Yeni Türkiye Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni Türkiye Politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2016 Pazar

Türkiye’nin AB ve ŞİÖ İlişkileri



Türkiye’nin AB ve ŞİÖ İlişkileri

Erol Manisalı
erolmanisa@yahoo.com 


11 Şubat 2013 Pazartesi


- Bir taraftan “ Türk Uydusu ” Çin’den uzaya fırlatılıyor;

- Öte yandan Türkiye’nin AB ile imzaladığı yoğun anlaşmalar var.
Ve tabii, Ankara hükümetlerinin ABD ile derin, köklü, yoğun bağları ve işbirliği söz konusu.

Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde Türkiye öne çıkmış, Arap Baharı’nın öncüsü olmuş, İran’ın bölgedeki nüfuzunu Bağdat ve Şam üzerinden zayıflatmaya çalışıyor. Rusya ile krizin eşiğinden dönülmüş.
Hal böyle iken Başbakan Erdoğan’ın AB’den yakınması ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile yakınlaşma mesajları vermesi ne anlama geliyor? Ankara’nın yeni Avrasya politikası mı? AB’ye dirsek göstermek mi? Yoksa kamuoyuna yönelik sözler mi?
AB bize ayıp ediyor, biz de yüzümüzü Asya’ya döneriz ” yaklaşımları ne kadar gerçekçi? Ankara’nın böyle bir lüksü bulunuyor mu?
Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan’dan biraz farklı bir açıklama yaptı; “ŞİÖ, AB’nin alternatifi olamaz” dedi. 


ŞİÖ, AB’nin Tamamlayıcısı olur mu?


Gül’ün değerlendirmesinde gerçek payı var; ŞİÖ, AB’nin alternatifi olamaz ama “ Tamamlayıcısı 0labilir ”.

Önce, ŞİÖ neden AB’nin alternatifi olamaz, onun nedenlerini sıralayalım:

1) Türkiye AB’nin üyesi değildir ama AB’ye ikili anlaşmalarla tek yanlı bağlanmıştır. 6 Mart 1995’ten bu yana iş çevreleri, sendikalar, akademik kuruluşlar, medya, bürokrasi projeksiyonlarını bu doğrultuda yaparak “bir reel politika geliştirmişlerdir”. Hatta, fiili durum yaratmışlardır.
Ben en baştan beri bunu eleştirenlerden biriyim; ancak beğenmesek de, eleştirsek de “fiili bir durum ortaya çıkmıştır”. “Erasmus” burslarından, özgürlükler konusunda Brüksel ve Strasbourg’dan (Avrupa Konseyi) medet umulmasına kadar “yanlış zeminde bazı doğrular fiilen yaşanmaya başlamıştır”.
Medeni haklardan (ve hukuktan) yararlanamayan kumanın fiilen giyiminin ve gıdasının gelişmesi gibi ironik bir durum ortaya çıktı.

2) Gümrük Birliği ve uzantıları ile o kadar iç içe geçtik ki iş hayatında, kültür ve sanat alanlarında fiili entegrasyonlar ortaya çıktı. Gayrimeşru da olsa bir çocuk doğdu, hatta büyüdü. Türkiye ile AB (ve Avrupa) arasındaki bu fiili entegrasyon, ŞİÖ’nün AB’ye alternatif olmasını ortadan kaldırmıştır. Bugün artık Türkiye ile AB’yi, aşağıdan yukarı birleştiren güdüler oluşmuştur.

3) Türkiye’de çağdaş ve katılımcı demokrasinin gelişmesi açısından, yaşam tarzı ve kültürel olgunluk boyutlarıyla “Türkiye, Avrupa değerlerine yaklaşmak zorundadır”.


İlişki başka bir şey


Bütün bu nedenler ŞİÖ’nün AB’ye alternatif olmasını engeller; ancak Türkiye açısından ŞİÖ, “AB’yi ve Batı’yı tamamlayan ve dengeleyen bir boyuttur”.
- Türkiye’nin ŞİÖ ile iktisadi, siyasi ve kültürel ilişkileri gelişirse bu durum, hem Türkiye-AB, hem de Türkiye-ABD ilişkilerinin daha sağlıklı bir zeminde seyretmesine katkı sağlar. Türkiye’nin tek yanlı bağımlılıkları azalır.
Öte yandan Asya büyüklerinin de eski ideolojik kutuplaşma noktasından ayrılarak “küresel sisteme uyum sağlamaya başladıklarını” unutmamak gerekir.
Uzun yıllardan beri savunduğum görüşler bu doğrultudadır, okurlarım bilirler.(*) Türkiye iktisadi, siyasi ve kültürel ilişkilerinde “denge politikası izlemek zorundadır”.

- Evet, Avrupa ile ilişkilerimiz olağanüstü köklü bağlardır. Her alanda fiili entegrasyonlar fiilen gelişmiştir.

- İşin demokratik ve çağdaş boyutunda da Avrupa’nın alternatifi bulunmamaktadır. ŞİÖ Türkiye’nin elinde, AB ve Batı’ya, “alternatif değil, tamamlayıcı” bir denge faktörü olarak değerlendirilmek durumundadır.
Siyasilerin AB ve ŞİÖ ile ilgili değerlendirmelerini bu bağlamda ele almak gerekir.

(*) E. Manisalı, “ Batı’nın Yeni Türkiye Politikası ” içinde muhtelif bölümler, Cumhuriyet Kitapları, 2009.


 Batı’nın Yeni Türkiye Politikası 



















ABD ve AB 1990’dan sonra Türkiye’ye nasıl bakmaya başladı; ABD Türkiye’ye "ılımlı İslam" modelini niye uygun gördü; "Batı"nın Türkiye politikası ile AKP’nin "Batı" politikası birbiriyle nasıl örtüşüyor; AKP için "AB süreci" ne anlam taşıyor?  )

http://www.babil.com/batinin-yeni-turkiye-politikasi-kitabi-erol-manisali
..

Yoksa Uygarlık Eşitsizliğin Türevi mi?



Yoksa Uygarlık Eşitsizliğin Türevi mi?


Erol Manisalı
erolmanisa@yahoo.com 
03 Ocak 2009 Cumartesi


- Acaba uygarlık, dengesizlik ve eşitsizlik üzerinde mi ortaya çıkıyor?

- “Gelişme” adını verdiğimiz şeyin özünde, farklılıkların ve haksızlıkların kaçınılmaz olarak bulunması mı gerekiyor?

- Acaba “ Haksız Rekabet ”, sistemin özünü mü oluşturuyor?

Roma İmparatorluğu, “zenginliğin adaletsizliği ve dengesizliği” üzerine oturmuştu. Roma’nın gücü, “askerlerinin aralarındaki tatbikatta bile birbirlerini öldürebilme özgürlüğünden” kaynaklanmıyor muydu?

Büyük Britanya’nın güneş batmayan topraklarına 19. yüzyılda götürdüğü Batı uygarlığı, özünde “güçlünün güçsüzü yönetmesi ve sömürmesi” üzerine oturmadı mı?

- Yoksa, üstün (ve gelişmiş) bir taraf ve azınlık olmadan uygarlık ve insanlık ilerleyemez mi?

Diğer bir deyişle, bir toplumun katmanları arasında farklar bulunmadan, ülkelerin bir bölümü gelişmiş, diğer bölümü az gelişmiş olmadan “dünyada uygarlık ilerleyemez” gibi bir sonuç çıkarmamız mı gerekecek?

Olaylara bu pencereden bakanlara toplumcu düşünürler, genellikle faşist nitelemesi yaparlar. Daha diplomatik bir dil kullanmaya çalışanlar “emperyal bakış” diyerek her tarafa çekilebilecek ifadelere sığınırlar.

Liberal düşüncede olduklarını söyleyenler ise daha hoşgörülüdürler! Bunun doğal bir toplumsal gelişme olduğunu, bu tür zıtlık ve çatışmaların yeni gelişmelere ve ilerlemelere yol açtığını düşünürler.

Avrupa’nın dayanağı

Avrupa Birliği kendisinin eski Yunan ve Roma’ya dayandığını söyler ve bugün onun devamı olan “bir aidiyet ve kimlik içinde olduğunu” varsayar. Bu kabulleniş, belgelerine geçmiştir.

Atina’da ve Roma’da kurulan eski uygarlıklar, “diğerlerinin ezilmesi ve onlara karşı üstünlük sağlanması sonucu ortaya çıkmıştır”. 

Bir yanda farklılık ve ezilmişlik, diğer yanda ise “uygarlık” vardır. Bu ikisi, birlikte mi yaşamak zorundadır? Avrupa’nın tarihsel dayanaklarında, “sömürü olmadan uygarlık olmaz” sonucu mu çıkıyor?

Esas olan haksız rekabet mi?

Bütün bunları felsefi bir siyasal egzersiz olarak söylemiyorum; buradan piyasa mekanizmasına ve kapitalist düzene gelmek istiyorum. Acaba kapitalist düzenin işlemesi ya da ayakta kalabilmesi için farklılıklar, baskılar ve sömürü düzeni vazgeçilmez bir dayanak mı?

20. ve 21. yüzyılda kapitalizmin işleyebilmesi için sömürü düzeninin devamı kaçınılmaz mı? Olayın teknik dişlilerinden felsefi boyutuna kadar düşünürlerin ve uzmanların binlerce, hatta on binlerce kitap yazdığı bu konuda, elimizde basit ama net bir gerçek var; “kapitalist piyasa düzeni rekabete değil haksız rekabete, yani haksızlığa dayalı bir düzen (düzensizlik) üzerine kuruludur”.

Aynen eski Yunan ve Roma’nın üzerine oturduğu “demokrasi anlayışı” gibi günümüzde kapitalist piyasa düzeni de “haksız rekabet üzerinde yürür”.

- Avrupa Birliği, kendi içindeki on binlerce sayfalık düzenlemeleri (müktesebatı) ile neyi sağlıyor; küresel boyutta kendisine dışarıda üstünlük getirmek için bir düzen oluşturuyor; “içerde rekabetçi, dışarıda ise haksız rekabete dayalı bir mekanizma”. Avrupa kapitalist piyasalarının ayakta kalabilmesi için “sistemi, dışarıya karşı haksız rekabet üzerine oturtmak zorundadır”.

ABD ise daha şanssız; haksız rekabeti oluşturabilmesi için dışarda, “askeri ve siyasi müdahaleler yapmak durumunda”. Kuveyt’i, Irak’ı işgal edip yönetimlerini ve petrolünü tekeline almak zorunda; Hindistan ve Çin’i sıkıştırmak için Afganistan’ı ve Pakistan’ı operasyonlarla denetlemek durumunda. Kısacası, iktisadi mekanizmalar ve paylaşım “serbest piyasa ekonomisi” ile değil, “haksız rekabete dayalı” baskıcı ve tekelci piyasa düzeni üzerine kurulmak zorunda.

Demokratik ülke farkı…

Batı’nın demokratik ülkeleri “haksız rekabeti ve tekelciliği içerde değil, dış ilişkilerinde oluşturuyorlar”. AB içinde İspanya veya Finlandiya için “haklı rekabet koşulları” işlerken “dışarıdaki Türkiye ile haksız rekabet düzeni kuruluyor”.

Gümrük Birliği, Türkiye için, AB ve üçüncü ülkeler lehine tek yanlı çalışan, “kurumsal bir haksız rekabet düzeni oluşturmak zorunda”. Türkiye’deki oligarşi, bunu gönüllü olarak kabullenir.

“Sürdürülebilir üstünlükler kuramı”…

Son on yıldır üzerinde çalıştığım ve kitaplarımda işlediğim sürdürülebilir üstünlükler kuramı, kapitalizmin üstün güçlerinin, “üstünlüklerini ancak haksız rekabet üzerine oturtarak ayakta kalabileceklerinin” mekanizmalarını inceler. (*)

Bu kuram, toplumların tarihsel gelişim süreci ile de örtüşmektedir. Özellikle son üç yüz yıl içinde Avrupa’nın gösterdiği iktisadi, sanatsal ve bilimsel gelişmelerin, “bu bozuk düzenin dışarıdakilere karşı kurulması ile sağlandığını doğrular”.

“ Göreceli üstünlükler ” geçmişte Avrupa devletlerine ve toplumlarına, her alanda getiri sağladı. “ Göreceli üstünlük ” haksız rekabet koşulları sonucu ortaya çıktı.

Haksız rekabet, göreceli üstünlük ve uygarlık zincirinde, akılda hep sonuçlar kalmıştır. Mısır’daki piramitleri hayranlıkla seyredenler, bunların on binlerce kölenin kanları karşılığında inşa edildiğini akıllarına bile getirmezler…

(*) Prof. Erol Manisalı, The Bush Administration’s Policy in the Middle East and Sustainable Superiority, Journal of Middle Eastern Studies (Japan), No. 481, 2002, p. 143

www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/32284/Yoksa_Uygarlik_Esitsizligin_Turevi_mi_.html


..