TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM BÖLÜM 4
Sayın Özdağ her vesileyle, önümüzdeki 10 yılın Türkiye için bir kırılma süreci,
dönemi olacağını işaret ediyor. Buna isabet kaydettiği veya mücbir sebepler
muaciyesinde katılıyorum. O çerçevede literatür bütünlüğü ve tarihsel
gelişimleri de her halde işlemek, irdelemek, şüphesiz ki yarar sağlıyor.
Bendeniz izninizle, bugün bu devlet noktasında biraz hassasiyet göstermeye
çalışacağım. O da, "hangi devlet?" sorusunu biraz açarak gündemi olgunlaştırmaya veya başka bir boyut vermeye çalışıyorum. Çünkü tartışma konumuzun 3 üncü maddesinin 3 üncü şıkkında ideal idari yapılanma modeline bir atıf var. Maksadımız da, muradımız da, ağırlıklı olarak bu olsa gerek.
Tespitlerim arasında da, pratik ve pragmatik çözümleri de vurgulayarak
paylaşalım. Rahmetli Atilla İlhan malumaliniz, hangi sol, hangi batı, hangi sağ
şeklinde bir dizi kitap yayınlamıştı. Çok bekledik, ama belki ömrü vefa etmedi,
"hangi devlet"i yazmadan gitti. Ama yakınen takip edenler nezdinde, indinde,
hangi devlet noktasında çok çözüme yakın ve meseleye ışık tutan bir ibare
kanımca müesses nizam, çünkü en yukarıdaki yapılanma, bütün bunları kucaklayan çatı, madem devlet ve bunun içerisinde günümüz yapılanmalarında farklı unsurlar, farklı sistemler, farklı kanatlar gelişiyor, ülkeler bu çerçevede yön ve rota tarif ediyor. Bu işin daha gelişmiş, ileri, mesela Amerika'daki Bush yönetimi kendi formasyonunda belli bir kanadın belli bir ünitesini teşkil ediyor. Kendine göre daha yırtıcı olabilir, belli konuda daha muhafazakârlık arz edebilir.
Türkiye'de bu konular tartışılmadığı için, müesseseler de azade kalıyor, o zaman
kolaycı addettiğim bir yaklaşımla, sistem deyip, topu taca atabiliriz; bu işin
bence kolay tarafı, ben ceza sahasına gireyim.
Bilmek, anlamak ve yapmak noktasında şüphesiz, heyetler bilmek mevkiindeler, ama anlamak, olayı yürütmek noktasında Türkiye kendi emperyal vizyonu ve bakiye, coğrafyadaki kurtarabildiği topraklar indinde 80 yıl kat etti. Bir dönem İsmail Cem Dışişleri Bakanlığı yaptı ve anlamayı icraatın içinden yaşadı, yani nedir Türkiye'nin idari altı, nerelere uzanır, hangi deplasman yetenekleri vardır,
hangi yerdeki hangi demografik birikimler nerelere uzanır, bunlar ne kadar
atıldır, ne kadar pratiğe yansıtılabilmiştir? Gördükçe anladı ki, o bildiği,
gördüğü Türkiye, işte bizim daha önce cız dediğimiz veya belli çerçevelerde
hemhudut olduğumuz Sovyetlerle soğuk savaş dönemlerinin ötesinde belki de
muhteşem bir coğrafya. Gittik, geldik, Türk cumhuriyetleri teşekkül etti, belli
gelişmeler şekillendi. Onların skoru ortada, yani geldiğimiz noktada ne istikrar
adına orada prezülün bakiyesi yerel tiranlarla çok yoğun bir işbirliğine
gidebiliyoruz, ne de Soros'un paralarını sarf etmek noktasında demokrasi adına
bir konuya yaslanabiliyoruz, kendimizin de çözümünü henüz ortaya koymuş değiliz.
Müesses nizam, paşam jandarma komutanı olabilir, kardeşimiz o bölgenin başka bir güvenlik olabilir, bendeniz o bölgenin minik bir mahallesinin muhtarı
olabilirim. Son tahlilde, fert olarak, birey olarak vatandaş, değişik
sirkülasyonlarla belli şeylere muhatap olacak, ama bir resmi bir evrakın
tevsiki, ama tasdiki, ama temini, ama idamesi zımnında. Onlar uhdesinde,
onlarla muhatap olduğu çerçevede ne görüyorsa, ne algılıyorsa, hangi soğukluğu, hangi mesafeyi yaşıyorsa, onun için orada başlıyor, orada şekilleniyor, orada kristalize oluyor. O bakımdan böyle çok kutsal veya çok namütenahi imkânlar, sıfatlar, ulaşılmaz hususlarla devleti tanımlama alışkanlığından vazgeçerek, bu müesses nizam noktasına inersek, bilfarz yarın teşekkül edebilecek örnekler olarak söylüyorum, fi tarihinde biliyorsunuz, … dönem hükümeti vardı, yapmak noktasındao da böldü, yaşadı ve yapıp yapmamak, ne kadar yapabilmek, ne kadar yaptırabilmek, muktedir olabilmek noktasında o da kendi ezberini, değerlendirmesini, tarihi notunu aldı.
Yarınki 60 ncı hükümet, gelip de, çevir gazı yanmasın, nerede kaldık, bir farklı model üretmeden, kalıcı, kendi sürecine belli bir restorasyonu koymadan veya bunu iyi tarifle tanımlamadan ne yapabilecek, hep o endişeyi yaşıyoruz. Yani gelebilecek bir 60 ncı hükümet, geçmişte Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü diye bir enstitümüz vardı, kendi açısından samimi gayretleriyle doğu meselesine, bir sürü uzmanın katkılarını oraya yoğunlaştırdı, devletimizin bazı açılımlarına tercüman olmaya çalıştı.
Ulaştığımız nokta, işte Güneydoğu meselesinin gelinen noktada o kuruluş, kuruluş amacıyla mütenasip, şimdi hayatiyetini ne kadar devam ettiriyor bilmiyorum.
Buradan yola çıkarak, FİKA'yı 60 ncı hükümet nasıl tarif edecek, nereye
koyacak, hangi yasanın hangi pratiğin, hangi bütünlüğün parçasında icra edecek, TÜBİTAK'a nasıl bakacak, tanıtma fonunu nasıl kıymetlendirecek, örtülü ödeneği nasıl icra edecek, Atom Enerjisi Komisyonunu nasıl bölgesel bir hüviyet veya gelişme çerçevesinde değerlendirecek? Bunları çoğaltabiliriz.
Bulunduğumuz bölgenin kendine özgü hususiyetleri var. Bir düşünürün ifade ettiği gibi, bulunduğumuz bölge, düello kültürünü bilmiyor, pusu geleneği üzerine kurulmuş; Bizans'a atıf yapıldı. Zoru seven bir coğrafya, güce tapan bir yapı. Böyle bir coğrafyada kanunların ruhunu ikame edecek, dokunun en ücra köşesine kadar, en uzaktaki birime kadar eşzamanlı, eşgüdümlü müessir bir yapıyı ikame edebilecek friksiyona ulaşamayacağımıza göre, kendi litresinde, kendi akışında bir restorasyon yapmak durumundayız. Bunun anayasal zorunlulukları da var, yine bir ceza sahası konusu, yani anayasada cumhurbaşkanının görevleri tarif edilmiş, tanımlanmış, ben son dönemlerde üzülerek bir hukukçu olarak, o boşluğu hissediyorum, yani kuruluşlar ve kurumlar arası eşgüdüm. Kimse de bunu şöyle layığı vecihiyle, nedir, ne değildir diye pratiğe taşımıyor.
Bürokratların teskiye yönünden ve ikbal yönünden endişelerine saygı duyarım, ama Türkiye teskiye yönünden, kendisini bir cezaevine götüren zunlamayı, teknik dinlemeyi ve imkânları seferber etmiş bir yapı, makul ve kısa bir zaman
sonrasında kendisini oraya götüren organizasyonu, yapıyı teskiye halinde
olabilecek kadar da farklı bir gelişme seyrettik Türkiye'de. Başbakanı
kastediyorum, ben biraz çıplak konuşurum, yani kendisini oraya götüren kuvveti
teskiye amiri olarak bürokratik hiyerarşide amiri olmuştur. Demek ki,
meşruiyet, demokratik açılım, bölgesel gelişmeler çerçevesinde ve küresel
algılamalarda ülke çok farklı bir yere geldi.
Mısır köklü bir kültür, kültür derinliği var, bütün Avrasya coğrafyasına ve
Ortadoğu'ya açılımlarda her dönem etkin olmuş, ama ben en son Mısır'ın Afrika
Kupasını aldığı için yakınen hatırlıyorum, bazen işte Süveyş'te problem olursa,
Filistin konusunda zaten partner olmaktan çıktı. Demek ki, kültür ve medeniyetle de bazı şeyler olmuyor. Bambaşka bir ülke, çok değişik bir şekilde bir çözüm veya gündem oluşturacak ağırlık ve derinlik kazanabiliyor.
Peki, deplasman geleneğini unutmuş, kaygan bir zeminde, temel kurum ve
kuruluşlar arasında eşgüdüm olmayarak, bu coğrafyada nihai tercihimizi yapacak kadar da muktedir olmadığımız bir vetirede ne yapacağız? Onun değişik
teklifleri, hususiyetleri var. Şu aşamada kısaca tarif ve teklif çerçevesinde milli devlet konusunda Türkiye'de kuvvetli bir vurgu var. Kanaatimce milli devletin
iki tane kanadı olmalı. Birincisi, bilmek, yapmak, anlamak noktasındaki o üçlemeyi de destekleyerek ve İngiltere örneğinden kuvvet alarak rasyonel devlet, diğer kanadı da İsrail örneğinden destek alarak, profesyonel
devlet. Profesyonel ve rasyonel devlet kanaatimce, modern devlettir ve modern
devlet günümüz çerçevesinde milli devletle özdeşir. Bunu yaparken, muktedir
olabilmek, güçlü iktidarlar temadi ve bütünlük arz etmesi çerçevesinde, o
bahsettiğim anayasa maddesinden yola çıkarak, eşzamanlı olarak bir iradenin
Türkiye'de hazır olması lazım. Cumhuriyetin inşasında belli bir gelenekten
gelen, tamamen örtüşmese bile, belli bir birikimden ve sosyal dokudan mülhem, o iklimden neşet etmiş insanlar görev aldılar. Türkiye'de de önümüzdeki dönemlerde böyle bir şans kullanılabilir, böyle bir şans aranabilir, yakalanabilir. Ancak o zaman bu restorasyon hem kendi içerisindeki insicamı ve yapılanmayı
iyileştirmeyi sürekli kılar, kalıcı kılar, hem de bunun getirebileceği bölgesel
ve küresel tehdit algılamalarındaki tolere edilmeyi bağdaştırabilir. Esasen bu
konudaki siyasi çalışmalar, arayışlar Türkiye'de her mekânda, her mahfilde devam ediyor, ama enstitü çerçevesi ve sınırları bir başka yerde kalmak üzere,
buradaki başka dostlarla o arayışın bir parçasıyız, daha cesur, daha çıplak,
daha tartışılabilir zeminlerde bunları açmak lazım. Açılmadığı sürece, hep
ertelendiği sürece, bu bir stratejik zenginlik olmuyor, bu bir müktesebatın
tescili olmuyor. Cumhuriyetin asabiyet katsayısı da böyle. Çok seviyoruz
Cumhuriyetimizi, ama Cumhuriyetin asabiyet katsayısı, ertele ertele üzerine
kuruluyor, hep ver ver, taviz üzerine kuruluyor ve sonra öyle bir noktaya
geliyor ki, bünye taşıyamaz noktaya geldiği zaman da, balyozla ceviz kırıyoruz.
SAVAŞ ÖZDAĞ- Rasyonel devlet ne, profesyonel devlet ne?
ÜNSAL AKTAŞ- Ben bunu şöyle çerçevelendiriyorum: Yakınlarda Münih diye bir film oynuyor. İnsanlar, Kurtlar Vadisini çok tutar, ama Münih'i ertelediler. Bizim
jenerasyon da 1972'yi bildiği için, bizim aramızda kuvvetli bir yer etti.
Profesyonel devlet, İsrail'e atfen şekillendirdim, üstadımızın da Fransa'daki
örneklemesiyle vücut bulduğu üzere, kanunların, yani bir şeyi söylemek ve
yapmamaktansa, söylememek ve yapmak mevkiinde tam bir muktedirlik ve kararlılık eşzamanlı olarak. Münih sonrası Kara Eylül finanse eden, azmettiren…
SAVAŞ ÖZDAĞ- Ta Arjantin'e kadar gittiler.
ÜNSAL AKTAŞ- Hepsine gittiler, Şinbed bünyesindeki bir özerk yapı, bütün illiyet bağlarından azade ve her tür organik irtibatını sıfırlamış, işi noktaladı. Bu
sahik ve sabit belgelerle şekillendi. Spielberg'in sadece … şey değil. Günümüz
devleti profesyonel olur. Bir makamındaki kişi giderken, bilgisayardaki son
noktayı bırakıp, emekli olabilecek.
SAVAŞ ÖZDAĞ- Kendi politikasını güvertesiyle hudutlamayacak.
ÜNSAL AKTAŞ- Gayet tabii.
Peki, bunu önleyen ne? Bunu önleyen, gelecek hükümetin o konudaki temel
ölçülerdeki düşüncesi, yaklaşımı, endişesinin biri bu. Bu hem teskiye şeklinde
ilk baştakine tecelli ediyor.
SAVAŞ ÖZDAĞ- Rasyonel devlet.
ÜNSAL AKTAŞ- Rasyonel devlet İngiltere, bizim bir emperyal vizyonda çok büyük avantajlarımıza, arşiv geleneğimize, iskân politikalarımıza kıyasen içinde
bulunduğumuz nokta, "yumuşatılmış şekilde bir sükunet ve aciz ekseni" üzerine
kurulmuş. Bunu üzülerek ifade ediyoruz. Şimdi dışarıdaki güçler yedi düvel,
harici güçler, bir zamanlar Türkiye'deki bir görüşün, oligarşik güç. Kim falan,
son tahlilinde kendi literatüründeki bir bilinmeyen muhal yapı. Biz böyle
kaçamayız. Buradaki farkı fark ettirmek de mecburiyetindeyiz. Yarın görev,
imkân, ortam doğduğu zaman ne kadar yaptırılabilir, o ayrı bir şey, onun da
kendine ait dokusal özellikleri, tedbirleri vaaz edilebilir. O bakımdan
profesyonel devletin, İsrail benzeriyle daha net anlaşılsın diye, yani bizim
önceliğimiz, özelliğimiz var, ama konu anlaşılırken, onların da indinde daha çok
kıymetleşmişlik var.
SAVAŞ ÖZDAĞ- Rasyonel devlet, gücünü bilen devlet mi?
ÜNSAL AKTAŞ- İngiltere, evet gücünü müdrik devlet, derin, bizdeki enni
geleneğine uygun, bazı endişeler, bölgelerdeki gelişmeler, kalkışmaları
kucaklayan, onu tolore eden, zaman içerisinde de yapacağını yapan, bunu da davul zurnayla veya rijit tedbirlerle gündeme almayan devlet. Çok mecbur kalırsa, Arjantin'e kadar gidiyor, o kendi çerçevesi, denizlerle ilgili bir algılama.
Bizde karasal algılamalarımız var.
Şu aşamada devlet ve sistemde, bir zihin atağı, biraz vites büyütmek adına söz
aldım. Teşekkür ederim.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Buyurun.
ALİ GÜLBAHAR- Sizin rasyonel ve profesyonel devlet tanımına örnek olarak
verdiğiniz şeyler sonuçta aslında güçlü bir devletin bilinen refleksleri
içindeki işlevleri değil midir?
ÜNSAL AKTAŞ- Şüphesiz.
ALİ GÜLBAHAR- Mesela, ben hep bunu kendi adıma düşünmüşümdür, bu ülkenin bir yetkilisi olsam, bakın milli devlet adına, milli olmak adına, benim vatandaşıma vize uygulayan ülkeye gitmem veya milli devlet tanımı içerisinde şu nasıl bir yer bulabilir: İşte uçaklarımız var, biz yapıyoruz, ama işletim sistemi bizim değil, kaldıramıyoruz, yani istenmezse kaldıramıyoruz, istenirse kaldırıyoruz. Acaba bize ait yazılı olan ya da olmayan üç beş uçağın sahibi olmak mı milli devlete veya bu tür eğilimlere, anlayışa, kavrayışa yakışır, yoksa dünyanın en gelişmiş uçaklarıyla teçhiz edilip, yazılımı için düğmeye başka yerden basılan bir teçhizat mı? Bunları iyi sorgulamak lazım.
Bunlardan önce başka şeyler var, ben asıl onu söylemek istiyorum: Bir nebze
söylendi, adım adım söylendi, hocam söyledi, beyefendi söyledi, devlet doğru,
hangi devlet, yani şu devletle Osmanlının, sultanın her şey olduğu, yani sadece
iktisadi mekanizmanın başı olarak, yani kaynakları tahsis eden, dağıtan, ama
esas olarak maaş ve ücret olarak dağıtan, bununla da yetinmeyip, dini anlamda
Tanrının yeryüzündeki temsilcisi sıfatını taşıyan, yani halife olan sultanın, bu
anlamda topladığı gelirleri bir mekanizma olarak dağıtırkenki ihtiyaçlarla,
devlet mekanizmasıyla, Cumhuriyetinki aynı şey değil. Orada da bürokrasi var,
saraya hizmet eden bir bürokrasi var, Cumhuriyetin ilk döneminde de bir
bürokrasi var. Ama ikisi arasında bir fark var, bir nitelik farkı var. Birinde
toplanan bütün kaynaklar sonuç olarak sarayda birikip, sultanda birikip,
sultanın anlayışına göre tahsis edilirken, Cumhuriyet dönemi bürokrasisi devlet
eliyle, yani sınıfsız devlet, hatta bu anlamda Cumhuriyet Halk Partisinin ilk
tüzüğünde şey vardır, millet partisi olma, yani o parti bir millet partisi
olarak tanımlanmıştır, sınıf yok, imtiyaz yok, her şeyin devlete mal edildiği,
devlet eliyle kalkınmanın, gelişmenin falan tanımlandığı, devlete ait
teşebbüslerin elinde önemli kaynakların biriktiği, bir yapılanmadan söz
ediyoruz, bir idari yapılanmadan söz ediyoruz ve dolayısıyla bu kaynaklar bir
şekilde dağıtılıyor. Kim dağıtıyor? O dönemin bürokrasisi, bir sınıf gibi
çalışan bürokrasi dağıtıyor bunu, yani sınıf değil, ama öyle çalışıyor.
Devletle ilişkisi profesyonel ilişki, yani mülkiyet kendisine ait, zilyet
sıfatıyla yapıyor bunu, yani devlete ait mülkiyeti temsilen bir güç kullanıyor.
Kimin verdiği gücü kullanıyor? Devletin verdiği gücü kullanıyor, yani aslında
kredibilite denilen şey de budur, para da budur, yani bir devlet bir kâğıda bir
güç atfediyor, o para oluyor. Ben doğuyorum, okuyorum, büyüyorum, belli
sınavlardan geçiyorum, devlet bana birtakım yetkiler veriyor, bürokrat
oluyorum, teknokrat oluyorum, onun adına yetkiler kullanıyorum, sonra da emekli oluyorum. Para da aynı, tedavülden kalkıyor, o da aynı, yani paranın emekliliği de odur. Devlet krediyi çeker, aynı hikâye. Bugün bizim gibi, biz de öyle olacağız. Bizim konuştuğumuz yapı, sonuçta bu sistemi bu şekliyle işlediği
yerdir, yani bir güç kullanacaksınız, bir gücünüz olacak. Ne adına yapacaksınız
bunu, nasıl bir gücünüz var?
ÜNSAL AKTAŞ- Konu kutsal veya başka şey değil, yani milli devleti tanımlarken,
modern devleti kucaklıyor, yani teknik devlet de diyebilirsiniz,
geliştirebilirsiniz. Ama o iki kanat üzerinde işaret edip de, bunu icra
ederseniz kanunların ruhu gibi, ayrıca bunu farazi olarak veya söylem olarak
ifade etmenin, yazmanın bir anlamı yok.
ALİ GÜLBAHAR- Katılıyorum, olmalı, ben itiraz etmedim, ama tanımladığınız türde bir devletin sadece belli yerlerde göstereceği tepkiler olarak, hatta refleks
olarak tanımladım. Doğrudur, elbette olmalı bunlar, yani nasıl tanımlanırsa
tanımlansın, önemli olan özüdür, yani bir devletin o tepkiyi gösterip
göstermeyeceği noktasındadır işin özü, orada yapılacak açıklamadadır. Eğer siz
devlet elinde toplanmış belli iktisadi güçler yoksa ve idari yapılanmanızı da
oraya, buraya dağıtırken, işte taşraya, merkeze toplarken, taşraya dağıtırken, o
iktisadi güçle desteklemiyorsanız, teçhiz etmiyorsanız, siz bana göre sonuçta
bir sözde yetki dağıtırsınız, yani önceden neydi? Yatırım programı, önce
planlar, yıllık planlar, mastır planlar, ardından teşvik belgeleri. Bakın,
sadece o sistemde teşvik belgeleri kaldı, kalıntılarla sürdürüyoruz, sistem
gitti, ama teşvik belgeleri varlığını koruyor. DPT, iktisadi planlama yapar,
kaynakları dağıtır, elinde yüzlerce proje stoku var, ne yapacağını bilemez şu
an, ihtiyaçlarla kaynaklar arasında bir ilişki yok ve bütün bunlar yaşanırken,
taşrada da valiler var, bütün bunları bilmesi gereken ve ona verilmiş iktisadi
kaynakları dağıtmak üzere bölgesinde güç kullanmaya çalışan. Eğer siz onu
çekerseniz, o valinin hangi yetkiyle, hangi güçle o insanları toplayıp da,
yetkilileri de toplayıp da, kendisini hissettirebileceğini düşünebiliriz, hangi
noktada hissettirecek, ne adına hissettirecek, nasıl bir yetkiyle, o yetkinin
arkasında ne var, neyi gösterecek? Bu şuna benziyor: Az önce çok güzel, sohbette bir ifade kullanıldı, ezberimizi kaybettik. Doğru, ezberimizi kaybettik, yani devletin fonksiyonları değişti, kabulleri değişti, ulusal güvenliğe ilişkin
kabullerimiz değişti, ordu bundan birkaç yıl önceki ordu değil, devletle
ilişkileri o dönemde olduğu gibi değil, Cumhuriyetle bağları o dönemde olduğu
gibi değil, yani temel değerlerde de yıpranma var.
Biz bir defa, vazgeçilmezleri koyamıyoruz. Vazgeçilmezleri koyamadığımız sürece de, gücü tespit edecek ana noktaları, ana esasları gözden kaçırırız. Eğer biz, bu da söylenebilir, hocam söyledi, elinizde kaynak olmayabilir, iktisadi kaynak olmayabilir, ama başka güçleriniz vardır. Hangi güçtür o? Toplumun zihniyeti sizin öyle bir düzenleyici, denetleyici, organize edici gücünüzü tanır, size öyle bir kredi vermiştir, onu kullanabilirsiniz, bu doğrudur; ama bu yoksa eğer, toplumun zihniyeti buna uygun değilse ve iktisadi gücünüz de yoksa, devlet olamazsınız. Devlet gibi hareket etmeye çalışan bir garip yapı oluşur o zaman; aynı bugün olduğu gibi. Bir şekilde kendinizi bir şeylerle, bir güçle
tanımlayacaksınız devlet olarak, esası budur. Diğer kısmı hikâye, o teoriyi ait
olan kısmıdır, sınıfları bilmem nesi, ordusu, sosyoekonomik yapıda, sosyal yapı
mı önce gelir, iktisadi yapı mı önce gelir, bunlar bana göre, işin detaylarıdır;
ama esas olan bir güçtür, kendinizi bir güçle tanımlayacaksınız kendinizi. Bu
söylediğim gibi, ya toplumdan aldığınız bir kredinin, onları sevk ve idare etmek
üzere kullanılmasıdır, böyle bir organize gücün icraatıdır ya da elinizde çok
büyük işletmeler vardır, oralardan gelen iktisadi kaynaklar vardır, ona dayalı
olarak bir güç kullanırsınız. İşte insanlara iş vaat edersiniz, geleceklerini
güven altına alırsınız. Şimdi ortada bir temel çelişki var, o nedenle ezberimizi
kaybettik. Daha düne kadar devleti baba bilen toplum, şimdi art arda kazık
yiyor, neye uğradığını şaşırdı. Burada kayboldu zaten ilişki. Tam bunları
anlatmaya çalışıyorum, yani bu yeni devleti, bu yeni anlayışı kendisinin
ürettiği kavramlarla değil, bize yurttaşlık bilgisi derslerinde öğretilen, yani
"böyle vatandaş olmalısınız, sizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, bu
Cumhuriyetin kurumlarıyla ilişkilerinizdeki ödevleriniz şunlardır" dediği ders
vardı bize ilkokulda öğretilen, bu anlamda zaten vatandaşlık politik bir öz
içerir, bu şekilde vermemiz lazım, o kavramlarla vermemiz ya da o kavramlarla
bakmamız lazım. Önce bir defa kavramları tespit edeceğiz, aksi takdirde bu
rüzgarın kavramlarıyla bakarsak, onların çizdiği çerçeve içerisinde
değerlendirmiş oluruz, yani bir strateji hatası yaparız.
Dolayısıyla küreselleşmeyi, onu getirdiği yeni dalgaları ki, bir konjonktür bu
bana göre, dışarıdaki çözülmeden sonra. Şimdi bakın, dışarıda bir çözülme oldu,
ne kadar doğru saptadık, doğru yorumladık? İçeride çözülmeler oluyor, ne kadar doğru yorumlayabiliyoruz? Ezberimiz kaybolduğu için bir güçlük var şu an, yani bulanık ortalık, pek göremiyoruz, puslu, bu doğrudur, ama göremeyeceği miz anlamına gelmiyor bu. Bu koşullar olağanüstü koşullardır, bir defa burada anlaşacağız, yani olağan koşullar değil, o nedenle olağan tedbirlerle bunun içinden çıkamayız, böyle bir gerçek var. Olağanüstü koşullar olağanüstü
tedbirler gerektirir, yani önyargılarımızdan arınacağız, bu ülke adına, bu
topraklar adına vazgeçilmezlerimizi tanımlayacağız, bir ortak metin çıkacak,
kendimizi çok ifade edemeyebiliriz oralarda, biraz sıkıntı duyabiliriz, pek
bulamayabiliriz, ama bunu yapmak zorundayız, yani bir şekilde bunu yapacağız.
Böyle bir metin koyacağız, bunun içinde bizim vazgeçilmezlerimiz olacak, temel
referanslarımız yine Cumhuriyetin temel değerleridir, bunu yeniden
yorumlayacağız, bu akıma göre yorumlayacağız, ondan sonra bence bunları
tartışacağız. Dolayısıyla bu yeni devletin -bana göre yeni devlettir bu- yeni
esaslarını dikkate alarak, onun taşradaki görüntüsünü saptamaya çalışacağız.
Eğer bunu yapamazsak, bana göre çok temel bir strateji hatası yaparız ve
gelişmelere hâkim olamayız gibi geliyor bana. Demin söylediğim gibi, bu benim
samimi düşüncemdir, ben sokağın gerçekten bu işin sahiplerinden daha yüksek
standartla düşündüğünü görüyorum. Bu üzücüdür, yani ben geçici görevle
Meclisteyim şu an, orada AKP'den de, CHP'den de milletvekillerine de
söylüyorum, henüz reddeden olmadı bunu, sokaktaki çözümün kendi çözümlerinden daha uygun olduğunu söyleyebiliyorlar.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Bir iki tane konu var. Şu anda olağanüstü
koşullardayız diyorsunuz.
ALİ GÜLBAHAR- Evet.
5 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***