TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ, 6
KIŞKIRTMA KIŞKIRTMADIR.
-6 Eylül 1969: Erbakan, "TCK.nun 163.
maddesini değiştireceğiz" sloganıyla, genel seçimlere Konya'dan
bağımsız aday oldu.
-8 Ekim 1969: Konya'da "İmanlı Büyük Türkiye
Mitingi" yapıldı. Erbakan yandaşları mitingde, "Memurların
masasına / Solcuların kafasına / Masonların kasasına / Hak yol İslam
yazacağız" pankartları taşıdılar.
-12 Ekim 1969: Erbakan, Konya'dan bağımsız
milletvekili seçildi.
GAGARİN UZAYDA, MARİLYN ÖLDÜ, BARNARD SAHNEDE
Dünyayla aramızdaki fark açıldıkça açılıyordu. 1917'de
kurulan SSCB, 15 Nisan 1961'de Yuri Gagarin'i uzaya giden ilk insan unvanıyla
onurlandırırken, 1920'de kurulan Türkiye Cumhuriyeti kimlerin cenaze namazının
kılınamayacağını tartışıyordu. Ağustos 1961, Berlin duvarının yükseldiği ay
oluyor. Yves Saint Laurent, moda dünyasını güçlü soluğuyla sarsarken, sarışın
bomba Marilyn Monroe'nin 36 yaşında ölümü (Ağustos 1962) herkesi üzüyordu.
Dönemin en ünlü kişilerinden biri de, ilk açık kalp ameliyatını yapan,
yakışıklı cerrah Dr.Barnard'dı. Dr.Barnard'ın ilk kalp naklini gerçekleştirdiği
1967'de Türkiye Kur'an kurslarıyla, din dersleriyle uğraşıyordu. Dünyada 68
fırtınası esmeye başlıyor, aynı günlerde Dolmabahçe Camii'nde ilk toplu namaz
kılınıyor (19 Mayıs 1968), 20 Temmuz 1969'da ABD'li Neil Armstrong ve Edwin
Aldrin aya ilk ayak basan insanlar unvanı ile onurlanıyorlardı.
- 26 Ocak 1970: Milli Nizam Partisi, siyasal yaşamda
yerini aldı. Partinin 18 kurucusu şunlar:
1- Necmettin Erbakan (Prof.Dr., Makine Yük.Müh., Konya
Milletvekili.)
2- A.Tevfik Paksu (Tüccar, eski K.Maraş Senatörü)
3- Ali Haydar Aksay (Adana'da avukat)
4- Süleyman Arif Emre (Avukat, eski Adıyaman Milletvekili)
5- H.Tahsin Armutcuoğlu (Ankara'da avukat)
6- Ömer Çoktosun (Konya'da tüccar)
7- Ekrem Ocaklı (Çiftçi, eski Gümüşhane Milletvekili)
8- Ö.Faruk Ergin (Emekli memur)
9- Saffet Solak (Prof.Dr., Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi)
10- Hasan Aksay (İlahiyatçı, eski Adana Milletvekili)
11- Ali Oğuz (İstanbul'da avukat)
12- İsmail Müftüoğlu (Adapazarı 'nda avukat)
13- Nail Sürel (Tekirdağ'da avukat)
14- İ.Fehmi Cumalıoğlu (Müteahhit, Yük.Müh.)
15- Hüsamettin Fadıloğlu (Müteahhit, Yük.Müh.)
16- Bahaddin Çarhoğlu (Tüccar)
17- Mehmet Sataoğlu (Müteahhit, Yük.Müh)
18- Rıfat Boynukalın (Mak.Yük.Müh.)
Partinin kuruluş beyannamesinin son bölümünde, siyasal mesaj
oldukça açık veriliyor:
"...Milli Nizam Partisi'nin kurulduğu bugünün mana
alemindeki yeri, milli heyecanın birikip, birikip coşkun bir deniz halini aldığı
bir anda, bu denizi kendi şeddinin arkasında zor zaptetmeye başlayan azametli
barajın artık su kapaklarının açılmaya başladığı gündür. Milletimizin
fıtratındaki yüksek ahlak ve fazilet bu kapakların açılmasıyla kuvveden fiile
çıkacak, Milli Nizam Partisi'nin muntazam kanallarından dörtbir yana dağılarak
bütün yurt sathında, her tarafa; refah, saadet ve selamet götürmeye
başlayacaktır. Bugün bu mutlu gündür. Bütün milletimize uğurlu ve hayırlı
olsun.
Aziz Milletimiz;
Bugün, asırlarca insanlığı meyvalarıyla besleyen büyük
medeniyet ağacımızın, son asırlarda içinden kemirilerek çürütülüp devrildiği
elverişsiz iklim şartları muvacehesinde, her an yeniden insanlığa örnek
medeniyetler kurabilme cevherinin bir tohum içinde sakjı hale geldikten ve uzun
yıllar çeşitli tesirler altında sadece içine çekilen milli cevherin bu mukaddes
tohumunun büyük ve gür medeniyet ağacını yeniden meydana getirmek üzere kendi
kabuğunu deldiği gündür. Bugün, bu mutlu gündür. Bütün milletimize uğurlu ve
hayırlı olsun.
Aziz Milletimiz;
Bugün daima Hak'ka bağlılıkta, Hak'kı tutmakta; iyiyi
destekleyici, kötüyü men edici hüviyetiyle insanlık tarihinin en ulvi mahreki
üzerinde yürüyen Büyük Milletimizin çeşitli tesirlerle kendi yolundan
saptırılması gayretlerinin hüküm sürdüğü oldukça uzun bir devreden sonra
yeniden ulvi ve şanlı tarihi yörüngesi üzerine oturtulması için füzelerin
ateşlendiği gündür. Milli Nizam Partisi; milletimizi karışık ve karanlık
devrelerden sonra aydınlığa götürecek, onu, parlak tarihi yörüngesi üzerine yeniden
oturtmak için ateşlenen güçlü füzedir. Bugün, bu füzenin ateşlendiği gündür.
Bugün, bu mutlu gündür. Bütün milletimize uğurlu ve hayırlı olsun..."
-8 Şubat 1970: MNP'nin kuruluş kongresi, Ankara'da "Allahü-ekber,
Amin, İnşallah" nidaları ve tekbir sesleriyle yapıldı.
-12 Mart 1971: İmam Hatip okulu sayısı 72'ye çıktı.
MSP DARWIN'LE SAVAŞIYOR
-20 Mayıs 1971: Milli Nizam Partisi, Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatıldı.
-11 Ekim 1972: Milli Selamet Partisi kuruldu.
Partinin başına, Süleyman Arif Emre getirildi. Parti çok kısa bir sürede 42 il
ve 250'yi aşkın ilçe merkezinde örgütlendi. Parti tüzüğünde amaç maddesi
şöyleydi: "Ferdi, aileyi ve cemiyeti buhranlardan kurtarıp, manevi ve
maddi bakımdan tarihimizde olduğu gibi en ileri seviyesine ulaştırmak."
MSP Programı, MNP programıyla neredeyse kelimesi kelimesine
aynıydı. MSP de, MNP gibi tarikatlar konsensüsü üzerine kurulmuştu.
Genel Yayın Müdürlüğünü Altemur Kılıç'in yaptığı Devir
dergisi, Milli Nizam Partisi'nin kapatılmasından sonra MSP ve Erbakan için
Şunları yazıyordu:
"MNP kapatıldığı sırada sıkıyönetim de ilan
edilmişti. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, gene Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılan TİP yöneticileriyle birlikte MNP yöneticileri hakkında da
soruşturma açılması için askeri savcılığa talimat verdi. Soruşturma, TCK.nun
163. maddesine göre yürütülüyordu. Soruşturma sonunda MNP (Genel Başkanı
Erbakan ile milletvekilleri hakkında dokunulmazlıklarının kaldırılması için
hazırlanan dosya TBMM başkanlığına verildi. Ama ne olduysa oldu, dokunulmazlık
dosyası komisyonda eridi, gitti. Erbakan bu arada Avrupa'da boy gösteriyor,
Almanya'da Tek Nizam gazetesini yayın hayatına sokuyordu. Dosyanın komisyonda
unutulduğu haberi Erbakan'a çabuk ulaştı. Sıkıyönetim Komutanlığı da konuyu
daha fazla kurcalamayınca Erbakan geri döndü. Ama sütten ağzı yandığı için
yoğurdu üfleyerek yemeğe karar vermişti. Tam geri döndüğü sıralarda kurulan
Milli Selamet Partisi'ne kaydolmadı. Ama devamlı geziler yaparak vatanı bu
partinin kurtaracağının propagandasını yaptı. Seçimlere birkaç ay kala da
resmen partiye kaydoldu." (Devir. 12.11.1973)
İşin bir başka garip yanı daha vardı. Siyasi Partiler
Yasası'nın hükümlerine göre (111. madde), bir siyasi partinin kapatılmasına
sebep olan siyası parti üyeleri; kapatılma kararından itibaren beş yıl süre ile
hiç bir siyasi partiye üye olamıyorlardı. Bu kişiler başka bir parti de
kuramıyorlar. Siyasi Partiler Yasası hükmü böylesine açıkken. Milli Nizam
Partisi'nin kapatılmasına neden olan kadro bu kez 17 ay sonra MSP'yi
kuruyorlardı. Erbakan ise yasanın koyduğu süreden yıllar önce. MSP (Genel
Başkanlığı'na scçilebiliyordu. Olur şey değildi. Yönetimdeki 12 Mart
cuntacıları, Atatürkçülük adına solun her tonunu cezaevlerine dolduruyorlar
ama. yine Atatürkçülük adına yasaları uygulamayı unutabiliyorlardı...
-26 Ocak 1974: Genel seçimlerden 48 milletvekiliyle
çıkarak anahtar parti konumuna gelen MSP. ilk kez iktidar ortağı oldu. CHP/MSP
koalisyonu kuruldu. MSP, bir Başbakan Yardımcılığı, bir devlet bakanlığı (din
işlerinden de sorumlu). İçişleri, Adalet, Ticaret, (Gıda Tarım ve Hayvancılık,
Sanayi ve Teknoloji bakanlıklarını aldı.
-16 Ocak 1976: Milli Selamet Partisi içinde Nurcular
ve Nakşibendiler arasında uzun zamandır süren kavga birden bire doruk noktasına
ulaştı. Bir süredir partinin meclis grup toplantılarına da gitmeyen Nurcu 16
milletvekili, meclis grup odasına çağırdıkları Necmettin Erbakan'a bir muhtıra
mektubu verdiler ve yüzüne karşı metni okudular. Altında Ahmet Tevfik Paksu,
Hüsamettin Akmumcu, Reşat Saruhan, Ali Acar, Ahmet Akçael, Vahdettin Karaçorlu,
Rasim Hancıoğlu, Cemal Cebeci. M. Hulusi Özkul, Yahya Akdağ, H.Cahit Koçkar,
Sabri Dörtkol ve Hüseyin Abbas'ın imzaları bulunan metinde şunlar söyleniyordu:
'Her halimizle hadimi olduğumuz haklı davamızla kabil-i
telif olmayan hususları üzülerek müşahade etmiş bulunuyoruz. Şöyle ki;
1- En mühim meselelerde dahi usulüne uygun istişare
etmediniz.
2- Halisane ikazlarımıza aldırmadınız.
3- Davamıza samimiyetle bağlı kardeşlerimiz arasında
meşrep farkı gözeterek cemaat taassubu ile iftiraklara sebebiyet verdiniz.
4- Her isinizde sizi metheden bir kısım insanların
etrafınızda toplanmasına ve şaibeli menfaatperestlerin mühim mevkilere
gelmesine müsait bulundunuz. Emaneti ehline vermediniz.
5- Muhtelif beyanlarınızla efkarı ammede davamızın hafife
alınmasına vesile oldunuz.
6- Fikriyatımızın hakimiyetine medar olacak ilmi
çalışmalar yerine, politikanın süfli usullerine tevessül ettiniz.
7- Nihayet 'maslahat icabıdır diyerek' Mümin yalan
söylemez düsturunu da ihlal ettiniz.
Bu şerait altında kendimizi ve muhatabımızı vebalden
vikayet arzusu ile sizi ve ekibinizi desteklemeye devam etmeyeceğiz.
8- Ancak, 'ihtilaflarınızı Kur'an ve sünnet ile
hallediniz' emrine ittibaen bütün ihtilaf ve meselelerinizi neticeye bağlayacak
bir usulün tatbikini yegane çare olarak görmekteyiz."
Erbakan, yedinci maddedeki "yalan söylediniz" savının
dışındaki hiç bir şeye itiraz etmedi. Yedinci maddeye itirazı da "yalan
söylemedim" biçiminde delildi. Erbakan. milletvekillerine şunları
söylüyordu:
"Zikredilenlerden biri hariç diğerlerine
katılıyorum. Evet, büyük hatalar işlemiş olabiliriz. Ama bu acemiliğimize ve
devlet tecrübemizin azlığına verilmelidir. İştirak etmediğim husus, yedinci
maddedeki yalan söylediğimi zannettiğiniz hususlar, mensuplarımıza hedef
göstermek, ümit vermek ve temennide bulunmak maksadıyla söylenmiş
sözlerdir." (YALÇIN, Soner: Hangi Erbakan. Sf. 123. Nisan, 1994)
Evet. Erbakan, "yalan söylemedim" demiyordu.
Dediği, 'Takiyye yaptım'ın üstü örtülmüşüydü. Yani, mensuplarına hedef
göstermek ve ümit vermek için söylediği yalan yanlış şeylerin yüzüne
çarpılmasını istemiyordu. Ne olmuştu yani, bir otomobil bagajına sığabilecek
temellere dayanarak ağır sanayi hamlesi başlattım demişse. Yalan yanlış hedef
göstermenin, ümit vermenin bir sakıncası yoktu ki!..
-23 Ocak 1976: Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık
Yüksek Okulu'ndan Mehmet Güney, Ali Bakaner, Mehmet Tezel, Tevfik Rıza Çavuş,
Hayrettin Çelik, Ali İhsan Kandemir, Veli Koksal, Orhan Aydan, Mustafa Denktaş,
Ali Karaduman ve M. Fazıl Aslantürk adlı öğrenciler Akıncılar Derneği'ni
kurdular. Derneğin amacı İslam Devleti kurmaktı. Dernek, 13 Aralık 1979'da
kapatılana kadar özellikle MHP'lilerle sert mücadelelere girdi. Akıncılar, MSP
ile organik ilişkilere girdiler ve MSP gençliğini etkilediler. Bu nedenle, MSP politikaları
1980'e doğru, daha radikal bir hâl alacaktı.
-7 Mart 1976: Kutsal değerlere saldırı motifi sadece
MSP'liler tarafından değil, diğer sağ parti ve kuruluşlar tarafından da çok sık
kullanıldı. Ülkücüler adıyla tanınan sivil faşist çeteler de aynı motifleri
kullanmaktan geri kalmadılar. Hatta kimi zaman MSP'liler ve Akıncılar'la bu
konuda yarıştılar. İşte bir örnek: Ülkü Ocakları Başkanı Ali Batman'in bir
demeci MHP ve Ülkü Ocakları yandaşı Hergün gazetesinde yayınlanıyor:
"Ülkü Ocakları başkanı Batman: Kur'an-ı Kerim
parçalanıyor ve memleket ihtilale sürükleniyor."
Ali Batman ne kadar da kolay söylüyor, Kur'an'ı Kerim'in
parçalandığını. Kim parçalıyor Kur'an'ı Kerim'i? Batman'a göre elbette ki,
solcular. Provokasyon değil mi? Yap gitsin. Ancak olay, o kadar basit değil.
Şimdi yine MHP ve ülkücü yanlısı Hergün gazetesinin bu kez 24 Mayıs 1976
tarihli sayısına bakalım. Kocaman bir başlık var: Erzurum MHP, AP, CGP il
Başkanları açıklama yaptılar: "MSP kendi içindeki tahrikçilere dikkat
etmeli."
Haber, üç partinin Erzurum İl Başkanlarının ortak
açıklamasına dayanıyor. Açıklamada şunlar söyleniyor:
"Milliyetçi partilerin bir araya gelerek kurmuş
bulunduğu milliyetçi hükümetin ittifakını hazmedemeyenler ve bunlarla işbirliği
kurmuş olan millet bölücüleri, bu kardeş partiler arasına nifak sokma gayreti
içindedirler. Artık Erzurum'da faaliyetini açıktan yürütemeyen bölücüler, 16
Mayıs 1976 Cumartesi günü fikir ve inanç bakımından birbirine çok yakın olan
gençleri tahrik için, hadise çıkarıp büyütmeye çalışmış iseler de, şuurlu olan
gençlerimiz duruma en kısa zamanda hakim olarak buna engel olmuşlardır. Hatta
aynı günün gecesi bir konferanstan dağılmakta olan saf vatandaşlara,
'Üniversite yurtlarında Kur'an yakılmıştır' diyerek tahrik etmek
isteyen art niyetlilere de rastlanmıştır. Gerçekten böyle bir şeyin olmadığı
tesbit edilmiştir. Üniversite yurtlarında Kur'an'a saygısızlık olmaz. Zira
orada senelerden beri mücadele veren milliyetçi gençliğimizin manevi
değerlerimizin bekçisi olduğundan şüphemiz yoktur. Biz, Müslüman Türk
milletinin ve devletin bölünmezliği ilkesine bağlı, demokratik hukuk devlet
görüşüne inanmış, milliyetçiliği kendisine şiar edinmiş partiler olarak, fikir
ve siyasi bakımdan ittifak temin etmiş bulunuyoruz. Bu beraberliği ve
kardeşliği bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir."
Şimdi, şöyle bir durum çıkıyor ortaya: Ülkücüler ve diğer
sağcı ve gerici kuruluşlar, solu karalamak veya sola karşı provokasyon yaratmak
istedikleri zaman, "Kur'an'ı yakıyorlar", "Camiye bomba
atıyorlar" gibi kutsal değerlere saldırı motiflerini pervasızca
kullanıyorlar. Ancak görülüyor ki, bu motifleri birbirlerine karşı da
kullanıyorlar. Böylece, günlük siyaset kaygıları nedeniyle, kutsal saydıkları
Kur'an, cami, ezan gibi her türlü kavramı ve motifi bir karalama aracı haline
getirebiliyorlar. Bir tahrik unsuru yapıyorlar. İşin asıl kötü yanı şu: Kutsal
değerler kullanılarak yapılan provokasyonlar yıllardır sürüyor ve İslamcı
kitleler kışkırtılıyor. Ancak sonunda, böyle bir olayın olmadığını sadece karşı
taraf değil, kışkırtmayı yapanların yandaşları veya onlara yakın olanlar da
söylüyorlar. Ama İslamcı kamuoyu, böyle söylentiler sonucu 'tahrik olup'
saldırıyor, öldürüyor, yakıyor.
İki şık var: Bu kitle ya, çok saf ve ders almayı bilmiyor ya
da, saldırıp öldürmek için fırsat arıyor.
Bakın bir başka örneği, bu olaydan 10 yıl önce yaşanmış ama
aynı motifin kullanıldığı bir başka olayı ele alalım.
Mehmet Şevket Eygi yönetimindeki Bugün gazetesi 1968
başlarında, ilericilere karşı "Din Elden Gidiyor" kampanyası
başlattı. Eygi, hak arayan işçilerin ve özgürlük isteyen öğrencilerin
eylemlerini gazetesinde ''Müslümanlara karşı eylemler" olarak
sunuyor ve bütün Anadolu'yu dolaşarak kampanyasını sürdürüyordu. Gazete ve
Komünizmle Mücadele Dernekleri 1968'in Temmuz ve Ağustos aylarında ortaklaşa
eylemler düzenlediler.
İşte bu gazetenin 10 Şubat 1968 tarihli manşetinde, "Kadıköy'de
Kur'an'ı Kerim yakıldı" başlığı yer aldı. Birkaç gün öncesindeki
manşet ise, "Ruhi Kılıçkıran bir solcu eliyle şehit edilmiştir" biçimindeydi.
Oysa, Kılıçkıran'ı AP'li Şahin Saraçoğlu öldürmüştü.
Aynı günlerde, Adana'nın Osmaniye ilçesinde Ruhi Kılıçkıran
için mevlit okutuluyordu. Çoğunluğunu bereli, çember sakallı kişilerin
oluşturduğu topluluk, mevlidin ardından Kaymakamlık binası önünde, tekbir getirerek
bağırırken, içlerinden birisi "Kafirlere ölüm" diye bağırdı.
Kaymakam Adana Valisi'ni ararken şeriatçılar Kaymakamlık binasına girmek
istiyor, "Komünistler Moskova'ya", "Kafirlere Ölüm" diye
slogan atıyordu. Kaymakamın serinkanlı tutumu, olayı kansız bitirdi. Ancak,
devrin Hükümet Sözcüsü, Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ün yaptığı açıklama
ilginçti:
"Son zamanlarda Kur'an'ı Kerim'in bazı şahıslar
tarafından yırtıldığı, mukaddes kitaba tecavüz edildiği yolunda birtakım
haberler çıkarılmakta ve yayılmaktadır. Tahrik unsuru olarak kullanılmak
istenen böyle bir hadise olmamıştır. Çıkarılan ve yayılan haberler gerçeklere
tamamen aykırıdır."
Olay, Koşuyolu Camii İmamı Salih Güler tarafından önce
savcılığa yapılan bir şikayet, ardından Bugün gazetesine verdiği haberle ortaya
atılmıştı. İmam, olayı Uskent Atılhan'dan dinlediğini söylüyordu ama Atılhan,
savcılığa, "Böyle bir şey olsaydı imama değil size gelirdim", diyordu.
Gazete, bu kez Ahmet Soner diye bir ad ortaya atıyor ve Kur'an'ın bu kişinin
Kalamış'taki evinde yırtıldığını öne sürüyordu. Savcılık, bunu da araştırdı ve
Ahmet Soner adının uyduruk olduğu ortaya çıktı.
Provokasyonsa, işte provokasyon. Zamansa, 1968 ile 1976
arasında bu tür yüzlerce iddia dile getirildi. Gerçek olan şu ki, bu iddiaların
bilebildiğimiz kadarıyla hiçbiri doğrulanamadı.
-21 Mayıs 1976: Politika gazetesinde yayınlanan bir
haber, İskenderun Demir Çelik fabrikalarında evrakların Arap harfleriyle
yazıldığını ve MSP'lilerin işe alındığını kanıtlıyor. Gazete, Seydişehir MSP
İlçe Başkanı Bahaddin Poslu'nun, İskenderun Üçüncü Demir Çelik Tesisleri
Müessese Müdürlüğü'ne yazdığı, "Muhterem ağabey, ilişikte dilekçeleri
ekli şahıslar teşkilatımızın elemanlanndandır. ... Bu şahısların işe alınması
için gereğinin yapılmasını arz ederim. Saygılarımla." içerikli bir
belgeyi ve Abdullah Kocaman adlı puantörün Nisan 1976'ya ait, yarısı Arapça
harflerle tuttuğu puantaj cetvelini yayınlamış.
-31 Ekim 1976: Tarih tekerrürden mi ibaret? Yoksa
tekerrür, bir ısrarın, bir programın sonucu olarak bir kadro tarafından mı
yaratılıyor. Örnek mi? MSP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Necmettin
Erbakan'ın temel atma törenine katılan Devlet Bakanı Hasan Aksay, insan soyunun
maymundan geldiğini belirten ve tüm bilim çevrelerince kabul edilmiş olan
Darwin kuramını yadsıyarak, "Bu milletin evlatları maymundan gelme
olduğunu kabul edemez. Allaha şükür, bu sebeple kitapları değiştiriyoruz",
diyor. Yıl 1976. Yaklaşık sekiz yıl sonra olay yinelenecek; bu kez, aynı
gerekçeyle Anavatan Partili Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ders
kitaplarını değiştirmeye kalkışacak.
- 15 Kasım 1976: 1993 yılında yaşanacak olan İSKİ
skandalına benzer bir olay, 1976 yılında yaşandı ve bu kez olayın kahramanı
Milli Selamet Partisi idi. MSP'li Sanayi Bakanlığı'nın daha önce de 'Partiye
Teberru' karşılığı işler yaptığı yolundaki iddiaların sonuncusu, Sınırlı
Sorumlu İzmir Oto Tamircileri 2. Sanayi Sitesi Yönetim Kurulu tarafından basına
yapılan bir açıklamayla ortaya çıktı. Kooperatif yönetim kurulu adına açıklama
yapan Başkan Ferit Şenakın, olayı şöyle özetliyordu:
"İzmirli bin otomobil tamircisi, kooperatif kurup
Bornova yolu üzerinde 173 bin 676 metrekarelik bir arsa aldık. İnşaatın bir
bölümü, 1975 yılında bitti. Kura çekmek istedik. Ancak Bakanlık müfettişlerinin
denetimi sonunda tüzüğümüze uymayan bazı kimselerin, ortaklarımız arasında
bulunduğu ortaya çıktı. Müfettişlerin isteğiyle bunlar ortaklıktan çıkarıldı.
Ancak ortaklıktan atılan kişiler Sanayi Bakanlığı'na başvurdular ve kura
çekiminin iptalini istediler. Kredimiz kesildi ve inşaat durduruldu. 1976
başında heyet halinde Bakan'a başvurup kredimizin verilmesini istedik. Küçük
Sanatlar Dairesi Başkanı Şükrü Tuzun, 'Ben, bu kooperatifi denetleyeceğim;
krediyi ondan sonra veririz' dedi. Siyasi amacı olmayan kooperatifimizi
politikacıların karargahı haline getirdi. Sonra, sitenin bitirilebilmesi için
MSP'ye 1.5 milyon lira teberruda bulunmamızı istedi. Taleplerini reddedince,
ortaklarımızdan MSP'li olmayanları çıkarmamızı istedi. Şükrü Tüzün'e çaresizlik
içinde 'Peki bütün ortaklarımızı MSP'ye kaydettireceğiz' dedik. Hatta MSP'li
olmayan, kontrol mimarı Mehmet Alkan'ın da işten atılmasını kabul ettik. Hatta,
bununla ilgili bir protokol da imzaladık.
Fakat Bakanlık Hukuk Müşaviri, mimarı işten almamıza imkan
olmadığını söyledi. 1975'in kredisini güçlükle 1976 yılının
Haziran-Temnıuz'unda alabildik. Ancak, ne mimarı işten çıkarabildiğimiz, ne tüm
ortaklarımızı MSP'ye kaydettiremediğimiz için Şükrü Tuzun 10 ay süresince üç
ekibe sitemizi denetletti. Teknik elemanlardan, gerçekten yana olanlar Tüzün'ün
hışmına uğradı. Bize de bugüne kadar teftişle ilgili yazılı bilgi verilmedi.
Sonunda, 1976 yılı Eylül ayında, durumu yazı ile Başbakanlık'a ve Sanayi
Bakanlığı'na bildirdik. Cevap gelmedi. 5 Ekim'de, 10 kişilik bir heyetle
Ankara'ya geldik. Sanayi Bakanı Abdülkerim Doğru'nun soruları üzerine Şükrü
Tuzun, Bakan'ın önünde 'Teftiş raporları henüz gelmedi. Ben müfettişlere
talimat vereyim. Olumlu ve çabuk bir rapor versinler, kredilerini çıkaralım'
dedi. Sonra Tüzün'ün odasına gittik, bize bir protokol imzalatmak istedi.
Ancak yanımızdaki hukuk müşavirimiz uyararak hataya
düşmemizi önleyince Şükrü Tuzun çok sinirlenip hem avukatı hem bizi kovdu.
Durumu, Müsteşar Yahya Oğuz'a bildirdik. Yahya Oğuz'un emriyle Şükrü Tuzun bizi
tekrar kabul etti. Odasında,
72
iki haftaya kadar yeni bir müfettiş heyetinin İzmir'e
gönderileceğini, krediyi de ondan sonra vereceğini söyledi.
Bakanlık müfettişlerinden Haldun Karadeniz bizimle
İzmir'e geldi. Müfettiş, Şükrü Tüzün'den emir aldığını, bu sebeple olumlu rapor
veremeyeceğini daha yolda söyledi. Nitekim, heyet İzmir'e geldiği zaman da
siteyi teknik yönde denetleyeceğine ortaklarımızın siyasal eğilimlerini tesbite
başladı. Sonunda da, ortaklıktan atılan birinin yazıhanesinde aslı astarı olmayan
bir rapor tanzim edildi. *
Yine Ankara'ya gittik. İşten atılan aynı ortak Şükrü
Tüzün'ün odasındaydı. Tuzun bize 'Sizi mahkemeye veririm' diyerek odasından
çıkardı. Yahya Oğuz'a gittik. Oğuz da bize 'Sizler şaibeli insanlarsınız, siz
evvela kendinizi temizleyin ondan sonra bize gelin' dedi. Böylece mahkemeyle
tehdit edilerek geri gönderildik.
Sonuç olarak belirtiriz ki, tek kuruşu usulsüz
harcamadık. Tek kuruşu zimmetimize geçirmedik. Bazı siyasi çevre ve kişilere
alet olmadığımız için 22 milyon lira açığımız bulunmakla suçlanıyoruz. 40
milyon vatandaşımızdan her isteyen gelip hesaplarımızı inceleyebilir. Biz her
an herkese hesap vermeye hazırız."
Ya, işte böyle...
-12 Ocak 1977: Milli Selamet Partili Devlet Bakanı
Hasan Aksay, Sabah gazetesine verdiği özel demeçte, TCK'nun 163. maddesinin
tümüyle kaldırılmasını istedi. Aksay, şunları söylüyordu:
"Hiçbir fikrin Türkiye'de suç sayılmasına taraftar
değiliz. Fikir suçu olamaz. Zorla, tahakkümle fikrini kabul ettirme yollarını
tıkamak lazımdır. 163. madde bir defa sarih ve kesin değildir. İstismar
kelimesi neyi ifade etmektedir? Bu keyfi bir takdir konusudur. Bilhassa din
gibi samimiyet isteyen bir konuda istismar katiyyen mevzuubahis olamaz. Hâl
böyle iken, bu istismar kelimesinin tam bir istismarı yapılarak ve fevkalade
yanlış tatbikatlar yapıldığını milletimiz yakinen bilmektedir. Kanaatimizce
163. maddenin tamamen kaldırılması gerekmektedir."
-13 Şubat 1977: Hak-İş Konfederasyonu'nun Genel
Kurulu yapıldı. Genel Kurul'dakiler TRT kameralarını bekliyorlardı. Kamera
akşama kadar gelmeyince, üç otobüse doluşan MSP'liler, saat 17.30'da TRT'nin
Kavaklıdere'deki Genel Müdürlük binasına gelerek siyah çelenk bıraktılar.
MSP'liler, yaklaşık 10 dakika boyunca "Tek Yol İslam", "Karataş
İstifa", "Allah Herşeydir", "Allahsızlara Ölüm" diye
slogan atıp gösteri yaptıktan sonra geldikleri otobüslere binerek gittiler.
-Nisan 1977: Ülke, 5 Haziran seçimleri ortamına
giderken AP yanlısı Son Havadis gazetesinde Yalçın Uraz şunları yazıyor:
"Vallahi hâlâ kulaklarımda çınlıyor gençlerin
Erbakan'a bağırışları: 'Erbakan, Erbakan; Başbakan' deyişleri. Sayın Erbakan'ın
memnuniyetten ağzı bir karış açık, tebessümler yağdırmaya başladığı sırada,
aynı gençlerin şöyle devam etmeleri aklımdan çıkmıyor: 'Şaka yaptık...Şaka
yaptık."
Yine aynı günlerde, Milli Gazete'de Zübeyir Yetik, siyasal
partiler ve Nurcular arasındaki ilişkilere ışık tutuyor:
"...AP, 1965 seçimlerinde Hacı Ali Demirel eliyle
oyuna getirdiği nurcuların bir daha sefere oyuna gelmeyeceği endişesine
düşmekte gecikmedi. Bu kanaldan olan münasebetleri hep iyi noktada tutmağa
gayret etmekle birlikte, bunu temin için Hacı Ali Demirel ağzıyla gayrıresmi ve
kati birtakım vaadlerde bulunmaktan geri kalmamakla beraber, öte yandan bu
korkulu rüyadan kurtulmak için birtakım hesaplar yapmağa başladı süratle.
...Ve 1967'nin sonlarına veya 1968'in başlarına doğru,
ortaya bir kanun teklifi çıktı, bu hesaplar sonunda: Anayasa Nizamını Koruma
Kanunu Tasarısı.
...(Nurcular) Oyuna gelmenin sonucu olarak, 1969
seçimlerinde kayıtsız şartsız AP'yi desteklediler. Bağımsız aday olan dindar
kimselere savaş açtılar, oyun tezgahladılar. (...) 1969 seçimleri, işte böylece
geçip gitti. Az sonra da, Milli Nizam Partisi'nin kuruluş çalışmaları başladı.
Ve partinin kurulmasıyla birlikte, AP'ye kayıtsız şartsız bağlanmış olan
Risale-i Nur talebelerinin gerçeği görüp AP'den kopmasına mani olmak üzere,
onları AP'ye bağlayanlar yeni bir taktik kullandılar: Nefsaniyetleri tahrik...
Ve o gün bugün...Bediüzzaman'ı gerçekten anlayanlar, süratle AP'ye bağlı
ekipten ve AP'den koparken; nefislerinin emrinden kurtulamayan bir ekip AP'ye
sadakatini her gün biraz daha arttırdı. Ve bir miktar olarak da kala
kala Yeni Asya etrafında bir avuç insan kaldı. Şimdi ortada görünen şudur: MSP
saflarında hizmete devam eden, gerçek Risale-i Nur talebeleri ve kendilerini
Bediüzza-man'a nisbet etmeğe uğraşan, MSP düşmanı Yeni Asya ekibi."
- 28 Mayıs 1977: MSP'li Devlet Bakanı Hasan Aksay,
partisinin yayın organı Milli Gazete'nin birinci sayfasında, Başbakan Süleyman
Demirel'e telgraf yayınladı. Telgrafın metni şöyle:
"Sayın Süleyman Demirel. Başbakan. Ankara.
Şehidlerin taleplerini dile getiriyorum.
İstanbul'umuzun fethinin sembolü olan, Ayasofya'nın
eskiden olduğu gibi ibadete açılmasını temin bakımından, ilgili Devlet Bakanı
olarak yaptığım müracaatı daha fazla geciktirmeden, kanunları uygulamanızı ve
camiin ibadete açılmasına mani olmamanızı, son bir defa daha taleb ediyorum.
Gereğine tevessül edeceğinizi umarım. Saygılarımla.
Hasan Aksay (Devlet Bakanı)"
-29 Mayıs 1977: İstanbul'un Fethi'nin yıldönümü
nedeniyle Ayasofya önünde toplanan kalabalık, "İslamın uğrunda kan
akıtılacak günlerin yakın olduğunu" ve bu uğurda ölenlerin şehit
sayılacağını konuşmalarda belirttiler. Taşınan pankartlar ve atılan sloganlarda
"Devrim yok, diriliş var", "Okullarda Arapça Okutulsun",
"Kurtuluş ancak şeriat düzeni ile mümkündür" sözleri yer aldı.
Ayasofya, her zaman şeriatçıların bir bahanesi ve kavga
nedeni oldu. Neydi Ayasofya'nın önemi? Bu kavga daha ne kadar sürecekti? Bu
soruların yanıtını biraz daha net alabilmek için tarihe bakmak gerekiyor.
Ayasofya, 24 Ekim 1934'te, Atatürk'ün emri ve Bakanlar
Kurulu Kararıyla müzeye çevrildi. Aradan geçen 60 yıl boyunca, şeriatçı güçler
Ayasofya'da namaz kılmayı kendilerine bayrak yaptılar. Hemen karşısında Sultanahmet
Camii gibi bir şaheser ve hemen yakınında üç-dört cami daha dururken
Ayasofya'nın ibadete açılmasının istenmesi, amacın, ibadethane gereksinimini
karşılamak olmadığının elbette ki, en büyük kanıtı. Peki, amaç ne?
Amaç, şeriatçıların bir zafer göstergesiyle
taçlandırılması...
Bunu nereden mi çıkartıyoruz? Tarihten.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettiği zaman 21
yaşındaydı. Zafer tacının en önemli göstergesi, Bizans'ın en büyük kilisesinde
namaz kılmaktı. Yoksa Ayasofya'nın, bir Müslüman ibadethanesi olması Fatih'in
pek umurunda görünmüyor.
Ayasofya'nın tarihi bunun kanıtı. Tarihçi Sokrates'in de
içinde bulunduğu bir grup, Ayasofya'nın Constans tarafından yapıldığını ve 15
Ekim 360 tarihinde açıldığını yazıyorlar. İlk haliyle, kagir duvarlı ve ahşap
damlı bir kilisedir. Kentin diğer kiliselerinden daha büyük olduğu için "Büyük
Kilise" anlamında, "Megali Ekklisia" deniliyordu.
Tanrı'nın oğlunun bir sıfatı anlamına gelen Thea Sofia adı, sonraları
Ayasofya'ya dönüştü. Bina, 20 Haziran 404'te çıkan bir ayaklanmada halk
tarafından yakıldı. İkinci kez, İmparator II. Teodosios tarafından mimar
Ruffinos'a yaptırıldı. 10 Ekim 416'da, ikinci kez ibadete açıldı. Bu tarihten
13-14 Ocak 532'ye kadar, kentin en büyük kilisesi olarak kaldı. Bu tarihte
çıkan bir halk ayaklanmasında, diğer birçok binayla birlikte yerle bir edildi.
Tahtını kurtaran İmparator Jüstinyen, 23 Şubat 532'de kiliseyi yeniden
yaptırmaya başladı. Binanın yapımı, bu kez mimar Miletli İzidoros ve büyük
matematikçi Aydınlı Anthemius'a verildi.
Daha önce iki kez yandığı için, bu defa olabildiğince ahşap
malzemeden kaçınıldı. İmparatorun emriyle Efes, Kizikos, Belkıs harabeleri,
Baalbek gibi kentlerdeki harabelerde bulunan en güzel sütunlar, heykeller,
binada kullanılmak üzere Ayasofya'ya gönderildi. Kilisenin açılış töreni, 27
Ocak 537'de yapıldı. Dördüncü Haçlı ordusu İstanbul'a girdiği zaman, kilise
insafsızca yağma edildi. Mabetteki altın-gümüş bütün süsler yağmalandı. Tamir
edilmesine karşın, 14 Mart 1346'da doğu yarım kubbesi yıkıldı ve yanında
bulunan büyük kubbenin yarısına yakını da çöktü. Tamire para bulunamadığından,
bina 1354'e kadar bu halde kaldı. 1354'te, halka yeni bir vergi konularak bina
tamir edildi; ama 1402'de İstanbul'a gelen Kastilya Krallığı elçisi Cilajivo,
binayı harap, kapıları düşmüş, yerde yatar vaziyette bulmuştu.
29 Mayıs 1453'te İstanbul Türkler tarafından alındığında
kilise camiye çevrildi. Binanın doğu tarafındaki mihrap Kabe'ye yönlendirilerek
Cuma namazı burada kılındı. Büyük kubbenin batı tarafındaki küçük kubbeciklerden
birinin üstü delinerek buraya, tahta bir minare yapıldı. Fatih, buranın adını
Cami-i Ayasofya-i Kebir olarak korudu ve insan resimleri yasağına karşın
mozaiklerin üzerine ince bir badana çektirdi, birçoğunu ise açık bıraktı.
Sultan Mehmet, Ayasofya'da ilk namazı, 3 Haziran 1453'te kıldı. Daha sonra,
güneybatıdaki minare inşaa edildi ve Yıldırım Beyazıd zamanında, kuzeydoğudaki
minare yapıldı. II.Selim, Ayasofya'ya iki minare daha ilave edilerek kendisi
için de bir türbe yapılmasını istemiş; bu isteği, ancak ölümünden sonra
III.Murad tarafından gerçekleştirilebilmiştir.
Sultan Selim, Mimar Sinan'la yaptığı inceleme sonunda,
neredeyse binaya bitişik inşaa edilmiş bütün binaları yıktırarak Ayasofya'yı
yeniden ortaya çıkardı. Büyük bir restorasyona girişildi. Daha sonra, defalarca
tamiratlar yapıldı. Ancak en büyük tamirat, 10 Mayıs 1884 tarihinde meydana
gelen ve bir dakika süren depremden sonra gerçekleştirildi. Deprem sırasında,
daha önce harap olan mozaiklerin bir bölümü de dökülmüştü.
Son büyük tamirat ise 1926 yılında yapıldı. Yüksek Mühendis
Mektebi profesörleri tarafından yürütülen çalışma sonunda, kubbe bir çemberle
bağlandı ve bazı bölümlerine destekler yapıldı.
Bina, Atatürk'ün emriyle 24 Ekim 1934 tarihinde, Bakanlar
Kurulu Kararına dayanılarak müzeye çevrildi. Binayı çevreleyen yapılar istimlak
edilerek çevresi tümüyle temizlendi. İlginç bir uygulamayla, Ayasofya imamlığı
kaldırılmadı, bugüne kadar oraya tayin edilen imamlar, başka camilerde vaiz
olarak görev yaptılar. Bina, l Şubat 1935 tarihinde resmen müze olarak açıldı.
Aynı ay içinde Atatürk, Müzeyi ziyaret etti. Ayasofya mozaiklerinin
temizlenmesi için Amerikan Bizans Enstitüsü, 1931 yılında çalışmalara başladı.
1950'lerden bu yana, şeriatçılar durup durup Ayasofya
mozaiklerine takılırlar ve bunların sökülmesi ya da üstünün kapatılması gereği
üzerinde dururlar. Oysa, Şeyhülislam fetvalarıyla yönetilen Osmanlı döneminde;
Ayasofya'yı gezen Slazenberg (1848), Lord Sandwich (1738-1739), Evliya Çelebi
gibi gezginler, mozaiklerin açık olduğunu görmüşler ve birçoğu bunların
resimlerini yaparak albümlerinde yayınlamışlardır.
Evliya Çelebi, 17. yüzyılda bu mozaikleri "...kubbelerin
hepsinin içlerinde altınlı mineden resimlerle... ve başka insan resimleri
yapılmıştır ki dikkat gözüyle seyredenlerin hayretlerinden, parmakları
ağızlarında kalır..." diye anlatır.
Şeriatçılar, kendilerini yeterince güçlü hissetmedikleri
zaman Ayasofya'ya yaklaşmıyorlar. Ancak, Erbakan, meclise girdiği 1969'dan
itibaren konuyu gündeme getirip duruyor. Konuyla ilgili yasa teklifleri üst
üste veriliyor.
1970'lerde Milli Selamet Partisi güçlenip 1974'te hükümet
ortağı olduğunda, Ayasofya yeniden hedef haline geldi. Milli Selamet Partisi
içindeki bir grup diğer nedenlerle birlikte, Ayasofya'nın ibadete açılmasının
gecikmesini, parti içi bölünmeye kadar götürdü. 16 milletvekili Erbakan'a bir
muhtıra verdi. Ayasolya'da namaz, bir yandan MSP içindeki dengelerin, bir
yandan da büküme! içindeki çekişmelerin temel noktalarından biri haline geldi.
Yasal olarak yapılamayan iş, 14 Mayıs 1976 günü de facto
uygulama oldu. MSP Meclis Başkan Vekili Rasim Hancıoğlu başkanlığında bir grup
MSP'li, akşam üzeri Ayasofya'ya geldiler. Kısa bir süre, müze içinde dolaştılar
ve saat 17.35'te namaza durdular. Kendilerine uyarıda bulunan görevliler, "Ben
milletvekiliyim, ona göre ha!" tehdidiyle karşılaştılar.
Ayasofya, şeriatçıların kendilerini güçlü hissettikleri her
an gündeme geldi. 1980 yılının ortalarında. Adalet Partisi hükümeti,
Ayasofya'yı kısmen ibadete açtı. Açılan bölüm, Osmanlı sultanlarının namaz
kıldığı Hünkar Mahfili'dir. O günlerde, Ayasofya minarelerinden ezan
okunuyordu. Uygulama, 12 Eylül tarafından durduruldu.
Bundan sonraki ilk ciddi girişim, Nurculuğun Işıkçılar
kanadından olan Enver Ören'in Türkiye Gazetesi tarafından, 1989 sonlarında
açılan kampanya oldu. Gazete, kampanya sonucu bir milyon imza toplayarak "Ayasofya
Cami Olsun" dilekçesini, 3 Ocak 1990 günü TBMM Dilekçe Komisyonu'na
veriyordu. Bu kez durum ciddiydi. Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, 5 Ocak 1990
tarihiyle gazetelere gönderdiği açıklamada, bu konuda TBMM'ye verilen bir yasa
önerisi bulunduğunu açıklıyordu. Demirci, "Ayasofya'yı ibadete açmak
isteyenleri irticacı olarak suçlamak laiklikle bağdaşmaz", görüşünü
bildiriyordu.
Hani o, meclise sunulan yasa önerisi var ya. Hazırlayan, DYP
İsparta Milletvekili Ertekin Durutürk... Aynı yasa önerisini 1994 Nisan'ında da
verecektir. İşi .gücü, Ayasofya için öneri sunmak her halde. Sonunda, Namık
Kemal Zeybek'in üstün gayretleri ve Demirel-Özal ikilisinin destekleri ile
Hünkar Mahfili yeniden ibadete açıldı.
Yetti mi? Hayır.
Kültür Bakanlığı, 1991 yılının Yunus Emre Sevgi Yılı
olmasını önerdi ve UNESCO bu öneriyi kabul etti. Yunus Emre Sevgi Yılı, 15 Ocak
1991 akşamı Yunus Emre Oratoryosu'nun Ayasofya Müzesi'nde seslendirilmesiyle
başladı. Oratoryonun seslendirilmesinden önce konuşan Kültür Bakanı Namık Kemal
Zeybek, "İnsanların bizi, Yunus yoluyla tanımasını istedik. Yunus
Emre'yi tanıyan bizi de tanır. Yunus Emre; üstün sanatın, inanç dünyasının ve
Türk'ün sesidir. Yunus Emre'ye bu üstün anlayışı veren onun inancıdır. Yani
Yunus Emre Müslümandır. Müslüman olmanın gereği budur", diyordu ama,
şirin görünmek için Ayasofya'da namaz kıldırmasına ve bu sözleri söylemesine
karşın şeriatçıların gazabına uğramaktan kurtulamıyordu. Ertesi gün, oratoryonun
kilise müziği olduğunu öne süren bir grup şeriatçı, konseri protesto için
Ayasofya önünde toplanıyordu. Doğru Yol Partisi'nin Genel Başkan Yardımcısı
Mehmet Dülger, olaya bakış açısını, daha 13 Ocak 1991 günü Yeni Nesil
gazetesine verdiği bir demeçte şöyle açıklamıştı:
"Bizim için Türk kültürü, İslam kültürü esastır.
Tanıtılacaksa, bu tanıtılsın. Ayasofya'yı daima cami olarak gördük ve görmek
istiyoruz. Oratoryo, Ayasofya konusundaki hassasiyetin üzerine kezzap
dökmektir...
...Camide ses vardır, alet yoktur. Alet tekkede vardır.
Biz, Ayasofya'yı cami olarak görüyoruz. Kilise olmasını düşünüyorlarsa, o ayrı
mesele. Oratoryo çok lazımsa, Aya İrini'de yapsınlar."
Hünkar Mahfili'nde namaz yetti mi? Hayır. Şeriatçıları
tatmin etmedi. Ayasofya'nın tümü ibadete açılsa da talinin etmeyecek. Çünkü
sorun, Ayasofya'da namaz değil. O, bir ara hedef. Bu ara hedefin, bir yan
hedefi de var. Hıristiyan dünyasının en önemli yapıtlarından biri olan
Ayasofya'ya saldırarak Hıristiyanlığa saldırmak... Peki, nihai hedef ne? Nihai
hedefleri ,şeriat...
-l Temmuz 1977: Dünya İslam Talebe Federasyonu
Konferansı, İstanbul'da toplandı. Konferansta, "İslami hayat düsturuna
sarılma ve bağlanma yollarının aranması için her türlü faaliyette bulunacak bir
enstitünün kurulması", kararı alındı. Mısır'da Nasır'ın idam ettirdiği
ve kitapları Türkiye'de yasaklanan Seyyid Kutub'un kardeşi Muhammed Kutub
yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Bir ülkede silahın nizamı hakim
değilse oraya dar-ül harp denir. Bu durumda, Müslümanların mücadelesi ferdi
planda değilse gayesini müdrik bir cemaatle olmalıdır."
-19 Nisan 1978: Malatya Belediye Başkanı Hamit
Fendoğlıı (Hamido), gelini ve torunu, postayla gönderilen bir bombanın
patlaması sonucu öldü. Patlamanın duyulmasıyla kentte büyük olaylar çıktı. Yüz
dolayında iş yeri tahrip edildi, bir kişi öldü. Üç kişinin ölüsü tren yolunda
bulundu.
-17 Temmuz 1978: Adıyaman'da 21-25 Temmuz tarihleri
arasında yapılacak olan Nemrut Festivali; Milli Selamet Partisi, Akıncılar,
Akıncı Memurlar ve Mefkûreci Öğretmenler Derneklerinin Adıyaman şubelerinin
hışmına uğradı. Dernekler, ortaklaşa yayınladıkları bildiride, "Nemrut'un
çirkin zihniyetinin yeniden hortlatılmak istendiğini", söylerken, MSP
Genel Sekreter Yardımcısı Şevket Kazan, "Peygamber diyarı olan bu vatan
topraklarında, bunca şehit can vermiş, kan dökmüşse, bunları Nemrut
Festivalleri yapılsın diye mi yapmıştır ? MSP olarak, bu festivali protesto
ediyor ve yetkililerden, milletin inançlarına saygı göstermelerini bekliyoruz",
diyordu.
-18 Ekim 1978: Milli Selamet Partisi'nin 16 Ekim'de
Ankara Atatürk Spor Salonu'nda yapılan genel kurul toplantısı sırasında,
Atatürk tablosuna yönelik saldırı ve duvarlara yazılan sloganlara ilişkin
soruşturma açıldı. Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcıları Yurdal Bekman ve Kemal
Kadıoğlu, salonda şu sloganları belirlediler:
"Şeriat İslamdır", "Şeriat Haktır",
"Çağımız buhranda, Kurtuluş İslamda", "Ya İslam Ya Ölüm",
"Dünya Müslümanları Birleşin", "Putları Yıkalım, Kör Kemal'in
Putunu Devirelim".
Savcı yardımcıları, bu sloganların altında Ak-Genç, Ak-Lis,
İKO-İslam Kurtuluş Ordusu, MTTB gibi kuruluş ve örgütlerin adlarının yer
aldığını; ayrıca tuvalet girişi altına bir yön gösterme oku çizilerek "Anıt-Kabir"
yazıldığını ve Atatürk tablosunun gözlerinin bıçakla oyulduğunu da
belirlediler.
Elbette ki, 20 Ekim'de savcılığa bir yazı yazan Şevket
Kazan, bu yazılan yazanlarla partisinin ilgisi olmadığını, kendilerinin de bu
kişilerden şikayetçi olduklarını bildirecekti. Başka ne olabilirdi ki!..
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder