TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM BÖLÜM 4

TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM  BÖLÜM 4


Sayın Özdağ her vesileyle, önümüzdeki 10 yılın Türkiye için bir kırılma süreci, 
dönemi olacağını işaret ediyor. Buna isabet kaydettiği veya mücbir sebepler 
muaciyesinde katılıyorum. O çerçevede literatür bütünlüğü ve tarihsel 
gelişimleri de her halde işlemek, irdelemek, şüphesiz ki yarar sağlıyor. 
Bendeniz izninizle, bugün bu devlet noktasında biraz hassasiyet göstermeye 
çalışacağım. O da, "hangi devlet?" sorusunu biraz açarak gündemi olgunlaştırmaya veya başka bir boyut vermeye çalışıyorum. Çünkü tartışma konumuzun 3 üncü maddesinin 3 üncü şıkkında ideal idari yapılanma modeline bir atıf var. Maksadımız da, muradımız da, ağırlıklı olarak bu olsa gerek. 

Tespitlerim arasında da, pratik ve pragmatik çözümleri de vurgulayarak 
paylaşalım. Rahmetli Atilla İlhan malumaliniz, hangi sol, hangi batı, hangi sağ 
şeklinde bir dizi kitap yayınlamıştı. Çok bekledik, ama belki ömrü vefa etmedi, 
"hangi devlet"i yazmadan gitti. Ama yakınen takip edenler nezdinde, indinde, 
hangi devlet noktasında çok çözüme yakın ve meseleye ışık tutan bir ibare 
kanımca müesses nizam, çünkü en yukarıdaki yapılanma, bütün bunları kucaklayan çatı, madem devlet ve bunun içerisinde günümüz yapılanmalarında farklı unsurlar, farklı sistemler, farklı kanatlar gelişiyor, ülkeler bu çerçevede yön ve rota tarif ediyor. Bu işin daha gelişmiş, ileri, mesela Amerika'daki Bush yönetimi kendi formasyonunda belli bir kanadın belli bir ünitesini teşkil ediyor. Kendine göre daha yırtıcı olabilir, belli konuda daha muhafazakârlık arz edebilir. 
Türkiye'de bu konular tartışılmadığı için, müesseseler de azade kalıyor, o zaman 
kolaycı addettiğim bir yaklaşımla, sistem deyip, topu taca atabiliriz; bu işin 
bence kolay tarafı, ben ceza sahasına gireyim.

Bilmek, anlamak ve yapmak noktasında şüphesiz, heyetler bilmek mevkiindeler, ama anlamak, olayı yürütmek noktasında Türkiye kendi emperyal vizyonu ve bakiye, coğrafyadaki kurtarabildiği topraklar indinde 80 yıl kat etti. Bir dönem İsmail Cem Dışişleri Bakanlığı yaptı ve anlamayı icraatın içinden yaşadı, yani nedir Türkiye'nin idari altı, nerelere uzanır, hangi deplasman yetenekleri vardır, 
hangi yerdeki hangi demografik birikimler nerelere uzanır, bunlar ne kadar 
atıldır, ne kadar pratiğe yansıtılabilmiştir? Gördükçe anladı ki, o bildiği, 
gördüğü Türkiye, işte bizim daha önce cız dediğimiz veya belli çerçevelerde 
hemhudut olduğumuz Sovyetlerle soğuk savaş dönemlerinin ötesinde belki de 
muhteşem bir coğrafya. Gittik, geldik, Türk cumhuriyetleri teşekkül etti, belli 
gelişmeler şekillendi. Onların skoru ortada, yani geldiğimiz noktada ne istikrar 
adına orada prezülün bakiyesi yerel tiranlarla çok yoğun bir işbirliğine 
gidebiliyoruz, ne de Soros'un paralarını sarf etmek noktasında demokrasi adına 
bir konuya yaslanabiliyoruz, kendimizin de çözümünü henüz ortaya koymuş değiliz.

Müesses nizam, paşam jandarma komutanı olabilir, kardeşimiz o bölgenin başka bir güvenlik olabilir, bendeniz o bölgenin minik bir mahallesinin muhtarı 
olabilirim. Son tahlilde, fert olarak, birey olarak vatandaş, değişik
 sirkülasyonlarla belli şeylere muhatap olacak, ama bir resmi bir evrakın
 tevsiki, ama tasdiki, ama temini, ama idamesi zımnında. Onlar uhdesinde, 
onlarla muhatap olduğu çerçevede ne görüyorsa, ne algılıyorsa, hangi soğukluğu, hangi mesafeyi yaşıyorsa, onun için orada başlıyor, orada şekilleniyor, orada kristalize oluyor. O bakımdan böyle çok kutsal veya çok namütenahi imkânlar, sıfatlar, ulaşılmaz hususlarla devleti tanımlama alışkanlığından vazgeçerek, bu müesses nizam noktasına inersek, bilfarz yarın teşekkül edebilecek örnekler olarak söylüyorum, fi tarihinde biliyorsunuz, … dönem hükümeti vardı, yapmak noktasındao da böldü, yaşadı ve yapıp yapmamak, ne kadar yapabilmek, ne kadar yaptırabilmek, muktedir olabilmek noktasında o da kendi ezberini, değerlendirmesini, tarihi notunu aldı. 

Yarınki 60 ncı hükümet, gelip de, çevir gazı yanmasın, nerede kaldık, bir farklı model üretmeden, kalıcı, kendi sürecine belli bir restorasyonu koymadan veya bunu iyi tarifle tanımlamadan ne yapabilecek, hep o endişeyi yaşıyoruz. Yani gelebilecek bir 60 ncı hükümet, geçmişte Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü diye bir enstitümüz vardı, kendi açısından samimi gayretleriyle doğu meselesine, bir sürü uzmanın katkılarını oraya yoğunlaştırdı, devletimizin bazı açılımlarına tercüman olmaya çalıştı. 

Ulaştığımız nokta, işte Güneydoğu meselesinin gelinen noktada o kuruluş, kuruluş amacıyla mütenasip, şimdi hayatiyetini ne kadar devam ettiriyor bilmiyorum.
Buradan yola çıkarak, FİKA'yı 60 ncı hükümet nasıl tarif edecek, nereye 
koyacak, hangi yasanın hangi pratiğin, hangi bütünlüğün parçasında icra edecek, TÜBİTAK'a nasıl bakacak, tanıtma fonunu nasıl kıymetlendirecek, örtülü ödeneği nasıl icra edecek, Atom Enerjisi Komisyonunu nasıl bölgesel bir hüviyet veya gelişme çerçevesinde değerlendirecek? Bunları çoğaltabiliriz. 

Bulunduğumuz bölgenin kendine özgü hususiyetleri var. Bir düşünürün ifade ettiği gibi, bulunduğumuz bölge, düello kültürünü bilmiyor, pusu geleneği üzerine kurulmuş; Bizans'a atıf yapıldı. Zoru seven bir coğrafya, güce tapan bir yapı. Böyle bir coğrafyada kanunların ruhunu ikame edecek, dokunun en ücra köşesine kadar, en uzaktaki birime kadar eşzamanlı, eşgüdümlü müessir bir yapıyı ikame edebilecek friksiyona ulaşamayacağımıza göre, kendi litresinde, kendi akışında bir restorasyon yapmak durumundayız. Bunun anayasal zorunlulukları da var, yine bir ceza sahası konusu, yani anayasada cumhurbaşkanının görevleri tarif edilmiş, tanımlanmış, ben son dönemlerde üzülerek bir hukukçu olarak, o boşluğu hissediyorum, yani kuruluşlar ve kurumlar arası eşgüdüm. Kimse de bunu şöyle layığı vecihiyle, nedir, ne değildir diye pratiğe taşımıyor. 

Bürokratların teskiye yönünden ve ikbal yönünden endişelerine saygı duyarım, ama Türkiye teskiye yönünden, kendisini bir cezaevine götüren zunlamayı, teknik dinlemeyi ve imkânları seferber etmiş bir yapı, makul ve kısa bir zaman 
sonrasında kendisini oraya götüren organizasyonu, yapıyı teskiye halinde 
olabilecek kadar da farklı bir gelişme seyrettik Türkiye'de. Başbakanı 
kastediyorum, ben biraz çıplak konuşurum, yani kendisini oraya götüren kuvveti
 teskiye amiri olarak bürokratik hiyerarşide amiri olmuştur. Demek ki, 
meşruiyet, demokratik açılım, bölgesel gelişmeler çerçevesinde ve küresel 
algılamalarda ülke çok farklı bir yere geldi. 

Mısır köklü bir kültür, kültür derinliği var, bütün Avrasya coğrafyasına ve 
Ortadoğu'ya açılımlarda her dönem etkin olmuş, ama ben en son Mısır'ın Afrika 
Kupasını aldığı için yakınen hatırlıyorum, bazen işte Süveyş'te problem olursa, 
Filistin konusunda zaten partner olmaktan çıktı. Demek ki, kültür ve medeniyetle de bazı şeyler olmuyor. Bambaşka bir ülke, çok değişik bir şekilde bir çözüm veya gündem oluşturacak ağırlık ve derinlik kazanabiliyor. 


Peki, deplasman geleneğini unutmuş, kaygan bir zeminde, temel kurum ve 
kuruluşlar arasında eşgüdüm olmayarak, bu coğrafyada nihai tercihimizi yapacak kadar da muktedir olmadığımız bir vetirede ne yapacağız? Onun değişik
teklifleri, hususiyetleri var. Şu aşamada kısaca tarif ve teklif çerçevesinde milli devlet konusunda Türkiye'de kuvvetli bir vurgu var. Kanaatimce milli devletin 
iki tane kanadı olmalı. Birincisi, bilmek, yapmak, anlamak noktasındaki o üçlemeyi de destekleyerek ve İngiltere örneğinden kuvvet alarak rasyonel devlet, diğer kanadı da İsrail örneğinden destek alarak, profesyonel 
devlet. Profesyonel ve rasyonel devlet kanaatimce, modern devlettir ve modern 
devlet günümüz çerçevesinde milli devletle özdeşir. Bunu yaparken, muktedir 
olabilmek, güçlü iktidarlar temadi ve bütünlük arz etmesi çerçevesinde, o 
bahsettiğim anayasa maddesinden yola çıkarak, eşzamanlı olarak bir iradenin 
Türkiye'de hazır olması lazım. Cumhuriyetin inşasında belli bir gelenekten 
gelen, tamamen örtüşmese bile, belli bir birikimden ve sosyal dokudan mülhem, o iklimden neşet etmiş insanlar görev aldılar. Türkiye'de de önümüzdeki dönemlerde böyle bir şans kullanılabilir, böyle bir şans aranabilir, yakalanabilir. Ancak o zaman bu restorasyon hem kendi içerisindeki insicamı ve yapılanmayı 
iyileştirmeyi sürekli kılar, kalıcı kılar, hem de bunun getirebileceği bölgesel 
ve küresel tehdit algılamalarındaki tolere edilmeyi bağdaştırabilir. Esasen bu 
konudaki siyasi çalışmalar, arayışlar Türkiye'de her mekânda, her mahfilde devam ediyor, ama enstitü çerçevesi ve sınırları bir başka yerde kalmak üzere, 
buradaki başka dostlarla o arayışın bir parçasıyız, daha cesur, daha çıplak, 
daha tartışılabilir zeminlerde bunları açmak lazım. Açılmadığı sürece, hep
 ertelendiği sürece, bu bir stratejik zenginlik olmuyor, bu bir müktesebatın
 tescili olmuyor. Cumhuriyetin asabiyet katsayısı da böyle. Çok seviyoruz
 Cumhuriyetimizi, ama Cumhuriyetin asabiyet katsayısı, ertele ertele üzerine
 kuruluyor, hep ver ver, taviz üzerine kuruluyor ve sonra öyle bir noktaya
 geliyor ki, bünye taşıyamaz noktaya geldiği zaman da, balyozla ceviz kırıyoruz. 

SAVAŞ ÖZDAĞ- Rasyonel devlet ne, profesyonel devlet ne?

ÜNSAL AKTAŞ- Ben bunu şöyle çerçevelendiriyorum: Yakınlarda Münih diye bir film oynuyor. İnsanlar, Kurtlar Vadisini çok tutar, ama Münih'i ertelediler. Bizim 
jenerasyon da 1972'yi bildiği için, bizim aramızda kuvvetli bir yer etti. 
Profesyonel devlet, İsrail'e atfen şekillendirdim, üstadımızın da Fransa'daki 
örneklemesiyle vücut bulduğu üzere, kanunların, yani bir şeyi söylemek ve 
yapmamaktansa, söylememek ve yapmak mevkiinde tam bir muktedirlik ve kararlılık eşzamanlı olarak. Münih sonrası Kara Eylül finanse eden, azmettiren…

SAVAŞ ÖZDAĞ- Ta Arjantin'e kadar gittiler.

ÜNSAL AKTAŞ- Hepsine gittiler, Şinbed bünyesindeki bir özerk yapı, bütün illiyet bağlarından azade ve her tür organik irtibatını sıfırlamış, işi noktaladı. Bu 
sahik ve sabit belgelerle şekillendi. Spielberg'in sadece … şey değil. Günümüz 
devleti profesyonel olur. Bir makamındaki kişi giderken, bilgisayardaki son 
noktayı bırakıp, emekli olabilecek. 

SAVAŞ ÖZDAĞ- Kendi politikasını güvertesiyle hudutlamayacak.

ÜNSAL AKTAŞ- Gayet tabii.

Peki, bunu önleyen ne? Bunu önleyen, gelecek hükümetin o konudaki temel 
ölçülerdeki düşüncesi, yaklaşımı, endişesinin biri bu. Bu hem teskiye şeklinde 
ilk baştakine tecelli ediyor.


SAVAŞ ÖZDAĞ- Rasyonel devlet.

ÜNSAL AKTAŞ- Rasyonel devlet İngiltere, bizim bir emperyal vizyonda çok büyük avantajlarımıza, arşiv geleneğimize, iskân politikalarımıza kıyasen içinde 
bulunduğumuz nokta, "yumuşatılmış şekilde bir sükunet ve aciz ekseni" üzerine 
kurulmuş. Bunu üzülerek ifade ediyoruz. Şimdi dışarıdaki güçler yedi düvel, 
harici güçler, bir zamanlar Türkiye'deki bir görüşün, oligarşik güç. Kim falan, 
son tahlilinde kendi literatüründeki bir bilinmeyen muhal yapı. Biz böyle 
kaçamayız. Buradaki farkı fark ettirmek de mecburiyetindeyiz. Yarın görev, 
imkân, ortam doğduğu zaman ne kadar yaptırılabilir, o ayrı bir şey, onun da 
kendine ait dokusal özellikleri, tedbirleri vaaz edilebilir. O bakımdan 
profesyonel devletin, İsrail benzeriyle daha net anlaşılsın diye, yani bizim 
önceliğimiz, özelliğimiz var, ama konu anlaşılırken, onların da indinde daha çok 
kıymetleşmişlik var. 

SAVAŞ ÖZDAĞ- Rasyonel devlet, gücünü bilen devlet mi?

ÜNSAL AKTAŞ- İngiltere, evet gücünü müdrik devlet, derin, bizdeki enni 
geleneğine uygun, bazı endişeler, bölgelerdeki gelişmeler, kalkışmaları 
kucaklayan, onu tolore eden, zaman içerisinde de yapacağını yapan, bunu da davul zurnayla veya rijit tedbirlerle gündeme almayan devlet. Çok mecbur kalırsa, Arjantin'e kadar gidiyor, o kendi çerçevesi, denizlerle ilgili bir algılama. 
Bizde karasal algılamalarımız var.

Şu aşamada devlet ve sistemde, bir zihin atağı, biraz vites büyütmek adına söz 
aldım. Teşekkür ederim.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Buyurun.

ALİ GÜLBAHAR- Sizin rasyonel ve profesyonel devlet tanımına örnek olarak 
verdiğiniz şeyler sonuçta aslında güçlü bir devletin bilinen refleksleri 
içindeki işlevleri değil midir?

ÜNSAL AKTAŞ- Şüphesiz.

ALİ GÜLBAHAR- Mesela, ben hep bunu kendi adıma düşünmüşümdür, bu ülkenin bir yetkilisi olsam, bakın milli devlet adına, milli olmak adına, benim vatandaşıma vize uygulayan ülkeye gitmem veya milli devlet tanımı içerisinde şu nasıl bir yer bulabilir: İşte uçaklarımız var, biz yapıyoruz, ama işletim sistemi bizim değil, kaldıramıyoruz, yani istenmezse kaldıramıyoruz, istenirse kaldırıyoruz. Acaba bize ait yazılı olan ya da olmayan üç beş uçağın sahibi olmak mı milli devlete veya bu tür eğilimlere, anlayışa, kavrayışa yakışır, yoksa dünyanın en gelişmiş uçaklarıyla teçhiz edilip, yazılımı için düğmeye başka yerden basılan bir teçhizat mı? Bunları iyi sorgulamak lazım.

Bunlardan önce başka şeyler var, ben asıl onu söylemek istiyorum: Bir nebze 
söylendi, adım adım söylendi, hocam söyledi, beyefendi söyledi, devlet doğru, 
hangi devlet, yani şu devletle Osmanlının, sultanın her şey olduğu, yani sadece 
iktisadi mekanizmanın başı olarak, yani kaynakları tahsis eden, dağıtan, ama 
esas olarak maaş ve ücret olarak dağıtan, bununla da yetinmeyip, dini anlamda 
Tanrının yeryüzündeki temsilcisi sıfatını taşıyan, yani halife olan sultanın, bu 
anlamda topladığı gelirleri bir mekanizma olarak dağıtırkenki ihtiyaçlarla, 
devlet mekanizmasıyla, Cumhuriyetinki aynı şey değil. Orada da bürokrasi var, 
saraya hizmet eden bir bürokrasi var, Cumhuriyetin ilk döneminde de bir 
bürokrasi var. Ama ikisi arasında bir fark var, bir nitelik farkı var. Birinde 
toplanan bütün kaynaklar sonuç olarak sarayda birikip, sultanda birikip, 
sultanın anlayışına göre tahsis edilirken, Cumhuriyet dönemi bürokrasisi devlet 
eliyle, yani sınıfsız devlet, hatta bu anlamda Cumhuriyet Halk Partisinin ilk 
tüzüğünde şey vardır, millet partisi olma, yani o parti bir millet partisi 
olarak tanımlanmıştır, sınıf yok, imtiyaz yok, her şeyin devlete mal edildiği, 
devlet eliyle kalkınmanın, gelişmenin falan tanımlandığı, devlete ait 
teşebbüslerin elinde önemli kaynakların biriktiği, bir yapılanmadan söz
 ediyoruz, bir idari yapılanmadan söz ediyoruz ve dolayısıyla bu kaynaklar bir 
şekilde dağıtılıyor. Kim dağıtıyor? O dönemin bürokrasisi, bir sınıf gibi
 çalışan bürokrasi dağıtıyor bunu, yani sınıf değil, ama öyle çalışıyor. 
Devletle ilişkisi profesyonel ilişki, yani mülkiyet kendisine ait, zilyet 
sıfatıyla yapıyor bunu, yani devlete ait mülkiyeti temsilen bir güç kullanıyor. 
Kimin verdiği gücü kullanıyor? Devletin verdiği gücü kullanıyor, yani aslında
 kredibilite denilen şey de budur, para da budur, yani bir devlet bir kâğıda bir
 güç atfediyor, o para oluyor. Ben doğuyorum, okuyorum, büyüyorum, belli
 sınavlardan geçiyorum, devlet bana birtakım yetkiler veriyor, bürokrat 
oluyorum, teknokrat oluyorum, onun adına yetkiler kullanıyorum, sonra da emekli oluyorum. Para da aynı, tedavülden kalkıyor, o da aynı, yani paranın emekliliği de odur. Devlet krediyi çeker, aynı hikâye. Bugün bizim gibi, biz de öyle olacağız. Bizim konuştuğumuz yapı, sonuçta bu sistemi bu şekliyle işlediği 
yerdir, yani bir güç kullanacaksınız, bir gücünüz olacak. Ne adına yapacaksınız 
bunu, nasıl bir gücünüz var?

ÜNSAL AKTAŞ- Konu kutsal veya başka şey değil, yani milli devleti tanımlarken, 
modern devleti kucaklıyor, yani teknik devlet de diyebilirsiniz, 
geliştirebilirsiniz. Ama o iki kanat üzerinde işaret edip de, bunu icra 
ederseniz kanunların ruhu gibi, ayrıca bunu farazi olarak veya söylem olarak 
ifade etmenin, yazmanın bir anlamı yok.

ALİ GÜLBAHAR- Katılıyorum, olmalı, ben itiraz etmedim, ama tanımladığınız türde bir devletin sadece belli yerlerde göstereceği tepkiler olarak, hatta refleks 
olarak tanımladım. Doğrudur, elbette olmalı bunlar, yani nasıl tanımlanırsa 
tanımlansın, önemli olan özüdür, yani bir devletin o tepkiyi gösterip 
göstermeyeceği noktasındadır işin özü, orada yapılacak açıklamadadır. Eğer siz 
devlet elinde toplanmış belli iktisadi güçler yoksa ve idari yapılanmanızı da 
oraya, buraya dağıtırken, işte taşraya, merkeze toplarken, taşraya dağıtırken, o 
iktisadi güçle desteklemiyorsanız, teçhiz etmiyorsanız, siz bana göre sonuçta 
bir sözde yetki dağıtırsınız, yani önceden neydi? Yatırım programı, önce 
planlar, yıllık planlar, mastır planlar, ardından teşvik belgeleri. Bakın, 
sadece o sistemde teşvik belgeleri kaldı, kalıntılarla sürdürüyoruz, sistem 
gitti, ama teşvik belgeleri varlığını koruyor. DPT, iktisadi planlama yapar, 
kaynakları dağıtır, elinde yüzlerce proje stoku var, ne yapacağını bilemez şu 
an, ihtiyaçlarla kaynaklar arasında bir ilişki yok ve bütün bunlar yaşanırken, 
taşrada da valiler var, bütün bunları bilmesi gereken ve ona verilmiş iktisadi 
kaynakları dağıtmak üzere bölgesinde güç kullanmaya çalışan. Eğer siz onu 
çekerseniz, o valinin hangi yetkiyle, hangi güçle o insanları toplayıp da, 
yetkilileri de toplayıp da, kendisini hissettirebileceğini düşünebiliriz, hangi 
noktada hissettirecek, ne adına hissettirecek, nasıl bir yetkiyle, o yetkinin 
arkasında ne var, neyi gösterecek? Bu şuna benziyor: Az önce çok güzel, sohbette bir ifade kullanıldı, ezberimizi kaybettik. Doğru, ezberimizi kaybettik, yani devletin fonksiyonları değişti, kabulleri değişti, ulusal güvenliğe ilişkin 
kabullerimiz değişti, ordu bundan birkaç yıl önceki ordu değil, devletle 
ilişkileri o dönemde olduğu gibi değil, Cumhuriyetle bağları o dönemde olduğu 
gibi değil, yani temel değerlerde de yıpranma var. 

Biz bir defa, vazgeçilmezleri koyamıyoruz. Vazgeçilmezleri koyamadığımız sürece de, gücü tespit edecek ana noktaları, ana esasları gözden kaçırırız. Eğer biz, bu da söylenebilir, hocam söyledi, elinizde kaynak olmayabilir, iktisadi kaynak olmayabilir, ama başka güçleriniz vardır. Hangi güçtür o? Toplumun zihniyeti sizin öyle bir düzenleyici, denetleyici, organize edici gücünüzü tanır, size öyle bir kredi vermiştir, onu kullanabilirsiniz, bu doğrudur; ama bu yoksa eğer, toplumun zihniyeti buna uygun değilse ve iktisadi gücünüz de yoksa, devlet olamazsınız. Devlet gibi hareket etmeye çalışan bir garip yapı oluşur o zaman; aynı bugün olduğu gibi. Bir şekilde kendinizi bir şeylerle, bir güçle 
tanımlayacaksınız devlet olarak, esası budur. Diğer kısmı hikâye, o teoriyi ait 
olan kısmıdır, sınıfları bilmem nesi, ordusu, sosyoekonomik yapıda, sosyal yapı 
mı önce gelir, iktisadi yapı mı önce gelir, bunlar bana göre, işin detaylarıdır; 
ama esas olan bir güçtür, kendinizi bir güçle tanımlayacaksınız kendinizi. Bu 
söylediğim gibi, ya toplumdan aldığınız bir kredinin, onları sevk ve idare etmek 
üzere kullanılmasıdır, böyle bir organize gücün icraatıdır ya da elinizde çok 
büyük işletmeler vardır, oralardan gelen iktisadi kaynaklar vardır, ona dayalı 
olarak bir güç kullanırsınız. İşte insanlara iş vaat edersiniz, geleceklerini 
güven altına alırsınız. Şimdi ortada bir temel çelişki var, o nedenle ezberimizi 
kaybettik. Daha düne kadar devleti baba bilen toplum, şimdi art arda kazık 
yiyor, neye uğradığını şaşırdı. Burada kayboldu zaten ilişki. Tam bunları 
anlatmaya çalışıyorum, yani bu yeni devleti, bu yeni anlayışı kendisinin 
ürettiği kavramlarla değil, bize yurttaşlık bilgisi derslerinde öğretilen, yani 
"böyle vatandaş olmalısınız, sizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, bu 
Cumhuriyetin kurumlarıyla ilişkilerinizdeki ödevleriniz şunlardır" dediği ders 
vardı bize ilkokulda öğretilen, bu anlamda zaten vatandaşlık politik bir öz 
içerir, bu şekilde vermemiz lazım, o kavramlarla vermemiz ya da o kavramlarla 
bakmamız lazım. Önce bir defa kavramları tespit edeceğiz, aksi takdirde bu 
rüzgarın kavramlarıyla bakarsak, onların çizdiği çerçeve içerisinde 
değerlendirmiş oluruz, yani bir strateji hatası yaparız. 

Dolayısıyla küreselleşmeyi, onu getirdiği yeni dalgaları ki, bir konjonktür bu 
bana göre, dışarıdaki çözülmeden sonra. Şimdi bakın, dışarıda bir çözülme oldu, 
ne kadar doğru saptadık, doğru yorumladık? İçeride çözülmeler oluyor, ne kadar doğru yorumlayabiliyoruz? Ezberimiz kaybolduğu için bir güçlük var şu an, yani bulanık ortalık, pek göremiyoruz, puslu, bu doğrudur, ama göremeyeceği miz  anlamına gelmiyor bu. Bu koşullar olağanüstü koşullardır, bir defa burada  anlaşacağız, yani olağan koşullar değil, o nedenle olağan tedbirlerle bunun  içinden çıkamayız, böyle bir gerçek var. Olağanüstü koşullar olağanüstü 
tedbirler gerektirir, yani önyargılarımızdan arınacağız, bu ülke adına, bu 
topraklar adına vazgeçilmezlerimizi tanımlayacağız, bir ortak metin çıkacak, 
kendimizi çok ifade edemeyebiliriz oralarda, biraz sıkıntı duyabiliriz, pek 
bulamayabiliriz, ama bunu yapmak zorundayız, yani bir şekilde bunu yapacağız. 
Böyle bir metin koyacağız, bunun içinde bizim vazgeçilmezlerimiz olacak, temel 
referanslarımız yine Cumhuriyetin temel değerleridir, bunu yeniden
yorumlayacağız, bu akıma göre yorumlayacağız, ondan sonra bence bunları 
tartışacağız. Dolayısıyla bu yeni devletin -bana göre yeni devlettir bu- yeni
esaslarını dikkate alarak, onun taşradaki görüntüsünü saptamaya çalışacağız.
Eğer bunu yapamazsak, bana göre çok temel bir strateji hatası yaparız ve
gelişmelere hâkim olamayız gibi geliyor bana. Demin söylediğim gibi, bu benim
samimi düşüncemdir, ben sokağın gerçekten bu işin sahiplerinden daha yüksek
standartla düşündüğünü görüyorum. Bu üzücüdür, yani ben geçici görevle
Meclisteyim şu an, orada AKP'den de, CHP'den de milletvekillerine de 
söylüyorum, henüz reddeden olmadı bunu, sokaktaki çözümün kendi çözümlerinden daha uygun olduğunu söyleyebiliyorlar. 

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Bir iki tane konu var. Şu anda olağanüstü 
koşullardayız diyorsunuz.

ALİ GÜLBAHAR- Evet.

5 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM BÖLÜM 3

TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM  BÖLÜM 3


E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Açıkları varsa, bunlar giderilir, denetimi iyi olarak yapılırsa, olabilir yani. Konu 150-200 bin kişilik bir özel güvenlik kuvveti 
doğdu diye yorumlamak biraz bence aşırı oldu, çünkü o güvenlik kuvveti 
Ankara'nın Karum'undan, Armada'dan tutun, bilmem nereye kadar, yani Türkiye sathına yayılmış ve birimleri ikişer, üçer kişi. Benim oturduğum sitede de Onur Güvenlik var, işte 6 kişilik bir heyetle vardiya usulü orayı koruyor, o da bir güvenlik. Onlarla bunu biraz karıştırmamak lazım gibi geliyor bana.

ALİ GÜLBAHAR- Bu konuya münhasır olarak bir şey daha ilave etmek istiyorum: Şu noktada size katılıyorum, yani şöyle bir tespit var benim de: Sokağın bu ülkenin sorunlarına sahip çıkma, çözüm arama, cevap bulma anlamındaki standardı, bu sorunun sahiplerinden daha yüksek şu anda. Eğer bu doğruysa, o fark kendini sokaktan dayatacaktır, yani çözümün sokakta aranması halinde iç müdahale en örgütlü kesiminden gelir sokağın, yani o anlamda bir potansiyel tehlike olabilir. Bu ülkede biz şunları da gördük, yani en azından benim yaklaşık 20 yıllık kamu tecrübemde de. Bu tür model örgütlenmelerin daha sonra daha 
sofistike örgütlenmelere bir anda insan kaynağı sağlaması anlamında, hadi bakın, bunlar zaten bu eğitimi almışlar, savunmayı biliyorlar, yarı askeri, yarı 
militer güçlerdir, hadi bunları asker yapalım, polis yapalım veya polis benzeri 
bir şey yapalım, yetki verelim; bu olabilir, bu doğaldır, yani sözünü ettiğiniz 
şeyin böyle bir tehlikesi var. Bu anlamdaki tehlikelere ben de katılıyorum, bu 
doğrudur; ama silahlanma anlamında, kontrolü anlamında bence şu an şu gün 
itibariyle bir problem olduğunu sanmıyorum. 

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- Beyefendiye çok katılıyorum. 

Bir de, lise mezunu kaydı var biliyorsunuz yasada, özel güvenlik görevlisi 
olabilmek için lise diplomasını ibra edip, ondan sonra da eğitim alıyor, o 
eğitimini de valilik polis vasıtasıyla, jandarma vasıtasıyla imtihan ediyor, 
ondan sonra birer de belge veriyor. Ayrıca, eğer valilik uygun görüp de, 
bunların silah taşımasına uygun diyorsa, bölgesinde, yani o bölgeyi de, mesela 
bizim barajın inşaat bölgesini, terörün tam ortasındadır, Şakir Paşa da çok iyi 
bilir, onun bölgesini sınırlıyor, bu bölgenin içinde ancak silah taşıyabilirsiniz diyor. O bölgenin dışına silah taşıdığınız zaman, ruhsatsız silah taşımış gibi size muamelede bulunuyor. 

OSMAN NURİ EYÖVGE- Paşam, o zaman ne yapıyorsunuz, biliyor musunuz? Benim bölgemde bu güvenliği sağlasın, nöbeti bitince de ben bunu PKK'lının eline teslim edeyim, silahsız olarak gitsin, keklik avlansın demeye geliyor bir bakıma da.

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- Şimdi yani…

OSMAN NURİ EYÖVGE- Şey etmeyin, ben bu konuya fazla şey değil. Burada bir sonuç cümlesi kullanacağım: Yukarıda saydığım kanunların dışında, Ceza Kanununda, Ceza Usul Kanununda, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda yapılan değişiklikle, devletin elini, kolunu bağlarken, Şemdinli olayları dolayısıyla Hakkari Valisinin deyimiyle, mahalli liderlerin, yani HADEP'li belediye başkanlarının her dediğinin yapıldığı bir ortamın yaratılması vesile oluştu. HADEP'li belediye başkanı elini kaldırmıştır, millet ayaklandırmıştır, elini indirmiştir, millet durmuştur. Bunu Sayın Başbakan da görmüştür.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Burada bir şey söyleyebilir miyim?

OSMAN NURİ EYÖVGE- Evet.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Orada HADEP'li belediye başkanının oradaki halkı kontrol altında tutması konusu, çıkan yerel kanunun belediye başkanına verdiği yetkiden mi kaynaklanıyor, yoksa o belediye başkanının o halk üzerindeki daha değişik bir otoritesinden mi kaynaklanıyor?

OSMAN NURİ EYÖVGE- Daha değişik otoritesinden. Ama şimdiki mevzuatla da, yeni yaratılmak istenilen bu mevzuatla da, bunun hukuki ortamı yaratılmak isteniyor, altyapısı yapılmak isteniyor.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Hukuki olarak da zaten güç kazandıktan sonra bunu daha rahat bir şekilde yapar demek istiyorsunuz.

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- Şunu ekleyebilir miyim, ona da cevap verirsiniz. Vali Beyin beceriksizliğinden de olmuş olabilir mi?

OSMAN NURİ EYÖVGE- Doğrudur.

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- Yani hiçbir riski göze almamış, elinde orada komando tugayı var, bilmem jandarması var, her bir gücü var, o bölge özel bölge içinde, hiçbir şey kullanmamış. Ben valime de soracaktım, size de müsaadenizle sorayım: Iğdır'ın nüfusu ne kadar Sayın Valim?

MUSTAFA TAMER- 70 bin civarında.

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- Tunceli'nin nüfusu 86 bin, şehir merkezi 24 bindir, 
bunun 16 bini -Şakir Paşam son rakamları daha iyi bilebilir- yerli, kalan 8 bini 
memur, komanda tugayı, asker, yani bizler. Diğerleri 16 bin. Eğer bizim 
yetiştirdiğimiz doktor unvanlı valilerimiz, yetiştirmek için bu kadar çaba sarf 
ettiğimiz valilerimiz 20-30 bin kişiyi yönetemiyor mu yani, oralarda yönetim 
sorunu çıkıyor. Yetkisini mi kullanmıyor, kullanmak mı istemiyor? Bunları da 
değerlendirmek lazım.

OSMAN NURİ EYÖVGE- Paşam, İl İdaresi Kanununda bir hüküm var, valinin güvenlikle ilgili görevlerini saymış; şunu yapar, şunu yapar diye bir madde var. Vali gerekli gördüğü diğer bütün tedbirleri alır. Bu hüküm nedir? Bu hüküm, 
inisiyatif kullanmaktır. Sokağa çıkma yasağı ilan edebilir, silahları 
toplayabilir, yani o inisiyatifi valinin kendisinin kullanması lazım. Hatta bu 
maddeyi açmak istediler, maddeyi açarsanız, kendi kendinizi sınırlarsınız. Başka 
bir örnek vereceğim: Diyarbakır Valisi, bu son vali, Diyarbakır'a gittiği gün, 
Hevsel Bahçelerinde operasyon yapıyor emniyet ve jandarma güçleri. Emniyet 
müdürü valiyi havaalanında karşılıyor, vali diyor ki, "sizin o operasyonunuzu 
tasvip etmiyorum"

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- Daha ne olduğunu bile bilmiyor.

OSMAN NURİ EYÖVGE- Bilmeden. Göreve başlıyor, biliyorsunuz, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkında bir kanun vardır,o kanuna göre belirli alanlarda ancak toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılır ve güzergâhı da var, "Ben kaldırdım, bütün güzergâhları da kaldırdım" diyor. Sözlü olarak şunu diyor: "PKK bayraklarıyla yürüseler, PKK lehine slogan atsalar, yine bir şey yapmayacaksınız" Bu vali Avrupa Birliğine en uygun vali olarak lanse ediliyor ve hatta Avrupa Birliği heyetinde başmüzakereci yardımcısı olarak atanması da söz konusu bu valinin. 

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- O görevi iyi yapabilir de efendim, valiliği yapamadığı muhakkak. 

OSMAN NURİ EYÖVGE- Takdirlerinize bırakıyorum.

E. Tümg. YAŞAR KARAGÖZ- Benim ölçüme göre öyle.

OSMAN NURİ EYÖVGE- Benim meslektaşım, ben takdirlerinize bırakıyorum.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Yalnız konu şöyle: O valiye de fazla suçlamada 
bulunmayın. Tanımam, etmem, ama sistem böyle, yani sistem ne istiyorsa vali de ona göre hareket ediyor. Orada Şemdinli olaylarında, oradaki o cenaze kaldırma konusunda 10 bin kişi, 30 bin kişi, bazılarına göre 40 bin kişinin toplanıp, yürümesi konusunda vali bir tedbir alır, ortalığı yakıp, yıktırabilirdi, ama istenen o değil. İstenen, kavga çıkmasın, hadise olmasın, iğdiş edilmesi, 
ortalık velveleye verilmesin, ama ne yaparlarsa yapsın. Bayrakla da yürüsün, 
bilmem neye de küfretsin, devletin aleyhine de çalışsın, her şey olsun, ama 
hadise çıkmasın. Sonunda da bu hadisesiz bir şekilde sonuçlandırılmıştır diye 
televizyonlarda, haberlerde, gazetelerde defalarca da başarıymış gibi ifade 
edildi. Eğer bu hadise değilse, neresi hadisedir bilmiyorum. Hadise, oradan iki 
tane jet uçağının geçmesi oldu, hadise o oldu, öbürleri hadise değildi. Neler 
oldu, onlar hadise değil, çünkü arzu edilen bu. Her şeyi yumuşak bir şekilde 
kabullenmek, bunun tepki vermesine, üstüne gidilmesine engel olmak ve ortada 
hiçbir şey yokmuş, Türkiye sükunet içerisinde her şeyin üstesinden gelebilir bir 
vaziyettedir diye dışarıya ve içeriye karşı lanse etmektir, konu budur. Sistem 
bunu arzu edince, oradaki vali ne yapsın? Vali tutup da, o gün sokağa çıkma 
yasağını ilan etseydi, iki saat içerisinde o valiyi görevden alırlardı. 

OSMAN NURİ EYÖVGE- Daha iyiydi ama.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Vali de zaten görevden alınmayayım diye, ne ona ses çıkartmıştır, ne de ona. Orada asker de görev yapamamıştır, vali de görev yapamamıştır, kimse görev yapamamıştır, çünkü görev yapması istenmiyor ondan orada, sistem bunu arzu ediyor.

OSMAN NURİ EYÖVGE- O zaman orada oturulmaz Paşam, istifa da bir erdemdir.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Tabii.

Ondan sonra da Hakkari'deki bilmem ne olayında valiyi aldılar, yerine bilmem 
neyi verdiler, bir şeyler oldu, bir sürü bir sürü şeyler. 

Buyurun efendim, katkılarınızı ve sorularınızı bekliyoruz.

ETHEM AKAY- Olaya biraz teorik açıdan bakmakta fayda var, çünkü somut olaylardan bir neticeye ulaşmak bana göre biraz zor. Günümüzde bu sorunların temelinde ne var, ilk önce bunu tespit etmek lazım. Bir fotoğraf var, bu fotoğrafın arkasını görmemiz lazım ki, bu fotoğrafı iyi anlayalım, ona göre de çözüm üretebilelim. Bir defa, dünyada devlet kavramı bir tartışma halini açalım. Bu devlet kavramının içerisinde devletin işlevleri tartışma konusu. Bunun içerisinde ne var? Kamu hizmeti kavramı, bizim de söylediğimiz her şey bu kamu hizmetiyle bağlantılı bir şey. Kamu hizmeti kavramındaki bir değişiklik söz konusu. Bu kamu hizmeti kavramındaki değişiklik aynı zamanda devletin, yani merkezi idarenin işlevinin ne olması gerektiği, mahalli idarenin veya idarelerin işlevinin ne olması gerektiği sorununu gündeme getiriyor. Bu sorunun cevabını iyi verdiğiniz takdirde ve bununla bağlı olarak, oluşturulacak sistemin, siyasi sistemin ve sizin muhafaza etmek istediğiniz veya muhafaza edip, daha geliştirmek istediğiniz sistemlerin uyumlaştırılmasını nasıl sağlayacağımız sorunu var. 
Türkiye şu bir gerçek, artık klasik anlamdaki kamu hizmeti kavramı bitti, yeni 
bir kamu hizmeti kavramı var. Bu kavramın Türkiye'ye veya ülkemizdeki 
tartışılmasının sebebi, Avrupa Birliği meselesi var, Avrupa Birliğinde artık 
kamu hizmeti kavramını kullanmıyorlar. Evrensel hizmet, evrensel hizmetin 
dışında kalan hizmet alanları bu rekabete açılacak, devlet de kendisi 
çerçevesinde bu rekabetin içerisinde yer alabilecek, ama asıl aktör olamazsın 
diyor. Bu çerçevede içerisinde ekonomik alanda devletin küçülmesi,
 özelleştirilme vesairenin arkasında yatan sebeplerden biri bu. Artık devlet
 birtakım alanlardan elini çekmek zorunda. Elini çekerken, ama devlet olma
 vasfını kaybetmemek lazım, işte bizim sorunumuz bu. Devlet olarak bazı 
alanlarda küçülebilirsin vesaire, ama orada kural koyma, koyduğun kuralı adam 
gibi denetleme, o kurala da riayet etmeyenin cezasını vermeme gibi bir lüksün 
olamaz. Eğer birisi Türkiye Cumhuriyetinde, Türkiye cumhuriyetinin en kutsal 
değerlerine saldırıyorsa, kim olursa olsun, en acımasız şekilde cezalandırılması 
lazım. Dünyanın hiçbir yerinde buna müsamaha edilmez.Fransa'dan örnek vereyim:
 Fransa'da FIS olayında, FIS'in başında bir yerde namaz kılarken gördüler, tak
diye vurdular. Yargısız infaz diye ertesi gün gazete şey yaptı, bitti olay;
devlet budur, devlet otoritesini gösterecek. Ceberut devletten taraftar 
değilim, ama devletin vatandaşa hak ve hürriyet tanıması gerekir, bu anlamda
mahallileşmeye taraftar olabiliriz, fakat devletin koymuş olduğu kuralların
dışına çıkıldığı zaman, onun da cezasını verilmesi lazım.

OSMAN NURİ EYÖVGE- Denetimi kaldırdılar mı Avrupa Birliğinde?

ETHEM AKAY- Denetim kalkmaz.

OSMAN NURİ EYÖVGE- Ama bizde tamamen kaldırıyorlar.

ETHEM AKAY- Ben oradaki kamu hizmeti kavramıyla, mesela şu anda Türkiye'deki tartışılan noktalardan bir tanesi, kamu hizmetinin, özellikle ekonomik alandaki bölümünün tedrice ne yapılması, özel sektöre geçmesi. Özel sektöre geçirilirken de, bunun özelleştirme yöntemi vesaire, birtakım yöntemler şey yapmış. Bu siyasi iradenin tercihi, bu siyasi iradenin tercihine bir şekilde saygı duymak lazım. Niye? Demokrasi kültürü gereğince. Ancak şunu da söylüyorlar: Hem Avrupa Birliğindeki, hem dünyadaki gelişmelerde, hem de biz teorik anlamda şunu söylüyoruz: Ekonomik alandan çekilebilirsin, ama çekildiğin alanda boşluğun yaratılmasına sebebiyet verecek bir ortam yaratamazsın, o anlamda kurallarını koymak zorundasın, kurallarını koymak yetmez, o kuralları denetleyeceksin. Denetleme sonucunda da gereken müeyyideyi uygulayacaksın. Kitaplarda hep şu söylenir: Merkezi idarenin faydası bu, sakıncası bu, işte mahalli idarenin faydası bu, sakıncası bu. Ben şuna inanıyorum: Güçlü bir merkezi idare iradesi olması lazım. Bu çerçeve içerisinde birtakım hizmetlerin yürütülmesinin mahallinde olmasına taraftarım, ama bu mahallinde olmanın yöntemi ne olmalıdır? İki yöntem olur, dekonstraksiyon dersiniz, ya desantralizasyon, yani merkezdeki yetkiyi sizin temsilciniz olan kişilere verirsiniz, valiye verirsiniz, kaymakama verirsiniz veya desantralizasyon dediğimiz, bu mahalli idarelere verirsiniz. 

Türkiye'de bunun hangisi yerinde olur? Bu kurallar demokrasi geleneğinin 
yerleşmiş olduğu ülkelerde, ekonomik refahın da belirli bir noktada olduğu 
yerlerde iyi netice verir. Biz teorik anlamdaki sıkıntımız bu. Teorik anlamdaki 
doğru olan şeyi, Türkiye'nin şartlarıyla uyumlu hale getiremiyoruz. Türkiye'nin 
şartlarını göz önünde bulundurmak lazım. Türkiye'de ekonomik refah belirli bir 
noktaya gelmeden, Türkiye'de devletiyle sorumlu olan insanların bir şekilde 
yaratıldığı yere siz yetki veremezsiniz, verdiğiniz zaman intihar edersiniz, 
dünyanın hiçbir yerinde kimse vermez. Mesela, Fransa'da desantralizasyon 
dediğimiz olay, tedricen vermişler, yıllara sarih olarak veriyor, 30-40 sene 
içerisinde veriyor ve teker teker bir yetki veriyor, üç sene, beş sene 
uygulaması sonucunda ortaya çıkan sorunu çözüyor, ikinciyi yapıyor. Biz burada 
bir yanılgı içerisine girdik. Denildi ki, yerelleşeceğiz, hizmetler daha iyi 
olacak, kalitesi artacak, verimlilik olacak, kamu kaynaklarının etkin, verimli 
kullanılması sağlanacak vesaire vesaire. Güzel şeyler, söylem olarak güzel 
şeyler, ama siz o yetkiyi kime vereceksiniz? Bilgisi onu yapmaya yeterli olmayan bir kimseye, ehil olmayacak ve kötü niyetli olacak, bir de sistemle sorunu olacak; böyle bir yetki verilmenin arkasında ya o yetkiyi verenin bir 
cehaletinden bahsedilir veya başka şeyinden bahsedilir, bilemiyorum. Mesela, 
Fransa'da en sonunda diyorlar, tamam, biz yetkileri verdik, birtakım gelirlerini 
sağlıyor vesaire vesaire. Netice itibariyle diyor ki, devletin ülkesi ve 
milletiyle bölünmez bütünlüğüne ilişkin bir faaliyet veya bir olay olduğu zaman, 
vali her türlü önlemi alır, anayasasına koymuş. Biz olaya şu açıdan bakıyoruz: 
Tamam, yetkileri verelim, iyi demokratikleşeceğiz, Avrupa Birliği bunu söylüyor 
vesaire vesaire. Avrupa Birliği falan bunu da söylemiyor, Avrupa Birliği kendisi 
bunu söylese, oluşturmak istediği hukuk sisteminde niye merkeziyetçiliğe 
gidiyor? Biz karşı tarafın mesajını iyi anlamamız lazım. Yanlış mesajı algılama 
yöntemiyle yanlış neticelere ulaşırız. 

Bu çerçeve içerisinde yapılmış olan şeylerin bir kısmında hak veriyorum, olması 
gerekir diyorum, fakat zamanlama doğru değil. Doğru kararı verirsiniz, fakat 
vermiş olduğunuz kararın uygulanmasında doğru zamanı seçmezseniz, yanlış netice alınır. Az önce işte valinin basiretsizliğinden bahsedildi. Belki vali çok iyi 
yönetmiş, iyi kararlar almış, ama aldığı kararı uygulaması gerektiği zaman 
uygulamamış, 5 saat sonra uygulamışsa, o kararın bir ehemmiyeti kalmaz. 
Türkiye'de de bu işler kamu hizmeti anlayışına uygun olarak yeniden yapılanmaya ihtiyaç var. Bu yeniden yapılanmada şeffaflık da olacak, katılım da olacak vesaire, ama bunun zaman içerisine yayılması gerekir. Birdenbire 
demokratikleşeceğiz, sorunları çözeceğiz argümanıyla yola çıkarsak, kötü 
neticelenecek. Bana göre de, şu anda Türkiye'nin bulunduğu fotoğraf bu.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Müsaade ederseniz, bir ara verelim.

İKİNCİ OTURUM


E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Kaldığımız yerden devam edelim. En son açıklama, biraz da işin doğru noktası gibi geliyor insana, yani bir taraftan demokratikleşme açılımları, bir taraftan merkezin hantal yapısından mahalli yapılanmaya, yani ademimerkeziyete, diğer bir yerel yönetimlere, yerel yetkilere doğru bir gitmenin faydalı olacağı, ancak bunun zamanlamasının, yerinin çok iyi tespit edilmesi lazım geldiği, eğer bu olmadığı takdirde, iyilik yapayım derken, doğru sonuçlara ulaşayım derken, ülkenin bütünlüğünden, birliğinden, merkezi 
otoritenin ortadan kalkmasına kadar uzanan bir yelpaze içerisinde güvenlik 
zafiyeti ve bütünlük zafiyeti içerisine girebileceğimiz de ifade edildi. 
Fransa'daki örnekler de verildi. Fransa'daki örneklerin bunların yedire yedire 
yapıldığı, bir tanesinin yapılıp, iki üç yıl beklenip, uygulamadan doğan 
aksaklıkların tespit edilip, onları giderici önlemlerin alınıp, ondan sonra 
devam edilip, daha sonra bir sonraki aşamaya geçildiği de ifade edildi. Tabii 
ki, Türkiye'nin şimdiki durumuna baktığımız zaman, Türkiye'de hem dışarıdan kötü niyet var, hem de buna hizmet eden içeriden kötü niyetli kişiler var. İkisi bir araya geldiği zaman, böyle bir yapılanmanın birdenbire ortaya çıkması, ülkenin hakikaten bütünlüğünü ortadan kaldırır ve dibine dinamit koyar. O zaman ne yapmak lazım? Onu tespit etmemiz gerekiyor. Mevcut yapı biraz da bozuldu, yani belki eski yapı, bu kanunlar çıkmadan önce, valiliklerde illerde çok başlılık durumu ortaya çıkmadan önce, bundan 10 yıl öncesi, 5 yıl öncesindeki yapı doğru dürüst işletilseydi, belki bugünkünden daha iyi olacaktı. Hem yapı bozuldu çeşitli kanunlarla, hem de yeniden bir idare şekli de ortaya konulamadı, böyle garip bir şekilde bir idare şekli var. Öbür taraftan da, federalleşmeye kadar uzanan bir süreçte gidebilecek birtakım yerel yönetimlerin yetkilerini artırmak, bölgesel yönetimler ortaya çıkartmak gibi birtakım düşünceler de var. O bakımdan, o zaman Türkiye olarak bizim şu anda ne yapmamız lazım? Çıkan 
kanunları mı geri almamız lazım, ek kanunlar mı çıkarmamız lazım, mevcut sistemi mi muhafaza etmemiz lazım, bunu mu iyileştirmemiz lazım, yoksa hakikaten biraz önce kötü niyetli kişiler de olduğuna göre, kötü de niyet olduğuna göre, öbür türlü sisteme geçmenin mahzurlarını mı çıkıp anlatmamız lazım? Bunlar üzerinde kafa yormamız gerekiyor. Bunlarla ilgili sorularınız ve yorumlarınız varsa, onları alalım müsaade ederseniz. 

ÜNSAL AKTAŞ- İsmiyle müsamahama, beyin fırtınası diye toplandık, vaktimizi 
buraya teksif etmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla biraz sevimsiz de olabilir, suya 
sabuna dokunuyor diye de telakki edilebilir, içe dönük bir yaklaşım olarak da 
kıymetlendirilebilir. 

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Zaten beyin fırtınasında fikirlerin biraz da uçuk 
olması, insanların kafasını çalıştırmaya ve bazı şeyleri düşünmeye sevk 
ettiğinden, sınırları ve duvarları olmayan düşünce merkezi burası da zaten, onun için serbest.

ÜNSAL AKTAŞ- Ethem hocanın devlet noktasında altını çizdiği ve Sayın Başkanın da sistem diye bir atıf yaptığı noktada söz almayı yeğledim, o çerçeveyle sınırlı 
kalmaya çalışacağım, ama heyetimizin farkı fark edesi noktasındaki, biraz 
ölçüleri aşabilirim, katkı olacağı ümidiyle.

4 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***