Türk dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ağustos 2019 Cumartesi

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 5

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 5



Latin Alfabesi, 

Latin harfleri Türkçenin yazımında ilk olarak 14. yüzyılın başında, aşağı Volga bölgesinde Kuman (Kıpçak) Türkleri arasında Hristiyanlığı yaymaya çalışan Fransiskan misyonerlerce kullanılır. Bunlar Türkçe öğrenerek dini metinleri Kıpçak Türkçesine çevirmişler ve bunları Latin harfli Codex Cumanicus adı verilen, dil tarihi bakımından büyük öneme sahip bir kitapta toplamışlardı. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Türkçesi döneminde de Latin harfleriyle yazılmış, yine dil tarihi açısından çok önemli epeyce metin vardır. Filippo Argenti’nin İstanbul’daki yabancı tüccarlar için 1533’te hazırladığı Türkçe kılavuz kitaptan itibaren sözlük, gramer kitabı, konuşma kılavuzu gibi Türk dili araştırmaları açısından büyük öneme sahip pek çok eser hazırlanmıştır (bu eserlerle ilgili 1990’a kadar olan çalışmalar hakkında bk. Hazai 1990). 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’da Latince, İtalyanca, Fransızca, Almanca ve İngilizce yazılmış Türkçe gramer, konuşma kitabı ve sözlüklerin sayısı giderek artmış, bunlardaki Türkçe sözcükler Latin harfleriyle ve farklı transkripsiyon sistemleriyle tanıtılmıştır. 

Latin alfabesinin Türkçe için kullanımı asıl 20. yüzyıldaki alfabe değişimiyle gerçekleşir. 19. yüzyılda eğitimi geniş halk kesimlerine yayma ve burada kullanılabilecek sade bir dil geliştirme çabalarına, aynı zamanda yazı reformu tartışmaları eşlik eder. Arap alfabesini daha kullanışlı hale getirme çabaları veya Latin alfabesine geçme yönünde görüşler tartışmalarda rekabet halindedir. Başlarda Arap harflerinin kullanılmaya devam edilmesi ya da Arap harflerinde düzenleme yapılması da öneriler arasındaydı. Başka bir bağlamda ayrıntılı olarak değerlendirildiği için (Demir 2010) üzerinde durulmayacak olan bu çabalar, 1 Kasım 1928 tarihinde Latin harflerinin kabulüyle sonuçlanır. Bundan önceki dönemde dil ve alfabe tartışmalarına katılanlar sadece Osmanlı aydınları değildir. Türk dünyasında doğu kesiminde Ekim 1917 devriminden sonra Sovyetlerde ortaya çıkan özgürleşme ortamında yerel konuşma biçimlerine dayanan yeni Türk yazı dilleri ortaya çıkar. 

Bu dillerin yazımında başlarda Arap harfleri kullanılır. Ancak 1926’da Bakü’de toplanan SSCB I. Türkoloji Kongresi, SSCB’de konuşulan bütün Türk dillerinin 
Latin alfabesi ile yazılması kararı alınır; “ Birleştirilmiş Yeni Türk Alfabesi (Yanalif) ” Adıyla yeni bir alfabe hazırlanır. Okuryazar oranı yüksek olan Kazan Tatarları arasında olduğu gibi Latin harflerine karşı direniş gösterilse de karar kısa bir sürede uygulamaya konulur. Latin harflerinin Eski Sovyetler Birliği içindeki Türk yazı dilleri için kullanılma süresi birkaç yıllık farklarla şöyledir: 

Azerice 1925-1939; 
Karaçay-Balkarca 1927-1939; 
Tatarca 1927-1939; 
Altayca: 1928-1938; 
Kazakça 1929-1940; 
Kumukça 1928-1938; 
Türkmence: 1929-1940; 
Hakasça 1929-1939; 
Kırgızca 1928-1940; 
Kırım Tatarcası 1929-1938; 
Başkurtça 1930-1940; 
Tuvaca 1930-1943; 
Yeni Uygurca 1930-1947; 
Gagavuzca 1932-1957. 

Hemen hemen aynı dönemde, 1 Kasım 1928’de Türkiye’de de Latin harflerine geçildi. Bulgaristan Türkleri, Türkiye’deki yazı devriminden sonra, yeni yazıyı Türkiye dışında kabul eden ilk Türk topluluğu olmuştur. 1935’ten sonra Bulgar Türkleri arasında Arap harflerine dönüş başlamış ise de bugün Latin alfabesi 
kullanılmaktadır. 

1928’den sonra Latin harflerini kesintisiz kullanabilen yalnız Türkiye Türkleri olmuştur. Sovyetler birliği içinde 1940 civarında Kiril alfabesine geçilmiş, yalnızca Ermeni ve Gürcü alfabeleri kullanımda kalmıştır. 

Alfabe değişikliği pratik ve pedagojik olmanın yanında toplumsal ve kültürel boyutları da olan bir konuydu ve bu dönemde uluslararası ulaşımda, demir yollarında, posta ve telgrafta Latin harfleri kullanılıyordu. 

Kiril Alfabesi ve Latin Alfabesi Rekabeti 

Sovyetler birliğinde başlarda dillere karşı gösterilen hoşgörü kaybolur. Yeni politika aradaki anlaşılırlığı azaltmaya dönüktür. Bu nedenle Latin Alfabesi 1938 yılından itibaren Kiril alfabesiyle değiştirilmeye başlanır. Kiril alfabesi Müslüman Volga Bulgarlarının torunları olan Çuvaşlar arasında 18. yüzyılın başlarında Hristiyanlığı yaymak için giden Rus misyonerlerince kullanılmıştı. Çuvaşça için Kiril harfleri temelinde 1769, 1871 ve 1938 yıllarında olmak üzere üç kez alfabe düzenlenmişti. 

Yine Kuzey Sibirya’daki Sahacanın Kiril harfleriyle yazılmasına 17. yüzyılda başlanmış, Kiril harfli ilk Yakut alfabesi 1819’da, ikincisi de 1851’de düzenlenmişti. 20. yüzyıldan önce Kiril harfleriyle yazılmaya başlanan üç Türk dili daha vardı: Altayca 1845-1928, Şorca 1885-1930 ve Gagavuzca 1895-1932 (ayrıntılar için bk. Yılmaz 2009). 

Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Türk dünyasında alfabe değişikliği konusu yeniden gündeme gelmiş, farklı öneriler ileri sürülmüştür. Latin harfleri 
temelinde ortak bir yazı dili geliştirme yönünde bir takım çabalar olmuştur, çeşitli toplantılar yapılmış, hatta 34 harfli ortak bir Türk alfabesi bile geliştirilmiştir (bk. Yılmaz 2009). 20. yüzyılın başındaki Latin harflerine geçme tartışmalarında olduğu gibi, yüzyılın sonundaki tartışmalarda da asıl sorun, seçimin siyasi tercihlerin bir uzantısı, son kararın da yine bir tercihe bağlı olmasıdır. 

Alfabe değişikliği her şeyden önce büyük bir mali yük getirmekte ve bu durum ekonomileri büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı olan Türk cumhuriyetlerinde alfabe değişikliğine ciddi bir direniş oluşturmaktadır. Değişikliğe karşı direncin bir başka gerekçesi olarak dadeğişikliğin son elli yılda yazılmış eserleri topluma unutturma tehlikesidir. Üstelik bu son elli yıl Türk cumhuriyetlerinde yazılı kültürün en üst düzeye ulaştığı dönemdir. 

Yeni Türk Cumhuriyetlerinden Azerbaycan 1 Ağustos 2001’de Latin harflerine geçmiştir; Türkmenistan 12 Nisan 1993’te Latin harflerine geçiş kararı almış ancak uygulama 1 Ocak 2000’de gerçekleşmiştir. Gagavuzlar 13 Mayıs 1993’te, Kırım Tatarları 31 Temmuz 1993’te, Karakalpaklar ise 26 Şubat 1994’te Latin harflerinegeçme kararı almıştır. Özbekistan 2 Eylül 1993’te ilk kararı almış fakat uygulama 2005’te başlayacağı halde süre 2010’a kadar uzatılmıştır. Tataristan 1999’da Latin alfabesine geçmeyi kabul etmiştir. Buna göre Tatar alfabe yasası 1 Eylül 2001’de yürürlüğe girecek ve 1 Eylül 2011’de tamamen Latin alfabesine geçilecekti (Tataristan’daki tartışmaların ayrıntısı için bk. Şahin 2003). 

Ancak 2002’de devlet duması Rusya Federasyonu içinde Kiril dışında alfabe kullanılamayacağı yönünde karar almıştır. Bu nedenle Tataristan’da veya Rusya sınırlarındaki Türk toplulukları arasında Latin alfabesinin kullanımını yasal engeller durduğu sürece beklememek gerekir. 

Bağımsız Türk cumhuriyetlerinden yalnız Kazakistan ve Kırgızistan Latin harflerine geçmeyi kabul etmemiştir. Bu cumhuriyetlerde Rus nüfus yüksektir ve Rusça ikinci resmi dil olarak anayasada yer almakta, sosyal yaşamda aktif olarak kullanılmaktadır. Kırgızistan 1993’te Ankara’da yapılan toplantıda Latin harflerine geçeceğine dair imza atmışsa da bugüne kadar ciddi bir girişimde bulunmamıştır. 

Yine de Kazakistan’da devlet başkanı Nursultan Nazarbayev’in, 2006 yılında Latin esaslı Kazak alfabesine geçiş için altı ay içinde hazırlık yapılması gerektiğine dair bir talimatı olmuştur. Ayrıca 11.-15 Haziran 2007’de Türk Dil Kurumunda Kazakistan’ın Latin harflerine geçişi ile ilgili bir toplantı yapılmış ve gelişmeler değerlendirilmiştir. 

Buraya kadar özetlenen alfabe zenginliğine rağmen, okuryazarlığın ta Tanzimat dönemine kadar belli zümrelere has bir ayrıcalık olduğunu, yaygın bir okuryazarlığın ancak 20. yüzyılda görülmeye başladığını da belirtmek gerekir. 

Alfabe birliği sağlama konusunda son durum için ise, ortak bir alfabe geliştirme çabasının başarılı olamadığını, Kiril alfabesindeki sorunların Latin kökenli alfabeye aktarıldığını belirtmekte yarar vardır. Türkiye Türkçesine en yakın olan Azerbaycan alfabesinde bile, yazılı anlaşmayı daha da kolaylaştıracak işaretler tercih edilme-miştir. 

6. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 4

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 4



Türkçe Sözcükler ilk olarak Çin ve Grek alfabeleriyle yazılmakla birlikte geniş Türkçe metinler ilk olarak Runik alfabeyle yazılmıştır. 8. yüzyılda II. Doğu Türk 
Kağanlığı döneminden ve Uygurlar zamanından kalma taş yazıtlarda kullanılan Runik alfabe Göktürk yazısı olarak da bilinmektedir. Uygur dönemi eseri olan Irk 
Bitig “Fal Kitabı” (bk. Tekin 2004) bu yazının kağıt üzerine yazılmış tek örneğidir. 

Orhon Türkçesini takip eden Uygur dönemi, aynı zamanda ilk alfabe çeşitlenmesinin görüldüğü dönemdir. Başlarda devam eden Runik yazı yanında, bu dönemde Maniheizm inancına sahip Uygurlar Manihey alfabesini, Koço ve Kansu Uygurları Brahmi yazısından geliştirilen Tibet alfabesini de kullanılmıştır. Yine Sogd alfabesiyle ve Hint kökenli Brahmi alfabesiyle yazılmış bu dönemden kalma küçük metinler de vardır. Ama Uygur dönemindeki asıl yaygın alfabe Soğd yazısından geliştirilmiş olan, Türklerin Arap alfabesinden önce en uzun süre kullandıkları ve en çok eser verdikleri, Kaşgarlı Mahmut’un Türk yazısı olarak 
adlandırdığı Uygur alfabesidir. Bu alfabeyle Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlıkla ilgili dini metinler başta olmak üzere pek çok eser meydana getirilmiştir. Uygur 
yazısı, 8.-17. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan’dan Osmanlı sarayına kadar geçerliliğini sürdürmüştür. Örnek olarak 11. yüzyılda yazılmış Türkçe ilk islami eser olan Kutadgu Bilig’in Viyana nüshası, Fatih Sultan Mehmet’in 1473’te, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a karşı elde ettiği zaferden sonra yazdırttığı yarlık Uygur harfleriyledir. 

On birinci yüzyıl, daha önce Müslüman olan Türkçe konuşurlarının yeni dinlerinin kutsal kitabının yazıldığı alfabeyi anadillerini yazmak için kullanmaya başladıkları, Türk dili tarihi açısından ilk büyük değişimlerin başladığı bir zaman dilimidir. Bu yüzyılda Türkçe neredeyse bin yıl kullanılacak olan Arap harfleriyle 
yazılmaya başlanır ve Türkçenin konuşulduğu coğrafya genişler. Doğuda Uygurca yerini İslamiyet etkisindeki Karahanlı Türkçesine bırakır. Oğuzca konuşan gruplar ise ilk Türkçe metinlerin yazıldığı zamanda Anadolu kapılarına dayanır. Büyük kargaşaların yaşandığı 11.-13. yüzyıllar arası yine de Türkçenin yazımı açısından pek verimli değildir, en azından eldeki eserler azdır. Türkçenin doğuda kalan kesiminde Karahanlı Türkçesini 14. yüzyılda Harezm, Altın Ordu, Mısır gibi dağınık bir coğrafyada kullanılan Harezm-Kıpçak yazı dili, 15. yüzyıldan yine büyük değişimlerinin görüleceği 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Asya Türklerince kullanılacak olan Çağatayca izler. Aynı dönemde Batıda Oğuz boyları 13. yüzyıldan itibaren başlarda Eski Anadolu Türkçesi olarak anılan, daha sonra imparatorluğun dili Osmanlı Türkçesine evrilecek olan Oğuzca temelli bir yazı dili geliştirir. Böylece doğuda Orta Asya’daki yerleşik Türk topluluklarının, Özbek ve Uygurların ve ayrıca Volga-Ural bölgesindeki Türklerin yazı dili olarak Çağatayca, batıda Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında Osmanlıca olmak üzere aynı alfabeyle yazılan iki büyük Türk yazı dili ortaya çıkar. Her iki dil de Arapça ve Farsçadan bolca öge alır, aynı edebi ve kültürel temellerden beslenir. Alfabenin dil içindeki varyantlarıörten yapısının da desteğiyle ikisi birbirini uzun süre etkiler. Örnek olarak Çağataycanın “Nevai dili” olarak adlandırılmasına sebep olacak kadar büyük şairi Alişir Nevai Osmanlı şairleri üzerinde birkaç yüzyıl sürecek bir etki bırakır (bk. Kleinmichel 2006). 

Aynı şekilde Osmanlı şairleri de doğudakileri etkiler. 

Arap harfleriyle Türkçenin yazımı bu büyük dillerin ortadan kalkmasıyla son bulmaz. Irak ve İran’daki Türk toplulukları, Doğu Türkistan’da yaşayan Yeni Uygur ve Kazaklar hala Arap alfabesi kullanmaktadırlar. Uygurlar 1960 yılından başlayarak Kültür Devrimi süresince 10 yıl Latin alfabesini kullanmış, 1983’ten sonra yine Arap alfabesine dönmüştür. 

Türkçenin yazımında neredeyse bin yıl kullanılan Arap alfabesinin aynı zamanda kutsal bir değer kazandığını, dini mensubiyeti yansıttığını gösteren yeterince 
örnek vardır. Örnek Olarak Anadolu’da yaşayan ve Türkçe konuşan Hrıstiyan gruplar Grek alfabesini kullanırken, Yunanistan’da Müslüman Türklerin Arap harfleri ile Yunanca yazdıkları, Osmanlı topraklarında Arap harflerinin kullanımının Müslüman olanlarla olmayanları ayırdığı (bk. Lewis 1984: 421), yine Musevi Karayların İbrani alfabesini kullandığı bilinmektedir. Latin alfabesine geçmeden önceki tartışmalarda alfabenin dini sembol olarak değerine de sıkça gönderme yapılmıştır (bk. Demir 2010: 888 vd.) 

Kıyıdakiler, 

Bu büyük yazı dillerinin geçerli olduğu alanın dışında kalan, yazılı ürünlerine çok geç rastlanan Türk dilleri de vardır: Bugünkü Çuvaşçanın öncülü olan 14. 
yüzyıla ait Arap harfli mezar taşları dışında elimizde dil malzemesi bulunmayan Volga Bulgarcası, Kuzey Sibirya’ya çekilen Yakutça; Altaylarda, Güney Sibirya’da, Orta Asya bozkırlarında yaşayan ve Çağataycanın uzağında kalan göçebe, okuma yazma bilmeyen, bu yüzden de Çağataycayı hiç tanımamış Türk toplulukları bunlar arasındadır. 

Ayrıca iki büyük yazı dilinin geçerli olduğu bölgede, Batı Türkistan’ın Yedisu bölgesinde Nesturi Hristiyanlık inancındaki Türkler 13.-14. yüzyıldan kalma 
Türkçe mezar yazıtlarında Süryani harflerini kullanmışlardır. Musevi Karaylar 17.

19. yüzyıllar arasında İbrani alfabesini kullanmışlardır. Yine Anadolu’da Osmanlıca yanında özellikle Ortodoks Hristiyan inancına sahip Türkçe konuşurlarının dili Karamanlıca Grek harfleriyle yazılmıştır. En eskisi 1718’de basılan 500 civarındaki Karamanlıca dini ve dindışı metnin çoğu 18. ve 19. yüzyıllarda yazılmıştır. Ayrıca Ukrayna-Polonya Ermenileri ile Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan Ermeni asıllı Türk vatandaşlarına ait Ermeni harfli Türkçe metinler de vardır. 
Örnek olarak Litvanya, Polonya ve Kırım’da yaşayan Musevi Türklerin kullandığı Karay varyantına ait metinler, Kıpçak Türkleriyle yoğun ilişkileri bulunan 
Ukrayna-Polonya Ermenilerinin kendi dillerini bırakarak Kıpçakların Türkçesiyle konuşup yazmaya başlamaları ve Ermeni Kıpçakçası denilen bir varyantla eser vermeleri de 16. yüzyıla gider. 

Yeni Yazı Dillerinin Öncülleri,

En yaygın alfabe olarak Arap alfabesinin kullanıldığı bin yıla yakın dönemde Türkçe çok geniş bir alana yayılmış, gerek bu coğrafi genişleme, gerek farklı kültürel çevrelerle olan ilişkilerin sonucu olarak kendi içinde alabildiğine çeşitlenmiş, uzak bölgelerdeki yerel konuşma biçimleri birbiriyle bağı olmadan gelişmelerini sürdürmüştür. Konuşulduğu alanı genişleten her dil, yeni dillerin de çekirdeğini içinde taşır. Bu Türkçe için de geçerlidir. 

Türk dünyasında yeni yazı dilleri 18. yüzyılda filizlenmeye başlar. Bunlardan birisi Türkmencedir. Türkmen dilini yazı diline dönüştüren Mahdumkulu 18. 
yüzyılda yaşar. Türk dünyasının başka bir bölgesinde Kazan’da Abdülkayyum Nasıri, 19. yüzyılın ortalarında eserlerini Tatarca yazarak Tatar yazı dilinin ortaya çıkışına öncülük eder. Orta Asya’da Abay Kunanbayev ve eğitimci Ibıray Altınsarın 

Rus ve Batı edebiyatı klasiklerini Kazakçaya çevirerek bu yazı dilinin temellerini atar. Çağataycanın geçerli olduğu alanda bu gelişmeler olurken, Osmanlıcanın 
hüküm sürdüğü bölgede de benzer süreçler görülür. Azeri dramaturgu, ömrünün önemli bir kısmını dil reformu çabalarına hasretmiş olan Mirza Fethali Ahundzade, 19. yüzyılın başında komedilerini Azerbaycan Türkçesiyle kaleme alarak bu yazı dilinin kurucusu olur. 

Çağdaş Türk yazı dillerinin ortaya çıktığı yirminci yüzyıla gelindiğinde büyük yazı dilleri yerlerini yavaş yavaş yerel konuşma biçimlerine bırakmaya başlamıştı. 
Yakut, Çuvaş, Karay ve Doğu Türkistan’da Yeni Uygur yazı dilleri mevcuttu. Çağataycanın geçerli olduğu alanda Türkmen, Tatar, Kazak ve Özbek, Osmalıcanın geçerli olduğu alanda da Azerbaycan Türkçesinin yeni yazı dilleri olarak temelleri işaret edildiği gibi daha önceden atılmıştı. Uzun yıllardır kullanılagelen ve bugünkü anlamda bir standarttan söz edilemese de belli yazım alışkanlıklarına sahip olan yazım ve yazı dili ile konuşulan varyantlar arasında zaten bir uçurum ortaya çıkmıştı. Eğitimin bir kesime özgü bir ayrıcalık olmaktan çıkarılıp geniş kitlelere yayılması ihtiyacı da ister istemez alfabe konusunu gündeme getirecekti. Zaten var olan kimi dilsel farkların SSCB içinde öne çıkarılmasıyla, geçerliliği az yerel konuşma varyantları yazı dili haline getirilmiştir. Birbirine çok yakın olan Kırgızca, Karakalpakça ve Nogaycanın ayrı yazı dilleri yapılması bunun bir örneğidir. Sesçil Latin alfabesi de Arap harflerinin örttüğü söyleyiş farklarının yazıya yansıtılmasına yardımcı olmuştur. 1980’den sonra Tofaca (eski Karagasça) ile Yakutçanın diyalekti olan Dolgancanın yazı dili olmasıyla, yazı dili olan Türk dillerinin sayısı yirmiyi geçmiştir. 

Yirminci Yüzyıldaki Büyük Değişmeler, 

Türkçenin tarihinde en önemli gelişmeler yirminci yüzyılda yaşanmıştır. Yirminci yüzyıl Türk dili açısından büyük değişimlerin, geri çekilmelerin ve yeniden 
yayılmaların, azınlık dili olmanın ve bağımsızlık kazanmanın, statü kaybının ve statü kazanmanın, tekrar tekrar alfabe değişiklerinin bir arada yaşandığı bir zaman dilimi olmuştur. Osmanlıca ve Çağatayca gibi iki büyük yazı dili bu yüzyılda yerlerini bir daha geri gelmemek üzere yerel konuşma dillerine dayanan yeni yazı dillerine bırakmıştır. Çağataycanın geçerli olduğu bölgede birbirinden uzak varyantların standart dillere temel alınması, alfabe değişiklikleri, yazımda aynı ses için farklı işaretlerin kullanılması veya aynı işaretin farklı ses değerlerine sahip olması gibi nedenlerle birbirinden uzaklaştı. Yine yazı dillerine dayanan eğitim organizasyonu üst dil durumundaki Rusça ile rekabet edecek donanıma sahip değildi. Yeni dillerin kendilerini kabul ettirmesi, bir dilden beklenen işlevleri yerine getirmesi de sanıldığı kadar kolay olmadı. Her şeyden önce bazılarının konuşur sayısı sınırlı idi. Bu küçük gruplar için eğitimi baştan sona organize etmek mümkün değildi. Osmanlıcanın mirasçısı olan Türkçe ise söz türetme ögelerinin yüzyıllarca ihmal edilmesi nedeniyle zorlu süreçlerden geçti. Öyle ki Hint-Avrupa benzeri bir dil yaratma çabaları yanında Türkçedeki yabancı olduğu düşünülen bütün ögeleri dilden atma ile dünyanın bütün dillerinin Türkçeden türediği, dolayısıyla Türkçede yabancı öge diye bir şeyin olamayacağı gibi birbirine tamamen zıt görüşler kısa sayılabilecek bir süre içine sığdırıldı. Yine de bütün bu tartışmaların sonucunda Türkçe eski dönemlerle karşılaştırılamayacak kadar sade bir dil olma, özleşme başarısı gösterdi. 

Yine bu yüzyılda Türk dilleri asında yüzyıllarca var olan ilişkiler kesintiye uğramış, Doğu Bloku sınırları içinde kalan Türk dilleri ile Türkiye Türkçesi arasındaki ilişkiler büyük oranda kopmuştur. Bu dönemde bilimde, sanatta ortaya çıkan terim ihtiyacı karşılanırken Doğu Bloku sınırları içindeki Türk dilleri Rusça üzerinden ve Rusça söyleyişle, Türkiye Türkçesi de doğrudan Fransızca söyleyişle Batı dillerinden kelime almıştır. Böylece ilgi çekici bir biçimde batı dillerinden alınan ortak bir söz dağarcığı ortaya çıkmıştır. Bu diller bir yerde eski Arapça ve Farsçanın işlevlerini üstlenmişlerdir, ancak aynı kökene giden kelimelerin söylenişleri, alınma kanalı nedeniyle farklı olmuştur: fonetika – fonetik, üniversitet – üniversite, demokrasiya – demokrasi vb. 

Yüzyılın sonuna doğru yine dil açısından çok ilgi çekici bir gelişme olmuş, Sovyetler Birliği dağılmış, ortaya Türk dillerini devlet dili olarak benimseyen bağımsız ülkeler çıkmıştır. Bu yeni devletlerin topraklarında neredeyse azınlığa düşmüş Türk dilleri tekrar güç kazanmıştır. Bağımsızlığın ilk yıllarında görülen virgül Türk dillerinin yazımında kullanılacak Latin temelli ortak bir alfabe geliştirme çabalarının siyasi irade olmadığı için iflas etmiş olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Ancak bu defa başka, ilgi çekici bir araç devreye girmiş ve Türkiye Türkçesinin kendiliğinden baskın konuma gelmesini sağlamıştır. Teknolojideki gelişmeler sonucu Türkiye Türkçesi sadece Türk dilli topluluklar arasında değil, dünyanın her yerinde ulaşılırolmuştur. Özellikle son yıllarda televizyon dizilerinin Türkçenin yaygınlaşmasında veya Türkçeye olan ilgide büyük pay sahibi olduğunu söyleyebiliriz. İlgi o kadar büyüktür ki Türkiye’nin gerek doğusunda gerek batısında dizi oyuncuları kahraman gibi karşılanmaktadır. 

Ayrıca Türkiye’nin Türk işadamlarının artan önemine paralel olarak Türkçeye karşı olan ilgi de hiçbir zaman olmadığı kadar artmıştır. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 3

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 3



Güney Sibirya da birkaç Türk dilinin konuşulduğu bir bölgedir. Burada 1922’de Oyrot ağzına dayalı olarak yazı dili haline getirilen Altayca, 1948’e kadar 
Oyrotça olarak adlandırılmıştır. Bugün konuşur sayısının 65 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Tuvaca da Güney Sibirya’da 2002 sayımına göre Rusya Fe
derasyonu’da 24.2754 konuşuru olan görece büyük dillerden biridir ve Çin ve Moğolistan’da küçük gruplar tarafından da konuşulmaktadır. Ağırlıklı olarakHakas Özerk Cumhuriyetinde konuşulan ve 2002 sayımına göre 52.217 konuşuru olan Hakasça, tahminen 35 kişinin konuştuğu Çulım, 2002 sayımına göre 6.210 kişinin konuştuğu Şorca, 1986 yılında yazı dili haline getirilen Tofacanın bugün 30 kadar konuşur kaldığı tahmin edilen Tofaca gibi bir irili ufaklı Türk dilleri de Güney Sibirya’da konuşulmaktadır. 

Güneye, Kafkaslara indiğimizde Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi, DağıstanÖzerk Cumhuriyeti’nin Stavropol bölgesinde 2002 sayımına göre 90.020 bin civarında 
konuşura sahip Nogayca; Dağıstan Cumhuriyeti’nin Hasanyurt, Babayurt, Kızılyurt, Buynak, Kayakent, Kaytak eyaletleri ile Mohaçkale çevresindeki altı 
köyde 2002 sayımına göre 458.121 kişi tarafından konuşulan Kumukça, Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesinde ve Kabardin-Balkar Özerk Bölgesinde 2002 sayımına göre 302.748 kişinin konuştuğu Karaçay-Balkarca gibi dillerle karşılaşırız. 

Rusya Federasyonu’na bağlı bir cumhuriyet olarak Orta Volga bölgesinde yer alan Tataristan’da konuşulan Tatarca, 7 milyona yakın konuşuruyla Rusya’daki en fazla konuşura sahip Türk dillerinden biridir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Tatar aydınların çabasıyla yazı dili olarak gelişmeye başlamıştır. Yine Rusya Federasyonu’nun bu bölgesinde 1.379.727’i Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti’nde olmak üzere 1,6 milyon civarında konuşuru olan Başkurtça konuşulur. Başkurtça Tatarcaya oldukça yakındır. 

Batıya doğru göç eden ilk Türk boylarından Bulgarların torunları olan Çuvaşların dili olan Çuvaşça, Moskova’nın 600 km. doğusunda özerk Çuvaş Cumhuriyeti’nde konuşulur. Toplam nüfuslarının 2 milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir. Çuvaşça Kiril alfabesiyle yazılan ilk Türk dilidir. 

Diğerleri, 

Bu kalabalık grupların yaşadığı ülkeler dışında da Türk dillerine rastlanmakta-dır. Oğuzcanın en küçük kolu olan ve dilbilimsel açıdan Türkçenin bir ağzı sayılan 
Gagavuzca Moldovya Cumhuriyeti’nin güneyiyle Ukrayna’nın güneybatısında konuşulur. Eski Sovyetler Birliği sınırları içerisinde kalan bu bölgelerdeki Gagavuzların nüfusu 1989 yılı sayımına göre 197.000 civarındadır. Ayrıca Bulgaristan’da 5 bin kişilik bir Gagavuz grubu olduğu tahmin edilmektedir. Yine Romanya, Yunanistan, Kazakistan ve Kafkasya’da Gagavuzlar yaşamaktadır. Hristiyandırlar. 20 Ağustos 1990’da Moldovya’da özerk bir devlet kuran Gagavuzların ülke adı Gagavuz Yeri ve resmi dilleri Gagavuzca, Romence ve Rusçadır. Gagavuzca 1957’de yazı dili olmuş, 1996’ya kadar Kiril harfleriyle yazılmıştır. Gagavuzcanın en belirgin özelliği sözdiziminde ve söz varlığında görülen Slavca etkisidir (bk. Menz 1999, 2003). 

Ukrayna’da Kırım yarımadasında Kırım Tatarcası konuşulur. İkinci Dünya Savaşında Almanların Kırım’ı işgal etmeleriyle burada yaşayan 200 bin Tatar Özbekistan’a sürgün edilmiştir. Özbekistan’a sürülen Tatarların bir bölümü ise ancak 1967’de alınan bir karardan sonra Kırım’a dönebilmişlerdir. 1989 sayımına göreKırım Tatarlarının toplam sayısı 268.379’dur. Bu nüfusun %51’i Özbekistan’da, %16’sı Kırım’da, %8’i Rusya’da yaşamaktadır. 

Karayca Türk dünyasının Kuzeybatı ucunda Litvanya ve Ukrayna’da altı yüz yıl kadar önce Kırımdan buraya gelmiş olan küçük gruplar tarafından konuşulur. 
Sözdiziminde özellikle Slavcanın etkisiyle ilginç değişiklikler ortaya çıkmıştır. Karayca 1930’lu yıllara kadar İbrani, Latin ve Kiril alfabeleri ile yazılmıştır. Polonya ve Litvanya Karayları 1930’lu yıllardan itibaren Latin alfabesiyle dillerini yazmışlardır. Litvanya Karayları Sovyetler zamanında Kiril alfabesini kullanmış, 1990 yılında yeniden Latin alfabesine geçmişlerdir. 

Sayılan bölgeler dışında bir Türk dilini konuşan bir grubun ana kütleden çeşitli nedenlerle koparak başka bir coğrafyada yaşadığını ve anadilini konuştuğunu veya farklı bölgelerde küçük Türkçe varyantlara rastlandığını da unutmamak gerekir.Örnek olarak Afganistan’da, Gürcistan’da, Moğolistan’da, Avrupa Birliği ülkelerinde Türkçenin değişik kollarına rastlanmaktadır. 

Farklı Türk dillerinin konuşulduğu bir alan olarak Türkiye’ye de ayrı bir paragraf açmak gerekir. Türkiye dışındaki pek çok Türk topluluğu asıl vatanlarında 
tehditle karşılaştıklarında Türkiye’ye sığınmışlardır. Bu nedenle Türkiye bugün sadece Türkiye Türkçesinin değil, pek çok Türk dilinin konuşulduğu bir alan durumundadır. Ne yazık ki bu diller hakkında araştırmalar yetersizdir. Türk dili uzmanları araştırma konusu ararken, çok kolay ulaşılabilir durumdaki Ankara’da, Eskişehir’de, Konya’da konuşulan bir kardeş dili yeterince egzotik bulmamaktadır. Oysa bu varyantların araştırılması da tarihi süreçleri anlamamız için büyük önem taşımaktadır. 

Keşifler ve Kayıplar, 

Türk Dillerinin bir kısmı bilinen zamanlarda keşfedilmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ciddi olarak araştırılan, Orta İran’da konuşulan Halaçça, Moğolistan’da Cengel Tuvalarının, Kuzey Moğolistan’daki Duhaların dili, İran’da Horasan Türkçesi, Çin’de konuşulan Fu-Yü Kırgızcası bu tür diller arasındadır. İran, Çin, Rusya, Afganistan gibi bazı bölgelerde hala yeni keşifler, en azından oradaki dilleri daha ayrıntılı olarak araştırma yapmak mümkün görünmektedir. Yine pek çok yerel varyant hala zengin bir araştırma konusu olarak ortada durmaktadır. Yine sürekli göçler başta olmak üzere pek çok neden yeni varyantların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bunların, örnek olarak Avrupa ülkelerindeki Türkçede gözümüzün önünde gerçekleşen dil değişmelerini araştırmak, tarihte olan süreçleri de anlayabilmemiz için önemli veriler sunacak durumdadır. 

Keşiflerin yanında kayıplar da olmaktadır. Bilinen zamanlarda yok olan Türkçe varyantlar vardır. Konuşur sayısı az, konuşma dili olmanın dışında toplum hayatında önemli işlevi olmayan küçük diller yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 
Bunların yerini baskın durumdaki diller almaktadır. Halaçça, Karayca, Kırım Tatarcası, Nogayca, Tofaca, Fu-Yü Kırgızcası, Sarı Uygurca, Salarca, Tuvaca’nın Moğolistan’daki kolları, Urumca gibi varyantlar da yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 

Sınıflandırma Denemeleri, 

Ortak bir ana dile götürülebilen Türk dillerini, yaşadıkları bölgeler, dilsel özellikler, mensup oldukları tarihi boylar gibi ölçütlere göre sınıflandırma çalışmaları iki yüz yılı aşkın bir süredir görülmektedir. Bunların en son iki örneği Schönig ve Johanson’a aittir. Schönig üç ayrı makale halinde yeni ölçütler de kullandığı ayrıntılı bir sınıflandırma denemesi yayımlamıştır (1997a, 1997b, 1998). Schönig’in tasnifini öncekilerden ayıran en belirgin özellik dil ve diyalektler arasındaki ilişki ve etkileşmelere dikkat ederek karşılaştırmalı bir yöntem kullanmış olmasıdır. Bir başka denemede ise Johanson genetik ve tipolojik özellikleri kullanarak, kısa ve net bir bölümleme yapmıştır 
(1998: 82-83). 
Türkçe olarak yapılan en son tasnif denemesi ise Tekin 1990’dır. Türk dillerini Oğuzca, Kıpçakça, Çağatayca gibi tarihi boy adlarına veya yönlere göre sınıflandırma denemeleri de vardır. 

Dil mi Şive mi Lehçe mi Ağız mı?, 

Türkiye Türkolojisinde 1980’li yıllardan başlayıp sonraki yıllara damgasını vuran Türk dilleriyle ilgili tartışma konularının başında, Türkçenin farklı kollarının 
nasıl adlandırılacağı gelir. Tartışmalar bir kesimin Türk dilleri arasında lehçe, şive, ağız biçiminde üçlü veya lehçe, ağız biçiminde ikili bir ayrım yaparken karşı görüşün bu ayrımları yapmaması, Türkçenin Türkiye dışındaki kollarını da bağımsız dil saymasından kaynaklanır. Tartışmalarda ilgi çekici olan husus, her iki tarafın da karşılıklı anlaşılırlık, bilinen veya bilinmeyen dönemlerde ayrışma, yabancı Türkologların Türkçenin kollarını nasıl adlandırdıkları, batı dillerindeki durumla karşılaştırma gibi ölçütleri kullanması, ama farklı sonuçlara ulaşmasıdır. Ne var ki tartışmadaki en önemli etken dille değil, siyasi tercihlerle ilgilidir. Tartışmalar o zamanın siyasi atmosferi içinde bir tür siyasi çekişmeye dönüştükten sonra yeni ölçütlerle derinleştirilemedi. Oysa bu yapılabilse ve tartışmalar siyasi değil de bilimsel zeminde yürüse, dil incelemelerindeki varyasyon araştırmalarına eklemlenebilseydi çok yararlı olabilecek sonuçlar ortaya çıkabilirdi. 

Ama bu olmamış, Türkologlar arasındaki iki farklı anlayış etrafındaki kutuplaşma, ancak Sovyetler in dağılmasından sonra ortaya çıkan gelişmeler sonucu tartışmaların anlamsız hale gelmesiyle ortadan kalkmıştır. Gerçi bugün de terim tercihinde farklı yaklaşımlar vardır. Ancak terim tercihi genç Türkologlar arasında doğrudan bir çatışma zemini olarak ortadan kalkmış görünmektedir (konuyla ilgili tartışmaların ayrıntıları için bk. Demir 2006) 

Türk Dünyası ve Alfabe, 

Bu yazının genel amacına uygun olarak alfabe konusuna da kısaca değinmek gerekir. Yaklaşık milat yıllarından beri dil verileriyle izleyebildiğimiz süreçte Türk 
dili sadece muazzam bir yayılma değil aynı zamanda yazıldığı alfabeler açısından büyük bir çeşitlilik göstermiştir. Göçler, kültür değişmeleri, farklı dil ve kültürlerle ilişkiler, ekonomik ve siyasi nedenler, Türkçe konuşurların kurduğu büyük imparatorluklar gibi sebepler yalnızca Türkçenin kendi içinde sürekli çeşitlenmesine yol açmamış, aynı zamanda farklı alfabelerle yazılması sonucunu da doğurmuştur. Yirminci yüzyıla gelinceye kadar olan alfabe değişikliklerini, daha doğrusu yeni alfabelerin benimsenmesini yaygın bir okuryazarlık ve dil planlaması olmadığı için kültürel değişmelerin sonucu olarak görmek gerekir. Yirminci yüzyıldaki değişiklikler de kültürel değişmelerin sonucu olmakla birlikte aynı zamanda planlı ve yine de sancılı dil politikalarıyla gerçekleşmiştir. 

Türkçenin yazıldığı alfabeler konusundan söz ederken anadili Türkçe olanların Türkçeyi yazmak için kullandığı alfabelerle ana dili Türkçe olmayanların Türkçeyi 
yazmak için kullandıkları alfabeleri birbirinden ayırmak gerekir. 

Türk dilli toplulukların kullandığı büyük alfabeler, sırasıyla Runik alfabe, Uygur alfabesi, Arap alfabesi, Latin alfabesi ve Kiril alfabesidir. Bunların en uzun 
süre kullanılanı Arap alfabesi, en fazla eser verileni ise Latin alfabesidir. Verilen bu sıralamaya rağmen yirminci yüzyıldaki dil planlaması sonucu değişiklikler dışında alfabelerin aynı varyantın yazımında paralel kullanıldığını unutmamak gerekir.Örnek olarak Runik alfabeyle Uygur alfabesi, Uygur alfabesiyle Arap alfabesi aynı varyantın yazımında kullanılmıştır. Planlı değişiklikler olan Latin ve Kiril alfabelerinin kullanımı ise aynı zaman dilimine denk gelmekle birlikte, farklı coğrafyalarda gerçekleşmiştir. Görece büyük metinlerin yazıldığı bu alfabeler yanında, 9. yüzyıldan itibaren Türkçenin yazımında bir çeşitlenme olduğunu, çeşitli alfabelerin farklı varyantların yazımında kullanıldığını vurgulamak gerekir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 2

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 2 


Bağımsız Devletler ve Dilleri, 

Sınıflandırma denemelerinde Türk dillerinin en büyük kolu, Gagavuzca, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence ve Horasan Türkçesiyle güneybatı veya Oğuz grubuna dahil edilen Türkiye Türkçesidir. Türkiye Türkçesi, Türk dillerinin en fazla konuşura ve en köklü yazılı geleneğe sahip, en iyi araştırılmış koludur. Yetmiş beş milyondan fazla insanın ana dili olan Türkiye Türkçesi, Türkiye dışında Kuzey Kıbrıs’ta resmi dildir. Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Irak, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika, İsviçre, İngiltere, İsveç, Danimarka, ABD, Kanada, Avustralya, Suudi Arabistan, İsrail, Rusya Federasyonu gibi ülkelerde de konuşulmakta ve yazı dili olarak kullanılmaktadır. 

Türkçeden sonra Oğuzcanın ikinci büyük dalı Azerbaycan Türkçesidir. Kuzey Azerbaycan Türkçesi ve güney Azerbaycan Türkçesi olmak üzere iki büyük kola 
ayrılır. Kuzey’de 1991 yılında bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti’nde ve güney’de İran’da konuşulur. Türkiye’nin doğusundaki bazı ağızlar da Azerbaycan Türkçesine İstanbul Türkçesinden daha yakındır. Ayrıca Gürcistan, Ermenistan, Irak ve Rusya’da Azerbaycan Türkçesi konuşan gruplar vardır. Azerbaycan Türkçesi konuşanların kesin sayısı hakkında bir şey söylemek güçtür, ancak 20 milyonun üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. 

Türkmence, Horasan Türkçesi ile Oğuzcanın doğu kolunu temsil eder. Türkmenistan nüfusunun yaklaşık 3,5 milyonu Türkmence konuşmaktadır. İran’da(yaklaşık 400.000), Afganistan’da (yaklaşık 400.000) ve Özbekistan’da (121.600) büyük Türkmen grupları bulunmaktadır. Ayrıca Rusya, Kazakistan ve Tacikistan’da yetmiş binin üzerinde Türkmen yaşamaktadır. 

Türk dilinin büyük kollarından birini de Kazakça oluşturur. Kazakistan yanında Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan Cumhuriyetleri, Rusya 
Federasyonu, Moğolistan, Afganistan, Çin ve Türkiye’de yaşayan Kazaklar da sa-yılırsa 12 milyondan fazla kişi tarafından konuşulduğu tahmin edilmektedir. Farklı Kıpçak boylarının karışımından oluşan Karakalpakların dili de dilbilimsel anlamda Kazakçanın bir ağzı sayılabilecek durumdadır. Karakalpakça, Sovyet devriminden sonra ortaya çıkan Türk yazı dillerinden biridir. 

Türk dillerinin büyük kollarından bir başkası olan Doğu Türkçesinin iki yazı dilinden biri ve Çağatay yazı dilinin doğrudan devamı olan Özbekçe, adını 14.
yüzyılda yaşamış Altınordu emiri Özbek’ten alır. Özbekistan dışında Tacikistan,Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan’da da kalabalık Özbek toplulukları vardır.

Özbekçe konuşurların sayısının yirmi milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Özbek yazı dili 1930-1937 yılları arasında kuzey ağızlarına dayanmaktayken 1937 yılından sonra İrancalaşmış Taşkent ağzına ve Fergana vadisi ağızlarına dayandırılmıştır. 

Bağımsız Türk Cumhuriyetleri içinde konuşur sayısı az olanlardan biri de Kırgızcadır. Kırgızca Sovyet Devriminden sonra yazı dili olmuştur. Yaklaşık olarak 4 milyon konuşuru olduğu tahmin edilmektedir. 

Kalabalık Türk Dili Konuşurlarının Yaşadığı Diğer Ülkeler 

Yukarıda da işaret edildiği gibi Türk dili geniş bir coğrafyada, pek çok ülkede konuşulmaktadır. Türk devleti olmamakla birlikte Türk dili açısından taşıdıkları 
önem nedeniyle bunların bazılarından, sırasıyla Çin, İran ve Rusya’dan kısaca söz etmek gerekir. 

Çin, 

Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin, 9 milyon civarında konuşura sahip, Çağataycanın devamı durumundaki Yeni Uygurca gibi görece büyük diller yanında küçük Türk dillerinin de bulunduğu bir ülkedir. Tibet platosunun kuzey kıyısında resmi etnik azınlıklardan biri olan Müslüman Salarların dili Salarca konuşulur. 
2000 sayımına göre konuşurları 104.503 kişidir. Kansu eyaletinde ve SinkiangUygur Özerk Bölgesinin kuzeyinde Salarca konuşan topluluklar vardır. 
Semerkand’ın güneyinden 14. yüzyılda buraya gelmişler, Çin ve Tibet halklarıyla birlikte yaşamışlar, bunun sonucu olarak da dilleri Çince ve Tibetçe etkisinde kalmıştır. 
Ama dillerinde Oğuzcanın da baskın izleri görülür. Çin’in Kansu eyaletinde bugün Sarı Uygurlar olarak adlandırılan, Budist- Lamaist inanca bağlı grupların dili olan 
Sarı Uygurca bulunur. Hakasça ile aynı dil grubuna giren Sarı Uygurca’nın konuşur sayısı 2000 sayımına göre 4600 kişidir (AWLD). Çin’deki ilgi çekici Türk dillerinden biri de Fu-Yü Kırgızcasıdır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Mançurya bölgesinde, Harbin’in kuzeybatısında, Çin’in Heilungkiang eyaletinde, 18. yüzyıl ortalarında Altay bölgesinden bölgeye göçmüş Fu-yü Kırgızları tarafından pasif olarak kullanılır (bk. Schönig 1998: 317-319, Johanson 2009: 49). AWLD’ye göre konuşuru 10’un altındadır. 

İran, 

Türk dilleri açısından zengin ülkelerden biri de İran’dır. İran’da güney Azerbaycan Türkçesi gibi kalabalık konuşura sahip Türk dilleri yanında, daha küçük gruplarca konuşulanlar da vardır. Orta İran’da, başkent Tahran’ın 200 km kadar güney-batısında, Hemedan ile Kom şehirleri arasındaki bölgede konuşulan Halaçça bunların dil tarihi bakımından en ilgi çekici olanlarından biridir. Nüfuslarının 28 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir (Doerfer 1998: 276). Azericenin bir diyalekti sanılırken Alman Türkologlarından Doerfer’in ve öğrencilerinin yaptığı araştırmalar sonucunda ayrı bir Türk dili olduğu ve eskicil pek çok ögeyi barındırdığı ortaya çıkmıştır. 

Horasan Türkçesi, İran’da Horasan bölgesinde, iki milyon civarında konuşura sahip bir Türk dilidir (Doerfer 1998: 276). Yakın zamanlara kadar bu dil Türkmencenin veya Azerbaycan Türkçesinin bir ağzı sayılıyordu; ama Doerfer’e göre ayrı bir Türk dili olarak görülmelidir (1969: 8; 1977). İran’da konuşulan bir başka Türk dili de Kaşkaycadır. Ağırlıklı olarak Fars eyaletinde yaşayan Kaşkayların nüfusunun 1.5-2 milyon arasında olduğu sanılmaktadır (Dolatkhah 2010)). İranda Oğuzcaya dayanan başka ağızlar da vardır (bk. Doerfer 1998). 

Rusya, 

Rusya’nın Kuzey doğusundan batıya doğru ilerleyecek olursak önce 14. yüzyılda bugünkü yurtları olan Kuzey Sibirya’da ağırlıklı olarak 1922’de kurulan YakutÖzerk Cumhuriyeti’nde, Saha Sire’nde (Saha Yeri) ve Magadan bölgesi ile Sahalin adasında yaşayan Sahaları buluruz. Sahaca konuşanların sayısı 2002 sayımına göre 456.288 (bk. AWLD, 2002 yılına ait aşağıdaki sayılar bu kaynaktan alınmıştır). Sahacanın bir ağzı olup Taymır yarımadasında, 2002 sayımına göre 4.865 kişi tarafından konuşulan Dolganca bulunur. Dolganlar, Sahalaşmış bir Tunguz topluluğudur (bk. AWLD). 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 1

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 1 



EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ: GENEL DEĞERLENDİRME VE BEKLENTİLER., 
Prof. Dr. Nurettin DEMİR 
Dr. Nermin YAZICI 
Prof. Dr. Nurettin DEMİR* / Dr. Nermin YAZICI** 
* Gazi Üniversitesi / 
** Başkent Üniversitesi 

Özet: 

Ortak bir ana dilden türemiş olan Türk dilleri, bugün Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanus’una, Kuzey Buz Denizi’nden Basra Körfezi’ne kadar uzanan 
geniş bir alanda, birinci dil ve azınlık dili olarak konuşulur. Türk dilleri arasındaki karşılıklı anlaşılırlık değişiklik göstermektedir. Türk dilleri geçen yüzyılda büyük 
değişimler geçirmiştir. Geniş geçerlilik alanına sahip eski yazı dilleri yerlerini küçük, yeni yazı dillerine bırakmıştır. Türk dünyasının tamamında alfabe değişiklikleri yaşanmıştır. Türk dünyasında siyasi gelişmeler sonucunda kopan bağ geçen yüzyılın son on yılında yeniden kurulabilmiştir. Yeni dönem öncesinde Türkiye’de bütün bu dillerin tek bir dil mi yoksa ayrı ayrı diller mi olduğu yönünde sert siyasi tartışmalar yaşanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Latin harfleri temelinde ortak bir alfabe geliştirme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 

Ancak Türkiye’nin yükselen ekonomisi, uluslararası ilişkilerdeki rolü, Türk dizileri, turizm gibi nedenlerle Türkiye Türkçesi giderek daha fazla önem kazanmaktadır. 
Türk dünyasının önemli bir kısmında ortak iletişim aracına dönüşmektedir. Türkçe konuşur sayısı, konuşulduğu alan, yerine getirdiği işlevler bakımından en 
güçlü dönemini yaşamaktadır. Buna karşılık, bilimsel bir temele dayanmayan dil tartışmalarında Türkçenin kirlendiği, yozlaştığı, bozulduğu, hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu görüşleri dile getirilmektedir. Makalede mevcut durum bu hususlara atıfla incelenmektedir. 

Dr. Nurettin DEMİR / Dr. Nermin YAZICI 

Günümüz Türk Dili Dünyası 

Günümüzde Türk dünyası denince akla öncelikle dünyanın Türk dili konuşulan bölgeleri gelir. 

Dil dışında Türk dünyasını birbirine bağlayan ortak bir öge bulmak güçtür (Türk dünyasının birleştiği ve ayrıldığı yönler için bk. Johanson 2001). Türk dili, yirmisi yazılı olmak üzere büyüklü küçüklü, kendi aralarında karşılıklı anlaşılırlığın hiç yoktan ileri dereceye kadar değişebildiği, tamamı aynı ortak kökene götürülebilen bir diller veya varyantlar topluluğundan oluşur. Anadilden ilk ayrılan kollardan biri olduğu düşünülen Çuvaşçanın bir Türk dili olup olmadığı konusunda bir ara tereddütler yaşanmış, ancak yapılan çalışmalar onun da tam anlamıyla bir Türk dili olduğunu göstermiştir. Bir terim olarak Türkçe, 
geniş anlamıyla Türkçe kökenli dil ve varyantların tamamını göstermek için, dar anlamıyla da Türkiye’de konuşulan dilin adı olarak kullanılır. 

Türkçe kaynaklarda Türk dünyası terimi genel olarak bakıldığında daha fazla değerin paylaşıldığı Müslüman Türk soylular için kullanılır. Ama Türk soylular 
sadece İslamiyet’e mensup değildir. İslamiyet’in dışında, Hristiyan, Yahudi, Budist, Lamaist olanlar da vardır. 

Türk dili ailesine mensup dillerin daha eski bir dönemde Moğolca, Mançu-Tunguzca hatta Korece ve Japoncayla birlikte Altayca denilen bir dil ailesine gittiği görüşü vardır; Altaycanın da içinde bulunduğu daha büyük dil aileleri tasarlayanlar da olmuştur. Ancak elimizdeki dil verileri, Altay dilleri sayılanların bile akraba olup olmadığı tartışmalarını kesin olarak sonuçlandırmaktan uzaktır (tartışmaların son durumu için bk. Johanson 2010). Türkçenin Kızılderili dilleri veya başka dillerle ortak yönleri olduğunu ileri süren görüşler de en azından mevcut haliyle bilimsel olarak savunulabilir durumda değildir. 

Türkçe, 

    Altay dillerinin en çok ve en eski yazılı kaynaklara ve bütün olarak bakınca en kalabalık konuşura sahip, en geniş alana yayılmış, ayrıca en iyi araştırılmış 
koludur. Yayıldığı bu geniş alanın büyük bir kısmında Çince, Rusça, Farsça gibi yapı bakımından kendisinden çok farklı dillerin üst dil olarak kullanıldığı bölgelerde konuşulmuştur ve konuşulmaktadır. Türkçenin bütün kolları, yayılmış olduğu geniş coğrafyada karşı karşıya geldiği dillerin değişik seviyede izlerini taşıdığı gibi ilişki dilleri de Türkçenin izini taşır. Bu karşılaşma sonucu sadece kelimeler alınmamış, dillerin yapıları da değişmiştir. Dil ilişkisine bağlı değişmeler son yıllarda Türkolojide en gözde araştırma alanlarından biri durumundadır. Türkoloji çalışmalarının ulaştığı seviye, başka dillerdeki benzer süreçlerin araştırılmasında da kullanılabilecek teorik bir çerçeve de sunmaktadır (bk. Johanson 2007a). 

Türk dil ve lehçelerinin 24’si yazı dilidir: Altayca, Azerbaycan Türkçesi, Başkurtça, Çuvaşça, Dolganca, Gagavuzca, Hakasça, Karaçayca-Balkarca, Karakalpakça, Karayca, Kazakça, Kırgızca, Kırım Tatarcası, Kumukça, Türkiye Türkçe,Türkmence, Nogayca, Tatarca, Özbekçe, Şorca, Tuvaca, Tofaca (Karagasça), Yakutça, Yeni Uygurca. Ancak aşağıda da göreceğimiz gibi konuşur sayısı çok az olduğu için bunların bazıları, örnek olarak Tofacayı, Karaycayı dilin bütün işlevlerini yerine getiren yazı dilleri saymak gerekir. Bunların çok çeşitli yerel varyantları yanında Çin’in Kansu Eyaletinde konuşulan Sarı Uygurca, Hsün-ha Özerk Bölgesi’nde konuşulan Salarca, Batı Sibirya’da konuşulan Çulım Tatarcası ve Orta İran’daki Halaçça gibi yazı dili olmayan ama Türk dili tarihi açısından büyük öneme sahip, bir yazı dilinin ağzı sayılamayacak Türk dilleri de vardır. 

Türkçenin Konuşulduğu Alan 

Türk dilleri bugün kuzeydoğuda Sahalin Adası’ndan ve güneydoğuda Çin Seddi’nden, batıda Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan Türk dilli göçmenleri de hesaba katarsak Atlas Okyanusu’na, Kuzey Buz Denizi kıyılarından Basra Körfez’ine kadar uzanan çok geniş bir alanda konuşulmaktadır. Bu geniş coğrafyada batıda TürkiyeTürkçesi ve Azerbaycan Türkçesi, Batı Türkistan’da Türkmence, Özbekçe, Kırgızca, Kazakça, Karakalpakça, Doğu Türkistan’da ise Uygurca kalabalık konuşura sahip Türk dillerini oluşturur. Bunlardan başka Volga bölgesinde Tatarca ve Başkurtça, bunların doğusunda, Altay Dağları’nın kuzeyinde Güney Sibirya Türk dilleri ve Türk dünyasının kuzeydoğu kanadını oluşturan Kuzey Sibirya’da ise Yakutça ve Dolganca konuşulur. Daha batıda Çuvaşça, Nogayca, Kumukça gibi diller konuşulur ve yazılır. Ayrıca Çin, Afganistan, İran, Irak, Bulgaristan, eski Yugoslavya ve Romanya’daki büyüklü küçüklü bölgeler veya dil adaları vardır (daha fazla bilgi için bk. Johanson 2006, 2007a). 

Geniş Türk dünyası Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve en azından Türkiye açısından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 
olmak üzere, yedi bağımsız ülkeyi kapsar. Bunun yanında Rusya, İran ve Çin’de kalabalık Türk dilli gruplara rastlanır. Bunlardan başka Moğolistan, Polonya, Ukrayna, Moldova, Irak, Almanya, Fransa, Belçika gibi daha pek çok ülkede Türk dilli gruplar vardır. Türkçenin farklı kolları alfabetik sırayla verecek olursak Afganistan, Avustralya, Azerbaycan, Batı Avrupa Ülkeleri, Bulgaristan, Çin, Ermenistan, Gürcistan, Irak, İran, Kazakistan, Kıbrıs, Kırgızistan, Litvanya, Makedonya, Moldova, Moğolistan, Polonya, Romanya, Rusya, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan, Ukrayna, Özbekistan, Yugoslavya, Yunanistan gibi pek çok ülkede anadili olarak konuşulmaktadır. Son yıllarda Türkçeye karşı yabancı dil veya ikinci dil olarak da artan bir ilgi gözlenmekte, Türkiye’de ve Türkiye dışında pek çok kurum ve kuruluş bu ilgiyi karşılamaya çalışmaktadır. Türkçenin azınlık dili olarak konuşulduğu bölgelerde bile, Türk olmayanların Türkçeye ilgilerini gösteren araştırmalar da vardır. Örnek olarak Almancada yaygınlaşan döner, lan, dolmuş gibi Türkçe kökenli bazı kelimelerin yaygınlaşması genel bilgi durumundadır. Bunun yanında Türk olmayanların Türkçelerini araştıran dikkat çekici çalışmalar yapılmıştır 

( Örnek olarak Hamburg’daki Türk olmayanların Türkçeleri hakkında bk. Dirim – Auer 2004). 

Konuşur Sayısı, 

Türkçeyi ana dili olarak konuşanların sayısı hakkında, Türkçenin konuşulduğu bölgelere ait güncel ve güvenilir veriler olmadığı için kesin bir şey söylemek güçtür. 

Kaynaklardaki rakamlar 220 milyona kadar çıkabilmektedir (Akalın 2009: 202). Ancak hesaplamalar spekülatiftir. Türkçenin UNESCO verilerine göre dünyanın 
konuşur sayısı bakımında beşinci büyük dili olduğu şeklinde popüler dilcilikte yaygın iddialar da ileri sürülmektedir. Ancak bu bilginin nasıl ortaya çıktığı konusunda güvenilir bir veriye ulaşılamamıştır. Hesaplama yapılırken başka dilleri bölüp Türk dillerinin tamamını bir bütün olarak alma gibi bir yol izlenerek bu sonuca varıldığı tahmin edilmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

24 Ekim 2018 Çarşamba

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAKA İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI BÖLÜM 2

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAKA İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI BÖLÜM 2

BMGK'nin 1284 sayılı Kararı ile Irak'ın petrol ihracatına getirilen sınırlamanın kaldırılması, petrol üretim kapasitesinin artırılması amacıyla önemli kaynak ayrılması ve petrol fiyatlarının önceki yıllara göre yükselmesi, 2000’li yılların başında Irak'ın ithalatının artmasına neden olmuştur. Irak’ın 2000 ithalatının bir önceki yıla göre yüzde 38 artarak 11,1 milyar dolara yükseldiği ve 2001 ithalatının 11 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu değerlerde 2002 yılında düşüş görülmüş; bu yıl tahmini olarak ithalat 13 milyar dolar, ihracat ise 7.8 milyar dolar gerçekleşmiştir. 2003 öncesi verilere göre, Irak’ın ithal ettiği başlıca ürünler temel gıda maddeleri, dayanıklı tüketim malları, ilaç ve tıbbi malzeme ve cihazlar, ulaşım araçları ve yedek parçaları, demiryolu malzemeleri, makineler, elektrik malzemeleri ve teçhizat, içme suyu ve kanalizasyon sistemlerinin yenilenmesinde kullanılan malzeme ve teçhizat, tarımsal alet ve makineler, iş makineleri, telekomünikasyon malzemeleri, eğitim araç, gereç ve malzemeleri, petrol üretiminde kullanılan malzeme ve teçhizattır (Tablo 5). İthalatta ilk sıraları alan ülkeler, Fransa, Avustralya, İtalya, Almanya, Çin ve Rusya’dır (Tablo 4). Irak 2000’lerin başında dış ticarette önemli gelişmeler kaydetmiştir. Irak ile Suudi Arabistan arasındaki Arar sınır kapısı 2001 yılının Ocak ayında açılmıştır. Yine 2001 yılında Suriye ve Mısır’la Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ve Dubai’ye günde iki kez gemi seferlerine başlanmıştır. Avusturya ise Bağdat’taki Ticaret Müşavirliğini yeniden açmıştır. 

Tablo 5 Irak’ın Başlıca İthalat Maddeleri 
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map 

Tablo 6 Irak’ın Başlıca İhracat Maddeleri HS MADDELER Değeri (1000 $) 
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map 


3. ABD'nin Irak'a İlişkin Ekonomik Hesapları 

ABD’nin uluslararası çatışmalarının altında yatan en temel faktörün ekonomik nedenler olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle, ABD’nin dış politika hedeflerinin temellerinin anlaşılabilmesi için ekonomik nedenlere dikkati çekmek gereklidir. Ulusal güvenlik politikalarının ekonomik sonuçlarının iki temel dayanağı olduğu ileri sürülmektedir. Birincisi askeri araçların ekonomik etki yapmak üzere kullanılması, ikincisi ise, ekonomik araçların askeri araçları tamamlar bir biçimde veya onların yerine kullanılmasıdır. Birinci nedende araştırılması gereken askeri araştırma ve geliştirme çalışmalarının ticari açıdan değer yaratacak hareketlenmeyi nasıl sağlayacağının ortaya konmasıdır. Askeri gruplar, hava ulaşımı, lojistik, mühendislik ve tıbbi hizmetlerin, acil yardım, ekonomik kalkınma veya ulus inşa etmek için kullanılması ilk olarak akla gelen araştırmalardır. ABD askeri üretimi ve ihracat politikaları, diğer ülkelerin tehlikeli silahları üretmesini durdurmak için kullanılması, ABD istihbaratının ekonomik amaçlarla kullanılması gibi hususlar da bu konu kapsamında düşünülmüştür (KÖNİ, 2005 : 400). 

Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ABD’nin Irak’a saldırısındaki temel amacın, savaş süresince ve sonrasında ekonomik olarak kendisine bazı çıkarlar sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ifade edilebilir. 
Savaş sırasındaki harcamalar, özellikle silah ve diğer savaş araçları başta olmak üzere savaş ekonomisinin gelişmesinde önemli bir faktördür. Öte yandan savaşla birlikte ve sonrasında savaşın tahrip ettiği alanların yeniden inşası da ekonomik açıdan inşaat ve ilişkili sektörler için önemli bir ekonomik yarar vaat etmektedir. 

4. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryoları 

Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynaklarını hesaba katmazsak, makro senaryo; “ABD Irak'tan çıkacaktır” şeklinde belirlenebilir. 
Buradaki çıkış noktası şu şekilde ifade edilebilir; ABD’nin Irak’ta bulunmasının nedeni bölgede siyasi istikrarın sağlanması amacını taşımaktadır. Ancak bilindiği gibi, işgale ilişkin diğer yorumlar büyük ölçüde ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek amacında olduğu yönündedir. Eğer bu olanaktan söz etmezsek, ABD’nin bu ülkeden çıkmasına yönelik görüşler geliştirmek anlamlı hale gelmektedir. Ancak bu durumda ABD’nin hiçbir ekonomik çıkar gözetmeksizin buradan ayrılmasını düşünmek de çok akılcı olmayacaktır. Bu durumda ana senaryo; ABD’nin Irak’dan çıkacağı ve çıkarken de kendisine ekonomik olanaklar yaratarak bunu yapacağı şeklinde olabilir. Burada ABD Irak üzerinden kendisine yeni ekonomik olanaklar yaratırken, Irak da, çöken ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca uğraş verecektir. 

Bölgede güçlü bir Irak ihtimali de böylece uzun yıllar ertelenmiş olacaktır. 

ABD’nin Irak'dan çıkacağı varsayıma yönelik olarak geliştirilebilecek mikro senaryolar aşağıdaki şekildedir. 

Senaryo 1. ABD, Irak ekonomisini bir daha düzelemeyecek duruma getirerek çıkabilir. Bu mikro senaryo kapsamında : 

• ABD tarafından Irak ekonomisinin yapı taşları olan üretim birimleri (fabrikalar, sanayi işletmeleri ve ticaret birimleri) çökertilecektir. 
• Öte yandan ekonominin işleyişine olanak sağlayan, ulaşım ağları, enerji tesisleri, elektrik santralleri, doğal gaz hatları, petrol aktarım tesislerinin tahrip edilmesi sonrasında hem üretimin, hem de ticaretin önü tamamen kesilecektir. 

Şu an Irak’da görünen durum bu tanımlamadan çok farklı değildir. ABD ekonomik birimleri fark gözetmeksizin büyük ölçüde tahrip etmiş durumdadır. Bu senaryo ise, mevcut durumda kalanların da tamamen yok edilmesi üzerine geliştirilebilir. Bu mikro senaryo bağlamında; Eğer ABD Irak’dan çıkarsa büyük ihtimalle kalan ekonomik birimler de tamamen tahrip edilecektir. 

Senaryo 2. Bu ekonomik çöküşten yarar sağlamak isteyecek olan ABD çöken Irak ekonomisini tekrar iyileştirmek için kendi olanaklarını kullanabileceği bir ortam yaratabilir. 
Irak ekonomisini düzeltme yollarının ABD için ne tür getirisi olacağına bakıldığında şu olasılıklar kaşımıza çıkmaktadır: 

• Öncelikle yenilenecek ortamların yeni mimarı kendisi olacaktır. Tamamen tahrip edilen şehirlerin yeniden inşası için harekete geçecek olan ABD’nin inşaat ve yan sanayiden önemli bir çıkar sağlayacağı son derece açıktır. 
• ABD müttefiklerini Irak’ın yeniden inşasında bu olanaktan yararlandırarak, aynı zamanda dolaylı çıkar da sağlayacaktır. 
• Komşu devletlere sunacağı bazı olanaklarla onların üzerinde ilave bir kontrol sağlayacaktır. Örneğin bazı işleri taşeron olarak yaptırabileceği gibi, geçici işgücünü buralardan sağlanmayı da tercih edecektir. 

Senaryo 3. ABD, Irak ekonomisini İsrail ile birlikte ortaklaşa onarma girişiminde bulunabilir. ABD’nin İsrail’le bu tür bir işbirliğini gerektiren nedenler ve bunun ABD ve İsrail’e sağlayacağı olası avantajlar şunlardır: 

• Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail buradan mutlaka bir pay almak isteyecektir. ABD her zamanki klasik fonksiyonunu yerine getirerek dışarıya bu dayanışma ve koruyuculuk mesajını yineleyecektir. ABD destekli bir İsrail daha güçlü bir imaja sahip olacaktır. 
• Diğer taraftan ABD’nin İsrail’e sağlayacağı bu olanak karşılıklı işbirliğini ekonomik katkı ile de kuvvetlendirecek yeni bir unsur olacaktır. 
• Bu yolla bölge ülkelerine ve bölgedeki etkin güçlere yeni bir mesaj daha verilmiş olacaktır. 
• Bölgede hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir İsrail bölgenin gelecek stratejilerinin birinci aktörü olmaya devam edecektir. 
• Böyle bir gelişme bölgedeki diğer ülkelerin rahatsız olmalarına neden olacaktır. 

Senaryo 4. ABD çöken ekonomiyi düzeltmek için stratejik öneme sahip silah sektörünü devreye sokabilir. 

• ABD’nin Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için silah sektörünü kullanmasının ABD için kısa dönemde olumlu, uzun dönemde ise olumsuz sonuçları olabilecektir. ABD Irak’a bu yolla yaptığı desteğin karşılığında bu bölgede kontrolü elinde tutmaya ve bunu silah sektörünü kontrol ederek yapmaya devam edebilir. Ancak bölge ülkelerinin bu tür bir gelişmeden rahatsızlık duymaları kaçınılmazdır. Bu gerçek bölgede sürekli bir risk unsuru yaratacak faktör olacaktır. 
• Irak ekonomisinin yeniden canlandırılmasının bir yolu olarak Irak’ın silah üretimi konusunda faaliyetlerini sürdürmesi sağlanabilir. Silah sektörünün canlanması kısa dönemde buradan çıkar sağlayacak Irak ekonomisi için de fayda sağlayabilir ve Irak bundan hoşnut kalabilir. Ancak orta ve uzun dönemde yukarıda bahsettiğimiz bu girişim bölgede dengeleri sarsacaktır. 
• Aynı şekilde Orta Doğu’nun geleceği ve bölgedeki dengeler açısından gelişmiş bir silah sektörüne sahip Irak bölgede sıkıntı ve istikrarsızlık yaratabilir. Bu olasılık sözü edilen gerekçelerle bölge ülkeleri tarafından dikkatle izlenecektir. 

Senaryo 5. Uyuşturucu trafiğinde; PKK, İran, Pakistan, Afganistan duraklarından biri yer değiştirip Irak bu duraklardan biri ve hatta en başlıcası olabilir. 

Böyle bir girişim; Irak, ABD ve Orta Doğu için bazı getiriler sağlayacağı gibi, sakıncaları da beraberinde getirecektir. Bunlar; 
• Irak bu trafikten yararlanarak örtülü büyük bir ekonomik çıkar sağlayacaktır. Böylece savaş sonrası ekonomisini düzeltebilecek ve şehirlerini çok daha ucuza yeniden inşa edecektir. 
• ABD kontrolünün devam ettiği bir ülkenin bu tür bir ticari trafikte yer alması ABD’nin bu sektör üzerinde de kontrolünü sağlaması anlamına gelmektedir. 
• Bu durum uyuşturucu ticaretinden ciddi ekonomik yarar sağlayan diğer bölge ülkeleri tarafından hoş karşılanmayacaktır. 
• Bölgedeki terörist örgütlerin bu kanalla besleniyor olmaları, bu durumdan zarar gören ülkelerin (örneğin Türkiye) bu trafikte önder olacak bir ülke ile ilişkilerini olumsuz olarak etkileyecektir. 
• Öte yandan bu yolla ekonomik güç elde eden bir ülke olarak Irak, hiçbir zaman gerçek ekonomik performansını kullanmayacak ve kontrol edilen ülke konumundan hiç bir 
zaman kurtulamayacaktır. Bu da ABD’nin arzuladığı bir sonuç olacaktır. 

Senaryo 6. Çöken Irak ekonomisinin telafisi için ABD, Arap Orta Doğusundan Suriye ve Iran gibi ülkeleri Irak’ı yeniden yapılandırmak için birer aracı olarak kullanabilir. 

Irak’ın yeniden yapılandırılmasında doğrudan ya da dolaylı rol verilecek bölge ülkeleri Iran ve Suriye için bu durumun kısa ve uzun vadelerde avantaj ve dezavantajları ve ayrıca ABD için olası sonuçları sözkonusu olacaktır. Bunlar; 
• Irak ekonomisinin inşası için ABD’nin bölge ülkelerine vereceği ihaleler bu ülkelerin bu durumdan sağlayacakları çıkar nedeniyle kısa vadede ABD kontrolünde bir Arap bölgesi ortaya çıkaracaktır. 
• Bu gelişmenin olumlu tarafı; yeniden yapılanmada yakın ülkelerin katkılarının Irak için olumlu ekonomik sonuçlar ortaya çıkarması ve bu ülkelerin de bu durumdan önemli bir yarar sağlamalarıdır. 
• Öte yandan yeniden yapılanmada sadece bu ülkelerle sınırlı bir girişim, ABD’nin sadece bu ülkeleri aracı olarak kullanması bölgedeki diğer ülkeleri rahatsız edecektir. 

Senaryo 7. Irak Ekonomisini çökerten ABD; 

Orta Doğu coğrafyası ile tarihi bağları bulunan ve halen bu coğrafyada yer alan bazı ülkelerden maksimum ekonomik fayda elde etmeyi amaçlayan ve AB bağlamında ABD ile iyi ilişkiler kurmanın faydalı olacağını düşünen, bölge dışından Almanya, Fransa ve İngiltere'yi çöken Irak ekonomisini tamir etmek üzere destekçi dış güçler olarak yanına çekmek isteyebilir. 

Bu olasılığın gerçekleşmesinin ABD, Fransa ve İngiltere için kısa ve uzun vadelerde doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralamak olanaklıdır. 
• Tarih boyunca bu bölgede bir şekilde var olmak isteyen AB ülkeleri ile birlikte bu bölgeyi yeniden yapılandırmak isteyen ABD, bu ülkelerin geçmiş yılardaki emellerini yeniden gündeme getirmiş olacaktır. 
• Orta Doğu ülkeleri bu gelişmeden rahatsız olacak ve bu konudaki tepkilerini muhtemelen ciddi olarak belirteceklerdir. 
• Bu durumdan fayda sağlayacak olanlar doğal olarak kendisine rol verilen Fransa ve İngiltere olacaktır. Bu hem ekonomik çıkar, hem de bölgede yeni bir hakim güç pozisyonu sağlamak şeklinde olacaktır. 

5. Senaryoların Olası Sonuçları 

Mikro senaryoların gerçekleşmesi halinde karşılaşılacak olası sonuçları aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır: 
1. ABD tarafından çökertilen Irak ekonomisi tekrar ABD önderliğinde inşa edilmeye başlayıncaya kadar Irak halkı ekonomik açıdan büyük bir çıkmazda olacaktır. Bu çıkmaz beraberinde bir halk hareketini de getirebilir. 
2. ABD Irak ekonomisinin merkezini Bağdat'dan Kuzey Irak'a kaydırabilir. Böylece Kuzey Irak ekonomik açıdan öncelikli olur. Ekonomik açıdan güçlü bir Kuzey Irak ise, siyasi olarak Irak'ın Sünni ve Şii Arap kesimleri üzerindeki hakimiyetini geliştirir. Nüfustaki çoğunluklarına karşı, azınlık teşkil eden Kürtler nezdinde siyasi ve ekonomik açılardan baskı altına alınacak Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler arasında Irak genelinde sıcak çatışmalar yaşanabilir. Ayrıca güçlenen Kuzey Irak Kürtlerinin İran'da yerleşik Kürtlere ve Türkiye'de süre gelen ayrılıkçı Kürt hareketine olası desteği ve bunun getireceği olası olumsuzluklar da değerlendirilmelidir. 
3. Çöken ekonomi yine ABD'nin mali gücü ile inşa edilirse ekonomideki tüm sektörlerin denetimi ABD'ye geçer. Böylelikle ekonomik öncelik ABD'de olur. Yani ABD, hem Irak özelinde hem de Orta Doğu genelinde dengeleri belirleyici bir dış güç olmaya devam eder. Bu durum, Batılı bir dış gücün denetimine dinsel ve siyasal denenlerle hep soğuk baka gelmiş olan Orta Doğulu devletleri ve Irak'ı iç karışıklığa sürükleyebilir. 
4. Irak Orta Doğu genelinde uzun dönemde başa çıkılamayacak bir silah gücüne dönüşebilir. Bu durum istikrarsız Orta Doğu'yu iyice istikrarsızlaştırabilir. 
5. Uyuşturucu trafiğinin merkezinin Irak'a kayması, Irak'ı kontrolsüz bir güce dönüştürebilir. 
6. Irak ekonomisini onarmak için İsrail ile işbirliği geliştirecek olan ABD, İsrail'i sadece Filistin sorunu üzerinde güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Irak üzerinde de söz sahibi olacak bir konuma taşıyacaktır. İsrail'in Arap Orta Doğusu üzerinde bu denli etki genişletmesinin özellikle Filistin-İsrail bağlamındaki olası olumsuz sonuçları değerlendirilmelidir. 
7. Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için ABD'nin Suriye ve İran gibi devletleri devreye sokması ve görüntüde de olsa birer aracı gibi kullanması Orta Doğu dengelerini bozabilir. 
8. Irak ekonomisini İngiltere, Fransa ve Almanya desteği ile yeniden imar çabasına giren bir ABD, dış güçlerin hakimiyetini tekrar bu coğrafyaya çekmiş olacaktır. Sömürge olma türünden bir acı tecrübesi bulunan Orta Doğu devletlerinin bu üç ülkenin tekrar Orta Doğu coğrafyasına girmeleri karşısında alacağı tavır ve olası olumsuz yansımalar da değerlendirilmelidir. 

Sonuç Yerine 

Bu çalışmada, Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynakları ana gösterge olmaktan çıkarılırsa, ABD’nin Irak’dan çıkacağı varsayımı altında geliştirilen senaryolar tartışılmış ve bunların olası sonuçları değerlendirilmiştir. Geliştirilen senaryoların ortak noktasını; büyük ölçüde tahrip edilen Irak’ın yeniden inşasının nasıl paylaşılacağı ve ekonominin yeniden canlandırılması için hangi yolların ve yöntemlerin izleneceği oluşturmaktadır. ABD’nin Irak’ın yeniden yapılanmasının kendi kontrolü dışında gerçekleştirilmesine izin vermeyeceği düşünülürse, senaryolar Irak’ın ABD’nin inisiyatifi ve kontrolünde yeniden inşası üzerine geliştirilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilmesi sırasında ABD’nin kimlere pay vereceği ve sonrasında ortaya çıkacak durumun Irak’ı kontrolünde ne kadar etken olacağı sorusu önem taşımaktadır. 

ABD müdahalesi, Orta Doğu’da yeni stratejilerin oluşturulmasını beraberinde getirmekle birlikte, bundan sonra verilecek kararlar da Orta Doğu’daki dengeleri 
etkileyebilecektir. Irak’a siyasi istikrarı sağlamak üzere müdahale eden ABD, bu amacına bir şekilde ulaşmış gibi görünse de Irak ekonomisini ciddi şekilde tahribata uğratmış ve en önemlisi de sosyal istikrarı sağlayamamış durumdadır. Bu aşamada ortak düşünce şudur ki; ABD mevcut tabloya göre ileride kendisine çıkar sağlayacak en uygun çözümün arayışı içindedir. Kamunun bütün tepkisiine rağmen müdahalede ısrarcı olan ABD’nin bu bölgedeki stratejik hedeflerinin yanısıra, ekonomik kazanç elde etmeden çıkmayacağı düşünülebilir. 

Kaynakça 

• ITC - Interactive Trade Map, 2004 
• KÖNİ, Hasan (2005), “Ekonomik Güvenlik, Uluslararası İlişkiler ve Türkiye”, Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, Gamze Güngörmüş Kona 
(Ed.), İstanbul : IQ Yayınları. 
• ÖZCAN, Gencer (2004), “Doksanlı Yıllar Boyunca ABD’nin Orta Doğu’da Değişen Konumu”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları. 
• ÖZTÜRK, Osman Metin (2005), “ABD, Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Yorum Mart Ayı Bülteni. 
• STANSFIELD, Gareth R.V., “Çarpışan Milliyetçilikler ve Irak Devletinin Çöküşü”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları. 
• The Economist Intelligence Unit, 2003 Country Report (Iraq) 
• The World Factbook 2003, CIA 


***