4 Nisan 2015 Cumartesi

Türkiye Cumhuriyeti İslâm Cumhuriyeti - Cemahiriye değil!






Türkiye Cumhuriyeti İslâm Cumhuriyeti -Cemahiriye değil!


Yekta Güngör Özden
21.11.2005

Dış ilişkiler konusunda iç ferahlatıcı tek olay, Başbakanın Danimarka başkentindeki davranışı olmuştur. PKK yayın organı görevlisinin ortak basın toplantısında bulunmasını uygun bulmayarak salondan ayrılması yerinde bir tavırdır. Ne var ki tutarlı olmadıkça bu tür restler anlamını yitirmekte, sözde dostlar bildiklerini okumaktadırlar. Danimarka Başbakanının AB üyeliği konusunda gözdağı verircesine tepkisi batılıların değişmez yöntemlerinin yeni bir örneğidir.

ABD Başkanı Bush’un kürt liderlerinden Barzani’yi kabûl ve karşılama biçimi, kullandığı sözler Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini uyarmaya yetmemektedir. Irak’ta askerlerimizin karşılaştığı kötü davranışlar uyarmadı, PKK’ya hoşgörüsü uyarmadı ki Barzani ilişkisi uyarsın. ABD Dışişleri Bakanlığı raporundaki “Türkiye’deki dinsel özgürlükler geriledi” görüşüyle misyonerlere ve ruhban okuluna ayrıcalık istemleri ılımlı islâm-yeşil kuşak yönteminin baskıya dönüşmesidir. Dünyadaki hçbir müslüman çoğunluklu ülkede Türkiye’deki ölçüde müslümanlık özgür, mutlu yaşanmıyor. Demokrasi, uygarlık, kadın-erkek eşitliği ise hak getire. ABD Başkanı katı dinci söylemleri olan biridir. Seçimlerde oy için kilise kilise dolaştığı söylenmektedir. Hiçbir vicdan sahibi, akıl sahibi dinsel görevler için Türkiye Cumhuriyeti’ni suçlayamaz. Yönetimin, örgütlenmenin aykırı ve çelişkili yanlarına karşın kimseye inancı konusunda devlet baskısından söz edilemez. Son yıllarda iktidardan gelen, önceki yıllarda yine iktidarlarla kimi siyasal partilerin inanç sömürüsüyle oy toplayıp iktidara gelmek ve iktidarda kalmak çabasıyla körüklenen durumlar dışında lâikliğin aydınlığı dengeyi sağlamıştır. ABD kendi durumunu gözardı edip Türkiye’yi güç durumda bırakmaya çalışmaktadır.

Türkiye’nin kırmızı çizgileri iktidarın yeşil çizgilerini artırma çabaları karşısında giderek beyazlaştı, silindi. Kıbrıs politikası tersine çevrildi. AB’nin “sindirme kapasitesi” sindirildi. Irak’taki kırmızı çizgiler kaldırıldı. Sözde ermeni soykırımı savları karara bağlandı, yasalaştı, anıtlaştı. ABD ve Nato ortağı öbür ülkeler Türkiye’yi gözden çıkarmışçasına aldırmaz oldular. Ege ve Yunanistan dengesi Yunanlılar yararına ağırlaştı. Türk cumhuriyetleriyle ilişkiler zayıfladı. Uluslararası saygınlık azaldı.

AB Tarama Süreci işliyor. Almanya iktidar ortaklarının ayrıcalıklı ortaklık anlaşması Türkiye’nin üyeliği konusundaki güçlüğü pekiştirmektedir. Takiyyecilerin inanç sömürüsünü her sorunun önüne alma çabaları yerinde saymaktan öte geriye gidiştir, AB ilişkileri bu anlamsız tutumdan payını alacaktır.

“Bedelini Öderim” diyen Başbakanın kaçındığı dokunulmazlıkla erken seçim bakalım ilerde neler getirecektir?

Maskeler düşüyor

Kafaların içindeki aydınlığı bırakıp dışındaki kapla, kılıfla, örtüyle yol almak isteyenler AİHM duvarına çarptılar. Sonuç istedikleri gibi olsaydı yapmayacakları şey kalmazdı. Devletin kabûl ettiği, kendilerinin geçerli sayarak başvurdukları AİHM, Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin sıkmabaşla ilgili kararını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulmadı. Anayasa Mahkemesi de konuyu kapsamlı biçimde incelemiş, yeterince tartışmış, Diyanet İşleri Başkanlığı Yüksek Din İşleri Kurulu’nun başörtüsünü zorunlu bulan görüşünü de bilerek yükseköğrenim kurumlarında kullanılmasının lâiklik ilkesine aykırılığını saptayarak iptal kararı vermişti. Anayasa’nın ilgili kurallarını, lâiklik ilkesinin özgünlüğünü ve güvencesini, andlarını, kararın bağlayıcılığını unutarak zorlamalar birbirini izlemişti. Halka verecekleri bir şey olmayanların inanç sömürüsü yoluyla oy toplayıp iktidara gelme ve iktidarda kalma tutkuları siyasal partilerin çoğunlukla sıkmabaşçıları desteklemesi biçiminde olmuştur. Dinsel hiçbir zorunluluğu bulunmayan, üstelik dinsel simge olarak kullanılan sıkmabaş direnme ve dayatması çözüm bekleyen sorunlar itilerek öne çıkarılmış, toplumsal barışı bozmuştur. Günümüz iktidarının ulusal yargı kararlarına gereken saygıyı göstermemesi kınanırken, son günlerde uluslararası yargı organlarının kararlarına karşı da ilgilileri utandıracak türde eleştiriler getirdiği görülmüştür. AİHM, sıkmabaşın dinsel gereklilik olup olmadığını değil, bu konudaki Anayasa Mahkemesi kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olup olmadığını inceleyecektir. Başbakan Erdoğan yetersiz bilgisiyle ve yersiz tepkisiyle eksik inceleme eleştirisine kalkışırken “Din uleması”na sorularak yargıya varılması önerisini getirmiştir. Bilirkişi incelemesinin, sözlü açıklamanın, dinlemenin gereklerini ve koşullarını bilmeden önüne ne getirilirse, kulağına ne söylenirse onu konuştuğu anlaşılmaktadır. Kendi özel ve aile yaşam biçimlerini devlete taşımaları, protokola sokmaları yetmiyormuş gibi her alana yaygınlaştırma çabaları kursaklarında kalmıştır. AİHM’nin tartışmasız ve kuşkusuz bağlayıcı kararı için iktidar kesiminin yönelttiği eleştirilerin hiçbirisi haklı değildir. En kötüsü de lâiklik ilkesine tümüyle ters, şeriat ve hilâfet düzenini çağrıştıran “Din uleması”ndan görüş alınmasıdır. Din, bir kültür kurumudur, bilim değildir. Ulema yoktur, din konusunda çalışan bilim adamları vardır. 3 Mart 1924 sayılı, 429 no.lu yasa yasama ve yönetim işlerinde dinsel etkiyi, görüşü ve katkıyı kaldırıp atmıştır. Kökü ve karakteri belli iktidarın amacı, doğrultusu ve yöntemi iyice açığa çıkmış, maskesi düşmüştür. Hele TBMM Başkanı’nın güldüren önerileri nerede kaldıklarını, ne olduklarını, olabileceklerini iyice ortaya koymuştur. Başbakanın Fransa olaylarını sıkmabaşa bağlaması da böyle. Fransa yurttaşı olan ve olmayan azınlıkların çektiklerini bırakıp soruna dinsel neden araması, duygu ve düşünce çizgisinin yansımasıdır. Bu beylerin yurt dışında tiyatro, opera, konser, resim sergisi izlediklerini, müze gezdiklerini, kitaplıkta bir dakika geçirdiklerini sanmıyorum. Ayda bir kitap okuduklarına olasılık vermiyorum.

Başbakanın görüntüsüyle birlikte sesiyle verilen haberlerde izlenen açıklığa karşın toplum aldatılarak “AİHM’nin yetkisi konusunda bir şey söylemediği” biçimindeki düzeltme asla doyurucu olmamış, tersine yanlışta direnildiğini kanıtlamıştır. Kınanan, eleştirilen konuşma bölümü “Din ulemasına sorulma”dır. Duruma uyan nice halk deyişleri var.

Medyanın yandaş kesiminin tutumu da ilginç. Bunları bırakıp önemsiz konulara eğilerek yerlerini dolduruyorlar. Sıkmabaş için “Farz değil ama devletin yaptığı da suç” diyen üniversite öğretim üyeleri, medyada boy gösteren bilimi siyasallaştıran gayretkeşler, iktidara yanaşmak ve yaranmak isteyen kadınlar, anlamadıkları konularda konuşup yazarak gösterişe çıkan eski faşist yeni liberaller, hukukçuluk için diplomayı yeterli bulan bilgiçler var.

Değişik görüntüler

Hakkâri, Şemdinli, Yüksekova olayları PKK kalkışmalarının yeni adımlarıdır. Halkı ayaklanmaya kışkırtma denemeleridir. Bunları kaç kez yazdık. İstanbul’da belediye otobüsünü yakmak, yola barikat kurup kolluk güçleriyle çatışmak yayılma çabalarıdır. Bu kötülükler iktidara, kimi kurumlara, kimi yöneticilere güvenilmese yapılmaz. İzleme, karşıkoyma işlem ve uygulamalarındaki yetersizlik bölücülerin azgınlığını artırmaktadır. Askeri ve polisi büsbütün geriye itip alanı boşaltmak ve amacına ulaşmak için her şeyi yapmaya hazır olduklarını anlatmak istiyorlar. Apo’nun resimlerinin, övgüsünün yapıldığı yazıların taşındığı, zafer işareti yapan okul çocuklarının caddeleri ve alanları doldurduğu, polis taşıtlarıyla kamu binalarının taşlandığı, görevlilerin öldüresiye dövüldüğü olaylar iktidarın demokratlığının(!) ve hoşgörüsünün(!) ölçülmezliğini ve tanımının güçlüğünü belgelemektedir. Öyleki, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un “Ekümenik Patrik” olarak gösterildiği 2. Barış ve Tolerans Konferansı Swissotel’de toplanıp “Güneydoğu Avrupa’da, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Diyaloğ” konusunu tartışabilmektedir.

Nankörlük

Ne acıdır ki sıkmabaşçılar gibi kimileri de “Yunanistan’da devlet kiliseyle uzlaşıyor, darısı...” diyerek devletin kamu düzeni yönünden gözetlemesi dışında dünyadaki tüm müslüman çoğunluklu ülkelerden daha olumlu yaklaşmasına karşın sanki camilerle kavgaya tutuşmuş gösterilmekte, kavgayı kimin çıkardığı, kimin körüklediği unutulmaktadır. Sıkmabaş çağdaşlığın değil çağdışılığın simgesidir.

Biri de “Üç yıl önce başörtülü insanlara Ankara’da Kızılay’ı bile yasak edeceklerdi” yalanını söylerken, destekçilerinden biri de “Tek parti döneminde Türk kimliği bir baskı aracı olarak bol keseden kullanılmış, islâm kimliği ise çizmeli iktidarı sarıkla paylaşmamak için kenara itilmişti...” diye yazabiliyor. Devletin inançlar yönünden saygın yansızlığını, lâikliğin gereklerini, irticanın yaptıklarını bilmezlikten gelerek okuyucularını aldatanların meslek ahlâkları da tartışılmaya değer.

Türk kadınının alışılmış, temiz, geleneksel başörtüsünün adını kullanarak, kimi zaman “Türban” diyerek saklanan sıkmabaş adı gerçekte tam bir bohçabaştır. Bunun gibi “İçki yasağı yapılıyor” yerine “Şeriat yayılıyor” demek daha doğru olacaktır. İstanbul ve Ankara’da kamu taşıt araçlarına bakmak nereye gidildiğini anlamaya yeter sanıyorum.

Yüksek Öğrenim Kurumu’nu protesto ederken kente zarar verenlerin profesyonel anarşistlerle birlikteliği üzücüdür. Yandaş dincilerin rüyalarına ilişkin mektupların işleme konulması, TRT’nin tam bir iktidar borazanı olması, Türk Standartlar Enstitüsü’nün “Helâl standardı” hazırlığı lâik cumhuriyetin yıkılması oyunlarının kaygı veren perdeleridir.

Sorunlar ve Sorular

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü hakkındaki eleştirilen tutuklama kararından sonra kamu dâvasının açıldığı öğrenilmiştir. Yargıya güveni sarsan her işlem ve eylemin karşısında olmak her bilinçli yurttaşın görevidir. Gecikmenin neden olduğu söylenen intihar olayından sonra açılan dâvanın adaleten adına ve onuruna yaraşan biçimde yürütülüp sonuçlanmasını dileriz. Yargıya gölge düşürüp söz getirenler asla bağışlanamaz. Rektörün yargılanmasına kimse bir şey diyemez. Yargılama, tutuklama haklı olmalı, kanıtları, dayanakları yeterli bulunmalıdır. Eleştiriler, uygulamalardaki çelişkiler ve aykırılıklara yönelik olmalıdır.

AB yazarlar için var, rektörler için yok. Ermeniler için var, Türkler için yok. Teröristler, bölücüler için var, yurtseverler, zarar görenler için yok. Yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, adaletli yargılama, yargı güvencesi, adaletli yargılama, eğitim-öğretimin çağdaşlığı, sağlık, çevre, çalışma sorunları, emeklilerin, çalışanların durumları nasıl? Bilgi hırsızları nerelerde, bilgi anıtları nerelerde?

Toplumsal alabora yaşanırcasına olumsuzluklar birbirini izliyor. TBMM Başkanı’nın Cumhurbaşkanı’na “Türk kadınını aşağıladı” suçlaması hiç konumuna uygun düşüyor mu? Nerede soyunduysa orada giyineceğini söyleyen milletvekilinin parti değiştirmesi inandırıcı oluyor mu? Sıkmabaş-bohçabaşta direnen Başbakanın 9.11.2005’de “Yabancı sermaye karşıtlığı ilkelliktir” sözüyle çağdaşlığını ileri sürmesi kimi kandırıyor? Herkesin bildiği “Sermayenin dini, ırkı, milleti yok, küresel sermaye var” savı gerçekleri yansıtmıyor. Ulusal olmayan sermaye yabancı sermayedir. Aslında iktidar ulusumuza hiçbir şey vermedi. Bol bol yabancılara ödün verdi. Dinci kadrolaşmasına göz yummaları için batılılara eğilen iktidar, yurttaşlarını dinsel söylemlerle uyuşturup uyutmak, böylece amaçlarını gerçekleştirmek için sıkmabaşa sarıldı.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bröve değişikliği için haklı eleştiriler yapılabilir. Ama kamuoyunun tepkilerine aldırış edileceğini sanmadığım için biçiminden içeriğine, anlamından zamanlamasına değin söylenebilecekleri, kaktı, öneri ve dilekleri, duyarlık ve özenimi saklı tutarak, belleğime kapatıyorum. Hiç değilse zamanı gözetilmeliydi.

Bu değişikliğin tepkileri okşayacak sözle yürürlüğe konulduğu günlerde Başkale’de üç şehit verildi (15.11.2055). İsyan denemeleri başladı. Yine 15.11.2005’de Van’da eylem hazırlığı, Muğla ve Diyarbakır’da saldırı malzemeleri yakalandı. Dahası, Ankara Zafer Alanı’nda Orduevi’nin çok yakınındaki Atatürk heykeli boyanıp çirkin sözcükler yazıldı. Daha önce 31 Ekim’de Şırnak Uludere’de şehitler verildi. 1 Kasım’da Hakkâri’de 23 yaralanmaya, 67 ev ve iş yerinin yıkımına neden olan patlama gündeme oturdu.

Fethullah Gülen yanlılarının ABD destekli toplantılarına koşup giden bilinen adlar için yetkililerin ne yapacağı sorusuna, benim yanıtım “Ne yapabilirler ki...” olmaktadır. Yanlış bir demokrasi, hak, özgürlük, özellikle anlatım özgürlüğü anlayışı kavramların ve kurumların içini boşaltmaktadır. Sakıncalı, kötü, çirkin olaylar dizisi önlemler ve eleştiriler bağlamında bizi doğrulamaktadır.

Şeker Bayramı süresinde en son 92 ölü, 460 yaralı sayısı herkesi düşündürmelidir. Taşıt kullanımında özensiz gençlerin yitirilmesi tüm ulusun yüreğini dağlamaktadır. Herşeyin bozulmuş olması acıların sürüp gideceğini göstermektedir. Çocuk yuva ve yurtlarındaki olaylar da böyledir. Partizanlığın, tarikat dayanışmasının girdiği yerde düzensizliğin dizboyu yaşanması kaçınılmazdır.

Ankara Ticaret Odası, 2000-2005’de işsizliğin büyüme boyutunu ürkütücü rakamlarla veriyor. İktidar 600 bine yakın işçi yerleştirmeden sözediyor. Kadrolaşma, atama, yer değiştirme, emekli etme türü nice olaylar sıkmabaşlılara yarıyor.

Kutlama

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı’nın ölümü nedeniyle Yeditepe Üniversitesi Senatosu’nun 15.11.2005 günlü Hürriyet gazetesinde yayımlanan başsağlığı duyurusu olumsuzluklar karanlığında bir ışık. Değerbilirlik ve dostluk örneği olmaktan çok, kurum ve kavramlara verilen önemi yansıtan duyuruyu imzalayanları kutluyorum. Sessizlik, ilgisizlik ve tepkisizlikle giderek donuklaşan toplumdaki kimi kesimlerin, kimi katmanların yakınma haklarını ortadan kaldıran aldırışsızlıkları, katlanma ve eğilmeleri herkesi düşündürmelidir.

Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım etkinliklerinin çoğunda izlenen ilgisizlik, gençlerin, öğrencilerin yokluğu, geleceğimize ilişkin yakınmaları ve soruları artırmıştır. Çarpıklıkların nedeni dağınıklıktır. Ortada derlenip toparlanmaya, buluşup birleşmeye, anlaşıp dayanışmaya, değerlerimize yeterince sahip çıkmaya ilişkin umut verici bir belirti görülmemektedir. Üniversitelere büyük iş düşmektedir, sorumlulukları büyüktür. Sıkmabaş-bohçabaşı Bayrağımızın önüne alan takıntı, sakat anlayış değişmedikçe, gerçek Atatürkçüler etkin olmadıkça olumsuzluklardan kurtulamayız.

Güneydoğu olayları korkunç olasılıkları düşündürüyor. İktidar AB korkusunda. Muhalefet yok sayılacak tutukluk ve durgunlukta. Güvenceli ve olanaklı konumdakiler, uysal izleyiciler, alkışçılar, bu iktidarın gelmesine neden olan önceki iktidardakiler, siyasal karıştırıcılar rahat. Hepimiz kusurlu, sorumlu, suçlu değil miyiz?

http://www.turksolu.com.tr/95/ozgun95.htm

.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder