14 Nisan 2015 Salı

Satırbaşları,





Satırbaşları,


Yekta Güngör Özden
02.01.2006


Kuruluşunun ilk yıllarında başlayıp giderek artan coşkuyla birbirine eklenen atılımlarının içte ve dışta büyük bir saygınlık kazandırdığı Türkiye Cumhuriyeti, son yıllarda siyasal iktidarların tutumları yüzünden eğilen, ezilip büzülen, dışardan yönetilen bir görüntü vermektedir. AB’ne girmek için katlanılan durumlar yurtseverlerin yüreğini yakmaktadır. İçişlerimize karışmaları, başka ülkeler için gözetilmeyen durumları bize dayatmaları, ikili davranmaları, bağımsız yargıya buyruk verme çabaları hiçbir etkin karşılık ve yanıt almadan sürmektedir. Kendi ulusları ve ülkeleri için düşünmediklerini Türkiye’de gerçekleştirme ölçüsüzlükleri alabildiğine hızlanmaktadır. Dinsel azınlıklarla, ana dilinde öğretim-eğitim bunlardan kimileridir. Teröre karşı insanlık dışı sayılacak önlemleri almaktan çekinmeyen batılılar Türkiye’nin savunma amaçlı önlemlerini çekersiz, hattâ sakıncalı bulmaktadır. Irak’ın kuzeyinde oluşturdukları kürt devleti ve İsrail’e kurmaya çalıştıkları üçgenin Büyük Ortadoğu Projesi altında Türkiye’yi büsbütün kuşatmayı amaçladığı ortadadır. “Büyük Kürdistan” ve “Büyük Ermenistan” düşlerini gerçekleştirmek için AB ve ABD ellerinden geleni yapmaktadır. Kendi varlığını dış desteklerde arayan siyasal iktidarların yetersizliği bu kötü gelişmelerin kaynağıdır.

AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk’in “Ordu provokasyona geçti. PKK da buna silâhla yanıt verdi. Ordu PKK’yla çatışmayı seviyor. Bu da kendisini merkezde ve gündemde tutuyor.” sözleri bir-iki dudak oynatma dışında gereken yanıtı almadı. Türkiye’yi AB yönünden “Özel bir vak’a” olarak niteleyen Lagendijk’in patavatsızlığı yanına kâr kaldı. Türk yargısına ilişkin sakıncalı sözleri de böyle. Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne, bu yolla saygısızlığı yansıtan sözleri yeterince kınanmayan, PKK yandaşlığını örtülü biçimde açıklayan kişinin ilişkilerden dışlanmasını istemek gerekirken “Ne şiş yansın ne kebap” sözünü anımsatan “İdare-i maslahatçı” davranış yeni ödünlerin dayanağı olacaktır. Daha önce Olli Rehn’in bir kendini bilmez yazarın davası nedeniyle “...O değil, Türkiye yargılanıyor” sözü de yüzüne çarpılmadı. Sabancı cinayetinin sanığı Fehriye ve kimi başka sanıklar için Avrupa’nın tutumu ortada iken Türkiye’ye yüklenmek, bölünmeler, ayrışmalar ve yıkım için verilen destek bıçağın kemiğe dayanması türünde bıkkınlık getirmiştir. O yazarı kimlerin desteklediği, kimlerin kutladığı, onun kimlerle olduğu bilinmektedir. İlkeyi bırakıp kişiden yana olanların çoğunun kim olduğu bilinmektedir. Fransız Sokağı’nda Türkiye karşıtları ile gülücükler içinde yemeğe oturan yazarı ermeni asıllı Verkin Arıoba’nın anlamlı kınaması çok kimseyi düşündürmelidir. İngiliz The Independent gazetesinin, mâlum yazarı yılın kahramanı ilân etmesi batılıların yaklaşımının Türkiye karşıtlarını ödüllendirmek ve yüreklendirmek olduğunun yeni bir kanıtıdır.

Fransa’nın tanınmış 19 hukuk adamı Fransa Meclisi’nin çıkardığı ermeni soykırımı savlarına ilişkin yasaların iptali için başvuru yaptı. “Tarih için özgürlük” başlıklı bildiriyle istenen sonucun gerekçesi bizdeki bölücülerle yalancıları ve maşaları utandırmalıdır.

Açık açık konuşulmalıdır. AB’den “Telkin, tavsiye” ne demek, kesin “talimat”, hatta emir ve tehdit var. Yöneticiler bunlara nasıl katlanıyor? Bizim sözde ilericiler de Avrupalılardan geri kalmıyor. Tutucular da öyle. Olumsuzlukta ve kötülükte birleşiyorlar. Yargıya saygı ve güven duymayan demokrat da olamaz, ilerici de. Kararlar yanlış ise başvuru yolları var. Çıkar için, hatır için yargı yerilemez. Meslek dayanışması, kişisel nitelik, yetenek vs. gözetilemez. Yazar-çizer için, politikacı, sanatçı, asker, bilim adamı vd. için özel uygulama yapılamaz. Yargı katında herkes eşittir.

AB’yle ilişkileri pamuk ipliğine bağlayan, Avrupalı abuk sabuklarla bizdeki yamuklardır. Üniversite özerkliğini, bilimsel onuru, siyasetin bilime el atmasını gündeme getiren durumlarla ilgilenmeyip “Sahtekârlık, yolsuzluk” savını gerçek, kesin karar gibi gösterip bahaneler getiren AB görevlilerinin tutumu asla inandırıcı değildir.

Günümüz Başbakanının AB’cilerin yargıya karışmasına tepkisini sıkmabaş konusundaki AİHM kararını eleştirerek açıklaması da ikilem belirtisidir.

İçeriye bakınca

Dışarıdan bu olumsuzlukları belirtirken içeride olanlara geçince insanın içi daha çok kararıyor. Yargı bağımsızlığının bilincinde olmayanların kendi toplantılarına uygun “Yargı birliği”nden söz etmeleri, kendilerinin yargıya saygı ile asla bağdaşmayan sözlerini unutup eleştiri, öneri ve dileklerle kimi uyarıları suç nedeni göstermeleri anlaşılır gibi değildir. Anayasa’nın 138. maddesinin 2. fıkrası, yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin mahkemelere ve yargıçlara “Emir, talimat, genelge, tavsiye ve telkin”i yasaklamıştır. Bir kararın bilimsel eleştirisi yasaklanmış değildir. 5237 no.lu yeni Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin ikinci bendindeki “..yargı organlarını alenen aşağılamak..” durumunda gereken yaptırım uygulanır. Eleştiri amaçlı düşünce açıklamalarını mahkemeler değerlendirecektir. Düşünce açıklaması denilerek saldırıların sıralanması uygun değildir. Anayasa’nın 138. maddesinin yaptırımı sınırlıdır. Yeni, 5187 no.lu Basın Yasası’nın “Yargıyı etkileme” başlıklı 19. maddesi kamu dâvasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde cumhuriyet savcısı, yargıç ve mahkeme işlemlerinin içeriğinin yayımlanmasını yaptırıma bağlamıştır. Maddenin ikinci fıkrası “Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar bu dava ve ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında” düşünce ve görüş yayınlayanlar için de aynı cezaları öngörmektedir. Tutuklama işlemi için çelişki, aykırılık, haksızlık ve yanlışlık varsa bunlara yöntemince değinmek suçlanma nedeni yapılamaz. Bir köşe yazarı Anayasa’nın 138. maddesini 183. madde olarak göstermişti. Anayasa geçici maddeler dışında 177 maddede bitiyor. Yargıya baskı, gözdağı, buyruk, yargıyı aşağılama asla hoşgörülemez. Ama medyamızın büyük kesimi bu terbiyenin dışında. Akıl öğretmeye kalkışanlar kendisini savcı, yargıç, temyiz organı yerine koyanlar, bilirkişiliğe soyunanlar neler neler var. Sakıncalı ve aykırı durumları görevli cumhuriyet savcılıklarının kendiliklerinden soruşturmasına kimse birşey söyleyemez. Ancak, Başbakan ya da bir Bakan konuşup değinince soruşturma başlatılırsa çok şey söylenir. Yargı görevlileri herkesten daha duyarlı, özenli ve yetkin davranmak zorundadır. Yargı siyasetin etkisinde değildir, olamaz. Siyasetçilerin yaptıklarını, söylediklerini unutması yargıyı bağlamaz. Kendi kusurlu olan, başkasının kusurundan yararlanamaz. İktidar kesiminin yargıya yönelik sözleri, yazıları, davranışları gerekenlerin çok uzağındadır. İşlerine gelince alkışlayıp, işlerine gelmeyince saldırıp karşı çıkmaları nerede ve nasıl olduklarının göstergesidir. Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü’nün yargılandığı dava her yönüyle çok konuşulup tartışılacağa benzemektedir. Katılma, tutuklama, yargıcı red işlemleri sanırız öncelikle ve önemle ele alınacaktır. Unutmamak gerekir, suçluluğu bir yargı kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz (Anayasa, madde 15/son ve 38/4). Başbakan ve kimi Bakanlarla şakşakçıları medya, tersine davranarak suçlamalarda bulunmaktadırlar. Beğenmedikleri yargı kararlarının evrelerini beklemeden eleştirilerle yön vermeye çalışmaktadırlar. Başbakan 17.12.2005’de Konya’da konuşarak kendisinin düşünce suçundan cezalandırıldığını söyledi de şiiri ne amaçla okuduğunu, anlamını, inanç sömürüsü, kışkırtma, baskı, tehdit ve yıkıma kalkışma olup olmadığını açıklamadı. Düşünce suçu, özgürlüğü, inanç sömürüsü, özendirme, kışkırtma, terör değerlendirmeleri üstünkörü yapılamaz. Bir kez de burada söyleyeyim (daha önce GÖZCÜ gazetesinde yazmıştım) yargıya baskıdan daha kötü olanı baskılara açık olmaktır. Hukuk alanında olan aykırılıkları ve hukukçu denilen kimilerini gördükçe hukukçuluğumdan utanıyorum.

Eski yıldan yeni yıla

Yeni yılı coşkuyla kutlamak, geleceğin geçmişten iyi olmasını dilemek bağlamında yerindedir. Ancak, ömrün bir yıl daha kısaldığını bilmek gerekiyor. Yeni yılı umutlarla karşılamak, önceki yılı kapatıp olumsuzlukları geride bırakma, yeni bir dirilişin nedeni sayılabilir. Yaşam iyiliklerle kötülüklerin bileşkesidir. Yarının neler getireceği, neleri götüreceği önceden kestirilemez. Yazgıcılığı bırakıp yaratıcı olmayı yeğleyerek yaşama egemen olmaya, koşulları değiştirme gücünü edinmeye bakmak gerekir.

Yeni yılda yinelenmemesini dilediğimiz kimi olumsuzluklara değinelim:

Başbakan Konya’da Nakşibendi tarikatının Ribat grubunun kurucusuna giderek 45 dakika görüştü. Başbakan İzmir kentimize ilişkin olarak seçimlerde kendilerine oy gelirse söylenmesine son verilecek kötü bir benzetmeyi anımsattı. Başsağlığı ziyaretinde yanına imam aldı.

Konya’da pazarların dualarla açılması yaygınlaşıyor.

İmam hatipli öğrencilere üniversitelere giriş için ayrıcalık sağlanıyor.

Enerji Bakanı, yasama organında çirkin argolarla yanıtlar vermeye çalışıyor. Adalet Bakanı, âhlakı korumanın özelleştirmeden geçtiğini söylüyor. Başbakan Yardımcılarından birisi “Bizim Başbakanlığımızda Cumhuriyet düşmanı hiç kimse yoktur” diyor. Demokratik Toplum Partisi’ne katılan DEHAP’lı belediye başkanlarının töreninde konuşan bir yönetici “Kürt halkının kaderini belirleme talebi”nden sözediyor. Türkiye Cumhuriyeti yeni mi kuruluyor? Yeniden mi kuruluyor?

Hastanelerde yaşlıların ve özürlülerin çektiği güçlükler, genelde hastaların bekletilmesi, uzun kuyruklar ve işlem kargaşası sürüyor. Hizmetlerin daha düzeyli olmasını istemek herkesin hakkı. Yabancılara toprak satımına ilişkin yeni düzenleme eski sakıncalı durumunu koruyor. Üniversitelerde gözdağı kimi kısıntılarla sürerken 19 Mayıs Üniversitesi’ne ilişkin Meclis Araştırma Komisyonu çalışmaları ilginç konuşmalarla yürüyor. Üniversiteden istenen belgelerin ne olursa olsun bir şey bulmak amacını yansıttığı açık.

Üniversiteyle ve yargıyla olduğu gibi Silahlı Kuvvetlerle kavgadan geri kalınmıyor. “Münferit hezeyan” nitelemesine yönelik karşılıklar yanıtsız kaldı ama Kubilay’ı anma günü nedeniyle irticanın birincil tehlike olduğu yinelendi. Yıllardır irticanın birincil tehlike, en büyük tehlike olduğuna ilişkin görüşümüz kimi besleme kalemlerce ve şakşakçılarla saldırılara uğradı. Gericilerin neler yaptıkları ortadayken iyi niyetli uyarılarımızı “İrtica ve Sevr paranoyası” ile suçlayan aymazlar ve sapkınların tutumu hastalığın kendiliğinde olduğunu kanıtlamaktadır. Biz söyleyince suç oluyor, görevdeki birisi söyleyince sus-pus oluyorlar.

Lâik Atatürk Cumhuriyeti karşıtları her yerde var. “Ezber” diye tutturan koronun üyeleri medyanın etkin noktalarında, üniversitelerde, kimi kuruluşlarda, kurumlarda çattıkları devletin olanaklarını kullanıyorlar. Avrupa uşaklığında yarışarak yol alıyorlar. Bilgisizlikleri de sırıtıyor. Anayasa’yı ilgili yasaları ve bunları düzenleyenleri suçlayacak yerde uygulayıcılarına sataşıyorlar. Kimileri de bilim adamı olacak. Ne günlere, kimlere kaldık.

2005 yılı biterken IMF’na olan borç tutarımız 16,5 milyar dolara dayandı. Cari işlem açığı sürdükçe borçlanma ve IMF ilişkisi sürecek, yakınmalar artacaktır. Ankara Belediyesi’nin bayanlar lokalleri dolup boşalıyormuş ama bir tek Atatürk fotoğrafı yokmuş. Belediye parasıyla oy toplama çabaları sürerken lokaller yoluyla bayanları Atatürk’ten uzaklaştırmak sorumluluğu ağırlaştırmaktadır.

Kubilay’ı ve 1915 Sarıkamış şehitlerini anmak bağımsızlıkla başlayan Atatürk bilincinde yoğunlaşmaktır. İktidarın inandırıcı olmayan iletileri dışında halkımızın ilgisi umut vericidir.

Okuyucularımıza Atatürk aydınlığında yeni yıl dileklerimi sunuyorum.


..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder