TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 7
"EROİNLERİ ERBAKAN TEMİN ETTİ"
-18 Ekim 1978: MSP eski milletvekili Halit Kahraman,
Almanya'nın Duisburg kentinde 3 kilo 399 gram eroinle yakalandı. Kahraman,
Alman polisine verdiği ifadede şunları söylüyordu:
"Diyarbakır'da çiftçilik yapıyordum.1973 yılında,
Erbakan tarafından kurulan MSP'ne girdim. Tanıdıklarımla birlikte MSP'nin
Diyarbakır örgütünü kurdum. 1973 seçimlerinde milletvekili seçilerek, 1977
seçimlerine kadar parlamentoda kaldım. 1977 seçimlerinde seçilemedim. Mali
durumum bozuldu. 1978 Ağustos ayında Erbakan'a gittim. Durumumu anlattım. Bunun
üzerine, Erbakan çok dikkatli bir şekilde konuyu eroin satışına getirdi. Bana,
eroin satışıyla çok iyi para kazanabilirsin, dedi. Ancak dil bilmediğim için
işimin zor olduğunu söyledi ve bir taşıyıcı bulmamı istedi. Diyarbakır'da
Nusrettin Gündüzhan'ı buldum. Gündüzhan işi kabul etti. Tekrar Erbakan'a
gittim. Genel Merkez binasına gittiğimde, Erbakan'ın yanında Fehim Adak da
vardı. Fehim Adak'ın yanında konuşmak istemedim. Ancak Erbakan açık bir şekilde
Fehim Adak'ın huzurunda mali durumumun bozuk olduğunu, yardım edilmesi
gerektiğini ve eroin temin edilmesinin lazım geldiğini söyledi. Eroinin nerede,
ne zaman teslim edileceğini Fehim Adak'ın telefonla bildireceğini de söyledi.
Bu konuşmadan sonra, Ankara'daki evime gittim. O günün akşamı Fehim Adak
telefon etti. Malların hazır olduğunu söyledi. Eroini Oran'dan alacağımı
bildirdi. Fehim Adak buraya taksiyle geldi; şoför taksiden inip bana bir
plastik torba verdi. Torbanın içinde, 6-7 tane daha plastik torba vardı. Adak,
geldiği taksiyle gitti. Torbayı çalıların arasına sakladım. Evime döndüm. Daha
sonra, Nusrettin Gündüzhan'ın otomobiliyle gidip torbayı aldık.
Gündüzhan torbayı arabanın bagajına koydu. Daha sonra, Gündüzhan ile
kararlaştırdığımız günde Almanya'ya hareket ettik."
Halit Kahraman ve Nusrettin Gündüzhan Almanya'da mahkum
oldular. Erbakan ve Adak haklarında ise Türkiye'de dava açıldı. Mahkeme,
Erbakan ve Adak'ı delil yetersizliğinden berat ettirdi. Biz, mahkum olan
şeriatçı milletvekili Halit Kahraman örneğinden yola çıkalım.
"Temiz insan, temiz politika, manevi kalkınma" sloganlarını
her dönemde kullanan şeriat politikacıları, nasıl oluyor da uyuşturucu gibi
kirli bir işe böylesine bulaşabiliyorlar. Bir bölümünün adı bulaşıyor, bir
bölümü bulaşmakla kalmayıp mahkum oluyorlar. Bunu, kişiliğe indirgemek biraz
saflık olur. Bir siyasi hareketin, yürürlükteki sistemin pisliklerine karışması
demek, düzene karışması demek oluyor. Yürürlükteki sistemin pislikleri
kavramını da açalım. Örneğin, Türkiye'de yürürlükte bulunan sistemin
pislikleri, Türkiye gibi yönetilen ülkeler bütünündeki pisliklerle üç aşağı beş
yukarı ortak özellikler taşır. Rüşvet gibi, fuhuş gibi, güce tapınma gibi,
uyuşturucu gibi...
Nitekim buyurun, İslam adına laik-demokratik Afgan hükümeti
ve Sovyet askerlerine cihat açan Afgan İslam Mücahitleri, uyuşturucu ticareti
yaptıklarını inkar etmiyorlar.
1986-1987 yıllarında Afganistan'ın güneyinde bin millik bir
alanda çarpışan mücahitler, üç ayrı bölgede, doğrudan haşhaş işine
karıştıklarını saklama gereğini bile duymuyorlar. Onlara göre savaş, kendine
özgü ekonomik ve ahlaki zorunlulukları da beraberinde getirmiş. Haşhaş ekimi,
yürüttükleri savaşımda ayakta durabilmeleri anlamında yaşamsal bir öneme sahip
olduğundan, kendilerini bu amaca yönelik olarak yaptıkları hiçbir şeyden
sorumlu tutmuyor ve yöntemlerinin sorgulanmasına karşı çıkıyorlar. Haşhaş
ekiminin çarpışmaların başlamasından sonra sadece mücahitlerin elindeki
bölgelerde gerçekleştirildiğini Amerikalı görevliler de ifade ediyorlar.
Pakistan'da bölgesel yayın yapan Khyber Mail gazetesi,
bölgede dev boyutta işleyen uluslararası bir mafyanın olduğunu ve onun
önderliğinde ABD ye İngiltere'de tüketilen eroinin yüzde 80'inin
Pakistan-Afganistan sınırından geldiğini belirtiyor. Pakistan, şeriatle yönetilen
bir başka ülke. Birader Ziya ül Hak'ın ülkesi.
Buralardan gelen uyuşturuculardan kazanılan para yalnız
Afgan mücahitlerine değil, CIA aracılığıyla tüm dünyadaki karşı devrimcilere
örneğin o dönemde aktif olan Eden Pastora, 'Komutan Sıfır'ın Küba kontralarına
ve bunun dışında da batılı gizli istihbarat örgütlerinin illegal
operasyonlarının finansmanına harcanıyor.
1986 sonunda, Musa Quala kentinde öğretmenlik yapan ve
Helman bölgesinin önde gelen asillerinden Nazım Akınzade'nin ağabeyi olan
Muhammed Resul, haşhaş ekiminin isyancılar için taşıdığı önemi şöyle
vurguluyor:
"Başka nasıl yapabiliriz ki? Allahsız Afganlılar ve
Ruslara karşı savaşımımızı afyon üretip satarak ve karşılığında silah alarak
sürdürüyoruz."
Diğer birçok isyancı lider tarafından da dilegetirilen bu
gerçeği, Müslüman halka empoze etmek için bir kılıf bulmakta da gecikmemişler.
Bilindiği gibi Afganlılar, hele isyancıların etkili olduğu bölgelerde yaşayan
halklar dinlerine fazlasıyla bağlı olup, Müslümanlığın reddettiği herhangi bir
konuda oldukça duyarlıdırlar. Aynı sorunun keyif verici ve uyuşturucu maddeler
konusunda tepki yaratmaması amacıyla, isyancıların halkı ikna etmek için
buldukları çözümü Resul şöyle dilegetiriyor:
"Müslümanlığa göre afyon kullanımı yasak. Ancak
yetiştirilmesi ve satılması serbesttir. Bizim de yaptığımız bundan başka bir
şey olmadığına göre, günah filan işlemiyoruz demektir." (YÜCEL, Zeki: Yarın
Dergisi. S f. 28-29. Ocak 1987)
Afganistan, Pakistan, İran, Suudi Arabistan gibi şeriatçı
ülkelerin reddettikleri, muhalifi olduğunu söyledikleri ve cihad ilan ettikleri
batılı sistemle bağlan bu denli güçlü olunca, sonuçları da güçlü ve etkili
oluyor. Batıdan kapitalist,emperyalist sistemin tüm yanlışlıklarını ve
pisliklerini alıp, kelam erbabına bir kılıf ısmarlıyorlar.
-2 Aralık 1978: Sivas'ta "Müslüman
Gençlik" başlıklı bir bildiri dağıtıldı. Bildiride, "Müslüman
durma! Hiç durmadan ilerle. Ölüm seni şehit olarak bulsun", deniliyor
ve altında, MHP imzası yer alıyordu.
-23-25 Aralık 1978: 'Kahramanmaraş katliamı' meydana
geldi 23 Aralık, Cumartesi günü sabah, erken saatlerde kent içinde gruplar
oluşturan gericiler, "Müslüman Türkiye", "Ordu Millet el
ele", sloganlarıyla yürüdüler. Av tüfeği satan dükkanların kapılarını
kırdılar ve silahlandılar. İki günün bilançosu; 105 ölü, 176 yaralıyla kapandı.
210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı. Bunun üzerine, 26 Aralık'ta 13 ilde
sıkıyönetim ilan edildi.
- l Ocak 1979: Kahramanmaraş olayları sırasında Kadir
Köse, Muharrem Ekici, Recep Duman ve Veli Duman tarafından yakılan Ali Tıraş adlı
çocuğun annesi Döne Tıraş, Sıkıyönetim Komutanlığı'na bir dilekçe verdi. Döne
Tıraş'ın dilekçesine bir göz atalım:
"24 Aralık 1978 günü sabahleyin saat 07.00'de,
yukarıda isimleri yazılı kişiler evimizi ateşe verdiler. Ben ve oğlum kaçarken
ben geride kaldım, oğlum yukarıdaki evlerde oturan kişiler tarafından tutuldu
ve oğlumu götürdüler, ben onu kaybettim, oğlumu göremedim, bu evlerde oturan
kişiler bir gün önce gelip kırma av tüfeğimizi ve mermileri alıp gittiler, aynı
gün iki kızımı Aramaraş semtindeki akrabamız Ali Duyar'ın evine göndermiştim.
27 Aralık 1978 günü eşyalarımı almaya eve gittiğimde,
yukarıdaki kişilere: çocuğumun ya ölüsünü, ya dirisini verin, diye söyledim.
Onlar bana, Kürtçe: Bu orusbuya bir kurşun atalım yoksa bizi yakar, dediler.
28 Aralık 1978 günü eşyalarımı toplarken çocuğumun yanmış
cesedini gördüm, askerlere haber verdim, alıp cesedi götürdüler.
Yukarıda adları yazılı olan kişiler haklarında, yüksek
makamınıza 28 Aralık 1978 tarihinde şikayet dilekçesi vermiştim.
Hâlâ suçlular, elini kolunu sallaya sallaya
gezmektedirler. Bunlar hâlâ bana, biz öldürdükse ne yaptın, elinden geleni yap,
diye ileri geri konuşmaktadırlar; bu bakımdan bu ikinci müracaatta bulunmak
mecburiyetinde kaldım.
Suçluların bir an önce yakalanması ve cezalandırılması
bakımından gereğinin ifasını saygılarımla arz ve şikayet ederim. 1/1/1979.
Mehmet kızı Mehmet eşi Döne Tıraş."
-21 Mayıs 1979: Kurs ve Okullara Yardım Dernekleri
Federasyonu'nun Genel Kurulu, İstanbul Spor ve Sergi Sarayı'nda beşbin kişinin
katılımıyla yapıldı. Genel Kurul'da 'Süleymancılar'in lideri
Kemal Kaçar şu konuşmayı yaptı:
"Bu salonda, Türkiye'de çeşitli kent ve kasabalarda,
binin üstünde özel binada kurs gören, en az yüzbin genci; yurt dışında da tüm
Avrupa'yı ağ gibi saran 215 İslam Kültür Merkezi'ni sinesinde barındıran bir
örgütün genel kurulu yapılmakta."
İşte 1979 yılı Mayıs ayında Süleymancıların gücü...
-l Şubat 1979: Ruhullah Musevi ya da bilinen adıyla
Ayetullah Humeyni, sürgünde bulunduğu Fransa'dan İran'a döndü. Şah Rıza
Pehlevi, 16 Ocak'ta ülkesinden kaçmıştı. İran İslam Devrimi gerçekleşmiş oldu.
-13 Şubat 1979: Milli Selamet Partisi Genel Başkan
Yardımcısı Recai Kutan, hükümetin, İran İslam Cumhuriyeti'ni tanımasını ve
yakın ilişkiler kurmasını istedi. Kutan'ın sözleri şöyle:
"Uzun bir süreden beri Türk kamuoyunun büyük bir
dikkat ve hassasiyetle takip ettiği, komşu İran'daki hadiseler sonuçlanmış,
İran milletinin arzu ve temayüllerini temsil eden Ayetullah Humeyni, Şah
rejimini yıkıp yerine İran İslam Cumhuriyeti'ni kuracak noktaya gelmiştir.
Bu hadise namütenahi maddi imkanlara, dış güçlerin çok
büyük desteklerine sahip olsalar bile milletin arzu ve tercihlerini hiçe sayan
diktatörlerin akıbetlerinin ne olacağını göstermektedir.
Bu hadise, inancın çok büyük maddi imkan ve desteklere
galebesini, dünyada her şeyin maddeden ve menfaatten ibaret olduğunu iddia eden
Marksizmin, kapitalizm ve her çeşit materyalizmin iflasını isbat etmektedir.
Milli Selamet Partisi olarak, kurulduğu günden bu yana
'Şahsiyetli dış politika' görüşünü savunduk ve kardeş Cezayir devletini en son,
İsrail'i ise ilk tanıyan, uydu dış politikanın karşısında olduk. Bu anlayış ve
görüş içerisinde hükümeti ikaz ediyoruz. Acaba Amerika ve Rusya ne diyecek,
nasıl bir tavır takınacak, diye beklemeden İran İslam Cumhuriyeti'ni derhal
tanımalı ve bu kardeş ve komşu ülke ile en yakın ilişkileri kurmalıyız."
-23 Şubat 1979: İslamcı gençliğin liderlerinden Metin
Yüksel, İstanbul Fatih Camii avlusunda, ülkücü komandolar tarafından öldürüldü.
AYNI ANDA DÜNYADA...
Şili'de Unidad Popular (Halkın Birliği) adayı Salvador
Allende 4 Eylül 1970'te seçimi kazanarak dünyada seçimle iktidara gelen ilk
sosyalist lider oluyor; 1971 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Şilili ozan Pablo Neruda
alıyor; İspanya General Franco'nun ölümüyle 1975'te demokrasiye dönüyordu.
1970-1980 dönemi, Roger Moore'un James Bond'luğu devralıp daha da doruklara
taşıdığı, Watergate skandalınının tartışmalarının hiç bitmediği, Delon'un baş
döndürdüğü, Che posterlerinin gençlerin odalarından inmediği yıllar oluyordu.
-12 Haziran 1979: Erbakan, MSP İzmir İl Başkanlığı
tarafından düzenlenen bir toplantıda, "MSP, hafta tatili cuma gününe
gelsin diyor; AP ve CHP hayır diyor. Mübarek mukaddes cuma tatilini bırakmış,
elin gavurunun pazarını kendine tatil yapmış. Nikahı müftüler kıysın diyoruz.
Mekteplere Kuran dersi koyalım diyoruz. Bu milletin mektep kitapları niye Allah
adıyla başlamıyor?" diye konuştu.
-26 Kasım 1979: Milliyet gazetesine telefon eden,
kimliği belirsiz bir kişi, Abdi İpekçi'nin katili olarak yargılanırken askeri
cezaevinden kaçırılan Mehmet Ali Ağca'nın, gazetenin yakınındaki eczanenin
önündeki çöp kutusuna bir mektup bıraktığını söyledi. İhbar doğru çıktı.
Ağca'nın Milliyet gazetesine gönderdiği mektup aynen şöyleydi:
"Türkiye'nin kardeş İslam ülkeleri ile Ortadoğu'da
yeni bir siyasi, askeri ve ekonomik güç oluşturmasından korkan batılı
emperyalistler, hassas bir dönemde, dini lider maskeli haçlı kumandanı olan
Jean Paul'ü, acele Türkiye'ye gönderiyorlar. Bu, zamansız ve anlamsız ziyaret
iptal edilmezse Papa'yı kesinlikle vuracağım. Cezaevinden kaçmamın tek sebebi
budur. Ayrıca, ABD ve İsrail kaynaklı Mekke baskınının hesabı sorulacaktır.
Ayrıca, kansız, sessiz ve basit bir kaçış olayını rica ederim, büyütmeyin,
saygılarımla. M. Ali Ağca."
Ve vurdu...
12 EYLÜL LAİKLİĞİ EZİP GEÇİYOR
-4 Temmuz 1980: Çorum'da, camide namaz Talan bir
grup, "Komünistler camileri yakıp yıkıyor", "Camilere bomba
atıyorlar', kışkırtmalarıyla sokaklara döküldü. Gericiler, evlere ve
dükkanlara saldırdılar. Ölü sayısı, 10 Temmuz'da 26'yı buldu. Yüzlerce yaralı
vardı. Bu tablo karşısında Çorum'un Mecitözü ve Alaca ilçelerinde yaşayan 600
aile, başka illere göç etmek zorunda kaldılar.
-6 Eylül 1980: Milli Selamet Partisi'nin 12 Eylül
darbecilerinin dillerine doladıkları son siyasal eylemi, Konya Mitingi yapıldı.
İstasyon bölgesinde toplanmaları gerekirken, miting öncesinde, "Mevlana'nın
türbesini ziyaret edeceğiz" gerekçesiyle Mevlana Meydanı'nda toplanan
binlerce kişi, içki satan dükkanları taşladılar; turistlerin kaldığı Berga
otelini taşlayıp bazı müşterileri dövdüler. Daha sonra, başta Necmettin Erbakan
olmak üzere kalabalık yürüyüşe geçerek İtfaiye Meydanı'na gitti.
Şeriatçılıklarını göstermek için takkeler, sarıklar, yeşil cübbeler giyen ve
kocaman teşbih taşıyan kişiler, şu sloganları atıyorlardı:
"Şeriat İslam, Anayasa Kur'an", "Vur de
vuralım, Öl de ölelim", "Şeriat hakkımız, Söke söke alırız",
"Dinsiz devlet, Yıkılacak elbet", "Şeriat gelecek, Dertler
bitecek."
Taşınan pankartlarda ise, "Tek Halife, Tek
Devlet" sloganıyla İslam enternasyonalizmini benimsediklerini, "Ya
Şeriat Ya Ölüm" sloganıyla şeriat düzenini getirebilmek için ölümü,
dolayısıyla öldürmeyi göze aldıklarını, "Cihadımız devletimizi
kuruncaya dek" sloganıyla nihai hedeflerinin şeriat devleti olduğunu
anlatıyorlardı.
-12 Eylül 1980: Orgeneral Kenan Evren darbe yaptı.
Zaman geçtikçe, "Cumhuriyeti koruma ve kollama" adına yapılan
harekatın, ne kadar cumhuriyeti, ne kadar şeriatçıları kolladığı konusundaki
kuşkular, kanıta dönüştü. Küçük bir örnek verelim: Darbeciler tarafından
çıkarılan 2549 sayılı Devlet Mezarlığı Yasası'nda, Sakallı Nurettin Paşa'nın
rütbesi korgenerallikten orgeneralliğe yükseltildi ve İsmet İnönü ve Fevzi
Çakmak'tan sonra üçüncü sırada Atatürk Araştırma Merkezi'nin şeref üyesi sayıldı.
Bu nedenle, Devlet Mezarlığı'na gömülmesi kararlaştırıldı. Genelkurmay
Başkanlığı, oluşan tepkiler yüzünden Nurettin Paşa'nın Devlet Mezarlığı'na
gömülmesinden vazgeçti. Kimdi Sakallı Nurettin Paşa?
Türk İstiklal Harbi'ne Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki
Komutanların Biyografileri adlı Genelkurmay yayınına göre; Sakallı Nurettin
Paşa diye bilinen Korgeneral İbrahim Nurettin, 1873 yılında Bursa'da doğdu.
1893 yılında Harbiye'yi bitirdikten sonra, 1897'de Türk-Yunan savaşında,
1902'de Makedonya'da Bulgar çetelerine karşı savaştı. Balkan Savaşı'na katıldı.
Basra, Bağdat, Aydın ve İzmir valilikleri yaptı. 1919'da, Urla ayaklanmasının
bastırılmasında görev aldı. 1920'de, Anadolu'ya geçti ve merkez komutanlığına
atandı. 1922'de, 1. Ordu komutanı oldu. 1.Ordu'nun 1922 yılında kaldırılması
üzerine izinli sayıldı. 1924 yılında, Yüksek Askeri Şura üyeliğine atandı. 1925
yılında, Bursa milletvekilliğine seçildi. 1925 yılında, kendi isteği ile emekli
oldu. 1932 yılında öldü.
Cumhuriyet gazetesinin 2 Aralık 1925 tarihli sayısında
Sakallı Nurettin Paşa'ya ilişkin şu satırlar yer alıyor:
"Millet Meclisi'nde irtica paşasının işi ne? Şapkayı
değil fesi, yeniliği değil bağnazlığı, devrimi değil gericiliği savunan
Nurettin Paşa'nın Türk Devrim Meclisi'nde işi yoktur."
Söylev'in 408. sayfasında Atatürk, Sakallı Nurettin Paşa
için, "utkunun şerefine katılmaya en az hakkı olanlardan biri" diyor.
Atatürkçüyüm diye, darbe yapan generaller ise onu baş tacı yapıyorlar.
-14 Ekim 1980: Devlet Başkanı Kenan Evren, Diyarbakır'da
konuşuyor: "Biz aynı dinin evlatlarıyız. Bizim dinimizde kindarlık
yoktur. Bizim dinimiz affedicidir. Şeriatın kestiği parmak acımaz derler."
-13 Kasım 1980: Nakşibendi Şeyhi ve İskenderpaşa
Cemaati lideri Zaid Kotku, öldü. Cenazesi bir gün sonra büyük bir kalabalığın
katılımıyla, bir başka Nakşi Şeyhi, Mahmut Ustaosmanoğlu tarafından kıldırılan
namazın ardından Süleymaniye Camii'nden kaldırıldı. Caminin avlusundaki Kanuni
Sultan Süleyman Türbesi'nin arkasında, tüm Gümüşhaneli Dergahı şeyhlerinin mezarlarının
bulunduğu yere gömüldü. Kotku'nün söz konusu yere gömülebilmesi için, 12 Eylül
1980'de yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi, özel izin vermişti.
-15 Ocak 1981: Devlet Başkanı Kenan Evren Konya'da
konuşuyor: "Dinsiz bir millet düşünülemez. Dinimize sımsıkı
sarılmalıyız."
-17 Ocak 1981: Devlet Başkanı Kenan Evren, bu kez
Hatay'da şunları söylüyor: "Tanrısı bir, Kuranı bir, peygamberi bir,
aynı sesleniş ve yakarışla namaz kılanları birbirinden kopartmaya imkan
yoktur."
-19 Şubat 1981: Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon
Başkanlığı'nın 7130-82.81 sayılı açıklaması ile önemli bir duyuru yapıldı:
"...Son günlerde bir kısım basınımızda ezanın Türkçe
okutulması, Kur'an'ın Türkçeleştirilmesi konusunda tartışmaların yer aldığı
üzüntü ile görülmektedir. Milli Güvenlik Konseyi'nde bu hususta hiçbir çalışma
yapılmadığı halde, halkımızın çok hassas olduğu bu konunun ortaya atılışının
asıl sebebinin, Türk milletini tekrar bölme ve Milli Güvenlik Konseyi'ne karşı
beslenen büyük itimadı sarsma çabaları olduğu anlaşılmaktadır.
Bu gibi asılsız haberlere dayatılan ve bilimsellikle
hiçbir ilişkisi olmayan lüzumsuz münakaşaların zararlı sonuçlar vereceği,
vatandaşlarımızın arasında yanlış anlamalara neden olabileceği
değerlendirilmektedir. Bölücülere ve yurt içinde kargaşalık yaratmaktan fayda
bekleyenlere, yeni bir istismar konusu olarak uydurulmuş bir habere
dayandırılan bu münakaşalara son verilecek ve sıkıyönetim komutanlıkları da bu
konuda gerekli tedbirleri alacaklardır. Sıkıyönetim bölgelerinde, anılan
bildiri doğrultusunda gerekli önlemler alınacaktır."
Evet. Generallerin açıklaması böyle. Atatürkçülük adına,
1961 Anayasası'nı tağyir, tebdil ve ilga edenler, Atatürk'ün yarım asır önce
gerçekleştirdiği önemli uygulamalardan birini yeniden devreye sokacaklarına
ilişkin haberlerden üzüntü duyuyorlar.
İşin bir başka yönü daha var. Bu açıklama da diğer birçok
uygulama gibi asker değil politikacı tavrı olarak ortaya çıkıyor. Sanki, onlar
darbeci askerler değil, bir süre sonra politikaya atılacak ve belirli
kesimlerin oylarını yitirmekten korkan acemi siyasetçiler.
-28 Nisan 1981: Bakanlar Kurulu, 28.4.1981 tarih ve
8/2838 sayılı kararnameyle "Türk imamlarına Türk devleti yerine Suudi
Arabistan'ın Rabıtat-ül Alem-ül İslam (Rabıta) örgütünün aylık
bağlamasını", onayladı. Kararname, Resmi Gazete'de yayımlanmayarak
kamuoyundan gizlendi. Kararnamenin altında, tüm bakanlarla birlikte Devlet
Başkanı Kenan Evren'in, Başbakan Bülend Ulusu'nun, Başbakan Yardımcısı Turgut
Özal'ın ve o tarihte hastanede yattığını ileri süren Devlet Bakanı Mehmet
Özgüneş'in imzaları vardı. Olay, 1987 yılının Mart ayında Cumhuriyet Gazetesi
yazarı Uğur Mumcu tarafından ortaya çıkarıldı.
-23 Temmuz 1981: Atatürk devrimlerinin en önemli
ayaklarından biri olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu hükümleri yerle bir edildi.
Darbenin başı General Kenan Evren, Erzurum'da yaptığı konuşmada şunları
söyledi:
"Artık, yeni aldığımız bir kararla ilk ve
ortaokullarda, liselerde mecburi din dersi konacaktır."
Bu buyruk, 1982 Anayasasının 24. maddesinde yerini aldı.
-24 Nisan 1982: İslam Kalkınma Bankası'mn İstanbul'da
yapılan toplantısının açılışında konuşan Devlet Başkanı Orgeneral Evren, "İslam
aleminin ayrılmaz bir parçası" olduğumuzu söyledi.
-9 Haziran 1982: Devlet Planlama Teşkilatı 'nın
topladığı V. Beş Yıllık Kalkınma Planı Milli Kültür Özel İhtisas Komisyonu ,
büyük ölçüde Türk-İslam sentezcisi Aydınlar Ocağı üyelerinin egemenliğine
geçti. 1983 yılında yayınlanan Milli Kültür Raporu, Aydınlar Ocağı'nın bir
belgesi gibiydi. Raporun çeşitli sayfalarından yaptığımız şu alıntılar,
Aydınlar Ocağı ve 12 Eylül'ün laikliği hakkında ipucu verebilir:
"Sayın Cumhurbaşkanımızın Ramazan Bayramı mesajında
ifade ettikleri gibi, milletimizin ahlaki anlayışının kaynağı İslami
İnançlardır."
"Bu kadar canlı olarak yaşanan bir dinin ve ahlakın,
milli kültür planlamasında ihmal edilmemesi gerekir." (S. 141)
"Türk servesine uygun olan İslam'ın... sosyal ve
ekonomik kalkınmada rol oynadığına şahit olmaktayız." (S. 144)
-11 Haziran 1982: Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri
arasında örgütlenmeye çalışan İstanbul'daki Nurcuların, önde gelen 9 militanı
Sıkıyönetim Adli Müşavirliği tarafından gözaltına alındı.
-17 Haziran 1982: Süleyman Hilmi Tunahan'ın ölümünden
sonra Süleymancıların liderliğini üstlenen Kemal Kaçar ve arkadaşları hakkında,
Antalya Cumhuriyet Savcılığı tarafından ceza davası açıldı. Antalya Savcılığı
'nın iddianamesindeki dava gerekçesi şöyle:
"Tüm sanıkların, Süleyman Hilmi Tunahan tarafından
kurulan Süleymancılık tabir edilen tarikatın mensubu bulundukları, bazılarının
tarikatın üst kademelerinde yer alarak sevk ve idaresine karışıp idare
ettikleri, bazılarının ise sadece mensubu bulunup faaliyet gösterdikleri,
Süleymancıların gayesinin halifelik ile idare edilen ve bütün Müslümanları bir
bayrak altında toplayan şer'i bir hükümetin kurulması olduğunu, bunun için de
altyapı olarak izinsiz Kur'an kursları ve öğrenci yurtları açtıkları, bu
kurslarda tedrisat yaptırdıkları, her Süleymancının beş Süleymancı yetiştirmek
zorunda olduğu, iktidara gelmek için zaman geldiğinde eyleme geçeceklerini belirttikleri..."
"...Süleyman Hilmi Tunahan'm ölümünden sonra
idareleri sanıklardan Kemal Kaçar'ın devraldığı, elde edilen deliller, elde
edilen kitap, teyp ve onların incelemesini yapan bilirkişi heyetinin
mütalaasına göre, Süleymancıların Atatürk düşmanı olup, Atatürk için kafir
tabiri kullandıkları, cennetini toprak kabul etmediği için kemiklerinin dahi
bulunmadığı, cehenneme gittiği fikrinde oldukları, ele geçen Arapça kitap, teyp
ve notlar,.vesaikten anlaşılmıştır.
Kendi inanç ve felsefelerinin propagandasını, izinsiz
olarak açtıkları Kur'an kursu ve pavyonlarda çocuk denebilecek yaştaki gençleri
kendi doğrultularında eğittikleri, fikirlerini aşıladıkları, bu kursta Arapça
tedrisat yaptıkları, sanıkların siyasi hayata atıldıkları anlaşılan Kemal Kaçar,
Şerafettin Peker, Ali Ak, Mehmet Özgen ve Kadir Balcı'nın Süleymancılık
tarikatını koz olarak kullanıp 6187 sayılı kanuna muhalefetten nüfuz ve çıkar
sağladıkları..."
-24 Haziran 1982: Orgeneral Evren, Devlet Başkanı
sıfatıyla Zonguldak'a gitti. Kalabalığa hitaben konuşma yaparken kürsüdeki
bardaktan su içen Evren, kalabalığa dönerek, "Ramazan'da su içiyor diye
sakın beni ayıplamayın, ben seferiyim" diye mazeret belirtiyordu.
-1982: Süleymancılar, 1982 anayasasına evet oyu vermek için
darbe yönetimiyle pazarlık yürütüyor. Kenan Evren'in cumhurbaşkanlığı ile
birlikte halkoyuna sunulan 1982 Anayasası'nın 24. maddesi Şöyle:
"...Din ve Ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim
ve denetimi altında yapılır. Din Kültürü ve Ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitimi ancak
kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine
bağlıdır."
-l Eylül 1982: Atatürkçü (!) 12 Eylül'ün seçtiği,
Atatürkçü (!) Danışma Meclisi 1982 Anayasası'nı yapıyor. Danışma Meclisi'nin l
Eylül oturumunda, Anayasa tasarısının maddeleri üzerindeki görüşmeler sürüyor.
Tasarıda, isteğe bağlı olarak yer verilen din eğitimi ve öğretimi, Anayasa
Komisyonu tarafından, yeniden Genel Kurul'a getirilen bir madde ile ilk ve orta
öğretim kurumlarında zorunlu kılınıyor. Anayasa Komisyonu Sözcüsü Şenel Akyol,
Anayasa'nın başlangıç bölümünde Allah'ın adına yer verileceğini belirtiyor ve
bunun laikliğe aykırı bir yanı bulunmadığını söylüyor.
-20 Aralık 1982: Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK),
üniversitelerde kılık kıyafete ilişkin bir genelge yayınladı. Genelgede, kız
öğrencilerin üniversitelere başları açık gelmeleri isteniyordu.
-10 Ocak 1983: YÖK'ün başörtüsü genelgesi,
uygulanmaya başlandı. Başörtülülerin başını açtıkları veya okula perukla
gelmeye başladıkları gözlemleniyordu. 1968 yılında gündeme gelen başörtüsü,
daha doğrusu tesettür sorunu, yıllar sonra bu kararnameyle şeriatçıların
bayrağı oluyordu. Tartışmalar, eylemler yıllar sürecek, İslamcı kesim bulduğu fırsatı
çok iyi değerlendirip "zulme karşı savaş" açacaklar ve
önlerinde buldukları yoldu genişleterek yürüyeceklerdi.
Başörtüsü sorunu üniversitelerde, ilk defa 1968 yılında
gündeme geldi. Bu yıla kadar, İlahiyat Fakültelerinde bile başörtüsü takan
öğrenci yoktu. Başörtüsü takan ilk öğrenci, Neslihan Bulaycı oldu. Bulaycı,
başını inançlarından ötürü örtmüştü. İlahiyat'taki erkek öğrenciler, Bulaycı'yı
bayrak haline getirdiler. Bulaycı, buna karşı çıktı. "Ben inancım
olduğu için örtünmüştüm ama bunların inancı İslamı bölmektir" deyip
başını açtı.
Başörtüsü tartışması, daha sonra Ankara Üniversitesi Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ne sıçradı. Yıl, yine 1968 idi. Sol öğrenci
hareketinin Türkiye'nin gündemini belirlediği o günlerde, başörtüsü sorunu da
gazetelerin birinci sayfasına sıçramayı başardı.
Başını açmak istemeyen Hatice Babacan adlı öğrenci derslere
sokulmayınca, erkek öğrencilerle birlikte eyleme gitti. Günlerce boykot
yapıldı. Bu öğrenci daha sonra, fakülte yönetim kurulunun 11 Nisan 1968 günlü
kararıyla okuldan uzaklaştırıldı. Fakülte dekanı Prof.Dr.Hüseyin Yurdaydın, "baş
örtme yüzünden değil, öğretmenlerine hakaret ettiği için uzaklaştırdık" diyordu.
(AYGÜN, Hakan: Şeriatın Ayak Sesleri, Sf. 70. 1992, Ankara)
-Nisan 1983: Başbakanlık'ın bastığı "Terör ve
Terörle Mücadelede Durum Değerlendirmesi" adlı 12 Eylül darbesinin
ünlü kitabı, 'İrticai Faaliyetler' başlığı altında şeriatçı unsurlar ve
eylemlerini şöyle değerlendiriyordu:
"...Nitekim irticai unsurlar silahlı eylemlere
girişmedikleri ve faaliyetlerini ustalıkla dini görüş altında gösterebildikleri
için 12 Eylül'den sonra aşırı bir güç kaybına uğramamışlardır."
"...Tabanlarını korumanın yanısıra finansman temini
amacıyla ve devletin ekonomik politikası gereği Ortadoğu ülkeleri ile
yoğunlaştırılan ekonomik ilişkilerden yararlanarak, çeşitli adlar altında dış
alım ve dış satım şirketlerini faaliyete geçirmeleri, Milli Eğitim
Bakanlığı'nca 1981 yılında çıkartılan kıyafet yönetmeliğinde kız öğrencilerin
başörtüleri ile derse girmemeleri yönündeki maddeye karşı, İmam Hatip
Liselerinde, Yüksek İslam Enstitülerinde ve münferit de olsa bazı hadiselere
sebep olabilmeleri, Milli Görüş yanlılarının mütedeyyin kişilerden oluşan taban
üzerinde etkili olmaya devam edecekleri izlenimini ortaya çıkarmaktadır."
"...İrticai gruplar içinde, tarikat faaliyeti
gösteren ve geniş bir taraftar kitlesine sahip olan, Nurcu, Süleymancı,
Nakşibendi unsurlardan; Nurculuk ve Nakşibendilik tarikatlarının, 12 Eylül
harekatından sonra idari ve adli her türlü önlem alınmasına karşın özellikle
Nurcu kesimin fırsat kolladıkları ve olanak bulduklarında faaliyetlerini
sürdürmeye ve taraftar toplamaya çalışacakları değerlendirilmektedir.
İslam tarihindeki en eski ve büyük tarikatlardan biri
olan ve ülkemizde dört büyük şeyh etrafında toplanan Nakşibendi tarikatı
mensuplarının, 12 Eylül harekatı ile örgütsel yapıları bozulan bazı siyasi
parti taraftarlarının da katılması ile gün geçtikçe sayıları artmaktadır.
Sözkonusu kesim mensuplarının zaman zaman uğratıldıkları yasal koğuşturmalara
rağmen ev toplantılarını sürdürdükleri, boş düşünceleri olan kişileri
kazanabildikleri gözlenmektedir.
Tarikat faaliyeti göstermelerine rağmen değişik bir
görünüm arzeden ve bu değişik görünümü ile uzun seneler illegal faaliyetlerini
devlet yönetiminden saklamayı başarabilen Süleymancı unsurların, 12 Eylül
harekatından sonra temkinli davrandıkları gözlenmektedir. Özellikle, sahip
oldukları pansiyonlar, izinli ve izinsiz Kur'an kurslarında, 'Amaca ulaşmak
için her şey mubahtır, gerektiğinde yalandan ve iftiradan çekinmeyin'
ilkelerinden hareketle, Atatürk ve rejim aleyhtarı bir kitlenin yetişmesi için
çabalayan, küçük yaştaki çocuklara hurafe bilgiler aşılayan bu kesimin, 12
Eylül harekatı ile yukarıda konu edilen ilkelerine uyan bir tutum değişikliği
yapmaları, pansiyon ve derneklerinde Atatürk köşeleri düzenleyerek kamu
yararına çalışan kuruluşlar izlenimini vermeye çalışmaları, bu yöndeki
propagandalarını en etkili merciler nezdinde sürdürmeleri, en önemli
faaliyetleri olarak nitelendirilebilecektir."
Güzel... Bu bilgiler, 12 Eylül'ün en ciddi enformasyon
belgesinde yer alıyor. Şimdi en sondan, Süleymancıların pansiyon ve kuran
kurslarından başlayalım:
"Okul ve Kurs Talebelerine Yardım Dernekleri
Federasyonu. Resmi adı böyleydi. Kendileri de böyle kullanıyorlardı. İstihbarat
raporlarında ve basında ise, Süleymancılar Tarikatı diye adlandırılıyordu.
Sanırım, 1981 yılı sonlarına doğru bu kuruluş ile ilgili bazı bilgiler, Sayın
Evren'e ulaşmış olmalı ki, beni çağırıp bu konu ile ilgilenmemi istiyordu. Bu
derneğin durumu hakkında Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığından, Antalya'da
bazı gerici çalışmalar yapıldığını bildiren bir yazı da alıyorduk. Başkanları
Kemal Kaçar ve kimi üyeleri mahkemeye veriliyorlardı. Kısa bir incelemeden
sonra bu derneğe ait öğrenci yerlerinin kapatılması emrini yayınlıyorduk.
Yapılan işlemleri anlatmak üzere Sayın Evren'e
çıktığımda, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki Nurcuların çalışmalarına ait
aldığımız ihbarları da anlatıyordum. Dinledikten sonra şu yanıtı verdi: Sen
hele önce Süleymancıları hallet, sonra da Nurculara bakarız...
Derneğin kapatılması ile ilgili emir yayınlandıktan bir
süre sonra, eskiden de tanıdığım ve bir süre önce emekliye ayrılmış olan Tümg.
rahmetli Muzaffer Torgay ziyaretime geldi. Şunları anlattı bize: Ben bu
derneğin fahri başkanıyım. Bütün şubelerini gezdim. Hepsi düzenli. Okuyan köylü
çocukları pırıl pırıl. Bu dernek, halktan gördüğü çok büyük yardımlarla bugün
60.000'e yakın fakir çocuğu okutmaktadır. Genellikle, köyleri okullara uzak
olan köylü çocukları barınıyor. Üniversitelerde okuyan, dernek sayesinde mimar,
mühendis, v.b. olan gençler bulunuyor. Bu dernek, tamamen bir hayır
kuruluşudur; irtica ile hiç bir ilgisi yoktur...
Beraber getirdiği dernek temsilcileri de bazı belgeler
üzerinden açıklamalar yapıyorlardı. Özetle şunları söylüyorlardı:
...Bizim tarikatçılıkla bir ilgimiz yok. Derneği Süleyman
Tuna-han kurduğu için onlar böyle isim takmışlar. İlgisi yok. Asıl önemli konu
şu. Şimdi siz derneği kapattınız. Ancak burada barınan ve okuyan 60.000 çocuk
ne olacak? Sokağa mı atalım? Biz her türlü kovuşturmaya, yasal işleme ve cezaya
razıyız. Tabii bir suç bulunursa... (...)
Konuyu sayın Öztorun'a anlatıp, çocukları sokağa atmadan
bir önlem alınmasını kararlaştırıyor ve sıkıyönetim komutanlıklarına bir emir
yayınlıyorduk. Emir özetle şöyleydi: ...Tüm sıkıyönetim komutanlıkları
bölgelerindeki bu kuruluş ile ilgili her türlü incelemeyi ve kovuşturmayı
yapacaklar, sakıncalı görülenleri kapatacaklar ve bunlara ait bilgi ve
belgeleri, Federasyonun İstanbul'da olması nedeniyle, 1. Ordu ve Sıkıyönetim
Komutanlığı'na göndereceklerdir. Komutanlık, bu bilgi ve belgelere göre yasal
işlem yapılacaktır. Mahkeme sonuçlanıncaya kadar bu derneğin okutturduğu
çocukların sokakta kalmaması için, bunların barındıkları yerler açık kalacak, ancak
bunlar tümüyle sıkıyönetim komutanlıklarının denetiminde bulunacaktır..."
(BÖLÜGİRAY, Nevzat: Sokaktaki Askerin Dönüşü, Sf. 203-205. 1991,
İstanbul)
Bu sözler, dönemin Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon
Başkanı Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın sözleri. Özetle şunu diyor:
Süleymancıların şeriatçı çabalarını gördük, yasakladık, araya emekli bir
general girdi, kafamız karıştı, (ya da başka etkenler belirdi), onları devlet
güvencesinde serbest bıraktık.
Serbest bırakılma tarihi 21 Ocak 1982'dir. Süleymancılardan
şikayet eden Terör ve Terörle Mücadele Durum Değerlendirmesi adlı kitabın
yayını ise Nisan 1983. Yani, 12 Eylül yönetimi Atatürk ve laiklik karşıtlarını
saptıyor, yasaklıyor, serbest bırakıyor, sonra da şikayet ediyor. Ne
dersiniz?..
Şimdi aynı kitapta, yakınılan Nakşibendi tarikatına gelelim.
Yine, dönemin Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Korgeneral
Bölügiray'ın kitabına başvuralım. Çünkü Bölügiray hem olayın içinde, hem de 12
Eylül'ü yapanların önde gelenlerinden bin. Bakın neler diyor?
"Bizim hayret ettiğimiz konu şuydu; bu tür bilgiler (Nakşibendi
tarikatı ile ilgili istihbarat raporlarından söz ediyor. HN), istihbarat
raporları ve sayısız brifingler ile tüm komutanlara iletildiğine göre MGK'nin
de bunları bilmemesi olanaksızdı. Böyle olduğuna göre, MGK. nasıl oluyor da
kimileri bu tarikatın üyesi olan kişileri Ulusu Hükümetine alabiliyor ve daha
kötüsü 1983'den sonra ülkeyi, kimi üyeleri bu tarikattan olan bir yönetime
teslim edebiliyordu? Bu sorunun doyurucu bir yanıtını bir türlü öğrenemedik.
Hele, Nakşı Şeyhi Mehmet Zait Kotku'nun, Süleymaniye Camisi Bahçesi'ne
gömülmesi için MCK'nin özel kararname çıkartmasını ise Atatürkçülük ile hiç
bağdaştıramıyorduk..." (a.g.e. SI. 206 207)
Sayın Bölügiray, Turgut Özal'ın ve diğer Nakşibcndilcrin
Ulusu hükümetinde ne yaptığını; 12 Eylül'ün, hükümeti Özal'a nasıl teslim
ettiğini bir türlü anlayamıyor. Acaba, birçok kişide olduğu gibi onun kafasında
da "asli görevleri buydu" gibisinden bir soru oluştu mu?
Gelelim Nurculara. Bölügiray, Evren'c çıktığında Diyanet
İşleri Başkanlığı'ndaki Nurcuların faaliyetlerini anlattığı zaman Evren ne
diyordu: "Sen hele önce Süleymancıları hallet, Nurculara sonra
bakarız..." Nurculara bakmak için adı "sonra" olarak
konulan zaman kesiti hiç gelmedi, 12 Eylül döneminde. Ama Nurcular, yavaş
yavaş gündeme geldi ve şimdi, gündemden gitmiyorlar...
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder