13 Nisan 2015 Pazartesi

Apo mu Barzani mi?



Apo mu Barzani mi?





Gökçe Fırat,
19.12.2005


Büyük Kürdistan Projesi ve Sevr ekseninde Uluslararası Kürt Hareketi gerçeği


Kuzey Irak gerçeği: Sevr’in ilk başarısı

Türkiye için Kuzey Irak her dönemde büyük önem taşımıştır. Bunun böyle olmasının tarihsel bir nedeni vardır; bugün Kuzey Irak dediğimiz bölge, sonuçta Misak-ı Milli içerisindeydi. Misak-ı Milli içinde olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan, dolayısıyla “anavatan”dan ayrı düşen Kuzey Irak, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türk milletinin içinde bir acı ve özlem olarak kalmıştır.

Musul ve Kerkük sorunu olarak gündeme gelen bölge, bir yandan Erbil, Musul, Kerkük, Süleymaniye gibi tarihi, kültürü ve nüfus bileşimiyle Türk yurdu olan bir bölgedir. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde İngilizlerin işgal ettiği bölge anavatandan kopartılmıştır. Bu anlamıyla bugün Kuzey Irak dediğimiz olgu, Türkiye’nin bölünmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Emperyalistler Sevr’i uygulamakta başarısız oldular ancak Kuzey Irak’ta Sevr’in kısmi bir başarısı söz konusuydu. Lozan’da kazanılamayan Kuzey Irak önce Birleşmiş Milletler inisiyatifine, ardından İngiliz mandasına bırakıldı.

Kuzey Irak Musul-Kerkük sorunu dışında bir de Kürt sorununun yaşandığı bir bölgedir. Bugün Irak’tan koparak bağımsız bir Kürt devletinin kurulduğu bölgede, 1919’la 1923 arasında da benzer gelişmeler yaşanmıştır. Kuzey Irak’ın Türkiye’den kopartılmasında, Sevr’de çizilen Büyük Kürdistan planı etkili olmuştur.

Ancak Büyük Kürdistan için yola koyulan İngilizler, böylesi bir Kürdistan’ın imkânsız olduğunu iki yıl içinde anlarlar. Mutlak çoğunluğunu Türkler ve Arapların oluşturduğu bu topraklarda bir Kürt devleti kurmak coğrafyanın tabiatına aykırıdır. Bu aykırılığı gören İngiliz emperyalizmi, yanlış ata oynamaz ve Kürtleri yüzüstü bırakır. İngilizler için ondan sonra Arapları Türklere karşı kullanmak ve Kuzey Irak’ı da Arap bölgesi olarak bırakma planı uygulanır.

İngilizler bir Kürt devletni uygulamaya koymaktan vazgeçseler de, Kürtleri uzun vadede kullanmak için belli bir tedbir de alırlar. Petrolü denetleyen bölgeden Türkleri dışlamak kritik önemdedir. O nedenle tarihi bir Türk coğrafyası olan bölgede Kürtler üzerinde bir nüfus planlaması o zamandan başlanarak uygulanmaya başlanır. Mutlak azınlık Kürtlere bir yurt yaratılacaktır ancak bunun için önce Kürtlerin yaratılması gerekmektedir. Bu nedenle, tıpkı İsrail gibi, Kuzey Irak’ta Kürtlere serbestçe hareket edecekleri, çoğalacakları ve devletleşecekleri otonom bir arazi bırakılır. Manda altındaki Irak’a da bu kabul ettirilir.

Dolayısıyla Kuzey Irak, doğrudan doğruya emperyalizm tarafından Türkiye’den kopartılan ve Türkiye’ye karşı bir Kürt devletinin kurulması için tohumların atıldığı bölgedir.

Kuzey ve Güney çelişkisi

Türkiye’de ulus devletin başından itibaren iki düşmanı olmuştur, birincisi Şeriatçı hareket, ikincisi Kürtçü hareket. İki hareketin de kökü dışarıdadır. Şeriatçı hareket daha Kurtuluş Savaşı sırasında önemli ölçüde ezilir. Kürtçü hareket ise 1938’e kadar çeşitli ayaklanmalarla varlığını sürdürür.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkan Kürt isyanlarının, bugünkü durumumuza ışık tutacak nitelikleri vardır. Türkiye’de isyan çıkartanlar, her yenilgide Türkiye dışında üç ülkeye kaçacaktır: İran, Irak ve Suriye. Kürt ayrılıkçılığını besleyenler böylece sahnededir; İran, Suriye’yi denetleyen Fransızlar ve Irak’ı denetleyen İngilizler.

Kürt ayrılıkçılığı bir olgu olarak ortaya çıkınca hızla herkes tarafından kullanılmaya hazır bir harekete dönüşür. Emperyalistler tarafından bölünen ve parçalanan bölgelerden manda yönetimleri ayrıldığı zaman geriye miras olarak Kürt kartını bırakırlar. Toprakları yapay olarak bölünen ve yapay devletler olarak oluşan bölge ülkeleri, kendi yapaylıklarını diğer devletlere karşı savunmak için Kürt kartını oynarlar.

Türkiye’ye karşı daha başından bu yana, Suriye’nin, Irak’ın ve İran’ın -Ermenisten’ı saymaya bile gerek yok!- desteklediği Kürt ayrılıkçılığı, Türkiye’den kopartılan Türk topraklarını elde tutmanın tek aracıdır.

Fakat Kürtleri karşı tarafa karşı kullanma eğilimi, bir noktadan sonra bambaşka bir durumu ortalya çıkarır. Özellikle 1960’lı yıllardan itibaren gelişen bir olgu 80’li yıllarla birlikte bugünkü durumu yaratır. 1950’de İran’da, 1960 sonrası Irak’ta ilan edilen Kürt bağımsızlıkları ve hemen ardından ezilmeleri ile birlikte, tüm ülkeler için tehlike artık komşu ülkeler olmanın ötesine taşar ve Kürtler bu ülkelerin her birini tehdit eden bir dinamik olarak ortaya çıkar.

Bun noktadan sonra Irak’ın bir Kürt sorunu vardır, Suriye’nin bir Kürt sorunu vardır, İran’ın bir Kürt sorunu vardır, Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır. Fakat bölge ülkeleri kendi Kürt sorunlarını çözmenin yolu olarak, diğer ülkelerin Kürt sorunlarını kullanmak gibi bir stratejiye yönelirler. En bariz örneği, Türkiye’nin Irak Kürtlerini desteklemesine karşılık, Irak’ın Türkiye Kürtlerini desteklemesidir.

1980’le 2000 yılları arasının temel olgusu budur: Türkiye, kendi güneyindeki Kürt aşiretleri ile Türkiye’deki Kürtçü hareket arasında bir çelişkilerden faydalanma politikası izler. Bizdeki Kürtçü hareket ile Irak’taki Kürtçü hareketin tarihsel rekabeti böylece doğacaktır. Türkiye açısından böyle bir rekabet, bir çatıştırma ortamı olarak değerlendirilecek ve Türkiye Kuzey ile Güney arasınaki çelişkiden faydalanacaktır.

Türkiye’nin Kürt politikasında yol ayrımı

Bugün yaşadıklarımızı böyle bir tarihsel geçmiş içinde ele alarak işe başlayabiliriz ancak burada tarihsel alana saplanıp kalmamak gerekmektedir. Çünkü Türkiye’nin gerek siyasetçileri, gerek askeri ve sivil yöneticileri, gerekse medyası, hâlâ geçmiş dönem verileri üzerinde bir Kürt politikası izlemektedirler. Geçmiş dönem verisi bellidir: Türkiye’de bir Kürtçü hareket vardır, aynı şekilde Kuzey Irak’ta da bir Kürtçü hareket vardır. Ancak bu hareketler birleşik değil, ayrı hareketlerdir, hatta birbirine rakip hareketlerdir.

Böyle bir sabit üzerine inşa edilen Kürt politikasının 1980-2000 yılları arasındaki sonucu: PKK ile mücadele ederken, Irak’taki Kürt aşiretlerini desteklemekti.

Bugüne kadar devam eden bu politikada bugün bir yol ayrımına gelinmiştir: Türkiye, “Apo mu Barzani mi?” tercihi ile karşı harşıyadır. Ya temel düşman olarak Barzani’yi belirleyecek ve bunun sornucu olarak da Apo ile barışacak ve O’nu kullanacaktır ya da Barzani’yle anlaşarak kendi topraklarını da Barzani denetimine açarak Apo’yu bitirecektir.

Her iki tercihin de kendi içindeki argümanları yaratılmakta ve destekleyicileri piyasaya sürülmektedir. Türkiye’nin son altı ayda bu kadar yoğun bir şekilde Barzani’yi tartışması sebepsiz değildir. Ama bu tartışmanın ilk çıkışını da iyi tespit etmek gerekir: ABD’nin Irak işgali için 1 Mart Tezkeresi.

O halde tartışmanın başlangıcının ABD’nin bölgedeki politikaları ve yönelimleri ile doğrudan bağlantılı olduğunu ilk elde teslim etmek zorundayız.

Fakat Türkiye’yi “Apo mu Barzani mi?” tercihine getiren tüm kesimler gerçekliği okuyamamaktadır. Dünün gerçekliği ile bugününki farklıdır: Dün belki iki ayrı Kürt hareketinden bahsedilebilirdi ama artık tek bir Uluslararası Kürt Hareketi sözkonusudur. Kürt hareketi tekse, ortada tercih olamaz, tüm tercihler sizi aynı sonuca götürür!

Öyleyse güncel gerçeklik nedir?

İki Kürdistan planından tek Kürdistan planına

ABD’nin Irak’a müdahelesine kadar Batıda iki Kürdistan planı kuruluyordu. Biri ABD’nin desteklediği Kuzey Irak merkezli ABD denetiminde bir Kürt devleti, ikincisi ise AB’nin desteklediği Türkiye’nin Güneydoğusu merkezli bir Kürt devleti.

Dolayısıyla Kürt meselesi, aslında AB ve ABD arasındaki çelişmenin bir yansımasıydı. Bunun böyle olmasının tarihsel kökleri de bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hem Avrupa’nın, hem de ABD’nin farklı Kürt devleti planları vardır. Her iki güç de uzun yıllar boyunca kendilerine bağlı bir Kürt devleti kurmak için çalıştılar, hazırlık yaptılar.

Ancak Birinci Körfez Savaşı sonrası ABD Kürt politikasını yönlendirmede öne çıkmaya başladı. Özellikle Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerini denetimine alarak kendi Kürt devleti için bir üs yaratmış oldu. Bu üssün, aynı zamanda petrol bölgesi olması, tarihsel olarak da Avrupa’nın etki alanında bulunmasının da altını çizelim. ABD’nin Kürt hamlesi, AB’nin etki alanını en can alıcı noktada sınırlamaktadır. Ve Avrupa’nın Orta Doğu’dan dışlanmasının da başlangıcıdır.

Bu noktada Avrupa’nın Kürt politikasında devre dışı bırakılması olgusunu tespit etmeliyiz. Bu devre dışı kalmanın ilki, özellikle Fransa kanalıyla Kuzey Irak’taki Kürt aşiretleri ile kurulan sıkı bağların, ABD’nin kurduğu daha sıkı bağlar yanında yetersiz kalmasıdır. Kuzey Iraklı Kürt aşiretleri, “AB mi ABD mi?” tercihinde, ABD’den yana tercih koymuşlardır. Çünkü bu aşiretler AB ile ABD arasında çelişmenin, bu çelişmeden yararlanılamayacak kadar keskinleştiğini görmüşlerdir.

İkincisi ise PKK hareketidir. PKK hareketi özellikle Avrupa merkezli bir hareketttir. Her dönemde ABD ile ibirliği yapmıştır ama örgüt Avrupa’dan yönlendirilmektedir. PKK liderleri de özellikle Irak’a ikinci müdahale ile birlikte tercih noktasına gelmişlerdir: Kuzey Irak’takiler ABD’yi arkalarına alarak Kürdistan’ı kurarken, onlar hâlâ Avrupa’ya dayanarak zaman mı kaybedeceklerdi?

Ancak PKK açısından çok daha zorlayıcı bir durum da vardı: PKK’nın temel askeri gücü Irak’ta bulunmaktadır ve bu bölge ABD denetimindedir. PKK bu gücü ya ABD denetimine sokacaktır ya da ABD bu gücü yok edecektir. Yok olmakla ABD’nin yanında koşulsuz yer almak arasındaki tercihinse sonucu baştan bellidir!

Türkiye’ye Apo-Barzani kıskacı

Görüldüğü üzere iki örgüt de, yani Apo da Barzani de, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile birlikte artık mutlak olarak ABD denetimine girmiştir. Bunun böyle olmasının sonucu ise tüm denklemin değişmesidir. Eskiden Türkiye Apo ile Barzani arasındaki çelişkiden faydalanırken, artık ABD her ikisini de kullanarak Türkiye’yi tehdit etmektedir.

Tehdidin iki ucu da keskindir.

Bir yandan Türkiye’ye Barzani tehdidi gösterilmektedir: Kuzey Irak’ta güçlü bir Kürt devleti Türkiye’deki Kürtler için de bir çekim merkezi olacaktır. Türkiye’nin bunu önlemesi için kendi Kürtlerini hoş tutması gerekmektedir. Bunun yolu ise Apo’ya oynamaktır. Güçlü Apo Türkiye’yi Barzani’ye karşı koruyacaktır. Apo’nun son dönem Türkiye yanlısı, Atatürk yanlısı çıkışları ise bunun için iyi bir vesiledir.

Diğer yandan Türkiye’ye Apo tehdidi gösterilmektedir. PKK’nın silahlı eylemleri sonuçta Türkiye’yi vurmaktadır. Böylesi bir savaşa devam etmektense, Barzani’ye oynamak olanaklıdır. Türkiye Kuzey Irak’ta bir Kürt devletini kabul eder, hatta onunla iyi ilişkiler geliştirirse Türkiye içindeki Kürtleri de susturabilir.

Ancak ABD’nin bu iki ucu keskin tercihinin sonucu iki ucun daha da keskinleşmesidir. Apo’ya oynayan Türkiye de, Barzani’ye oynayan Türkiye de sonuçta Kürtçülüğü kabul etmek zorunda kalır ve aslolan da örgütler değil örgütlerin zemini olan Kürtçülüktür.

Kaldı ki Apo ve Barzani burada bile birbirinin rakibi değildir, Barzani’yi kabul eden Apo’yu da kabul edecektir. Nitekim Barzani’nin temel taleplerinden birisi PKK’ya aftır.

Türkiye’nin Sevri: Büyük Kürdistan

Kaldı ki burada çok daha önemli bir tarihsel gerçekliğe işaret etmemiz gerekir. Kürt hareketi, 80 yıl sonra, ilk defa Büyük Kürdistan hedefi etrafında toparlanmaktadır. Bugüne kadar her bir bölge ülkesinde o ülke içinde kurulacak Kürt devletleri için mücadele eden örgütler vardı. Böyle bir mücadele içinde olan örgütleri birbirine karşı kullanmak mümkündü. Ancak bugün, ABD denetimindeki örgütler Sevr’in Büyük Kürdistan planı etrafında mutabakata varmışlardır.

ABD’nin Orta Doğu politikasının 100 yıldır Büyük Kürdistan hayali olduğu bilinmektedir. ABD açısından Irak’a müdahale, aynı zamanda Büyük Kürdistan operasyonunun da başlangıcıdır. ABD’nin ilk müdahale ettiği Irak’ta bir Kürt devleti kuruldu bile. ABD’nin Suriye’ye ve İran’a müdahalesinde de aynı sonuçların alınacağı gün gibi ortada. Yani her ABD müdahalesi, Büyük Kürdistan’ın bir parçasının daha kurtarılması demektir.

Bu perspektiften bakınca hem Barzani’yi hem de Apo’yu yerli yerine oturtabiliriz.

Apo açısından bakarsak, Türkiye yanlısı ve Türkiye içinde, ayrı bir devlet kurmadan demokratik bir çözüm isteyen bir PKK varlığı söz konusu olabilir mi?

PKK, bunun propagandasını yapmaktadır ama gerçek bambaşkadır. Türkiye içinde demokratik bir çözüm arayan bir örgüt, aynı anda hem Suriye’de, hem İran’da, hem de Irak’ta neden gerilla hareketi yürütür! Cevap çok basittir; dört ülkede faaliyetin tek sebebi, PKK’nın Büyük Kürdistan için çalışan bir örgüt olmasıdır.

Kaldı ki PKK’nın, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da bile faaliyette olduğunu biliyoruz. Yani ABD’nin her operasyon bölgesinde bir PKK faaliyeti sözkonusudur.

Bunun tek bir açıklaması vardır: PKK, ABD’nin uluslararası operasyonal gücüdür.

Burada Apo ile Barzani arasındaki rol dağılımı da ortaya çıkar: Barzani, Kuzey Irak merkezli Kürdistan’ın sabit gücü olarak güçlendirilirken Apo bu Kürdistan’ın Türkiye, Suriye ve İran’a doğru büyütülmesinin temel uygulayıcısıdır. Apo’nun saldırılarına maruz kalan ülkelere ve elbette Türkiye’ye ise Barzani’ye sığınmak önerilmektedir!

Türkiye himayesinde Kürdistan palavrası

Büyük Kürdistan olgusu aynı zamanda Türkiye’nin Sevri demektir. Bir Sevr’den bahsediyorsak, bunun Kürt sorunu açısından temel sonucunu görmemiz gerekir. Sevr demek Türkiye’nin Güneydoğusunun Türkiye’den kopartılmasıdır. Eğer ABD’nin Sevr gibi bir projesi varsa Türkiye’ye düşen tek seçenek parçalanmak ve bölünmektir.

Oysa günümüzde ABD’nin Türkiye’ye Kuzey Irak’ta Kürdistan’ı himaye rolü verdiği tartışılmaktadır. Daha doğrusu bir olta olarak bu sunulmaktadır. Türkiye Kuzey Irak Kürdistanı’nı himayesine alırsa rahat edecektir. Böylece Türkiye bölgede güçlü bir ülke olacaktır, hatta bir İsrail olacaktır.

Ancak bunun propagandasını yapan merkezler Türkiye’ye çok ciddi bir tuzak kurmaktadırlar. ABD hiçbir zaman için Türkiye’ye böyle bir hamilik rolü vermez. Bırakalım Kuzey Irak’ı ABD Türkiye’nin Orta Asya’da bile böyle bir rol üstlenmesine izin vermedi! Kaldı ki o dönem Türkiye’nin başında Özal bulunuyordu. Yani daha Amerikancısı bulunamazdı.

Ama ABD’nin bakış açısı 100 yıldır değişmemiştir. ABD açısından Türkiye güçlendirilecek bir ülke değil yokedilecek bir ülkedir. Böyle bir ülkeye bölgesel roller vermek ise bir emperyalist güç açısından göze alınacak risk değildir!

Dolayısıyla ABD tarafından Türkiye’ye verilebilecek bir İsrail misyonu olamayacağına göre, Türkiye bu role talip olmasın diye propaganda yapmak da başka bir değirmene su taşımaktır. Türkiye İsrail olmasın diye, sözümona anti Amerikancılık yapanların Türkiye’ye önerisi Apo ile uzlaşmaktır! Yani Barzani’nin federasyonuna hamiliğin alternatifi Apo’lu bir Türkiye’ye razı olmaktır.

Görüldüğü üzere “Apo mu Barzani mi?” tartışması temel süreç olan Sevr ve Büyük Kürdistan planı çerçevesinde bakıldığında yerli yerine oturmakta, Apo’yu seçmek de Barzani’yi seçmek de ABD’yi seçmek sonucuna çıkmaktadır. Kürtler arasında yapılacak her bir seçimin sonucu ise Türkiye’nin elayhine ve ABD’nin leyhinedir.

Türkiye burada “Apo mu Barzani mi?” tercihi ile değil, “Türkiye mi ABD mi?” tercihi ile karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Türkiye diyenler için Apo da Barzani de ABD’nin güdümündeki iki grup olarak karşıya alınacak ve mücadele edilecek gruplardır.

Burada özellikle ulusal güçler içindeymiş gibi duran kimi karanlık güçlerin misyonu üzerinde bir vurgu daha yapmamız gerekir. Son dönemde TV’lere Barzani’nin temsilcilerni çıkartıp açıktan Türkiye düşmanlığı yaptıranlara, dergilerinde ve gazetelerinde Türkiye’nin Barzanileştirildiğini yayanlara dikkat edin. Bu nasıl bir ulusalcılıktır ki hem Türkiye’nin asıl düşmanı Barzani’dir diyeceksin hem de onun propagandasını kendi olanaklarınla yaptıracaksın.

Eğer Türk milletine Kürtd tehlikesinin boyutlarını göztermek gibi bir niyetiniz var da milleti uyandırmak için yapıyorsanız aptallığı bırakın bu millet zaten 30 bin evladını Kürtçü teröre kurban verdi tehlikeyi canıyla bilir. Yok eğer reyting uğruna yapıyorsanız yine yanılıyorsunuz en fazla Kürtçülere bedava bir tv programı yaptırmış olursunuz.

Ama bu kadar salak değilseniz ABD’nin kıskaç operasyonunda görevlisiniz ve Türkiye’ye Apo’yu kabul ettirme operasyonunun aletisiniz demektir!

ABD Apo’dan vazgeçemez!

Kürt sorununda geldiğimiz noktanın ve bundan sonraki gelişmelerin ne olacağını da belirtmemiz gerekmektedir.

1- ABD’nin tek bir Kürt Hareketi yaratması ve bunları koordine etmesi sonucu tarihte ilk defa tüm Kürt örgüt ve hareketleri arasında uzlaşma sağlanmıştır. Bugüne kadar kendi aralarında iç savaş veren örgütlerin son üç yıldır can ciğer kuzu sarması olması tesadüf değildir. ABD’nin Kürdistanı kuracağına güvenen tüm Kürt hareketleri, bunun bir parçası olmak yolunu tutmuşlardır.

Bugüne kadar Kürdistan’ı kurmayı kendi görevleri olarak gören örgütler açısından diğer örgütler önemli bir rakipti. Oysa artık Kürdistan’ı ABD kurduğuna göre diğer örgütler rakip değil kardeş olmuş demektir. Çünkü hiçbir örgüt ya da hareketin artık Kürdistan’ı ben kurarım iddiası kalmamıştır!

Bu dediğimizin doğru olduğunu tüm Kürt hareketlerinin son üç yılını inceleyen herkes tespit edecektir. O halde Kürt örgütleri ve sözde liderlikleri arasında olmayan ayrışmalar veya rekabetler yaratarak ulusal bir politika belirleme şansı yoktur. Ulusal politikanın biricik yolu ABD ile cepheleşmektir.

Ancak çeşitli Kürtçü hareketlerin kendi aralarındaki tartışmaları ve birbirleri aleyhindeki propagandalarını ise sadece iyi bir tiyatro oyunu olaka görmek gerekir.

2- ABD açısından hem Barzani hem de Apo şu dönem için vazgeçilmezdir. Çünkü Büyük Kürdistan ancak bir merkezden yönlendirilebilir ki bu merkez Kuzey Irak’ta kurulmuştur ve başında da Barzani vardır. Ancak Barzani’nin Kuzey Irak’taki hareketi diğer ülkelere genişletme şansı yoktur. Çünkü basit bir yerel aşirettir. Aşiretin gücü ise diğer ülkelerde yoktur.

Bu noktada iş PKK’ya ve Apo’ya düşmektedir. Daha modern şehir örgütü olan PKK’nın, operasyonal bir rolü olabilir. PKK, modern bir Kürtçü örgüt olarak diğer ülkelere çok rahatlıkla sızabilir ve etkili olabilir. Nitekim gerek Suriye, gerekse İran’da Kürtçü hareketin temelini Apo oluşturmaktadır.

Böylesi bir güçten ABD’nin ne Barzani için ne de Türkiye için vazgeçmeyeceği çok açıktır. ABD bir güçten ancak o güce artık ihtiyacı kalmadığı zaman vazgeçer!

3- Türkiye açısından güncel ve gerçek tehdit Apo ve PKK’dır. Türkiye’nin K.Irak’ta bir Kürt devletine karşı çıkmasının temel dayanağı bu devletin Türkiye için de bir emsal teşkil edeceğiydi. Bugün K. Irak’ta bu devlet kurulmuş durumdadır. O halde sorunumuz, bunun emsal teşkil ettiğini söyleyecek güçtür. Bu ise PKK’dır. Bugün için Barzani’nin Türkiye’den bir toprak talebi olamaz çünkü bunu sağlayacaak imkânı ve dayanağı yoktur. Ancak bunu talep edecek potansiyeli Apo denetlemektedir.

Güneydoğu belidiyelerini alan, böylece bölgenin kendisine ait olduğunu iddia eden Apo hareketi, Türkiye’nin mutlaka önlemesi gereken düşmanıdır. Böylesi bir gücü denetim altına almak ya da kullanmak olamaz.

Üstelik Türkiye’deki Kürtçü hareketin temel talebinin artık “Apo’ya özgürlük” olduğunu da görmemiz gerekir. ABD’nin de planı aynıdır. PKK’yı intifadaya sokup; Apo’ya Mandela rolü vereceklerdir.

Büyük Kürdistan’ı Küçük Kürdistan’la engelleyemezsiniz!

4- “Apo mu Barzani Mi?” tercihi Türkiye için Büyük Kürdistan olmaması için Küçük Kürdistan’a razı olma tercihidir. Kuzey Irak’taki ya da Güneydoğumuzdaki bir Küçük Kürdistan’a verilecek izin, ister istemez Bülyük Kürdistan’a doğru bir genişlemeyi güçlendirecektir.

Bu bakımdan Türkiye şunu görmelidir ki Büyük Kürdistan’a Küçük Kürdistan’a razı olarak engel olamazsınız. Tersine Küçük Kürdistan’a razı olanlar Büyük Kürdistan’ı kabul etmek zorunda kalırlar! Elini veren kolunu kaptırırmış...

5- Türkiye’nin “kırk katır mı kırk satır mı” tercihinden sıyrılmasının biricik yolu, Kürtçülükle ve Kürtçü terörle mücadele etmektir. Düşmanın serbest olduğu yerde düşman güçlenir. Bugün Türkiye’de Kürtçü terörün güçlenmesinin tek nedeni serbest olmasıdır.

Teröre, yasal yoldan, askeri yoldan karşı konulmadıkça Türkiye Büyük Kürdistan’a ve Sevr’e engel olamaz. Tıpkı kırmızı çizgilerimizin aşılmasına engel olamadığı gibi.

Türkiye’nin terörle mücadelesinde ve Kürtçülükle mücadelesinde iki handikapı vardır. Birincisi siyasal iktidarla bölücü örgütün yolları kesişmekte ve birleşmektedir. Ama daha vahimi Türkiye’nin askeri otoritesi artık terörle mücadele mevzisinden çıkmıştır. Eğer önümüzdeki Eylül ayında Türkiye’nin terörle mücadele etmesinin yolunu açacak yeni bir askeri komuta kademesi gelmezse Türkiye toptan elden çıkmış demektir.

O nedenle Türk milletinin acil ihtiyacı, terörle mücadele edecek bir komuta kademesidir.

6- Devletin çözemediği sorunu Türk milleti çözer!

Her sorun kendini çözecek toplumsal güçleri de ortaya çıkarır. Bugün Kürt terörü Türk devletini değil aynı zamanda Türk milletini hedef almakadır. Türk devleti bu terör karşısında kendini koruma refleksini bırakmış olabilir. Ancak millet bu refleksi bırakmaz.

Türk’ün sabrını, hoşgörüsünü, iyiniyetini kimse onun uyuduğuna, aptal olduğuna yormasın. Bu Türk’ün sevgi dolu bir millet olmasındandır. Türk, bir yere kadar affedicidir. Yunanlılar için o yer Akdeniz’di ama sizin denize kıyınız bile yok, korkarız denizde değil toprakta boğulursunuz...

Kürdistan’ı Alaska’da kurun!

7- ABD emperyalizminin dünya hakimiyetine güvenenler fena halde yanılıyorlar. Kurulan tüm ulus devletlerin dağılacağını, haritaların değişeceğini, Türkiye’nin de bu gerçeği görüp kendi haritasını kendisinin değiştirmesini önerenler bize ezber bozmayı öneriyorlar. Oysa günümüzün en büyük ezberi ABD’nin kazanacağıdır: Bizce siz ezber bozun, bilin ki ABD kazanamaz, her etnik kalkışma devletleşemez ve haritalar kimi zaman tam tersine de değişebilir.

Bu noktada İran Cumhurbaşkanı’nın İsrail’le ilgili son açıklamaları ezilen milyonların içinden geçenlerdir. Batılılar kendi yarattıkları sorunu bizim topraklarımızda çözmeye çalışıyorlar. İsrail’in kuruluşu buna örnek ama kurulmak istenen Kürdistan da bunun örneği.

Gerçek şu ki Kürt diye bir milleti Batılılar yarattılar. Kürt örgütlerini onlar kurup onlar silahlandırdılar. Ama bizim topraklarımızda bir Kürdistan kuracaklar. Alın Kürtlerinizi Kürdistanınızı kendi ülkenizde kurun: Alaska’yı İsrail’e ayırmadıysanız Kürdistan için buzce uygundur...

http://www.turksolu.com.tr/97/basyazi97.htm

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder