli devlet biçimi olduğu 
hatırlanmalıdır. Buna göre bakalım: 

Sovyetler Birliği (SSCB) dağılmış, bağımsızlığını kazanan 15 devlet milli-üniter yapıda kurulmuştur. 

Varşova Paktından bağımsızlığını kazanan Merkezi ve Doğu Avrupa’nın 6 ülkesi, milli ve üniter devlet olarak yola devam etmiş. Çek ve Slovaklar ayrılarak milli ve üniter devletlerini kurmuşlardır. Federal yapıda olan Belçika Krallığı, Flaman ve Valon bölgesi olarak fiilen ikiye bölünmüş, milli-üniter devletlerini kurma mücadelesini vermektedirler. 

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 20 yıla varan kanlı etnik çatışmalardan sonra dağılmış, yerine 5’i milli-üniter, 2’si karmaşık-suni yapıda bağımsız 7 devlet kurulmuştur. 

Görüldüğü gibi dünyamızda çok ortaklı-etnik federasyondan, ideal olan milli devlete dönüş devam etmektedir. Buna karşılık milli-üniter devletlerden federasyona dönüşen tek bir örnek yoktur. 

“Renksiz”, “İdeolojisiz” ve “Kimliksiz” Anayasa 

İnsanlar gibi milletler de subjektif varlıklardır. Hayata bakışları, değerleri, algılamaları, öncelikleri, yorumları farklıdır. Bunun için bu varlıklar ayrı renklere, 
ideolojilere, üsluplara ve kimliklere sahiptirler. Milletler ve devletler tek tip, birbirinin kopyası gibi olamazlar. Dünya düzeninde egemenlikler bu sosyolojik ve siyasi yapıya göre düzenlenmektedir. Uluslararası hukuk da buna göre şekillenmektedir. 

Onun için devletlerin rengi, ideolojisi ve kimliği vardır ve farklıdır. Kurucu olan, milletin özelliklerini taşır. 

Bu genel tespitten sonra konumuza dönelim. İktidar partisi adına anayasa çalışmaları yapan Prof. Dr. Ergun Özbudun diyor ki; “Renksiz anayasa doğru, bir ideolojiye bağlı anayasa yanlış olur”;15 Prof. Dr. Zafer Üskül ise; “Milliyetçilik farklı anlaşıldığı için anayasaya girmemeli” diyor.16 

DİPNOT;
15 www.yenicagkitap.com/yazargoster.php?haber=568 
16 www.yenicagkitap.com/yazargoster.php?haber=601 

Doğrudur; Milliyetçilik, Türk Milleti, milli kültür, milli-üniter devlet, Atatürk’ün dünya görüşü, kurucu felsefe, devletin kuruluş esasları gibi kavramların farklı 
algılanması normaldir. Hangi sosyal ve siyasi terim kullanılırsa kullanılsın durum değişmez. Sosyal ve siyasi nitelikli kavramların şablonları, tek tip anlamları 
yoktur. Nereden bakıldığına göre değişir. Ama “biz”i tarif ettiği için çok önemlidirler. 

Konuya açıklık getirmek için asrımızın en büyük medeniyet projesi denilen AB Anayasasından birkaç örnek vermek isteriz. 

“Avrupa’nın kültürel, dini ve insani mirasından... ilham alarak... Manevi ve ahlaki mirasın bilincinde olarak... Avrupa halklarının kültürlerindeki ve geleneklerindeki 
çeşitliliğe ve üye devletlerin kimliklerine saygılı olarak… kiliseyle sürekli irtibatta bulunarak...” 

AB anayasasındaki bu kavramlar rengi, ideolojiyi, kimliği göstermiyor mu? Eğer siz bir millete, ortak bir kültür ve medeniyete sahipseniz, renginiz, ideolojiniz 
ve kimliğinizin olması kaçınılmazdır. 

Bu gerçek bilindiği halde, milleti aldatmaya yönelik sloganlarla propaganda yapılmasının bir amacı olması gerekir. Anlaşılan Türk Milletinin egemenliğiyle 
sorunları ve hesapları olanlar sahnededirler, ama dürüst de değildirler. 

DİPNOT;

BELGE BİLĞİ VE ÇALIŞMALAR 
www.millidusunce.org 
e-posta: bilgi@millidusunce.org 
Yayın Numarası: 3  
Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Başkanı 
YAYINLARINDAN ALINMIŞTIR,,


***
..