Yiğit Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yiğit Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2019 Salı

Heybeliada Ruhban Okulu Paneli, BÖLÜM 2

Heybeliada Ruhban Okulu Paneli, BÖLÜM 2


Ruhban Okulu’na karşılık Batı Trakya.,

ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyaretiyle yeniden gündeme gelen Heybeliada Ruhban Okulu konusunda garip bir pazarlık ortaya çıktı. Ankara ile Atina arasında bir süredir ‘okulun açılmasına karşılık, Batı Trakya Türk azınlığının durumunun iyileştirilmesi’ pazarlığının yürütülmekte olduğu öğrenildi.

Bahadır Selim Dilek

Cumhuriyet– Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılıp açılmaması tartışması yapılırken, Atina ile Ankara arasında çok ilginç bir pazarlık yapıldığı ortaya çıktı. Ruhban Okulu’nun açılmasına karşılık Batı Trakya Türk azınlığının durumunun iyileştirilmesi yönünde hükümetin ilk resmi önerisini, 2003 yılında Avrupa Konseyi toplantısı için Atina’ya giden dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik getirdi. Çelik, Yunan Milli Eğitim ve Diyanet İşleri Bakanı Petros Eftimiu ile bir görüşme yaptı. Ancak “yükümlülük altına girmek istemeyen” Atina, AKP’nin önerisini reddederek çözüm için AB’yi adres olarak gösterdi.

Babacan’la Bakoyanni görüştü

     Ruhban Okulu sorunu daha sonra hem ikili temaslarda hem de AB içinde ele alınmaya başlarken, Ankara, okulun İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne 
ya da ortaöğrenim düzeyinde olacaksa da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması formülünü geliştirdi ve “Doğrudan izin verilmesi söz konusu olamaz. 
Anayasaya aykırılık söz konusu” görüşünü iletti. Bir süre sonra Türkiye ile Yunanistan arasında bu konuda sessiz sedasız görüşmeler başlatıldı. 
Anayasanın yükseköğrenimi düzenleyen 130. maddesi ve ortaöğretime “devletin gözetimi ve denetimi” koşulunu getiren 42. maddeleri uyarınca, 
Heybeliada Ruhban Okulu’nun, YÖK ya da Milli Eğitim Bakanlığı dışında faaliyet göstermesi söz konusu olamıyor.

Lozan Antlaşması’nın 40. maddesi uyarınca halen, 22 Ermeni, 22 Rum, 3 Musevi okulu olmak üzere 47 azınlık okulu Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteriyor. Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Yunanistan’ın istediği biçimiyle açılması için anayasanın değiştirilmesi gerekiyor. 
Türkiye, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına karşılık, Atina yönetiminin Batı Trakya’daki Türk azınlığın etnik kökenini tanımasını, Türk vakıflarının 
yönetiminde seçilmiş Türk azınlığın temsilcilerinin bulunması, müftülerin Türk azınlık tarafından seçilmelerini, Batı Trakya’daki okullarda okutulan 
kitapların güncelleştirilmesini istedi. Bu çerçevede iki ülke arasında bir dizi formül üzerinde çalışılmaya başlandı. Konu, İstanbul’da bir araya gelen 
Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni görüşmesinde de ele alındı. Konuyla ilgili bilgi veren kaynaklar, Obama’nın 
Heybeliada Ruhban Okulu’na ilişkin verdiği mesajların ardından Türkiye ile Yunanistan arasındaki bu sürecin hızlanmasının beklendiğini dile getirdiler.

https://www.turkishnews.com/tr/content/2009/04/11/ruhban-okuluna-karsilik-bati-trakya/

***

“Ruhban Okulu’nun açılması anayasaya aykırı”



Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının anayasaya aykırı olduğunu savundu. 
Koncuk, Ruhban Okulu’nun açılması nedeniyle gelecek yıllarda doğabilecek olumsuzlukların ve tehlikelerin tüm ayrıntılarıyla hesaplanması 
gerektiğini belirtti.

Ankara– Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, yaptığı yazılı açıklamada, hükümet yetkililerinin Ruhban Okulunun açılmasına ilişkin açıklamalarda bulunduğunu, okulun açılması için formüller arandığını belirtti.

Ruhban Okulunun açılmasının, AB ve ABD’nin Türkiye’ye dayatması olduğunu ileri süren Koncuk, şu görüşleri savundu:

”Heybeliada Ruhban Okulunun açılması anayasaya aykırıdır. Çünkü anayasanın 24. maddesinde ‘Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve 
denetimi altında yapılır’ denilmektedir. Bu noktada mevcut yasalar Heybeliada Ruhban Okulunun Türkiye’deki bir ihaliyat fakültesine bağlı olmadan 
açılmasına imkan tanımamaktadır. Ayrıca anayasa, laik bir devlet olan ülkemizde dini eğitimin devlet eliyle yapıldığına vurgu yaptığından bu okulun bağımsız olarak açılması laikliğe de aykırıdır.
Buna rağmen Türkiye’den talep edilen Ruhban Okulunun özerk üniversite statüsünde olmasıdır. Peki Patrikhane, okulun bağımsız olarak açılmasında 
niçin ısrar etmektedir? Bu noktada okulun din adamı yetiştirmekten farklı amaçları olabileceği akla gelmektedir. Çünkü amaç sadece din adamı yetiştirmekse bunun ekümeniklik talebiyle ve Patrikhanenin özerkleştirilmesiyle bir ilgisi yoksa o halde okulun bağımsız olarak açılmasında ısrar edilmesinin de bir anlamı yoktur.”

Heybeliada Ruhban Okulu açıldığı takdirde yurtdışından öğretmen ve öğrencilerin de Türkiye’ye gelmesinin söz konusu olacağına işaret eden Koncuk, 
”Geçmişte casusluk faaliyetleri dolayısıyla okula öğrenci alımının yasaklandığı düşünüldüğünde önümüzdeki yıllarda bunun yeniden gerçekleşmemesi için hiçbir neden yoktur” dedi.

Batı Trakya’daki Türkler’in durumuna da değinen Koncuk, oradaki Türk azınlık için de Heybeliada Ruhban Okulu statüsünde benzer bir okulun kurulmasına izin verilip verilmeyeceğini sordu.

”Ruhban Okulu’nun açılması nedeniyle gelecek yıllarda doğabilecek olumsuzlukların ve tehlikelerin tüm ayrıntılarıyla hesaplanması gerektiğini” kaydeden Koncuk, ”hükümeti bu konuda sorumlu davranmaya çağırdıklarını” ifade etti.


https://www.turkishnews.com/tr/content/2009/06/30/ruhban-okulunun-acilmasi-anayasaya-aykiri/


***

Heybeliada Ruhban Okulu Paneli, BÖLÜM 1

Heybeliada Ruhban Okulu Paneli. BÖLÜM 1



Heybeliada Ruhban Okulu Paneli

HAZİRAN 2009

 İstanbul Barosu Başkanlığınca Düzenlenen “1844’den Günümüze Heybeliada Ruhban Okulu” konulu panel, 22 Haziran 2009 Pazartesi günü saat 18.00 – 21.00 
arasında Orhan Apaydın Konferans Salonunda yapıldı.


Panelin açılış konuşmasını yapan İstanbul Barosu Başkanı Av. Muammer Aydın, Heybeliada Ruhban Okulu sorununun, Patrikhanenin Türk hukuk sistemi içinde kalmayı, ulusal hukuka tabi olmayı kabul etmeyip, uluslararası dinamiklerin desteğiyle fiili bir durum yaratılması ısrarından kaynaklandığını söyledi.
Konunun kamuoyuna nedense hukuksal zeminde değil, siyasal zeminde sunulduğunu, konuya ilişkin açıklamaların tarihsel ve hukuksal temelde değil kişilerin siyasal konum ve eğilimlerine göre sunulduğunu belirten Aydın, son dönemlerde AB İlerleme Raporlarında Heybeliada Ruhban Okulunun bir an önce açılması istemlerinin vurgulanması, ABD’de Başkanlık düzeyinde aynı istemlerde bulunulması ile yürürlükteki hukukumuzun dikkate alınmadığını ve hukukun zorlandığını bildirdi. 
Başkanın açılış konuşmasından sonra Panel oturumuna geçildi. Paneli, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Hüseyin Özbek yönetti.
Panelde ilk sözü, Eski Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal aldı. Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasının Türkiye’nin imajını değiştireceğine ilişkin görüşlere katılmadığını belirten Soysal, 1950’den bu yana Ruhban Okulu ile ilgili Patrikhane’nin ve dış odakların istekleri bulunduğunu, Anayasa Mahkemesinin kararından sonra bu isteklerin daha da yoğunlaştığını bildirdi.
Konuya ülkemizin siyasal hedefleri ve hukuk açısından bakmak gerektiğini, dışardan gelen istekler doğrultusunda hareket etmenin hukuk ilkelerini zedeleyeceğini kaydeden Soysal şunları söyledi:

       “Konu Lozan’da tartışılmış. Patrikhane’nin yurt dışına taşınması konusundaki Türkiye’nin önerisi kabul edilmemiş ve bir centilmenlik anlaşması olarak konu azınlıklar konusunun genel çerçevesi içine alınmış. Azınlıklar konusunun eşitlik ilkesine göre çözülmüş. Türkiye Patrikhaneyi Ortodoks vatandaşlarının dinsel kurumu olarak görmek istiyor. Vatikan’a benzer bir kuruluş olması istenmiyor. O nedenle dışardan gelen istekler Türkiye’yi ilgilendirmez. Heybeliada Ruhban Okulu Türkiye’nin genel sistemi içinde laik devlet anlayışına uygun olarak yer alması gerekir. Heybeliada’daki okul bir vakıf okuludur. Patrikhane’nin tüzel kişiliği olmadığı için vakıf okulu kuramaz. Anayasa Mahkemesinin kararından sonra okulun kapatılmasına kendileri karar verdiler. İsterlerse Ruhban Okulu bir Vakıf Üniversitesi içinde bir enstitü olarak kurulabilir. Ama onlar okulun YÖK sistemi içine girmesini istemiyorlar. Bu durumda Türkiye’nin kendisini dış dünyaya çok iyi anlatması gerekiyor. Ama bu da zordur. Dış dünyaya anlatamıyoruz diye hukuk ilkelerinden vazgeçemeyiz. Hukuk, bazı temel ilkelere bağlılık demektir. İmajı kurtarmak adına yapılacak uygulamalar ülkeye zarar verir.”

     Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Özel de konuşmasında konunun yanlış kavramlarla başka bir mecraya götürülmeye çalışıldığını, konunun hukuksal bir konu olduğunu, ulusal ve uluslar arası hukuka göre çözülmesi gerektiğini söyledi.
AB İlerleme Raporlarında Heybeliada Ruhban Okulu konusunun devamlı yer aldığını ve Patrikhane’nin dayatmaları doğrultusunda çözülmesinin istendiğini belirten Özel, asıl amacın okulun açılması değil, Patrikhane’nin ekümenikliğinin tanınması olduğunu bildirdi.
Türkiye’nin imajının düzeltilmesi için Heybeliada ruhban Okulunun açılmasını isteyen siyasilerin yanlış yolda olduklarını vurgulayan Sibel Özel, oysa okulun siyasi bir kararla kapatılmadığını ve konunun hukuki olduğunu anlattı. Özel, özetle şunları söyledi:
“Lozan Antlaşmasıyla Türk hukuk sistemine uygun bir kurum haline getirilen Patrikhane’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun yüksek öğrenim olarak YÖK sisteminin dışında, kendisine bağlı olmasını ve yabancı ülkelerden gelecek öğrencilerin de bu okulda öğrenim görmelerini istiyor. Bu istek azınlık statüsüne aykırıdır. Aslında Türkiye’den istenen bir imtiyazdır bu. AB böyle bir istekte bulunabilir. Müzakere aşamasında konu tartışılabilir ama çözüm mutlaka hukuki olmalıdır. Anayasa Mahkemesinin kararına uygun olmalıdır. Heybeliada Ruhban Okulu açılsın baskıları aslında tüzel kişiliği olmayan Patrikhane’ye tüzel kişilik kazandırma dayatmalarıdır. Ama Türkiye egemen bir devlettir ve bu tür dayatmalara boyun eğmemelidir.” 
Panelin son konuşmacısı Gazeteci-Yazar Yiğit Bulut ise Heybeliada Ruhban Okulunun Osmanlı döneminde Türkiye’nin içine atılmış bir tohum ve padişaha yutturulmuş bir zoka olduğunu söyledi.
Atatürk’ün olmayan bir kumaştan bir hukuk devleti yarattığını belirten Bulut, Heybeliada Ruhban Okulu harekâtının Türkiye Cumhuriyetini toptan yok etme harekâtına dönüştüğünü, bunun kökenlerinin 1950’li yıllara dayandığını bildirdi.
Dış dayatmaların altında yatan nedenin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bir Vatikan yaratmak olduğunu, ABnin Türkiye’deki Kürtleri etnik, Alevileri dini azınlık olarak gördüğünü, Ermeni sorununun gündemden düşürülmediğini hatırlatan Yiğit Bulut özetle şunları söyledi:
“Ankara Antlaşması’nın 13 ve 14. maddelerine göre Türk vatandaşlarına vize uygulanamaz. Ama uyguluyorlar. Bu nasıl hukuk anlayışı? Hukuki haklar böylesine gasp edilirken Lozan’da olmayan şartların uygulanmasını istemek haksızlıktır. Türkiye’nin yürürlükteki hukuk sistemine rağmen eğer Heybeliada Ruhban Okulu açılırsa, Türkiye’deki tüm cemaatler, tarikatlar kendi dini eğitim okullarını kurarlar ve laikliğin köküne kibrit suyu ekilir. Osmanlı bu tuzağa düştü.
Müvekkilini savunmaya giderken gözaltına alınan bir avukatın bulunduğu ülkede Ruhban Okulu çok kolaylıkla açılır. Bir avukatın gözaltına alınma olayı ABD’de yaşansa ortalık birbirine girer. Ama ülkemizde kimse sesini çıkarmıyor. Türkiye tarihi bir dönüm noktasındadır. Hukukun katledildiği bir ülkede hukuku korumak için hukuktan başka silahımız yoktur.”
Panelde konuşmaların tamamlanmasından sonra soru – cevap bölümüne geçildi. Daha sonra İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Hüseyin Özbek tarafından konuşmacılara birer Teşekkür Belgesi verildi.

KURULUŞUNDAN GÜNÜMÜZE HEYBELİADA RUHBAN OKULU

·         1 Ekim 1844 tarihinde açılmıştır. Okul doğrudan Patrikhaneye bağlıdır ve müdürü metropolitler arasından atanmaktadır.
·         Kapatıldığı 1971 yılına kadar 930 mezun verir. Bunlardan 343’ü piskopos olur. Piskoposlardan 12’si patriklik makamına kadar yükselir. Bu 930 kişinin 225’i 1950 - 1969 arası mezun olmuştur. Bunlardan da sadece 38’i Rum asıllı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır. Geriye kalanların 162’si Yunan uyruklu olmak üzere toplam 187si yabancıdır.

·         Okulun öğretim süresi değişik uygulamalardan geçmiştir:

1)  1844 -1919 Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji eğitimi

2)  1919 -1923 Orta öğretimsiz beş yıllık teoloji eğitimi

3)  1923 -1951 Birinci dönemdeki uygulamaya dönüldü.

4)  1951 -1971 Dört yıl lise ve üç yıl teoloji eğitimi

·         Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu olan Athenogoras ABD’nin önerisi ve desteği ile Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı yapılmış, 1 Kasım 1948’de Patrik seçilmiş ve gelebilmesi için görevde bulunan Patrik Maksimos V. istifa ettirilmiştir.
·         Atatürk döneminde 7 olan metropolit sayısı 20’ye çıkar. Milli Eğitim Bakanlığının 8.12.1950 / 927601 sayılı emri ile Heybeliada Ruhban Okulu “yüksek okul” haline getirilir ve yabancı öğrenci alabileceği” karara bağlanır. 1939 da casusluk faaliyetleri gerekçesiyle yasaklanmış olan yabancı öğrenci alımı böylece serbest bırakılır.
·  1950 - 1960 arası Patrikhane İmroz ve Bozcaada Rum okullarını Milli Eğitim  Bakanlığı mevzuatı dışına çıkarttırarak doğrudan kendi yönetimine alır.
·  Türk hükümeti tekrar eski uygulamaya dönerek, 16 Temmuz 1964’te İmroz ve Bozcada’daki Rum okullarının Milli Eğitim Bakanlığının denetiminde, Türkçe ve dini eğitim yapmalarını öngören ilgili yasa maddesini tekrar yürürlüğe koyar.
·  127 yıl Patrikhanenin idari ve mali denetiminde yaşamını sürdüren Heybeliada Ruhban Okulu Özel Yüksek Okulların Devletleştirilmesi şeklinde görülen uygulama hakkındaki Anayasa Mahkemesinin 12 Ocak 1971 tarih ve 1971/3 sayılı kararından sonra kapanmıştır.
·  Anayasa Mahkemesinin Özel Öğretim Kurumları Kanununun ilgili maddelerini iptal ederek yüksek öğretim kurumlarının sadece devlet tarafından açılıp işletilebileceğine ilişkin kesin kararından sonra mevcut özel yüksek öğretim kurumları ya kapanmış, ya da bir devlet üniversitesine bağlanmışlardır.

·         Özel yüksek okul statüsünde olan Heybeliada Ruhban Okulu ve Patrikhane Türk üniversitelerine bağlanmak istemediklerinden ve başkaca da bir çözüm mümkün olmadığından okul kendilerince kapatıldı. Oysaki aynı kararın muhatabı olan Amerikan Robert Koleji binalarının 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesine devrinden sonra kolej Arnavutköy Kız Lisesi ile birleşmiş ve Özel İstanbul Amerikan Robert Lisesi adını almıştır. Kolejin yüksek kısmı da Boğaziçi Üniversitesine dönüşmüştür.
·         Fener Patrikhanesinin ve dış destekçilerinin arzusu YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığının denetimi dışında, patrikhanenin yönlendiriciliğinde dini özerkliğe sahip bir okuldur. Böyle bir okulun kurulması Anayasamızın 130 ve 132.maddeleri değiştirilmeden yasal olarak mümkün değildir. 130 madde bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin kanunla ve devlet tarafından kurulacağına ilişkindir. 132. madde ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Emniyet Teşkilatının özel yüksek öğretim kurumu açabileceğine ilişkindir.



***

21 Ocak 2015 Çarşamba

Yalaka'nın 2008 deki yazısı.,







Yalaka'nın 2008 deki yazısı.,












23 Mar 2013

Bugün Başbakan Erdoğan’a “Atam” diyen, AKP’ye yaptığı yandaşlıkta ulaştığı mertebeye kimsenin erişemediği 24 TV Genel Yayın Yönetmeni ve Star gazetesi yazarı Yiğit Bulut, eskiden Vatan gazetesi yazarıydı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya AKP’ye kapatma davası açmıştı. İddianamede Başbakan Erdoğan’ın da aralarında olduğu birçok AKP’linin siyasetten uzaklaştırılması isteniyordu.

Tarih: 16 Mart 2008
Yiğit Bulut Vatan gazetesindeki köşesinde AKP kapatma davasıyla ilgili“Devlet hükümete ‘yeter’ dedi!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Vatan yazarı Bulut söz konusu yazısında AKP’nin kapatılması gerektiğini öyle satırlarla savunmuş ki; bugünden baktığımızda Bulut’un nasıl döndüğünü çok daha net görüyoruz. Ve elbette bu karşılaştırma içinizde acıma duygusu yaratıyor.
Sözü fazla uzatmayalım ve Yiğit Bulut’un AKP’ye açılan kapatma davasıyla ilgili o yazısını yayınlayalım:
“Son dönemde hükümet eden siyasi partinin “artan kendine güveni” ve “biz her şeyi yaparız, nasıl olsa ses çıkaran yok” tavrı, dün akşam itibarıyla devletin çarklarından sadece birinin attığı bir adımla son bulmuş oldu; Devlet, hükümete “yeter, yol bitti” dedi...
Diyeceksiniz ki; davanın sonucu belli değil, nasıl son buldu!
Sevgili dostlar, şu aşamada atılan adım en az sonuç kadar “dikkate değer”... Önemli olan “biz her şeyiz” mantığı içindekilere “yeter, burada sizlerden başka birileri daha var, buranın kuralları, gelenekleri, sahipleri var” mesajını vermek ve “yeter” demek!
AKP PİLOT OLDUĞUNU UNUTTU
Bu noktada başka bir soru soralım; Devlet, hükümete karşı olabilir mi ?
Olabilir... Devleti bir uçak gibi düşünün, devlet “yapının özünü” yani uçağın gövdesini, gövdenin doğayla temasını- işleyiş prensiplerini kısacası “esas olanı” teşkil eder, hükümetler ise bu yapıyı önceden konmuş kurallarla belli bir süre “idare etmek” için seçilirler... Uçak örneğinden devam edersek “hükümetler” pilot olarak “ana gövde” içinde belli bir süre yer alırlar. AKP’nin en büyük hatası da burada oldu. Pilot olduğunu unutup, uçağın “yapısıyla, koltuklarıyla, motorlarıyla” oynamaya hatta uçağın içinde yol aldığı doğa ile uçuş prensiplerini değiştirip “yeni bir model” yaratmaya kalktı... Ne oldu? Uçağın sahibi geldi ve “hop gardaş” deyiverdi! AKP yine çok şanslı; uçağın “en kibar sahibi, karşısındakine şans tanıyan” sahibi geldi, Allah korusun ya diğer sahipleri gelip “uçağa toptan el koysalardı!”
AKP’YE OY VERMEYEN YÜZDE 53
Sevgili dostlar, burada aklınıza başka bir soru gelebilir; milletin verdiği yüzde 47 önemli değil mi? Bu oylar “AKP’yi sahip” yapmaz mı?
Yapmaz... Yapılan oylamayla ortaya çıkan iktidarlar “pilot” seçimi gibidir. Uçağın “yapısı, rotası, gideceği yer, geldiği yer, doğa ile uyum içinde nasıl uçtuğu” gibi ana dinamikler bellidir, her şey hazır olan uçağa sadece pilot seçilir ve “pilot” kendi takdirine göre “bir uçuş” stili benimser. Verilen yüzde 47 oy (bir detay daha düşelim; yüzde 53 AKP’ye oy vermemiş yani uçağın çoğunluğu “pilotaj yapılmasına” bile karşı) pilotların kim olacağına işaret eder ve ne kadar yüksek oran ile seçilmiş olursa olsun, pilot kardeşlere “uçağın orası burası ile oynama” hakkı vermez.
AKP’YE DUR İŞARETİ
Sonuç: Devlet ile hükümet arasındaki ayrımı “idrak” edemeyen ve her fırsatta “Devleti kendine benzetme, ideolojik hale getirme” hamleleri yapan iktidar partisine yani uçakla oynayan pilotlara, devletin en kibar “dur” işareti geldi. Devamı nasıl oluşursa, oluşsun önemli olan birileri “dur” dedi ve hepimizin, ülkemizin, rejimin bir büyük şansı olarak “en sakin söyleyebilecek” kesimden bu ses yükseldi... Hükümet eden siyasi parti artık şunu anlamalı; “bundan sonrası yok”! Uçağı “riske” atmadan “pilotaja” devam etsin ve lütfen artık “sakin” dursun!
BU DAVA MECLİS’İN SİGORTASI, PARTİ KAPATILABİLİR
Son söz: Yukarıda “dava açılma” sürecini analiz ettik. Dava açılabilir, parti de kapatılabilir. Asıl iş ondan sonrasında. Türkiye 2003-2007 arasında “çok ağır darbe yedi”. Bütün telekomünikasyon şirketleri, bankaları, ağır endüstriyel tesisleri, limanları, tersaneleri satıldı. Şimdi asıl iş “yeni bir milli irade tesis” ederek, bu süreci tersine çevirmek ve Türkiye’nin “tasfiyesine her alanda dur” diyerek, buraları mutlaka geri almak!
Not: Hükümete yakın bir guruba satılan bir gazete manşet atmış; “Meclisi de kapatsaydınız!” Onlara sadece şunu söyleyeceğim; eğer biraz uğraşıp bizler gibi gidişatı sorgulamayı deneseydiniz, açılan bu davanın Meclis’in “açık kalmasının sigortası” olduğunu anlardınız! Anlayana bu cümle de çok şey var!” (Yiğit Bulut / 16 Mart 2008 / Vatan)

.