TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 3
.
AYNI ANDA DÜNYADA...
1933'te Hitler, Almanya'da iktidara geldi. Bu yüzden birçok
üniversite öğretim üyesi Almanya'dan kaçarak Türk üniversitelerine koştular. Bu
dönemde İtalya'nın Habeşistan işgali, İspanya iç savaşı, Picasso'nun
Guernica'sı, Alman ordularının Avusturya işgali, Çekoslavakya'nın parçalanması
yaşanmaktadır. 1939'da ikinci büyük savaşın ayak sesleri öylesine yakındır ki...
- 1939: İlk yasal, islami muhalefet yayını Hareket
yayın hayatına başladı.
- 20 Eylül 1943: Said-i Nursî tutuklandı ve Ankara'ya
sevkedildi. Değişik bölgelerden tutuklanan 126 Nur talebeleriyle birlikte
Isparta ve Denizli Cezaevleri'nde bulunan Nursî, sonunda beraat etti.
Afyon'daki Emirdağ'a sürgün edildi.
İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ ARŞİVİNE GÖRE NURCULAR
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün arşivlerinde, Said-i
Nursî'nin kişiliği ve Nurculuğa ilişkin 1980'lerin ikinci yarısında hazırlanan
bir raporda şu bilgilere yer veriliyor:
"Evvelce Said-i Kürdî olarak tanınan ve bu unvanı
kullanan, soyadı kanunundan sonra, doğduğu Bitlis'in Nurs köyüne izafetle Nursî
soyadını alan Said-i Nursî yarı cahil, okuyup yazmasını bilmeyen bir kimsedir.
Nur Risalelerinden Tiryak adlı risalenin 68. sayfasında kendisi bu hususu
itiraf etmekte olup, risalelerini yardımcılarına yazdırdığını bildirmektedir.
Eski Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi tarafından
yazılan Tuhfet-ü reddiye Ala Mezhebi Saidi Kürdiyye adlı risalelerde ise, 'Okur
fakat yazamaz, imlâ bilmez, 80 sene içinde yaşadığı milletin lisanına bile
hakkı ile vakıf olamamıştır' denilmektedir.
Yeğeni tarafından hayatı hakkında yazılan bir eserde Said-i
Nursî'nin küçük yaşta Molla Mehmet Emin ve Müderris Nur Mehmet'ten ders aldığı,
daha sonra İstanbul'a gelip tekrar tahsile başladığı ve zamanın ilmine vakıf
olunca kendisine Bediüzzaman adı verildiği kaydedilmektedir. (Burada sözü
edilen dersler yazı ve kitapla değil, sözle alınan derslerdir.)
Meşrutiyetin ilanından sonra, Bitlis ve havalisinde Şeyhlik
faaliyetinde bulunmuş, sonra İstanbul'a gelerek siyasete atılmış ve İttihad-ı
Muhammedi Cemiyeti kurucuları arasında faaliyet göstermiş ve Panislamizmin
savunuculuğunu yapmıştır. 'Azametli, bahtsız bir kıtanın, şanlı, talihsiz bir
devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi İttihad-ı İslam'dır' demiştir.
31 Mart Vak'ası'ndan önce Derviş Vahdeti ile münasebet
kurmuş ve o zaman yayınlanan Volkan Gazetesi, 5 Şubat 1908 tarihli ve 49 sayılı
nüshasından itibaren İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'nin yayın organı olduğunu
ilan etmiştir. Said-i Nursî önce Kadiri, bilahare Nakşi tarikatlarına intisap
etmiş, daha sonra İstanbul'dan Dar-ûl Hikmet azalığında bulunmuştur. 31 Mart
hadisesinde faal rol oynamış, bu yüzden tevkif edilmiş ise de beraat
etmiştir...
...İstiklal Savaşı sırasında Ankara'nın halifeyi kurtaracağı
inancıyla Ankara'ya gelmiş, laik bir devlet rejimi ve cumhuriyetin kurulması
üzerine Atatürk'e kızarak Van'a gitmiştir. Kendisi bu olayı şöyle nakletmiştir:
'Garplılaşmak bahanesi altında şeriat-ı islamiye aleyhinde bir cereyan
hissettiğimden Ankara'dan ayrıldım.'
Laik bir devlet düzeni kurduğu için Atatürk'e düşman
kesilmiş ve onu Şualar adlı risalenin birkaç yerinde, Ebu Süfyan ve Deccal'a
benzetmiştir. Burla Mektupları adlı risalenin 53. sayfasında, Atatürk'ü
kastederek şöyle demektedir: Tek gözlü deccal, ya iman et yahut bütün dünyanın
maskarası olacaksın.'
1928 yılında vuku bulan Şeyh Said isyanı ile ilgili
görülmüş, Isparta'daki ikameti sırasında dini siyasete alet ve devletin dahili
emniyetini ihlal suçlarından Eskişehir'de yapılan duruşması sonunda bir yıla
mahkum olup, cezasını çektikten sonra Kastamonu'da ikamete memur edilmiştir.
Her vesile ile keramet sahibi olduğunu ileri sürmekten
çekinmemiştir. Kapalı kapılardan kimseye görünmeden çıktığını, hapisanede iken
camide namaz kıldığını, hiçbir şey yemeden yaşayabileceğini, kendisine gaipten
sesler ve ihtarlar geldiğini, asırlarca önceden din büyüklerinin kendisi ve
eserleri hakkında müjdeler verdiğini, Kur'an'ı Kerim'deki Nur suresinin kendisi
hakkında nazil olduğunu (Ya eyyühel müzemmil) ayeti kerimesinin 'Ey Said-i
Kürdî' demek olduğunu ileri sürmek suretiyle aklın ve İslamlığın kabul
etmeyeceği iddialarda bulunmuştur.
'Bediüzzaman Cevap Veriyor' adlı risalede, hiçbir geliri
olmadığı halde ve kimsenin hediye ve ikramını kabul etmediği halde ne ile ve
nasıl yaşadığı sualine karşı bereket ve ikramı ilahi ile yaşadığı, Kur'an
hikmetinin kerameti olarak erzak hususunda ikramı ilahiye mazhar olduğu
kaydedilmektedir. Araba ile dolaşırken bir yaşındaki küçük bebeklerin koşup
elini öptüklerini, hayvanların bile Nur risalelerine hayran kaldıklarını
söyleyecek kadar ileri gitmiştir...
...Kisvenin imanla bir ilgisi olmadığı halde Said-i Nursî
hayatında şapka giymemekle övünür. Eski medreselerin 5-10 senede temin ettiği
neticeyi, Nur medreselerinin 5-10 ayda temin ettiğini iddia eder. Kadınların
örtünmesine karşı açılan mücadele Türk haysiyetine karşıdır, der. Said-i
Nursî'ye göre, elektrik kontağı ve meteor hadiselerinin fenni ve fizik ilmine
uygun açıklanması dine aykırıdır. Dinsizliğin ifadesidir. Bu ve buna benzer
olaylar ilahi kudretin varlığının delilidir. Bunların hepsi Kur'an'da vardır.
Fizik kanunlarına göre açıklama yapmak Kur'an'ın kudretine, hikmetine aykırı
düşmektedir. Her şey, her zerre Allah'a ibadet eder. Mesela pusulanın Kabe'deki
Hacer-i Esved'i işaret ederek titremesi namaz kılmasıdır.
NUR ŞAKİRTLERİ VE GÖREVLERİ
Nur talebeleri, diğer bir deyimle şakirtleri, nurcuların
kendilerine verdikleri bir isimdir. Nur şakirdi olabilmek için o mahalledeki en
büyük nurcuya karşı bazı taahhütlerde bulunulması gerekmektedir. Bu taahhütler:
Nurculuğa ve nurculuğun büyüklerine karşı sadakat, sır saklamak, gayeleri için
istişarelerde bulunmak, nurculuğun gerçekleşmesi için gayret sarfetmek,
bulundukları yerlerdeki nurculukla ilgili olayları nur büyüklerine bildirmek
v.s. şeylerdir.
Nur talebelerinin diğer bir görevi de nur risalelerini
okuyup, okutma ve çoğaltma ve dağıtmaktır. Said-i Nursî, Asa'yı Musa adlı
risalesinde nur risalelerini yazıp dağıtılmasını ihmal edenlere sitem etmekte,
Sönmez adlı risalesinde de risaleleri yayan ve yazdıran Nur talebelerinin
kendisinin ve kendisi gibi binlercesinin hayır duaları ile manevi kazançlarına
ortak olacaklarını bildirir.
Nurculara göre nur talebeliğini bırakmak günahtır. Nur
talebelerine bekar kalmaları telkin edilerek, muhakkak evlenmesi lazımsa bir
nurcu ile evlenmesi emredilir.
Nur talebeleri haricindekiler vatan ve millet haini ve din
düşmanı olarak ilan edilerek, bu kimselere tehditler savrulur, gizli bir
örgütün taktiğine başvurulur."
-18 Temmuz 1945: Milli Kalkınma Partisi kuruldu. MKP,
dış politika alanında 'İslam Birliği-Şark Federasyonu' projesinin
gerçekleştirilmesini istedi.
-1946: Amacı 'Dünya Müslümanları Birliği'ni
destekleme olan Sosyal Adalet Partisi kuruldu.
-1946 yılında kurulan bir başka parti, Arıtma
Koruma Partisi (ARK), dinci bir siyasal parti olduğunu tüzüğünün birinci
maddesinde açıkladı.
-1946'da kurulan İslam Koruma Partisi, parti
adı altında kurulmuş olmasına karşın, kuruluş dilekçesinde her türlü siyasal
faaliyetten uzak olduğunu ve gayenin sadece İslamın yükselmesi, kuvvet
kazanması, dayanışması olduğunu belirtiyordu.
-1947: Türk Muhafazakar Partisi kuruldu. Partinin
programında ve amaçlarında islami amaçlar egemendi.
-1947: Milli Eğitim Bakanlığı, isteyen vatandaşların
özel din seminerleri açabileceğini öngören bir kararname yayınladı. (Dönemin
M.E. Bakanı: Tahsin Banguoğlu)
-2 Aralık 1947: CHP 7. Kongresi, okullara din dersi
konması tartışmalarına sahne oldu. "Bu tartışmalar sırasında Hamdullah
Suphi Tanrıöver, sözleri arasında, Türkiye'ye hizmet etmiş büyük adamların
türbelerinin açılması dileğini de ileri sürdü. İnkılâbın memlekete getirmiş
olduklarını korumakla birlikte, halkın dini ihtiyaçlarını da Fransa ve Amerika'da
olduğu gibi tatmin etmek lazımdır, diyordu. Din bağıyla, 'şark dünyasıyla olan
tesanüdü' de kuvvetlendirmek gerekti. Hamdullah Suphi bununla, ta 25 yıl
önce Sebilürreşad'da yazmış olduklarını tekrardan başka bir şey yapmış
olmuyordu." (JASCHKE, Gotthard: Yeni Türkiye'de İslamlık. Sf. 98.
Şubat 1972. Ankara)
-Şubat 1948: CHP grubu, İlahiyat Fakültesi'nin
yeniden açılmasını teklife karar verdi.
-20 Mayıs 1948: CHP Meclis Grubu, Milli Eğitim
Bakanı'na, ortaokul mezunu gençlerin askerlik yükümlülüklerini yerine
getirdikten sonra girebilecekleri 'İmam Hatip Kursları' açmasını teklife karar
verdi. On il merkezinde açılacak olan bu kursların, beş aylık kurslar olduğu
açıklandı.
-1948: Dini reform isteyen bir grup DP'li
partilerinden ayrılarak Millet Partisi'ni kurdular. Parti
programının 8. maddesi, "Parti, din müesseselerine ve milli ananelere
hürmetkardır" diyor, 12. maddesine göre laikliği esas itibariyle kabul
etmekle beraber din işlerinin ayrı bir teşkilat elinden idaresini, bu
teşkilatın muhtar bir teşkilat olmasını istiyordu. Parti ayrıca, ilk ve orta
tedrisata din dersleri konulmasını da uygun görmekteydi.
-15 Ocak 1949: Ankara ve İstanbul'da 10 aylık ilk
imam-hatip kursları açıldı.
-1949: Hamdullah Suphi Tanrıöver: "Dini
sadece bir vicdan işi olarak ele almak yanlıştır." Ortaokul
kitaplarında okuma parçalarını okuduğumuz Tanrıöver, din derslerinin okullara
girmesini istiyor.
-15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din
derslerinin okutulacağı belirtilen Ocak ayındaki MEB tamimi yürürlüğe girdi.
-4 Haziran 1949: TBMM Genel Kurulu, A.Ü.'ne bağlı bir
İlahiyat Fakültesi açılması kararını verdi.
ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?
Aynı dönemde dünya bambaşka şeylerin peşindeydi oysa.
İnsanlığın tanıklığında en korkunç paylaşım savaşı yaşanırken Ernest Hemingway
'Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u yayınlıyor; ABD ilk nükleer reaktörü yapıyor;
Arjantin Peron iktidarını görüyor (1947); savaş bitiyor; ama, yazık ki,
Hiroşima ve Nagazaki 'atom bombası' denen vahşet altında (1945) eziliyordu. Bu
arada, (1946) ABD, ilk elektronik bilgisayarı hazırlıyor; İsrail devletinin
kurulmasıyla birlikte (1948) Arap-İsrail savaşı başgösteriyor, Çekoslovakya,
Macaristan ve Polonya komünist iktidarla tanışıyor; Çin de, önce Japonya, daha
sonra da Fransa ve ABD işgaline karşı verdiği savaşı kazanıyor; dünya, soğuk
savaş iklimini iliklerinde hissediyordu.
-8 Haziran 1949: CHP'li Başbakan Şemseddin Günaltay
TBMM'de partisinin din hakkındaki görüşlerini açıklıyor:
"İlkmekteplerde din dersleri okutturmaya başlayan
bir hükümetin başkanıyım; bu memlekette Müslümanlara namazlarını öğretmek,
ölülerini yıkamak için İmam Hatip kursları açan bir hükümetin başkanıyım. Bu
memlekette Müslümanlığın yüksek esaslarını öğretmek için İlahiyat Fakültesi
açan bir hükümetin başkanıyım."
- l Mart 1950: 5566 sayılı kanunla, CHP'nin 7.
kurultayında dile getirilen, bazı Türk büyüklerinin türbelerinin ziyarete
açılması dileğini, Şemsettin Günaltay kabinesi yerine getirdi. Yasayla birlikte
ziyarete açılan türbeler şunlar: Ankara'da Hacı Bayram Türbesi; Söğüt'te
Ertuğrul Gazi Türbesi; Bolu Göynük'te Akşemsettin Türbesi; Bursa'da Osman Gazi
Türbesi; Bursa'da Orhan Gazi Türbesi, Bursa'da Çelebi Mehmet Türbesi (Yeşil
Türbe); Gelibolu Bolayır'da Gazi Süleyman Paşa Türbesi; Fatih Mehmet Türbesi,
Yavuz Selim Türbesi, Kanuni Süleyman Türbesi, İkinci Sultan Mahmut Türbesi,
Mustafa Reşit Paşa Türbesi, Barboros Hayrettin Paşa Türbesi, Mimar Sinan
Türbesi, Gazi Osman Paşa Türbesi, Kırşehir'de Aşık Paşa Türbesi, Konya'da
Selçuk Sultanları Türbeleri, Akşehir'de Nasrettin Hoca Türbesi; Suriye
Caberkalesi'nde Süleyman Şah Türbesi ve İstanbul'daki Eyüp Sultan Türbesi.
Karanlığa doğru bir adım daha atılmıştı. Bir adım
daha...malarına Fatiha okutarak başladı ve laik devlet düzenini ağır biçimde
eleştirdi.
İkinci Bölüm
UYUYAN YILANI UYANDIRMAK
MENDERES KONUŞUYOR:
"SİZ İSTERSENİZ ŞERİATI BİLE GERİ
GETİREBİLİRSİNİZ"
-14 Mayıs 1950: Menderes seçimleri kazanarak Başbakan
oldu. Said-i Nursî, Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar'a, şu telgrafı çekiyordu:
"Zatınızı tebrik ederiz. Cenab-ı hak sizi İslamiyet,
vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin. Nur talebelerinden ve onların
namına, Said Nursî."
-29 Mayıs 1950: Menderes, hükümet programında Atatürk
devrimlerini "millete malolmuş ve malolmamış devrimler" olarak
ikiye ayırdı.
-16 Haziran 1950: DP milletvekillerinden Ahmet Gürkan
ve İsmail Berkok tarafından teklif edilen ve "TCK'nın Arapça ezan
okunmasını yasaklayan 526. maddesini değiştiren kanun" teklifi kabul
edildi. Menderes'in hükümet programında, "millete malolmuş
devrimler/malolmamış devrimler" ayrımının ne olduğu ortaya çıkmıştı.
Menderes'e göre, Türklerin anadili olan Türkçe, Türklere malolmuyordu. Malolan,
anlayabilmek için eğitiminin görülmesi gereken Arapça idi. Menderes de bunun
böyle olmadığını biliyordu ama...
-1950: Ezanın Arapça okunmasına dair acele tel emri.
Amaç, ramazan ayına yetiştirmek... Sadece Kıbrıs Müftüsü Dana Efendi ezanı
Türkçe okumaya bağlı kaldı. Ezanın Arapça okunmasına, belki de en çok Said-i
Nursî sevindi. Demokrat Parti milletvekilleri ve yöneticileriyle gerek
doğrudan, gerekse talebeleri aracılığıyla kurduğu ilişkilerde, DP'lilere "dindar
ve dine hürmetkar demokratlar", "hürriyet-perver, dindar
demokratlar", "dindar Ahrarlar" diye hitabediyordu.
Talebelerine yazdığı mektuplarda DP'lilerin "demokrat ve hürriyetperver"
oluşlarından söz ediyor, "Demokratların milleti memnun ve minnettar
etmek için bütün kuvvetleriyle ezan meselesi gibi şeair-i İslamiyeyi ihya
etmelerinin elzem olduğunu" (Emirdağ Lahikası 2. Sf. 24) belirtiyordu.
-Ekim 1950: İsteğe bağlı din dersi tersine çevrildi.
Veliler, din dersi istemediklerine dair dilekçe vermek zorunda bırakıldı. "Çocuğumun
okulda din dersi görmesini istiyorum" diye dilekçe vermek hiçbir veli
için sorun değildir. Ancak bunun tersi, yani "Çocuğumun okulda din
dersi görmesini istemiyorum" demek; belki yasalarla, yönetmeliklerle,
yazılı hukukla cezalandırılmayacaktır ama yobaz bir yöneticinin veya velinin "Sen,
Müslüman değil misin?" sorusuna muhatap bırakacaktır insanları.
Şeriatçılar artık edilgen değil, etken olmayı seçmişler ve uygulamaya
girişmişlerdir.
-27 Şubat 1951: Ticaniler, Kırşehir'de (Cumhuriyet
tarihinde ilk kez) Atatürk büstünü parçaladılar.
Arapça yazıya dönülmesini ve yeniden fes, çarşaf giyilmesini
istediler.
-25 Temmuz 1951: Gericiliğin yükselmesi ve
Ticanilerin, Atatürk heykellerine yaptıkları saldırıların artması üzerine
DP'liler, 5816 sayılı 'Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun'u çıkardılar.
Günümüzde gericiler ve şeriatçılar, "Kanunla koruyorlar" diye
demokratik ve laik kesimleri suçluyorlar ama hedef tahtasına koydukları yasayı,
Türkiye Cumhuriyeti'nin en gerici yönetimlerinden birinin koyduğunu - her
nasılsa- unutturmaya çalışıyorlar.
5816 SAYILI YASA TASARISININ GEREKÇESİ
"Milli mücadelemizin kahramanı ve memleketin
kurtarıcısı Atatürk, Cumhuriyetin ve inkılablar rejiminin sembolü olması
hasebiyle hatırasına, eserlerine ve onu ifade eden varlıklara vaki olacak
tecavüzler, bilvasıta cumhuriyete ve inkılablar rejimine tevcih edilmiş bir
mahiyet ifade edeceğinden, bunlara karşı işlenen ve amme efkarında derin
akisler yaratmakta olan suçların failleri hakkında mevzuatımız hususi hüküm ve
müeyyideleri ihtiva etmemekte ve cumhuriyet savcılarının re'sen takibata
girişmelerine müsaid bulunmamaktadır. Her ne kadar Türk Ceza Kanunu'nun 488.
maddesinde ölmüş bir adamın hatırasına hakaret vaki olduğu takdirde karısı veya
usul ve füruğu veya kardeş ve kızkardeşleri veya usul ve füruu derecesinden
sihri akrabası veya doğrudan doğruya veresesi bulunan kimseler tarafından dava
açılabileceği yazılı bulunmakta ise de bu gibi hallerde kanunun 480 ve 482.
maddelerine göre faillere verilecek ceza, miktar ve mahiyeti itibariyle
Atatürk'ün manevi varlığına tecavüz edenler hakkında amme vicdanını tatmin
edecek yeterlikte görülmediğinden bu tasarının hazırlanmasına lüzum hasıl
olmuştur."
5816 SAYILI YASANIN TBMM'YE TEKLİF EDİLEN METNİ
Madde 1- Atatürk'ün manevi varlığına tahkir veya
tezyif yahut her ne suretle olursa olsun bu varlığa tecavüz edenler bir seneden
beş seneye kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılırlar.
Resim, heykel, büst gibi Atatürk'ü temsil eden eşyayı veya
Atatürk hakkındaki sair eserleri tahkir veya tezyif maksadıyla bozan, kıran,
kirleten veya her ne suretle olursa olsun bunlara tecavüzde bulunanlar hakkında
da aynı ceza verilir.
Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını
teşvik ve tahrik edenler asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2- Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha
fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde
alenen yahut basın vasıtasıyla işlenirse hükmolunacak ceza yarı nisbetinde
artırılır.
Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor
kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek
ceza bir misli artırılır.
Madde 3- Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı
Cumhuriyet Savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.
Madde 4- Bu kanun yayın tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 5- Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder