24 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 2


2002 yılında Ergon Yayınevi tarafından basılan kitapta Dressler, ciddi araştırmaların Türk vatandaşlarının % 20 sinin Alevi kökenli olduğunu, Alevilerin ise en az üçte ikisinin Türkçe, geri kalanının Kürtçe konuştuğunu ortaya koyduğunu aktarmaktadır (2002: 10). “ Kızılbaş Geleneğinin Oluşumu ”, “ Kızılbaşlıktan Aleviliğe ”, “ Modern Türkiye’nin Dinî-Politik 
Söylemi ve Aleviler ” ile “20. Yüzyılda Kızılbaşlık” şeklinde dört ana başlık halinde yapılmış olan araştırma Kemalizm’in din algısının Alevilere hem Kemalist kimliklerini korumayı, hem de dinî geleneklerini yerine getirmeyi kolaylaştırdığını vurgulamaktadır. 03-05 Aralık 2003 tarihinde Almanya’nın Heidelberg şehrinde gerçekleştirilen “Göç ve Ritüel Aktarımı: İslam 
Dünyası ile Batı Diasporası Arasında Dinî Azınlıklar” adını taşıyan sempozyumun bildirilerini içeren bir diğer kitap ise “Migration und Ritualtransfer: Religiöse Praxis der Aleviten, Jesiden und Nusairier Zwischen Vorderem Orient und Westeuropa” adını taşımaktadır. Kitabın Türkçe adı “Göç ve Ritüel Aktarımı: Yakın Doğu ve Batı Avrupa Arasındaki Aleviler, Yezidiler ve Nusayrilerde Dinî Uygulamalar” şeklindedir. Söz konusu 
sempozyumun ana konusunun “Köy, şehir ve göç bağlamında Aleviler, Yezidiler ve Nusayrilerde ritüel aktarımı” olduğu ifade edilen 341 sayfalık kitap 2005 yılında yayımlanmıştır ve aşağıdaki 14 farklı araştırmadan oluşmaktadır: - Ritualtransfer (Ritüel Aktarımı). Yazarlar: Robert Langer, Dorothea Lüd- deckens, Kerstin Radde, Jan A.M. Snoek 

- Religious Minorities in the Middle East and Transformation of Rituals in the Context of Migration (Ortadoğu’da Dinî Azınlıklar ve Göç Bağlamında Ritüel Aktarımı). 
Yazar: Philip G. Kreyenbroek. - Ritual Transfer and the Reformulation of Belief Amongst the Turkish Alevi Community (Ritüel Aktarımı ve Türk Alevi Topluluğu Arasındaki İnanç Sisteminin Yeniden Formüle Edilmesi). 
Yazarlar: David Shankland, Atila Çetin. - Alevitische Kongregationsrituale: Transfer und Re-Invention im transnati- onalen Kontext (Alevi Cemaat   Ritüelleri: Uluslararası Bağlamda Aktarım ve Yeniden Buluş). 
Yazarlar: Raoul Motika, Robert Langer. - Ayin-i Cem- das alevitische Kongregationsritual: Idealtypische Beschrei- bung des Ibadet ve Öğreti Cemi (Cem Ayini – Alevi Cemaat Ritüeli: İbadet ve Cem Öğretisinin Örnek 
Tanımlaması). 
Yazar: Janina Karolewski. - Das alevitische Dede-Amt (Alevi Dedelik 
Makamı). 
Yazar: Hüseyin Ağu- içenpoğlu. - Alevilik als Lied und Liebesgespräch: Der Dorfweise Melûli Baba (1892- 1989) (Bir Türkü ve Sevgi Konuşması Olarak Alevilik: Köy Piri Melûli Baba (1892- 1989). 
Yazar: Hans-Lukas Kieser. - Transformationsprozesse des alevitischen Cem: Die Öffentlichkeit ritueller Praktiken und Ritualhandbücher (Alevi 
Cem’inin Dönüşüm Süreçleri: Ritüel Uy- gulamaların ve Ritüel El Kitaplarının Açıklığı). 
Yazar: Refika Sarıönder. - Zur Funktionalität des Cem-Rituals als Instrument alevitischer Identitätsstiftung in der Cem Dergisi (Cem Dergisinde Aleviliğin Kimlik Aracı Olarak Cem-Ritüelinin İşlevine Dair). Yazarlar: Ina Paul, Johannes Zimmermann. - Cem in Deutschland: 
Transformationen eines Rituals im Kontext der alevitischen Bewegung (Almanya’da Cem: Alevi Hareketi Bağlamında Bir Ritüelin Dönüşümü). Yazar: Marin Sökefeld. - Erfundene Feste, falsche Rituale? Die Gedenkfeier von Hacıbektaş (Uydurulmuş Şenlikler, Yanlış Ritüeller? Hacı Bektaş’ı Anma Törenleri). 
Yazar: Beatrice Hendrich. - Friedhöfe als Quellen für Fragen des Kulturwandels: Grabkultur von Yeziden und Aleviten in Deutschland mit 
Seitenblick auf die Türkei (Kültür Değişiminin Sorularına Kaynak Olarak Mezarlıklar: Türkiye’ye Yan Bakışla Almanya’daki Yezidi ve Alevilerin Defin Kültürü). 
Yazar: Rüdiger Benninghaus. - Zwischen Taufe und Beschneidung: Rituale im Yezidentum in der Heimat und im Exil (Vaftiz ve Sünnet Olmak Arasında: Anavatanda ve Sürgünde Yezidilik Ritüelleri). 
Yazar: Se-bastian Maisel. - Die Nusayrier und ihre Rituale. (Nusayriler ve Ritüelleri). 
Yazar: Werner Arnold. Türk Aleviliğinin tarihî sürecini ele alan “Türkische Aleviten: Vom Osma- nischen Reich bis zur Heutigen Türkei“ adlı araştırma Burak Gümüş’ün 2001 yılında Konstanz Üniversitesinde hazırladığı yüksek lisans tezinin kitaplaştırılmış halidir ve 262 sayfadan oluşmaktadır. 

“Osmanlı İmparatorluğundan Günümüz Türkiye’si ne Türk Alevileri” başlığını taşıyan araştırmada, Alevilerin Osmanlı’dan günümüze kadar olan tarihî ele alınmıştır. İlgili araştırma “Osmanlı Döneminde Aleviler”, “Tek Parti Döneminde Aleviler” ve “1946 Yılı Sonrası Aleviler” olmak üzere üç ana başlıkta düzenlenmiştir. Gümüş, ilgili kitapta Osmanlıdan günümüze 700 yıllık süreçte Türk Aleviliğinin doğuşunun, gelişiminin, yaşadığı baskıların, yok edilme uğraşlarının, başkaldırıların vb. yansıtıldığını belirtmektedir. 
Günümüzdeki Aleviliği konu edinen “Türkische Aleviten Heute” başlıklı çalışma ise John Shindeldecker tarafından 2001 yılında kaleme alınmıştır. Türkçe çevirisi “Günümüzdeki Türk Alevileri” olan kitap, on iki bölümden oluşmaktadır. Birçok ansiklopedide Türkiye’nin % 99’unun Sünnilerden oluştuğunun belirtildi- ğine, Alevilerin varlığından ise kamuoyunun 
yeni yeni haberdar olduğundan bahseden yazar, bu kitabın bu boşluğu doldurmak amacıyla kaleme alındığını ifade etmektedir. Yahudi, Hıristiyan, Budist ve Hindularda olduğu gibi Alevilerde de çok geniş bir yelpazeye dayanan inanç şekilleri ve ibadet tarzlarının bulunduğunu ileri süren Shindeldecker, araştırmasında “Aleviler kimlerdir?”, “Alevilerin sayısı ve 
dağılımları”, “Aleviler ve İslam”, “Alevilerin gelenekleri ve bayramları”, Hz. Ali’nin Alevi bakışı”, “Aleviler, Hacı Bektaş ve Bektaşiler”, “Aleviler ve tasavvuf”, “Aleviler ve halk dindarlığı”, “Aleviler, önyargılar ve zulüm”, “Alevi-Bektaşi mizahı”, “Aleviler ve güncel toplumsal konular” ve “Alevilerin günümüzdeki kimlikleri” konularına yer vermektedir. Almanca yayımlanan bir diğer kitap ise “Mythen und Rituale des Aleviten- tums” adını taşıma-
ktadır. “Alevilerin Efsaneleri ve Ritüelleri” anlamındaki 256 sayfa- lık kitap, Haki Gürtaş tarafından 2005 yılında yayımlanmıştır. Aleviliğin günümüze dek teoloji ve din sosyolojisi bağlamında ele alınmadığına ve yakın zamana kadar bilim için yabancı olduğuna değinilen araştırmada, mevcut yayınların ise Aleviliği siyasi, milli ve geleneksel İslami bakış açısıyla ele aldıklarından yakınılmaktadır. Söz konusu eserde ise Aleviliğe bağımsız bir dinî cemaat 
gözüyle bakıldığını belirten Gürtaş, Aleviliğin Zerdüştlükle olan benzerlik ve bağlantılarına değinmektedir. Burak Gümüş’ün “Die Wiederkehr des Alevitentums in der Türkei und in Deutschland” başlıklı araştırmasının 2007 yılında yayımlandığı görülmektedir. Türkçe anlamı “Türkiye’de ve Almanya ’da Aleviliğin Geri Dönüşü” olan kitabın giriş bölümünde (2007: 1), 

Alevilerin kendilerini İslam’ın bir parçası olarak görmelerine rağmen, Sünnilerin onları İslam dinini tutucu olmayan şekilde yorumlama larından ve ayinlerindeki “pagan”lıklardan dolayı kâfir olarak algıladıkları belirtilmek tedir. Türkiye’de Alevilerin resmi olarak halen bir inanç topluluğu olarak sayılmadıklarına ve Çorum, Kahramanmaraş ve Sivas olaylarında olduğu gibi katliamlara uğradıklarını ifade eden Gümüş, 1990’lı yıllardan bu 
yana Alevi hareketinde bir canlanma olduğundan söz etmektedir. Bu bağlamda Alevilikle ilgili kitap, dergi, türkü, genel ağ sayfaları, radyo ve televizyonların yoğunlaştığını bildirmektedir. Bütün bu canlanmanın ise Alevi kuruluş ve federasyonları vasıtası ile gerçekleştiği tezinden yola çıkan yazar, çalışmasını Alevililiğin Türkiye ve Almanya’da yeniden canlanmasında dernek ve üst çatıların oynadığı rol üzerinde yoğunlaştırmıştır. Aleviliğin Al-
manya’daki durumunu konu edinen bir diğer kaynak ise Martin Sökefeld tarafından 2008 yılında yayımlanan ve içerisinde sekiz farklı araştırma yer alan “Aleviten in Deutschland” adlı kitaptır. “Almanya’daki Aleviler” olarak çevirebileceğimiz kitapta ilk olarak kitabın yayıncısı Martin Sökefeld’in “Aleviten in Deutschland- von Takiye zur Alevitischen Bewegung” (Takiyeden Alevi Hareketine- Almanya’daki Aleviler) adlı araştırması karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra adı geçen kitapta sırasıyla Beatrice Hendrich’in “Alevitische Geschichte Erinnern- in Deutschland” (Almanya’da Alevilik Tarihini Hatırlamak), Robert Langer’in “Ale- vitische Rituale” (Alevi Ritüelleri), Kira Kosnik’in “Mit eigener Stimme? Migrantische Medien und Alevitische Strategien der Repräsentation” (Kendi Sesiyle mi?  Göçmen  Medya ve Alevi Temsil Stratejileri), Hülya Taşçı’nın “Die zweite Genera- tion der Alevitinnen und Aleviten Zwischen Religiösen Auflösungstendenzen und Sprachlichen Differen-zierungsprozessen” (Dinsel Bozulma Meyli ile Dilsel Farklılık Sürecinde İkinci Nesil Aleviler), Halil Can’ın “Außenseiter wider Willen: Das ‚coming-out‘ des Alevitentums in der Diasporischen Enkelgeneration oder Erin- nerungs- und Identitätsarbeit über das Digitale Gedächtnis des Internets“ (İsteği Dışında Marjinal Kalan İnanç; Türkiye’nin Dört Bir Yanına Dağılmış Olan Aleviliğin Üçüncü Kuşakta Yeniden Tezahür Etmesi ve/veya Genel Ağın Dijital Hafızası Vasıtasıyla Kimliklerini Yeniden Hatırlamaları ve Özlerine Dönüşleri), Martin Sökefeld’in “Sind Aleviten Muslime? Die alevitische Debatte über das Verhältnis von 
Alevitentum und Islam in Deutschland” (Aleviler Müslüman mı? Aleviliğin ve İslam’ın Almanya’daki Durumu Üzerine Alevi Tartışması) ve David Shankland ile Atila Çetin’in “Aleviten in Deutschland“ (Almanya’da Aleviler) başlıklı araştırmaları yer almaktadır. 

Bektaşilik ile ilgili en son yapılan araştırmalardan birisi olarak “Bektaschi- tum und Griechisches Orthodoxes Mönchtum” başlıklı çalışma göze çarpmaktadır. 2010 yılında yayımlanan 79 sayfalık kitabın yazarı Andreas Kiriakidis’dir. “Bektaşilik ve Yunan Ortodoks Keşişliği” şeklinde tercüme edilebilecek kitap, din konusunu ele almakta ve iki mistik geleneği karşılaştırmaktadır. Bektaşi tarikatlarının Osmanlı dönemindeki rolüne değinen yazar, fethedilen yerlerde Bektaşilerin halka ciddi olarak etki ettiklerinden söz etmektedir. 

Bugüne kadar çok hesaba katılmasa da Bektaşilerin Yunanistan’ın tarihinin 
aydınlatılmasında da çok önemli katkıları olduğuna değinilen araştırmada XV.-XX. yüzyıl arasında Bektaşilerin Yunan halkıyla geniş ölçüde temas kurmaları ve karşılıklı etkileşimleri konu edilmektedir. Sonuç olarak Alman kaynaklarında Bektaşiliğin ve Aleviliğin ele alındığı bu araştırmada Almanca yazılmış olan 21 kitap incelenmiştir. XX. yüzyılın başlarından itibaren Bektaşilik ve Alevilik konularının Almanya’da çeşitli araştırmaların konusu olduğu görülmektedir. Türklerin Almanya’ya göçünden sonra Alevi kökenli Türk vatandaşların da Almanya’da yaşamaya başlamasıyla birlikte araştırma larda çoğalma olduğu hatta konu ile ilgili sempozyumların düzenlendiği görülmektedir. Kitap ve çevirilerin yanı sıra çeşitli yüksek lisans ve doktora tezlerinin de Bektaşilik-Alevilik konusunu irdeledikleri görülmektedir. 

Araştırmaların geneline şöyle bir göz attığımızda Bektaşilik ve Alevilik  kavramlarının bir bütün olarak kabul edildiğini, Bektaşi ve Alevilerin inanç sistemlerinin, ritüellerinin, mizahlarının, tarihî geçmişlerinin yanı sıra Anadolu’daki Bektaşi tekkelerinin mimarilerine kadar incelendiğini görmekteyiz. Araştırmaların çoğunda Bektaşilik-Alevilik konusunun özellikle siyasi yönünün ön plana çıkarıldığıyla ve, Alevi ve Bektaşilerin toplum 
ve devlet tarafından sürekli baskı altında tutulan ve yok edilmeye çalışılan bir topluluk olarak gösterilmeye çalışıldığıyla karşılaşmaktayız. Öte yandan hoşgörünün sembolü olarak görülen Bektaşilik ve Aleviliği ayrı bir din olarak gören, Zerdüştlükle ve Hıristiyanlıkla bağdaştırmaya çalışan araştırmaların fazlalığı da dikkat çekmektedir. 

Özetle, Alman kaynaklarında Bektaşilik ve Alevilik ile ilgili yapılmış olan araştırmalarda Bektaşilik ve Alevilik ile ilgili geniş çaplı bilgiler verildiğini, araştırmaların çoğunda Bektaşi ve Alevilerin şiddet ve baskıya maruz kaldığı şeklinde söylemlerde bulunulduğunu ve Bektaşilik-Aleviliğin bir din mi, mezhep mi, bir kültür veya bir cemaat mi olduğu konusunda kafaların karışık olduğunu ve bu konuda birbirinden farklı ve çelişkili tanımlamalar ın yapıldığını söyleyebiliriz. 

TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 65 
Muhammet KOÇAK
* Dr., Gazi Üniversitesi, Alman Dili Eğitimi Bölümü, Ankara/Türkiye, 
muhammetkocak@gazi.edu.tr 


Kaynakça 

AYTAŞ, Gıyasettin. (1999). “‘Bektaşi Kız’ Adlı Roman Hakkında Bazı Tespitler”. Hacı Bektaş Velî Dergisi, 11: 53-60. 

BACKHAUSEN, J. Manfred & DIERL A. Josef. (1996). Der rituelle Gottesdienst CEM des anatolischen Alevismus. Wuppertal: Holger Deimling Verlag. 

BACKHAUSEN, J. Manfred & DIERL A. Josef. (1998). Einführung in den Alevismus-Bektaschismus. Düsseldorf: Manfred Johannes Backhausen Verlag. 

BOZKURT, M. Fuat. (1988). Das Gebot. Mystischer Weg mit einem Freund. Hamburg: E.B.- Verlag Rissen. DIERL, A. Josef. (1985). Geschichte und Lehre des anatolischen Alevismus Bektasismus. Frankfurt: Dagyeli Verlag. 

DRESSLER, Markus. (2002). Die Alevitische Religion. Traditionslinien und Neubestimmungen. Würzburg: Ergon Verlag. FAROQHI, Suraiya. (1981). Der Bektaschi-Orden in Anatolien. Wien: Verlag des Instituts für Orientalistik. 

GROSS, Erich. (1927). Das Vilajet-Name des Haggi Bektasch. Ein Türkisches Derwischevangelium. Leibzig: Mayer & Müller. 

GÜLÇİÇEK, A. Duran. (1994). Der Weg Der Aleviten (Bektaschiten). Köln: Ethnographia Anatolica Verlag. GÜLÇİÇEK, A. Duran & BENNINGHAUS, Rüdiger. (1996). 99 Bektaschi Witze/ 99 Bek- taşi Fıkrası. Köln: Ethnographia Anatolica Verlag. 

GÜMÜŞ, Burak. (2001). Türkische Aleviten: Vom Osmanischen Reich bis zur heutigen Türkei. Konstanz: Hartung-Gorre Verlag. 

GÜMÜŞ, Burak. (2007). Die Wiederkehr des Alevitentums in der Türkei und in Deutschland. Konstanz: Hartung-Gorre Verlag. 

GÜRTAŞ, Haki. (2005). Mythen und Rituale des Alevitentums. Konstanz: Hartung-Gorre Verlag. JACOB, Georg. (1908). Beiträge zur Kenntnis des Derwisch-Ordens der Bektaschis. Berlin: Mayer & Müller. 

KIRIAKIDIS, Andreas. (2010). Bektaschitum und griechisches orthodoxes Mönchtum. Religionskontakt und Vergleich zweier mystischer Traditionen. Berlin: EB Verlag. 

KÖSTER, Rudolf. (2003). Eigennamen im deutschen Wortschatz. Berlin: Walter de Gruyter. 

LANGER Robert, MOTIKA Raoul & URSINUS Michael. der. (2005). Migration und Ritualtransfer: Religiöse Praxis der Aleviten, Jesiden und Nusairier zwischen Vorderem Orient und Westeuropa. Frankfurt: Peter Lang Verlag. 

PFLUGER-SCHINDLBECK, Ingrid. (1989). Achte die Älteren, liebe die Jüngeren. Frankfurt: Ahtenäum Verlag. 

SHINDELDECKER, John. (2001). Türkische Aleviten Heute. İstanbul: Anadolu Ofset. 

SÖKEFELD, Martin. der. (2008). Aleviten in Deutschland. Identitätsprozesse einer Religionsgemeinschaft in der Diaspora. Bielefeld: Transcript Verlag. 

TSCHUDI, Rudolf. (1914). Das Vilajet-name des Hadschim Sultan. Berlin: Mayer & Müller. 

TÜRK DİL KURUMU. (1988). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi. 

WULZINGER, Karl. (1913). Drei Bektaschi-Klöster Phrygiens. Berlin: Verlag von Ernst Wasmuth A.G. 

YAKUP, Atilla. (1997). Humor im Islam. Frankfurt: Yvonne Landeck Verlag. 



 ***

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 1

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN KAYNAKLARINDA BEKTAŞİLİK- ALEVİLİK BÖLÜM 1

FARUK ASLAN,

 Şimdi Alman derin devletinin Aleviliği nasıl gördüğüne ve tanımladığına biraz daha yakından göz atalım. Almanya’da yaşayan Alevi ve Sünni Zazaları bölmek için bile 11 site kurduran Derin Gladyo Kılıç, Almanya’daki Türk ve Kürt nüfusunun dörte birini oluşturan Alevileri anlamak için pek çok akademik araştırma yaptırmıştır. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi’nin 65. sayısında 2013’de yayınlanmış bir araştırmada buna değin çok doyurucu bilgiler yer alıyor. Gazi Üniversitesi, Alman Dili Eğitimi Bölümü’nden Muhammet Koçak, bu makalesinde, Alman kaynaklarında Bektaşilik ve Alevilik hakkında yazılmış olan araştırmaları ele alıyor. 

Bu bağlamda, kronolojik olarak 20. yüzyılın başından günümüze dek Almanca yazılmış olan araştırmalar incelenmiş. 

Konu ile ilgili olarak Almanya’nın Berlin ve Hamburg şehirlerindeki kütüphanelerden elde edilen 21 kitap incelenmiş ve bu kitapların Bektaşilik- Alevilik ile ilgili hangi konuları irdeledikleri, neleri araştırdıkları hakkında bilgiler verilmiştir. Betimleme yöntemi kullanılan araştırmanın sonucunda Bektaşîlik ve Alevîlik kavramlarının bir bütün olarak kabul edildiği, Bektaşilik ve Aleviliğin inanç sistemlerinin, ritüellerinin, mizahının, tarihî geçmişinin yanı sıra Anadolu’daki Bektaşi tekkelerinin mimarilerine kadar ayrıntılarının incelendiği görülmüştür. Aratırmaya konu olan kitapların bir çoğunda ise Bektaşilik-Alevilik konusunun özellikle siyasi yönünün ön plana çıkarıldığı, Alevi ve Bektaşilerin toplum ve devlet tarafından sürekli baskı altında tutulan ve yok edilmeye çalışılan bir topluluk olarak  gösterilmeye çalışıldığı ile karşılaşılmıştır. Ayrıca, söz konusu Alman kaynaklarında, hoşgörünün sembolü olarak görülen Bektaşilik ve Aleviliği ayrı bir din olarak görüp Zerdüştlükle ve Hristiyanlıkla bağdaştırmaya çalışan araştırmaların fazlalığı da dikkat çekmiş; Bektaşilik-Aleviliğin bir din mi, mezhep mi, kültür veya bir cemaat mi olduğu konusunda kafaların karışık olduğu ve bu konuda birbirinden farklı ve çelişkili tanımlamaların yapıldığı tespitinde bulunulmuştur. 

Hacı Bektaş Velî’nin düşünceleri etrafında XIII. yüzyılda kurulan Bektaşilik tarikatı ve beraberinde getirdiği Bektaşilik düşüncesi, Türk tarihinde önemli bir rol oynamış ve Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur. Bektaşiliğin ne olduğunu tanımlamak için öncelikle kurucusu olan Hacı 

Bektaş Velî’yi kısaca tanımak gerekmektedir. Aytaş (1999: 54), 
Hacı Bektaş Velî’yi, Türk kültür hayatına damga sını vuran, Türklüğün hamurunda mayası bulunan önemli bir şahsiyet olarak tanıt maktadır ve onun Anadolu bozkırında yeşerttiği hoşgörü ve sevgi tohumlarının gün geçtikçe yeşerip büyüyerek batıda Macaristan, doğuda Çin sınırlarında meyvelerini verdiğini ifade etmektedir. Bektaşilik, olgun insan yetiştirmek 
amacıyla hoşgörüyü ve muhabbeti kendisine ilke edinen bir tarikat olarak, Alevilik ise sözlükte “Halife Ali’yi ilk halifeden üstün tutan mezhep ve tarikatların genel adı.” şeklinde tanım lanmaktadır (TDK Türkçe Sözlük, 1988: 49). Bektaşilik ve Alevilik arasında farklar olsa da toplum tarafından aynı olarak görülmektedir. Günümüze dek Bektaşilik ve Alevilik kavramları Türk toplumu içerisinde sürekli tartışma konusu olmuştur. Bektaşiliğin ve 
Aleviliğin kimi çevrelerce bir kültür, kimilerince bir mezhep hatta kimilerince bir din olarak tanımlanması tartışmaların odağını oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra Bektaşi ve Alevilerin toplum tarafından dışlandıkları, ezildikleri, şiddete maruz bırakıldıkları, yok edilmeye çalışıldıkları söylemleri de gündemde sürekli yer tutmaktadır. Bektaşilik ve Alevilik ile ilgili ulusal ve uluslararası alanda birçok araştırma yapılmıştır. Bu çalışmada ise sadece Alman kaynaklarında Bektaşilik-Alevilik ile ilgili yapılmış olan araştırmalar üzerinde durulmuştur. Alman araştırmacıların ve Türk araştırmacıların Almanca olarak yayımladıkları kitaplar ve kitaplarda ele alınan konular betimleme yöntemiyle ve kronolojik olarak aktarılmaya çalışılmıştır. 

Bektaşilik kavramı Eigennamen im Deutschen Wortschatz adlı Alman ansiklopedide (Köstler, 2003: 17) “Hacı Bektaş Velî adlı bilginin yolundan giden ve Alevilik ile benzer olan İslami bir mezhep.” olarak yer almakta, burada ayrıca 1925 yılında Türkiye’de Bektaşi tekkelerinin yasaklandığı bilgisi de verilmektedir. Alevilik ise aynı ansiklopedide “Tutucu olmayan, tolerans sahibi bir İslami inanç hareketi.” (Köstler, 2003: 3) olarak tanımlanırken Aleviler namazı, zekâtı ve haccı reddeden kişiler olarak tanıtılmaktadır. Alevilerin Şii oldukları ve Sünni düşüncenin dışında yer aldıklarından dolayı sıklıkla Sünnilerin zulmüne uğradıkları da ilgili tanımda yer almaktadır. Bu yaklaşım, (gerçekle ilgisi olmadığı halde) Şiilerin de namaz kılmayan, hacca gitmeyen, zekât vermeyen insanlar olarak algılanmasına neden olabilecek mahiyettedir. Almanya’nın Berlin ve Hamburg kütüphanelerinde yaptığımız araştırmalar sonucu ulaştığımız Almanca kitaplarda, Alman ve Türk araştırmacıların XX. yüzyılın başından günümüze dek Bektaşîlik ve Alevîlik konusunu inceledikleri görmekteyiz. İncelenen kaynakların ilki Erlangen Üniversitesinden Georg Jacob tarafın dan kaleme alınan “Beiträge zur Kenntnis des Derwisch-Ordens der Bektaschis” adını taşımaktadır. Türkçe karşılığı “Bektaşilerin Dervişlik Tarikatı Hakkında Bilimsel Yazılar” olan araştırma Berlin’de yayımlanmıştır. 58 sayfalık çalışmada İslam dininin yazılı kaynaklara dayanan tarafının, Batı’da bugüne kadar birçok araştırmanın konusu olduğu buna karşın dervişliğe dayanan kısmının ihmal edildiği belirtilmektedir. 1908 yılında 
yayımlanan araştırmada Hacı Bektaş Velî hakkındaki güvenilir kaynakların neredeyse yok denecek kadar az olduğu üzerinde durulmaktadır. 

Bektaşilerin yeniçeriler ile ilgilerine değinen yazar, yeniçeriler ile olan bağlantılarının Bektaşilere dünyevi bir önem sağladığını ve Bektaşilerin fetih ordularının vaizleri konumunda olduklarını dile getirmektedir. 

Bektaşilerin daha sonra ortaya çıkan ve imparatorluğu sarsan birçok huzursuzlukta da ara buluculuk rolü oynadıklarına; buna rağmen 1826 yılında II. Mahmut’un yeniçerileri ortadan kaldırması sırasında yeniçerilerin ruhani liderleri konumundaki Bektaşilerin de ferman ve fetva ile sapkın ilan edildiklerine, İstanbul’daki 14 tekkenin yıkılarak sadece mezarlıklara 
dokunulmadığına, mensupların ise Anadolu’ya sürgün edilerek ya da yolda boğularak öldürüldüklerine yer vermiştir. 

Öte yandan Jacob, Bektaşilerin tam olarak açıklanamayan bir biçimde, Hristiyanlıkla bağdaştırıldığına değinerek Anadolu’da 1416 yılındaki ayaklanmaya önderlik eden dervişlerde de bu eğilimlere rastlandığını ifade etmektedir. Konu ile alakalı olarak ayaklanmadan önce bir dervişin ortaya çıkarak Kuran’ın “Biz Peygamberler arasında ayrım yapmayız.” ayetini okuyarak Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan daha üstün olmadığını vaaz 
ettiği rivayetini aktarmaktadır. Bunun yanı sıra evli Bektaşilerin kadınların örtünmesine hassasiyet göstermemeleri, şarap içmeleri, domuz eti yemeleri (1908: 20) gibi özelliklerinin Müslümanların gözünde Hristiyanlığa ait olgular olduğunu ve Bektaşilerin toplandıklarında şarap içip, ekmek ve peynir yemelerinin ise Hz. İsa’nın son akşam yemeğinin devamı gibi 
algılandığını belirtmektedir. Özetle, Alman kaynaklarında Bektaşilik ile ilgili rastladığımız en eski araştırmada Bektaşiliğin Türkiye ve Balkanlardaki tarihî, Bektaşilerin giyim tarzı vs. yanı sıra çeşitli araştırmacıların görüşleri ne de dayandırılarak Bektaşilerin İslam dinî ile ilgili bir hassasiyetlerinin olmadığına vurgu yapılmış; Bektaşiliğin, Hristiyanlık ile bağdaştırılmaya çalışıldığı göze çarpmıştır. Bektaşilik ve Bektaşi tekkeleri ile ilgili bir başka 
araştırma da 1913 yılında yayımlanmıştır. “Phrygia Bölgesinde Üç Bektaşi Tekkesi” (Drei Bektaschi-Klöster Phrygiens) anlamında olan 85 sayfalık çalışmada Karl Wulzinger, Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde yer alan Seyitgazi, Sücaattin ve Üryan Baba Tekkelerini ele almıştır. Seyitgazi’nin tarihî geçmişi ile ilgili bilgiler verildikten sonra adı geçen tekkeler detaylı olarak incelenmiştir. Bu bağlamda adı geçen türbelerin mimari planları ve 
fotoğraflarına da yer verilmiştir. 1914 ve 1927 yıllarında Bektaşi Velâyetnamelerinin Alman diline kazandırılması kapsamında çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Rudolf Tschudi tarafından 1914 yılında HacimSultan Velâyetnamesinin “Das Vilajet-name des Hadschim Sultan” adıyla Alman diline ilk kez çevrildiğini görmekteyiz. Türkçe dinî menkıbelerin orijinalleri  nin çevirileri konusunda birçok eksikliğin bulunduğuna değinen Tschudi, bu yayının bu konudaki boşluğun doldurulmasında az da olsa bir katkı sağlayacağını belirtmektedir. Bir diğer çeviri ise Hacı Bektaş Velî Velâyetnamesidir. Söz konusu Velâyetname Erich Groß tarafından 1927 yılında “Das Vilajet-Name des Haggi Bek- tasch” başlığıyla Alman diline kazandırılmıştır. Anadolu’daki Bektaşi tarikatlarını araştıran Suraiya 
Faroqhi, büyük ölçüde arşiv materyallerine dayandırdığı “Der Bektaschi-Orden in Anatolien” adlı araştırmasını 1981 yılında yayımlamıştır.  “Anadolu’daki Bektaşi Tarikatları” başlıklı çalışmada XV. yüzyılın sonlarından 1826’ya kadar “Bektaşi tekkelerinin coğrafi dağılı mı”, “Ekonomik bir birlik olarak Bektaşi tekkeleri”, “Toplumsal ilişkilerde Bektaşi tekkeleri” ve “Bektaşi tekkelerinin kapatılması” gibi konular yer almaktadır. Anton Josef Dierl’in Bektaşilik ile ilgili 1985 yılında kaleme aldığı “Geschichte und Lehre des anatolischen Alevismus-Bektaşismus” “Anadolu Aleviliğinin-Bektaşiliği nin Tarihî ve Öğretisi“ isimli 144 sayfalık bir araştırması bulunmaktadır. Söz konusu kitapta Dierl, Mustafa Kemal ile birlikte, Türkiye’nin laik ve dine bağlı olmayan bir cumhuriyete dönüştüğünü belirtmekte ve Atatürk’ün; Sünni halifeliği istemeyen, şeriat karşıtı ve laiklik yandaşı olan farklı güçleri ve etnik grupları yanında bulundurduğundan söz etmektedir. Bu nedenle Mustafa Kemal’in getirdiği değişimi sihir ile yapmış olamayacağını, arkasında Sünnilerin değil, aksine farklı bir etnik grup olan Alevi ve Bektaşilerin olduğunu savunmaktadır. Ayrıca Aleviliğin ve Bektaşiliğin ideolojik olarak Hristiyan Ortodoksluğundan ve bağnaz bir İslam anlayışından şiddetle ayrıldığından söz eden Dierl, Alevilik ve Bektaşiliğin, idealizm ve materyalizmin bir karışımı olduğundan dolayı mensuplarını oldukça modern ve bilimsel bir kişiliğe dönüştüren bir ideoloji olduğundan söz etmektedir. Bu bağlamda ilgili kitapta Alevilik ve Bektaşiliğin tarihinin yanı sıra, öğretilerinin ve ibadetlerinin detaylı olarak ele alındığını ve 

Alevilerin Kur’an’ın bozulması hakkındaki düşüncelerinin de aktarıldığını görmekteyiz. Mehmet Fuat Bozkurt’un “Buyruk” adlı eserinin “Das Gebot” adıyla tercümesi ise bir başka eser olarak karşımıza çıkmaktadır. İnci Orhun Alpay ve Carl Koß tarafından Almancaya çevrilen kitap, 1988 yılında Hamburg’da basılmıştır. Kitabın ilk bölümünde kitap hakkında bilgi verilmektedir. Burada, bu eserin Aleviler arasında en çok okunulan kitaplardan birisi olduğu ileri sürülerek Kuran’ı yorumlayan ve tamamlayan bir eser olarak kabul gördüğü belirtilmektedir. Kitabın Alevilerin dinî hikâye ve törenlerini, gelenek ve göreneklerini içermesinden dolayı Alevi toplumu tarafından büyük bir saygı gördüğü ifade edilmektedir. 

1989 yılında yayımlanan “Achte die Älteren, liebe die Jüngeren” “Büyüklerini Say, Küçüklerini Sev“ başlığını taşıyan araştırma Türk Alevilerinin vatanlarındaki ve göçmenlikteki sosyalleşmelerini konu edinmektedir. Ingrid Pflluger-Schindlbeck tarafından yapılan çalışma, Almanya’daki Türk ailelerinin çocuklarını artık geleneksel kurallara ve 
şekillere göre yetiştirmelerinin mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Bu düşünceden yola çıkan Schindlbeck, Batı Berlin ve Akköy’de yaşayan Alevi ailelerin çocuklarını “saygı”, “şeref” ve “namus” gibi kavramların ışığında nasıl yetiştirdiklerini incelemiştir. Bektaşilik ile ilgili bir diğer araştırma da “Der Weg Der Aleviten (Bektaschi- ten)” adını taşımaktadır. 

Türkçe anlamı “Alevilerin (Bektaşilerin) Yolu” olan kitap Ali Duran Gülçiçek tarafından 1994 yılında yayımlanmıştır. Yunus Emre, Hazreti Ali, Hacı Bektaş Velî, Terentius ve Muhiddin Arabî’den sözlerle başlayan kitap on bölümden oluşmaktadır. Alevilik kültür ve inancına genel bir bakıştan sonra Alevîlik- Bektaşîliğin doğuşu, diğer inanç sistemleriyle ve özellikle 
de Sünnilikle ilişkileri, Alevi ve Bektaşilerin Anadolu’da adlandırılması, Alevilik ve Bektaşilikte kadın-erkek eşitliği, Alevilik ve Bektaşilikte kutsal şahsiyetler, ayinler, Alevilik-Bektaşiliğin günümüzdeki durumu ve tanınmış halk ozanlarının konu edildiği kitabın ekinde Alevi terminolojisi hakkında bir sözlük, Alevi dergi ve gazetelerinin sıralandığı bir liste de yer almaktadır. Yüzyıllardır Aleviliğin baskı altına alındığını ve lekelendiğini, yazılı 
kaynaklarının sürekli yok edildiğini savunan Gülçiçek (1994: 11), günümüzde hoşgörüye ve insan sevgisine ihtiyaç duyulduğunu ve insanları insanlarla ve doğayla barıştırmanın gerekli olduğunu belirtmektedir. İnsanlığın nefret yerine barışa, düşmanlık yerine kardeşliğe, savaş 
yerine barışa ihtiyacı olduğuna değinen yazar, bu düşüncelerden dolayı Anadolu Aleviliğini araştırma ihtiyacı hissettiğini söylemekte ve Anadolu Aleviliğinin insanlığa büyük hizmetlerde bulunduğuna ve bünyesinde aktarılabilecek birçok değer barındırdığına dikkat çekmektedir. Yine Bektaşiliğin en tanınan ritüeli olan “Cem Ayini” ile ilgili bir araştırmanın 
“Der rituelle Gottesdienst CEM des Anatolischen Alevismus” adıyla yayımlandığını görmekteyiz. Manfred J. Backhausen ve Anton Josef Dierl’in Cem ritüelini araştırdıkları kitap 1996 yılında yayımlanmıştır. Cem ritüelinin, Şiiliğin bir kolu olarak tanımladıkları Aleviliğin en önemli ayini olduğuna ve Alman toplumuna tanıtılması gerektiğine değinen yazarlar, kitabın ön sözünde 1993 yılındaki Sivas olaylarından ve 1995 yılında Alevilere karşı katliam gibi eylemlerin gerçekleşmesinden bahsetmekte ve kitabı Türkiye’de dinî çevreler ve devlet tarafından kurban edildiklerini belirttikleri Alevilere ithaf ettiklerini belirtmektedirler. “Cem Ritüeli- Anadolu Aleviliğinin İbadeti” olarak çevrilebilecek kitapta Cem hakkında bilgiler verdikten sonra Almanya ve Avusturya’nın kimi şehirlerinde gerçekleşen Cem ritüelleri 
takip eden yazarlar, söz konusu ritüellerin tanıtımının yanı sıra orada hissettiklerini de aktarmışlardır. Bektaşiliğin mizahi yönünün ele alındığı “99 Bektaschi Witze/ 99 Bektaşi Fıkrası” adlı kitap Türkçe ve Almanca olarak karşımıza çıkmaktadır. Ali Duran Gülçiçek ve Rüdiger Benninghaus tarafından derlenen Bektaşi fıkralarının yer aldığı kitap, Hacı Bektaş 

Velî’nin “Okunacak en büyük kitap insandır.” sözüyle başlamaktadır. 1996 yılında okuyucuyla buluşan kitap; “Namaz”, “Oruç”, “Dünya Görüşü”, “Softa”, “İçki”, “Cami”, “Tanrı ve Evliya İlişkileri”, “Diğer Tarikatlarla İlişkileri”, “Yöneticiler” ve “Hazırcevaplık ve Özeleştiri” adlarını taşıyan on bölümden oluşmaktadır. Kitapta Alevi-Bektaşi edebiyatında şiirin yanı sıra fıkraların da önemli bir yer tuttuğu, baskı nedeniyle açıkça ifade edilemeyen sorunların saz ve fıkra ile dile getirildiği (1996: 20) belirtilmektedir. 
Bunun yanı sıra, giriş bölümünde Bektaşi fıkralarının ana temasının ne olduğuna, Bektaşilerin nasıl insanlar olduğuna, kitabın niçin Türkçe ve Almanca olarak iki dilde yazıldığına, Bektaşi fıkralarının tarihî gelişimine değinildikten sonra taranan 550‘ye yakın fıkra arasından seçilen ve konu başlıklarına göre tasniflenen 99 fıkra her iki dilde yazılarak okuyucuya sunulmuştur. Mizah ile ilgili bir diğer kitap da “Humor in Islam” adını taşımaktadır. “İslam’da Mizah” anlamındaki kitap 1997 yılında Atilla Yakup tarafından yayımlanmıştır. İslam dininin Batı Avrupalı ülkeler tarafından az anlaşılmasından dolayı kitabın başlığıyla karşılaşan okuyucuların kendilerine “Acaba İslam’da mizah var mı?” sorusunu sorabileceklerine değinen yazar, bunun önüne geçebilmek için söz konusu kitabı yazdığını belirtmektedir. 
İslam kültürünün bütün İslam ülkelerinde aynı olmadığı, ortak kabul gören unsurların sadece ayet ve hadisler olduğuna değinilen kitapta (1997: 13), Nasrettin Hoca ve Bektaşi dervişlerinin, mizah anlayışlarıyla dünyanın birçok yerinde tanındıkları aktarılmaktadır. 
Bektaşi tarikatının tarihî geçmişi ile ilgili kısa bir bilgi veren Yakup, cumhuriyetin kuruluşu ve laik bir sistemin benimsenmesi ile birlikte Bektaşi tekkelerinin kapatılmasına rağmen Bektaşi fıkralarının halk tarafından korunduğuna ve günümüzde bile kullanıldığına değinmektedir. Özetle ilgili kitap, İslam’da mizah unsurunun varlığına dikkat çekmek amacıyla Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkraları gibi mizah unsuru içeren metinlerin 
Almancalarına yer vermektedir. Manfred J. Backhausen ve Anton Josef Dierl tarafından “Einführung in den Alevismus-Bektaschismus” adıyla kaleme alınan bir başka kitap ise 1998 yılında basılmıştır. “Aleviliğe-Bektaşiliğe Giriş” başlığı taşıyan kitabın yayımlanma amacının, Almanya’da yaşayan Alevi gençlerin Alevilikle ilgili Almanca küçük ve anlaşılır bir kitap yazılması hususundaki dileklerini gerçekleştirmek olduğu belirtilmektedir (1998: 4). 
Almanya’da yaşayan Türklerin en az dörtte birinin Alevi olduğunu Alman kamuoyunda neredeyse kimsenin bilmediğine değinen yazarlar, Aleviliğin birçok tanımının yapıldığını ifade etmektedirler. Bu bağlamda Aleviliğin Şamanizm olduğu, İslam dinî olduğu, din olmadığı, aksine bir düşünce sistemi olduğu gibi ana tezlerin yanı sıra Aleviliğin ne Türklerle ne de Kürtlerle ilgisinin olduğu, aksine Zazalara ait olduğu ya da sadece Türklere 
veya sadece Kürtlere ait olduğu gibi yan tezlerin de mevcut olduğu (1998: 118) belirtilmektedir. On beş farklı konu başlığının yer aldığı kitapta Aleviliğin-Bektaşiliğin tarihî, Türk Şiiliği, Aleviliğin Sünnileştirilmekten kurtarılması gerektiği, Alevilik-Bektaşilik inancının şematik bir şekilde gösterilmesi, Bektaşilerde lirik, Semah, On İki İmam, yoğun olarak kullanılan semboller, Alevilik ile ilgili kurumlar ve Alevi bayramları gibi konular yer almaktadır. “Die Alevitische Religion” başlığıyla Alman literatüründe yer alan bir başka araştırma da Markus Dressler tarafından yazılmış olan doktora tez çalışmasının kitaplaştırılmış halidir ve Türkçe çevirisi “Alevilik Dinî” şeklinde karşılık bulmaktadır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

23 Ocak 2018 Salı

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN ALEVİ OYUNU BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN ALEVİ OYUNU BÖLÜM 2


AK PARTİ OYUNU GÖRDÜ 

Konunun bu aşamasında şu soruyu sorulabilir; Almanları’ın alevileri kendi siyasi amaçları 
doğrultusunda kullandığını AKP bilmiyor muydu? Bu soruya rahatlıkla evet cevabı 
verilebilir. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Gezi parkı bahanesiyle hükümete karşı 30 
bin kişinin katıldığı toplu mitingleri Almanya’nın değişik kentlerinde düzenleyince AK Parti 
bu eylemlerin asıl amacının kendisini iktidardan etmek olduğunu görmüştü. Böylelikle 
hükümet Bekir Bozdağ'ın sinyalini verdiği düzenlemeler için düğmeye basarak Almanlara 
karşı erken bir hamle yapmış oldu. AK Parti Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay da 
yine buna paralel olarak Türkiye'de yaşayan bütün mezheplerin, etnik gurupların bir ve 
beraber olarak Türkiye'yi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarılmasını 
hedeflediklerini söylerken 'Yeni Alevi açılımı üzerinde çalışıyoruz' açıklamasını yapıyordu. 

Kınay hükümetin alevi sorunları konusunda atacağı adımlardan bahsederken adeta 
Almanların manipüle edebileceği tüm noktaların haritasının çıkarıldığı hissini veriyordu: 

"Cemevlerine mali destek paketi hazırlanacak, Alevi dedelerinin mali giderlerinin 
karşılanması gündemde. İki ayrı üniversiteye Pir Sultan Abdal ve Hacı Bektaş-ı Veli ismi 
verilecek. Alevilik ders kitaplarında daha detaylı işlenecek. Türkiye'de kimse kendini 
'ötekileştirilmiş' hissetmeyecek. Bu doğrultuda, inanç ve kültür vakıfları yasa tasarısı 
hazırlanacak. Alevi dernek ve vakıflarının, Hacı Bektaş-ı Veli Vakfı'yla irtibatlandırılmasına 
çalışılacak. Cemevleri bu vakıflara bağlı olarak 'inanç vekültür merkezi' 
olarak hizmet verecek’ 

ALEVİ ÇALIŞTAY RAPORU 

Alevi açılımının raporu Mart 2011'de açıklanmıştı. Rapor, Aleviliğin röntgenini çekiyor, 
devletin hafızasını yenilemeyi amaçlıyordu. Çözüm önerilerinin yanı sıra açılıma uluslararası 
ilgi de raporda kendine yer bulmuştu. 2009'da başlayan Alevi açılımının raporuna göre 
devlet Aleviler ile yeni bir dil üzerinden konuşuyordu. Alevi örgütlerinin sokaktaki 
buyurgan dili ile devletin tepeden bakan anlayışı gitmişti. Her iki kesim de bu yeni dille özel 
tarihlerinin dışına çıkmayı denediler. Bu ortamda rapor çözüm önerilerinin yanı sıra 
Aleviliğe sosyolojik bir bakış açısı getiriyor, bir bakıma bu inancın röntgenini çekiyordu. 
Çözüm önerileri fantastik değildi, ancak yer yer çözümsüz sorunlar sıralanıyordu. Bu 
öneriler çoğunlukla devrim kanunlarına takılıyordu. Raporda açıkça ülke ismi ifade edilmese 
de, Almanların Alevi açılımına ilgisine işaret ediliyordu. 

Alevi açılımının parçası olarak 7 çalıştay düzenlendi; bu çalıştayların ilki 3-4 Haziran 
2009’da, sonuncusu ise 28-30 Ocak 2010’daydı. Çalıştayların ilkine dedeler, kanaat önderleri ve örgüt yöneticileri gibi Alevi temsilciler katıldı. Diğer çalıştaylar akademisyen, ilahiyatçı, basın mensupları, politikacılar ve sivil toplum temsilcileriyle düzenlendi. Nihai Rapor, bu çalıştaylar esas alınarak hazırlandı. Çalıştaylarda devlet ile Aleviler ilk defa bu şekilde bir araya geldi, Alevilik devlet tarafından dikkate alındı. Devletin Alevilerle konuşmak istemesi, müzakereye açık olması bu diyaloğun nasıl bir zeminde ilerleyeceğinin belli olmasını zorunlu kılıyordu. 300 kadar katılımcıyla gerçekleşen çalıştayların katılımcı listeleri, örgütsel yapılardan çok belli başlı söylemlere göre seçildi. 

Devlet Bakanı Faruk Çelik’in başkanlığındaki çalıştaylara ilişkin Nihai Rapor’u, Yrd. Doç. 
Necdet Subaşı kaleme aldı. Hükümetin toplumsal ve kültürel engellerin ortadan kaldırılması 
için kapalı kanalların derhal açılması yönünde adım atma kararlılığında olduğu ise Başbakan 
Tayyip Erdoğan’ın rapordaki “Bütün bu çalıştaylar, devletimizin Alevi vatandaşlarımıza 
ilişkin tarihsel hafızasını gözden geçirme, hatta yeniden oluşturma konusunda da bir 
milattır.” cümlesinde saklı. 

Aleviliğin köklerine de inen rapora göre çatışma Aleviliğin bir inanç oluşumu olarak 
yapılandırılmasını arzulayanlar ile onu büsbütün seküler bir organizasyona dönüştürmek 
isteyenler arasında cereyan ediyor. Rapor muhalif dilin Marksist-sosyalist kökenli 
ideolojiden alındığını dillendiriyor ve bu dilin temsilcilerinin ise Alevi Bektaşi Federasyonu 
çevresinde örgütlenmiş durumda olduğunu ifade ediyor. Muhafazakâr Aleviler kendi inanç 
ve uygulamalarını nasıl sürdüreceğini tartışırken, radikal Aleviler ise daha seküler yeni bir 
kimlik inşası içinde. 

Rapora göre Aleviliği dinî, kültürel, etnik ya da her üçünün karışımı bir yapılanma olarak 
görenler arasındaki ayrışma hızla çoğalıyor. Temel değerlerin hangi referanslar eşliğinde 
gelecek kuşaklara aktarılacağı belirsiz. Bu ayrışmalara rağmen Alevilikte baskın özellik Hz. 
Muhammed ile Hz. Ali ve soyuna, onların yol ve erkânlarına göre şekilleniyor. Raporda 
“Hak-Muhammed-Ali” söylemi İslam çerçevesinde kendine yer buluyor. Ancak Aleviliğin 
çeşitli inanç ve fikirlerin eriyip birbirine kaynaştığı bir anlayış, yeni bir bileşim olduğu da 
ifade ediliyor. Raporda Aleviliği ayrı bir din olarak görenlerin marjinal düzeyde kaldığı 
vurgulanıyor. 

Raporun ilk üç bölümünde Aleviliğin tarihsel geçmişi ve bugün karşı karşıya olduğu 
sorunlar ile kimlik sorunları ele alınıyor. Dördüncü ve son bölümde ise mevcut sorunlar, 
sorunların önündeki engeller ve çözüm önerileri sıralanıyor. Temmuz 2010’da tamamlanan 
rapordan önce Alevi açılımında Madımak, din dersi gibi konularda adımlar atılmaya 
başlanmıştı. Bu yüzden rapor, kamuoyu tarafından yeni olarak algılanmayabilir. 

Raporda dikkat çeken hususlardan biri de Alevilere olan uluslararası ilginin oldukça yüksek 
olması. Alevi açılımıyla ilgili özellikle Almanya, açılımın muhataplarıyla temas kurmak 
istemişti. Alevilerin tanınır isimleri bu ülkede faaliyetlerini sürdürüyor. Raporda ülke ismi 
açıkça ifade edilmiyor ancak “Uluslararası desteklerin de siyasetlerine eklenmesi söz 
konusudur.” denilerek Türkiye’deki Alevilerin Avrupa’dakilerin etkisine girdiği anlatılıyor. 
Bu ülkenin Almanya olduğunu söylemek çok zor değil. İlginin bazı ülkelerin devlet katına 
kadar yükseldiği, Alevilerinse bu ilgiyi kullanılmaya müsait bir fırsat olarak gördükleri 
belirtiliyor. 

Alevileri tek yapı olarak ele almayan raporda Türkmenler, Tahtacılar, Abdallar gibi farklı dil, 
söylem ve dünya görüşüne sahip çeşitlilikten söz ediliyor. Rapor, Aleviler arasındaki 
sorunların kendi inisiyatifleriyle çözülemeyeceğini, bu grupların birbirlerine saygısının 
kalmadığını, devletin önayak olması gerektiğini belirtiyor ancak somut adımların ne olması 
gerektiği yer almıyor. Aleviliği İslam’ın dışında bir din gibi algılama konusunda ise çarpıcı 
tespitler var. Fitne ve fesat olarak değerlendirilen bu tartışmanın Aleviler arasında şaşırtıcı 
bir kırılmaya neden olduğu anlatılıyor; “Çoğu seküler ve din karşıtı eğilimlerle hareket eden 
araştırmacı yazarlar, Alevilik içinde gelişen bu yeni kanalları neredeyse ana damar bir akım 
ve çizgi olarak görmekte âdeta birbirleriyle yarış hâlindeler. Bu bağlamda Aleviliği İslam 
içinde sayan yaklaşımlar da çoğu zaman çekingen, bu eğilimlerini gizlemeye çalışmaları söz 
konusudur.” 

ACEM OYUNU 

Şener Şen'in başrolünü oynadığı "Züğürt Ağa" filminde bir sahne vardır ve bu sahne komik 
olduğu kadar olayları yorumlamada bir yöntem sunacak kadar derinliklidir. 
Sahne şöyle gelişri: Kuraklık vardır, ekin perişandır. Züğürt Ağa tarlaya çömelir ve Allah'la 
konuşur, "Yarabbi bize bunu niye reva görüyorsun" diye sorar. Ardından da hiç uslu 
durmayan çapkın babasını kastederek şunları söyler: "Valla ben babadan şüpheleniyorum." 

Bu sahnenin kitabın konusuyla olan ilgisine gelince, Gezi olayları olduğunda bir süre sonra 
bu olayların arkasındaki saikler ve dış etkiler bir bir ortaya çıkmaya, bıraktıkları parmak 
izleri tespit edilmeye başlanmıştı. Dış etkenler deyince ilk önce Almanya'dan şüphelenmeye 
başladım. Neden böyle? Çünkü hafızam bu devletle ilgili bunu yapabileceğine dair bir arşivi 
barındırıyor. Bu devletin yapısındaki o "kötü gen" hiç yok olmuyor, hep başka formlarda 
ortaya çıkıyor. 

Mesela Almanya'daki Türklere yapılan saldırıların arkasında Alman devlet istihbaratının 
olduğunu bilmek bile bu devletten kuşkulanmaya yetiyor. 
Ya da yıllar boyunca PKK'ya verdiği destek. Bugün hemen herkes PKK'nın Avrupa'da 
himaye gördüğü başlıca ülkenin Almanya olduğunu biliyor. Bir bakıma PKK, Almanya'dan 
giden paralarla bu finansal yapıya kavuşabilmiştir. 
Almanya hakkında analiz yapmaya başlamadan önce şunları bilmek gerekiyor: Bu devlet 
soğuk savaş biter bitmez bir endüstri devleti olmaktan vazgeçip emperyal devlet olmaya 
karar verdi. İlk yaptığı iş Doğu Almanya'yı Rusların elinden parayla almak olmuştur. 
Nitekim yeni dış politikasının ilk eylemi olarak Balkanları bölmüştür. Almanya bütün 
dünyanın itirazına rağmen Hırvatistan'ın bağımsızlığını tanıyarak Balkan faciasını 
başlatmıştır. Şimdi Hırvatları AB'ye hazırlayan Almanya Balkanlara politikasını sokmayı 
başarmıştır. 

Aynı şekilde Ortadoğu ve Orta Asya'daki enerji bölgelerine dönük yakın ilgisi de bilinen bir 
konudur. 

İşte bu ülkenin Türkiye ile problemi de burada başlamaktadır. Almanya Türkiye ile çalışmak 
istemektedir ama hangi Türkiye'yle? 

Almanya kendisine bu bölgede Macaristan ve Romanya gibi bir partner istemektedir. Oysa 
Türkiye artık bağımsız politikalar izleyen bir ülkedir ve Alman çıkarlarını korumak gibi bir 
duyarlılığı da yoktur. İşte bu noktada Türkiye, Almanya için sevimsiz ve burnu behemahal 
sürtülmesi gereken bir devlete dönüşmektedir. Merkel'in partisinin siyasi belgelerine 
yansıyan "üyeliğe hayır, imtiyazlı ortaklığa bile hayır" görüşü yukarıdaki durumun sonucudur. 

Türkiye'deki altın madenlerine dönük ilgisi ve yaptıkları, yeni İstanbul havaalanı ile ilgili 
kaygıları bilinen hususlar. Ama bazı Türk yetkililere göre Almanya öyle bir şey yapıyor ki bu 
yaptığı önümüzdeki dönem Türk-Alman ilişkilerini de Türk-AB ilişkilerini de müttefiklik 
ilişkilerini de çok etkileyecek önemdedir. 

Almanların artık açıkça Türkiye'ye karşı Alevi kartını oynadığı dile getiriliyor. Almanların 
Almanya vatandaşı olan Alevilere ve Alevi derneklerine büyük destekler verdiği neredeyse 
herkesin bildiği bir durum. Bu desteğin de özellikle Müslümanlıktan yalıtılmış, yani Alisiz 
Aleviliği savunan örgütlere verildiği biliniyor. 

Son Gezi Parkı olayına en sert tepkiyi Almanya'nın verdiğini düşünülecek olursa, ardından 
sokaklara dökülen insanların ağırlıklı olarak Alevi kökenli insanlar olduğu da hatırlanırsa 
bu durum daha da somut olarak ortaya çıkar. Daha önce yerli provakatörlere para dağıtırken kameralara yakalanan İranlı casuslar olmuştu. Son olarak Gezi Parkı Olayları'nda 
görüldü İran... Prof. Dr. Osman Özsoy Haber 7’deki yazısında Acem oyununu irdeledi. 
Gezi Parkı'ndaki eylemlerin haberini "Türk Baharı" diyerek anlatması için Tahran'dan baskı 
gören İranlı muhabir Muhammed El Abbasi, 20 yıldır Türkiye'de yaşadığını ve bu olayları 
İran'ın istediği gibi okumanın ve yansıtmanın imkansız olduğu düşüncesi ile bu ısrarlı iste-
kleri reddedince, görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı. 

İran, Türkiye'nin bir baştan bir başa isyan ve ayaklanmalarla sarsılmakta olduğunu dünyaya yansıtmak istiyor ve hükümetin devrilmek üzere olduğu havasını vererek Türkiye’yi köşeye sıkıştırmanın tüm avantajlarını yaşamak istiyordu. 

Habertürk TV'ye konuşan Abbasi, Tahran'dan kendisine yapılan tüm bağlantılarda kendisinden Türkiye'nin karıştığı, uçakların havalandığı ve göstericilere havadan ve karadan sert müdahale edildiği gibi yorumlar yaparak olayın ''Türk Baharı'' olarak yansıtmasını istediklerini, baskı gördüğünü anlattı. 

Kendisinin ise, 'Hayır, Türkiye'de demokrasi var. Burası Arap ülkeleri gibi değil, burada 
bahar olmaz'' dediğini belirten Abbasi; "Ben yalan söylemem, burada sizin dediğiniz gibi 
şeyler yaşanmıyor'' diyerek istifa ettiğini açıkladı. 

İran medyası bu süreçte Taksim Gezi Parkı eylemlerine büyük destek verdi. Hatta İran bu 
desteği pratiğe de döktü. Taksim'de polisin göstericilere müdahaleleri sırasında yaralanan 
İranlı eylemciler oldu. 

Bir başka olayda Taksim Gezi Parkı nedeniyle Ankara'da yapılan eylemlerde güvenlik 
güçlerine taşlı sopalı saldırılar yapan Saman Mohaghegh adında bir İranlı gözaltına alındı. 
İranlı'nın Facebookta Türkiye topraklarını Pers İmparatorluğu içinde gösteren bir harita 
resmini paylaştığı öğrenildi. 

Aleviler sorunu üzerinden AK parti hükümetinin köşeye sıkıştırılmasında Almanya ile 
birlikte başrol oynayan İran’ın bu tutumu Türkiye’deki bir çok alevi kanaat liderinin de 
dikkatini çekiyordu. Bu kişilerden Türkmen Alevi Bektaşi Derneği Başkanı Özdemir 
Özdemir, İran'ın Türkiye'de Alevi-Sünni çatışması çıkarmak için yoğun faaliyet 
içinde olduğunu, Gezi Parkı eylemlerinin de bu senaryonun bir parçası olduğunu, 
faaliyetlerin, tabelasında ‘Alevi derneği' yazan 4 kuruluşla yürütüldüğünü en önemlisi de 3 
yılda yaklaşık 700 Alevi dedesinin İran'a götürülüp dinî lider Ali Hamaney ile 
görüştürüldüğünü iddia ediyordu. 

Taksim Gezi Parkı eylemlerine açıktan ve coşkulu destek veren, hükümetin devrileceğini 
umuduna kapılan İran, Gezi Parkı'ndaki eylemcilerin dağıtılmasından ve AK Parti'nin 
yaptığı 2 mitingden sonra zor durumda kalarak söylem değişikliğine gitmek zorunda 
kalıyordu. 

Böylelikle İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Irakçi Gezi olaylarının hemen sonrasında 
yaptığı basın toplantısında, Türkiye'deki protesto olaylarının ülkenin iç meselesi olduğunu 
ve yabancıların bu olaylara karışma hakkının olmadığını söylemek zorunda kaldı. 

İran, "çözüm sürecinde" PKK'nın Türkiye sınırları dışına çekilmesinden de rahatsız olmuş, 
açıkça tepki göstermişti. Milliyet'ten Aslı Aydıntaşbaş, ‘İran'dan Kandil'e çekilmeyin 
baskısı'başlıklı yazısında bu durumu net bir şekilde ortaya koymuştu. 

Yine bununla ilgili olarak hatırlancaktır, Türkiye'nin bugüne kadar karşılaştığı en ağır 
bombalı eylem olan Reyhanlı patlamasında Suriye Muhaberatı ile Acilcilerin parmak izleri 
olduğu, bunların arka planında da İran'ın varlığının bulunduğu ortaya konulmuştu. 

Yeni Şafak'ta Abdülkadir Selvi’de yazısında buna paralel iddialar dile getiriyordu: "PKK'ya, 
başta Şemdinli olmak üzere kalabalık gruplar halinde şehirlere saldırdığı ve final yılı olarak 
ilan ettiği 2012 yılında en büyük desteği İran vermişti. Sınırımızın yakınındaki Şehidan kampını yeniden açıp, kış döneminde boşalttığı sınır karakollarını PKK'ya devretmişti" 

Doç. Dr. Hüseyin Özcan, Zaman Yorum’da yayımlanan makalesinde hükümetin Alevi 
açılımını masaya şöyle yatırıyordu: ‘Yıllardır Alevilik Bektaşilik çalışmalarında bulunan bir 
akademisyen olarak projeyi heyecan verici ve tarihi bulduğumu baştan ifade etmeliyim. 
“Alevilik nedir?” sorusuna herkes farklı bir pencereden karşılık vermektedir. Öncelikle 
Aleviliğin ne olduğunu doğru tanımlamak gerekmektedir. Alevilik, İslam inancının içinde 
yer alan tasavvufi bir yorum ve yoldur. Yani Aleviler de Allah’a, Kur’an’a, Hz. Peygamber’e 
inanmaktadır. Kur’an’ın hükmüyle Alevi-Sünni mü’min ve kardeştirler. Aleviler, tarih 
boyunca birçok mağduriyetler yaşamıştır. Aynı mağduriyet Cumhuriyet’ten günümüze 
devam etmektedir. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla kurumları ellerinden alınmış, harf 
inkılabıyla yolun kaynak kitaplarından uzaklaştırılmış, ulus devlet anlayışının 
uygulanmasıyla tek tipleştirme politikaları gereği inancıyla ilgili pratikleri açıkça 
uygulayamamış, inancını ve ritüellerini gerçekleştireceği mekânlar devletçe sağlanmamıştır. 
Türkiye’nin azımsanmayacak bir bölümünü oluşturan Aleviler, sonuç olarak kaderine terk 
edilmiştir. Bütün bu sıkıntılara ek olarak birtakım şer güçlerce organize edilen itiraflarla 
Alevilik yıpratılmak istenmiş, provokasyonlarla yakın tarihimiz içinde bazı elim kanlı 
hadiselerle Alevi-Sünni toplum birbirine düşürülmüştür.’ 

TALEPLERİN GÖZ ARDI EDİLMEMESİ 

Gezi Parkı protestolarıyla tetiklenen eylemler göstermiştir ki küçük bir kıvılcım profesyonelce yapılmış bir müdahaleyle büyük bir kitle hareketine dönüştürülebiliyor. 
Günümüzde bunu yapabilecek bir çok güç odağının kuvve olarak mevcut olduğunu 
biliyoruz. Bilindiği gibi Selçuklu ayaklanmaları da Osmanlı’da belli başlı ayaklanmalar da 
basit bir bahane ile başlamış, kısa sürede kitleleri arkasına almıştı. Tarihimizde ayaklanmalar sonuçta hep devlet tarafından bastırılmıştır. Fakat sonuçta birçok insanın hayatına mal olmuştur. 

Hükümete düşen, muhalif halkının da makul taleplerini olabildiğince yerine getirerek 
gönüllerine girmek olmalıdır. Bugün azımsanmayacak bir grup olan Alevilerin öne çıkan 
ortak talepleri; cemevlerine inanç merkezi bağlamında statü tanınarak arsa tahsisi vb. 
imkanlar sağlanması, bütçeden makul bir pay ayrılarak aktif görev yapan dede ve zakirlerin 
desteklenmesi olarak özetlenebilir. Devlet bunu bir düzenleme ile yapabilecek güce sahiptir. 
Son günlerdeki üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verileceğinin açıklanması da 

Alevileri rencide etmiştir. Tarihte yaşanan hadiseleri o zamanki sosyal şartları bugünden 
doğru yorumlayabilmek zordur. Ama algıları yönetemediğimiz de bir gerçektir. Bugün 
Alevilerin Yavuz Selim algısı da ortadadır. Sonradan yapılan açıklamalarla Nevşehir’deki 
üniversitenin adının Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Tunceli’deki üniversitenin Pir Sultan 
Abdal Üniversitesi olarak değiştirilmesinin gündeme gelmesi bir iyi niyet yaklaşımı olarak 
değerlendirilebilir. 

Köprünün ismi vesilesiyle yaptığı değerlendirmelerde “Bir köprü ile aramızdaki bir sürü 
köprüyü yıkmayalım.” diyerek Allah, Peygamber, Kur’an gibi güçlü ortak paydalara dikkat 
çeken muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi de cami-cemevi projesinin Alevi-Sünni 
toplulukları birleştiren bir köprü olabileceğine işaret etmiştir. Onun bu sözleri birçok Alevi 
inanç önderi tarafından da takdir ve ilgiyle karşılanmış, desteklenmiştir. Gezi Parkı 
hadiselerini de kaygıyla izleyen Hocaefendi, orada toplanan vatandaşlara sıkılan gazdan 
gözleri yaşarmış, polisimize atılan taş ve molotofkokteylinden yüreği yanmış, milletinin bir 
ferdinin bile burnunun kanamasına bile gösterdiği duyarlılığıyla her zaman birlik ve 
beraberlik içinde herkesin kendi konumuna saygılı davranılması gerektiğinin altını çizmiştir. 
Cami-cemevi yan yana projesi gerçekleşirse her iki kesim bu vesileyle bir araya gelerek 
birbirlerini daha iyi tanıyacak, oluşan önyargılar kırılacaktır. (21) 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


1 Burkay K., Kürtler ve Kürdistan, 1992, İstanbul, s.454. 
2 Çay, A., Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996, s,13 
3 Ömer Özüyılmaz’ın Gurmanc ve Kürtlerin kökeni adlı eserine göre, Kürtler ve Gurmanclar iki ayrı halk olup, Bu iki topluluk yeni bir millet oluşturma amacıyla Batılılarca birleştirilmeye çalışılmış ve önemli oranda da başarılmıştır. 
4 Çay, a.g.k. ,s,17 
5 Çay, a.g.k., s.119,120 
6 http://zozanozgokce.blogcu.com/1833224/ 
7 Ulubelen, E., İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye , İstanbul, 2006, s.177-247 
8 Ulubelen, a.g.k., s.113 
9 Ulubelen, a.g.k., s.188 
10 Turan yavuz, ABD’nin Kürt Kartı, İstanbul, 1993, s.54-70. 
11 Marcus A., Kan ve İnaç, İletişim Yayınları, 2009 
12 Sakık Ş., Apo, Ankara, Ankara, 2005, s.51 
13 Necdet Pekmezci, PKK’nın MİT’tolojik Tarihi, Silüet Yayınları. 
14 Bu kişinin içinde bulunduğu yapılanma Türk Milli Ülküsü dışında etnik-kafatasçı bir yapıdır. 
15 Öcalan A,. Devrimin Dili ve Eylemi, s. 110, 117, 122, 155. 
16 Öcalan A., Bir Halkı Savunmak, İstanbul, 2004, s.255 
17 Yalçın Küçük bu dönemde Cumhuriyet Gazetesinde Yöneticilik yapmaktadır. 
18 Sakık, a.g.k., s.52 
19 Öcalan, Bir Halkı Savunmak,… s.255 
20 Akçora E., ” Tarihi Gelişimi İçerisinde Terör Örgütlerinin Türkiye Üzerindeki Emelleri Ve İşbirlikleri” Doğu Anadolu Güvenlik Ve Huzur Sempozyumu, Elazığ, 2000 , s.266. 
21 Stratejik savunma (1984-1989), Stratejik Denge (1989-1991) ve Stratejik saldırı (1991-1996) 


***