TÜRKİYE’DE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYE’DE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2015 Perşembe

TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 3





TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 3


.

AYNI ANDA DÜNYADA...

1933'te Hitler, Almanya'da iktidara geldi. Bu yüzden birçok üniversite öğretim üyesi Almanya'dan kaçarak Türk üniversitelerine koştular. Bu dönemde İtalya'nın Habeşistan işgali, İspanya iç savaşı, Picasso'nun Guernica'sı, Alman ordularının Avusturya işgali, Çekoslavakya'nın parçalanması yaşanmaktadır. 1939'da ikinci büyük savaşın ayak sesleri öylesine yakındır ki...

- 1939: İlk yasal, islami muhalefet yayını Hareket yayın hayatına başladı.
- 20 Eylül 1943: Said-i Nursî tutuklandı ve Ankara'ya sevkedildi. Değişik bölgelerden tutuklanan 126 Nur talebeleriyle birlikte Isparta ve Denizli Cezaevleri'nde bulunan Nursî, sonunda beraat etti. Afyon'daki Emirdağ'a sürgün edildi.


İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ ARŞİVİNE GÖRE NURCULAR

İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün arşivlerinde, Said-i Nursî'nin kişiliği ve Nurculuğa ilişkin 1980'lerin ikinci yarısında hazırlanan bir raporda şu bilgilere yer veriliyor:
"Evvelce Said-i Kürdî olarak tanınan ve bu unvanı kullanan, soyadı kanunundan sonra, doğduğu Bitlis'in Nurs köyüne izafetle Nursî soyadını alan Said-i Nursî yarı cahil, okuyup yazmasını bilmeyen bir kimsedir. Nur Risalelerinden Tiryak adlı risalenin 68. sayfasında kendisi bu hususu itiraf etmekte olup, risalelerini yardımcılarına yazdırdığını bildirmektedir.
Eski Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi tarafından yazılan Tuhfet-ü reddiye Ala Mezhebi Saidi Kürdiyye adlı risalelerde ise, 'Okur fakat yazamaz, imlâ bilmez, 80 sene içinde yaşadığı milletin lisanına bile hakkı ile vakıf olamamıştır' denilmektedir.
Yeğeni tarafından hayatı hakkında yazılan bir eserde Said-i Nursî'nin küçük yaşta Molla Mehmet Emin ve Müderris Nur Mehmet'ten ders aldığı, daha sonra İstanbul'a gelip tekrar tahsile başladığı ve zamanın ilmine vakıf olunca kendisine Bediüzzaman adı verildiği kaydedilmektedir. (Burada sözü edilen dersler yazı ve kitapla değil, sözle alınan derslerdir.)
Meşrutiyetin ilanından sonra, Bitlis ve havalisinde Şeyhlik faaliyetinde bulunmuş, sonra İstanbul'a gelerek siyasete atılmış ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti kurucuları arasında faaliyet göstermiş ve Panislamizmin savunuculuğunu yapmıştır. 'Azametli, bahtsız bir kıtanın, şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi İttihad-ı İslam'dır' demiştir.
31 Mart Vak'ası'ndan önce Derviş Vahdeti ile münasebet kurmuş ve o zaman yayınlanan Volkan Gazetesi, 5 Şubat 1908 tarihli ve 49 sayılı nüshasından itibaren İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'nin yayın organı olduğunu ilan etmiştir. Said-i Nursî önce Kadiri, bilahare Nakşi tarikatlarına intisap etmiş, daha sonra İstanbul'dan Dar-ûl Hikmet azalığında bulunmuştur. 31 Mart hadisesinde faal rol oynamış, bu yüzden tevkif edilmiş ise de beraat etmiştir...
...İstiklal Savaşı sırasında Ankara'nın halifeyi kurtaracağı inancıyla Ankara'ya gelmiş, laik bir devlet rejimi ve cumhuriyetin kurulması üzerine Atatürk'e kızarak Van'a gitmiştir. Kendisi bu olayı şöyle nakletmiştir: 'Garplılaşmak bahanesi altında şeriat-ı islamiye aleyhinde bir cereyan hissettiğimden Ankara'dan ayrıldım.'
Laik bir devlet düzeni kurduğu için Atatürk'e düşman kesilmiş ve onu Şualar adlı risalenin birkaç yerinde, Ebu Süfyan ve Deccal'a benzetmiştir. Burla Mektupları adlı risalenin 53. sayfasında, Atatürk'ü kastederek şöyle demektedir: Tek gözlü deccal, ya iman et yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın.'
1928 yılında vuku bulan Şeyh Said isyanı ile ilgili görülmüş, Isparta'daki ikameti sırasında dini siyasete alet ve devletin dahili emniyetini ihlal suçlarından Eskişehir'de yapılan duruşması sonunda bir yıla mahkum olup, cezasını çektikten sonra Kastamonu'da ikamete memur edilmiştir.
Her vesile ile keramet sahibi olduğunu ileri sürmekten çekinmemiştir. Kapalı kapılardan kimseye görünmeden çıktığını, hapisanede iken camide namaz kıldığını, hiçbir şey yemeden yaşayabileceğini, kendisine gaipten sesler ve ihtarlar geldiğini, asırlarca önceden din büyüklerinin kendisi ve eserleri hakkında müjdeler verdiğini, Kur'an'ı Kerim'deki Nur suresinin kendisi hakkında nazil olduğunu (Ya eyyühel müzemmil) ayeti kerimesinin 'Ey Said-i Kürdî' demek olduğunu ileri sürmek suretiyle aklın ve İslamlığın kabul etmeyeceği iddialarda bulunmuştur.
'Bediüzzaman Cevap Veriyor' adlı risalede, hiçbir geliri olmadığı halde ve kimsenin hediye ve ikramını kabul etmediği halde ne ile ve nasıl yaşadığı sualine karşı bereket ve ikramı ilahi ile yaşadığı, Kur'an hikmetinin kerameti olarak erzak hususunda ikramı ilahiye mazhar olduğu kaydedilmektedir. Araba ile dolaşırken bir yaşındaki küçük bebeklerin koşup elini öptüklerini, hayvanların bile Nur risalelerine hayran kaldıklarını söyleyecek kadar ileri gitmiştir...
...Kisvenin imanla bir ilgisi olmadığı halde Said-i Nursî hayatında şapka giymemekle övünür. Eski medreselerin 5-10 senede temin ettiği neticeyi, Nur medreselerinin 5-10 ayda temin ettiğini iddia eder. Kadınların örtünmesine karşı açılan mücadele Türk haysiyetine karşıdır, der. Said-i Nursî'ye göre, elektrik kontağı ve meteor hadiselerinin fenni ve fizik ilmine uygun açıklanması dine aykırıdır. Dinsizliğin ifadesidir. Bu ve buna benzer olaylar ilahi kudretin varlığının delilidir. Bunların hepsi Kur'an'da vardır. Fizik kanunlarına göre açıklama yapmak Kur'an'ın kudretine, hikmetine aykırı düşmektedir. Her şey, her zerre Allah'a ibadet eder. Mesela pusulanın Kabe'deki Hacer-i Esved'i işaret ederek titremesi namaz kılmasıdır.



NUR ŞAKİRTLERİ VE GÖREVLERİ

Nur talebeleri, diğer bir deyimle şakirtleri, nurcuların kendilerine verdikleri bir isimdir. Nur şakirdi olabilmek için o mahalledeki en büyük nurcuya karşı bazı taahhütlerde bulunulması gerekmektedir. Bu taahhütler: Nurculuğa ve nurculuğun büyüklerine karşı sadakat, sır saklamak, gayeleri için istişarelerde bulunmak, nurculuğun gerçekleşmesi için gayret sarfetmek, bulundukları yerlerdeki nurculukla ilgili olayları nur büyüklerine bildirmek v.s. şeylerdir.
Nur talebelerinin diğer bir görevi de nur risalelerini okuyup, okutma ve çoğaltma ve dağıtmaktır. Said-i Nursî, Asa'yı Musa adlı risalesinde nur risalelerini yazıp dağıtılmasını ihmal edenlere sitem etmekte, Sönmez adlı risalesinde de risaleleri yayan ve yazdıran Nur talebelerinin kendisinin ve kendisi gibi binlercesinin hayır duaları ile manevi kazançlarına ortak olacaklarını bildirir.
Nurculara göre nur talebeliğini bırakmak günahtır. Nur talebelerine bekar kalmaları telkin edilerek, muhakkak evlenmesi lazımsa bir nurcu ile evlenmesi emredilir.
Nur talebeleri haricindekiler vatan ve millet haini ve din düşmanı olarak ilan edilerek, bu kimselere tehditler savrulur, gizli bir örgütün taktiğine başvurulur."


-18 Temmuz 1945: Milli Kalkınma Partisi kuruldu. MKP, dış politika alanında 'İslam Birliği-Şark Federasyonu' projesinin gerçekleştirilmesini istedi.
-1946: Amacı 'Dünya Müslümanları Birliği'ni destekleme olan Sosyal Adalet Partisi kuruldu.
-1946 yılında kurulan bir başka parti, Arıtma Koruma Partisi (ARK), dinci bir siyasal parti olduğunu tüzüğünün birinci maddesinde açıkladı.
-1946'da kurulan İslam Koruma Partisi, parti adı altında kurulmuş olmasına karşın, kuruluş dilekçesinde her türlü siyasal faaliyetten uzak olduğunu ve gayenin sadece İslamın yükselmesi, kuvvet kazanması, dayanışması olduğunu belirtiyordu.
-1947: Türk Muhafazakar Partisi kuruldu. Partinin programında ve amaçlarında islami amaçlar egemendi.
-1947: Milli Eğitim Bakanlığı, isteyen vatandaşların özel din seminerleri açabileceğini öngören bir kararname yayınladı. (Dönemin M.E. Bakanı: Tahsin Banguoğlu)
-2 Aralık 1947: CHP 7. Kongresi, okullara din dersi konması tartışmalarına sahne oldu. "Bu tartışmalar sırasında Hamdullah Suphi Tanrıöver, sözleri arasında, Türkiye'ye hizmet etmiş büyük adamların türbelerinin açılması dileğini de ileri sürdü. İnkılâbın memlekete getirmiş olduklarını korumakla birlikte, halkın dini ihtiyaçlarını da Fransa ve Amerika'da olduğu gibi tatmin etmek lazımdır, diyordu. Din bağıyla, 'şark dünyasıyla olan tesanüdü' de kuvvetlendirmek gerekti. Hamdullah Suphi bununla, ta 25 yıl önce Sebilürreşad'da yazmış olduklarını tekrardan başka bir şey yapmış olmuyordu." (JASCHKE, Gotthard: Yeni Türkiye'de İslamlık. Sf. 98. Şubat 1972. Ankara)
-Şubat 1948: CHP grubu, İlahiyat Fakültesi'nin yeniden açılmasını teklife karar verdi.
-20 Mayıs 1948: CHP Meclis Grubu, Milli Eğitim Bakanı'na, ortaokul mezunu gençlerin askerlik yükümlülüklerini yerine getirdikten sonra girebilecekleri 'İmam Hatip Kursları' açmasını teklife karar verdi. On il merkezinde açılacak olan bu kursların, beş aylık kurslar olduğu açıklandı.
-1948: Dini reform isteyen bir grup DP'li partilerinden ayrılarak Millet Partisi'ni kurdular. Parti programının 8. maddesi, "Parti, din müesseselerine ve milli ananelere hürmetkardır" diyor, 12. maddesine göre laikliği esas itibariyle kabul etmekle beraber din işlerinin ayrı bir teşkilat elinden idaresini, bu teşkilatın muhtar bir teşkilat olmasını istiyordu. Parti ayrıca, ilk ve orta tedrisata din dersleri konulmasını da uygun görmekteydi.
-15 Ocak 1949: Ankara ve İstanbul'da 10 aylık ilk imam-hatip kursları açıldı.
-1949: Hamdullah Suphi Tanrıöver: "Dini sadece bir vicdan işi olarak ele almak yanlıştır." Ortaokul kitaplarında okuma parçalarını okuduğumuz Tanrıöver, din derslerinin okullara girmesini istiyor.
-15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din derslerinin okutulacağı belirtilen Ocak ayındaki MEB tamimi yürürlüğe girdi.
-4 Haziran 1949: TBMM Genel Kurulu, A.Ü.'ne bağlı bir İlahiyat Fakültesi açılması kararını verdi.


ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?

Aynı dönemde dünya bambaşka şeylerin peşindeydi oysa. İnsanlığın tanıklığında en korkunç paylaşım savaşı yaşanırken Ernest Hemingway 'Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u yayınlıyor; ABD ilk nükleer reaktörü yapıyor; Arjantin Peron iktidarını görüyor (1947); savaş bitiyor; ama, yazık ki, Hiroşima ve Nagazaki 'atom bombası' denen vahşet altında (1945) eziliyordu. Bu arada, (1946) ABD, ilk elektronik bilgisayarı hazırlıyor; İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte (1948) Arap-İsrail savaşı başgösteriyor, Çekoslovakya, Macaristan ve Polonya komünist iktidarla tanışıyor; Çin de, önce Japonya, daha sonra da Fransa ve ABD işgaline karşı verdiği savaşı kazanıyor; dünya, soğuk savaş iklimini iliklerinde hissediyordu.

-8 Haziran 1949: CHP'li Başbakan Şemseddin Günaltay TBMM'de partisinin din hakkındaki görüşlerini açıklıyor:
"İlkmekteplerde din dersleri okutturmaya başlayan bir hükümetin başkanıyım; bu memlekette Müslümanlara namazlarını öğretmek, ölülerini yıkamak için İmam Hatip kursları açan bir hükümetin başkanıyım. Bu memlekette Müslümanlığın yüksek esaslarını öğretmek için İlahiyat Fakültesi açan bir hükümetin başkanıyım."
- l Mart 1950: 5566 sayılı kanunla, CHP'nin 7. kurultayında dile getirilen, bazı Türk büyüklerinin türbelerinin ziyarete açılması dileğini, Şemsettin Günaltay kabinesi yerine getirdi. Yasayla birlikte ziyarete açılan türbeler şunlar: Ankara'da Hacı Bayram Türbesi; Söğüt'te Ertuğrul Gazi Türbesi; Bolu Göynük'te Akşemsettin Türbesi; Bursa'da Osman Gazi Türbesi; Bursa'da Orhan Gazi Türbesi, Bursa'da Çelebi Mehmet Türbesi (Yeşil Türbe); Gelibolu Bolayır'da Gazi Süleyman Paşa Türbesi; Fatih Mehmet Türbesi, Yavuz Selim Türbesi, Kanuni Süleyman Türbesi, İkinci Sultan Mahmut Türbesi, Mustafa Reşit Paşa Türbesi, Barboros Hayrettin Paşa Türbesi, Mimar Sinan Türbesi, Gazi Osman Paşa Türbesi, Kırşehir'de Aşık Paşa Türbesi, Konya'da Selçuk Sultanları Türbeleri, Akşehir'de Nasrettin Hoca Türbesi; Suriye Caberkalesi'nde Süleyman Şah Türbesi ve İstanbul'daki Eyüp Sultan Türbesi.
Karanlığa doğru bir adım daha atılmıştı. Bir adım daha...malarına Fatiha okutarak başladı ve laik devlet düzenini ağır biçimde eleştirdi.

İkinci Bölüm

UYUYAN YILANI UYANDIRMAK

MENDERES KONUŞUYOR:
"SİZ İSTERSENİZ ŞERİATI BİLE GERİ GETİREBİLİRSİNİZ"

-14 Mayıs 1950: Menderes seçimleri kazanarak Başbakan oldu. Said-i Nursî, Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar'a, şu telgrafı çekiyordu:
"Zatınızı tebrik ederiz. Cenab-ı hak sizi İslamiyet, vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin. Nur talebelerinden ve onların namına, Said Nursî."
-29 Mayıs 1950: Menderes, hükümet programında Atatürk devrimlerini "millete malolmuş ve malolmamış devrimler" olarak ikiye ayırdı.
-16 Haziran 1950: DP milletvekillerinden Ahmet Gürkan ve İsmail Berkok tarafından teklif edilen ve "TCK'nın Arapça ezan okunmasını yasaklayan 526. maddesini değiştiren kanun" teklifi kabul edildi. Menderes'in hükümet programında, "millete malolmuş devrimler/malolmamış devrimler" ayrımının ne olduğu ortaya çıkmıştı. Menderes'e göre, Türklerin anadili olan Türkçe, Türklere malolmuyordu. Malolan, anlayabilmek için eğitiminin görülmesi gereken Arapça idi. Menderes de bunun böyle olmadığını biliyordu ama...
-1950: Ezanın Arapça okunmasına dair acele tel emri. Amaç, ramazan ayına yetiştirmek... Sadece Kıbrıs Müftüsü Dana Efendi ezanı Türkçe okumaya bağlı kaldı. Ezanın Arapça okunmasına, belki de en çok Said-i Nursî sevindi. Demokrat Parti milletvekilleri ve yöneticileriyle gerek doğrudan, gerekse talebeleri aracılığıyla kurduğu ilişkilerde, DP'lilere "dindar ve dine hürmetkar demokratlar", "hürriyet-perver, dindar demokratlar", "dindar Ahrarlar" diye hitabediyordu. Talebelerine yazdığı mektuplarda DP'lilerin "demokrat ve hürriyetperver" oluşlarından söz ediyor, "Demokratların milleti memnun ve minnettar etmek için bütün kuvvetleriyle ezan meselesi gibi şeair-i İslamiyeyi ihya etmelerinin elzem olduğunu" (Emirdağ Lahikası 2. Sf. 24) belirtiyordu.
-Ekim 1950: İsteğe bağlı din dersi tersine çevrildi. Veliler, din dersi istemediklerine dair dilekçe vermek zorunda bırakıldı. "Çocuğumun okulda din dersi görmesini istiyorum" diye dilekçe vermek hiçbir veli için sorun değildir. Ancak bunun tersi, yani "Çocuğumun okulda din dersi görmesini istemiyorum" demek; belki yasalarla, yönetmeliklerle, yazılı hukukla cezalandırılmayacaktır ama yobaz bir yöneticinin veya velinin "Sen, Müslüman değil misin?" sorusuna muhatap bırakacaktır insanları. Şeriatçılar artık edilgen değil, etken olmayı seçmişler ve uygulamaya girişmişlerdir.
-27 Şubat 1951: Ticaniler, Kırşehir'de (Cumhuriyet tarihinde ilk kez) Atatürk büstünü parçaladılar.
Arapça yazıya dönülmesini ve yeniden fes, çarşaf giyilmesini istediler.
-25 Temmuz 1951: Gericiliğin yükselmesi ve Ticanilerin, Atatürk heykellerine yaptıkları saldırıların artması üzerine DP'liler, 5816 sayılı 'Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun'u çıkardılar. Günümüzde gericiler ve şeriatçılar, "Kanunla koruyorlar" diye demokratik ve laik kesimleri suçluyorlar ama hedef tahtasına koydukları yasayı, Türkiye Cumhuriyeti'nin en gerici yönetimlerinden birinin koyduğunu - her nasılsa- unutturmaya çalışıyorlar.

5816 SAYILI YASA TASARISININ GEREKÇESİ

"Milli mücadelemizin kahramanı ve memleketin kurtarıcısı Atatürk, Cumhuriyetin ve inkılablar rejiminin sembolü olması hasebiyle hatırasına, eserlerine ve onu ifade eden varlıklara vaki olacak tecavüzler, bilvasıta cumhuriyete ve inkılablar rejimine tevcih edilmiş bir mahiyet ifade edeceğinden, bunlara karşı işlenen ve amme efkarında derin akisler yaratmakta olan suçların failleri hakkında mevzuatımız hususi hüküm ve müeyyideleri ihtiva etmemekte ve cumhuriyet savcılarının re'sen takibata girişmelerine müsaid bulunmamaktadır. Her ne kadar Türk Ceza Kanunu'nun 488. maddesinde ölmüş bir adamın hatırasına hakaret vaki olduğu takdirde karısı veya usul ve füruğu veya kardeş ve kızkardeşleri veya usul ve füruu derecesinden sihri akrabası veya doğrudan doğruya veresesi bulunan kimseler tarafından dava açılabileceği yazılı bulunmakta ise de bu gibi hallerde kanunun 480 ve 482. maddelerine göre faillere verilecek ceza, miktar ve mahiyeti itibariyle Atatürk'ün manevi varlığına tecavüz edenler hakkında amme vicdanını tatmin edecek yeterlikte görülmediğinden bu tasarının hazırlanmasına lüzum hasıl olmuştur."



5816 SAYILI YASANIN TBMM'YE TEKLİF EDİLEN METNİ

Madde 1- Atatürk'ün manevi varlığına tahkir veya tezyif yahut her ne suretle olursa olsun bu varlığa tecavüz edenler bir seneden beş seneye kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılırlar.
Resim, heykel, büst gibi Atatürk'ü temsil eden eşyayı veya Atatürk hakkındaki sair eserleri tahkir veya tezyif maksadıyla bozan, kıran, kirleten veya her ne suretle olursa olsun bunlara tecavüzde bulunanlar hakkında da aynı ceza verilir.
Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik ve tahrik edenler asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2- Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde alenen yahut basın vasıtasıyla işlenirse hükmolunacak ceza yarı nisbetinde artırılır.
Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.
Madde 3- Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet Savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.
Madde 4- Bu kanun yayın tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 5- Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.


TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 2





          TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 2  


.



İNGİLİZSEVER ŞERİATÇI, MUSTAFA KEMAL'E KARŞI

-8 Kasım 1919: Kurtuluş Savaşı yıllarının en ilginç şeriatçı girişimlerinden biri, 'Sait Molla Hareketi' oldu. Sait Molla, Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki 12 merkeze mektuplar yazarak, "Din, iman elden gidiyor. Hilafet ve şeriat isteriz" diyor ve bu sloganlarla halkı Kuvayı Milliye'cilere karşı kışkırtmaya çalışıyordu. Adapazarı ve çevresinde başarılı da oldu. Mustafa Kemal bu girişimlere karşı gerekli önlemleri alıyor, mektuplarla ilgili olarak gerekli yerlere açıklamalar gönderiyordu. "Din elden gidiyor" diye bağırıp, ulusal kurtuluşçulara karşı şeriat isteyen Sait Molla kimdi, biliyor musunuz? İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı; yani, İngilizseverler Derneği Başkanı. İngilizlerle işbirliği yapan hocaların yanısıra, İngilizlerin hoca kılığına sokarak şeriatı kullanma yöntemi de oldukça yaygındı. Bu tür olayların çarpıcı örneklerinden birine Ali Fuat Cebesoy'un anılarında rastlıyoruz. Cebesoy anlatıyor:
"21 Nisan'ı 22 Nisan'a (1920) bağlayan gece, seksen kadar hocaefendi, vali ve kumandanın daveti üzerine Bursa Belediye Dairesi'nin büyük salonuna toplanmışlardı...
Gündüz, hoca efendilerden ekserisini ziyaret etmiş, hepsinden yardım edeceklerine dair söz almıştık. Kürsüye çıkarak kendilerine bir kere daha vaziyeti anlattım. Heyet-i Temsiliye'den gelen telgrafı da okudum. Bunun üzerine müzakereler başladı. Birkaç saat kadar sürdü. Üzerinde mütalaa edilen fikirler toplanmış, tam bir mutabakat hasıl olmuştu. Karar ittifakla (oy birliği ile) verilecekti. Yanımda bulunan Bekir Sami Bey'e:
- Bursa ulemasından, ben esasen bunu bekliyordum, dedim. Tam bu sırada genç bir hoca birdenbire ayağa kalktı:
- Ne padişahımız efendimiz ve ne de hükümet esir bir vaziyette değildir. Bizzat bu hakikati efendimizin ağzından işittim.
Salon birdenbire karıştı. Bazı zevat (kişiler) mütereddit (kararsız) bir vaziyet aldılar. Yüzlerde endişe alameti okunuyordu. Bütün emekler boşa mı gidecekti? O günlerde Enteligence Service'in, birtakım ajanları hoca kılığına sokarak Anadolu'ya gönderdiği hatırıma geldi. Acaba bu genç de onlardan biri olamaz mıydı? Kaybedilecek zaman yoktu. Derhal yerimden fırladım:
- Yerinden kıpırdarım deme, karışmam! diye bağırdım. Sonra iki polis çağırarak hocayı yakalamalarını emrettim. Neticenin nereye varacağını merakla bekleyen ulemaya da, bu günlerde hoca kıyafetine giren birtakım hainlerin Bursa'ya geldiklerini ve bir kısmının yakalandığını söyledim. Hoca, polislerin elinden kurtulmaya çalışıyordu. Yaverim İdris Çora'ya:
- Bu adamın üstünü başını arayınız! emrini verdim. Böyle bir harekete intizar etmeyen genç birden şaşırdı. Sonra üstünü aratmak istemedi. Fakat inkıyad etmekten başka çare olmadığını çabuk anladı.
Hoca'nın iç ceplerinden çıkan birçok vesika arasında İngiliz polisi emrinde bulunan Yüzbaşı Benetti'nin imzasını taşıyan bir de mektup vardı. Bundan, İngiliz polisinin ücretli bir memuru olduğu anlaşılıyordu. Bursalı olmadığı ve şehre yeni geldiği de tahakkuk etmişti. Kendisinin divan-ı harbe verilmesini emrettim.
Sükunet iade olunmuştu.
- İşte muhterem ulema, dedim. Sizin haklı kararlarınıza muhalefet etmek isteyen bu adam, vatanımızı parçalamak isteyen İngilizlerin memurudur." (CEBESOY, Ali Fuat: Milli Mücadele Hatıraları. Sf. 355-356)
-l Ocak 1920: Şeriatçılar durmuyor. Bu kez sorun, Bayburt'a dört saat mesafedeki Hart köyünde oturan Şeyh Eşrefin şeriatçı propaganda ve eylemleridir. Şeyh Eşrefin eylemlerini soruşturmak üzere asker ve din adamlarından oluşan bir heyet Hart köyüne gidiyor. Şeyh, kendisine bağlı kişilerle 50 kişilik hükümet güçlerine saldırıp silah ve cephanelerini alıyor. Esir aldığı askerlerin bir bölümünü de öldürünce bir başka heyet, Şeyh Eşrefle görüşmek için Hart köyüne gidiyorlar. Artcak Şeyh, "Siz hepiniz gavursunuz" diyerek kendini peygamber ilan ediyor. Nedense, bu tür ayaklanmalar sonunda ayaklanma liderleri kendilerini mehdi ya da peygamber ilan ediyorlar. Sonunda Yarbay Halit Bey, 25 Aralık 1919'da Hart köyüne giriyor ve Şeyh'in silahlı adamlarıyla çatışıyor. Ayaklanma, l Ocak 1920'de bastırılıyor.
-8 Nisan 1920: Adapazarı'nda bazı kişiler ulusal hareket karşıtı gösteriler yaptılar. Telgraf telleri kesildi. Bu bir denemeydi aslında.
-13 Nisan 1920: Ve 31 Mart Vak'ası'nın 11. yıldönümünde 1. Düzce Ayaklanması patlak verdi. Karşı devrimcilerin 4 bin kişilik ordusu, Düzce'ye girdi. Bazı subaylar öldürüldü. Ayaklanma, ertesi gün Beypazarı'na sıçradı. "Padişah neredeyse biz oradayız" diyen isyancılar, kasabayı ele geçirerek askeri depoyu yağmaladılar. 15 Nisan günü, Ankara Hükümeti'ni temsilen Mutasarrıf Ali Bey Başkanlığı'nda bir kurul Bolu'dan yola çıkarak Bakacak Köyü'nde Düzce isyancılarıyla görüştü. İsyancılar Ankara'ya gittiklerini, Meclis'i, toplanmadan dağıtacaklarını söylediler. Kurul Bolu'ya döndü. İsyancılar ise isyanı Bolu'ya taşırabilmek için Bolu'ya hareket ettiler. 18 Mayıs günü, Bolu boğazını tutmuş olan jandarmaları dağıtarak Bolu'ya girdiler. Mustafa Kemal, 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey'e telgraf çekerek Düzce'de isyanın şiddetlendiğini bildirdi ve emrindeki bütün kuvvetlerle bir an önce Hendek üzerinden Düzce'ye giderek isyanı bastırmasını emretti. İsyan, 21 Mayıs günü Gerede'ye sıçradı. 31 Mart Olayı'nın elebaşılarından Kör Ali Hoca'nın önderlik ettiği isyancılar kasabayı ele geçirdiler. Ankara'dan, öğüt vermeleri için gönderilen, Trabzon Mebusu Hüsrev Bey (Gerede) başkanlığındaki kurul üyeleri yaralandılar ve tutuklandılar. İsyanın elebaşları, büyük bir devlete karşı gelmenin küfür olduğunu, memleketi hep mekteplilerin yönettiğini, biraz da medreselilerin yönetmesi gerektiğini söylediler. Düzce isyanını bastırmaya giden Yarbay Mahmut Bey Hendek'e geldi. Halkı, hükümet alanına toplanmaya çağırdıysa da çocuklardan başka gelen olmadı. Esnaf, dükkanlarını kapatarak evlerine çekildi. Mustafa Kemal, Mahmut Bey'in komuta ettiği 24. Tümen'in takviye edilmesini emretti. İsyanlar, Ağustos sonunda bastırılabildi.
Bu isyan sırasında şeriatçıların sık sık dilegetirdiği "Büyük bir devlete karşı gelmenin küfür olduğu" fikri, emperyalizmle şeriatçıların göbek bağını gösterir. Kastedilen büyük devlet, Müslümanların yaşadığı Türkiye'yi işgal eden İngiltere devletidir.
-5 Mayıs 1920: Şeyhülislam Dürrizade'nin, haklarında idam kararı çıkartacağını haber alan Mustafa Kemal ve arkadaşları, ulusal kurtuluşun İslamiyet'e uygun olduğuna dair bir fetvayı yaklaşık yüz din adamının imzasıyla aldılar.
-11 Mayıs 1920: Şeyhülislam "Ketebehülfakir Dürrizade Esseyid Abdullah Ufiye anhüma", Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, "Kuvva-yi Milliye adı altında" Anayasa'yı çiğneyerek fitne ve fesat çıkaran haydutlar olduklarını ve şeriata göre idam edilebileceklerini ilan eden fetvasını yayınladı. Karar metninden dolayı Mustafa Kemal Efendi (Atatürk), Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Kara Vasıf, Doktor Adnan (Adıvar), Halide Edip (Adıvar) idam edileceklerdi.

ŞEYHÜLİSLAM DÜRRİZADE ABDULLAH EFENDİ'NİN FETVASI

"Sebeb-i Nizam-ı alem olan Halife-i İslam adamallahu taala hilafetihi ila yevmülkıyam Hazretlerinin taht-ı velayetinde bulunan bilad-ı İslamiyede bazı eşhas-ı şerire ittifak ve ittihad ve kendilerine rüesa intihab ederek teba-i sadıka-i şahaneyi hiyl-ü tezvirat ile iğfal ve idlale ve bila emr-i ali ahaliden asker cem'e kıyam edip zahirde askeri iaşe ve teçhiz bahanesiyle ve hakikatta cem-i mal sevdası ile hilaf-ı şer-i şerif ve mügayır-ı emir-i münif birtakım garamat ve vergiler tarh ve tevzi ve enva-ı tazyik ve işkenceler ile nasın emval ve eşyasını gasb-ü garet ve bu veçhile ibadullaha zulm-ü itiyat ve tecrime cesaret ve Memalik-i Mahrusenin bazı kurra ve biladına hücum ile tahrip ve hak ile yeksan ve tab'a-i sadıkadan nice nüfus-u masumeyi katl-ü itlaf ve dıma-i mahkumeyi sefk ve iraka ettikleri ve canib-i Emirülmümininden mensup bazı merurin-i ilmiye ve askeriye ve mülkiye hodbehot azil ve kendi hempalarını nasp ve merkez-i hilafet ile Memalik-i Mahrusanın muvasalat ve münakalat ve muhaberatını kat ve taraf-ı devletten sadır olan evamirin icrasını men ve merkezi diğer memalikten tecrit ile şevket-i Hilafeti kesrü tevhin kastederek makam-ı mualla-yı imamete ihanet etmekle taat-i imamdan huruç ve Devlet-i Aliyyenin nizam ve intizamını ve biladın asayişini ihlal için neşr-i eracif ve işaa-i ekazip ile naşı fitneye saik ve sai-i bilfesat oldukları zahir ve mütehakkık olan rüsea-yı mezburin ile avam ve etbaı bağiler olup dağılmaları hakkında sadır olan emr-i aliden sonra hala inat ve fesatlarında ısrar ederler ise mezburların habasetlerinden tathir-i bilad ve şer ve mazarratlarından tahlil-i ibat vacip olup ....... Nass-ı kerimi mucibince kat-ü kıtalleri meşru ve farz olur mu? Beyan buyurula.
Elcevap: Allahütaala a'lem olur. Ketebehülfakir Dürrizade Esseyid Abdullah Ufiye anhüma.
Bu surette Halife-i Müşarüleyha Hazretleri tarafından bügat-ı kudretleri bulunan Müslümanlar İmam-ı adil Halifemiz Sultan Vahidettin Han Hazretlerinin etrafında toplanıp mukalete için vaki olan davet emrine icabet ve bügat-ı mezburun ile mukalete etmeleri vacip olur mu? Beyan buyurula.
Elcevap: Allahütaala a'lem olur. Ketebehülfakir Dürrizade Esseyid Abdullah Ufiye anhüma.
Bu surette Halife-i müsaleyha Hazretleri tarafından bügatı mezburun ile mukalete için tayin olunan askerler mukaleteden imtina ve firar eyleseler mürtekib-i kebire ve asim olup dünyada tazir-i şedide ve ukbada azab-ı elime müstahak olurlar mı? Beyan buyurula.
Elcevap: Allahütaala a'lem olur. Ketebehülfakir Dürrizade Esseyid Abdullah Ufiye anhüma.
Bu surette itaat etmeyen müslümanlar asim ve tazir-i şer-iye müstehak olurlar mı? Beyan Buyurula.
Elcevap: Allahütaala a'lem olur."

11 Mayıs 1920

FETVANIN TÜRKÇESİ

Fetvanın Osmanlıca sözcüklerden arındırılmış biçimi şöyle:
"Dünya düzeninin sebebi olan İslam halifesinin emrinin altındaki İslam ülkesinde bazı kötü niyetli şahıslar aralarında anlaşıp, kendilerine reis seçerek, halkımızı yalan dolanla kandırıp, yasa dışı asker toplayarak ayaklanıp, bu askerler için yiyecek, içecek temini ve silahlandırma gayesiyle kişisel çıkarları için yasalara aykırı bir takım vergiler koyup, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyasını gasp ederek Osmanlı ülkesinin kutsal değerlerine ve devlete hücumla, yerle bir etme niyetinde oldukları ve nice masum insanı yok etmeyi amaçladıkları ve ayrıca ilmi, askeri ve mülki memurları kendilerince görevden alıp bu görevlere kendi taraftarlarını atayarak yüce devletimizin ulaşım, nakliye ve haberleşme teşkilatını yok edip devlet tarafından çıkarılan emirlerin yerine getirilmesini engellemek ve devletimizi dünyadan soyutlama ile yüce devletimizi zayıf düşürme ve yüce makamımıza ihanet etmekle devlet nizamını işlemez hale getirmek için yalan, fitne ve fesatla yüce devletimizin düzenini bozmakta ısrar ederlerse adı geçen asilerin kötülüklerini engellemek şart olup şeriat gereğince öldürülmeleri uygun olur mu? Beyan buyurula.
Cevap: Öldürülmeleri şarttır.
Sultan Vahidettin'i askerlerinin adı geçen asilerle savaşmaları gerekir mi? Beyan buyurula.
Cevap: Öldürülmeleri şarttır.
Adı geçen asilerle savaşmak için görevlendirilen askerler savaşmaktan kaçınıp firar ederlerse kötülüğün büyüğünü yapıp günahkar olurlar, dünyada şiddetle cezalandırılmaya ve ahirette Tanrı gazabına hak kazanırlar mı? Beyan buyurula.
Cevap: Öldürülmeleri şarttır.
İsyancılarla savaşmayan askerler kanuni cezaya çarptırılırlar mı? Beyan buyurula.
Cevap: Öldürülmeleri şarttır."

-18 Mayıs 1920: Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında, Şeyhülislam tarafından çıkarılan fetva, bir İngiliz gemisi tarafından Fethiye'ye getirildi. Fetvalar, İtalyan işgal kuvvetleri komutanı tarafından halka dağıtılmak üzere Kaymakam'a teslim edildi. Manzara şöyle açıklanabilir: Şeriatçılar ve emperyalist işgal güçleri, el ele vererek ulusal kurtuluşçulara karşı savaşıyorlardı.
-15 Haziran 1920 tarihli diğer bir fetvayla idama mahkum edilenler arasında ise, Miralay İzmirli İsmet (İnönü), Bekir Sami, İsmail Fazıl Paşa, Celalettin Arif Bey, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Rıza Nur, Yusuf Kemal (Tengirşek), Cami (Baykut), Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat (Börekçi) yer alıyorlar.
-31 Temmuz 1922: İstiklâl Mahkemeleri kuruldu.
-1924: Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) yürürlüğe girdi. Yasayla birlikte medreseler kapatıldı. SSCB'nin ilk Türkiye Büyükelçisi Aralov'un anılarında Atatürk'e dayanarak verdiği rakamlara göre, 1920 yılında Türkiye'de 17 bin medrese bulunuyordu. Yasadan sonra medreselerin önemli bir bölümü kapatıldı; ancak, bir bölümü yeraltına inerek işlevini sürdürdü. 1992 yazında yaptığımız bir araştırmada, Güneydoğu'da halen 350 dolayında medresenin öğretim yaptırdığını belirledik.
-25 Kasım 1925: Şapka Kanunu yürürlüğe girdi.
-30 Kasım 1925: Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkında Kanun yürürlüğe girdi. (Bakınız: Ek 1; Yasanın çıktığı dönemde İstanbul'da bulunan tekke, zaviye, dergâh ve hankâhların listesi)
-4 Şubat 1926: Reis Ali Çetinkaya ve üyeler Necip Ali Küçükağa, Kılıç Ali, Ali Zırh ve Dr.Reşit Galip'ten kurulu İstiklâl Mahkemesi tarafından verilen idam kararı infaz edildi ve İskilipli Atıf Hoca asıldı. Ertesi günkü gazeteler haberi şöyle duyurdular:

"İrtica kitapları müellifi olup, İstiklal Mahkemesi'nce idama mahkum olan İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca hakkındaki idam kararı bu sabah infaz edilmiştir."

HOŞ GELDİN, JAZZ.

Tarihsel bir rastlantı da olabilir, fırsatçılığın dorukları da. Bir yanda Şeyhülislam idam fermanı çıkarıp diğer yanda şeriatçı ayaklanmalar artarken, tesadüf bu ya, 22 Haziran'da Yunan birlikleri saldırıya geçer. Neyse... 10 Ağustos 1920'de Sevr Anlaşması imzalanır. Bu sırada, dünya, Milletler Cemiyeti'nin kuruluşu ve caz akımının doğuşu ile meşguldür. Mustafa Kemal'in askerleri ise 6-10 Ocak 1921'de l.İnönü Savaşı'nı, 31 Mart-1 Nisan 1921'de II. İnönü Savaşı'nı, 23 Ağustos-13 Eylül 1921'de Sakarya Meydan Savaşı'nı kazanırlar. 20 Ekim 1922'de Lozan Barış Konferansı başlar. Türk Heyeti'nin başında İsmet Bey bulunmaktadır. Anlaşma, 24 Temmuz 1923'te imzalanacaktır.


ATATÜRK'TEN ÇAKMAK'A KUBİLAY MEKTUBU

Gazi Mustafa Kemal'in, 27 Aralık 1930 tarihinde, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi Paşa'ya (Mareşal Fevzi Çakmak) gönderdiği mektup aynen şöyle:
''Menemen'de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit vekili Kubilay Bey'in vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubilay Bey'in şahadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen'deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmaları bütün Cumhuriyetçi vatanperverler için utanılacak bir hadisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen, dahili her politika ve ihtilafın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesinin vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur. Menemen'de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilanın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman zabit vekilinin uğradığı tecavüzü, milletin, bizzat Cumhuriyete karşı bir suikast telakki ettiği ve mütecasirler ile müşevvikleri ona göre takip edeceği muhakkaktır. Bizim dikkatimiz, bu meseledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkıyle yerine getirmeye matuftur. Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile Cumhuriyetin hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.

Reisicumhur Gazi M. Kemal"
(ÜSTÜN, Kemal: Devrim Şehidi Öğretmen Kubilay. Sf. 28, 4.Basım. 1990, İstanbul)

DÜNYANIN YÖRÜNGESİ BAŞKA YÖNDEYDİ

Oysa, dünya bu arada, Almanya'yı Milletler Cemiyeti'ne kabul ediyor, Alman fizikçi Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi'ni tartışıyor, sesli sinema dönemine (1927) geçiliyor, büyük ekonomik bunalım New York'u (1929) birbirine katıyor, Japonya Mançurya'yı işgal ediyor, İspanya krallıktan cumhuriyete geçiyor, İbn-i Suud, Suudi Arabistan Krallığı'nı kuruyordu.

-1931-1932: Bu öğretim yılında, okulların ders programlarından din dersleri çıkarıldı.
-22 Ocak 1932: Yerebatan Camiinde ilk kez Türkçe Kur'an okundu.
-29 Ocak 1932: İlk Türkçe ezan Fatih Camii'nde okundu. Ezanın yeni biçimini Diyanet İşleri Reisliği şöyle belirlemişti:
"1)Tanrı uludur. 2) Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak. 3) Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı'nın elçisidir Muhammed. 4) Haydi namaza. 5) Haydi felaha. 6) Namaz uykudan hayırlıdır (sadece sabah namazı için) 7) Tanrı uludur. 8) Tanrı'dan başka yoktur tapacak."
(Ziya GÖKALP: Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur/ Köylü anlar manâsını namazdaki duanın/ Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur/ Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın/ İşte orasıdır senin vatanın)
-l Şubat 1933: Bursa'da Nakşibendi şeyhlerinden Kozanlı İbrahim Efendi, öğle namazından sonra Ulucami'den çıkan cemaate, "Dinini seven bizimle gelsin" diye bağırarak çevresine kalabalık bir kitleyi topladı. Ayetler okuyarak yapılan yürüyüşle Evkaf Müdürlüğü'ne gelen Kozanlı İbrahim ve arkadaşları, burada "Başka yerlerde Arapça ezan okunurken, niçin Bursa'da Türkçe ezan okunuyor?" sorusunu dile getirdiler. Vakıflar Müdürü, konunun vilayet emri olduğunu söyleyince kalabalık, Vilayet Konağı önüne gitti. Bu sırada, hükümet güçleri olaya müdahale etti.
-3 Aralık 1934: Kabul edilen yeni yasa -ister Hıristiyan, ister Müslüman, isterse Musevi olsun- din adamlarının cüppe ve dinsel kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde giymeleri hükmünü getirdi.
-1935: Said-i Nursî ve talebeleri tutuklandı. 120 talebesiyle birlikte Eskişehir Ağırceza Mahkemesi'nde yargılanan Said-i Nursî, 11 ay hapse mahkum oldu. Cezasını tamamladıktan sonra Kastamonu'ya sürüldü.
-1935: İlkokullarda din dersleri kaldırıldı.
-1935: Nakşibendi şeyhlerinden Şeyh Halid, Mehdilik iddiası ile Eruh'da silahlı eyleme kalkıştı. Bir yıl süren çatışma ve takipten sonra Suriye'ye sığındı.
-Ocak 1936: Çorum'un İskilip ilçesinde, Nakşi şeyhi Kayserili Ahmet Kalaycı şeriat istemiyle harekete geçti. Kalaycı şeyhin garip kuralları vardı. Namaz ve oruç farz değildi. Ancak 40, 70 ve 90 günlük yeni oruçlar yaratmıştı. Nakşi şeyhine tapmak gerekiyordu. Kalaycı Hareketi kısa sürede bastırıldı.
-5 Şubat 1937: Laiklik bir Anayasa hükmü haline geldi. Anayasa'daki bu değişikliğin gerekçesini Şükrü Kaya, o günlerde şöyle anlatıyordu:
"Bu ülke görülmeyen varlıkların ve sorumsuzlukların vicdanlara egemen olmasından, devlet ve millet işlerini görmesinden çok zarar görmüştü. Türk'ün kendi yaptığı yasalar devam etseydi, bugünkü bulunduğumuz durumdan daha çok ileri olur ve uygarlığa daha çok hizmet ederdi. Madem ki, tarihte deterministiz, madem ki uygulamada maddi olmayı severiz, öyleyse kendi yasalarımızı da kendimiz yapmalıyız. Yasaları, dünyanın ötesine ilişkin her türlü kaygılardan ve her türlü düşüncelerden arındırmış olarak, günün gereklerini, maddi zorunluluklarını gözönünde tutarak yapmalıyız. Ülkenin maddi yaşamı, ancak bu yoldan kurtulur. Onun içindir ki, biz her şeyden önce, laikliğimizi ilan ettik ve bunu anayasamıza koymak istiyoruz."



.