TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 9
İSTANBUL'DAKİ HİZB-ÜT TAHRİR
İstanbul Emniyet Müdürlüğü arşivlerindeki bilgilerle
hazırlanan bir brifing dosyasında, Hizb-üt Tahririn İstanbul'daki örgütlenmesi,
örgüte yönelik operasyonlar ve örgütle bağlantılı olduğu kanısıyla yakalanan
kişilere ilişkin şu bilgiler veriliyor:
"Kökü yurt dışında bulunan bu örgütün kurucusu
Takuyiddin Nebhani'dir. Takuyiddin Nebhani 1953 yılında Ürdün'de yasal olarak
bu partiyi kurmuştur. 1957 yılında, Ürdün hükümeti tarafından partinin
kapatılması ile parti illegaliteye düşmüş, Lübnan şubesi başta olmak üzere
Ürdün, Suriye, Irak, Mısır, Tunus ve Sudan'da faaliyet göstermeye başlamıştır.
1957 yılında, Takuyiddin Nebhani'nin ölümü üzerine Abdülkadim Zellum geçmiş ve
halen başkan olarak, partiyi bu şahıs yönetmektedir. 1967 yılından sonra
yurdumuzda da faaliyet gösteren bu örgütün amacı, merkezi Türkiye olmak üzere
bütün Müslüman devletlerin dahil olduğu şer'i bir İslam devleti kurmaktır. İstanbul'un
yapısı itibariyle, Türkiye'deki örgütlenme bu şehirde başlamıştır. Örgütün
silahlı eylemleri bulunmaktadır. Örgüt eylemlerini hükümet ve devlete karşı
kışkırtmayı hedef alan bildiriler dağıtmak suretiyle halka şeklinde faaliyet
göstermektedir. 1967 yılından beri,zaman zaman örgüt hakkında takibata
girişilmiş, en son olarak da 1985 yılında örgütün tüm elemanları ve arşivleri
ele geçirilerek örgüt çökertilmiştir.
Halen ilimizde bu örgütün herhangi bir faaliyeti
bulunmamaktadır. 1967 senesinde yapılan operasyonda ilimizde bu örgüte adı
karışan şahıslar şunlardır:
1- Ali Nihat Eskioğlu, 2- Turhan Özyılmaz, 3- Bekir
Yıldız, 4- Ali Yıldız, 5- Mehmet Şevket Eygi, 6- Erdoğan Tınaztepe, 7- Mehmet
Sıralar.
24.9.1980 yılında yakalanarak haklarında düzenlenen tahkikat
evrakı ile 1.10.1980 tarihinde l. Ordu ve Sk.Ynt. Komutanlığınca gözaltına
alınan şahıslar:
1- Muhammed Gasem Hüseyin, 2- Bedreddin Hüseyin, 3- Haşim
Ebubekir, 4- Muhammed Ebuergup, 5- Muhammed El Kürdi.
12 Eylül 1980 tarihinden sonra Hizb-üt Tahrir örgütü
muhtelif yerlerde Türkiye Vilayeti' başlıklı bildiriler dağıtmak suretiyle
varlığını ortaya koymuştur. İlimizde 17 Eylül 1985 gününden itibaren devlet
düzenimize yönelik yıkıcı ve bölücü mahiyetteki bildirilerin atılması olayından
sonra yapılan sıkı bir çalışma neticesinde, 20-21 Eylül 1985 gecesi devam eden
seri operasyonlarla örgüt üyesi 17 şahıs, örgütün arşivi, örgüte ait teksir
makinesi, üç adet daktilo ve 4341 dolarla birlikte yakalanmışlardır."
-
22 Eylül 1985: Hizb-üt Tahrir üyesi 10 kişiyi de
Ankara Emniyet Müdürlüğü ekipleri yakaladılar.
-27 Eylül 1985: Nakşibendi tarikatının etkin
kişilerinden Şeyh İsmet'in Siirt'le yapılan cenaze törenine 20 bin kişi
katıldı.
-26 Ekim 1985: Denizli'nin Çivril ilçesinde Belediye
Başkanı, belediye hoparlöründen dini yayın yaptırdı. Konuyla ilgili olarak, DGM
Savcılığı'na ifade veren Belediye Başkanı Servet Özel, duanın sekiz aydır, her
perşembe günü yayınlandığını söyledi. Açılan dava beraatle sonuçlandı.
-28 Kasım 1985: Ankara Keçiören Belediyesi, genel
tuvaletlerin kapısına astığı talimatnamede, tuvaletlere girerken ve çıkarken
okunacak duaları ve dini kurallara göre uyulması gereken diğer kuralları
belirtti.
-18 Mayıs 1986: Devlet Bakanı Kazım Oskay, "Amaçlarının
her üniversiteye bir ibadet yeri açmak" olduğunu söyledi.
-6 Eylül 1986: İstanbul Kuledibi'ndeki Neve Şalom
Sinagog'una silahlı dört kişi tarafından yapılan saldırıda, ayinde bulunan
Musevi vatandaşlardan 23'ü öldü. Sabah 09.15 sıralarında sinagoga giren
saldırganlar, önce kapıdaki görevliyi, sonra da iç kapıdaki bir başka kişiyi
öldürdüler; ardından kapıları kapatıp katliama başladılar.
Kanlı saldırıdan sonra Beyrut, Lefkoşe Rum Kesimi ve
İstanbul'daki haber ajanslarını arayan kimliği belirsiz kişiler, saldırıyı
İslami Direniş, Filistin İntikam Örgütü ve Kuzey Arap Birliği Teşkilatı adlı
örgütler adına üstlendiklerini söylediler. İçişleri Bakanı ve hükümet
yetkilileri ile İstanbul polisi, saldırganların iki kişi olduğunu ve
gerçekleştirdikleri intihar eylemi sırasında parçalanarak öldüklerini belirtirken;
görgü tanıkları teröristlerin dört kişi olduğunu ve ikisinin eylemden sonra
kaçtığını öne sürdüler. İstanbul, Ortadoğu kökenli örgütlerin şiddete dayalı
siyaset ve katliam alanı olmuştu.
-Kasım 1986: Kasım ayında aylık ve haftalık İslamcı
yayınların tiraj toplamı 500 bini aştı. Nurcuların 'Zafer'i 10
bin. yine Nurcuların 'Köprü'sü 5 bin, Nurcuların 'Sur'u
20 bin, Nakşibendilerin kadın dergisi 'Mektup' 30 bin,
Nakşibendilerin 'Altınoluk'u 25 bin, yine Nakşibendilerin 'İslam'ı
100 bin, Nakşibendilerin kadın dergisi 'Aile ve Kadın' 60 bin,
Nakşibendilerin 'İlim ve İnsan'ı 5 bin, Kadirilerin Trabzon'da
yayınladığı 'Öğüt' dergisi 30 bin, yine Kadiriler tarafından çıkartılan 'İcmal'
70 bin, Konya'da yayınlanan 'Ribad' 20 bin, Nakşibendilerin
radikallerinin çıkardığı 'Mektep' 5 bin, belli ölçüde radikal ve
bağımsız 'Girişim' 7 bin, MHP'nin islamcı kanadının yayınladığı 'Yazı'
dergisi 2 bin, 'Kitap' 10 bin, 'İktibas' 7 bin, İran yanlısı 'İstiklal'
3 bin tiraja ulaştılar.
- l Aralık 1986: Cumhurbaşkanı Kenan Evren, tarikat
yurtlarının Milli Eğitim'e devredilmesini istedi. Evren, Denizli'de yaptığı
konuşmada şunları söyledi:
"Türk milletini geri kalmışlık seviyesine tekrar
götürmek, kalkınmamızı geciktirmek için bazı güçler seferberlik ilan ettiler.
Eğer çağdaş ülkeler seviyesine gelmek istiyorsak, kendimizi geçmişin
hurafelerinden kurtarmak gerekiyor. Yeter ki çocuklarımızın beyinlerini
yıkamayalım. Onları kötü ellere teslim etmeyelim. Bugün Türkiye'de birçok
hayırsever yurt, okul, hastane yapıyor. Ama Türkiye çapında görüyorum ki bazı
dernekler hayır yapıyoruz diye gençlerin beyinlerini yıkıyorlar. Şimdi, buradan
anne babalara seslenmek istiyorum. Belki geniş imkanlar var, bedavaya yatak,
bedavaya yemek veriyorlar diye çocuklarınızı bu tür yurtlara verebilirsiniz.
Ama bu yurtlarda neler aşılandığını bilmezseniz, çocuklarınıza kötülük etmiş
olursunuz.
Ben derim ki, eğer okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na
bağlıysa, memlekette Tevhid-i Tedrisat Kanunu varsa, yurtların yani burada
okuyan çocuklarımızın kalacağı yurtların idaresi Milli Eğitim Bakanlığı'na ait
olmalıdır. Eğer lalettayin kişilere veya birtakım derneklere çocuklarımızı
teslim etmeye kalkarsak, işte o zaman kötü bir örnek teşkil eder ve çeşit çeşit
dernekler oluşur. Bu dernekler vasıtasıyla çocuklarımızın arasına sağ-sol ve
anarşi tohumlan ekilebilir. Eğer o yurtları yaptıran dernekler, bunu bir hayır
maksadıyla yaptırıyorsa, kendi okulunu kendin yap kampanyası gibi yurdu
yapanlar bunu Milli Eğitim'e teslim ederler, siz bunu yönetin derler. Bunun bir
yolunu bulmak lazım. Eğer bunun için bir kanun lazımsa kanun
çıkarmak gerekir. Eğer çocuklarımızı yanlış yollara sürüklemek istemiyorsak,
yurtların idaresini devletin yönetimine vermek gerekir.
Çocuklar yaş ağaçtır; nasıl eğilirlerse o biçimi alırlar.
Bunu bildikleri için onlara el atmaktadırlar. Çünkü bazı konular vardır, kısa
vadeli, bazıları uzun vadelidir. Uzun vadeli çalışanlar ileriyi görerek bazı
tedbirleralırlar. O halde bunları bilerek, o tehlikeleri sezerek gerekli tedbirleri
tümden almak gerekir."
Evet. Evren'in söyledikleri doğru. Yurt dediği Kuran
kurslarını yaptıranların amacı, hayrat değil şeriat. Bu da tamam. Bu çalışma
şeriatçıların uzun vadeli bir planıdır. Evet. Tevhid-i Tedrisat Yasası varsa
Kur'an kurslarının olmaması, buraları Milli Eğitim'in yönetmesi esastır. Evet
Bunların hepsi, doğru saptamalar. Tamam da. Eski general, yeni Cumhurbaşkanı
Kenan Evren, 12 Eylül 1980'de, bu ülkede darbe yaptı. Darbeden sonra yaklaşık
dört yıl, ülkenin mutlak hakimiydi. İstediği her şeyi yapabiliyordu. Elli küsur
kişiyi beslemeyip asma kararı kendilerinden çıkıyordu. O zaman, Kur'an
kurslarının durumundan, Tevhid-i Tedrisat Yasası'ndan, uzun vadeli planlardan,
diğer bir dolu şeriatçı çalışmadan haberi yok muydu? Eski bir MSP adayını
kendisi yönetimin en önüne getirmedi mi? Halkın her karşısına çıktığında
nasihatlerini ayetlerle, surelerle inandırıcı kılmaya çalışmadı mı? Tüm
siyasileri Zincirbozan'a, cezaevlerine tıkarken, Adıyaman'ın Menzil köyündeki
Şeyh Raşit Erol'a gücü yetmeyen kendisi değil miydi? Türk imamların maaşlarının
şeriatçı Suudi örgütü Rabıta tarafından ödenmesine ilişkin kararnameyi
imzalayan kimdi? Doğanın ve toplumun boşluğu affetmediğini ve bir yolla
doldurduğunu, sosyalist, sosyal demokrat, demokrat, devrimci, laik, çağdaş,
ilerici kim var kim yoksa ülkenin mutlak hakimi olduğu dönemde nasıl ezdiğini,
şeriatçıların da bu boşluğu doldurarak hızla geliştiğini anlayamadı mı?
Neyse. Biz şeriatçıları da, Evren'i de tanırız.
-8 Aralık 1986: Resmi Gazete'de 'Bereket Vakfı'nın
kuruluşu ilan ediliyor. Kurucuları: Ahmet Hamdi Topbaş, Osman Nuri Topbaş,
Mustafa Latif Topbaş, Al Baraka Özel Finans Kurumu, Ahmet Yahya Kiğılı, Mehmet
Demirtaş, Adnan Büyükdeniz, Yalçın Öner, Mehmet Cahit Sürmeli, Kemal Unakıtan,
Abdullah Tıvmıklı, Abdullah Sert, Muammer Dolmacı, İlhan Kımık'tan oluşan
vakfın amacı; dinsel eğitim bursları vermek, konferanslar düzenlemek, dinsel
amaçlı yayınlara mali destek sağlamak. Vakfın kurucularından Topbaş'lar,
Nakşibendi tarikatının iki büyük kolundan biri olan Erenköy dergahının
şeyhleridir. Erenköy Nakşibendilerinin büyüklerinden Eymen Topbaş ise Anavatan
Partisi'nin İstanbul İl Başkanlığı'nı da yapan önemli bir kurucusudur. Vakfın,
Topbaşlar dışındaki diğer kurucularından Kemal Unakıtan, Eymen Topbaş ve Korkut
Özal'ın Suudilerle birlikte kurduğu Hak Yatırım ve Ticaret A.Ş.'nin Yönetim
Kurulu Üyesi, Yalçın Öner aynı şirketin Genel Müdürü.
-8 Ocak 1987: Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Hüseyin Varol, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı'yı
türban yasağı nedeniyle sert bir dille eleştirdi ve "Doğramacı
kafirdir, adamın esas dini nedir, bilinmiyor", dedi.
-26 Aralık 1986: Kara Kuvvetleri Komutanlığı Okullar
ve Eğitim Merk. Daire Başkanlığı'nın 3950-38-86/ Ortaöğrt. Ş.2687 sayılı
yazısı:
"Son günlerde kamuoyunda güncelliğini koruyan
irticai faaliyetler ile ilgili haberler arasında, askeri liselerdeki Nurculuk
faaliyetlerine de geniş yer verilmiş ve askeri liselerdeki uygulamalara ait
doğruya yakın bilgilerin basında yer aldığı görülmüştür.
Özellikle Nokta dergisininin 51. sayısında askeri
liselerle ilgili açıklamaların, içimizden birisi tarafından sızdırıldığı
intibaını vermektedir.
Okul komutanlıklarınca bu veya buna benzer her türlü
konuda, basınla, sivil veya askeri dernekler ile muhatap olunmayacak ve bu tür
müracaatların Genelkurmay Başkanlığı'na yapılması gerektiği münasip bir dille
belirtilecektir.
Öğrencilerin irticai ve diğer yıkıcı-bölücü akımlara
katılmamaları için Atatürkçülük ve T.C. İnkilap Tarihi dersinde; Atatürk
ilkeleri ve milli değerlerimizin öğretilmesine ağırlık verilecektir.
Ayrıca, okul komutanlıklarınca tespit edilecek
öğretmenler tarafından, özellikle sosyal derslerde, ders başlangıcında veya
bitiminde 5-10'ar dakikalık faaliyet içerisinde, işlenen konu ile bağlantılı
olarak ve özellikle milli günlerimiz vesile edilerek Atatürk'ün görüş ve
düşünceleri ile milli değerler konularında konuşmalar yapılacaktır."
-16 Ocak 1987: Cuma namazı kıldıktan sonra yürüyüşe
geçen 4 bin kişilik bir kalabalık, Eminönü'nden Cağaloğlu'ndaki vilayete kadar
yürüyüşe geçti. "Müslüman Türkiye" diye slogan atan grup,
başörtüsü yasağını protesto etti.
-17 Ocak 1987: İslamcı Kurtuluş Örgütü, Ankara
Bahçelievler'deki bir parfümeri mağazasına saldırdı. Mağazaya molotofkokteyli
atan saldırganlar, olay yerine "Bacılarımız örtünemeyecekse,
metresleriniz de süslenemeyecek" yazılı bir pankart bıraktılar.
-l Şubat 1987: İslami anlayışa aykırı hareket ettiği
ileri sürülen taksi şoförü Zafer Toplu, ciğerleri sökülerek öldürüldü.
Toplu'nun cesedi Yalova'dan denize atıldı.
-9 Şubat 1987: 'Muzır Müzikal' adlı oyunun sahneye
konulduğu Şan Tiyatrosu kundaklandı. Sanatçı Ferhan Şensoy, oyun boyunca tehdit
edilmiş hatta olaydan kısa bir süre önce şeriatçı gençler oyun sırasında
tiyatroyu basmışlardı.
-26 Mart 1987: Cumhuriyet gazetesindeki küçük bir
haber, "İstanbul Üniversitesi'nin de desteklediği kitaptan: Atatürk,
İslama en zarar veren saldırıların öncüsü" başlığını taşıyor. Habere
göre, Mevlana Seyid Ebul Ala Mevdudi'nin anısına biraraya getirilen 22
makaleden oluşan kitap, 1979 ve 1980 yıllarında iki kez basıldı. Basımı
İngiltere'deki İslam Vakfı ve Cidde'deki Suudi Yayınevi tarafından ortaklaşa
üstlenildi. Kitabın girişinde "Hamiler Komitesi"nin listesi
yayınlandı. Listeye göre, kitap dönemin Suudi Arabistan Yüksek Eğitim Bakanı
Şeyh Hasan İbn Abdullah El Şeyh, Endonezya eski Başbakanı Muhammed Nasır,
Pakistan Adalet Bakanı A.K.Brohi ve İstanbul Üniversitesi İslam Araştırmaları
Enstitüsü Direktör Yardımcısı Salih Tuğ'un himayelerinde, Hurşid Ahmet ile
Zafer İshak Ensari tarafından yayına hazırlandı. İslam Perspektifleri adını
taşıyan kitabın 313. sayfasında, Hamid Algar tarafından kaleme alınan "Said
Nursi ve Risale-i Nur: Günümüz Türkiye'sinde İslama Bakış" adlı
makaleye yer verildi. Algar, 22 sayfalık makalesinin girişinde şu görüşleri
dile getiriyor: "Mustafa Kemal Paşa'nın modern dünyada İslama en erken
ve zarar verici saldırıların öncüsü olduğu çok iyi bilinir. Halifeliğin
kaldırılması, aşırı bir milliyetçiliğin desteklenmesi, şeriat hükümleri yerine
ithal Avrupa yasalarının getirilmesi, medrese sisteminin kaldırılması,
tarikatların yasaklanması sonucunda Türkiye'de geleneksel İslam yaşamı
darmadağın edildi. Türkiye'de İslamdan uzaklaşma, diğer Müslüman ülkelerden çok
daha hızlı gerçekleşti."
Bu satırların hamisi olan komitedeki İ.Ü.İslam Araştırmaları
Enstitüsü'nün Rabıtat-ül Alem-ül İslam (Rabıta) ile işbirliği yaptığı Uğur
Mumcu tarafından kanıtlanmıştı.
KARA SES'İN MEDRESESİNDE TECAVÜZ EDİLEN KIZIN ÖYKÜSÜ
-28 Mart-5 Nisan 1987: Çankaya Müftüsü Nuri Yılmaz,
Çorum Alaca Müftüsü İsmail Dere, Van Müftüsü Mehmet Erpolat ve Kula Müftüsü
Ahmet Erdoğan'dan oluşan irşat ekibi; Van ilindeki askeri birliklerde, 100. Yıl
Üniversitesi'nde, Erciş ve Atatürk liselerinde ve camilerde vaaz verdi.
-Mayıs 1987: TC HV.K.K. 2.Taktik Hava Kuvvet
Komutanlığı tarafından "İrticai Faaliyetler" konulu,
İSTH:3590-87İKK.Ş. numaralı yazılı emirde şöyle deniyor:
"1.İlgili emir ile lojmanlar bölgesinde bazı
personel ve ailelerinin, sosyal seviyemize uygun olmayan, belirli tarikatların
simgesi haline gelmiş kıyafetler ile dolaştığı, Atatürk ilke ve inkılaplarına
aykırı tutum ve davranışlar içerisinde olduğu belirtilmiştir.
2. Durum yakından takip edilmektedir. Tutum ve
davranışlarını değiştirmemekte ısrar eden personel, her kademedeki amir ve
komutanlar tarafından ikaz edilecektir. İkaza rağmen düzelme olmadığı takdirde,
o personel hakkında yasal işlem yapılacaktır.
3. Dış ve İç Nizamiye'de çarşaflı, sıkma başlı, tarikat
kıyafeti şeklinde uzun ve kapalı giyimli kişiler ismen tespit edilecek, varsa
lojman giriş kartları alınacak ve lojman bölgesine sokulmayacaklardır.
4. Bu emir, tüm personele tebliğ edilecek ve toplu olarak
okunacaktır. Rica ederim. Siyanıi Taştan, Hava Korgeneral. Komutan."
- 3 Mayıs 1987: Şirin Tekin 17 yaşındaydı.
Öğrencilerin demokratik haklarını savunuyordu. Oruç tutmuyordu. O, ramazan günü
Van 100. Yıl Üniversitesi'nin karşısındaki kahvede oturuyordu. Elli kadar
bıçaklı, sopalı şeriatçı geldiler. Kendilerine "İslamın Bekçileri"
diyorlardı. Kendilerine mukalete (öldürüşme) emrolunduğuna inanıyorlardı.
Şirin Tekin, oruç tutmadığı için öldürülmüştü.
- 17 Haziran 1987: Türkiye'ye resmi bir ziyaret yapan
İran Başbakanı Mir Hüseyin Müsavi, programında Anıt-Kabir ziyareti varken, ani
bir değişiklikle Konya'ya giderek Anıt-Kabir yerine Mevlana türbesini ziyaret
etti. Ana muhalefet konumundaki SHP'nin Genel Başkanı Erdal İnönü, "Türkiye
Cumhuriyeti ve onun kurucusuna saygı göstermelidirler. Biliniyorlarsa öğretmek
gerekirdi. Saygı göstermeyenlere bu saygıyı öğretiriz. Göstermeyenleri buraya
almayız. Türkiye tarihinde böyle bir olay olmadı", diyerek,
Başbakanlık binasına siyah çelenk bıraktı. Başbakan Turgut Özal ise Müsavi'ye
tepki göstereceğine, İnönü'ye bu hareketi yakıştıramayacağını söylüyordu. Mir
Hüseyin Müsavi, bu tavrın nedenini soran bir gazeteciye, "Türkiye'nin
kurucusu Atatürk ile temeldeki görüşlerimiz tamamen farklı, biz ondan çok ayrı
düşünüyoruz. Bu görüş ayrılıkları varken, Anıt Kabir'i ziyarete gitseydik,
münafık olurduk. İki yüzlü davranmış olurduk", yanıtını veriyordu.
6 EYLÜL REFERANDUMU- ESKİLER DÖNÜYOR
- 6 Eylül 1987: 12 Eylül darbecilerinin eski politikacılara
koyduğu 10 yıllık siyaset yasağının kaldırılması tartışmaları, öyle boyutlara
ulaştı ki, Başbakan Turgut Özal, konunun bir referandumla çözülmesini önerdi.
Öneri kabul edildi.
Referandum, 6 Eylül 1987 günü yapıldı. Seçmenlerin yüzde
50.25'i, yani 11 milyon 654 bin 696 seçmen yasakların kalkmasını, yüzde
49.77'si, yani 11 milyon 548 bin 016 seçmen ise yasakların devam etmesini
istiyordu. Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alpaslan Türkeş, Necmettin Erbakan
ve yasak kapsamına giren diğer eski politikacılara, politikaya dönüş yolu
açılmıştı.
-25 Eylül 1987: Siyaset yasağı kaldırılan Necmettin
Erbakan ve 17 eski MSP'li, düzenlenen bir törenle Refah Partisi'ne üye oldular.
-11 Ekim 1987: Refah Partisi 2. Olağan Genel Kurulu
yapıldı. Genel Başkanlığa tek aday olan Necmettin Erbakan getirildi.
-22 Ekim 1987: Tercüman gazetesinde Tahir
Hacıkadiroğlu imzasıyla çıkan "Kaplan, İran'ın hizmetine girdi" başlıklı
habere göre, Kaplan grubu 1987 yılında Ahmet Polat grubunun ayrılmasıyla
çatladı. Ahmet Polat, Selahattin Yazıcı, İbrahim Kaba, İzzet Özdemir, Mustafa
Özçelik, Mahmut Çolak ve Alaattin Özdemir bir bildiri yayınlayarak; Cemaleddin
Kaplan'in Sünnilikten ayrılıp Şii olduğunu ve yolsuzluk yaptığını belirttiler.
Ahmet Polat ve arkadaşlarının bildirisinde, Kaplan'ın, 60 bin Mark ile ortak
oldukları Kar-Bir şirketinin iflas fetvasını nedensiz verdiğini ileri
sürüyorlar; Köln Ulu Cami-i'de 44 bin Mark yolsuzluk yapan bir kişiyi sadece
taraftarı olduğu için koruduğunu belirtiyorlardı. Polat ve arkadaşlarının
bildirisinde Kaplan'ın, toplanan paralarla oğluna son model bir otomobil aldığı
öne sürülürken, Kaplan'ın yönetimindeki bir medresede bir kızın tecavüze
uğradığı da açıklanıyordu.
İslamcı siyaset akımı incelendiğinde, şeriatçı kadroların en
büyük özelliklerinden biri olarak "hedonizm" kavramıyla karşı
karşıya kalıyoruz.
Demirel'in "kendim için bir şey istiyorsam
nağmerdim" sözünü, şeriatçılarda "her şeyi Allah adına
istiyorum" biçiminde görebiliyoruz. Her şeyi Tanrı adına istiyor
görünmenin cilası kazındığında ise, karşımıza, "her şeyin şeriatçı kişi
veya örgütlenmenin kendi adına" istenmesi gerçeği çıkıyor. Her şeyi
kendi adına veya şeriatçı örgütlenme adına isteme keyfiyeti, "bu
dünyada" daha iyi ekonomik ve siyasal egemenlik ilişkileriyken, "öbür
dünyada" ise sınırsız zevk ortamı sunan cennetin elde edilmesi oluyor.
Bu verileri "hedonizm" olarak
yargılayabilir miyiz? Evet yargılayabiliriz ve formülasyonu, "Aslında
her şeyi kendim için istiyorum" halinde görebiliriz. Yıllardır,
kamuoyunda "Kara Ses" olarak bilinen Cemalettin Kaplan (Daha
sonra beğenmeyerek Hocaoğlu yaptı) ile ilgili bu olayı da hedonizmin bir
yansıması olarak değerlendirebiliriz.
Ne yapmış Kaplan?
Kaplan'ın ne yaptığını kamuoyu ilk olarak 1987 yılında
Kaplan grubundan ayrılan ekibin 1987 Ekim'inde yazıp yayınladıkları mektuptan
öğreniyoruz. Yıllarca Milli Görüş adlı şeriatçı örgütte, daha sonra da
ayrılarak kurdukları İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliği'nde Kaplan'ın en yakın
çalışma arkadaşları olan İbrahim Kaba, İzzet Özdemir, Ahmet Polat, Selahattin Yazıcı,
Mustafa Özçelik, Mahmut Çolak, Alaattin Özdemir adlı hocalar tarafından
Cemalettin Kaplan'a hitaben yazılan mektubun 15. maddesinde şöyle deniliyor:
"Cemaatın parasından 60 bin DM'Iık bir meblağ
ayırarak ortak olduğunuz Kar-Bir'in iflasını hangi fetvaya göre verdiniz? Bu
firmaya alın terini silerek kazancından 65 bin DM koyan Ahmet Çiftçi'nin bu
alın terini haşa İslamda olmadığı halde neye göre hatırdınız?
Yine Kar-Bir firmasını çalıştırmak için gerek birtakım
şahıslardan alınan paraları ve gerekse bankadan faizle alınan parayı neye göre
aldınız ve nasıl hallettiniz? Köln Ulu Cami'deki 44 bin DM, takriben 25 milyon
TL. yapıyor; (1987 hesabına göre 25 milyon, 1994 kuruna göre 880 milyon
lira eder. HN) yolsuzluğu yapan kişiyi sadece taraftarınız olduğu için
İslami hangi kaideye göre himaye ettiniz? Sekiz nüfustuk bir aile, ki şu anda
iki dairede oturmaktadır, bütün masraflarıyla ayda 6 bin 500 DM'Iık (1994/
Ağustos kuaına göre 130 milyon TL) bir harcama yapıldığı halde kendinizi
halka 'sahabe hayatı yaşıyorum' demek suretiyle acındırmaya çalıştınız. Bizim
hiç birimizin altında değil son model, eski bir araba bulunmadığı halde
oğlunuza son model Renault taksiyi, nereden ve kimin parasıyla aldınız?
Stuttgart'ın Ebersbach kentinde bulunan Yağmur Yağmur
isimli bir müslümanın cemiyete verdiği para ki, bu cemiyet kendi idarendedir,
parasını alması hususunda yazdığı mektuplar cevapsız kalınca bizatihi size
'Hocam, sen İslam devleti kursan böyle mi idare edeceksin? İslam dininde
başkalarının hakkını yemek var mıdır? Yoksa İslam devletinde, güçlü olan zayıf
hakkını vermeyecek midir?' diyerek sizi sıkıştırdığı anda 'Ben emir veririm,
paranı ödesinler, fazla uzatma' dediğin halde şu ana kadar bu adamın parasını
neden ödettirmediniz?"
Mektuptaki, Cemalettin Kaplan'a yönelik suçlamalar yenilir
yutulur gibi değil. Bir defa, açıktan açığa Kaplan'in 109 bin Alman Markını
çevresindekilerle birlikte amiyane tabirle "iç ettiği" iddiası
hangi ideolojiye, hangi örgütlenme modeline, hangi liderlik anlayışına sığar;
anlamak mümkün değil. Satır aralarına dikkat edildiğinde İslamcı ekonominin
temel yasaklarından biri olan faizin, Kaplan tarafından alındığı ve zimmete
geçirildiği iddiası da cabası. Vaazlarında, nutuklarında, konferanslarında "faiz
haramdır" diyen bir örgüt liderinin faiz alması nasıl açıklanabilir?
İslamcı örgüt için şeriat mücadelesi yolunda kullanılmak
üzere toplanan paralarla Hocaefendi Hazretlerinin oğluna otomobil aldığı,
ayrıca geçimini ayda 130 milyon civarında bir paraya el koyarak sağladığı
iddiaları da müthiş. Bu açıdan bakıldığında şeriatçılık, iyi bir "meslek"
olarak görünmüyor mu?
Kaplan'in radikalizminin sebebi hikmetinin altında mesleğini
sürdürebilme çabasını arama hakkımız doğuyor mu, doğmuyor mu? Bu bildiri/mektup
üzerine, gazeteci Tahir Hacıkadiroğlu Kaplan'la bir görüşme yapıyor.
Yolsuzluklar konusu sorulduğunda Kaplan sadece ve sadece dört tümcelik bir
yanıt veriyor:
"Bu iftiralar yalan üzerine bina edilmiş. Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar. Bizden ayrılanlar yalanla, iftirayla benim işimi
bitirecekleri düşüncesindeydi. Yüzümüz açık, kimseden çekindiğimiz yok."
Yanıt bu kadar. 100 bin Alman Markının ne olduğuna ilişkin
hiç bir açıklama yok. Hepsi de yuvarlak laflara dayanan dört tümceyle bu kadar
hesap veriliyor.
Öyle ya, o hesabını öbür dünyada, 'Mahkeme-i Kübra'da vermeyi
düşünüyor. Mahkeme-i Kübra dedik de... Orada verilecek bir hesap daha var
galiba. Tahir Hacıkadiroğlu imzasıyla yayınlanan habere dönersek, medresede
okuyan bir kızın imam nikahı ile, zorla evlendirilmesi olayı var. Bu konuyu biraz
açmakta yarar var. Olayın aslı faslı şu: Cemalettin Kaplan'ın, Köln'de, "savaşçı
kadrolarımızı yetiştiriyoruz" dediği bir "medresesi"; yani
yatılı şeriat okulu var. Burada, 16-22 yaş grubundan 90 kadar Türk kızı ve
100'den fazla erkek bulunuyor. Yurtta öğrenim gören kızlardan 18 yaşındaki
Hatice Kıroğlu, Emir-ül Umum Cemalettin Kaplan'ın Baş Polis (Emniyet Genel
Müdürü) ilan ettiği Hasan Basri Kökbulut ile zorla ve imam nikahıyla
evlendiriliyor. Hatice, bu evliliği evlilik olarak kabul etmiyor. Namusuna bir
saldırı olarak değerlendiriyor ve intihara kalkışıyor. Genç kız olayı şöyle
anlatıyor:
"Nikah 24.7.1987 Cuma günü kıyıldı. Vaize gidiyoruz
diye medreseden çıktık. Sabah dokuz sıraları idi. Metin Kaplan'ın evine vardık.
Aşağı kattan şahit getirdiler, ya nikahı kıydırırsın, ya elimizden
kurtulamazsın dediler. Aslında nikaha asla razı olmadım. Bana ilk teklif
ettiklerinde, 'hayır' söyledim.
Sonradan nasıl oldu ise kendimden haberim yoktu, sanki
uyuşturucu madde almış gibi iki dünya arasında yaşıyordum. Bizi ilk
görüştürdükleri vakit 'Cemalettin Hoca'nın her şeyden haberi var' dediler.
Hocan, senin için hiç kötü düşünür mü, dediler."
Tehdit var. Nitekim uygulanıyor da. Hatice'nin babası bu ara
izinli olarak Türkiye'ye gideceğinden henüz nikah kıyılmadan kızını da götürmek
istiyor. Kaplan, kızın derslerini bahane ederek Hatice'yi alıkoyuyor. Hatice
anlatıyor:
"Babamlar Türkiye'ye izine gitmişlerdi. Sonradan
Türkiye'ye gittim uçakla...
Babamlara hiçbir şey söyleyemedim. Bunalım içinde
yaşıyordum, intiharı bile gözönüne aldım."
Ailenin tepkisi üzerine Cemalettin Kaplan, Hatice'nin babası
Dursun Kıroğlu'na bir mektup yazıyor:
"Mektubu size yazmaktaki kastım: Bu işten son derece
üzgün olduğumu ve bu işte, benim asla haberim olmadığını ve benim böyle bir işe
evet dememe, ne şahsımın ne de bulunduğum mevkiin müsaade etmediğini ve böyle
işlerin medreseye zarar vereceğini bildiğimi size bildirmektir...
...Hatta akdin yapıldığını da bugünlerde duydum. Böyle
bir noktaya gelindiğini henüz tahkik de etmiş değilim ve Metin ve çocuklarının
o tarafa gelip hanımının Tübingen'de ileri geri konuştuğunu bu akşam duydum.
Canım iyice sıkıldı. Ve şu andaki kanaatim odur ki, bu işte suçlu Metin'in
karısı ile Hatice'dir. Kur'an da öyle demiyor mu: Kadınların hilesi
büyüktür."
Hocaefendi olayı çözüyor!.. Hem de nasıl... Kızcağızın
isteği dışında imam nikahı ile evlendirildiğini inkar etmiyor. Şimdi bırakalım
bu kavramları ve olayın adını koyalım. Cemalettin Kaplan, oğlu Metin Kaplan'ın
evinde, kendi Emniyet Genel Müdürü Hasan Basri Kökbulut'un genç kıza tecavüz
ettiğini kabul ediyor ve buna canının çok sıkıldığını söylüyor. Sonra da
suçluyu buluyor: Metin'in karısı ile genç kız...
Bunu da Kur'an'a dayandırıyor:Kadınların hilesi büyüktür...
Nasıl mantık ama? Hem tecavüze uğruyorsunuz, hem suçlu
çıkıyorsunuz. Başta söylediğimizi tekrarlayabiliriz. Bütün bunlar İslamcılık
giysisi giydirilmiş bir kandırmacanın apaçık göstergeleridir.
-10 Kasım 1987: Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin
Erbakan, Atatürk'ün ölüm yıldönümünde Gaziantep'te şunları söyledi:
"İktidara gelmemiz halinde başörtüsünü milli kıyafet
yapacağız. Her ilçeye bir İmam Hatip Okulu açacağız. Kuran kurslarının sayısını
arttıracağız. Lise ve dengi okullarda din derslerinin yanısıra tefsir ve hadis
derslerini de okutarak manevi kalkınmayı sağlayacağız."
-29 Kasım 1987: Erken genel seçimlerin arefesinde RP
Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Adıyaman'ın Menzil (Durak) köyünde Şeyh Raşit
Erol'u ziyaret etti. Aynı günlerde, ANAP'lı Hasan Celal Güzel de Şeyda
Hazretleri'nin ziyaretindeydi.
-10 Ocak 1988: "Ordu, birliklerini uyardı",
"Fetullahçılara Dikkat" başlığıyla 2000'e Doğru dergisinde
yayınlanan haberin ekinde, 3. Kolordu Komutanlığı'nın 25 Kasım 1987 tarihli
raporuna yer veriliyor. Fetullahçıların çalışma yöntemlerini anlatan rapor
şöyle:
"Fetullah Gülen yanlısı Nurcu kesimin tasarı ve
metodları.
1. Yaygın ve yapılmaya bağlı olarak geniş bir taraftar
kitlesine sahip oldukları yurt içinde ve yurt dışında toplam 4 milyon civarında
mensupları bulunduğu bizzat Gülen'ci çevreler tarafından ifade edilmektedir.
2. Nihai amaçları, diğer irticai unsurlarda da olduğu
gibi Türkiye'de şeriat düzenini hakim kılmaktır. Ancak bu amaç oluşturmaya
yönelik çalışmalarda "İslamiyetin Yaşanması" olarak belirtilmektedir.
3. Fetullah Gülen yanlısı grubun başlıca özelliği;
propaganda, eğitim ve kadrolaşma sürecini takip eden dönemde İslami bir devrim
ile amaca ulaşmaktır.
4. Muhtemel devrim için iki temel unsurun gerçekleşmesine
bağlı olduğu kanaatindedirler.
a. Yurt içinde oluşturulacak zemin.
b. Yurt dışından temin edilecek imkanlar.
5. Yurt içinde propaganda ile Türk halkının
bilinçlendirilmesi, bu kitlenin kayıtsız şartsız desteğinin sağlanması için
eğitim ve finansman teminine yönelik faaliyetlere hız verilmiştir.
6. Yurt dışından temini planlanan imkanlar ise Suudi
Arabistan ve Mısır gibi bazı ülkelerin desteklerinin sağlanmasıdır.
7. Devrime hazırlık süresince:
a. Siyasi ve idari kadrolarda görev alan Nurcu kişilerin,
hükümetleri şeriat ilkeleri paralelinde yönlendirmeye çalışacakları
b. Nur şakirtlerinden (öğrenciler) 3000 kişilik intihar
komandosu grubu yetiştirilerek devrime hazır hale getirileceği.
c. Orduya sızılarak subay, astsubay ve askeri öğrenciler
arasında taraftar kazanılacağı.
d. Diğer irticai unsurlarla işbirliği imkanının aranacağı
ve ülkücü kesimle Türk-İslam sentezinde diyalog kurulduğuna dair haberler
intikal etmiştir.
8. Bilinçlendirilen gençliğin, davaya sağlayacağı
faydalar nedeniyle kadrolaşma çalışmalarında faaliyet alanı olarak; a. Askeri
okullar b. Polis kolejleri c. Öğretmen okulları ve bazı fakülteler hedef olarak
seçilmiştir.
9. Öğretim kurumlarının sıralamasında askeri okulların
ilk sırayı alması, anılan kesimin orduya sızma konusundaki kararlılığını
göstermektedir.
10. irticai faaliyetleri nedeniyle ilişkileri kesilen askeri
öğrencilere rağmen, hala askeri öğrencilerin mevcut olduğu, hatta pek çok
sayıda Nurcu subayın orduda faaliyet gösterdiği anılan kesim yanlılarınca ifade
edilmektedir.
11. Nurcu kesime ait olduğu belirlenen bazı okullardaki
öğrencilerin askeri okullara girebilmelerini temin maksadıyla devlet okullarına
kaydırılmaları ve buradan mezun olmalarının sağlanmasına çalışılmaktadır.
Aslı Gibidir. İbrahim Çuhadar. Top.AIb. İKK ve Emn.Sb.
Aslının Aynısıdır.Türkyaşar Yanık. Top.Kur.Öyzb.İsth. ve İKK Ş.Md.V.
Aslı Gibidir.A.Nazmi Solmaz. Top.Kur.Kd.Alb.İsth. ve İKK
Ş.Md."
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder