Türk Modernleşmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Modernleşmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2019 Perşembe

MODERNLEŞMENİN EVRENSEL GELİŞİMİ İÇİNDE TÜRKİYE’NİN VE ATATÜRK’ÜN YERİ

MODERNLEŞMENİN EVRENSEL GELİŞİMİ İÇİNDE TÜRKİYE’NİN VE ATATÜRK’ÜN YERİ 


Prof.Dr.Mustafa ERGÜN
* Afyon Kocatepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi 



Özet 

Tebliğ, dünyada son üç-dört yüzyıldan beri devam eden modernleşme hareketleri içinde Türkiye’nin gerek kronolojik gerekse nitelik olarak yerini belirlemek ve bu Türk yenileşmesi içinde de Atatürk’ün yerini ve rolünü ortaya koymayı amaçlamaktadır. 

Son yüzyıllarda ortaya çıkan ve hâlâ hızından bir şey kaybetmemiş olan modernleşme hareketleri bilim ve teknolojide, sanayileşme ve yeni ekonomik düzen alanında, demokratik hayatın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması alanında, askerî sistemlerde, eğitim sistemlerinde, hukuk düzeninde ve toplumsal hayatın hemen her alanında meydana gelmektedir. Bu gelişmeler önce İngiltere’de başlamış, oradan Hollanda, Belçika, Fransa kanalıyla kıt’a Avrupasına girmiş ve Almanya, Rusya, Polonya, Balkan ülkeleri ve Türkiye’ye doğru bir yayılma göstermiştir. Gelişme hareketleri öte yandan Japonya, Kore, Malezya, Singapur, Çin, Hindistan yoluyla doğudan batıya doğru da gelişmeye başlamıştır. 

Osmanlı Devleti bu değişimlerin farkına çabuk varmış ama çeşitli nedenlerle değişime tereddütlü başlamıştır. Her şeye rağmen Batılılaşmada devlet kararlı bir yol tutmuş, topraklarının önemli bir kısmını koruyamamış ise bile, çok sağlam tecrübeler geçirdiği için temelleri çok sağlam olan bir devlet kurmuştur. 

Osmanlının başlattığı Batılılaşma hareketi, Atatürk tarafından siyasi alanda parlamenter bir cumhuriyete, hukuk sistemi tamamen çağdaş hukuka kavuşmuş, eğitim sistemi laik ve bilimsel temelde tam “rayına oturtulmuş”tur. Ayrıca kurulan devletin sınırları içindeki bütün insanları çağdaş laik “Türk” kültürü içinde birleştirmek için büyük çaba harcanmış, halka kuvvetli bir özgüven aşılanmış ve hiçbir zaman eskimeyecek “millete ait bir egemenlik” ve “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerinde olmak” gibi idealler ortaya konmuştur. 

Batılılaşmada dil, din ve diğer kültürel unsurların tamamen değiştirildiği bir sömürge batılılaşması izlenmemiş; Çin ve Japonya gibi kapılarını uzun süre Batılılara kapatarak olayı görmezden de gelmemiş, onlarla savaş ve barış içinde bazen uzlaşarak bazen dövüşerek kendi kültürel değerlerine bağlı, kararlarını bağımsız olarak kendi veren sağlam bir gelişme yolu izlemiştir. Bugün bile izlediğimiz bu politikada, Atatürk’ün büyük rolü vardır. 

Giriş 

Oswald Spengler dünya tarihine yön vermiş sekiz büyük kültür arasında Türk kültürünü saymaz. Arnold Toynbee de tarihe damgasını basmış yirmi küsur temel kültür arasına Türk kültürünü koymaz. Bu değerlendirmeler uzun uzun tartışılıp karşı tezler üretilebilir; bu tarihçilerin görevidir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, Türk kültürü tarihin her döneminde dünyanın en güçlü kültürleriyle yanyana, her zaman mücâdele halinde yaşamıştır. Dünyanın en güçlü kültürünün Çin kültürü olduğu zaman onlarla yanyana zorlu bir mücâdele yapmıştır. İran-Turan mücaleleleri yüzyıllar boyu sürmüştür. Hint kültürünün tüm Asyaya yayılma döneminde biz hemen karşılarında idik. 
Tüm ortadoğuyu, kuzey Afrika’yı ve İran’ı bir hamlede ele geçiren Arap ordularıyla Orta Asya’da 250 yıl boyunca mücâdele eden de Türklerdir. İran ve Arap süzgecinden geçtikten sonra Anadolu’da o zamanın en güçlü devlet ve kültürlerinden olan Bizans ile mücâdele edip onu ele geçiren, ve daha sonraki yüzyıllarda hem Avrupa devletleriyle hem Rusya ile uzun bir mücâdeleye giren devlet de bu devlettir. Tarihin garip cilvesine bakın ki, şimdi de dünyanın en baskın kültür ve devleti olan Amerika ile yan yana gelip yaşamaya çalışan 
devlet de Türk devletidir. 

Bu zor hayat bize devlet kurma, çok değişik kültürlerle bir arada barış içinde yaşama, bağnaz olmama ve değişikliklere çabuk intibak etme becerisi kazandırmıştır. Türk kültürü çok değişik kültürlerle bir arada yaşayıp mücâdele ede ede çeliklenmiştir. Bizim kültürümüz kabileciliğin ve coğrafyanın bir kültür üzerinde tutabileceği tortulardan temizlenmiştir. Dolayısıyla her türlü değişiklik karşısında özünü bozmadan çok çabuk ve doğru intibak eden bir kültür haline gelmiştir. 

Son bin yıl içinde müslüman olup bu kültürü iyice içine sindiren Türk kültürü, son 250-300 yıldan beri de yan yana yaşadığı ve bütün dünyaya egemen olmuş bulunan modern Batı kültürel değerlerini kazanmaya çalışmaktadır. Türklerin kendi kültürel değerlerinden vaz geçmeden müslüman olmaları nasıl yüzyıllar boyu sürmüş ise, gene kendi kültürel değerlerini bırakmadan modern, demokratik, laik ve gelişmiş bir devlet olmaları uzun sürmektedir. 

Bu tebliğde, Türk devleti ve kültürünün bu son değişim süreci analiz edilmeye çalışılacaktır. 

Modern gelişimin değişik yönleri 

Avrupa’yı sofu bir Hıristiyan kültürü olmaktan çıkarıp bugünkü güçlü konumuna getiren faktörler nelerdir? 

Avrupa’da modernleşmenin temelleri, 1200’lerden itibaren önemli ölçüde nüfus artması, büyük şehirlerin ortaya çıkması, üretim ve tüketimin sürekli büyümesiyle atılmaya başlamıştır. 1500’lü yıllardan itibaren insan düşüncesinde büyük bir devrim ortaya çıkmaya başlamış ve 1660’lara gelindiğinde modern bilimin temelleri atılmıştır. Artık ondan sonraki dönemlerde, bilimsel bilgilerin pratik gayelerle uygulamaya konulmasından sonra Avrupa’da bir sanayi devrimi ortaya çıkmaya başlamıştır. 

Bu yüzyıllarda Avrupa kültürü ve yönetim biçimleri laikleşmiş (Avrupa’da hukuk daha 1700’lerde laikleşmişti) ve rasyonelleşmiş, sanayi devrimleri ve eğitimin yaygınlaşması ile bu durum toplumun bütün kesimlerine iyice yayılmıştır. Bilim ve teknik arasındaki bağlantı 19. yüzyılda daha da kuvvetlenmiş, her ikisi de birbirlerinin gelişmelerini hızlandırmışlardır. Öyle ki, bilim ve teknik Batı uygarlığının yeni dini veya ideolojisi haline gelmiştir. 

Sanayi devrimi ve onun arkasından gelen yeni ekonomik (üretim)-ticari sistem, reklam, pazarlama, tarımda makinalaşma, yeni enerji kaynakları, yollar (demiryolu, suyolu, havayolu) gibi faktörler Avrupa’da değişimin ana motoru olmuştur. 1760’larda İngiltere’de başlayan üretimde makinalaşma 1780’li yıllarda bir sanayi devrimi haline gelmiş ve bu 1815’ten sonra da kıt’a Avrupasına yayılmaya başlamıştır. 

Ülke Değişmenin başlaması Sanayiin olgunlaşması 

İngiltere 1783-1802 1850 
Fransa 1830-1860 1910 
Amerika 1843-1860 1900 
Almanya 1850-1873 1910 
Japonya 1878-1900 1940 
Rusya 1890-1914 1950 

Bugün Batı, bir sanayi medeniyetidir. Sanayileşme içinde ortaya çıkan kapitalist sistem, ekonomi üzerine dayalı bir toplum yapısı kurmuştur. 

Batıda sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan bir başka gelişme ise siyasi gelişmeler ve demokratik hayatın kurulmasıdır. Burada devlet yönetim sistemi değişmiş, vatandaşlık kavramı ortaya çıkmış; insan hakları, kadın hakları gibi alanlarda önemli gelişmeler olmuş, yönetim bireysel olmaktan çıkmış ve kurumsallaşmış, devlet ve toplum yönetiminde yeni kurumlar ortaya çıkmıştır. Sanayileşme hareketiyle birlikte, ama sanayileşme hareketi İngiltere’de başlarken bu kez Fransa’da, siyasi değişiklikler görülmeye başlamıştır. Anayasa, cumhuriyet, insan hakları, dinin yönetim dışına çıkarılması, millîyetçilik, devletin parlamento ve ona bağlı hükûmetler aracılığıyla yönetilmesi, yönetimin bakanlıklar tarzında teşkilâtlanması ve yönetim bürokrasisinin ortaya çıkması gibi gelişmeler olmuştur. Fransa’da hürriyet ve eşitlik temelinde başlayan siyasi devrim (1789-1791), Amerikan siyasi devrimi ile aynı zaman diliminde (1775-1789) meydana gelmiştir. 
Ama Fransız devrimi bir domino taşı gibi Belçika’nın bağımsızlığını, Polonya’nın ortaya çıkışı, Almanya ve İtalya’nın ulusal birliklerini sağlaması, Rusya’nın sanayide ve bilimde yeni bir güç olarak ortaya çıkışı gibi sonuçlar ortaya çıkarmıştır. 

Sanayileşme ve geleneksel yönetim biçiminin değişmesi, kilisenin gücünün iyice zayıflaması, aristokrat sınıfların yoksullaşması, kapital sahiplerinin giderek zenginleşmesi, kırsaldan kentlere göç ve orada bir işçi sınıfının doğması, köylerin şehirleşmesi, hayat standartlarının yükselmesi gibi birçok toplumsal değişiklikler meydana geldi. 

Bilim ve teknolojideki gelişme, bir kültür devrimi de başlattı. Rasyonalist aydınlanma felsefesi, pozitif bilimlerin gelişmesi için uygun bir zihinsel ortam hazırladı. Bilimsel gelişmeler hem teknoloji olarak sanayi alanında uygulandı hem de okullar vasıtasıyla geniş kitlelere yaygınlaştırıldı. 

Bu arada eğitim sistemlerinde önemli gelişmeler oldu. Avrupa ülkeleri, Amerika ve Rusya sürekli olarak birbirlerinin eğitim sistemlerini incelediler ve güçlü taraflarını hemen kendi memleketlerine aktardılar. Devlet birçok kamu alanlarını olduğu gibi, eğitimi de kontrol altına aldı. Bütün ülkelerde eğitim bakanlıkları kuruldu. Devletler bütün vatandaşların çocuklarına zorunlu eğitim vermeye 
başladı. Bu bir taraftan ulusal birliklerin güçlenmesini, demokrasinin ilerlemesini, öte yandan da bilim ve sanayiin ihtiyacı olan zeki ve yetenekli çocukların daha geniş bir havuzdan seçilmesini sağladı. 

Modernleşme döneminde hukuk sisteminde de önemli değişiklikler oldu. Din bu alandan da çıkartıldı ve sosyal uzlaşı ve akıl temelinde bir hukuk sistemi ortaya kondu. Hukuk, laiklikle beraber devletlerin ana özelliklerinden biri haline geldi. İnsanların eşitliği, vatandaşlık, içinde yaşanılan şartlar, sosyal anlaşma ve akıl temeline dayalı Batı hukuku bütün modern ülkelerde aynı prensiplere sahip 
olduğu gibi, birçok alanda uluslararası kontrol mekanizmaları da oluşturmuştur. 

Modernleşmenin ülkeler arasında gelişmesini en çok etkileyen faktörlerin başında askerî alandaki gelişmeler gelmektedir. Çünkü modern ülkeler yüksek bir askerî güce ulaşarak, hem dünya üzerinde sömürgeler oluşturmuşlar hem de çevre ülkeleri ele geçirerek kendi topraklarını ve egemenliklerini genişletmişlerdir. Dolayısıyla birçok ülke modernleşmeye askerî alandan başlamış ve kurulan yeni ve modern askerî güçler yeni toplumun ve devletin şekillenmesinde ana rolü oynamışlardır. 

Avrupa’da kültürel ve entellektüel hâkimiyet uzun süre, hattâ Rönesans döneminde bile İtalya’da kalmış, daha sonra bu kültür mirasını Fransa devralmıştır. O zaman, Roma’nın yerini Paris, Lâtincenin yerini Fransızca almıştır. 17. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’nın kültürel üstünlüğü İngiltere’ye geçmiş; buradaki ferdiyetçilik ve hür düşünce bilimsel gelişmeleri hızlandırmış; ışık artık kuzeyden gelmeye başlamıştır. “İngiltere Avrupa’yı, Avrupa bütün dünyayı öğretmiştir.” 1700’lerden itibaren sanat ve edebiyat 
alanında bile İngilizler öne geçmiş, Fransızcanın yerini bu kez İngilizce almıştır. İngiltere’nin kıt’a Avrupasına en iyi yansıdığı yer, her türlü özgürlüğün yaşandığı Hollanda olmuştur ve burası Rusya’nın Batılılaşması çabalarında kaynak ülke haline gelmiştir. 18. yüzyılda İngiliz dinamizmi tekrar kıt’a Avrupasına Almanya kanalıyla girmeye başlamış ve buradan dalga dalga doğuya doğru yayılmıştır. 

Türk Modernleşmesi 

Ülkelerin ve devletlerin moderleşmesinde birbirine benzer yollar izledikleri görülmektedir. Önce başka ülkelerdeki ilerlemenin farkına varılmaktadır. Bu bazen yavaş ama bazen de bir şok safhası şeklinde olmaktadır. Daha sonra farklılığın boyutları algılanmaya ve analiz edilmeye çalışılmaktadır. Daha sonra hangi alanlarda değişiklikler yapılacağı kararlaştırılmakta ve önce bir taklit başlamaktadır. 

Osmanlı Batı ile sürekli savaş ve barış durumunda yaşadığından, Batıda olup bitenlerin farkına varmaması imkansız idi. Daha 1700’lerin başında Avrupa ile daimi elçilik şeklinde siyasi ilişkiler kuruldu. Daha sonra Avrupa’dan devlet sistemini hemen her alanda değiştirmek için değişik zamanlarda yüzlerce uzman getirtildi. 1827’den itibaren aynı zamanda Avrupa’ya öğrenciler gönderilerek 
değişimin öz kaynakları yetiştirilmeye çalışıldı. Bu hareketlerle eşzamanlı olarak Türkiye’de Batı modelinde bir eğitim sistemi kurulmaya ve okullar açılmaya başlandı. Bütün modernleşmekte olan ülkelerin yaptıkları da bu idi. 

Türk modernleşmesini daha iyi anlayabilmek için, Rusya ve Japonya örneklerine biraz daha yakından bakmakta yarar vardır: 

Batı, Batılılaşma öncesi dönemdeki Rus ordularını hep yendi, Osmanlıda ise durum neredeyse tersi idi. Rusya, Batı karşısında kendini hiçbir zaman çok güçlü görmedi, üstünlük duygusuna kapılmadı; Batı uygarlığını Türklerden daha kolay kabul etti ve kendi sistemine daha hızlı uyguladı. Rusya “gönüllü Batılılaşma” denebilecek bir yol izledi. Osmanlınmki ise biraz zorunlu ve gönülsüz oldu. 
Rusya, sivil ve askerî Batılılaşmayı paralel götürürken, Osmanlı bu paralelliği sağlayamadı (ve hâlâ da sağlanamadı). 

Japonlar Batılılaşmaya sanayileşme ile başladılar. Sanayileşmenin nüfus, teknik ve bilimsel bilgi, yönetimsel istikrar gibi unsurları -Osmanlıda henüz oluşmamışken- burada oluşmuştu. Türkiye ile Japonya arasındaki farkları karşılıklı iki sütunda görmek yararlı olacaktır. 

Osmanlı (Türkiye) Japonya Batı ile hep iç ice ve savaş halinde yaşamıştır. 
Coğrafyalar bitişik Batıdan coğrafî olarak uzak; istediği zaman ilişkileri kesebiliyor. 

Bütün kültürlerle hep iç içe ve yanyana. 
Bazı kültürleri sentezleyecek vakti olmamış. 
Dünyadan izole, kendi adalarında birlik, ahlâk ve disiplin içinde yaşıyor. 
Hem Çin hem de Batı kültürlerini özümsemiş. 
Üç kıtada devlet kurmuş ve yönetmiş, çok geniş topraklarda birçok milleti, dini, dili, ırkı vs. birleştirmiş. 
Devamlı iç savaşlar olmakla beraber homojen bir millet Birçok devlet kuruluyor ve yıkılıyor. 
Bazen devlet-millet kavgası oluyor. 
Savaşlar, toprak kayıpları, göçler... 
2660 yıldan beri bir devlet; millî yapıdaki devlet millet ile bütünleşmiş. Batılılaşma döneminde uzun istikrar var. 
Batılılaşmada Fransa örneği ile başlandı. 
Fransız ihtilâli etkisiyle hep rejim ve politika, ideoloji tartışıldı. Bilim ve teknik yerine kültür ve rejim alındı. 
Tokugava zamanındaki Fransa örneği hemen bırakılarak Alman yönetim sistemi ve İngiliz sanayileşmesi örnek alındı. Rejim tartışmaları yapmadılar. 
Tartışmalar genelde devletin yönetim biçimi üzerinde oldu, merkezî otorite giderek sarsıldı. Devlet-halk-ordu ve bürokrasi arasındaki güven ve saygı kayboldu. 

Devletin yönetim biçimi ve imparatorun yetkileri üzerinde tartışma yapılmadı. 
Halk ile devlet organları arasında hep saygı ve güven esas oldu. 
Batıya az öğrenci gönderildi ve onların izlemesini iyi yapılamadı. 
Öğrenciler iyi seçildi, bilim ve teknoloji eğitimi için gönderildi ve izlendi. 
Batılı uzmanlar iyi seçilemedi; oradan kaçan aristokratlar ve Avrupalıların kendi gönderdiği az sayıda uzman kişi ile çalışıldı. 
Batının en iyi uzmanlarını seçip iyi para vererek getirdiler. Kısa zamanda çok sayıda uzman desteğiyle çalıştılar. 

Batı Türkleri sevemedi, Türkler de Batıyı; ilişkiler hibir zaman samimi olmadı. 
Avrupalılar samimi ve dürüst davrandılar. 
İlişkiler güven havası içinde kuruldu. Batılılaşmaya karşı çıkanlarla savunanlar 200 yılı aşkın zamandır hep çatışıyor, devlet her zaman net tavır koyamıyor. 
Batılılaşmaya karşı bir grup yok, sanayileşme ve yenileşmelerde hep kararlı bir politika izlendi. 
Batılılaşmaya başladığında Osmanlı duraklama devrini bitirmiş ve çöküş dönemi psikolojisine girmişti. 
Sanayileşmeye başladığında Japonya yeni bir yükselme devrine başlamıştı. 

Osmanlı modernleşmesi önce askerî alanda başlamış, Batı tipi askerî birlikler teşkil edilmiş, eğitim yenilenmiş, askerî teknoloji modernleştiril miştir. Japonya’da modernleşmeye karşı çıkan samurayların ortadan kaldırılması gibi, Osmanlıda da modernleşmenin önündeki en büyük engel olan Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırılmıştır. 

Osmanlı sanayileşmeyi gerçekleştiremedi. Japonlarla aynı tarihte kurulan fabrikalara, memleketin birçok yerinde kurulan Sanayi mekteplerine, Teşvik-i Sanayi Kanunlarına rağmen gerçekleştiremedi. 
Bunun değişik faktörleri sayılabilir: yeterli nüfusun ve ihtiyacın olmaması, tüketici sınıfın oluşmaması, Avrupa’nın sanayi üretiminin ülkeye hızlı ve çok girişi, eğitim ve teknoloji desteğinin, sermayenin olmaması gibi... Türkiye’deki gerek siyasal gerekse kültürel gelişmeler de, bu gelişmeleri zorlayacak ana motor olan sanayileşme olmadan yapıldı. 

Dolayısıyla çoğu zaman devlet zorlaması ve üst tabaka devrimleri olarak. Şekilsel değişiklikler yapıldı ama zihniyet değişikliği olmadı. Haklar verildi ama kullanılamadı. 

Sanayileşme bizim topluma o zaman doğrudan etki etmedi, Avrupa toplumuna yaptığı etkilerin sadece kültürel ve siyasi boyutları geldi; millîyetçilik yayıldı, etnik millîyetçilik Osmanlıyı parçaladı; 
Türk burjuvazisi doğdu, değerler değişti ama değişiklikler kalıcı olarak yerleştirilemedi. Gerek Osmanlılar gerekse Cumhuriyet zamanında 
bazı sosyal değişiklikler yukarıdan aşağıya, “halka rağmen”, zorunlu kültür değişmesi tarzında olmuştur. 

20.yüzyılda yeni Türk toplumunun nasıl şekilleneceği üzerindeki tartışmalar Osmanlılar zamanında başlamış ve İttihat ve Terakki ideologları tarafından “Türkleşmek, İslamlaşmak, Çağdaşlaşmak” şeklinde bir senteze kavuşturul muştu. Cumhuriyet bu formülün çağdaşlaşmak ve Türkleşmek faktörlerini değerlendirdi ve başlangıçta (bu ikisi ile çelişen ve onların gelişimine engel olan) üçüncü faktörü kontrol altında tutmaya başladı. 21.yüzyılda bu üçüncü faktörün diğerleriyle dengeli olarak işleme sokulup sokulamayacağını göreceğiz. 
Öte yandan Cumhuriyetin Türkleşmek ilkesinin Anadolu’da yaşayan halkları bir Türk kültürü içinde kaynaştırmak mı, yoksa kökleri Orta Asya’ya giden Türk ulusları temeline dayalı bir kimlik oluşturmak mı olduğuna daha net karar verilebilmiş değildir. Bu tereddüt baştan beri vardı, hâlâ da vardır. Ama Türkiye’nin ulus temelli bir devlet olarak kurulması Osmanlının her türlü halkı yöneten imparatorluk felsefesinden ve tüm uluslardan insanları “ümmet” felsefesinde toplamak isteyen islami politikalardan uzaklaşmasına 
neden olmuştur. 

Osmanlı Devleti, örgüt olarak mükemmel bir kuruluş idi. Ama gene de ortaçağ ölçeğinde bir örgüt idi. Padişah, vezirler, halkların gevşek kontrolü ve sınırlı miktarda devlet hizmeti. Oysa modern devletler halkı sadece itaat eden değil birçok devlet hizmetlerine ve yönetimine katılan bir vatandaş olarak alıyor; devlet hizmetlerini de gerek bürokratik ağı gerekse hizmet birimleriyle birçok alanlara yaygınlaştırıyordu. Osmanlı da 19.yüzyıl ortalarından itibaren Batı tipi bir devlet örgütlenmesine geçti. Bu devlet bürokrasisini kurma ve bürolara kaliteli memur yetiştirmek için Batı tipi okulları tüm çeşitliliği ile kurmaya başladı. 

Bir taraftan modern bir devlet bürokrasisi ve ordu oluşturulurken, diğer taraftan da devletin siyasi yapısı üzerinde tartışmalar yapan gruplar oluşturulmaya başlandı. 19.yüzyılın ikinci yansından itibaren “kültürel Batılılaşma” diyebileceğimiz bir akım başladı. 

Okullar, yabancı dil, tercümeler ve siyasi tartışmalar gibi alanlarda görülen bu hareketler, Osmanlının devlet yapısında değişiklikler talep etmeye başladı. Genç Osmanlılar (daha sonra Genç Türkler oldu), 1876’da devleti meşrutiyet düzenine geçirmek islediler. Ancak bu 32 yıllık bir gecikme ile uygulanmaya başlandı ama bu süre içinde ülke içinde kurulan çok sayıda Batı tipi okul ile aydın bir yönetici 
ve bürokrat takımı yetiştirilmiş idi. 20.yüzyıl başlarına gelindiğinde Türkiye’de siyasi partiler ortaya çıkmaya başladı. Osmanlının son döneminde padişahlık kurumu iyice zayıfladı ve devlet yönetimi siyasi partilerin eline geçti. Öyle ki, yeni kurulan Türk devletinin bir cumhuriyet olarak kurulması ve siyasi partilerin egemen olduğu bir yönetim tipine geçmesi çok zor olmamıştır. 

Osmanlı’da bütün halkın eşit vatandaş olarak kabul edilmesi ve hepsinin yasalar önünde eşit sayılması Tanzimat döneminde başladı. 

Ama Cumhuriyet’e kadar hem İslam hukuku geçerli oldu hem de Batı hukuku yerleştirilmeye çalışıldı. Bir tarafta Hukuk Mektepleri bir tarafta medreseler ve Kadı Medresesi hukukçu yetiştirmeye devam ediyordu. Türkiye 1926-1929 arasında bütün unsurlarıyla Batı hukukunu kabul etti. Bu yasalar laiklik, ulusal egemenlik, kadın hakları, siyasi katılma, düşünce ve vicdan özgürlüğü, uluslararası hukuk gibi unsurlarıyla bir bütün teşkil ediyordu. Gerçi 1876 yılından beri Anayasa (Kanun-u Esasi) kavramına yabancı değildik ama Cumhuriyet’ten sonra zihniyet olarak da köklü ve geri dönülmez bir hukuk modernleşmesi sağladık. Türk hukuk sistemi esasen laiklik temeline kuruludur ve orada yapılacak en küçük değişiklikler bile hukuk sistemini ciddi şekilde yaralar 

Osmanlı her kökenden gelen vatandaşların eşitliğini Tanzimattan itibaren kabul etmişti; ama hem yasalar karşısında hem de uygulamada kadın-erkek eşitliğinin gerçek kurucusu ve uygulayıcısı Cumhuriyet olmuştur. Gene de evdeki ve sokaktaki kıyafet ile kamusal alanlardaki kıyafeti birleştirememiştir ve 21. yüzyıl Türkiye’sinde bu hala büyük bir sorun olarak durmaktadır. Dinin sosyal gücü 
kendini kadın kıyafetinde ve özellikle başörtüsünde göstermek istiyor gibidir. Cumhuriyet vatandaşlarını dini, etnik ve başka toplumsal biçimlerine göre ayırtetmek istemiyor; yasalar önündeki eşitliği dış görünüşte de istiyor. 

Türkiye Cumhuriyeti bir yandan Latin harfleri esasında bir alfabe kabul ederek, öte yandan ise dilde ve tarihte Türk kimliğinin ana unsurlarını oluşturmaya başlayarak “Türkleşmek, Çağdaşlaşmak” ilkelerini kararlı bir şekilde uygulamaya koydu. Ama gene de Camilere yeni Türk harflerini sokamadı, Kuran öğretiminde Türkçeyi ve yeni harfleri egemen kılamadı. Bugün baktığımızda Cumhuriyetin 
en büyük düşünce devrimi tevhid-i tedrisat, yazı devrimi ve Türk dili çalışmaları sayesinde meydana gelmiştir (ümmetten millete geçiş). 

Türkiye “Tevhid-i Tedrisat” kanununu çıkartarak Osmanlının kapatmaya cesaret edemediği medreseleri bir hamlede kapattı. Bu, birçok Cumhuriyet devrimi gibi, Atatürk’ün kararlı iradesi sayesinde oldu. Osmanlılarda özellikle 2.Meşrutiyetten sonra Türk aydınlarında pozitivist felsefe egemen olmuştu. Ama Atatürk’ün bilim ve kültür üzerinde dinin baskılarını kaldırma yönünde yaptıkları ve “Hayatta 
en hakiki mürşit ilimdir, fendir” gibi ifadeleri, Türkiye’de laik eğitim sisteminin yerleşmesinde ve bilimsel çalışmalarda çok önemli bir rol oynamıştır. Özellikle 1933 üniversite devriminden sonra Batıda geçerli pozitif bilim anlayışının fen ve sağlık bilimlerinin yanı sıra sosyal bilimler alanında da hâkim olması için çalışılmıştır. 

Türkiye bir devlet olarak kurulur iken “istiklal-i tam” (tam bağımsızlık) ilkesi üzerine kurulmuştur. Uzun yüzyıllar batılı devletlerle mücâdele ede ede imparatorluk topraklarını kaybetmiş; son toprak parçasını savunurken de birçok batılı devletle mücâdele etmiştir. 
Türkiye Anadoluya yerleştiğinden beri, batılıdır. O zamandan beri yönü genellikle batıya dönük, yaşam alanı ve mücâdele yeri, savaşları ve barışları hep batıdadır. Son yüzyıllarda tamamen Batı uygarlığını kullanarak batı ile savaşmıştır. Bugün gerek batılı organizasyonlar (NATO, AB gibi) içindeki yeri ile batılı devletlerle ilişkilerinde hep bağımsızlık ve işbirliği ilkelerini uzlaştırmaya çalışmaktadır. 

Değerlendirme ve sonuç 

Batılılaşma döneminde Devlet bütün kurumlarıyla reorganize edilmeye çalışılmıştır. Parlamenter bir demokrasiye geçme, Bakanlıklar tarzıda örgütlenme, eğitim-sağlık-bayındırlık gibi alanlarda da devleti etkin kılma çalışmaları yapılmıştır. Atatürk zamanında devletin başındaki padişah üzerindeki tüm sıfatlarla uzaklaştırılmış ve laik bir Cumhuriyet haline getirilmiştir. Türkiye ideolojik bir devlet haline de getirilmemiştir ve bu yapısıyla günümüzün en sağlam devletlerinden birisidir. Atatürk’ün formülleştirdiği “Yurtta barış dünya 
barış” ilkesi ile de dünyanın bu çok karmaşık bölgesinde bize tarihimizdeki en uzun süreli barışlardan birini yaşatmaktadır. 

Atatürk yeni devlette bir taraftan bir bilim ve teknoloji devrimi yapmaya çalışırken, öte yandan da güçlü bir kültür devrimi başlatmıştır. 
Birkaç yüzyıldır gerek savaşlar gerekse yoksullukla özgüvenini tamamen kaybetmiş halka sağlam bir özgüven aşılamış (o ruh Onuncu Yıl Marşı’nda görülmektedir), halka yeni hedefler göstermiş, bütün Türk halklarını kapsayan bir Turan millîyetçiliği yerine Anadolu halkını Türk kültürel değerleriyle yoğurarak Türk vatandaşı yapmak yolunu seçmiştir. 

Atatürk medreseleri ve Darülfünunu kapatarak Türkiye’de pozitif bilimsel zihniyeti egemen kılmaya çalışmıştır. Türkiye’nin asıl kurması ve yaşatılmasında özen göstermesi gereken ortam, bilimsel zihniyet, sorunların çözümünde bilimsel yöntem ve bilimsel bilgilerin kullanılması olmalıdır. Sürekli Batılılaşmak zorunda kalmamak, şekilcilikten kurtulup çağdaş uygarlığa katılmak ve yön verebilmek 
için bilimsel düşünme ve üretim şarttır. 

Osmanlı ve Türkiye sanayileşmeyi tam olarak ve zamanında gerçekleştiremedi. Sanayileşme bireylerin özgürleşmesinde çok önemli bir role sahiptir. Sanayileşme ile demokratikleşme, sanayileşme ile laikleşme, bilimsel bir zihniyete sahip olma paralel gider. Sanayileşmeyi gerçekleştiremeyen ülkeler laik hukuk düzenini kurmada da demokratikleşmede de sağlam bir şekilde ilerleyemezler. 

Modernleşme ve batılılaşma çalışmalarını sistematize etmek gerekirse, üç tip modernleşme hareketi görebiliriz. Bunlardan birincisi din, dil, kültürel değerler gibi her şeyin egemen devlete göre ayarlandığı “sömürge batılılaşması”, ikincisi din ve kültür birliği içinde olan veya egemen devletlerle hiçbir çatışması olmayan ülkelerin gösterdiği “gönüllü batılılaşma” (Rusya, doğu Avrupa ülkeleri, uzak doğu ülkeleri ve Japonya), üçüncüsü de bizim seçtiğimiz kültürel bağlı, Batı ile ortak çalışan ama bağımsız, batıyı süzerek ve sentezleyerek (savaşarak ve barışarak) almaya çalışan “Türkiye batılılaşması”. 

Türkiye bugün hâlâ “Atatürk Türkiyesi”dir. Cumhuriyetin kurulmasında, saltanatın kaldırılmasında, hukuk, eğitim ve yazı devrimlerinde Atatürk’ün öncü rolü ve iradesi çok büyük bir rol oynamıştır. Atatürk, ortaya koyduğu politikalarla bu devletin hem ana yapısını hem de ortak paydasını oluşturmaktadır. 

Kaynaklar 

Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi, (MÖ 1000-MS 2004). Ankara: PegemA yay. 2004 Arat, Yeşim, “Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar”, Sibel Bozdoğan ve ReşatKasaba (der.), Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik içinde, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998. 
Ashton, T.S., 1958, The Industrial Revolution: 1760-1830, Oxford University Press, London. 
Aytaç, Kemal. Avrupa Okul Sistemlerinin Demokratlastırılması. Ankara: Eğitim BilimleriFakültesi Yay. 1985. 
Berkes, Niyazi, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler; Yön Yayınları, İstanbul, 1965. 
Cameron, R., 1985, “European Industrialization”, Economic History Review, vol. 38, 1985, pp.1-23. 
Dönmez, Şerafettin, Atatürk’ün Çağdaş Toplum ve Din Anlayışı, Ayışığı Kitapları, İstanbul, 1998. 
Duran, Bünyamin, Sekülerleşme Krizi ve Bir Çıkış Yolu Arayışı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1996. 
Ergün, Mustafa. Atatürk Devri Türk Eğitimi (http://www.egitim. aku.edu.tr/atal.htm). Ankara:D.T.C.Fakültesi yay. 1982 
Ergün, Mustafa. Batılılaşma dönemi Osmanlı eğitim sisteminin gelişimine mukayeseli birbakış. 
(http://www.egitim.aku.edu.tr/ergunl.htm). Osmanlı Dünyasında Bilim veEğitim Milletlerarası Tebliğler (12-15 Nisan 1999). İstanbul: İRCİCA yay.2001.89-102. 
İleri, Selim, Çağdaşlık Sorunları, Günebakan, İstanbul, 1978. Koçer, Hasan Ali. Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi 
(1773-1923). Ankara:Uzman Yayınları, 1987. 
Köker, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990. 
Kushner, David, “Atatürk’s Legacy: Westernism in Contemporary Turkey”, 
Jacob M. Landau (der.), Atatürk and the Modernization of Turkey içinde, E. J. Brill, Leiden, 1984. Lewis, G. L., “Atatürk’s Language 
Reform as an Aspect of Modernization in the Republic of-Turkey”, Jacob M. Landau (der.), Atatürk and the Modernization of 
Turkey içinde, E.J. Brill, Leiden, 1984. Mardin, Şerif, “Süper Westernization in Urban Life in the Ottoman Empire in the LastQuarter 
of the Nineteenth Century”, Peter Benedict (der.), Turkey: Geographical andSocial Perspectives içinde, E. J. Brill, Leiden, 1974. 
Mumcu, Ahmet. Türk Hukukunun Gelişimi ve Temelleri, Ankara 1973 
Müftügil, Şevket. Atatürk ve Hukuk, Ankara: Anayasa Mahkemesi Yay. 1982 
Özerdim, Sami N., Harf Devriminin Öyküsü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1958. 
Toynbee, Arnold, The World and the West, Oxford University Press, London, 1953. 
Trimberger, Ellen Kay, Revolution from Above: Military Bureaucrats and Development in Japan, Turkey, Egypt and Peru, Transaction Books, New Jersey, 1978. 
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye ‘nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, YedigünMatbaası, İstanbul, 1960. 
Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri: Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik, İstanbulÜniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1951. 
Yücel, Tahsin, Dil Devrimi ve Sonuçları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1982. 


***