28 Aralık 2016 Çarşamba

Atatürk Dönemi Dış Politikasında Ortadoğu’nun Yeri Üzerine



Atatürk Dönemi Dış Politikasında Ortadoğu’nun Yeri Üzerine 



DEĞERLENDİRME MAKALESİ 
REVIEW ARTICLE 

Mustafa Bıyıklı, Batı İşgalleri Karşısında Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları - Atatürk Dönemi, Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2007, 2. bsm., 517 s. 

Namık Sinan TURAN* 
* Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü. 


Türkiye’nin son yıllarda Ortadoğu coğrafyasında daha aktif rol oynama çabaları bölgedeki tarihsel referansların değerlendirilmesi açısından da fırsat olarak 
kabul edilmekte. Bu hiç şüphesiz gerek siyasi tarih gerekse uluslararası ilişkiler açısından oldukça eksik sayılabilecek literatüre katkı anlamında oldukça 
önemli. Osmanlı Dönemi Arap milliyetçiliğinin gelişim sürecine dair çalışmalar ya da son yıllardaki siyasi ve ekonomik gelişmeleri baz alan konuların ağırlık 
kazandığı araştırmalar ne yazık ki erken cumhuriyetin dış politikasında Ortadoğu söz konusu olduğunda eksik kalıyor.1 Bunun başlıca iki nedeni olduğu 
söylenebilir. İlki cumhuriyetin ilk yıllarına dair arşiv kaynaklarının tasnifi konusundaki eksiklerin araştırmacıları konudan uzaklaştırması. İkincisi ise yüzünü Batı uygarlığına dönen Kemalist rejimin Ortadoğu’ya ve daha özelde İslam dünyasına sırtını döndüğü yönündeki ön yargının konuya olan ilgiyi azaltması. 
Bununla birlikte akademik anlamda Ömer Kürkçüoğlu’nun çalışmaları Türkiye ve Ortadoğu ilişkileri konusunda ilkler arasında sayılmalıdır.2 

Atatürk dönemi Ortadoğu ile olan ilişkiler konusunda son yıllarda bir ilgi uyanmaya başlamışsa da bu henüz yeterli düzeyde değildir.3 
Son döneme kadar K. Krüger’in 1932’de basılmış olan eserinin yanında konuyla doğrudan ilişkili bir çalışma bulmak oldukça güçtü.4 
Bu nedenle Mustafa Bıyıklı’nın kitabı önem kazanmaktadır. 

Batı İşgalleri Karşısında Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları: Atatürk Dönemi başlıklı çalışma yazarın 2002 yılında tamamladığı İki Dünya Savaşı Arasında 
Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları (1918-1939) adlı doktora tezine dayanmakta. 
Ancak anlaşıldığı kadarıyla bazı ilaveler içermekte. Kitap uzun bir girişin ardından üç bölüm olarak kurgulanmış. Bunun yanında “Türkiye İçin Ek Tedbirler 
ve Hedefler”, “Ortadoğu Ekseninde Türk-Arap İlişkilerinin Gelişmesi”, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasının Kaynakçalı Kronolojisi” gibi ek yazılarla 
destekleniyor. 

Yazar kitabının girişinde temelde Osmanlı Devleti’ndeki siyasal ve sosyoekonomik değişimin nedenlerini tahlil etmekte, bunu iç ve dış etkiler ışığında analiz etmeye çalışmakta. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bunu yaparken kullandığı dil ve üslup bir akademik çalışmanın üslubuyla uyuşmuyor. Burada altın çağ olarak tanımlanan Osmanlın klasik döneminin5 sona erişi ve yaşanan sarsıntı karşısında 18. yüzyıl sonlarından itibaren geliştirilmeye başlanan “yenileşme” hareketleri devletin “sosyal” yönlü bir müdafaa hareketi olarak değerlendiriliyor. Böylelikle Batının siyasi ve ekonomik nüfuzunun Akdeniz’in doğusunda giderek hissedildiği bir süreçte Osmanlıdaki dönüşümlerin temelde savunma refleksine dayalı bir siyasetin sonucu olduğuna dikkat çekiliyor. Burada temelde görülen yaklaşım olayları tamamen dış etkilerin bir sonucu olarak yorumlama anlayışıdır. Örneğin Osmanlı halkları arasında milliyetçiliğin gelişimi ve bağımsızlık taleplerinin yükselişi Batılıların kışkırtmacılığına bağlı olarak yorumlanıyor. (s. 18-19) Oysa milliyetçilik gibi 19. yüzyılın genel karakteristiğini belirleyen ve yeni kimliklerin inşa sürecine işaret eden bir ideolojinin etkileri yalnızca dış etkilerle açıklanamaz. Dahası Osmanlı gayrı Müslimleri arasında bu etkinin uyanışında örneğin Yunan milliyetçiliğinin gelişiminde bu kimliği birleştirici bir unsur olarak tasarlayan Yunan ticaret burjuvazisinin etkisini dikkate almamak mümkün değildir. Aynı yaklaşım Osmanlı Ortadoğu’su için de göze çarpmaktadır. Nitekim yazarın da dikkat çektiği Şam olaylarının dramatik gelişim seyri Batının bölgedeki nüfuz mücadelesinin yanı sıra bölgedeki cemaatler arasında ekonomik çatışmanın da bir sonucudur. Evet 
görünürde Tanzimat ve Islahat Fermanlarının bölgede özellikle Müslümanlar arasında yarattığı tepki olayların gelişiminde etkili olmuştur; ancak temelde 
ve çok daha etkin bir neden olarak ekonomik gelişimdeki eşitsiz durum yer almaktadır. 

1860 Şam olaylarını – yazar 1861 olarak gösteriyor – Büyük Devletlerin “Hıristiyan azınlığı ve batılılaştırdıkları zümreleri” kullanarak İslam dünyasında 
ikili kültür, huzursuzluk ve karışıklık arayışlarının bir sonucu olarak değerlendirmek olayı tek boyuta indirgemek anlamına geliyor.6 

Kitabın girişindeki analizlerde özellikle kuramsal anlamdaki eksiklikler dikkat çekiyor. Milliyetçilik olgusu ve Arap milliyetçiliğinin gelişimine dair algılama 
buna tipik bir örnek oluşturuyor. Buna göre sömürgeci devletler Arap milliyetçiliğini ve Türk-Arap düşmanlığını başlatarak “Ortadoğu çevresinde 
Türk-Arap ilişkileri daralmaya ve kopma noktasına varmıştır.” deniyor. Akademik uzmanlık alanını Ortadoğu üzerine geliştirmiş bir yazarın Arap milliyetçiliği 
konusundaki literatürden haberdar olmaması düşünülemeyeceğine göre buradaki yorumlamanın çoktan aşılmış bir yaklaşımı yansıttığını da bilmesi 
gerekirdi. Milliyetçilik hareketlerinde özellikle 19. yüzyıldaki gelişim çizgisinde Fransız devriminden itibaren dış etkilerin yeri bilinmektedir. Ancak hiçbir 
ideoloji toplumsal ve ekonomik bir altyapı olmadan siyasi bir realite haline dönüşemez. Arap milliyetçiliği de bu yönüyle bakıldığında tek başına Osmanlı 
birliğine kasteden Batılıların kışkırtmalarının bir sonucu olarak değerlendirilemez. Elbette Batının modern biliminin, kurumlarının ve siyasi düşüncelerinin 
Arap dünyasına ulaşmasında özellikle sahil şeridinde faaliyet gösteren misyonerlerin önemli bir payı olmuştur. Ancak bu konuyu ayrıntılı olarak inceleyen Adil Baktıaya’nın da belirttiği gibi misyonerler ne Araplara ulaşan tek kanaldı ne de bu kanalların en önemlisiydi. Nitekim Bıyıklı’nın ileri sürdüğünün 
aksine misyoner okul ve kolejlerin bu süreçteki etkisi oldukça tartışmalıdır. Son dönemdeki araştırmalar Arap milliyetçiliğinin fikri temsilcilerinin misyoner 
okullardan çok Osmanlı eğitim kurumlarından yetiştiğini ortaya koymaktadır.7 Yoksa burada ileri sürüldüğü gibi Arap milliyetçiliği, Ermeni milliyetçiliği ve Jön 
Türk hareketini tek başına Osmanlı’yı parçalamaya yönelik Batının girişimleri olarak değerlendirmek konuyu eksik görmektir (s. 33). 

Tanzimat ve Islahat Fermanlarının sosyal yapı üzerindeki etkilerinin tümüyle olumsuz değerlendirildiği görülmektedir. Tüm bu projeler “birer Türk fikri olmaktan uzak” Batının dayatmaları olarak değerlendirilirken analitik bir değerlendirme arayışından çok Türkiye’deki muhafazakar yazının bilinen söylemi tekrar ediliyor.


Batılılaşma projesinin özellikle edebiyat ve kültür yaşamındaki eksik ya da zayıf kalan yanları elbette eleştirilebilir ve eleştirilmelidir de 8 ancak burada yer aldığı biçimiyle gazeteler ve gazeteye bağlı yazı çeşitlerin, tiyatro, roman, Batılı eserlerin Türkçe’ye tercümesi, dil ve imlaya dair ıslah girişimlerin 
de Batının amacına ulaşmak adına siyasi amaçla kullandığı araçlar olarak resmetmek 19. yüzyılın dünyasını ve kamuoyunu doğru teşhis edememek 
anlamına gelmektedir. Aksi halde “Batı değerleri lehine ve Osmanlı değerleri aleyhine olarak dış destek ve teşviklerle gazete, tercüme, tiyatro, romantizm, 
cemiyet faaliyetleri ve kadının evinden dışarı çıkartılıp bu faaliyetlerin içine yönlendirilmesinin” olumsuz sonuçlar olarak sunulması başka şekilde açıklanamamaktadır (s. 22). Nitekim benzer değerlendirmelere girişte bolca rastlanmaktadır. 


Türkiye’de Osmanlı son yüzyılı ve erken cumhuriyet dönemine dair değerlendirmelerde ideolojik önyargıların etkisinin aşılabildiğini iddia etmek mümkün değildir. Bu çalışmada da bunun aşılamadığı görülmektedir. Bunlardan en dikkat çekici olan meşrutiyetin değerlendirilmesidir. II. Meşrutiyet konusunda son derece geniş bir literatürün varlığı bir yana sadece Süleyman Kocabaş’ın çalışmasına dayanan yazar bunu adeta 7 milyon Yahudi’nin yaşadığı Selanik’teki 
sermayedarların, dış devletlerin hedeflerine ulaşmak için kullandıkları mason localarının olgunlaştırdıkları Jön Türklerin Osmanlı hanedanının dışlanması, 
İslam’ın yok edilmesi ve garp zedeliğin yaygınlaştırılması konusundaki girişimlerinin sonucu olarak değerlendiriyor (s. 26). Tümüyle tartışılabilecek bu yaklaşım tarihçilik yaklaşımının ikna ediciliği bir yana pedagojik anlamda da sorunlar içermektedir.9 Aynı tavır Batının oyununun bir parçası olan “azınlıklarının ihanet vari şikayet ve propagandaları” şeklindeki yorumlarda da görülüyor 

(s. 30). Söz konusu yaklaşım böyle bir çalışmanın girişinde yer alması gereken tezin ana ekseninin belirlenmesi ve yöntemin saptanmasından uzaklaşılarak 
demogojik tartışmaların tarafı olunması sonucunu doğuruyor. Benzeri ifadeler ve görüşlere günümüzün bazı basın organlarında da rastlanabilmektedir. 
Ancak akademik bir çalışmanın girişinin günlük gazetelerde rastlanan cinsten bir üslubu kaldıramayacağı açıktır. Ayrıca bu yaklaşım girişi amacından 
uzaklaştırmakta, konuyu dağıtıp, okurun konsantrasyonunu, metne bağlılığını zayıflatmaktadır. Bunun en tipik örneği s. 28’deki 20. dipnot ve 29-30 arasındaki 21 ve 22. dip notlardır. Konuyla bağlantısı olmadığı halde ve Kayı boyu gibi yıllar önce aşılmış nazariyelere de gönderme yaparak 623 yıllık Osmanlı idaresinin “aydınlık, huzur ve adalet içerisinde yönettiği” 60 kadar ülkedeki egemenlik sürelerinin belirlenmesi kitaba bir katkı sağlamadığı gibi bütünlüğü de bozmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında giriş kısmı eserin takdimi ve yöntemin ana hatlarının belirlenmesinden çok yazarın kimi konulardaki görüşlerini okurla paylaştığı müstakil bir yazı niteliğine bürünmektedir. 

Kitabın ilk bölümü “Batı-Doğu Ekseni veya Akdeniz Hattında Meseleler, İç ve Dış Politikalar” başlığını taşıyor. 9 alt başlık altında incelenen sorun 
Ortadoğu’nun küresel mücadelede başlıca merkezlerden biri haline geliş süreci. Bu bağlamda başta İngiltere olmak üzere, Düvel-i Muazzama’nın Akdeniz 
politikaları, I. Dünya Savaşı’nın sonuçları, savaş sonrası düzen kurma arayışları ve tarafların tezleri bu bölümün başlıkları arasında yer alıyor. Söz konusu 
süreç hakkında yerli ve yabancı oldukça geniş bir literatür bulunmaktadır. Ancak burada ilk dikkati çeken yön özellikle yabancı literatürün taranmasındaki 
eksikliktir. Aynı şekilde en çok yayına rastlanabilecek konulardaki atıflarda da bu eksiklik kendisini hissettirmektedir. Örneğin sayfa 112-113’te Çanakkale 
ve Birinci Dünya Savaşına dair verilen kaynaklar kimi internet siteleri olup, yazarın bu konudaki çalışmalardan haberdar olmadığını düşünmek mümkün değildir. 

Benzer şekilde Mekke Şerifi Hüseyin ve ayaklanması gibi konuyu doğrudan ilgilendirebilecek tartışmalarda bile kaynaklar üzerindeki eksiklik göze 
çarpmaktadır. Oysa en azından Ernest C. Dawn’ın, Osmanlıcılıktan Arabçılığa adlı eseri burada daha ufuk açıcı yorumlar üretilmesine katkı sağlayabilirdi (s. 
114). İlk bölümde metne dair bir diğer dikkat çekici yön yoğun bilgi aktarımı ve tekrarlara karşılık analitik bir bölümlendirmenin yapılamayışıdır. Bu durumda 
okur iki dünya savaşı arası batı karşısında Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına genel bir bakıştan yine iki dünya savaşı arasında Türkiye’nin deniz stratejileri 
ve psikolojisine savrulabilmekte ve aralarında bağ kurmada zorlanabilmektedir. Burada daha dikkatli bir bölümlendirmeyle ortaya konan emek analitik bir 
çerçevede sunulabilirdi. 

Misak-ı Milli Politikası ışığında Yeni Türkiye’nin ve dış politikasının incelendiği ikinci bölüm Ortadoğu’daki politik mücadelede Türkiye’nin yerini konu 
ediniyor. İlk olarak İttihat ve Terakki’nin Arap elitleri ile olan çekişmesi, Jön Türk idaresinin Arap bölgelerinde yarattığı siyasal tepki inceleniyor. 
Bunu takiben yeni rejimin şekillenişi aşamasında hilafet tartışmalarına yer veriliyor. Hilafetin kaldırılması süreci uzunca bir bölüm olarak anlatılıyor. 
Burada aktarılanlar elbette hilafetin kaldırılma sürecine dair önemli bilgiler; ancak başlı başına bir araştırma konusu olan ve yazarın da yüksek lisans tezinin 
konusunu oluşturan bu sürecin çok ayrıntılı yer alışı Türkiye’nin Ortadoğu politikasının şekillenmesindeki en önemli amil buymuş havası yaratıyor. 
Yazar bu bölümde Meclis çatısı altında ve basında yer alan tartışmaları aktarırken, belki de üzerinde durulması gereken bir başka konuyu ihmal ediyor. 

Hilafet Meselesi 

19. yüzyılda özellikle II. Abdülhamid rejimi döneminde İttihad-ı İslam tartışmaları kapsamında iç ve dışta, taraftar ve muhalif çevrelerde hayli tartışılmış bir konuydu. Özellikle Abdülhamid rejiminin kurumu diplomaside öne çıkarma konusundaki özeni ve hassasiyeti karşısında İngiltere’nin de kışkırttığı Arap hilafeti meselesi Araplar arasında Osmanlı hilafetine alternatif olarak tartışılmaya başlanmıştı.10 İkincisi bazı Arap bölgelerinde Osmanlı karşıtlığının yükselişi sanıldığının aksine Jön Türk idaresinden öncelere dayanıyordu. Bunda yalnızca dış yönlendirmeler ya da Osmanlı merkeziyetçi bürokratlarının uygulamaları değil yükselen Arap milliyetçiliğinin de etkisi vardı.11 Nitekim bu konuda değerli araştırmacı Prof. Dr. İsmail Kara’nın editörlüğünde toplanan 
hilafet risaleleri başlıklı çalışma konuyla ilgili büyük bir boşluğu doldurmuş, olayı geniş perspektifli değerlendirme imkanı sağlamıştır. 

İkinci bölüm yeni Türkiye’nin iç ve dış politikasında kimlik değişiminin incelendiği başlığın ardından 1921 yılından 1938’e değin yıl yıl dış politika gelişmelerini 
ele alıyor. Burada Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinden yararlanılmış olması konuya katkı sağlıyor. Ancak bazı konuların atlandığı dikkatlerden kaçmıyor. 
Örneğin 1934 yılı gelişmeleri arasında İran Şahının Türkiye ziyaretine yer verilmemiş olması dikkat çekiyor. Oysa bu ziyaret yazarın da 1937 olayları içinde yer verdiği 8 Temmuz 1937 tarihli Sadâbat Paktı’na giden süreçte iki ülke arasında resmi ilişkilerin gelişiminde önemli bir adımdır.12 Yazar 10 Haziran 
1934-6 Temmuz 1934 arasında gerçekleştirilen bu ziyarete kronolojisinde de yer vermemiştir (s.446). Mustafa Bıyıklı 1923-1938 politikalarını değerlendirirken 
Türkiye’de ulus devletin oluşum sürecindeki laiklik politikalarının Ortadoğu ile ilişkilerde göreceli olarak belirleyici olmakla birlikte 1930’a kadar olan dönemde 
güvenlik, barış ve komşuluk açısından olumlu gelişmeler yaşandığına dikkat çekiyor. 

Bu dönem dış politikasında en önemli özellik Lozan sonrası sorunlarla mücadele edilirken, dış dünyayla daha kuşkucu ve temkinli ilişkilerin kurulmasıdır. 
Yazar 1933 sonrasında Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye arasında görülen ilişkilerdeki gelişmeyi revizyonist blok ülkelerinin yayılmacı faaliyet lerine karşı Türkiye, İran, Irak, Afganistan gibi ülkelerin emperyalizme yönelik benzer kaygılarına bağlı olarak değerlendiriyor. Aynı dönemde dikkat çekilen bir diğer nokta ise Türk dış politikasında zaman zaman statükocu kimi kez de ısrarcı ve fırsatçı olunmasıdır. Nitekim Montreux ve Hatay meselesindeki tutum bu yönüyle vurgulanmaktadır (s. 326-327). 

Kitabın üçüncü bölümü Arap-Türk ilişkileri, meseleler ve politikalar konusuna ayrılmış. Burada da tezi bölümlendirmedeki eksiklilikler ilk anda göze çarpıyor. 
En dikkate değer yön konu başlıklarında tekrara düşülmesi ve dağınık bir tarzın benimsenmesi. Burada esas tema Araplar ve Türkler arasındaki ilişkilerde 
devletlerin, daha özelde toplumların birbirini algılama biçimleri. Arap dünyasında Türkiye üzerine yapılan çalışmalar, Osmanlı geçmişine bakışları gibi başlıklar oldukça genel ifadelerle burada yer alırken, Türk-Arap yakınlaşmasının gerekliliği başlığı altında bu konuda argümanlar ileri sürmektense 1908-18 dönemindeki gelişmelerin kısa bir yorumuna yer veriliyor. Yazar 1916 sonrası bazı Arapların yabancılarla işbirliği yaparak halife-sultana karşı ayaklanmalarını 
kabullenilemeyecek bir şey olarak nitelendirirken, 1919 sonrasında Türk milliyetçilerinin de halife-sultana karşı aynı şeyi yaptıklarını iddia ediyor. Bu 
durumda okurun kafasında ulusal savaş sırasında gayet pragmatik gerekçelerle halife-sultana yönelik vurgular yapan milliyetçilerin hangi yabancılarla 
işbirliği yaptığına dair bir soru oluşabiliyor. Bir önceki bölümde hilafetin kaldırılmasına dair anlatıda yer verilmeyen Arapların lehte ya da aleyhte tepkilerine bu bölümde yer veriliyor. Arapların Osmanlı geçmişine ve Atatürk inkılaplarına bakışlarına dair başlıklar, Türkiye’nin Ortadoğu politikasına yönelik yaklaşımları çarpıcı alıntılarla aktarılıyor. Özellikle Arap aydınları arasında Türkiye’deki dönüşüme dair algılamalar dikkat çekici. Burada aktarıldığı biçimiyle Kemalist devrimin hafta tatilinin değişiminden, harf reformuna, kadın erkek eşitliğine kadar toplumsal ve siyasal alandaki hemen her adımı bazı çevrelerde İslam’ın temel yasasından açıkça uzaklaşma ve İslam dünyasına sırtını dönme olarak değerlendirilmiş. Mustafa Bıyıklı burada menfi yaklaşımların yanında ortak tarihe yönelik daha soğukkanlı yaklaşımlardan da söz ediyor. Bunlar arasında 

Tunuslu tarihçi Abdülcelil Temimi ve Mısırlı tarihçi Muhammed Harb’ı özellikle anıyor. Ancak burada da işaret edildiği gibi Araplar ve Türkler arasındaki imaj 
sorununun kısa sürede hallolmasını beklemek fazla iyimserlik oluyor. Kitabın son bölümü olumsuz Arap imajının düzeltilmesi için ileri sürülen Arap tekliflerini 
içeren başlıkla tamamlanıyor. Daha çok İbrahim Dakuki’nin çalışmalarına dayandırılan bu kısımda karşılıklı önyargıların aşılmasında diyaloga ve anlayışa 
dayalı bir ilişki tarzının gerekliliği üzerinde duruluyor. 

Mustafa Bıyıklı’nın çalışması çok incelenmemiş bir konunun ele alınması açısından dikkat çekmekle birlikte konuya yönelik kaynakçada özellikle İngilizce 
ve Fransızca literatürün eksikliğiyle, bölümlendirme ve konunun sınırlarının tespiti konusunda sorunlar barındırıyor. Eksikliği dikkat çeken bir diğer konu 
ise dış politika konusunun ele alındığı bir çalışmada dış politikada belirleyici olan paradigmalara yeterince yer verilmemiş oluşu. 


1 Yüksek Öğretim Kurumu tez kataloğunda yapılacak kısa bir araştırma da Türkiye’ nın Orta doğu ile olan ilişkilerinin çeşitli boyutlarına işaret eden 59 tez kaleme alındığı görülmektedir. 

2 ÖmerKürkçüoğlu,Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1909-1918), Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara 1982 ve Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Karşı Politikaları (1945-1970), Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara 1972. 

3 Bu konuda iki yüksek lisans tezi kaleme alınmıştır.Aydın Can,Atatürk Dönemi Türkiye’nin Ortadoğu Politikası (1923-1938),Yüksek LisansTezi, İnönü ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü, 2000, 315 s.,Fikri Işık, Atatürk Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası, İnönü Üniversitesi SosyalBilimler Enstitüsü, 2005, 132 s. 

4 Krüger, K., Turkey and the Middle East,George Allen and Unwin Ltd. London 1932, 223 s.,Türkçesi için bkz. Kemalist Türkiye ve Ortadoğu, Altın Yayınları, 
Çev.Nihal Önol, İstanbul 1981, 197 s. 

5 Yazar Altın Çağ tabirini Fatih,Yavuz ve Kanuni dönemlerini içerecek biçimde kullandığını belirtiyor. Bununla birlikte erken modern çağların bir imparatorluğu olan 
Osmanlılarda altın çağ tabiri genelde Kanuni Süleyman dönemini ifade edecek şekilde kullanmıştır. Cemal Kafadar,“ The Mythof the Golden Age:  Ottoman Historical Consiciousnessin the Post Süleymânic Era”, Süleymân the Second and His Time, Ed.Halil İnalcık - Cemal Kafadar, The Isıs Press, İstanbul 1993, s. 37-48. 

6 1860 Şam olaylarının sosyo-ekonomik nedenleri ve gelişim süreciyle ilgili olarak Leila Tarazi Fawaz, An Occasion for War: Civil Conflict in Lebanon and 
Damascus in 1860,University of California Press 1994. 

7 Adil Baktıaya,Osmanlı Suriyesi’nde Arapçılığın Doğuşu: Sosyo-Ekonomik Değişim ve Siyasi Düşünce,Bengi Yayınları, İstanbul 2009, s. 108-174. 

8 Bu konuda yapılan değerlendirmeler için Şerif Mardin, “ Tanzimat’tan Sonra Aşırı Batılılaşma”,Türk Modernleşmesi,İletişim Yayınları,İstanbul 1991, s. 23-77, 

9 Tarih yazımında söz konusu yaklaşımın analizi için bkz. Nuray Mert,“ Cumhuriyet Tarihini Yeniden Okumak”,Doğu Batı, sayı 47, Ankara 2008-9, s. 133-134. 

10 Azmi Özcan,“ İngiltere’de Hilafet Tartışmaları 1873-1909”, İslam Araştırmaları Dergisi,Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1998, Sayı2, s.49-71; ayrıca bkz. Ş. Tufan Buz pınar, “ II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı: 1877-1882 ”, Hilafet Risaleleri: Abdülhamid Devri, ciltI, Ed. İsmail Kara, Klasik Yayınları,İstanbul 2002, s. 37-63. 

11 Ş.Tufan Buzpınar,“ Osmanlı Suriye’sinde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Karşı Tepkiler 1878-1881”, İslam Araştırmaları Dergisi,Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,İstanbul 1998, sayı2, s. 73-89. 

12 Bu konuda ayrıntılı bir inceleme için bkz.L.Hilal Akgül, “ RızaHan’ın (Rıza Şah Pehlevi) Türkiye Ziyareti”,Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları,
İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, 2005, sayı7, s. 1-42. 

Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010 
Cilt 1, Sayı 2 






ENERJİ KORİDORU OLARAK TÜRKİYE






ENERJİ KORİDORU OLARAK TÜRKİYE



Cem SELANİK

Enerji ve Tabii Kaynaklar BakanlığıTransit Petrol Boru Hatları Dairesi Başkanlığı


Saygıdeğer Katılımcılar,

     Türk Mühendis ve Mimar Odaları adına düzenlenen ve sekreteryası Elektrik Mühendisleri Odası tarafından yürütülen TMMOB,  V.Enerji Sempozyumunda bu
konuşmayı yapmaktan duyduğum memnuniyeti özellikle vurgulayarak, artık geleneksel bir hale gelen böylesi önemli bir sempozyumun gerçekleştirilmesinde katkısı olan herkesi kutluyorum.

Sizlerin de çok iyi bildiği üzere, refaha ulaşmanın tek yolu olan kalkınmanın ve özellikle de ekonomik ve sosyal gelişmenin en önemli girdisi enerjidir.

Enerji Sektöründe yer alan çeşitli organizasyonların yaptıkları çalışmalar, dünya enerji ihtiyacının 2030 yılında %60 civarında artacağını, petrol ve doğal gazın birincil enerji kaynakları dağılımı içerisindeki paylarını koruyacağını ve artan enerji ihtiyacının karşılanması için yaklaşık olarak 16 trilyon $’lık bir yatırıma ihtiyaç bulunduğunu göstermektedir.

1990’dan bu yana enerji tüketimi düzenli olarak yılda ortalama %1 oranında büyüyen Avrupa Birliği’nin ithalata bağımlılığı 2000’li yılların ilk çeyreğinde daha
da artacaktır. Bu konuda bizzat AB tarafından yapılan çalışmalara göre, önümüzdeki 20 yılda Avrupa toplam enerji talebinin yaklaşık %45 oranında artacağı öngörülmektedir.
Bazı uluslararası organizasyonlarca yapılan analizlere göre, özellikle doğal gaz alanında AB ülkelerinin günümüzde %42 olan ithalat bağımlılığı, 2020
yılında %70’lere kadar çıkacak, bu ise yeni arz kaynaklarına acil ihtiyaç konusunu gündeme getirecektir.

   Ülkemizde de yaşanan yapısal ve ekonomik büyümenin sonucu, enerji ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip olmasa da Türkiye, hızla büyüyen bir pazara sahiptir. Araştırmalar, Türkiye’nin birincil enerji arzının 2010 yılında 154 milyon TOE’ye, 2020 yılında ise bu rakamın 282 milyon TOE’ye ulaşacağını, ayrıca 2020 yılına kadar ödeyeceği petrol ve doğal gaz faturasının 350 milyar dolar civarında olacağını göstermektedir.

Görüldüğü üzere, hızla artan enerji ihtiyacı ve özellikle birincil enerji tüketiminde hidrokarbon yakıtların en büyük payı işgal etmesi ve bu kaynakların dağılımı,
kaynak sahibi ülkeleri, pazar ülkelerini ve bu kaynakların topraklarından geçtiği ülkeleri ve uluslararası petrol şirketlerini birbirlerine yakınlaştırmakta ve işbirliğine yönlendirmektedir.

Bu itibarla, her geçen gün giderek daha büyük önem kazanan enerji arz güvenliği meselesi piyasaların hızla küreselleşmesine neden olurken; ülkeler ve dolayısıyla enerji şirketleri ekonomik kalkınmanın itici gücü konumundaki enerji kaynaklarına ülkelerinin erişimini sağlamak ve arz güvenliğini tesis etmek amacıyla yoğun bir şekilde çalışmaktadırlar.

Enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında, gelişmenin sürdürülebilir olmasını ve yaygınlaşmasını sağlamak için kaynak çeşitliliği, enerji tasarrufu, enerji verimliliği ve fosil yakıtların dışında alternatif daha çevreci enerji kaynakları konularında daha fazla çalışma yapılması, yeni projelerin desteklenmesi ve özellikle enerji arz güvenliğinin sağlanmasına yönelik olarak çalışmaların da hızlandırılması gerekmektedir.

Dünya ispatlanmış ham petrol rezervlerinin %73’ü ve doğal gaz rezervlerinin %72’si Türkiye’yi çevreleyen Hazar ve Orta Doğu Bölgeleri ile Rusya Federasyonu’nda yer almaktadır.

Bu durum, enerji zengini bölgeler ve enerji ithalatına yılda 300 Milyar Dolar harcayan Avrupa arasındaki Türkiye’yi tam bir köprü haline getirmektedir. Bu
nedenle, Türkiye, kendi enerji talebini karşılamak için projeler geliştirirken, Avrupa ve Dünya Piyasalarına açılan yolda en elverişli güzergah olarak hizmet vermeyi amaçlamaktadır.

Ülkemiz enerji politikalarının ana hedefi, sınırlı olan doğal kaynaklarının çevresel etkileriyle birlikte en iyi şekilde değerlendirilmesini içermektedir. Ayrıca gerekli
enerjinin zamanında, güvenilir bir şekilde, uygun fiyatla, çevreyle uyumlu olarak ve yüksek kalitede sağlanması enerji politikalarımızın temel taşları olup, böylece
gelişmeye ve sosyal büyümenin sağlanmasına destek verilmektedir.


Bu itibarla, özellikle Hazar Bölgesi, Orta Doğu ve Orta Asya enerji kaynaklarının Avrupa ve Dünya pazarlarına taşınması bir başka deyişle “Doğu-Batı Enerji Koridoru”nun hayata geçirilmesi, son on yılı aşkın bir süredir Bakanlığımızın Bölgesel Enerji Politikalarının merkezini oluşturmaktadır.

Bildiğiniz üzere, 21.yüzyılın en önemli enerji projelerinden bir tanesi olarak gösterilen Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı projesi söz konusu doğu-batı enerji koridoru oluşumunun temel taşlarından bir tanesidir. BTC projesinde, fiziksel inşaat çalışmaları tamamlanarak, 25 Mayıs 2005 tarihinde Projenin Azerbaycan kısmının ve 12 Ekim 2005 tarihinde ise Gürcistan kısmının ilk dolum törenleri gerçekleştirilmiştir. 18 Kasım 2005 tarihi itibariyle de Azeri Petrolü Türkiye’ye giriş yapmıştır. 2006 Mart ayında ise Ceyhan terminalinden ilk tankerin petrolle doldurulması planlanmaktadır.

Çok yakın bir zamanda Kazak petrollerinin BTC Projesine bağlanarak Dünya pazarlarına ulaşmasını bekliyoruz. Şu aşamada BTC Projesinin altyapısı,
Kazak petrollerinin dünya pazarlarına ulaştırılması için hazır konumda olup, Azerbaycan ile Kazakistan arasındaki görüşmelerde de son aşamaya gelinmiş
bulunmaktadır.

Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru hattı, ya da daha çok bilinen ismiyle Şahdeniz projesi ise Doğu-Batı Enerji Koridoru çalışmalarının ikinci ayağını oluşturmaktadır.
Söz konusu proje ile Azeri gazının önce Türkiye’ye buradan da Avrupa ve Dünya pazarlarına ulaştırılması hedeflenmektedir. İnşaat çalışmaları süren hattın
2006 yılının son çeyreğinde devreye alınması planlanmaktadır.

Ayrıca Doğu-Batı Enerji Koridorunun tam anlamıyla tamamlanması doğrultusunda Türkmenistan’ın da Şahdeniz projesine bağlanması ile Türkmen gazının da Avrupa ve Dünya pazarlarına ulaştırılması sağlanacak ve özellikle üretici konumundaki Hazar ülkelerinin enerji kaynaklarının dış pazarlara ulaşımının önü çok daha fazla açılmış olacaktır.

Araştırmalar, 2010 yılı ve sonrasında AB genelinde ciddi bir kontrata bağlanmamış doğal gaz arz açığı yaşanacağına, işaret etmektedir. Önümüzdeki yıllarda Avrupa’da ortaya çıkacak söz konusu gaz açığının önemli bir kısmının karşılanması için Hazar ve Orta Doğu’dan Avrupa’ya doğal gaz iletilmesi, bir başka deyişle “Güney Avrupa Gaz Ringi Projesi”ni hayata geçirilmesi amacıyla çalışmalarımız hızla devam etmektedir.

Avrupa’ya gaz açılım stratejilerimiz doğrultusunda iki proje geliştirilmiştir. Bunlar Türkiye-Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Boru Hattı ve Bulgaristan, Romanya
ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya bağlayacak olan Nabucco Projeleridir.

İtalya uzantılı Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Boru Hattı projesinde Türkiye ile Yunanistan arasında 2003 Aralık ayında alım satım anlaşması imzalanmıştır.
Bu doğrultuda hali hazırda inşaat ihalelerine çıkılmış olup, 03 Temmuz 2005 tarihinde ilgili ülkelerin Sayın Başbakanlarının ve Bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen bir tören ile de projenin inşaat süreci başlatılmış bulunmaktadır.

Bu proje ile 2006 yılından itibaren, Türkiye’den Yunanistan’a miktarı her yıl artarak 750 milyon m3/yıl’a çıkacak şekilde doğal gaz iletilecektir. Diğer taraftan
geliştirilen İtalya bağlantısı ile söz konusu hat üzerinden taşınacak gazın miktarının 11-12 milyar m3/yıl seviyesine çıkarılması planlanmaktadır. Bu hattın ileri aşamasıolan Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Boru Hattı’nın mühendislik ve fizibilite çalışmaları için AB fonlarından yararlanılmış olup, çalışmalar Aralık 2004’te tamamlanmıştır.

Son olarak 05 Kasım 2005 tarihinde ise İtalya’nın Lecce kentinde gerçekleşen Güney Avrupa Doğal Gaz Ringi konulu toplantıda Enerji Bakanımız, İtalyan ÜretimFaaliyetleri Bakanı ve Yunanistan Kalkınma Bakanı tarafından, İtalya-Yunanistan ve Yunanistan-Türkiye doğal gaz hatlarının birleştirilmesi sürecinde kaydedilengelişmeleri vurgulayan bir “Ortak Deklarasyon” imzalanmıştır.

Avrupa’ya doğal gaz iletimi çalışmaları kapsamında yer alan ikinci proje ise Türkiye’yi Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya bağlayarakOrta Avrupa’da ki Doğal Gaz Dağıtım Merkezine ulaştıracak olan Nabucco projesidir. Bu projede de Türkiye-Yunanistan projesinde olduğu gibi AB fonlarından yararlanılmış olup, projenin fizibilite çalışmaları tamamlanmıştır. Yapılan çalışmalar, Nabucco Projesi ile 2010 ile 2030 seneleri arasında Avrupa doğal gaz açığının karşılanmasına yönelik olarak en az 25-30 Milyar m3/yıl doğal gaz taşınabileceğini göstermektedir.

Ülkemizde doğal gaz arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi amacıyla mevcut doğal gaz arz kaynakları dışında çeşitli projeler geliştirilmektedir. Bu projelerden
en önemlileri Mısır-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ve Irak-Türkiye Doğal Gaz Projeleridir.

17 Mart 2004 tarihinde Kahire’de Bakanlığımız ile Mısır Arap Cumhuriyeti Petrol Bakanlığı arasında, Mısır Doğal Gaz Şirketi EGAS ile BOTAŞ’ın Türkiye’ye
gaz ithalatı ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz iletimi hususlarında işbirliği yapmalarına ilişkin Çerçeve Anlaşma imzalanmıştır. Ayrıca, Arap Gaz Boru Hattı ile Ürdün-Suriye üzerinden Türkiye ve Avrupa’ya gaz taşınması planlanmakta olup, söz konusu hattın Ürdün Akabe’ye kadar inşaatı tamamlanmıştır.

Irak-Türkiye Doğal Gaz Projesi ile de Irak’ta bulunan doğal gaz sahalarının geliştirilerek, üretilecek olan 10 milyar m3/yıl gazın bir boru hattı ile Türkiye’ye
getirilmesi amaçlanmaktadır.

Dünyada ve Ülkemizde enerji alanında büyük ve önemli projeler geliştirilmekte iken, özellikle bu projelerin sağlamış olduğu çevresel ve sosyal faydalar her geçen gün çok daha fazla önem kazanmaktadır. Ancak, yıllık taşıma hacmi 150 milyon ton’a ulaşmış bulunan ve yapılan düzenlemelere rağmen bu miktarı taşımakta zorlanan dünyanın en büyük boru hatlarından birisi durumundaki Türk Boğazları’nın taşımakta olduğu riskler taşınan petrol miktarının sürekli artmasından dolayı önemli boyutlara ulaşmıştır.

Her ne kadar Türk Boğazlarında petrol tankeri trafiğinin iyileştirilmesine ve kontrolüne yönelik düzenlemeler yapılmış ya da Uluslararası Denizcilik Örgütü
tarafından petrol tankerlerine yeni standartlar getirilmiş olsa da tüm bunlar söz konusu büyük riskleri ortadan kaldırmamaktadır. Yapılan araştırmalara göre,
Boğazların girişinde yaşanan gecikmelerin petrol şirketlerine 2004 yılında toplam 885 milyon ABD Dolarına mal olduğu, 2008 itibariyle ise İstanbul Boğazında
petrol tankerlerinin bekleme sürelerinin en kötü senaryoya göre 26 güne çıkacağı ifade edilmektedir.

Bu açıdan, Türk Boğazlarına ilave yük getirmeyecek by-pass projelerini tamamıyla destekliyoruz. Samsun-Ceyhan hattını da maliyet, çevre ve stratejik unsurlar göz önüne alındığında en uygun ve en avantajlı hat olarak düşünmekteyiz. Anılan hat gerçekleştiğinde Doğu-Batı Enerji Koridorunun yanı sıra Kuzey-Güney Enerji Koridorunun gerçekleştirilmesi yönündeki çalışmalarımız büyük bir ivme kazanmış olacaktır.

Sözlerime son verirken, Ülkemizin benzersiz jeo-stratejik pozisyonu sayesinde Hazar Bölgesi, Orta Doğu ve Orta Asya enerji kaynaklarının zamanında, güvenilir bir şekilde, uygun fiyatla, çevreyle uyumlu olarak ve yüksek kalitede Avrupa ve Dünya pazarlarına taşınması doğrultusunda Bakanlığımızın çalışmalarının hızla devam ettiğini bir kez daha vurgulayarak, ilginiz ve zamanınız için teşekkür ederim.

Enerji Koridoru Olarak Türkiye
Cem SELANİK
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
Transit Petrol Boru Hatları Dairesi Başkanlığı


****

27 Aralık 2016 Salı

ASYA - AVRUPA ENERJİ KORİDORU , BÖLÜM 3




ASYA - AVRUPA  ENERJİ KORİDORU , BÖLÜM 3



TÜRKMENİSTAN AVRUPA’NIN YENİ YILDIZI OLABİLİR Mİ?




01 HAZİRAN 2015


Türkmenistan’ın Jeopolitik Konumu Bağlamında Dış Politikasındaki Ana Unsurlar
Türkmenistan, 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ertesinde Orta Asya’da bağımsızlığına kavuşan beş devletten birisidir. Nüfus yoğunluğu açısından bölgenin diğer ülkelerine kıyasla daha düşük durumda bulunan (kilometre kare başına 7 kişi) ülkenin topraklarının beşte dördü çöllerden meydana gelmektedir. Bunlardan en dikkat çekeni 350000 kilometre kare ile Karakurum Çölü’dür. Aşkabat’ı bölgesel, politik, jeopolitik ve jeostratejik açıdan dikkat çekici yapan birtakım faktörler mevzubahistir. Aşkabat kendine özgü coğrafi pozisyonuyla iktisadi ve politik denklemlerde büyük bir öneme haizdir.[1] İlk başta İran ile kara sınırından ötürü Orta Asya devletlerinin ulaşımını gerçekleştiren yolun üzerinde konumlanmaktadır. Orta Asya devletleri bu alternatif haricinde sadece Afganistan ve Çin’in batısı aracılığıyla Moskova’nın haricinde dünya ile bağlantı tesis edebilecekleri başka olanağa sahip durumda değildirler. İran’la olan sınır bu bölgeyi Orta Doğu’ya, Türkiye’ye, Pakistan’a ve Fars Körfezi’ne bağlama işlevini üstlenmektedir. Aşkabat, Orta Asya’nın dünyaya açılan kapısı özelliğine sahiptir. Bu husus çerçevesinde Türkmenistan’ın sahip olduğu önem şu şekilde ifade edilebilir:

Ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Kanıtlanmış petrol rezervleri 1,7 milyar varil olup, günlük 200 bin varil üretimle dünya enerji pazarında mühim bir konumdadır.

Öngörülen 101 trilyon kübik fit doğal gaz kaynağı bulunan ülke senelik 80 milyar metreküp ile dünya gaz üretiminde dördüncü durumdadır.
Aşkabat’ın, Orta Asya bölgesinin giriş kapısı olmasından dolayı diğer ülkelere erişmek için bu ülkenin topraklarından geçmek şarttır.
Ülkenin Hazar Denizi’ne 1495 km kıyısı vardır. Bundan dolayı hem bu deniz kanalıyla Hazar Denizi’ne kıyısı bulunan öteki ülkelere deniz aracılığıyla erişim olanağına sahip olmakta, buna ek olarak Hazar’da var olan yer altı kaynaklarından ve yine Hazar’ın deniz ürünlerine erişme olanağından bahsedilebilir.
Afganistan’la arasındaki 744 km ortak sınır ise Afganistan’da uzun yıllardır süren iç savaş ve çatışma olasılığı, ayrıca Kabil’in dünyanın en mühim uyuşturucu üretim merkezi olması Aşkabat’a kendine özgür bir ehemmiyet vermektedir. Aşkabat-Kabil ilişkileri bölgenin istikrarı ve güveni bakımından çok önemlidir.
Ülke, tarihi İpek ve Baharat yolu üzerinde konumlandığından, gelecek senelerde Asya ile Avrupa arasında ticaretin ve iletişimin artmasıyla beraber ülkenin konumu ve saygınlığı daha da artmış olacaktır.

Başta İran, Irak, Afganistan ve öteki bölge ülkelerinde kayda değer sayıda Türkmen asıllı grupların azınlık olarak hayatlarını sürdürmeleri Aşkabat’ın bu konudaki tutumu mevzubahis ülkelerin iç dinamikleri ve güvenlikleri bakımından çok büyük önemdedir.

Aşkabat, Hazar ve İran üzerinden Türkiye topraklarından Avrupa’ya dikkat çekici miktarda gaz sevkiyatı gerçekleştirebilecek pozisyonda olmasından dolayı gelecek dönemde Avrupa’nın en dikkate değer gaz tedarikçisi ülkelerden bir konumuna erişeceğinden ülkenin jeo-iktisadi potansiyelini daha da arttırmış olacaktır.

Ülke bağımsızlık ertesinde uluslararası arenada tarafsızlık siyaseti takip etmeye başlamıştır ve 12 Aralık 1995 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Aşkabat’ın tarafsızlık politikasını benimsemiştir.

Türkmenistan, bağımsızlığının ertesinde ülkenin kalkınmasını ön plana çıkararak özellikle şehirlerin, karayollarının ve otobanların modernizasyonu, hidrokarbon sanayinin modern bir hale getirilmesi, Hazar kıyısındaki limanların geliştirilmesi ve turizme kazandırılması doğrultusunda köprübaşı atılımlar yapmaya devam etmektedir.



turkmenistan map

Merkezi (Orta) Asya, dünyanın en köprübaşı bölgelerinden biri olup halkları zengin tarih ve kültüre sahip bulunmaktadır. Bölgede hayat standartları, kültür seviyeleri açısından çok çeşitli halk ve uluslar hayatlarını sürdürmektedir. Bunlar, dünya iktisadı, politikası ve medeniyetine büyük katkı sağlamaktadırlar. Merkezi Asya’da yer alan İpek yolu, geçmiş zamanda halkların ve kültürlerin, dinlerin yakınlaşmasına ve gelişme kaydetmesine yardımcı olmuştur.[2] Bu hususta Türkmenistan devlet başkanı Gurbanguli Berdimuhamedov’un sözlerine yer vermek konuyu daha anlaşılır kılabilir: “Bu topraklardan geçen İpek Yolu, Doğu ile Batı uygarlıkları arasında yalnızca iktisadi ve coğrafi anlamda değil, aynı zamanda insanoğlunu birleştiren en parlak somut sembollerden biri olarak da manevi anlamda bir köprü vazifesi görevini üstlenmiştir”. Bir Orta Asya ülkesi olarak Türkmenistan bağımsızlığını elde etmesinden bu yana barış siyaseti ve dünya toplumunun tüm ülkeleri ile kazan-kazan temelinde işbirliği yürütmeye yönelik bir politika izlemeye başlamıştır. Dış siyasetinin ana unsuru: barış, eşitlik, devletlerin egemenliği ve gelişim haklarına saygı üzerine bina edilmiştir. Birleşmiş Milletler ile işbirliği Aşkabat bakımından esas hedeftir. Aşkabat, Birleşmiş Milletler ile aktif bir biçimde işbirliği gerçekleştirerek öteki ülkelerle ilişki politikasını ortaya koymuştur. 1996 yılında BM tarafından da kabul edilen tarafsızlık statüsünden hareketle ülke bütün devletlerle aktif bir şekilde işbirliği gerçekleştirmekte ve devletlerarası meselelerde kuvvete dayanan çözümü kabul etmemektedir. Ülkede kitlesel imha silahlarının bulundurulması tamamen yasaklanan bir konudur. Bağımsız Türkmenistan, her zaman ikili ve uygun koşullar durumunda çok taraflı münasebetlere değer vermektedir. Avrasya’nın kavşak noktasında çok uygun bir jeopolitik pozisyonda yer alan Aşkabat, bölgedeki devletlerarası ticaret sahasının ölçeğinin büyütülmesi, iktisadi ve sosyal münasebetlerin geliştirilmesi hususunda önemli çaba sarf etmektedir. Tüm bunlar birçok ülkenin menfaatlerinin yakınlaşması ve halkların menfaatine olan işbirliğinin sağlam temellerini kurmuştur.

Türkmenistan’ın Enerji Politikası ve Avrupa Enerji Güvenliği






Türkmenistan’ın Hazar bölgesinde kanıtlanmış ve olası rezervlerinin toplamı, 19 trilyon kübik fittir.[3] 2011 yılı itibariyle Hazar’daki toplam üretimi yılda 283 milyar kübik fittir. Ülkenin toplam üretimi 2,338 milyar kübik fit olup Hazar’ın ülke üretimindeki payı %12’dir. Aşkabat’ın Hazar bölgesinde toplam kanıtlanmış ve petrol rezervlerinin miktarı 1,9 milyar varildir. Buradan da anlaşıldığı üzere Aşkabat, dikkat çekici miktarda gaz rezervlerine sahip bulunmaktadır.  Şahlı, Soutabad, Açe, Naip, Samantepe, Sakar ve Koturtepe bölgelerindeki toplam rezervlerin takriben 2 trilyon metreküp olduğu düşünülmektedir. Bağımsızlığın ilk yıllarında Türkmenistan’ın senelik üretimi 100 milyar metreküptü. Ancak gerçekleştirilen üretim, pamuk üretimine benzer biçimde merkezi planlama çerçevesinde yapılmaktaydı.[4] Diğer bir ifadeyle Türkmen yetkililerin üretim planını harfiyen uygulamak haricinde bu metanın dağıtımı ve piyasaya sunulması hususunda herhangi bir sorumlulukları söz konusu değildi. Egemenliği kazanmanın bir sonucu olarak bu üretim kapasitesinin muhafazası yoluyla ülkeye girdi sağlanmasının tüm kontrolü Türkmen yetkililerin ellerine geçmiş oldu. Bununla birlikte gaz, iki temel boru hattı vasıtasıyla kuzey yönünde ihraç edilebilmekteydi. Bu durum, Aşkabat’ı Moskova ve Kiev’in gaz ağına bağımlı hale getirmekteydi. Öte yandan, bu sistemin ana noktasını meydana getiren Kremlin, dağılan SSCB’nin en muazzam gaz kaynaklarına ve üretim hacmini elinde bulundurmakta olup yaşadığı iktisadi buhrandan ötürü kendi doğalgazının Avrupa’ya ihracatını daha fazla ön planda tutmuştur. Neticede Aşkabat, ihracat rotaları bakımından sisteminin bağımlı bir ülkeye aynı esnada meydan okuyan bir üretici haline gelmiştir. Buna ek olarak Moskova’nın ve Kiev’in Aşkabat’a, gönderilen gaz hususunda ödemede bulunması kolay değildi. Bu, gaz satışı gerçekleştirilen diğer eski Birlik ülkeleri için de geçerlidir. Bu durumda, Aşkabat bakımından egemenliğini kazanmasının ertesinde 100 milyar metreküplük üretim yapıp bunu dış piyasaya arz etmek önemli bir sorun haline gelmiştir. Bunun çözümü ise gaz üretiminin yapılmasının yanı sıra pazara sunulmasının sağlayacağı gelirler sayesinde üretim yapılanmasının modernizasyonu ve yeni rotalar kanalıyla Batı piyasalarına taşınmasıydı.

Aşkabat’ın petrol rezervleri açısından da aynı durumdan bahsedilebilir. Ülkenin ispatlanmış petrol rezervi, 6 milyar varilden fazla olup bağımsızlığını kazandığı sene üretim yaklaşık 5 milyon ton olmuştur ki bu üretim Aşkabat’ın enerji ihtiyacının fersah fersah üzerinde olup petrolün senelik üretim kapasitesinin yükseltilmesi suretiyle dış piyasalara arzı ciddi bir olası kazanç kalemi manasına gelmektedir. Fakat Aşkabat’ın sahip olduğu petrol kaynağı ve üretim yapılanması bakımından Astana ile mukayesesi yapıldığında daha dezavantajlı bir konuma sahip olduğu aşikârdır. Özbekistan ele alındığında petrol rezervlerinin kendisine yetebileceği söylenebilir. Buna ek olarak, Tahran’ın da petrol açısından çok dikkat çekici bir yerde konumladığı dikkate alınırsa petrol ihracatı alanında ülkenin uygun bir coğrafi konumda olmadığı görülmektedir. Aşkabat açısından tek çıkış noktası olarak nitelendirilebilecek Afganistan ya da Tacikistan kanalıyla Hint Denizi’ne doğru bir transfer rotası, egemenliklerini kazanma dönemlerinde bu ülkelerdeki politik karmaşa ve cereyan eden iç savaşlardan ötürü hayata geçirilememiştir.[5]




TÜrkmenistan gas

Kaynak: http://images.energy365dino.co.uk/standard/114822_42a9e17d95fb4f4ebac1.jpg

Aşkabat’ın elinde bulundurduğu kayda değer miktardaki doğal gaz rezervleri, onu bu kaynağa ihtiyaçları her geçen gün artan Avrupa Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti için çok kritik öneme sahip bir yer haline getirmiştir. Hem Brüksel, hem de Pekin, enerji güvenliği politikalarının ilk sırasına hidrokarbon kaynaklarını ithal ettikleri ülkeleri çeşitlendirmeyi koymuşlardır. Avrupa özelinde ele aldığımız zaman buranın Moskova’ya olan yüksek bağımlılığı her gün artması onu farklı tedarikçilere dönük yeni açılımlar yapmak zorunda bırakmaktadır. Bu bağlamda, özelikle Rusya’nın enerji politikasını dış ilişkilerinde bir araç olarak kullanması AB’yi yeni arayışlara itmektedir. 30 Nisan 2015 tarihinde Avrupa Birliği Komisyonunun Enerji Birliğinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Maros Sefcoviç tarafından yapılan bir açıklamaya göre Avrupa, Rus temelli enerji kaynaklarına bağımlılığını azaltmak için eski bir Sovyet Cumhuriyeti olan Türkmenistan’ın gaz kaynaklarını İran üzerinden ithal edebilir.[6] Avrupa Sefcovic, Aşkabat’ta Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov ile yaptığı görüşmenin ertesinde, Hazar Denizi’nin altından inşa edilecek bir boru hattı kanalıyla Türkmen gaz kaynaklarının ithalinin 2019 itibariyle ivedilikle başlayabileceğini umduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Brüksel ve Aşkabat, Hazar’ın yanı sıra İran üzerinden geçecek olası bir boru hattı konusunda da görüşmelerde bulunulduğunu ifade ederek bunun sebebinin Tahran ile olan diplomatik ilişkilerin olumlu bir biçimde gelişmesi olduğunun altını çizmektedir. Sefcovic’e göre Brüksel, Tahran ve P5+1 ülkeleri arasındaki müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağını ummaktadır. Hazar Denizi’nin iç bölgesini Bakü, Astana, Moskova ve Aşkabat ile paylaşan İranlı yetkililer sürekli olarak Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin ekonomik olmadığını ve yaptırımlar tarafından zarara uğratılan Körfez ülkesinden transit olarak geçen kara temelli bir boru hattının inşasının daha iyi bir seçenek olacağına işaret etmektedirler. Fakat 30 Haziran 2015 tarihinin son tarih olduğu ve Tahran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Federal Almanya Cumhuriyeti arasında dengede devam eden görüşmeler göz önünde bulundurulduğu zaman bu noktada Sefcovic, Hazar bağlantısının öneminin üzerinde durmaktadır.




turkmen southern gas

Kaynak: https://www.stratfor.com/sites/default/files/styles/stratfor_large__s_/public/main/images/azerbaijan_hydrocarbon_pipeline.jpg?itok=Xr5BOgQV

Ankara ve Aşkabat arasında 1 Mayıs 2015 tarihinde gaz alım-satımı konusunda bir Mutabakat Muhtırası imzalanmıştır.[7] Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanı Taner Yıldız, Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta Türkiye, Türkmenistan, Azerbaycan ve AB arasında gerçekleştirilen dörtlü toplantıdan sonra yaptığı açıklamada bu muhtıranın Haziran 2015 sonuna kadar yasal açıdan bağlayıcı bir noktaya ulaşacağına inandığı ifade ederek Türkiye’nin 11-12 ülkeden petrol ve 6 farklı kaynaktan doğal gaz tedarik ettiğinin altını çizmiştir. Buna ek olarak Yıldız, tedarik kaynaklarını ve tedarikçi ülkelerin sayısını arttırma niyetinde olduklarını ifade ederek bu Ankara’nın enerji politikalarına önemli ölçüde yardımcı olacağını ifade etmiş ve burada yapılan toplantının sonuçlarının Türkiye’nin kaynaklarını çeşitlendirme planlarıyla uyumluluk arz ettiğinin üzerinde durmuştur. Yine bu toplantı esnasında Taner Yıldız, Ankara’nın teknik ve siyasi olarak Aşkabat doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasına dönük planlara tam destek verdiğine işaret ederek Türkiye’nin, Türkmen gazının Avrupa piyasalarına taşınması fikrini 1990lardan bu yana desteklediğini ve bunu yapmayı sürdürdüğünü vurgulamıştır.[8] Türkmenistan, kendi gaz kaynaklarını dünya piyasalarına sunma konusunda yetersiz boru hatlarına sahip olmasından ötürü büyük sıkıntı çekmektedir. Yıldız bu dörtlü toplantı esnasında Aşkabat gaz kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasına dâhil olmak isteyen tüm ülkelerin çeşitli ve hayati sorumlulukları olduğunun altını çizerek yapılan bu toplantının bu fikri hayata geçirmeye dönük çok önemli bir adım olduğuna vurgu yapmıştır.[9]

Sonuç

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991’de resmen dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Orta Asya cumhuriyetlerinden birisi Türkmenistan’dır. Aşkabat’ın elinde bulundurduğu devasa boyuttaki petrol ve doğal gaz rezervleri, Avrasya jeopolitiğinde dikkat çekici bir yerde konumlanmasına sebebiyet vermektedir. Özellikle doğal gaz kaynakları bağlamında dünyanın ilk on ülkesi arasında yer alan Türkmenistan, sistemlerini devam ettirebilmek maksadıyla bu kaynaklara aşırı ölçüde bağımlı durumda Avrupa Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi büyük tüketicilerin ilgisine mazhar olmaktadır. Tabii ki burada unutulmaması gereken husus, Türkmenistan’ın da aralarında olduğu Orta Asya ülkelerinin üzerinde halen etkisini sürdüren Kremlin’in varlığıdır. Sovyetler Birliği zamanında tesis edilen bağımlılık temelli sistemin meyvelerini toplamayı sürdüren Moskova, bu ülkeleri doğal kaynaklarının kendisi üzerinden dünya piyasalarına sunulması dönük projeler geliştirmektedir.

Avrupa özelinde konu ele alındığı zaman kıtanın genelinde doğal gaza giderek artan bir oranda bağımlılık olduğu bir gerçektir. 

Bunun 21. Yüzyılın ortasında daha da artacağı yapılan tahminler tarafından ortaya konulmaktadır. Bu doğrultuda Avrupa Birliği, doğal gaz tedarik ettiği ülkeleri çeşitlendirmeye politikaları enerji güvenliği ajandasının birinci önceliği olarak değerlendirmektedir. İthal ettiği doğalgazın yüzde 40 civarındaki bir bölümünü Rusya Federasyonu’ndan alan AB, zaman zaman bu bağımlılığın yarattığı sıkıntılarla baş başa kalmaktadır. Burada Ukrayna’nın konumu hem Brüksel açısından hem de Moskova açısından kritik derecede önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü Rusya Federasyonu’ndan Avrupa ülkelerine giden gazın yüzde 75 civarındaki bir bölümü Ukrayna toprakları üzerinden taşınmaktadır. 2006 ve 2009 senelerinde Kiev’in Moskova’ya olan gaz borçlarını ödememesi Rusya tarafından kesintiler yapılmasına yol açmıştır ki bunun çetin kış koşullarında gerçekleşmesi Avrupa açısından durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Avrupa bu dönemde donarak ölen insan manzaralarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bunun üzerine 2009 sonrasında bu bağımlılığı makul seviyelere çekmeye ve yeni alternatif tedarikçi ülkeler bulmaya dönük projelere hız verilmiştir. Bunlar arasında en fazla ön plana çıkan proje Güney Gaz Koridoru Projesi’dir. Esasen Azerbaycan’ın Hazar’da bulunan Şah Deniz kaynaklarının çıkartılması, işletilmesi ve dünya piyasalarına taşınmasını hedefleyen bu proje Anadolu Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı ve Adriyatik Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projelerinden ileri gelmektedir. Fakat Avrupa’nın gelecekteki doğal gaz gereksinimlerine dönük yapılan tahminlerde sadece Bakü’nün gaz kaynaklarını merkeze koyan bir stratejinin izlenmesinin yararlı olmayacağı çoğu uzman tarafından paylaşılan bir görüştür. Bu hatta ilave olarak Türkmenistan, Kuzey Irak ve Doğu Akdeniz doğal gaz kaynaklarının ileriki safhalarda dâhil edilebileceği öngörülmektedir. Ancak Kuzey Irak ve Doğu Akdeniz gaz kaynaklarının Batı piyasalarına ulaştırılmasına yönelik geliştirilen projeler irdelediğinde bu aşamada söz konusu bölgelerdeki devam eden siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik kriz ve de bölge ülkelerin birbirleri arasında yaşanan anlaşmazlıklardan ötürü gaz kaynaklarının Batı’ya transfer edilmesinin önündeki en büyük engeller olarak değerlendirilebilir. Kasım 2013’ten bu yana Rusya Federasyonu ve Batı arasında cereyan eden ve gittikçe şiddetlenen Ukrayna Krizi, Avrupa’da yine alarm zillerinin güçlü bir biçimde çalmasına yol açarak enerji güvenliği konusunun Moskova tarafından her zaman için bir silah kullanılabileceği düşüncesiyle Brüksel’i yeni önlemler almaya sevk etmektedir.

Aşkabat’ın muazzam doğal gaz kaynaklarını bu çerçevede yakından incelediğimizde, sorunların mevcudiyetinden bahsedilebilir. Aşkabat’ın Moskova’ya olan yüksek bağımlılığı, Hazar’ın statüsü meselesinin bir türlü çözüme kavuşturulamaması, Bakü ve Aşkabat arasında Serdar/Kepez sahalarının kime ait olduğu konusunda devam eden anlaşmazlık, Türkmenistan’ın gaz rezervlerinin Rusya’ya alternatif boru hatlarıyla taşınmasını mümkün kılmamaktadır. Pekin’in burada geliştirdiği Aşkabat ile geliştirdiği yakın ilişki de dikkatlerden kaçmamalıdır. Ankara’nın Aşkabat ile Bakü’nün arasını bulmaya yönelik girişimleri şu an için sonuçsuz kalmaktadır. Brüksel’in bu konuda ortaya attığı son öneri ise bu kaynakların İran üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştırılmasıdır. Fakat burada öncelikle Tahran ve P5+1 ülkeleri arasında yapılmakta olan nükleer program görüşmelerinde başarı sağlanması şarttır. Türkiye açısından ise Aşkabat ile imzalanan Mutabakat Muhtırası kendi enerji güvenliğini tesis etmeyi hedefleyen bir girişim olarak değerlendirilmekle beraber Türkmen gazının TANAP ya da başka bir kanalla (Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi) Avrupa’ya iletilecek olması bölgesel enerji güvenliğinin tesisine bir miktar yardımcı olması yönünden hayati bir çaba olarak kıymetlendirilmektedir.

Sonuç olarak bu konunun tarafları arasında ciddi ve somut bir irade beyanı olmasına ilaveten Türkmenistan özelinde sorunlar diplomatik yollarla çözülürse, Aşkabat; Bakü’den sonra Avrupa enerji güvenliğinin yeni parlayan yıldızı olma konusunda hızla yol alabilir.

Sina KISACIK

KAYNAKÇA 

– Abay, Gürkan. “Yildiz: We want Turkmen gas to reach Europe through Turkey”,  Anadolu Agency Energy News Terminal, 1 Mayıs 2015, http://www.aaenergyterminal.com/news.php?newsid=5203546, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

– Alkan, Haluk.  Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Siyasal Hayat ve Kurumlar: Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, (Ankara: USAK Yayınları, 2011).

– Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bilgi İdaresi. “Overview of oil and natural gas in the Caspian Sea region”, Son Güncelleme: 26 Ağustos 2013, http://www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Caspian_Sea/caspian_sea.pdf, ss. 9-15,  (Erişim Tarihi: 29 Ekim 2014).

– Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bilgi İdaresi. “Country Analysis Brief: Turkmenistan”,  Son Güncelleme: 30 Mayıs 2013, http://www.eia.gov/countries/country-data.cfm?fips=TX (Erişim Tarihi: 29 Ekim 2014).

– “EU, Turkmenistan discuss Iran gas route”, Press TV, 1 Mayıs 2015, http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/01/408978/Iran-EU-Turkmenistan-gas, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

– Karaağaçlı, Abbas. Orta Doğu’dan Orta Asya’ya 2009-2012 Yılları Arasında Farklı Bir Bakış, (İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları, 2013).

– Kaya, Furkan ve Kısacık, Sina. “AK Parti Döneminde Türkiye-Hazar Bölgesi Ülkeleri İlişkileri”, içinde Türk Dış Politikasında Güncel Eğilimler (2000-2014), Deniz Tansi ve Hakan Sezgin Erkan (ed.), (İstanbul: Kanes Yayınları, 2015), ss. 235-281.

– Kısacık, Sina. “Türkmenistan, 21. Yüzyılda Avrasya Jeopolitiğinin Yeni Yıldızı Olabilir mi?”, Uluslararası Politika Akademisi, 29 Ekim 2014, http://politikaakademisi.org/turkmenistan-21-yuzyilda-avrasya-jeopolitiginin-yeni-yildizi-olabilir-mi/, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

– Kurbanov, Han Durdu. “Merkezi Asya’da Güvenliğin Sağlanmasında Türkmenistan’ın Rolü”, Çeviren: Almagül İsina içinde Asya’da Güvenliğin İnşası ve CICA/Building Security in Asia and CICA, Almagül İsina (ed.), (İstanbul: Tasam Yayınları, 2012), ss. 305-309.

– Kutlu, Övünç. “Turkey signs MoU with Turkmenistan to buy natural gas”, Anatolian Agency Energy News Terminal, 1 Mayıs 2015, http://www.aaenergyterminal.com/news.php?newsid=5203842, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

– “Turkmen gas could reach Europe through Iran: EU”, Hürriyet Daily News, 1 Mayıs 2015, http://www.hurriyetdailynews.com/Default.aspx?pageID=238&nID=81821&NewsCatID=348, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

[1] Abbas Karaağaçlı, Orta Doğu’dan Orta Asya’ya 2009-2012 Yılları Arasında Farklı Bir Bakış, (İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları, 2013), ss. 636-638.

[2] Han Durdu Kurbanov, “Merkezi Asya’da Güvenliğin Sağlanmasında Türkmenistan’ın Rolü”, Almagül İsina (ed.), Asya’da Güvenliğin İnşası ve CICA/Building Security in Asia and CICA, (İstanbul: Tasam Yayınları, 2012), ss. 305-306.

[3] U.S. Energy Information Administration, “Overview of oil and natural gas in the Caspian Sea region”, Son Güncelleme: 26 Ağustos 2013, http://www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Caspian_Sea/caspian_sea.pdf, ss. 9-15,  ayrıca bakınız, “Country Analysis Brief: Turkmenistan”, U.S. Energy Information Administration, Son Güncelleme: 30 Mayıs 2013, http://www.eia.gov/countries/country-data.cfm?fips=TX (Erişim Tarihi: 29 Ekim 2014).

[4] Haluk Alkan, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Siyasal Hayat ve Kurumlar: Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, (Ankara: USAK Yayınları, 2011), ss. 330-331.

[5] Bu konu hakkında detaylı bir çalışma için bakınız, Sina Kısacık, “Türkmenistan, 21. Yüzyılda Avrasya Jeopolitiğinin Yeni Yıldızı Olabilir mi?”, Uluslararası Politika Akademisi, 29 Ekim 2014, http://politikaakademisi.org/turkmenistan-21-yuzyilda-avrasya-jeopolitiginin-yeni-yildizi-olabilir-mi/, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

[6] “Turkmen gas could reach Europe through Iran: EU”, Hürriyet Daily News, 1 Mayıs 2015, http://www.hurriyetdailynews.com/Default.aspx?pageID=238&nID=81821&NewsCatID=348 ve “EU, Turkmenistan discuss Iran gas route”, Press TV, 1 Mayıs 2015, http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/01/408978/Iran-EU-Turkmenistan-gas, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

[7] Övünç Kutlu, “Turkey signs MoU with Turkmenistan to buy natural gas”, Anatolian Agency Energy News Terminal, 1 Mayıs 2015, http://www.aaenergyterminal.com/news.php?newsid=5203842, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

[8] Gürkan Abay, “Yildiz: We want Turkmen gas to reach Europe through Turkey”,  Anadolu Agency Energy News Terminal, 1 Mayıs 2015, http://www.aaenergyterminal.com/news.php?newsid=5203546, (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2015).

[9] AK Parti Döneminde Türkiye’nin Hazar Bölgesi politikaları konusunda bakınız, Furkan Kaya ve Sina Kısacık, “AK Parti Döneminde Türkiye-Hazar Bölgesi Ülkeleri İlişkileri”, içinde Türk Dış Politikasında Güncel Eğilimler (2000-2014), Deniz Tansi ve Hakan Sezgin Erkan (ed.), (İstanbul: Kanes Yayınları, 2015), ss. 235-281.



http://politikaakademisi.org/2015/06/01/turkmenistan-avrupanin-yeni-yildizi-olabilir-mi/





****

ASYA - AVRUPA ENERJİ KORİDORU , BÖLÜM 2



ASYA - AVRUPA  ENERJİ KORİDORU , BÖLÜM 2



Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi




Nabucco projesi, Haziran 2006’da tüm dâhil taraflarca onaylanmıştır.[14] Bu hat, şu ülkeler üzerinde olacaktır: Türkiye-Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya. Proje, alternatif doğal gaz kaynaklarına güvenli erişimi sağlamanın yanında bunların AB Tek Pazarı’na güvenli bir şekilde taşınmasına da yardımcı olacaktır. Nabucco’nun Ocak 2009’daki Bükreş Deklarasyonu’na bakıldığında, kaynak çeşitlendirilmesi temel hedef olarak ortaya konulmuştur. Enerji piyasalarının; daha güvenli hale gelmesi, şeffaflaştırılması, daha öngörülebilir olması, sürdürülebilirliği ve piyasa ekonomisi şartlarının daha kolay oluşması, kaynak çeşitlendirilmesinin temel sebepleri olarak ifade edilmiştir.

Deklarasyon ile projenin hem üretici hem tüketici hem de transit ülkelerin faydasına olacağı hususu belirtilmiştir. Projeye üye ülkeler, projenin Avrupa Birliği’nin son dönemdeki enerji konusundaki temel prensip ve politikaları ile de uyumlu olduğunu belirterek Brüksel’in Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’ya yeni bir enerji koridoru açmayı amaçladığının altını çizmişlerdir. Proje, gazı Azerbaycan, Kazakistan, Irak, İran, Mısır ve Türkmenistan’dan almayı hedeflemektedir. Nabucco, 13 Temmuz 2009 günü Ankara’da imzalanan anlaşmayla hayat bulmuştur.

ABD ve AB tarafından desteklenmekte olan bu projenin büyük kısmı Türkiye’den geçecek olan (yaklaşık 2000 km) 3300 km uzunluğunda boru hatları ağından oluşmaktadır. Yapılan hesaplamalara göre bu hattan taşınacak gaz miktarı 31bcm/yıl, tahmini harcama miktarı da 7,9 milyar Euro olarak planlanmıştır. Projenin ortakları; BOTAŞ Anonim Şirketi, Bulgarian Energy Holding EAD, MOL Plc, OMV Gas & Power GmbH, RWE AG, TRANSGAZ SA firmalarıdır. Her bir firmanın ortaklık payı % 16.67’dir. Projeyi hem Brüksel hem de Washington güçlü bir biçimde desteklemektedir. Bu destek, Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar tarafından dile getirilmiştir.[15] Washington’daki düşünce kuruluşlarından Amerikan İlerleme Merkezi’nde bir konuşma yapan Morningstar, güney koridorundaki alternatif projelere de bakmakta olduklarını ifade etmiştir.

“Nabucco’nun daha fazla dile getirilmesindeki gerekçe, bu projenin siyasi anlamda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine daha fazla yararı olmasından dolayıdır… Avrupa başkentlerine uğradığım zaman, Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattından söz edilmiyor. Çoğunlukla Nabucco’dan söz ediliyor. Güney Koridoru projesinde payı olan şirketlere, siyasi gelişmelere de bakmalarını tavsiye ediyorum. Onlara, Orta ve Doğu Avrupa’da doğal gaz ihtiyacı açısından kırılgan ülkelere daha fazla yararı olacak projelerle gelmelerini öneriyorum. Eğer Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattı, stratejik olarak Nabucco’nun yapabileceklerini yapsa, bu durumda iki hattan hangisinin daha karlı olabileceği düşünülebilir. Belki de bu iki boru hattını savunanlar bir araya gelip, Orta ve Doğu Avrupa’ya daha etkili gaz sevk edilmesi konusunda işbirliğini görüşebilir. Bu konuda yaratıcı olmak gerek. Amerika’nın sadece Nabucco’yla ilgilendiği yaklaşımını kabul etmiyorum. Konu çok daha geniş…”


Kaynak: http://www.nabucco-pipeline.com/portal/page/portal/en/pipeline/route


Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız[16], Nabucco Projesi’nin olası faydalarını şu şekilde ifade etmiştir:

Projede yer alan ülkeler ve Avrupa için yeni bir gaz koridoru açmak;

Rota boyunca yer alan katılımcı ülkelerin geçiş profilini yükseltmek;

Tüm katılımcı ülkeler ve de bütün Avrupa için arz güvenliğine katkıda bulunmak;

Tüm Nabucco ortaklarının gaz boru hattı şebekelerinin Avrupa gaz ağıyla bağlantılı olarak rolünün güçlendirmek ve Avrupa Gaz Direktifinde bahsedilen şeffaflığı sağlama ve rekabeti artırma yoluyla iyi işleyen bir tek gaz pazarına katkıda bulunmaktır.
ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde diplomatik misyon faaliyetlerini denetleyen Genel Teftiş Bürosu (OIG), ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, İstanbul, Adana ve 
İzmir temsilcilikleriyle ilgili Temmuz 2010’da yayımladığı raporda bu makalenin konusuyla ilgili olarak şu tespitte bulunulmuştur; “Türkiye, kendisi aracılığıyla 
Azerbaycan’dan, Hazar bölgesinin diğer yerlerinden boru hatları aracılığıyla Batı Avrupa’ya petrol ve gaz temin edilmesinin çeşitlenmesinde giderek artan bir rol 
oynamaya da devam edecektir”.[17]

Bu boru hattının yapımı ile ilgili sorunların sorunlardan ilki, temin kısmında yaşanan sorunlardır. İkincisi ise talep kısmında var olan sorunlardır. 
Rus gazına alternatif olarak düşünülen kaynaklar Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak ve Mısır’dır. İlk aşamada hattın bağlanacağı Azerbaycan’ın boruları doldurup dolduramayacağı söz konusudur. Özellikle Türkmenistan gazında ciddi şüpheler göz önünde bulundurulduğunda Azeri gazının kapasitenin çok altında olacağı ifade edilmektedir.[18] Türkmenistan’ın gaz kaynaklarına yönelik olarak Birleşik Devletler, Avrupa Birliği, Rusya, Çin ve İran arasında stratejik ve gaz çıkarları bakımından ciddi bir mücadele yaşanmaktadır. Washington ve Brüksel, Türkmenistan’ı kendi gazını Hazar’ı aşıp Azerbaycan ve Türkiye’ye giden teknik ve siyasi açıdan zor bir rota vasıtasıyla Avrupa’ya gönderme konusunda ikna etmeyi ummaktadırlar. Böylece Rusya ve İran’ın Avrupa’ya yönelik alternatif boru hattı rotaları olmasının engelleneceğini düşünmektedirler. Tahran, Türkmen gazının kendisi üzerinden Türkiye’ye oradan da Batı’ya iletilmesini hedeflemektedir.

Türkiye her iki durumda da kazanmaktadır fakat şu anda İran’ın gaz sahalarını geliştirip bunu kendisi almanın yanı sıra bu gazın Avrupa’ya aktarılması konusunda da taahhütte bulunmuş durumdadır. Washington bu durumdan memnuniyet duymamaktadır. Moskova, Tahran ve Ankara arasında Türkmen gazının Batı’ya akışının kontrol edilmesi konusunda asgari olarak üç yönlü bir mücadele vardır. Ne Türkiye ne de İran, bu konuda Washington kadar Moskova’ya stratejik bir meydana okuma durumunda değildirler. Fakat Türkmen gazının transfer edilmesi probleminin çözüme kavuşturulmasından gelecekte Rusya veya İran fayda sağlıyor olacaktır.

Diğer bir seçenek ise Mısır gazıdır. Fakat burada şöyle bir durum söz konusudur. Türkiye komşularıyla beraber Mısır doğalgazını Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye’ye oradan da Avrupa pazarlarına taşımayı amaçlayan Arap Doğalgaz Boru Hattı projesini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Taşıma için mümkün olan gaz miktarı düşük seviyede olup yılda 1,5-2 milyar metreküptür. Mısırlı yetkililer taşımaya yönelik olan uygun miktarları sınırlandırmaya ve kendi rezervlerini gelecek nesilleri için korumaya çalışmaktadır. Öte yandan, Nabucco’nun yıllık ihtiyacı olan 30 milyar metreküplük doğal gazın yarısını sağlamayı taahhüt eden Irak‘ta ise ne yeterli bir istikrar ne de görüşmelerde bulunulacak güvenilir bir hükümetin varlığı söz konusudur.

İran gazı, ise ABD’nin Tahran’ın nükleer programından duyduğu rahatsızlık ve İran’a yönelik olarak uygulanan uluslararası yaptırımlardan dolayı şu anda devre dışı durumdadır.[19] İran, 29,6 trilyon metreküp doğal gaz rezerviyle dünya gaz rezervlerinin yüzde 16’sını elinde bulundurmaktadır. Rusya’dan sonra ikinci büyük doğal gaz tedarikçisi olan İran seçeneği, Türkmenistan bağlantısı açısından da hayati önemdedir. ‘Amerikan engeli’ aşılabildiği takdirde Nabucco’nun önünde Hazar engeli çıktığında Türkmen gazı İran üzerinden sevk edilebilir. Washington’ın Tahran’ın içinde bulunduğu bütün enerji projelerini engellediği bilinmektedir. Ankara’da Nabucco için beş ülkenin başbakanı tarafından imzaların atıldığı gün ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar İran’ın Nabucco’ya gaz sağlamasına karşı olduklarını ifade etmekteydi. İran, projeden dışlandığı takdirde, kıyıdaş ülke olarak Hazar’ın statüsü konusunda aynen Rusya gibi sorunlar çıkarması olasıdır.

Talep tarafında da sorunlar bulunmaktadır. Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı’nın hissedarı olan ülkeler (Almanya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Türkiye ve Avusturya) kendilerini Rus baskısına ve sindirme politikalarına karşı savunmasız bırakacak şekilde Moskova’dan doğal gaz ithalatına yüksek oranda bağımlıdırlar. Almanya için bu oran % 43, Bulgaristan’da % 89, Avusturya’da % 74’tür. Türkiye için bu oran % 60 civarındadır.

Washington’da bu sene 31.si gerçekleştirilen yıllık Türk-Amerikan Konseyi (ATC) kapanış oturumunda bir konuşma yapan Amerika Enerji Bakan Yardımcısı Daniel Poneman önemli açıklamalarda bulunmuştur.[20] Poneman, Türkiye’nin Avrupa’ya giden enerji yollarının yaşamsal kavşak noktasında yer aldığını ifade etti. Enerji güvenliği meselesinin bütün taraflar açısından önemli olduğunu belirten Poneman, Ankara’nın bu tarz enerji güvenliği tesis etme bakımından üstlenmekte olduğu rolün farkında olduklarının altını çizdi. Birleşik Devletlerin uzun zamandan beri güney koridorunu meydana getiren doğal gaz boru hatlarını desteklediğini vurgulayan Poneman, bu koridorun hedefinin Avrupa’nın yeni doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden Batı pazarlarına aktarmak olduğunu sözlerine ekledi.

Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi -TANAP

26 Haziran 2012’de Azerbaycan ve Türkiye arasında TANAP (Trans Anadolu) adı verilen bir doğalgaz boru hattı projesi ilgili anlaşmanın Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Azerbaycan Sanayi ve Enerji Bakanı Natık Aliyev tarafından imzalanmıştır.[21] Erdoğan ve Aliyev anlaşmaya şahit olarak imza koydular. Ev sahibi ülke anlaşmasına ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Socar Başkanı Rövnag Abdullayev tarafından imza konuldu. Bu boru hattına ilişkin mutabakat zaptına ise Socar Başkanı Rövnag Abdullayev ile Botaş Genel Müdür Vekili Mehmet Konuk tarafından imzalanmıştır. Azerbaycan devlet petrol şirketi SOCAR’ın, Türkiye’den BOTAŞ ile TPAO’nun ortaklığı ile 26 Aralık 2011 tarihinde ön anlaşması yapılan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi, 7 milyar dolar yatırımla faaliyete geçecektir. Projenin ilk etabı 2018 yılında bitirilecektir. Bu proje için oluşturulan konsorsiyumda SOCAR, BOTAŞ ve TPAO ilk ortaklar arasında bulunmaktadır. Bu proje çerçevesinde Ankara’nın BOTAŞ ve TPAO ile beraber % 20lik bir hissesi bulunacaktır. Projenin % 80’lik hissesinin sahibi ise SOCAR olacaktır.

Bu boru hattı ile gazın Azerbaycan’dan çıkarılarak, Gürcistan’ı geçip Türkiye üzerinden satılması ve iletilmesi planlanıyor. Şah Deniz 2 Konsorsiyumu’nun 16 milyar metreküplük gazının 6 milyar metreküplük bölümü Türkiye’ye verilecek, 10 milyar metreküplük bölümü de TANAP kanalıyla Bulgaristan ve/veya Yunanistan sınırında teslim edilecektir. TANAP projesi planlanan 4 aşamanın ilki 2018’de ilk gaz akışıyla hayata geçirilecektir. 2020 yılında ise senelik 16 milyar metreküp olacak kapasitenin, 2023’te 23’e, 2026 yılında ise senede 31 milyar metreküp seviyesine ulaşması amaçlanıyor.

Türkiye Ulusal İletim Hattı’nın batı girişini beslemek suretiyle, batı bölgesi arz güvenliğini güçlendirecek proje, gelecekte Türkmen gazının Türkiye ve Avrupa’ya iletimi bakımından alternatif bir hat olma özelliğine de sahiptir.[22] İki başkent açısından çok büyük stratejik öneme haiz bulunan hattın, Türkiye ve Avrupa için makul fiyat ve belirlenmiş doğalgaz kapasitesiyle arz güvenliğine destek verirken, Bakü’nün elinde bulunan doğalgaz kaynaklarının yeni pazarlara iletilmesi gibi önemli kazanımlar da sağlamaktadır. Hazar Bölgesi doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını hedefleyen Nabucco Projesi’nde karşılaşılmakta olan ‘arz sıkıntısı’, TANAP Projesi’ne olan ilginin yoğunlaşmasına sebep oldu. TANAP’ın gaz arzı, Şahdeniz II sahasından gerçekleştirilecektir. Bundan dolayı, projenin arz hususunda bir sıkıntısı bulunmamaktadır. Bu sebepten ötürü Türkiye ve Azerbaycan tarafından ortaya konulan bu proje için, şu anda İngiliz BP, Fransa Gaz de France, Almanya’nın RWE, Avusturya’nın enerji şirketi OMV ile Norveç, Bulgaristan, Macaristan’ın enerji şirketlerinin ortak olmak için görüşmeler yaptığı ifade edildi.

18 Aralık 2012’de Atlantic Council’de yapılan “Energy and Security from the Caspian to Europe” adlı konferansta ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi üyesi Marik String, Azerbaycan hükümetinin elinde bulunan enerjiyi kullanarak Batı’yla olan stratejik bağlarını kuvvetlendirmek gibi stratejik bir davranış sergilediğini ifade etti. String’e göre Bakü, sahip olduğu doğal gaz kaynaklarını yerel ve bölgesel bazda rahatlıkla ihraç edebilir.[23] Ankara, Bakü’nün, bütün doğalgazını almaktan memnuniyet duymakta fakat Bakü, bu gazı Avrupa’ya taşıma kararını sabit tutuyor. String, üyesi olduğu komitenin Avrupa’ya akan doğal gazın Orta Avrupa’dan Nabucco West boru hattı kanalıyla aktarılmasına destek verdiğini ifade ederek, böylelikle; çoğunlukla Rusya’nın Gazprom firmasının tedarik ettiği doğalgaza bağımlı durumda bulunan Orta Avrupa bölgesindeki Washington’un müttefiklerinin, doğalgaz kaynaklarının çeşitlenebileceğini vurguladı. String, Nabucco West hattının geçtiği ülkelerden Bulgaristan’ın % 89, Macaristan’ın % 57 ve Romanya’nın % 23 oranında Gazprom’un tedarik ettiği doğalgaza ihtiyacı olduğunu vurguladı. Beyaz Saray’ın birçok müttefikinin gelecek senelerde Gazprom firmasıyla olan anlaşmalarının biteceğini ifade eden String, Nabucco West Hattı’nın şimdiye kadar görülmemiş bir avantaj sağlayacağının altını çizdi.

Aynı konferansta söz alan ABD Senatosu Dışişleri Komitesi’nin bir diğer üyesi Neil Brown ise Azerbaycan enerji kaynaklarını Batı’ya taşımayı sürdürmek arzusundaysa, doğusundaki komşusuyla ilişkilerini iyileştirmesi gerektiğini ifade etti. Brown’a göre BP ve ortakları tarafından gerçekleştirilen yatırımlarla beraber Bakü, Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayabilecek bir konuma sahip olabilir. Azerbaycan’ın bunu yapıp yapamayacağını soran Brown, ihtiyaç olan şeyin Türkmenistan’ın Avrupa’daki doğalgaz pazarındaki uzun vadeli geçerliliğinizi onaylaması olduğunu belirtti. İki başkent arasındaki münasebetlerin iyileştirilmesinin, her iki ülke tarafından kullanılan doğalgaz sahalarını bağlayacak Trans-Caspian boru hattının gelişiminde etkili olacağını vurgulayan Brown, bu hattın gelişim sürecinin, Türkmen gazının akışının Bakü tarafından da onaylanmasını kapsaması gerektiğini sözlerine ekledi.

1990ların başında SSCB’nin yıkılmasından sonra Kafkasya ve Orta Asya’da birçok yeni devlet ortaya çıkmıştır. Bu coğrafyalarda bağımsızlığını kazanan ülkeler arasında Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan yer almaktaydı. Bu üç devlet muazzam ölçekte petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahiptirler. Fakat SSCB’nin egemenliği altında uzun süre yaşamalarından dolayı bu kaynaklarını dışarıya satma konusunda çok büyük büyük sıkıntılarla karşı karşıyadırlar. 1990ların ortasından itibaren Birleşik Devletler, Orta Asya ve Kafkasya devletlerinin tekrar Rus hâkimiyetini girmesini önlemeye yönelik özellikle enerji kaynaklarının Batı pazarlarına transferi konusunda çeşitli projeler geliştirmektedir.

Rusya’nın tekrar bu bölgelerde üzerinde hâkimiyet kurmasını engellemenin yanı sıra o dönemden itibaren gittikçe artan bir biçimde uygulanan İran İslam Cumhuriyeti’ni çevreleme stratejisi bağlamında Tahran’ın Hazar kaynaklarının Batı’ya sorunsuz bir biçimde aktarılmasıyla ilgili geliştirilen projelere katılması engellemeye çalışılmaktadır. Bu devletlerin egemenliklerinin güçlendirilmesi Beyaz Saray’ın bu bölgeye yönelik geliştirdiği stratejinin ana unsurlarından birisini oluşturmaktadır. Rusya ve İran tarafından desteklenen Kuzey-Güney Enerji Koridoruna karşı Birleşik Devletler önderliğindeki Batılı devletler, Doğu-Batı Enerji Koridorunu ortaya atmışlardır.

Bu çerçevede geliştirilen en kayda değer proje Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi’dir. 1994 yılında imzalanan bir anlaşmayla başlayan süreç uzun çabalardan sonra 2006 yılında boru hattının faaliyete geçmesiyle sonuçlanmıştır. Günümüzde aktif olarak kullanılan bu hat aracılığıyla Azeri petrolü, Batı pazarlarına Rusya’yı bypass etmek suretiyle gönderilmektedir. Bunun dışında faaliyette olan diğer bir hat ise Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı’dır.

Kremlin, kendisinin bu alandaki üstünlüğüne karşı hareketler olarak değerlendirdiği alternatif projeleri engellemek için saldırgan bir politika takip etmektedir. Avrupa’nın enerji güvenliği açısından elzem bir proje olarak görülen Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı, Moskova’nın yaptığı karşı ataklar sonucunda şu anda kadük durumdadır. Rusya, Orta Asya ülkelerinin petrol ve doğal gaz kaynaklarını, bu ülkelerle uzun vadeli sözleşmeler imzalamak suretiyle kendi tekeli altında tutmaya çalışmaktadır. Ayrıca geliştirdiği Kuzey Akım ve Güney Akım projeleri ile de kendisine alternatif olarak ortaya konulan projelere karşı boş durmadığını göstermekte ve ABD tarafından desteklenen Nabucco gibi projelerin atıl durumda kalmasına yol açmaktadır.

Birleşik Devletler, Moskova’nın bu stratejisine karşın Türkiye gibi alternatif güzergâhları öne sürmektedir. Türkiye’nin jeopolitik konumu, Azerbaycan ve Orta Asya ülkeleriyle olan yakın ilişkileri, bu bölgeye büyük önem atfeden Beyaz Saray tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu bağlamda son zamanlarda ortaya konulan en dikkat çekici proje Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’dir.

ABD’nin Avrasya Enerji Stratejisi bağlamında Azerbaycan ve Orta Asya ülkeleriyle olan ilişkilerine baktığımız zaman, Birleşik Devletlerin işinin hiç kolay olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Çünkü özellikle Vladimir Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesi ve enerji fiyatlarının artmasıyla beraber tekrar güç kazanmaya başlayan Rusya, bu bölgedeki hâkimiyetini kaybetmemek için her türlü stratejiyi uygulamaktadır. Orta Asya ülkeleri bağlamında düşündüğümüzde Rusya’nın bu ülkelerin iktidarlarını devirip yerlerine demokratik yönetimler kurma bir derdinin olmaması Moskova’yı burada avantajlı kılmaktadır.

Burada yer alan büyük miktarlardaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının Ortadoğu’daki kaynaklara alternatif olması düşüncesi göz önünde bulundurulduğunda Beyaz Saray ile Kremlin arasında bu konuda önümüzdeki yıllarda giderek artan bir rekabet olacağı öngörülmektedir. Bu rekabette avantaj sağlayabilmek için her iki devletin de ellerindeki tüm kozları sonuna kadar hiç çekinmeden kullanabileceklerini düşünüyorum.


Sina KISACIK


[1] Şatlık Amanov, ABD’nin Orta Asya Politikaları, (İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2007), s. 149.

[2] Gal Luft, “United States: A Shackled Superpower”, içinde Gal Luft and Anne Korin (eds.), Energy Securtiy Challenges for the 21st Century: A Reference Handbook, (United States of America: Praeger Securtiy International, 2009), ss. 149-150.

[3] Mohammed Reza Djalili, Thierry Kellner, Yeni Orta Asya Jeopolitiği: SSCB’nin bitiminden 11 Eylül Sonrasına,  Çev: Dr. Reşat Uzmen,  (İstanbul: Bilge Kültür Sanat,  2009), s. 180.

[4] Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, (New York: Basic Books, 1997), ss. 46-47.

[5] Amanov, a.g.e, s. 161.

[6] Zbigniew Brzezinski, Brent Scowcroft, America and the World: Conversations on the Future of American Foreign Policy, Moderated by David Ignatius (New York: Basic Books, 2008), s. 174.

[7] Brzezinski, Scowcroft, a.g.e. , s. 191.

[8] Richard L. Morningstar, “2010 Outlook for Eurasian Energy”, Center for American Progress, http://www.americanprogress.org/events/2010/01/av/morningstar_remarks.pdf, (Erişim Tarihi:  30 Mart 2011).

[9] Merve İrem Yapıcı, Rus Dış Politikasını Oluşturan İç Etkenler: Yeltsin ve Putin Dönemleri, (Ankara: USAK Yayınları, 2010), s. 300.

[10] M. Vedat Bilgin, Kafkasya’da Siyaset: Çatışma Ortamı ve Taraf Güçler, (Ankara: Kadim Yayınları, 2012), ss. 108-109.

[11] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa, (Erişim Tarihi: 31 Aralık 2012).

[12] Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, (Ankara: USAK Yayınları, 2009), ss. 174-175.

[13] İbrahim Arınç, Süleyman Elik, “Turkmenistan and Azerbaijan in European Gas Supply Security”, Insight Turkey, Cilt 12, Sayı 3, 2010, s. 185.

[14] Bülent Aras, Emre İşeri, “The Nabucco Natural Gas Pipeline: From Opera to Reality,” SETA Policy Brief, No: 34, July 2009,  http://www.setav.org/Ups/dosya/7756.pdf, (Erişim Tarihi: 20 Temmuz 2012).

[15] Richard Morningstar, “Enerji yolları bazı ülkelerin güvenliği için”, http://www.enerjienergy.com/haber.php?haber_id=159, (Erişim Tarihi: 10 Temmuz 2011).

[16] Taner Yıldız, “Turkey’s Energy Policy, Regional Role and Future Energy Vision”, Insight Turkey, Summer 2010, Cilt 12, Sayı 3, s. 37.

[17] United States Department of State and the Broadcasting Board of Governors Office of Inspector General Report of Inspection Embassy Ankara, Turkey Report Number ISP-I-10-55A, July 2010, http://oig.state.gov/documents/organization/146175.pdf, (Erişim Tarihi: 31 Temmuz 2012).

[18] Ceyhun Haydaroğlu, “Türkiye-Avrasya İlişkileri Bağlamında Enerjinin Jeopolitiği”, içinde Murat Ercan (ed.), Değişen Dünyada Türk Dış Politikası,  (Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2011), ss. 384-389.

[19] Gürkan Zengin, Hoca: Türk Dış Politikası’nda “Davutoğlu Etkisi”, (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2010), ss. 417-418.

[20] Alparslan Esmer, “ABD’den Enerji Güvenliği Konusunda Türkiye’ye Destek,” Amerika’nın Sesi, 13 Haziran 2012, http://www.amerikaninsesi.com/content/abd-enerji-guvenligi-konusunda-turkiye-destek/1208145.html, (Erişim Tarihi: 16 Temmuz 2012).

[21] “Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, TANAP Raporu”, Hazar Strateji Enstitüsü Enerji Araştırmaları Merkezi, Yazarlar: Gulmira Rzayeva, Burcu Gültekin Punsmann ve M. Mete Göknel, Kasım 2012, ss. 4-5.

[22] “Dünya devleri TANAP’ta ortaklık kuyruğunda”, Star, 28 Haziran 2012, http://www.stargazete.com/ekonomi/dunya-devleri-tanapta-ortaklik-kuyrugunda/haber-622690, (Erişim Tarihi: 16 Temmuz 2012).

[23] “Energy and Security from the Caspian to Europe,” Atlantic Council, 18 December 2012, http://www.acus.org/event/energy-and-security-caspian-europe/transcript, (Erişim Tarihi: 29 Aralık 2012).



http://politikaakademisi.org/2013/01/03/abdnin-avrasya-enerji-politikasi-baglaminda-azerbaycan-ve-orta-asya-ulkeleriyle-iliskileri/

3 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



****