Uluslararası Terörizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararası Terörizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2019 Perşembe

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ, TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE BÖLÜM 7

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ,  TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE  BÖLÜM 7



5.1. Terörist Örgütlerin Amaçları., 

Terörist örgütler genel olarak siyasi özellik taşıyan amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak için bir araya gelen gruplardır. Bu örgütlerin üyeleri taşıdıkları amaca 
başka türlü ulaşmanın imkansız olduğunu düşünerek terörizmi bir strateji olarak kullanma yoluna gitmişlerdir. Örgütler siyasi hedeflerine ulaşmak adına şiddeti 
bir amaç değil araç olarak kullanarak, amaçları doğrultusunda merkezi yönetimden taviz kopartmak istemektedirler. 

Her terörist örgütün kendi kuruluş amacı ve bu amaca ulaşmak için saptadığı ara hedefleri vardır. Terörizm; şiddet eylemleri ile uygar bir toplumu/bir 
ülkeyi ayakta tutan ne varsa, bunları aşındırmayı tahrip etmeyi, ortadan kaldırmayı ve bu suretle ortaya çıkacak boşluktan/zafiyetten istifade ederek toplumda kaotik bir ortam oluşturarak hedefine ulaşmayı amaçlar. Kısa, orta ve uzun vadede bir ülkeyi istikrarsızlaştırıcı son derece etkin bir stratejiye sahip olan terörizm, amacına ulaşmak için verdiği fiziki ve maddi kayıpların ötesinde, hedef kitle içinde asıl başarmak, istediği psikolojik tahribattır. Bu çerçevede terör örgütlerinin amaçları, eylem ve faaliyetleri bulunduğu ülkelere ve kendilerini destekleyen odaklara göre farklılık arz edebilmektedir 151. Terörist örgütlerin, motivasyonları ve ideolojilerine göre hedefledikleri amaçlar değişiklik gösterebilmekte ise de genel olarak terör örgütleri rejim değişikliği, toprak değişikliği, politika değişikliği, sosyal kontrol, statükonun devamı gibi amaçlar edinmişlerdir 152. 

Terör örgütleri için terörizmi kullanmak bir stratejiden ibarettir. Bu yolla insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düşünce ve davranışları benimsetmek için şiddete başvururlar153. Devamlı kullandıkları bu şiddet stratejisi ile toplumda korku hipnozu denen durumu oluşturmak isterler. Bu şekilde sadece söyleneni yapan, hiç itiraz etmeyen, cevap vermeyen, itaatkar bir toplum oluşturmayı amaçlarlar. Böylece toplumu oluşturan bireyler neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyecek duruma geleceklerdir. Bu sayede terör örgütünün önerdiği reçete ne kadar zararlı olsa da, evvelden tamamen reddettiği şeylerden ibaret de bulunsa, pasif itaatkarlık içerisine sürüklenen toplum bunu kabul edecek ve merkezi otoriteye de bu reçetenin kabulü için baskı yapacaktır 154. 

Terörist faaliyetlerin amacı kendi siyasi, politik, ideolojik düşüncesini karşısındaki hedef kitleye kabul ettirebilmektir. Bunun için kendi amaçlarına uygun 
tepkiler yaratmayı amaçlayan eylem ve propaganda faaliyetleri 155 ile bir korku iklimi yaratmak, toplumda ve kişilerde korku, panik ve ümitsizlik duygusu yaratarak devlete olan güveni ortadan kaldırmak, sosyal bütünlüğü bozmak ve bu yolla toplumsal düzeni bozmak amacını taşırlar 156. 

5.2. Terörist Örgütlerin Stratejileri 

Terörizm, bir ideoloji, bir doktrin hatta bir sistematik değildir. Terörizm bir yöntem, taktik, strateji, bir bakıma da bir savaş şeklidir. Terörist örgütler terörizmi, ideolojileri doğrultusunda oluşturdukları amaçlarına ulaşmada bir strateji olarak kullanmaktadırlar 157. Amaçlar nihai arzular olup, stratejiler ise bu amaçlara ulaşmak için oluşturulan faaliyet planlarıdır. Amaca ulaşmak için kullanılan strateji örgütün öncelikli hedeflerini ve esas misyonunu yansıtmalıdır. 

Örgütler, kuruluş amaçlarına ve bu bağlamda misyonlarına ulaşmak için kendilerine bir istikamet belirlemek zorundadır. Strateji, ilerleme istikametini 
gösteren, zayıf ve kuvvetli yönlerin değerlendirilmesi, imkan ve kabiliyetler bağlamında ileriye dönük olarak önceliklerin belirlenmesine ait bir planlamadır. 
Strateji, misyonun yerine getirilmesi ve stratejik hedeflere ulaşılması için bir plan veya projedir 158. 
Bu strateji mantığını anlamak, sadece terörizmi anlamak için değil aynı zamanda terörle mücadele politikaları oluşturmak için de önemlidir. 

Terörist strateji, amacına ulaşmak için şiddeti bir araç olarak kullanmaktadır. Sürekli ve sistematik uygulanan şiddetin doğuracağı toplumsal bunalım dan faydalanmak isterler. Terörist stratejinin asıl ulaşmak istediği hedef, şiddet eylemleri dolayısıyla oluşan fiziki kayıpların ötesinde, hedef kitle içinde 
psikolojik tahribattır. Terörizm tehdidi altında yaşayan toplumlar geleneksel sıcak savaşlara oranla çok daha az kayıplara uğramışlardır. Ancak terörizmin yol açtığı kayıplar sembolik, siyasal ve sosyo-psikolojik açıdan çok daha önemli ve kalıcıdırlar 159. 

Teröristlerin, terörizm stratejisini kullanmalarının başlıca sebebi ise devlet ile aralarında bulunan güç eşitsizliğidir. Bu mücadele tarzı modern çağda 
örgütlenmiş, yeni bir savaş stratejisi olarak 19. Yüzyıl’da yazılmış ve 20. Yüzyılda gelişerek doktirin el destek bulmuştur 160. Terörizm güçsüzlerin silahı olarak kabul edilmiştir. Özellikle istediklerini alamayan ve devlet ile aralarındaki güç dengesizliği bakımından çaresiz olan insanların kendilerini ifade etme yöntemi olarak modern çağda kullanılmaya başlanmıştır. Terörizm savunucuları olan Bakunin, Karl Heinzen ve Nechaev gibi ideologlar “ Güçlü ordusu ve polis teşkilatı olan, söz dinlemez devlete karşı az bir kuvvetle sistematik bir şekilde çalışılarak silahlı eylemler yapılması en doğru stratejidir ” görüşünde birleşmişlerdir 161. Teröristler de terör stratejisi ve propaganda ile karşılarında tanımladıkları ittifakı yeneceklerine ve bu yöntem haricinde başka bir yöntemle başarı şanslarının hiç olmadığına inanmaktadır 162. Motivasyonlarının en temel direği ise bu inançları ve ideolojilerine olan bağlılıklarıdır. 

Terör örgütleri faaliyetlerinin altında yatan asıl saik sırf zarar vermek değil, bir bakıma gözdağı vermektir. Faaliyetlerindeki hedeflerinden çok asıl hedef 
kitlelerinde oluşturacakları etkiyi hesap etmektedirler. Terör örgütlerinin hedef kitle üzerinde oluşturmak istediği etki ise korkudur. Ölme veya yaralanma korkusu, teröristin deposundaki en önemli stokudur. Düşmanlarına korku salmak, aynı zamanda sıradan insanların çoğunu etkilemek demektir. Korku yaratmak bir teröristin başarısı sayılır; bir saldırı planlarken hedeflenen en büyük amaç budur 163. 

Terörizm yoluyla oluşturulan güvensizlik ve belirsizlik ortamında korku içerisinde bulunan birey, sahipsizlik ve çıplaklık duygusuna kapılmaktadır ve böylece her türlü etkiye açık hale gelmektedir. Bu aşamada toplumu bir arada tutan bağlar da çözülmeye başlamaktadır. Kitlelerin dehşete kapılması sonucu umutsuzluk da hızla yayılmaktadır. Toplumsal düzeni bu şekilde bozarak insanların psikolojisi üzerine büyük tahribat yapan terör örgütleri, aynı zamanda devletin tepkisini de üzerine çekmeye çalışmaktadır. Provokasyon stratejisi, düşmanın terörizme şiddete şiddetle karşılık vermeye ve halkı radikalleştirip teröristleri desteklemeye neden olacak bir girişimdir 164. Bu provokasyon stratejisi sayesinde zihni karışık hale gelen toplumları ise belli konulara inandırmak daha kolay olmaktadır165. 

Terörist örgütler otoritenin kendilerine karşı sert bir tepki göstermelerini arzulamaktadırlar. Devleti baskıcı bir tepki göstermeye zorlamak suretiyle devletin kaynak, istek ve enerjisini tüketmek, düzenin zaaflarını belirginleştirerek, otoritenin meşruluğunun asıl temeli olan sosyal desteği zayıflatmak isterler. Teröristler devleti zayıf göstermek için özellikle güvenlik güçleri ile karşı karşıya gelmektedirler. Bu şekilde sert ve baskıcı tutumlar sergileyen otoriteye karşı teröristler daha fazla ve şiddetli eylemlerle karşılık verirler 166. Çünkü güvenlik güçleri halkın gözünde devleti temsil eden, onun devamlılığının teminatı olan, devletin sokakta görünen yüzüdür. 
Bu şekilde devletin aşırı tepki gösterdiği durumlarda bile artarak yaptıkları eylemleri ile hükümetin teröristleri durduramayacak kadar zayıf olduğuna halkı ikna etmeyi amaçlamaktadırlar. Ayrıca kendilerinin de yeterince güçlü olduğunu göstererek kendilerine karşı gelenleri cezalandırabilme kabiliyetine haiz olduklarını göstermek isterler 167. 

Ordu ve polisin, halk nezdindeki güveninin zayıflatılması, bir topluluğun kendilerini koruyacak olan silahlı güce güvenmemesi, insanların kendilerini güvende hissetmemesi anlamına gelmektedir. Kendisini güvende hissetmeyen insan ise korku içerisinde kalacaktır 168. Toplumsal korku ise siyasal cevaplar doğuracaktır. 
Böylece korku hem toplumda yaratılmak istenen amaç, hem de siyasal hedefe götüren strateji vazifesi görmektedir. Diğer yandan terörist strateji, bir kısır döngü oluşturarak terör karşısında tedirginliğe düşen devletin, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayarak baskıcı bir tutum izlemesini amaçlamaktadır. 
Çünkü devletin bu tutumu terörist söyleme elverişli zemin hazırlamasını sağlayacak ve örgütler rahat bir şekilde propagandalarını yapabileceklerdir169. 

Terörist strateji halk ve güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmek için siyasal krizleri silahlı çatışmalara dönüştürmek istemektedir. Bu strateji hükümeti ve 
güvenlik güçlerini baskıcı olmaya ve aşırı tepki göstermeye iterken, halkı da teröristleri desteklemeye itmektedir. Terörizm toplumsal ilişkileri kutuplaştırmak ve bozmak için uzlaştırıcı toplumsal unsurları etkisiz hale getirmeye çalışmaktadırlar 170. Devletin yüksek akıl, dürüstlük, adalet yerine maddi güçle silahlanması devlete saygıyı azaltacak bir eylemdir. Halkın rızası ve saygısının azalması ise devleti iyice güçsüz kılacaktır 171. 

Terör örgütleri için halkın kazanılması esastır. Bunun için her yol mubah görülür. Devletin aynı yöndeki faaliyetleri ise etkisiz kılınmaya çalışılır. Terör örgütleri hedefleri belirlenen amaca insanları yönlendirmek ve insanları kazanmak için her yöntemden yararlanmaktadırlar. Şiddetin oluşturduğu korku ortamı ile  düşünceler ve duygular şekillendirilmeye çalışılır172. Toplumsal destekle alan kazanmak teröristlerin en büyük stratejileridir. 
Bu alan da devletten kazanılmaktadır. 
Bu yüzden devletler nezdinde terörle mücadele bir alan kazanma savaşıdır 173. Alan kazanma savaşının en önemli silahı ise propagandadır. 
Terörizm bu sebeple örgütler tarafından politik sonuçlara ulaşmak için bir propaganda silahı olarak görülmektedir. 

Görüldüğü gibi terörist strateji vahşi şiddet eylemleri ile toplumu etkilemek ve bu sayede otoriteden ideolojik amaçlarına uygun bazı imtiyazlar kazanmak 
istemektedir. Şiddet eylemleri ile terör örgütleri ilk olarak toplumu korkutmak ve davalarını duyurmak daha sonra da yine aynı toplumun çeşitli propaganda faaliyetleri ile kendisine sempati duymasını, kendisinin haklı olduğunu inanmasını amaçlarlar. Devlet de teröristle mücadele ederken kendisinin meşru ve güçlü olduğunu göstererek, halkının da yanında olmasını ve terör örgütlerine prim vermemesini, yapılan şiddet hareketlerinden korkmamasını amaçlamakta dır. Hem devlet hem terör örgütlerinin asıl kazanmak istediği toplumun vicdanıdır. Hem terörizmin hem de terörle mücadelenin temel stratejileri bunun üzerine kurulmuştur. 

5.3. Terörist Örgütlerin Eylem Stratejileri 

Eylem terör örgütlerinin olmazsa olmaz gerçeğidir. Eylemin varlığı ile terör örgütünün varlığı paralellik göstermektedir 174. Çünkü seslerini duyurabilmek ve propaganda faaliyetlerine başlayabilmeleri için öncelikle şiddet içeren, medyanın ilgisini çekebilecek eylemlere ihtiyaç duyarlar. 

Terör örgütleri konusunda çalışan uzmanlara göre; teröristler rastgele, sıradan ve maceracı anlamda eylem yapmamakta; aksine alabildiğine bilinçli hareket 
ederek irili ufaklı eylem yapmaktadırlar. Teröristlerin hedeflerine ulaşmada kullandığı yaygın stratejilerden en önemlisi yaptığı saldırılar aracılığıyla, hedefinde olan bütün kitlelerce bir iletişim aracı biçiminde algılanmasını sağlamaktır. Verdiği şiddet unsuru taşıyan mesajlar doğrultusunda alınan tepkileri ölçerek eylemlerini tekrar organize ederler 175. Şiddet ve şiddetin algılanma şekli her toplumda farklılık gösterdiğinden, yapılan eylemlerin insanlara tam manası ile korku salabilmesi için bu eylemler titiz bir ön çalışmanın sonucu yapılır. Eylemin getireceği tepki çok önemlidir. Aşırıya kaçan eylemler örgütün ideolojik desteğine zarar vereceği gibi, az bir tepki oluşturan eylemler ise terörün amacı olan korku hissini sağlamada yetersiz kalacaktır. Terörist eylemlerde başarı bir bombanın patlayıp patlamaması ile değil, 
bu eylem ile verilmek istenen mesajın yerine ulaşmasına ve hedef kitlenin kendilerine biçilen rolü iyi oynaması ile ölçülmektedir 176. 

Teröristin eylemi gerçekleştirdiği andaki hedefinin çok fazla önemi yoktur. Eylemci açısından halkını özgür kılmak, kendinden kabul ettiği insanlara karşı 
yapılan kötü muameleleri cezalandırmak, intikam, nefret gibi motivasyonlar söz konusu olsa da, eylemin planlayıcıları çoğu zaman karşıya iletilecek mesajın daha fazla üzerinde durmaktadırlar 177. Eylem stratejisi, aslında insan psikolojisi üzerine kuruludur. Terör eylemi adeta seyircilere karşı oynanan bir oyundur. Mağdur zoraki bir oyuncudur. Hemen hemen hiçbir zaman bilinçli olarak seçilmez. Sadece o an orada olduğu için bu tip bir şiddete maruz kalmıştır. Terör eylemine doğrudan ya da medya aracılığı ile tanık olan seyirci durumundaki halk ise “bu benim de başıma gelebilirdi” düşüncesi ile korkuya kapılır ve mağdurla duygu birliğine girer 178. 
Böylece toplumun büyük bir kesiminde korku hali oluşur ve toplumun içerisinde bulunduğu bu güvensizlik ortamı devletleri politika değişikliğine iten asıl etmeni 
oluşturur. Çünkü her demokratik hükümet tabandan gelen bu tür baskılara boyun eğmek zorundadır. Bir Çin atasözü “ bir kişiyi öldür, on bin kişiyi korkut” 
demektedir 179. Bu tam olarak terörist eylemin elde etmek istediği sonucu özetlemektedir. 

Teröristler eylemlerin nerede ve ne zaman gerçekleşeceği belirsizdir. Bu sayede güvenlik güçlerine karşı bir adım önde olmaktadırlar. Bu şekilde güvenlik 
güçlerinin terör eylemlerini önleme kabiliyetleri azalmaktadır. Aynı zamanda bu sayede oluşan gizem halk arasındaki korkuyu da arttırmaktadır. Çünkü eylemlerde bulunan gizem halk ve güvenlik güçlerini nereden ve ne zaman geleceği belli olmayan bir tehlikeye karşı her zaman tetikte olma güdüsünü yükleyecektir. Bu da zamanla yılgınlık ve stres yaratacak, böylece insanlar bitkin düşerek daha öfkeli, daha korku dolu bir hale gelecektir. Bütün alınan önlemlere rağmen teröristlerin yaptıkları vahşice eylemler önlenemediğinde ise insanlar artık pes etme noktasına gelecektir ler 180. 

Teröristler bir eylemi yaparken, onun hedefindeki kitlenin en fazla etkileneceği yerlerde yapmaya özen gösterirler. Genel olarak insanın olağan yaşam 
alanlarını seçmektedirler. Alışveriş merkezleri, çarşılar, meydanlar, iş merkezleri teröristler için gerekli sansasyonu yaratmada öncelikli yerlerdir. Bu yerlerde yapılan saldırılar insanların olağan yaşamını sekteye uğratmakta ve toplumu olağan yaşamından vazgeçmeye zorlamaktadır. 

Yirminci yüzyılın simgeleşmiş ünlü ismi Ernesto Che Guevara ise terör eylemini ve amacını şu şekilde açıklamaktadır: 

“Bir mücadele etkin olarak nefret, düşmana karşı uzlaşmaz bir nefret, insanoğlunun sınırlarının ötesinde bir azim verir ve onu etkili, şiddetli, seçici ve 
soğukkanlı bir ölüm makinesine dönüştürür. Bizim askerlerimiz böyle olmak zorundadırlar; nefret siz bir halk, zalim düşmanları yenemez. Savaşı düşmanın gittiği yere kadar götürmek gerekir, evine, eğlence yerlerine kadar yaymak gerekir. Savaşı bütünsel hale getirmek ve düşmanın tek bir huzur anı yaşamasına, kışlalarının dışında ve hatta içerinde sükuneti tatmasına izin verilmemesi gerekir. Bulunduğu her yerde ona saldırmalı, kendisini attığı her adımda takip edilen vahşi bir hayvan gibi hissetmesi sağlanmalıdır. O zaman morali azalacaktır. Daha yırtıcı olmaya başlayacaktır. Ama yok oluşunun işaretlerini o zaman görmeye başlayacaktır.”181 

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ, TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE BÖLÜM 6

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ,  TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE  BÖLÜM 6



4. KÜRESELLEŞMENİN TERÖRİZM ÜZERİNE ETKİLERİ 

Ulusal terör gruplarının olduğu gibi uluslararası terör örgütlerinin de en önemli aracı propagandadır. Örgütler propagandalarını yaparken - yukarıda da 
bahsedildiği gibi – en çok devletlerin yanlış politikalarından kaynaklanan sorunlardan beslenirler. Küreselleşmeyi hedef almış terör örgütleri de aynı stratejileri kullanmaktadır. Küreselleşmenin meydana getirdiği sonuçları veya sorunları kendi algılarına göre yeniden anlamlandırıp, desteklerini almak istedikleri hedef kitlelerine sunmaktadırlar. Bu sebeple yukarıda kavram olarak açıklamaya çalıştığımız küreselleşmenin, küresel terör örgütleri tarafından propaganda malzemesi olarak kullanılan / kullanılabilecek sonuçlarına ve bu sonuçların etkilerine bakmakta yarar vardır. Çünkü bir sorunla etkili bir şekilde mücadele edebilmek için öncelikle o sorunun temelinde yatan nedenleri anlamak gerekir. Eğer sorun iyi anlaşılmazsa, çözüm arayışları sorunu daha da büyütebilmektedir. 

Küreselleşmenin fiili ölçeği hala belli bir düzeyde kalırken, siyasal ve kültürel etkisi oransız denebilecek ölçüde büyüktür125. Küreselleşme ile beraber 
toplumlar ve medeniyetler arasındaki etkileşim de artmıştır. Tarihsel süreç içerisinde hemen hemen her medeniyet birbirini etkilemiş ve benzeşik yönleri iç içe geçmiştir. 
Fakat tümüyle değerler manzumesinin terki ile bir diğerini kabullenmek söz konusu olmamıştır126. Küreselleşme ile yaygınlaşan ‘batı kültürü’ ise saldırgan bir tavır göstererek medeniyetler arasında iyi – kötü ayrımı getirmiş, diğer medeniyetlerin bazı yanlarını içselleştirirken, diğer yanlarını ise tamamen dışlanmaktadır. Bu da etki altına aldığı medeniyetin ayrışmasına ve kendi özelliğini muhafaza edememesine yol açmaktadır. 

Batı’nın – özellikle ABD’nin – evrensel bir batı kültürünü teşvik etmesi ve bu kültüre ağırlık kazandırma çabaları ile bunu başararak hayata geçirebilme 
doğrultusunda giderek kaybolan becerisi arasındaki uyumsuzluk; batı ve diğerleri arasındaki ilişkilerin merkezindeki sorundur127. Küreselleşme, ortaya koyduğu mekanizmaya ‘yeni dünya düzeni’ demekte fakat ‘dünya’ denilen şeye yeni bir anlam katamamaktadır. Ayrıca herhangi bir yeni anlam katamadığı bu düzenin bütün dünya tarafından kabul edilmesini ve sisteme dahil olmasını istemektedir128. Bu sistemde oturmuş değerler övülmekte, diğer değerler ise kötülenmektedir. Böylece sistemin dışında kalan, itilen, dışlanan değerler oluşmaktadır. Bu sebeple batılı olmayan toplumlarda batılı değerlere yönelik yaygın şüphecilik ve şiddetli muhalefet oluşmaktadır. Batı için evrenselcilik anlamına gelen, diğer medeniyetler için emperyalizm anlamına gelmektedir129. 

Bu vesile ile batı medeniyeti tüm dünyaya kendisini batılı değerler bazında geliştirerek sisteme girmesini istemektedir. Ama batı medeniyeti bu değerler bazında kendini geliştirse bile ‘batılı’ olmayanı sistemin bir parçası haline getirmemekte, daha doğrusu buna ek olarak sisteme dahil edildiğinde kimliğini de inkar etmesini teklif etmektedir 130. Bu da meydana ‘batılı olan - olmayan’ olgusunu getirmektedir. Samuel P. HUNTINGTON’nun “Uygarlıkların Çatışması Yeni Dünya Düzeni’nin Yeniden Kurulması" adlı kitabında sık sık ‘batı ve diğerleri’, ‘batılı ve batılı olmayan’ gibi sözcükler geçmesi bu tezi destekler niteliktedir. Böylece terörizmin kaynaklarından biri olan ‘ötekileştirme’ kavramı ortaya çıkmaktadır. Ötekileştirme de zincirleme olarak beraberinde çifte standardı, kutuplaşmayı eşitsizliği ve adaletsizliği getirmektedir. 

Küreselleşmenin etki alanında kalan doğu medeniyetleri, batı ilkesi ve batı eylemi arasındaki çelişkilere dikkat çekmekte tereddüt etmezler. Riyakarlık, çifte standartlar ve yersiz itirazlar evrenselcilik takıntılarını bedelidir. 
Demokrasi, Müslüman kökten dincileri iktidara taşımaması koşulu ile desteklenir; silahsızlanma İran ve Irak için dayatılan, ama İsrail için dayatılmayan bir konudur; serbest ticaret, ekonomik büyümenin iksiri iken, tarım için bu söz konusu değildir. 

İnsan hakları Çin ile ilgili bir meseleyken, Suudi Arabistan’la pek ilgisi yoktur; petrol sahibi Kuveytlilere yönelik saldırıların önü kesilir, ama petrol sahibi olmayan Boşnaklara yönelik saldırılar engellenmez 131. 

Küreselleşme ile, bilgiye daha kolay ulaşılması geri kalmış toplumların da öğrendiklerini analiz ederek doğruyu bulabilme kabiliyetini arttırmıştır. 
Küreselleşmenin yaydığı insan hakları, demokrasi, eşitlik gibi kavramlar tüm dünya tarafından içselleşmeye başlamıştır. Bu standartları öğrenen kişide ise, yukarıdaki paragrafta aktarılan tipteki çifte standartlara karşı ve insan hakları, eşitlik gibi değerlere sıkı sıkıya bağlı kalmayı tahahüd eden bir coğrafyada ötekileştirmeye maruz kaldığında ( özellikle batılı olarak addedilen ülkelerde yaşayan diğer toplumlara mensup kişiler ) belli bir tepki doğmaktadır. Hindu kast sistemi içinde güvenlik ve hürriyet anlamında, bulunduğu kastta, eşitsizliğe, hürriyetsizliğe rağmen o bilinçle yetişmiş insan bunu adet, töre, devlet üstünlüğü gibi argümanlarla meşrulaştırarak tepki göstermeye bilirdi. 

Ama küreselleşmenin etkisiyle bu bilgileri içselleştirmiş olan insan bütün insanların eşit olduğu düşüncesine sahipse; artık o eşitsizliği ve hürriyetsizliği meşrulaştıramadığı için tepki göstermeye başlamaktadır. 

Zaten İslam medeniyetleri içerisinde şiddeti, terörü besleyen çok önemli bir ortam vardır. Bu medeniyette gelir bölüşümünde muazzam bir adaletsizlik, İslam dünyasında insanların çoğunun yoksulluk ve ihtiyaç içerinde yaşaması, siyasi baskılar ve diktatörlükler bu ortamı hazırlamıştır. Buna ek olarak Müslümanların kültürel ve sosyal olarak küreselleşme sürecinde kendilerine yaşatılan dışlanma ve giderilemeyen eşitsizlikler, küreselleşmeye verilen bu tepkiyi arttırmaktadır 132. 

Küreselleşme ile sıkı bağları bulunan teknoloji ve iletişim devrimi de terörizmin sonuçlarının hızla yayılmasında büyük etkene sahiptir. Özellikle internet ve medya sınır tanımadan tüm eylemleri trajik bir şekilde ortaya koyarak, terör örgütlerinin ihtiyaç duydukları propagandalarının iletilmesini kolaylaştırmaktadır. 

Batı, batılı olmayan toplumlarını ekonomilerini, kendisinin hakim olduğu küresel bir ekonomiyle bütünleştirmeye ve Uluslararası Para Fonu (International 
Monetary Fund – IMF) ve diğer uluslar arası ekonomik kurumlar aracılığı ile, kendi çıkarlarını ön plana çıkartarak, uygun olduğunu düşündüğü ekonomik politikaları diğer uluslara dayatmaktadır133. Halihazırda moda haline getirilmiş olan serbest piyasa küreselleşmesi, gerek uluslararası gerekse ulusal ölçekteki ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri gözle görülür derecede arttırmıştır. Özelliklede aşırı ekonomik istikrarsızlık ( 1990’larda küresel serbest piyasanın yarattığı istikrarsızlıklar gibi ) koşullarında bu eşitsizlikte gözlenen kabarış, yeni yüzyılda tanıklık ettiğimiz belli başlı siyasal ve toplumsal gerilimlerin kökenini oluşturur. 

Ayrıca küreselleşmenin etkisini en çok hisseden kesimlerin, küreselleşme sürecinden en az faydalanan kesimler olması kutuplaştırmayı arttırmıştır. 
Küresel serbest piyasa, devletlerin ve refah sistemlerinin kendi hayat tarzlarını koruma yeteneğini yok etmiştir. 

Küresel bir ekonomide işlerin çoğu, ülke dışındaki, Batı’daki ödeme dilimlerinin sadece bir kısmıyla aynı derecede vasıflı çalışma ortaya koyan insanlarla 
halledilmektedir. Bu da ülke içerisinde köylerden gelen vasıfsız ve yoksul grup üzerinde küreselleşmenin artı bir baskı yaratmasına sebep olmaktadır 134. 
Bu da üzerinde baskı birikmiş toplumların tepki gösterme potansiyelini attırmaktadır. 

Görüldüğü gibi küreselleşme süreci, özellikle insan hakları ve demokrasi kavramlarının yaygınlaştırılması açısından yaptığı etkiler bakımından, siyasal, 
ekonomik ve kültürel olarak fiilen gerçekleştirdiği tekelci ve tekilci (monistik) eğilimlerle, sert bir çelişkiler yumağını da beraberinde oluşturmaktadır. 
Küreselleşmenin meydana getirdiği kültürel – ekonomik sonuçlar bir takım adaletsizlikler doğurmuş, bu da özellikle az gelişmiş ülke halkları arasında yeni 
dünya düzenine karşı çok olumsuz duygular ve isyana dönük protestolar yaratmıştır. Bu gidişatta geri kalmış ülkeler açısından kalkınma umutlarını söndürmesi bu ülke halklarını umutsuzluğa sürüklemiştir. Toplumsal süreçlerdeki bu tip gelişmeler, her bir etkinin birbirleriyle uyumlu olmayan hatta birbirlerine zıt olan sonuçlar doğurması, kendi iç çelişkilerini de beraberinde getiren diyalektik bir etki - tepki sarmalını kaçınılmaz kılmaktadır. Küreselleşme süreci kaçınılmaz olarak birbiriyle çelişkili ve diyalektik gelişmelere gebe, yani birbirine karşıt sonuçlar doğurmaktadır 135. İşte bu çelişkilerin doğurduğu kafa karışıklığı ve adaletsizlik ortamı küreselleşme olgusuna karşı bir direnç geliştirmiştir. Bu da gerilimin artmasına ve tepkisel bir sürecin başlamasına sebep olmuştur. 

Her şeyden önce küreselleşme bir süreçtir. Bu süreç içerisinde sadece olumsuz sonuçlar değil, olumlu sonuçlarda meydana gelmektedir. Hatta olumlu 
sonuçlar daha fazla bile olabilir. Küreselleşme ile insanların öğrenme güdüleri arttığı gibi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi gibi kavramlar da genel geçerlilik kazanmaya başlamıştır. Fakat terörist stratejiyi kullanan gruplar, küreselleşme sürecinin içindeki aksaklıkları, ayrışmayı çok iyi analiz ederek kendi etki alanı içerisindeki toplumlara karşı bir propaganda malzemesi olarak sunmakta ve böylece küreselleşmeye karşı kullandığı şiddeti meşrulaştırmaya çalışmakta ve medeniyetler arasındaki ayrımı arttıran nefret tohumlarını insanların düşüncelerine ekmektedirler. 

Bu da küreselleşmenin sadece negatif etkilerine değil, tamamına bir nefret olarak yansımaktadır. 

Küreselleşme aynı zamanda tek taraflı olmayan bir etkileşim sürecidir. 
Bu etkileşim batı medeniyetinden doğu medeniyetine olduğu kadar, doğu 
medeniyetlerinden batı medeniyetlerine doğru da gerçekleşmektedir. 
Bu etkileşimde batı medeniyeti toplumlarının da doğu medeniyeti öğelerine karşı bir direnci söz konusunu olmaktadır. Şüphesiz küreselleşmeye karşı meydana gelen şiddet eylemleri de batı toplumlarında bir gerilim oluşturmaktadır. Böylece ortaya ortak özelliklerin geri planda, ayrışan özelliklerin ise ön planda olduğu, direnç ve gerilime dayalı bir etkileşim süreci meydana gelmektedir. Etkileşim içindeki tarafların birbirlerine karşı sert tutumu ve karşılıklı eylemlerinin daha büyük bir aşamaya getirdiği etkileşim sürecinde ise iki taraflı bir nefret sarmalına dönüşme ihtimali çok yüksektir. 
Karşılıklı anlayış yerine karşılıklı kinin geçmesi ise her zaman şiddeti strateji olarak benimsemiş grupların lehine olmaktadır. 

Küreselleşme, oluşturduğu negatif sonuçlar itibari ile terörizmi körüklerken; teknolojik gelişim ve ortaya koyduğu yeni dünya konjonktür de, bunlardan çok iyi yararlanmayı bilen teröristlerin işini kolaylaştırmıştır. Küreselleşme sürecinin, terörizmin hizmetine sunmuş olduğu birçok olanak bulunmaktadır. Modern 
teknolojinin sunmuş olduğu fırsatlar doğal olarak terörist örgütler tarafından da, amaçları doğrultusunda kullanılmakta ve bu durum terörist örgütlerin, örgütlen me, eylem stratejisi geliştirme, haberleşme, eylem gerçekleştirme gibi tüm süreçleri üzerinde etkili olarak, bir anlamda terörist örgütlerin hareket kabiliyetini arttırmaktadır. Sermayenin serbest dolaşımına olanak sağlayan, liberal ekonomi ilkelerinin hızla yaygınlaşması, özellikle terörizmin finansmanı bağlamında, terörist örgütlere daha önce görülmemiş düzeyde çeşitli olanaklar sunmaktadır. Terörist örgütler ile uluslararası organize suç örgütlerinin (mafya) iç içe geçtiği ve bu durumun terörist örgütlere, finansman, silah ticareti gibi lojistik destek imkânları yarattığı bir gerçektir. Teknolojik gelişmelerin ulaşım alanına yansımasıyla beraber öncelikle maliyetler açısından, diğer taraftan oluşturulan hukuksal düzenlemeler aracılığıyla (Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi) bireylerin ulusal sınırları aşan mobilize olma özgürlükleri genişlemiştir. Askeri teknolojinin hızla ticarileşmesi, birçok şirketin uydu teknolojisi aracılığıyla, gözlem, bilgi toplama gibi hizmetler sunması, terörist örgütler tarafından gerekli enformasyonun elde edilmesini kolaylaştırmıştır 136. Ayrıca iletişim teknolojilerindeki gelişim, terörizmin temel amacına ulaşmada en önemli etkiye sahip olan “duyurma” işlevini daha verimli bir şekilde yaygınlaştırabilmesini sağlamıştır. Böylece medya ve internet yolu ile terörist örgütler propagandalarını rahatlıkla yapabilmektedirler. 

5. TERÖR ÖRGÜTLERİ 

Özel bir amaç ve görev için var olan terörist örgütler sosyal topluluklardır. 
Bu sosyal topluluklar, belirli siyasal amaçlarına şiddet yolu ile ulaşmayı hedefleyen bir işbirliğini oluştururlar 137. Bu işbirliğinin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için oluşturulan örgüt, aynı ideolojiyi benimseyen kişiler tarafından oluşturulur. Eylemin sevk ve idaresinin belirli kişilere tahsis edilerek bölünmesi, gruplandırılması ve bu kişiler arasında ilişkilerin ortak amaçlara yönelmesini sağlayacak biçimde düzenlenmesi örgüt tarafından yerine getirilir. Genel olarak ülkelerin ulusal ceza kanunlarında bir oluşumun örgüt olarak adlandırılabilmesi için iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş olması gerekmektedir 138. 

Bir grubun (veya birlikte hareket eden grupların) işlevi ve yapısının anlaşılması, terörist eylemlerin sona erdirilmesine yönelik terörizmle mücadele metotlarının etkisinin değerlendirilmesinde çok önemlidir. Dolayısıyla bir terörist örgütü; gruplardan oluşan, amaçlarına ulaşmada şiddeti sürekli kullanan, değerleri ve inançlarını şiddet üzerine kuran bir sistemler bütünüdür. 
Bir terör örgütü, düşmanı veya destekçileri üzerinde psikolojik etki oluşturma özelliğiyle, şiddet kullanma amacı içinde olan gruptur 139. 
Terörist grupların amaçlarına ulaşmada gerçekleştirecekleri işbirliği hayati önem taşımaktadır. 
Bu işbirliğinin düzenli ve bir sistem halinde yürütülebilmesi için 
ise bu gruplar belli bir örgütlenme içine girmişlerdir. Genellikle hücre yapılanmalarından oluşan bu örgütler, üç ana hatta ayrılmaktadırlar. 

Askeri, siyasi faaliyet ve eylem gösteren gruplar, bu grupların her türlü ihtiyaçları ve örgüte para, silah vs. gibi lojistik destek sağlamakla görevli gruplar ve yönetici kadrolar, her örgütün şemasında bulunurlar. 

Silahlı mücadele yürüten teröristler, kendilerini hücresel birimlerle organize ederler. Hücreler, teröristler tarafından belirli görevleri gerçekleştirmek üzere 
oluşturulmaktadır. Terör örgütleri; hareketin veya partinin doğasından kaynaklanan, sayısı belli olmayan, dağılması oluşmasından daha kolay olan, kendi politika ve programlarına düşman kişilerin örgüt içine sızmalarına ve yıpratıcı çalışmalar yapmalarına açıktır. Bu olumsuzluğu en alt düzeye indirmek için, terör örgütleri göreceli olarak küçük ve gizliliğe önem veren bir yapılanmayı tercih etmektedirler. 

Hücrelerin çekirdeğini, arkadaşlık, evlilik, iş gibi ilişkilerin içinde iyi tanıyan bir grup insan oluşturmaktadır. Bu çekirdek bir grup sempatizan ile çevrelenir. 

Bu insanlar birlikte gösterilerde, protesto mitinglerinde, propaganda araçlarının dağıtımda ve benzeri sokak eylemlerinde yer almaktadırlar. Bu nedenle terörist hücreler başlangıçta sosyal, mesleki, dinsel ve politik düşünceler açısından homojen bir yapı gösteririler ve kendiliğinden bu grubun içinden oluşurlar140. 

Terörist bir örgütün en temel gereksinimlerinden biri de verimli bir idari yapı ve buna destek olacak yapılanmalardır. Terörist liderler destek ve eylem 
üniteleri arasında bir uyum sağlamaya çalışırlar. Yeni üyelerin katılımının ve eğitiminin sağlanması, propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi ve güvenli örgüt 
evlerinin bulunması gibi işlevleri gerçekleştiren birimler oluşturulur. Örgütün eylem hücrelerinin varlığı ve sürekliliği bu gibi hizmet birimlerine bağlıdır141. 

Bu birimler eylemden ziyade eylem hazırlıkları için gerekli olan lojistik desteği sağlamak için çalışmaktadırlar. Terörist örgütlenmelerde bu tip görevleri üstlenen birimlere “destek kolu” adı verilmektedir. Bu destek yapılanmalarının bir görevi de örgütün maddi kaynağını oluşturabilmek için finansman bulmaktır. 
Uluslararası bir takım baskılar nedeniyle devletlerin kendi gündeminde olan veya düşman olarak gördüğü diğer bir devletin aleyhine faaliyet gösteren terör 
örgütlerine eskisi kadar mali ve lojistik destek sağlaması mümkün olmamaktadır 142. Bu durum destek kollarının önemi daha da arttırmıştır. Çünkü örgütlerini finanse etmekle de görevli olan destek kolları maddi kaynaklarda sıkıntı yaşamamak için kendi kaynaklarını yaratma yoluna gitmişlerdir. 

Terör örgütlerinin her ne kadar herkesçe bilinen ve örgüte tamamen hükmedebilen bir lideri varsa da, bu liderler tüm kararları kendileri almazlar. 
Örgütün yönetim sistemini “komuta konseyi” adı verilen bir organ yürütür. Bu konseyler kendi programlarındaki askeri ve politik eylemlerin düzenlenmesi, hücre, destek kolu ve diğer birimlerin oluşturulması ve feshedilmesi gibi konularda işlev görmektedir. Terör eylemlerinin askeri ve politik yönden hazırlanması; hedef seçimi, operasyonun planlanması, önceliklerin belirlenmesi oluşturulan komuta konseylerinin sorumluluğundadır 143. Fakat yine de liderin tartışmasız bir konumu ve şahsi olarak kendisine kesin bir bağlılık söz konusudur ve son sözü söyleme yetkisi kendilerindedir. 

Görüldüğü gibi terörist grupların örgütlenmesi genellikle operasyonel faaliyet gösteren (askeri veya politik) hücreler, bunlara her türlü lojistik desteği 
(araçlar, levazımat, enformasyon vs.) sağlamakla görevli olan destek kolları ve bunları oluşturmaktan ve faaliyetlerini düzenlemekten sorumlu olan komuta konseyi denen yönetim birimlerinden oluşmaktadır. Terörist örgütlenmelerin yapılanmalarında gizlilik esastır. Lidere ve yöneticilere sıkı bağlılık vardır ve bu 
lider kadrolarının hemen altında ise oluşturulan hiyerarşik yapı gereği bölge, il ve birim sorumluları vardır 144. Terörist gruplar bu şekilde örgütlenerek bütün üyelerinin kesin ve sürekli bir işbirliği içerisinde çalışmasıyla eylemsel faaliyet gösterebilecek duruma gelebilmektedirler. Bu işbirliği ve düzen ortamını sağlamak için yönetici sınıf katı bir disiplin uygulamaktadır. Hiyerarşik bir düzen içerisinde oluşturulan tüm birimlerin uyması zorunlu olan katı kurallar vardır. 

Bu kurallara uymayanlar ise gerek terör örgütlerinin kendi içlerinde kurdukları mahkeme benzeri yapılanmaların kararları gereği, gerekse hiyerarşik üstleri tarafından ölüm cezasına kadar varabilen çok sert cezalarla cezalandıra bilinmektedir. 

Bu şekilde sert bir hiyerarşik yapı ile örgütlenen terörist gruplar, şiddet uygulayarak politik hedefine ulaşmak için öncelikle illegal bir parti kurarlar. Bu parti ideolojilerinin temel bütünlüğünü sağlamak ve onu savunmak için emir komuta sistemi çok iyi çalışan bir parti mekanizması olmalıdır. Bu örgütün siyasi söylemini dillendirmesi açısından önemlidir. Daha sonara merkez komite denilen yönetici kadrolar oluşturulur. Bu merkez kadrolar her şeyden önce terör ve şiddeti ve zoru kullanmak üzere bir silahlı güç, bir ordu oluştururlar. Bu ordu oluşturulduktan sonra halkı yıldıran ve korkutan eylemlere başlanması gerekmekte dir. Bu eylemler sırasında devlete karşı halkı da yanına çekmeyi amaçlayan silahlı silahsız yoğun bir propaganda yapılır. Daha sonra kendi tarafına çektiği insanlarla davalarını devam ettirebilmek için bir de legal yapılanma kurulur. Bu legal yapılanma terörist örgütün ve ideolojinin siyasi arenada propagandasını yapmakla görevli olacaktır 145. 

Tüm terörist örgütler kendilerine yandaş bulabilmek için bir ideolojik amaç oluşturmaya mecburlar dır. Çünkü insanları terörist yapan şey, ne devletlerin yanlış politikaları ne de insanın sosyo-politik, sosyo-ekonomik durumudur. Tabii ki bunlarda belli bir ölçüde insanların terörist olmasında etki eden faktörlerdendir. 
Fakat insanları hayatları pahasına mücadeleye iten asıl sebep o davaya olan inançlarıdır. Belirgin bir dava uğruna mücadele etmek, insanı üst bir nosyona hizmet ettiği yönündeki düşüncesini geliştirmektedir. Belli bir amaca dönük eylemeleri içeren bir örgüt ise bu tip adanmış insanların birleştiği bir organizma görüntüsü verir. 

Bu ideoloji örgüt elemanlarının örgüte sıkı sıkıya bağlanmalarının yanında yenin eleman kazanma yolunda da örgütün vazgeçilmezidir. Fakat her ideoloji insanlar üzerinde böyle bir etki bırakmaktadır. İnsanlar üzerinde inandırıcılığın artması için belirlenen ideoloji ve amacın geniş kitlelerce bilinmesi ve bu uğurda savaşılması gerekmektedir. 

Terörizm daha çok sanayileşme insanın keşfettiği mücadele tarzının fikri kısmıdır. Terör ve terörizmin tarihi iki bin yıl öncesine kadar ilerlese de “modern 
terörizm” olarak adlandırılan olgunun stratejileri bakımından modern çağın bir ürünü olduğu gözlemlenmektedir 146. Modern terörizmde, terörist örgütlerin motivasyonunu oluşturan dört dalga vardır. Prof. Rapaport, modern terörizmi anarşist, sömürge karşıtı, yeni sol ve dini olmak üzere dört dalgaya ayırmıştır. ‘Anarşist dalga’, ilk küresel veya tarihte gerçekten ilk uluslararası terörist deneyimi olmuştur; üç benzer, birbirini takip eden ve birbirinin üstüne gelen dalga bunu takip etmiştir. ‘Sömürge karşıtı dalga’, 1920’lerde başlamış ve yaklaşık 40 yıl kadar sürmüştür. Sonra bugün sadece birkaç grubun Nepal, İspanya, İngiltere, Peru ve Kolombiya’da halen faal olduğu ‘Yeni Sol dalga’ yirminci yüzyıl sona ererken ortadan kalkmıştır. Son olarak 

20. Yüzyılın sonlarına doğru da bir ‘dini dalga’ ortaya çıkmıştır147. Bu dalgalar görüldüğü gibi dönemlerinin başat ve yeni gelişmekte olan ideolojileridir. Büyük bir insan grubu içerisine yayılmış bu ideolojiler bütün dünyaya sesleri duyurmak, haklı olduklarını ilan etmek ve istedikleri siyasi üstünlüklerin gerçekleşmesi amacı ile silahlı propaganda yolunu izleyerek terörist stratejileri kullanmışlardır. 

Bu terörist dalgaların oluşmasında hiç şüphesiz dünya genelinde varolan uluslararası politikaların da rolü büyüktür. Dünya savaşları, sanayileşme hareketleri, iki kutup arasında geçen soğuk savaş süreci terörizmi oldukça etkilemiştir. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde, kutupların birbirleriyle sıcak temasa geçmesindense, birbirlerine karşı diğer küçük devletleri ve terörist organizasyonları kullanarak üstünlük sağlama girişimleri terör örgütlerinin güçlerini arttırmalarına sebep olmuştur. 

Soğuk savaş döneminde SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Afganistan’ı işgaline karşı desteklenen terörist gruplar güçlerini arttırmış ve 
günümüzün en tehlikeli organizasyonu haline gelmişlerdir. Soğuk savaş döneminde “Dünya’yı yönetme politikalarının” beşiği olan Ortadoğu coğrafyasında yaşanan dengesiz gelişmeler, kutupların terör organizasyonları daha fazla desteklemesine yol açmıştır. Ortadoğu coğrafyasında meydana gelen terör olayları her geçen gün artmış ancak destek aldığı veya destek için kullandığı ideoloji değişim göstermiştir. Bir dönem sosyalist, bir dönem milliyetçi özellik gösteren terör örgütleri, daha sonra artan şekilde dini fanatizm ideolojisi ile motive edilmeye başlanmıştır.148

 Soğuk savaş döneminde özellikle Ortadoğu coğrafyasında etkinlik gösteren terör örgütleri, taraf oldukları devletlerin şemsiyesi ve destekleri altında kendilerini güvende hissetmişler; soğuk savaş sürecinin sona ermesi ile de adeta açıkta kalmışlardır. Ancak bu süreç çok uzun sürmemiş ve ABD’nin ben merkezli 
politikaları tepkisel süreci başlatmakta gecikmemiştir. Bu defa devletler değil tabandan gelen ve soğuk savaş döneminde devlet desteği ile güçlenen örgütler ön plana çıkmaya başlamıştır. Teknolojinin sunduğu avantajları kendi kazanımlarına çeviren örgütler, yeni düzenin söylemlerini mağduriyet merkezli ajite ederek, özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra hareketliliğini arttırmak suretiyle liderliğini Usame Bin Ladin’in yaptığı El – Kaide örgütü çatısı altında birleştirmeye başlamışlardır 149. Bu örgüt ise 11 Eylül 2001 tarihinde ABD topraklarına yaptığı saldırılarla tüm dünyaya meydan okuyarak yeni bir terörizm dalgasının sayfalarını açmıştır. Küresel terör olarak adlandırılan bu olgu ise diğer terör türlerinin öngörülebilir eylem, istek ve amaçlarından tamamen farklılık göstererek; gözle görülmeyen, kaotik, akıl dışı bir kıyamet terörizmi oluşturmuştur 150. 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ, TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE BÖLÜM 5

DÜNYA TERÖR ÖRGÜTLERİ VE EKONOMİK MALİYETİ,  TERÖRİZM ve TERÖRİZM İLE MÜCADELE  BÖLÜM 5


2.2. Terörizmi Tanımlama Sorunun Nedenleri 

Gerçekten, uluslararası toplumun terörizmin genel kabul görmüş tek bir tanımına ulaşamamış olmasının, devletler arasındaki mevcut güç eşitsizliklerinden, siyasal sistemlerinin, ideolojilerinin, siyasal çıkar ve önceliklerinin farklı olmasına kadar uzanan birçok sebebi vardır 82. 

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tanım sorununun özünde yatan asıl mesele devletlerin, halkların self – determinasyon hakkına yönelik tutumudur. 
Özellikle BM çatısı altında bu konu ile ilgili olarak birçok karar alınmış ve bu kararlarda sömürge, yabancı üstünlüğü ve ırkçı rejim altındaki halkların, Self – 
Determinasyon hakkının kullanılması ve bağımsızlık için mücadelesinin meşru ve uluslararası hukuk ilkelerine tamamen uygun olduğu vurgulanmıştır 83. 

Self – Determinasyon hakkı genel anlamıyla sömürgelerin bağımsızlığı olarak algılanmaktadır. Mevcut bir devletten ayrılma hakkı olarak kullanılabilecek bu terim Birleşmiş Milletlerin 14.12.1960 tarih ve 1514 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve meşruluğu tanınmıştır. Yine BM aldığı karar ve bildiriler yoluyla “hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm toplumu temsil eden bir hükümete sahip devletlerde self – determinasyon ilkesinden yararlanılama yacağı” öngörülmüştür 84. Sorun ise bu mücadelenin silahlı direnişi veya kuvvet kullanmayı içerecek şekilde olup olmadığından kaynaklanmaktadır. 

Self determinasyon ilkesi konusunda bu tip anlaşmazlık yaşanmasının ana sebebi ise; bazı ulusal kurtuluş hareketlerinin terörizm ve self – determinasyon hakkı arasında tehlikeli bir bağ kurmuş olmaları neticesinde, aşağıdan yukarıya terör ve yukarıdan aşağıya bastırıcı terör silsilesinin dünyanın birçok yerinde yaşanmış ve yaşanıyor olmasından kaynaklanmaktadır 85. 

Milli bağımsızlık savaşlarının niteliği ve bunlar sırasında uygulanan şiddeti meşrulaştırmak için öne sürülen gerekçeler üzerinde süre giden tartışma, çözümün ya da çözümsüzlüğün kilit noktasıdır. Milli bağımsızlık hareketlerini desteklemekte ciddi menfaatleri bulunan ülkeler, bu hareketlerin sıklıkla başvurdukları bazı eylemleri suça dönüştürecek bir terör tanımına katılmada isteksizlik göstermektedir 86. Bu durumda devletler kendi politik çıkarları doğrultusunda açık olarak desteklediği grupların eylemlerinin, terörist eylem olarak adlandırılmasını istememektedir. 

Uluslararası hukukta terörizmin tanımına ulaşılamama sorunu teknik değil siyasi niteliktedir. Bir yandan, ekonomik, siyasi ve sosyal haksızlıklara uğrayan ya da 
kendilerini böyle gören devletler terörizmin tamamen biçimsel ve olgusal bir tanımını benimsemeyi reddetmektedirler 87. Çünkü terör ‘güçsüzlerin silahı’ olarak lanse edilmekte ve genellikle sömürgecilikten miras olarak kalan çatışma bölgelerinde ve bu bölgelere yakın bir coğrafyada yaşayan az gelişmiş ülkeler, self determinasyon haklarına ulaşmak için kullandıkları şiddet eylemlerinin ‘terör eylemi’ olarak adlandırılmasını istememektedir. Çünkü terörist eylemler hangi 
gerekçeye dayanırsa dayansın uluslararası toplum tarafından yasaklanmıştır. Yapılacak olan genel geçer terör tanımının içine; kendi halkının özgürlüğü için 
çalıştığını iddia eden gruplar ve bu grupları destekleyen devletler, self determinasyon hakkı için başvurulan şiddet eylemlerinin girmesini istememekte dir. Fakat çoğu zaman kendi kaderini tayin hakkı için verilen mücadelenin, terörist stratejiden beslendiği veya birbirlerine benzer özellikler gösterdiği de bir gerçektir. 

“Bir kimse için terörist, bir başka kimse için özgürlük savaşçısıdır” meşhur sözünün açıkça gösterdiği gibi, siyasi anlayıştaki çeşitlilik ve devletlerin arasındaki politika farklarından kaynaklanan nedenlerden dolayı, tek tip olarak kabul edilmiş bir tanım yoktur. Diğer bir tabirle bir kimsenin özgürlük savaşçısı veya katil olması, öldürme keyfiyetinden ziyade, failin siyasi ve ideolojik bağlılıklarına bağlı olmaktadır ki, bu da konunun entelektüel boyutu ile tartışılması açısından, üzerinde uzlaşılmış bir kriterin oluşmasına engel teşkil etmektedir 88. 

Diğer yandan, bu konudaki uluslararası hukuk yaptırımlarının etkinlikten uzak oluşu nedeniyle, terör mağduru devletlerin başvurduğu - meşru müdafaa kisvesi altında -tek taraflı karşı tedbirler terör eylemlerine benzer nitelikler göstermektedir 89. Devlet terörü olarak karşımıza çıkan bu olgu; hukuki geçerliliği olan bir terörizm tanımı olması halinde uluslararası arenada devletleri zor duruma sokacaktır. En azından günümüz medya çağında pejoratif bir terim haline gelen terörizm ile anılır hale geleceklerdir. Hiç kimse, hiçbir örgüt ya da devlet kendisinin terörist olarak görülmesini istememektedir 90. 

Devletlerin yapılabilecek olan terör tanımına karşı direnç göstermelerinin bir diğer sebebi ise; terör eylemleri karşısında alınacak vaziyeti hukuki bir cendere 
sokmanın, devletin siyasi manevra alanını kısıtlamak anlamına gelmesidir. Terörizmi kesin hatlarla tanımlamak, kimi devletlerin terörist gruplara destek verme tasarılarını ve gelecekteki girişimlerini de güçleştirecek veya imkansız kılacaktır 91. Görüldüğü gibi devletler bazında terörizme bir tanım bulmadaki asıl zorluk; bu fenomeni on yıllardır bir iç – dış politika aracı olarak kullanan devletlerin, bu sayede elde ettiği kısa vadeli siyasi çıkarlarından vaz geçememeleridir. 

Terörizm, kelimesinin günlük kullanımındaki anlam bulanıklığına, bu terimi yüzeysel bir biçimde ya da sansasyon yaratmak amacı ile kullanıp terör saldırılarını eğlenceye dönüştüren medyalarda katkıda bulunmaktadır. Terörizm kelimesinin yaygın ve yüzeysel biçimde kullanılması, bu kelimenin anlamını ucuzlatmaktadır. 
Günlük dildeki gelişmelerin hukuk diline rahatlıkla ve hızla aktarıldığı günümüzde, hukuki tanımın kapsamı ölçüsüz bir biçimde genişleme riski ile karşı karşıyadır. Bu durum, zaten sorunlu olan tanımlama arayışının çalışma sahasını da genişletme sonucu doğurabilir 92. 

Terörizmin tanımına ulaşmadaki bir diğer zorluk ise, terörizmin olmazsa olmaz şartlarından siyasal şiddetin evrensel bir olgu olmayışı, yani kültürden kültüre 
farklı algılanabilmesi dir. Terörizmin bu özelliğini Ertan BEŞE şu şekilde açıklamıştır: “ Şiddetin bütün şekilleri, sosyal ve yasal kontrol modellerinin formüle edilmesine esas teşkil edecek olan sosyo – politik değerlendirme temelinde, kriminal boyutu açısından benzer nitelikler; fakat amaçları, araçları, failleri ve kurbanları tarafından farklılıklar gösterebilir. Dolayısıyla siyasal şiddet ve onun en yaygın şekli olan terörizm de kavramsal olarak evrensel değildir. Çünkü siyasal şiddet kavramını oluşturan şiddet olgusu ve siyasal olma, zamandan zamana ve bir yerden diğerine değişmektedir. Böylece terörizmi oluşturan tanımlama; toplumdan topluma, devletten devlete ve hatta bir akademik yazardan diğerine farklılık arz etmektedir 93.” 

Ertan BEŞE’nin bu açıklamasını destekler nitelikte Franco FERRACUTİ de aynı konuyu şu şekilde ifade etmiştir. “ Olayların boyutları, milli bir abideye slogan 
yazmak gibi kısmen legal veya tolere edilebilir hareketlerden, Bolonga tren istasyonundaki yüzlerce kişinin katledildiği katliamlara kadar değişmektedir. Olayın değeri de bir memleketin genel atmosferine, hatta herhangi bir bölümün belli bir politik ve tarihi anda ki durumuna göre tartılmalıdır. Mesela Orta Amerika ve Kuzey İrlanda’da bir arabanın yakılması olayının değer ve etkisi, İsviçre veya Norveç’ten farklı olacaktır.94 

Hukukla siyasetin kesişim noktasında yer alan tanım sorunun çözümlenmemesi halinde, belli bir eylem ortaya çıkınca, bunun siyasi ya da adi bir suç niteliğinde olduğu hususu, farklı yönlerden istismara sebep olmaktadır. Hal böyle olunca tanımsızlık sebebini, uluslararası hukukun zaafından ziyade, devletlerin 
arasındaki uyuşmazlıkta aramak gerekir. Evrensel bir tanıma ulaşılması halinde bile, bu tanımın dünya çapında genel uygulamaya geçeceğine şüphe ile bakılmaktadır 95. 
Terörizmin tanımlanamaması uluslararası bir ikilem, bir açmazdır. Ne var ki bunun kısa zamanda, görülebilen, tahmin edilebilen zaman dilimi içerisinde değişmeyeceği ve belirsizliğin terörizmin bir özelliği haline dönüştüğü görülmektedir 96. 

2.3. Uluslararası Terörizmle Mücadelede Tanım Sorunun Etkisi 

Uluslararası terörizmle mücadelede en büyük engellerden biri, bütün dünya devletlerinin ya da en azından terörizm niteliğinde suçları işleyen kimselerin etkin bir şekilde adaletin önüne çıkmasını sağlayacak kadar çok sayıda devletin üzerinde anlaşmaya vardıkları ortak bir terörizm tanımının yapılamamasıdır97. 

Temel bir tanım olmaksızın terörizm olarak nitelediğimiz olgunun bir tehdit olup olmadığını, bu olgunun kendisinden önce var olan şiddet eylemlerinde farklı 
olup olmadığını ve bir terörizm kuramı olup olmayacağını söylemek mümkün değildir 98. Tanım ortaya çıkan bir konunun nihai amacını kavramaktan ibarettir. 
Tanım sağlam temellere oturtulmazsa, üzerine inşa edilecek her şey kısa sürede yıkılıp gidecektir 99. 
Bu şekilde belirsiz bir olgu ile mücadele de hiç şüphesiz eksik kalacaktır. 

Günümüzde uluslararası düzeyde faaliyet gösteren terörist gruplara ve stratejilerine karşı verilecek mücadelede uluslararası işbirliği ön plana çıkmaktadır. 
Fakat devletlerin terörist faaliyetlere bakışlarındaki çifte standart bu işbirliğinin temellerini sarsmakta ve yapılan işbirliğinden beklenen faydanın çok altında verim alınmaktadır. Genel kabul gören ve sarih bir terörizm tanımının bulunmayışı, terör eylemlerini cezai açıdan bastırmak ve uluslararası işbirliği ve diplomasi temelinde siyasi eylem yoluna gitmeyi öneren hukuki nitelikteki yaklaşımı sekteye uğratmaktadır 100. 

Devletleri tam bir işbirliği içerisinde terörizm ile mücadele etmesini mümkün kılacak en önemli etken meşru zemine oturtulmuş, objektif ve genel 
kabul gören bir terör tanımı olacaktır. Böyle bir tanım devletleri uluslararası işbirliği yapma konusunda destekleyecek ve böylece terörizme verilecek cevabın 
örgütlenmesine de fayda sağlayacaktır. Objektif bir tanım, ayrıca devletlerin ulus aşan nitelikteki terör suçlarında soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yeknesaklık sağlayacak ve terör suçlularına verilecek hukuki ceza etkin bir role kavuşacaktır. 

Terörizmin kabul edilmiş bir tanımı olmaması, uluslararasılaşmış bu suçun uluslararası bir mahkemede kovuşturulmasının da önüne geçmektedir. Çünkü 
uluslararası ceza hukuku açısından tam olarak tanımlanamayan bir suçu cezalandırmak olanaksız olmaktadır101. Hukukun üstünlüğü ilkesi, suçların 
cezalandırılması hususunda suçun açıkça ve ayrıntılı olarak tanımlanmasını gerektirmektedir. Terörle mücadele gibi olağan dışı önlemlerin alınmasını 
gerektirebilecek bir durumda tanım konusunun önemi daha da öne çıkmaktadır 102. Küresel terörizm, insanlığın bu zamana kadar geliştirdiği demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel insan hakları gibi değerlere açık bir saldırı teşkil etmesine rağmen uluslararası hukuk bu suç ile mücadelede etkisizdir. Hukuk terörizme verilecek cevabın bir parçası olacaksa, terörizm sorununun niteliği açıkça tanımlanmalıdır 103. 

Terörizmin genel geçer bir tanımının olması ‘kimin terörist’ olduğunu da anlamamızı sağlamaktadır. Tanımlayıcı nın sübjektif bakışına bağlı kalan bir 
tanımlama ‘kimin terörist olduğu’ sorusuna kendi değerleri ve görüşüne bağlı olarak cevap verecektir. Bu yüzden objektif ve yetkin bir tanıma ulaşılmadıkça, terörle mücadele kültürel rölativizmin etkisinden kurtulamayacaktır. 
Devletlerin yanı sıra, bireysel ya da toplumsal düzeyde de, baskıcı totaliter bir rejime direnmiş ya da azınlıkların korunması gibi meşru bir gerekçe öne süren teröristlerin başvurdukları şiddetin hoş görülmesi yönünde eğilimler mevcuttur 104. 
Bu da tanım sorununun en önemli kaynağı haline gelmiş olan ‘birinin özgürlük savaşçısı diğerinin teröristidir’ klişesine yol açmaktadır. Zira terör ve terörizm kavramlarının aşırı sübjektivizmden kurtarılması kişilere, ideolojilere, devletlerin bakış açılarına göre terör tanımının yapılmasının önüne geçilmesi ortak, herkesin kabul ettiği objektif bir terör ve terörizm tanımının gerekliliği terör ve terörizm ile mücadele etmek açısından son derece önemlidir 105. 

Genel kabul gören bir tanıma ulaşılması halinde, terör eylemlerini gerçekleştirenler, yaptıkları eylemlerin terör kapsamı dışında kaldığını, örneğin milli 

bağımsızlık savaşı eylemleri ya da diğer meşru ve düzensiz savaş eylemlerinden birini oluşturduğunu ileri sürerek bu eylemlerin sonuçlarını bertaraf 
edemeyeceklerdir 106. Tanım eksikliği, terörist eylemlerin siyasi suç olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda da devletlerin farklı politikalar izleyebilmesine olanak sağlamaktadır. Nitekim ‘suçluların iadesi’ konusundaki en ciddi anlaşmazlık, ‘siyasi suçların’ iadeye istisna teşkil etmesidir. Terörizmle suçlanan kişiler genellikle faaliyetlerinin siyasal nitelikte politik aktiviteler olduğunu ve bu nedenle iade edilmemeleri gerektiğini iddia etmektedirler 107. Devletler de bu talepleri kendi politik çıkarlarına paralel bir şekilde yorumlayarak karar vermektedirler. Bu şekilde gerçek bir terörist iade edilmekten veya yargılanmaktan kaçabildiği gibi, bir siyasi suçlu da iade edilerek terörist muamelesi görebilmektedir. Bu da terörizmin nemalandığı adaletsizliği güçlendirmektedir. 

Bunun yanında bu durum terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğinin önemli bir parçası olan teröristlerin iadesini engellemektedir 108. 

Terörizmi tanımlama konusundaki bir başka problem terörist ve terörizm kavramlarının son derece ideolojik kavramlar olması ve bu kavramların farklı 
ideolojik ve politik değer yargılarını yansıtmasıdır. Bu durum kavramların analiz edilmek için değil, saldırmak ve suçlamak için kullanılmasına yol açmaktadır 109.  Terörist, gerçekten bu terimi hak ediyor olsun veya olmasın, içerdiği negatif algılamalar, “düşmanı” aşağılamak ve onun yaptığı eylemlerin meşruluğunu dışlamak için kullanılmaktadır. Sembolik bir silaha dönüşen bu terim, aynı zamanda işkence ve yargısız infaza kadar varan, bütün anti terör eylemlerini meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Bu bakış açısında, teröristler, sadece düşman değil, barbarlığın ötesinde, insanlıktan çıkmışşeytanlar, ruh hastalarıdır. Dolayısıyla onlara diğer suçlulardan farklı muamele etmek meşrudur. Bu anlamda terörizme karşı alınan hukuki tedbirler, klasik anlamda toplumun savunma mekanizmasını harekete geçmesinin ötesinde siyasi kudretin sembolik eylemlerine dönüşmektedir. Terörle yürütülen maniken mücadelenin tarafları, iki siyasi grup ya da söylem değil, bir yanda ‘şer’ güçleri, diğer yanda tüm insanlar olarak sunulmaktadır 110. 

11 Eylül dönemini izleyen dönemde terörizm kelimesinin aşırı biçimde genişleyen anlamlar içermeye başladığı, özellikle ulusal düzenlemeler arasında önemli farkların ortaya çıktığı gözlenmektedir. Böylece çok anlamlı terörizm, muhtelif örgütlerin ve devletlerin kendi siyasi menfaatleri doğrultusunda anti terör 
stratejileri geliştirmelerine imkan vermekte ve uluslararası sistemin plastik (değişik şekillere girebilen) özelliğini güçlendirmektedir 111. 

Oluşan bu durumda da devletler düşmanlarına karşı kendi anlayışlarının ürünü olan terör çerçevesine göre saldırmaktadır. 
Kendisine karşı yapılan eylemlere tepki veren devletler bir yandan devlet terörünü kendi algısına göre meşrulaştırarak uluslararası değerleri çiğnemekte, diğer yandan da terör örgütlerinin bu sayede propagandalarını yapmalarını sağlamaktadır. Bu sarmal dünya genelinde kabul edilmesi sağlanılmaya çalışılan hukukun üstünlüğü gibi değerlerin içlerinin boşalmasına sebep olmakta ve tamir edilemez zararlar meydana getirmektedir. Görüldüğü gibi üzerinde uzlaşılmış yasal bir terörizm tanımı, devletlerin orantılı ve meşru bir düzlem içinde terörle mücadele etmelerini sağlamaya da yardımcı olacaktır. Zira hiçbir devlet terörizmin içeriğinde bulunan negatif özelliklerden dolayı kendisine ‘terörist’ nitelemesinde bulunulmasını göze alamayacaktır. 

Özet olarak terörizmin, meşru sayılabilecek mücadele türlerinden ayırt edilmesine, öte yandan devletlerin terörizme karşı mücadelesinin genel bir hukuki temele oturtulmasına objektif ve genel geçer bir tanım büyük katkı sağlayacaktır 112. 

3. TERÖRİZMİN NEDENLERİ 

Terörizm genel olarak; özellikle kitlelerin ideolojik olarak aşırı derecede şartlanmaları, başta kaynakların eşit olmayan bir şekilde paylaşımı nedeniyle ortaya çıkan ağır ekonomik şartların ve çok daha ciddi olarak da toplulukların dini, etnik farklılıklarının sebep olduğu siyasi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu durumda; genellikle ayrımcılık, eşitsizlik ve mahrumiyetin siyasal ve sosyal şartları, terörizmi besleyen temel unsurlardır. Bu nedenle de; devletler açısından, terörizmle mücadele seçeneklerini ya da terörizme verilecek karşılığın şekillerini, terörizmi ortaya çıkaran nedenleri gerçekçi bir şekilde ele alarak seçme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır 113. 

Her şeyden önce terörizm bir nihai amacın aracı olduğu, kendi başına bir son olmadığı anlaşılmalıdır 114. Terörist gruplar terörizmi bir strateji olarak 
benimsemekte, bir amaç olarak değil araç olarak görmektedirler. Bu stratejinin de en önemli ayağı propagandadır. Yanlış uygulamalar teröristlerin şiddet uygulamalarının temel dayanaklarını oluşturmaktan ziyade, terör örgütlerinin propaganda malzeme ve mazeretlerini oluşturmaktadır 115. Teröristler, toplumlardaki artan hayal kırıklığını, süre giden sosyal ve ekonomik sorunları, siyasal istikrarsızlıkları sömürerek, topluma moral bozukluğu aşılamaktadır 116. Çünkü teröristler; strateji olarak var olan sorunları yoğun propaganda faaliyetleri ile belirginleştirerek toplumda ve devlet organlarında zaaf ve güç kaybı meydana getirmek istemektedirler. 
Bu sayede devlet organlarının isteklerine daha kolay boyun eğeceğini hesaplamakta ve bu şekilde amaçlarına ulaşmayı hedeflemektedirler. 

Birleşmiş Milletlerin 8. Uluslararası Kongresi’nde terörizmin nedenleri yoksulluk, işsizlik, sosyal hizmetlerin zayıflığı, eğitim yetersizliği, halkın marjinalleşmesi, sosyal ayrımcılık, aile ve sosyal bağların zayıflaması, göçlerin getirdiği olumsuz sonuçlar, medya kurumlarının şiddet, nefret ve ayrımcılık gibi düşünceleri yayması olarak belirlenmiştir 117. Görüldüğü gibi terörizmin sebepleri farklı perspektifler üzerinde yoğunlaşmıştır. Fakat bu nedenlerden birkaçının üzerine 
gidilmesi terörizmi ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Bu sebeple terörizm ile topyekun mücadele edilmeli ve tüm nedenlerin üzerine gidilmelidir. 

Terörizmin en önemli nedenlerinden birisi politik/siyasi neden olarak adlandırabileceğimiz sorunlardır. Politik/siyasi nedenler kapsam olarak çok geniş bir konu zenginliğine sahiptir. Sömürgecilik, yabancı işgali, kültürel haklar ve dini faktörler gibi farklı konular genelde terörist davranışların temelini oluşturur 118. Zaten terörizmi oluşturan etmelerin en önemlisi siyasal şiddettir. Terörizmin özünde olan siyaset, terörizmin nedenlerinde de başat rol oynamaktadır. Terörizm ana nedenlerinden birini oluşturan “ötekileştirme” olgusu da aslen siyasi içeriklidir denebilir. Çünkü birçok yönden ötekileştirme yapılabilmesine rağmen, ötekileştirme asıl olarak kişinin kendi bünyesinde oluşturduğu kimliği üzerinden yapılmaktadır ve bir kişinin kimliğini oluşturan temeller din ve etnik kökendir. İnsanların kişilikleri, birey olarak sahip oldukları alt kimlik özellikleri ile ait oldukları büyük sosyal gruplardan edindikleri üst kimlik özelliklerinden oluşmaktadır. Kendi kimliklerini ırk, din, mezhep gibi değişmez özelliklerden inşa eden bireyler, başlarına gelen herhangi bir kötülüğün nedeni olarak da bu değişmez karakteristiklerini göreceklerdir. 
Bu yüzden herhangi bir olayda, hatta hizmet sunumunda, dolaylı da olsa kişilerin karakteristik özelliklerini sorgulamak “biz ve onlar” ayrımını körükleyerek ötekileşmeyi artıracaktır 119. Ötekileşme de insanları toplumdan soyutlayarak birbirlerine nefretle bakar hale getirmektedir. 

İnsanların Sosyo – Ekonomik ortamları da terörizmi tetikleyebilmekte dir. Sosyal değerlerdeki veya normlar daki hızlı değişmeler toplumda artan sapmalara, 
uyuşmazlıklara sebep olmakta, sosyal problemleri ortaya çıkardığı gibi hem teröristleri ve şiddet yanlılarını beslemekte, hem de onların toplumu etkilemelerine sebep olmaktadır. Şiddet yanlıları veya teröristler, hızla değişen sosyal değerlerden istifade ederek, sürekli değişen düşman hedefler, ard arda verilen sloganlar ile kitlelerde şaşkınlık yaratmakta, toplumda çeşitli gruplar arasındaki ayrılıklar körüklenmekte, neticede sosyal psikolojide korku hipnozu olarak adlandırılan toplumu pasif, aldırmaz, reaksiyon vermez hale getiren ortamı meydana getirmektedirler 120. 

Ayrıca eğitim durumu ve siyasi şiddet arasındaki ilişki araştırılmış ve aralarında ters bir ilişki olduğu ortaya konmuştur. 
Eğitimin, insanları sorunlarını çözmede şiddetten çok politikayı kullanmaya sevk ettiği yapılan araştırmalar sonucu öğrenilmiştir. 
Bu bilgiden yola çıkarak eğitim düzeyi düşük olan bölgelerde yaşayan bireylerin, kendisine haksızlık yapıldığını düşündüğü bir ortamda, hakkını şiddete başvurarak aramaya meyilli olduğu çıkarılması yapılabilir. 
Ayrıca ekonomik anlamda geri kalmışlığın, terörizmi besleyen unsurlardan birisi olduğu da sık sık dile getirilmiştir. Özellikle yoksulluk ve işsizliğin fazla olduğu 
bölgelerdeki insanlar, terör örgütlerinin propaganda faaliyetlerine daha açıktır. Yoksulluğun illegal faaliyetlere katılma konusunda büyük bir etkisi olduğu da 
yapılan araştırmalarda görülmektedir 121. 

Terörizmin nedenlerinin yanın da terörist olmanın nedenlerine de kısa bir şekilde değinmekte yarar vardır. Yakalanan ve hapishanelerde yatan veya serbest 
kalmış teröristlerle yapılan mülakatlarda bilim adamları teröristlerin bu yola yönelmelerindeki etmenleri şu şekilde izah etmişlerdir. Haklarını elde etmek için 
başka yöntem kalmaması, sonuca kestirmeden ulaşma isteği, sosyo – ekonomik çevrelerinde karşılaştıkları çeşitli sorunları siyasal söylemlere dönüştürme ve 
karşılaştıkları bu sorunlara çözüm arama yöntemlerinde diğer insanlarda radikal bir şekilde ayrılmaları. Bu izahtan da anlaşılacağı üzere teröristler aslen psikolojisi tamamen bozuk insanlar veya asosyal kişilikler değildir. Aksine risk almayı seven, girişimci, akılcı, idealist kişiler oldukları özellikle lider kadrosu için söylenebilir 122. 

Yukarıda da belirtildiği gibi bu etmenlerin tek başlarına terörizme etki edebilme kabiliyetleri olmadığı gibi, doğrudan terörizmin nedenlerini de oluşturmamakta dırlar. Bu etmenler deki herhangi bir eksiklik, terör örgütleri tarafından işlenerek propaganda malzemesi olarak kullanılmakta ve asıl sorun burada oluşmaktadır. Terör örgütleri bu etmenlerdeki eksiklikleri kullanarak “haksızlığa uğramışlık” hissini etki alanında bulunan halka empoze etmeye çalışmaktadır. 
Zira terörizmin temel gerekçesi; “haksızlığa uğramışlık” duygusu ve bu duygu ile beslenen; açlık, geri kalmışlık, sömürülme, aşağılanma, ikinci sınıf muamele görme, ezilme ve dayatmalar tarzında ortaya çıkan dışsal uyarılarla sürekli olarak karsılaşma, sistematik bir biçimde kültür erozyonuna tabi tutulma, etnik farklılıkların ilişkilerde başat etmene dönüşmesi gibi etmenlerden oluşmaktadır 123. 

Bu tip mahrumiyet algıları terörizmin temel sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumun farklı kesimleri arasında var olan eşitsizlik algılamaları, diğer gruplara göre kendilerini mahrumiyet içinde olduğunu algılayan grupların şikayetlerine zemin hazırlamaktadır. Bu da; etnik veya grupsal tansiyonu yükseltebilen bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Adaletsizlik ve eşitsizlik algılarının yaygın olduğu sistemler içerisinde bu durum öç alma duygularını harekete 
geçirebildiğinden, şiddet ve terörizm daha kolay zemin bulabilmektedir. 

Bu mağduriyet algılamaları ekonomik, etnik, ırksal, politik, dini veya sosyal konuları kapsayabilen büyük bir yelpaze içerisinde olabilir. Terör gruplarının amacı bu farklılıkları kullanarak kendi propagandaları ile kitleleri motive ederek kendi lehlerine kullanmayı amaçlamaktadırlar. Terör hareketlerinin temelinde yatan bu pek çok faktör ve bunlar üzerinden geliştirilen mağduriyet duygusu, ilk olarak bireylerin toplumdan soyutlanma larında, daha sonra uygun bir motivasyon ile de terör gruplarına katılmalarında etkili olmaktadır 124. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***