17 Nisan 2015 Cuma

Türk'ün Cehennem Ateşinde Yürüdüğü Yıllar.. 1



 Türk'ün Cehennem Ateşinde Yürüdüğü Yıllar.. 1



"KİM Kİ TÜRK'ÜN GÖNLÜNE DOKUNA, DOKUNUR SİNESİ ALLAH'IN OKUNA!.."

(Kazlıçeşme kabristanında medfun Mustafa Tulunay Hazretleri) 

Gazze'de Alay Sancağımız - 1917

"Bir gece Atatürk’ün sofrasında Balkan bozgununu söz konusu olur. 

Sorarlar: “Balkan bozgunu, önüne geçilemez bir felaket miydi? Bu mağlubiyetten kurtuluş çaresi yok muydu?” 

Atatürk cevap verir ve Asım Us kelime kelime not etmiştir: 



“Balkan Savaşı başladığı zaman ben, Trablusgarp’te bulunuyordum. Eğer bu sırada ben orada bulunmayıp da Rumeli’nin her hangi bir noktasında bulunsaydım, o Balkan bozgunu olmazdı. Çünkü Selanik Kolordusunda bulunurken, Küçük Balkan devletlerinin birleşerek beraberce bir hücum yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben, böyle bir ihtimale karşı, takip ve tatbik edilecek savunma planları üzerinde çalışmıştım.

Bir gün bu savunma planlarına ait haritaları üzerinde çalışırken içeriye Talat Paşa ile o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri olan Hacı Adil Bey girdi. Kolordu Kumandanını ziyarete gelmişler. Bu nedenle beni de hatırlamışlar. Selamlaşmalardan sonra, Talat Paşa bana laf olsun diye şunları sordu:

-‘Kemal Bey çok dalmışsın, ne ile meşgul oluyorsun?’ 

Önümdeki haritaları göstererek:

-‘Bunlar Rumeli Savunma planıdır. Bir gün Küçük Balkanlı Devletlerin birleşerek birlikte bir hücum yapmaları ihtimaline karşı askeri hazırlıklarımızdır’ dedim. Talat Bey:

-‘Ben asker değilim. Bu gibi askeri işlerden anlamam. Fakat bu gösterdiğin savunma planlarını kim uygulayacak?’ diye sordu. Ben elimle kendimi işaret ederek:

-‘Ben yaparım’ dedim. Talat Bey, bu konu üzerinde daha fazla konuşmadı, sustu. Esasen sadece gönül ve hatır almak için benim yanıma uğramışlardı. Veda ederek ayrıldılar. Sonradan öğrendim ki, benim Rumeli’yi savunma hakkındaki sözlerim Talat Bey’in pek garibine gitmiş. Odamdan çıktıktan sonra, giderlerken Hacı Adil Bey’e:

-‘Gördün mü bizim deliyi?’ demiş.” 


"..SAVAŞTA ORDUNUN BIRAKTIĞI İZ YANINDA, BİR DE MİLLETİN BIRAKTIĞI İZ VARDIR. PLANLAR İNSANLARI HANGİ FEDAKÂRLIĞA DAVET ETTİ? İNSANLAR BU DAVETİN ARKASINDAN NASIL GİTTİ VE KENDİLERİNİ NE KADAR FEDA ETTİLER?

İŞTE MEMLEKETİN SANATKÂRLARI MİLLETİN BIRAKTIĞI BU İZİN PEŞİNDE YÜRÜR VE YOL ÜSTÜNDE UNUTULUP KALMIŞ İSİMLERLE MENKIBELERİ ARAR." 


"DÜNYANIN BİR KÖŞESİNDE KENDİ KENDİNE YAŞAM SÜREN ANADOLU, KİMİNDEN KAR, KİMİNDEN GÜNEŞ EKSİK OLMAYAN SEKİZ SINIRDA ESRARENGİZ VARLIĞININ DESTANLARINI YAZDI..." 


1916 / EL-ARİŞ / SİNA CEPHESİNDE SU İSTASYONUMUZ 

"ÇÖLÜ GÖRÜP ANLADIKTAN SONRA, SİNA VE FİLİSTİN SAVAŞLARININ ÇANAKKALE SAVUNMASINDAN DAHA ÖNEMSİZ OLMADIĞINA İNANDIM. ÇÖL, COĞRAFYANIN BİZE ÖĞRETTİĞİ SIRADAN TOPRAKLARDAN NE KADAR BAŞKAYSA, ÇÖL SAVAŞI, ÇÖLDEKİ ÖLÜM, ÇÖLÜN KAHRAMANLIĞI VE TAHAMMÜLÜ BİLE O KADAR ÖZELDİR. ORADA BİR GÜNLÜK GÜNEŞ, BİZİM BÜTÜN YAZ SÜREN GÜNEŞİMİZDEN DAHA KIZGINDIR. BÜTÜN MEVSİM YOL ALSANIZ, GECE BASMADIKÇA GÖLGE, ALLAH GÖNDERMEDİKÇE YİYECEK BULAMAZSINIZ. ÇOĞU HURMA AĞAÇLARININ GÖLGESİ KENDİ GÖLGESİNİN YARISINI BİLE ÖRTMEZ. BEDEVİLERİN BİR ÇOĞU, YOLCU ATLARININ GÜBRELERİNDEN AYIRDIKLARI ARPA TANELERİ İLE YAŞARLAR. AKŞAMLARI BÜTÜN GÖNÜLLERE ANADOLU ÇEŞMELERİYLE KÖY SÖĞÜTLERİNİN HÜZNÜ ÇÖKER. NE O YOL BU AYAKLAR İÇİN, NE DE O CESARET BU CESURLAR İÇİNDİR..." 

Bİ'RUS SEBA'DA İNGİLİZLERE KARŞI KONUŞLANMIŞ "HECİNSÜVAR" BİRLİKLERİMİZ... (1915)

"...ÇÖLDEN DÖNENLER, GAZZE'DEN Bİ'RUS-SEB'E KADAR SÜREN UZUN CEPHEDE AYLARCA DAYANDI..." 

"SAVAŞIN BAŞLANGICINDA HERKES SANIYORDU Kİ NE ANADOLU'DA GÜÇ VE KUVVET, NE DE BOŞALMIŞ KÖYLERDE VE KASABALARDA İNSAN VE HAYAT VAR. BUGÜN DE AYNI FİKİRDE DEĞİL MİYİZ? GERÇEK ŞU Kİ, ANADOLU'YU HİÇ TANIMAMIŞIZ..." 

"AYAKÜSTÜNDE, GÖĞÜS GÖĞÜSE ÇARPIŞAN ESKİ CENGÂVERLERİN RESİMLERİNE BAKTIKÇA: 

"ŞU ASKERLER, ŞİMDİKİ KAHRAMANLARDAN KAÇ KERE DAHA KAHRAMAN?" DERDİM. 

BOŞ ÇÖLLERDE YANIK YÜZLÜ KÖY ERKEKLERİNE BAKARKEN BU SORUYU BİN KERE SORDUM. 

ÇÖLLERDE O KADAR GÜÇ YÜRÜNÜYOR VE ÖYLE RAST GELE ŞEYLER YAŞANIYOR Kİ, ÖLÜMLE DÜŞMAN BU ZAHMET YANINDA HİÇ KALIR. OYSA ANAVATANIN BAĞRINDAN KOPAN BİR YIĞIN ERKEK, ÖNCE BÜTÜN MEMLEKETİ, SONRA 350 KM. GENİŞLİĞİNDEKİ ÇÖLÜ (SİNA) AŞTI VE KANAL DİBİNDE İNGİLİZLERİN DEMİRDEN, SİPERDEN, BİN ÇEŞİT SAVUNMA ŞEKLİNDEN OLUŞAN KORKUNÇ CEPHESİYLE ÇARPIŞTI. GERÇEKTEN NE BU İNSANLAR, NE DE BU AZAMETLİ MACERA, BİR KAÇ TEBLİĞ İÇİNDE UNUTULMAYI HAK EDER.

İŞİTTİM Kİ SAVAŞTA 3 MİLYON İNSAN KAYBETMİŞİZ. BU BEDBAHT İNSANLARIN CESETLERİNİ ŞİMDİKİ SINIRLARIMIZIN NE KADAR ÖTESİNDE BIRAKTIK! BİRKAÇ YENİ DEVLET, KANLARI HENÜZ KURUYAN TÜRK NAAŞLARI ÜZERİNDE TAÇ GİYDİ. ÖYLE TALİHSİZ ÖLÜLER Kİ, NE İSİMLERİNİ, NE DE MEZARLARINI BİLİYORUZ. BEN ATEŞTE VE GÜNEŞTE CAN VERENLERİ, EN HAFİF YAĞMURLA SİLİNECEK BİR KİTABA KAZIYORUM..."

3 ŞUBAT 1915 / (SÜVEYŞ) KANAL HAREKATI 

"SİNA SAVAŞLARI, İNSANLARINI VE HAYVANLARINI RUMELİ, DOĞU VE BATI ANADOLU VE SURİYE'DEN, FENNÎ ŞEYLERİNİ, SİLÂH VE MÜHİMMATINI AVRUPA VE İSTANBUL'DAN, İAŞESİNİ KUZEY SURİYE İLE HALEP VE ADANA'DAN BEKLEMİŞTİR."

(Falih Rıfkı ATAY)



SİNA CEPHESİ / 1915
 

"MISIR SEFERİ, İNSANLARI, İAŞESİ, NAKLİYATI İLE BÜTÜN SEFER, ANADOLU'NUN BAĞRINDAN SÖKÜLMÜŞTÜR.

 İNGİLİZLER DENİZLERİ KAPADIKTAN SONRA, İSKENDERUN KÖRFEZİ'NDEN KANAL'A KADAR GİDEN SAHİL ARTIK ESKİ COĞRAFYADA OKUDUĞUMUZ SAHİL DEĞİLDİ. YAFA, İSTANBUL'DAN YAFA'YA KADAR GİDEN KARA MESAFESİ SONUNDA BİR KASABA HALİNİ ALDI. SON ASIRLARIN MALZEMESİNİ, TOPLARINI, AĞIR HARP EŞYASINI, ÇOĞUNLUKLA SULTAN SELİM SEFERLERİ ZAMANINDAKİ YOLLAR ÜZERİNDEN VE BAZEN ESKİ FATİHLERİN BİLE KARŞILAŞMADIKLARI SORUNLAR İÇİNDE SÜVEYŞ'E GÖTÜRDÜK..."

(F.Rıfkı.ATAY) 


EL-ARİŞ ÇÖLÜNDEN SÜVEYŞ'E YÜRÜYÜŞ - 1915 

 "...ARİŞ'TEN GEÇENLER BİR EVLİYA MAKAMININ ETRAFINI ÇEVİREN MEZARLIĞIN BİR TAŞINDA ŞU KELİMELERİ OKURLAR: 

"YENİÇERİ AĞASI, EMİR-İ EMİRÂN" 

TÜRKLERİN ESKİ MISIR SEFERİNDEN BELKİ ÇÖLLER İÇİNDE YALNIZCA BU DÖRT KELİME KALMIŞTIR. 

BİZ, YER DEĞİŞTİREN KUMLAR ÜZERİNDE YÜRÜDÜĞÜMÜZDEN BİNLERCE ÖLÜ İÇİN HİÇBİR TAŞ ÜSTÜNE DÖRT KELİME BİLE NAKŞEDEMEDİK.. BİZ İSKENDER, HZ. ÖMER VE YAVUZ SULTAN SELİM SEFERLERİNİN HATIRALARININ YAŞAMADIĞI YERLERDEN, TEPE ÜZERİNDEN HECİNLE VE DEVELERLE GEÇMİŞTİK. ORDU, İNSANLAR, ERZAK, EŞYA VE SU İÇİN YALNIZ SURİYE, HİCAZ VE IRAK DEVELERİNDEN İSTİFADE ETTİ. RENKLERİ KUM RENGİ İLE BİRLEŞİP MESAFELER ORTASINDA SÖNEN BU HAYVANLAR SEFER SENESİ ÇÖLÜ ÖNEMLİ BİR GÖREVLE GEÇECEKLERDİ... 

ŞEHİR VE MEVSİM GÖRMEYEN, SES DUYMAYAN SİNA ÇÖLÜ, İNSAN KALABALIĞI İÇİNDE HAYRETTEN HAYRETE DÜŞTÜ. NASIL YERLEŞİM BÖLGELERİNDE MESAFE, İKİ KASABA VEYA İKİ HAN ARASINDA ÖLÇÜLÜRSE, ÇÖLDE İKİ GÖLGE ARASINDA HESAP EDİLMELİDİR. FAKAT İKİ GÖLGEYİ NEREDE BULMALI?.. Bİ'R HASÂNÂ DENEN NOKTADAN SONRA ARTIK SAPSARI, AYAK BİLEKLERİNE KADAR GEÇEN KUMDAN BAŞKA BİR ŞEY YOKTUR. İNSAN BU KUMDA BİR BATAKLIKTA GİBİ YÜRÜR. AYAĞINI GÜÇ ÇEKER, HER ADIMDA BİR GÜNLÜK YOL ZAHMETİ DUYAR..." 

(F.Rıfkı ATAY / ATEŞ VE GÜNEŞ). 


ANADOLU'DAN YEMEN'E YENİ GELMİŞ ASKERLER, ASİR'DE YÜRÜYÜŞ KOLUNDA - 1332 (1914)

"BEN YEMEN'DE ÇOKÇA GEZDİM İKİ DERYA GEMİYİNEN, BİR İNSANIN NE FARKI VAR OĞLU YOKSA ÖLÜYÜNEN!.."

YUKARIDAKİ DİZELER, YENİ EVLENDİRDİĞİ İKİ OĞLUNU YEMEN'E YOLLAMIŞ OSMANİYE'Lİ BİR BABAYA AİTTİR. 

GELİNLERİ İLE BERABER OTURAN VE EVLATLARINDAN BİR TÜRLÜ HABER ALAMAYAN VE SESSİZCE AMA İÇLERİ KAN AĞLAYARAK BEKLEŞEN GELİNLERİNİN HALİNİ GÖRDÜKÇE DE BİR DAHA KAHROLAN ANA, KOCASINDAN ASKERLİK ŞUBESİNE GİDİP EVLATLARININ DURUMU İLE İLGİLİ KENDİLERİNE BİR HABER GETİRMESİNİ İSTİYOR. HAKİKATİ AZ ÇOK TAHMİN EDEN BABANIN AYAKLARI İSE ASKERLİK ŞUBESİNE BİR TÜRLÜ GİTMEK İSTEMİYOR. EŞİNİ VE KENDİSİNİN YÜZÜNE ÇIKAMAYAN BOYNU BÜKÜK GELİNLERİNİ BİR MÜDDET; "GİTTİM, GİDECEĞİM..." DİYEREK OYALAYAN BABA, NİHAYETİNDE OSMANİYE'YE GELİYOR VE ŞUBEDEN ACI HABERİ ALIYOR. KÖYDE KENDİSİNİ MERAK VE KORKUYLA BEKLEYEN HANIMINA VE GELİNLERİNE BU HABERİ NASIL VERİRİM DİYE DÜŞÜNEDURURKEN, ONLARI GÖRDÜĞÜNDE AĞZINDAN BİRDENBİRE İŞTE BU DİZELER DÖKÜLÜYOR:

"BEN YEMEN'DE ÇOKÇA GEZDİM İKİ DERYA GEMİYİNEN, BİR İNSANIN NE FARKI VAR OĞLU YOKSA ÖLÜYÜNEN!.."

DAHA BAŞKA BİR ŞEY DEMEYE GEREK VAR MI?!..

CÜMLESİNDEN ALLAH RAZI OLSUN, CÜMLESİNE ALLAH RAHMET EYLESİN...

ALMAN VE OSMANLI SUBAYLARI, GAZZE'NİN 15 Km. KUZEYDOĞUSUNDA BULUNAN "HUŞ" BELDESİNDEKİ KAMPLARINDA... / 1916 


SİNA ÇÖLÜNDE SAHRA HASTAHANESİ VE DEVE ÜSTÜNDE TABİP SUBAYIMIZ - 1915 

"...Ordu kumandanı, kendi karargâh komutanlarından birinin, haftalardan beri su görmeyen yüzünü yıkamak için yalvararak istediği bir matara suyu esirgedi. Suyun her damlası, en tehlikeli cephaneliklerden daha fazla bir itina ile ve kesin emir almış süngülü neferlerle muhafaza edilmiştir. Bu ufak çukurlar, bin çeşit böcek, mikrop ve daha bilmem nelerle dolu idi. Hatta bir gün ordu kumandanının yaveri çok pis bir çukurdan matarasının kadehini doldurmuştu. Suyun rengini ve içini gören doktor: "Sıhhiye reisi sıfatıyla sizi bu sudan içmekten men ederim" dedi. Kadehi dudağına kadar götüren subayın kurumuş ve rengi erimiş gözlerinde infial, bir ateş gibi yandı. Bu kim bilir hangi ölümü getiren kadehi damla damla serinliğini ruhunda duyarak içti..." 

 (Falih Rıfkı Atay / ATEŞ VE GÜNEŞ) 


OSMANLI HECİNSÜVAR (DEVE SÜVARİ) BİRLİĞİ SİNA ÇÖLÜNDEN SÜVEYŞ KANALI'NA DOĞRU YÜRÜRKEN.. - 1915 "...

Cemal Paşa ve Kurmay Heyeti ile 31 Ocak 1915'te akşam üzeri İkinci Habra'dan yaklaşık 40 km. ve Kanala yaklaşık 12 km. uzaktaki Ketib-ül Hayl denilen kum tepesine gitmek için yola çıktık. 

Akşam güneşi gölgelerimizi kumların üzerinde, sonsuz uzatıyordu. Son merhaleyi heyecanla kat ediyorduk.

Gece oldu. Kum derin olduğundan ağır gidiyorduk. Saatlerce gittik. Yorulmuştuk. Yarı uyku içinde iken ilerimizde bir ışık gördük. Bir an evvel hedefe varmak arzusuyla olacak ki bu ışığın bulunduğu noktayı Ketib-ül Hayl sandık. Başka neresi olabilirdi ki? Işığın yanına gelince gördük ki bu, fener ışığı değil, ateş alevi imiş ve burası Ketib-ül Hayl değilmiş.Fakat bizi o kadar ümitlendirmiş olan bu ışığın yanında durup biraz dinlenmeğe hak kazanmıştık. Cemal Paşa durdu ve attan indi. Aynı anda hepimiz aynı hareketi tekrar ettik.

Ateşin başında beş on asker vardı. Bunlar bir tombaz* arabasına refakat eden eden istihkâm eratı idiler ki mola ediyorlardı. Sabah olmazdan evvel ağır tombazı toplanma yerine yetiştirmeğe mecbur idiler. 

Bu istihkâm mangasının ödevi ne kadar ağırdı? Bir tombaz arabasını çekmek için bir düzine öküz yetmemiş; insanların da yardımına ihtiyaç görülmüştü. 

Fakat ateşin başındaki askerler ne yapıyorlardı? Her halde çok önemli bir iş olacak ki Ordu Komutanının gelmesi bile onları işlerinden alıkoymamıştı. Ateşin üstünde bir karavana vardı. Fakat karavanada ne var? Yemek pişirilmesi hatıra gelemez. Merak edip sordum: Hayatından ümit kesilmiş bir devenin başını kasatura ile kesip etraftan topladıkları çalı çırpıyla ateş yakmışlar; mataralarındaki suyu karavanaya dökmüşler; deve başını pişiriyorlarmış. Deve başının pişmesini biz de beklemeye başladık. Kendilerine durup dinlenmek imkânını bağışlayan bu intizardan öküzler de faydalanıyorlardı. Ordu Karargâhı da şu programda olmayan molayı bu deve başına borçluydu. Hekes memnundu. Lakin deve başı bir türlü pişmiyordu. Hâlbuki sabah olmadan evvel tombazı mahalline yetiştirmek gerekti. Uğruna o kadar emek sarf edilen karavana, manga komutanının emriyle devrildi. İstihkâm askerleri ile öküzler ağır tombazı derin kum dalgaları üzerinde ve düşman ışıldaklarının ışığı altında, çekmeğe başladılar. Hem deve başı pişmemiş; hem mataralardaki su israf edilmişti. Bu, büyük bir hayal kırıklığı idi. Mısır seferinde hayal kırıklığı mı eksiktir?.." 

*Tombaz: Sulardan geçiş vasıtası olarak kullanılan yahut yan yanyana getirilip üzerlerinde köprü kurulan altı düz büyük sandal 

(Ali Fuad ERDEN / Paris'ten Tih Sahrasına) 

Helmuth von Moltke / Alman Genel Kurmay Başkanı (1848-1916)

"Birinci Dünya Savaşı başladıktan kısa bir süre sonra Alman Genelkurmay Başkanı Von Moltke, Enver Paşaya gönderdiği 10 Ağutos 1914 yazıda, Osmanlıların mümkün olduğu kadar çok Rus ve İngiliz kuvvetlerini çekmesi, enerjik bir çabayla İslam ihtilalini gerçekleştirmesi, bu amaçla Kafkasya'ya karşı harekete geçilmesi, özellikle Mısır'a karşı bir sefer yapılması ve Avusturya'nın yükünü hafifletmek için mümkün olduğu kadar çabuk savaşa katılmasını istemişti..."

(Türklerle Birlikte Süveyş Kanalına - Yazar: Kress von Kressenstein / 1943)

SONUÇ:  Kanal Harekatı (Filistin Cephesi), Hicaz ve Yemen cepheleri, Sarıkamış Harekatı, Çanakkale Muharebeleri, Basra/Irak cephesi, Kafkas cephesi, Balkan cephesi ve Gailçya (Polonya) cephesinin açılması... (A. H. Sezgin)
TRABLUSGARP (LİBYA) CEPHESİNDE TÜRKLER... (1911-12)

HECİNSÜVAR (DEVE-SÜVARİ) BİRLİK KOMUTANI SÜREYYA BEY - 1916 / FİLİSTİN CEPHESİ

MEDİNE ŞERİFİ, KUDÜS'TE (FİLİSTİN CEPHESİNDE), HARP PATLAMADAN HEMEN ÖNCE HALKA "CİHAD" ÇAĞRISI YAPARKEN... (1914)


"Türk tarafının bölgede en büyük sorunu ulaşım ile ilgiliydi. Osmanlı devletinin demiryolu ve karayolları ağı bu iş için yetersizdi. Suriye ve Irak ile bağlantıyı sağlayan demiryolunun Toros ve Amanos dağlarındaki tünelleri bitmiş değildi. Birincisi savaşın sonunda, ikincisi 1917 yılında bitirilebilecekti. Anadolu'da Bağdat demiryolununun son istasyonu Pozantı idi. Buradan Gülek istasyonuna kadar at sırtında veya yaya olarak dağların aşılması gerekiyordu. Ardından İslahiye istasyonunda tekrar kesintiye uğruyor ve bu kez Amanos dağları aşılıyordu. Bu bitmeyen tüneller yüzünden aradaki mesafeyi insan, araç ve gereçlerin karayoluyla kimi zaman yürüyerek, kimi zaman da hayvan sırtında bir sonraki tren istasyonuna ulaşması gerekiyordu..." 
Sina çölünün doğu başlangıcında yer alan Birüsseba kasabasına kadar ulaştırdığımız tren hattımızın açılışı merasimi- 1914


"Bugün İsrail sınırları içinde kalan Birüsseba, Osmanlı ordusu için önemli bir lojistik noktasıydı. İstanbul'dan Filistin'e kadar üç kez aktarma yapılması mecburiyeti vardı. Suriye'den Kanala saldıracak bir kuvvetin en son demiryolu üssü Nablus'un kuzeyindeki Sille istasyonu idi. Sille, Kanala yaklaşık olarak 500 km. uzaktı. Bu 500 km.lik sahanın 200 km.lik kısmını Birüssebi'e kadar Filistin; 300 km.lik kısmını da Sina Çölü oluşturuyordu. Birüssebi'den sonra, yani çölde ulaşım aracı olarak sadece deve kullanılabilirdi. Çöl geçildikten sonra 161 km. uzunluğunda, 80-120 m. genişliğinde ve 10 m. derinliğinde Süveyş Kanalı geçilecekti..." 
FİLİSTİN CEPHESİ / İNTİKAL HALİNDEYKEN NABLUS YOLUNDA İNGİLİZ UÇAKLARI TARAFINDAN SALDIRIYA UĞRAYAN BİR TOPÇU BATARYAMIZDAN GERİYE KALANLAR - 1917

Halep'te eski Osmanlı topları / 1917 (Alman Genelkurmay Arşivi)

1900'lü yılların başında Tripoli'de (Trablusgarp / Libya) bulunan vilayet binamız


Recep Paşa, Osmanlı Devleti'nde Trablusgarp valiliği ve Harbiye Nazırlığı yapmış bir devlet adamıdır.

Recep Paşa (1904 - 1908) yılları arasında 4 yıl Trablusgarp valiliği yaptı. İttihat ve Terakki Partisi'nin baskısıyla Libya'dan İstanbul'a getirilerek 7 Ağustos 1908'de Harbiye Nazırı yapıldı. Bu görevde 4 Mart 1909 tarihine kadar kaldı. 
Libya / Fizan'da İtalyanlara karşı Türklerin yanında savaşa katılan Arap mücahitleri (1911/1912)

* * *


1901 Yılı Harp Akademisi mezunlarından bir grup. 

(Oturanlardan soldan ikincisi Mustafa Kemal). Kendilerini bekleyen cehennemin acaba ne kadar farkındaydılar? Bütün bir gençliklerini sürekli bir ölüm kalım mücadelesi içinde ve genç omuzlarında Türk evlatlarının ve vatanlarının mesuliyeti ile, kimi kez Balkanlarda, kimi kez Kafkaslarda, Fizan'da, Tih Sahrasında, Hicaz'da, Yemen'de, Çanakkale'de, Bağdat'ta, Basra'da...velhasıl çökmek üzere olan koca bir imparatorluğun ömrünü biraz olsun uzatabilmek için vatan topraklarının her karışında, o uzun savaş boyunca çırpınıp durdular...


* * *


9 0cak 1912 - Binbaşı Mustafa Kemal, sivil halkı İtalyanlara karşı örgütlemek üzere bir avuç arkadaşı ile gizlice geçtiği bugünkü Libya topraklarında bulunan Derne'de mahalli kıyafetler içinde bu resmi çektirmişti... Aradan 100 yıl geçmiş... Libya ve diğer Arap memleketlerinin durumu (ve de kendi durumumuz...) ortada!..

* * *


Trablusgarp Savaşı ve Millî Mücadelede kahraman bir Türk gibi mücadele eden Libya’nın ünlü Sunusî ailesinden Şeyh Ahmet Eş-Şerif Es-Sünusî (1873, el-Cegbub-10 Mart 1933, Mekke). Trablugarp cephesinde Mustafa Kemal ile omuz omuza çarpışan ve Kurtuluş Savaşımız esnasında Anadolu'ya gelerek milli mücadelemize destek veren Şeyh Sünusi, Atatürk'ü görmek üzere 1923'de yeniden Türkiye'ye gelmişti...

* * *

* * *

4. ORDU KOMUTANI CEMAL PAŞA / 3 Mayıs 1915 BİRİNCİ KANAL SEFERİ 

Kanal seferinin uygulanması için Ağustos 1914'ten itibaren hazırlıklara başlanmış, Eylül sonunda Alman yarbay Kress von Kressenstein'ın 8. Kolordu'ya Kurmay Başkanı olarak atanmasıyla hızlanmış, 4. Ordu Komutanı olarak atanan Cemal Paşa da Aralık başında Şam'a gelmişti.

Birinci Kanal Seferine Cemal Paşa bizzat komuta etmiş, daha sonraki süreçte ise Sina Çölü Kress'in komutanlığına bırakılmıştı...

"Çöl yürüyüş nizamı güzeldi; çölün kendisi de güzeldi: Ta uzaklara kadar uzanan ve güneşte, erimiş altın gibi pırıl pırıl parlayan bir kum deryası. Ufukta, güneşin ışıklarıyla türlü renklere boyanan, mor, eflatun, erguvan, pembe, kızıl... bir çok renklerle ışıldayan dağlar... ve hepsinin üstünde bulutsuz, koyu mavi gökyüzü! Tabiatın korkunç güzelliği Sina Çölü'nde görülür.

Tih Sahrası'nı belki biz güzel görüyorduk. Gezegenin en fena yerlerinden olan Tih Sahrası'nı güzel görmeye ruhça muhtaç olduğumuz için, kendi kendimize telkin yaparak, onu hayaller merceği arasından görmekteydik. Çölün korkunç ıssızlığını, biz, Kanaı'ın, Yusuf diyarının ve piramitlerin hayalleri ile süslüyorduk.

Sina Çölüı'nde böyle hayaller içinde Kanal'a doğru giderken çekim odağı Cemal Paşa idi. Osmanlı Devletiı'nin Bahriye Nazırı, Dördüncü Ordu Kumandanı, devletin mukadderatını idare eden üç büyüklerden biri olan Cemal Paşa! Ümitler ve hayaller onda şahıslanıyordu. Cemal Paşaı'nın hali, tavrı, edası ve kendisinden yayılan azim ve irade, bize inan ve güven vermekteydi. Göz alıcı ve şahane kırat... Ve onun, düşüncelere ve hayallere dalmış, başını biraz sağa eğmiş haşmetli süvarisi... İkisi bir bütün oluşturuyor ve Mısır yönündeki ufukta zarif bir silüet çiziyordu."

(A. Fuad ERDEN / I. Dünya davaşında Suriye Hatıraları)

* * *

Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Cemal Paşa 1914 Kasım ayında 4. Ordu Kumandanı oldu. 1917 sonbaharında Alman Mareşali Falkenhayn'ın gelmesi ile 4. Ordu lağvedildi. Yani Cemal Paşa üç yıl 4. Ordu Kumandanlığı yaptı.

* * *

"GAYRÎ ASKERİ HEDEFLERİN BOMBARDIMANI İLE TELEF OLACAK HER TÜRK'E KARŞILIK SURİYE'DE TUTUKLU BULUNAN İNGİLİZ TEBAASINDAN BİR KİŞİ İDAM EDİLECEKTİR"

"Aralık ayında düşmanın harp gemileri Mersin'den Gazze'ye ve Ariş'e kadar Suriye ve Filistin sahilindeki telgraf hatlarını veşose ve şimendifer köprülerini, iskeleleri ve istasyonları, avcı siperlerini, yollar üzerindeki ahaliye ait nakil vasıtalarını top ve makinalı tüfek ateşine tuttular.

14 Aralık 1914 günü Askol kruvazörü Ariş'in hemen doğusundaki bir köye bir kaç mermi atarak dört yaşında bir kız çocuğunu şehit şehit ve bir deve telef etmişti.

28 Aralık günü ise Doris muhafazalı kruvazörü İskenderun sahiline yaklaşarak yakın köyleri top ve makineli tüfek ateşine almış, ahaliden bir kadın, iki kız ve bir erkeği şehit etmiş ve erkek ve kadın beş köylüyü ise yaralamıştı. Bunun üzerine Cemal Paşa, Kolordu Kumandanı'na şu emri verdi:

C. 30 Kânun-ı evvel 1330 (12 Ocak 1915)

İngiliz kruvazörünün bombardıman ettiği köyde veya civarında, mevzide, yürüyüş veya ikamet halinde asker var mıydı? Veya tahkimat var mıydı? Esaslı surette tahkik ediniz. Bu tahkikat neticesinde, eğer İngilizlerin, müdafaasız köyleri sebepsiz olarak bombardıman etmiş olduklarına kanaat getirecek olursanız şu emri icra edeceksiniz:

"Bu köyde kaç insan şehit olmuşsa, Halep veya Şam'da mevkuf (tutuklu) bulunan İngiliz tebaasından o kadar İngiliz lalettayin tefrik edilerek (rastgele seçilerek) muhafaza-i kaviyye (güçlü koruma) altında, bombardıman edilmiş olan köye sevk edilecek ve orada, masum insanları öldüren İngiliz mermilerinin düştüğü noktada kurşuna dizilecektir. Herhalde bunlar erkekler arasından intihap edilmelidir (seçilmelidir)"

4. Ordu Komutanı Ahmed Cemal
* * *


Cemal Paşa, kendisini Şam'da ziyarete gelen Osmanlı Milletvekilleri ile... (1916)

* * *

Tell El Ful (Kudüs'ün yaklaşık 5 km. kuzeyi..) tepelerinde İngilizlerle yapılan muharebelerde şehit düşmüş askerlerimiız... (1917)

"İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:

– Benim Ahmed’i gördünüz mü? diyor. Benim Ahmed’i!

Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini? Kadın, yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:

– Bu tarafa gitmişti, bu tarafa! diyor.

O taraf nere? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı? Nereye ? Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, iskorpit yarası mı, tifüs mü yedi?…

Hayır … Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. (…)

İmparatorlukta batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, memesinden koparılan oğlunu arıyor.

Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor. 
Anadolu, Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed. Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!”*

*(Zeytindağı, F.Rıfkı Atay)

* * *

Birinci Kanal Harekatı için yola çıkmaya hazırlanan birliklerimiz. (1914 yılının son günleri...)

(Cemal Paşa’nın, 1915′te 14 bin deveyle iki koldan Süveyş Kanalı’na yaptığı ilk harekat başarılı olamadı. 1916 yılında ikinci harekat başladı. Ama o sırada başlayan Arap isyanı için birliklerin bir kısmı Hicaz’a yönlendirilince, ordunun geri kalan kısmı, Gazze- Şeria- Birüsseba hattında savunmaya çekildi...) 

* * *

Ordunun'un ihtiyacını karşılamak üzere Bi'rüs-Seba'da kurduğumuz un fabrikası (1917)

* * *





* * *


Türk hava saldırısında telef edilen İngiliz 3. Hecinsüvar Taburu'na ait develer... (Şeyh Nuran / Filistin - 1917)

* * *


Filistin'e doğru yürüyen İngiliz piyadeleri... (1917)

"1917 baharında İngilizler, Gazze’ye karşı saldırıya geçti. İlk iki saldırı püskürtüldü. 24 Ekim 1917′de İngilizler, Hindistan’dan topladığı kuvvetlerle yani 138 bin askerle son taarruza başladı. Ve, Osmanlı Ordusu’ndaki Alman subaylardan albay von Kress’in hatıratında,“rüzgâr kar halinde esiyordu, çekirge istilası İbin Vahası’nı son yaprağına kadar silip süpürmüştü. Çok sıcak bir gündü ve erler susuzluktan son derece ıstırap çekiyorlardı. Bugün dahi kulaklarımda onların ’su… su…’ diye yalvaran ümitsiz bağrışlarını duymaktayım” dediği gün, 9 Kasım 1917′de Kudüs düştü. Osmanlı ordusu, yağmanın önlenmesi amacıyla ardında küçük bir birlik bırakarak Kudüs’ü terk etti, Halep’e kadar geri çekildi.

Tam dört yıl süren bu cephe savaşında Osmanlı ordusunun kaybı 200 bini geçti." 

* * *

Süveyş Kanalı'na Türklerin bir gece taarruzu düzenleme ihtimaline karşı İngilizler kanalın batı yakasına ışıldaklar yerleştirmeye başladılar (1915)

* * *



Kafkas Orduları Komutanı Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa, Cemal Paşa ile beraber Kudüs'teki birliklerimizi denetlerken... (1917) 

* * *



Türk memur ve askerleri Kudüs'te bir tören sırasında (1915) 

* * *

Çölde bir dinlenme anı... 

* * *

Çölde sabah kahvaltısı yapan askerlerimiz... (1917) (...ve masa ihtiyacını pratik bir şekilde çözen Türk zekâsı... :))) 


* * *

"Kanal Seferi" esnasında El-Ariş'te kurulmuş "sargı yeri" istasyonumuz (1916)

"Mısır'ın fethi hayaline nispetle Kanal hücumuna "hezimet" denebilir. Fakat Kanal'a karşı stratejik gösteriş yapmak maksadına göre Kanal taarruzu "başarı" idi. "Süveyş Kanalı'na karşı bir teşebbüs" yapılmış, bu girişimle Mısır'da 75 bin İngiliz askeri (iki Hint, bir Territoryal, bir Avustralya piyade tümeni, Yeni Zellanda tugayı, iki İngiliz süvari tugayı, Hint hecinsüvar tugayı) yerinden hareket edemez duruma getirilmiştir. General Falkenhayn demişti ki: "Kanal taaruzu sayesinde İngilizlerin Çanakkale'ye taarruzu geciktirilmiş, bu süre içerisinde Çanakkale savunmasının bir dereceye kadar tamamlanması mümkün olmuştur. Kanal seferi, kendisinden beklenen stratejik faydayı sağlamıştır." 

 ???????? 

 (A. Fuad ERDEN / Suriye Hatıraları)

* * *



Filistin'de bir Osmanlı Savaş uçağı ve onu merakla inceleyen Filistin halkı (1917)

* * *



..ve Filistin cephesinde İngilizlere karşı savaşan pilotlarımız... 


DEVAMI;
 Türk'ün Cehennem Ateşinde Yürüdüğü Yıllar.. 2





..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder