5 Ekim 2018 Cuma

TEPKİ TOPLUMU OLMAK., BÖLÜM 1



TEPKİ TOPLUMU OLMAK., BÖLÜM 1
Turkiye Hesap Sormuyor
İnsanlık tarihi, asr-ı saadetin dışında huzurlu ve mutlu anlar yaşamamıştır.
İnsanlığı kurtarmak için ortaya çıkan kişiler ve öne sürülen sistemler de, insanın iki yakasını bir araya getirmemiş, esaretine aldığı insanları da kan kusturmuştur.
İnsanlık her halde kabirde rahat yatacak, tabii yatırılırsa, ahirette rahat bulacak, tabii ki bırakılırsa.
Bugünkü insanlık da iyi bir dönemden geçmiyor. Birçok sosyal felâketle her an burun burunayız. Varlık içinde yokluk çekiyoruz. Her taraf toz duman. Herkes yarınından ümitsiz. Ülkemiz, insanımız iyi yönetilip iyi idare edilmiyor. Ayrıca insanlığı kimin yönettiği belli değil.
İnsanımız, en tabii haklarından mahrum ediliyor. Düşünce, inanç gibi başta gelen haklarını kullanamıyor. Milli, manevi değerlerimiz her geçen gün azar azar yıpratılıyor.
Düşman, var gücü ile inancımıza, ahlâkımıza, Ailelerimize, gençlerimize saldırıyor ve bizi yok etmeye çalışıyor. Yozlaşma, yabancılaşma, hızla devam ediyor. İnsanımızda, olanları seyrediyor. Sahip çıkmıyor, tepki göstermiyor, elinde imkânı kullanmıyor, karamsarlığın ve boş vermişliğin içinde uyuyor.
Geçmiş dönemlerde müslümana göz altı edildi, her şeyine ambargo kondu. Müslüman sindi, içine çekildi. Buna karşılık, bir tepki toplumu ortaya çıktı. Şarlatanlık yaptılar, her şeye tepki gösterdiler ve sürekli gündemde kaldılar. Bugünde inançlı, namuslu kesim, suskunluk gösterirken, bir kesim var ki, sürekli olur olmaz şeylere, uysun uymasın tepki gösteriyor. Tepki göstermesi gerekenler ortada görünmüyor. Hak davasını savunmuyor. Böylece problemlerini de çözemiyor. Tepkisizliği onu sıkıntıya sokuyor. Halbuki Müslüman, tepki göstermekle Allah’ın rızasını kazanır, cennete de tepki göstererek gidebilir.
Ne yazık bugün, Allah rızası, cennet beklentisi olmayanlar tepki gösteriyor da, Müslüman “Nemelâzım” hastalığına tutulmuştur, suskundur, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi yaşamaktadır. Bir kutsi hadiste şöyle buyruluyor:

“Allah Kıyamet günü Kulunu sorguya çekecek:
- Kötülüğü gördüğünde ona karşı çıkmana engel teşkil edecek ne vardı? Neden karşı çıkmadın? Deyince kul:
- Korktum deyince, ona Allah:
- Benden korkman gerekmez miydi?” diyecek. (İlahi Hadisler 26 Nolu Prog:33)

Kur’an’da da şöyle bildirilmiştir:
“Kendilerine yazık edene kimselere melekler canlarını alırken:
- Ne işde meşgul idiniz? Derler. Onlar:
- Biz çaresizdik, cevabını verirler.
- Allah’ın arzı geniş değimliydi hicret etseydiniz ya? denilir.”
İşte onların barınacağı Cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş yeridir? (Nisa:97) Devamındaki ayette de:
- “Erkekler, kadınlar ve çocuklardan gerçekten âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır.” (Nisâ:98) buyrulmuştur.
Tepkisizlik, tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır. İnançsızlık hastalığıdır. Korkaklık hastalığıdır.
Bugün birçok ülkede Müslümanlar; kadın, çocuk demeden katlediliyor.
- Müslümanlar nerede?
Bazı ülkelerde Müslümanlar açlıktan ölüyor.
- Müslümanlar nerede?
Ekranlara bakamaz olduk, gazete okuyamaz olduk. Herşey kirli, inancımız, ahlâkımız, evimiz barkımız zarar görüyor.
- Müslümanlar nerede?
***
Tepkiyi, Uzaklaşmak, terk etmek olarak anlamamalıyız. Vurup kırmak, ortalığı dağıtmak olarak da anlamamalıyız.
Bazıları, bazı olayları bahane ederek bozgunculuk yapmayı, kırıp dökmeyi devletin güçleriyle çatışmayı tepki göstermek olarak anlıyor.
Tepki meşru yolla gösterilir. Tepkinin ölçüsü vardır, şekli vardır. Tepki, asla kızgın yapılan bir davranış değildir.
Tepki yerinde gösterilirse, insanı stresinin gitmesine, rahatlamasına sebep olur.
Gerektiği yerde tepki gösterilmezse, insan sıkıntıya düşer ve vicdan azabı çeker.

A) TEPKİSİZ TOPLUM OLDUK

Aslında hemen hemen her canlıda kendini, kendine ait şeyi savunma ve saldırılara karşı tepki gösterme özelliği vardır. Canlılar arasında da kendisinin farkında olan ve yaptığın şuurlu bir şekilde yapan da insandır.
Ancak insan uyuşur, inancını, ideallerini yitirir, insani, ahlâki, değerleri umursamaz halde yozlaşırsa tepki gösteremez hale getir. Her insanın insanca ve İslâmca, onurlu bir hayat yaşaması, maddi ve manevi varlığına yönelik saldırılara göstereceği savunmaya bağlıdır.
Bugüne kadar kendini, korumadan, savunmadan hiçbir toplum varlığını sürdürememiştir. Esaret altında da olsa düşmanına tepki gösteren, esaretten kurtulup hayat hakkı kazanmıştır. Bindiği gemiyi korumadan kimse varacağı yere varamamıştır.

Uyuşturulduk mu?

Aziz milletimiz, hasletleri ve taşıdığı idealler sebebiyle hep hedef millet olmuştur. Bugünde genci ile, aileleri ile, inanç ve idealleriyle milletimiz, düşmanlarının göz diktiği bir hedef halindedir.
Düşmanların gizli tamimleri, çalışma plânları incelendiği zaman çok acı ve düşündürücü gerçeklerin olduğu görülecektir.
Macarlar, bir Türk beyini öldürüp, atını yakalarlar, ama katiyen binemezler. İğdiş ederler. Ondan sonra her önüne gelen biner…
Yakın tarihe kadar, yeryüzüne sığmayan, atını üç kıtada koşturup denize süren bu milleti yok edebilmek için önce uyuşturmanın yollarını aramışlardır.
Kamu oyunun dikkatini çeken, bunun için şikayet eden, tepki gösteren, hep başkaları oluyor. Vurdukları zaman bile, vuruyorlar ardından “ne vuruyorsun” diye bağırıyor.Bu durumda herkesin, hepimizin yapabileceği, yapmamız gereken mutlaka bir şeyler vardır ve olmalıdır. Çünkü rahatsız olan, mutlaka bir şeyler yapar. Eğer bir şeyler yapmazsak ve çalışanlarla beraber olmaz, onlara yardım etmezsek, o zaman daha büyük belâlara müstahak oluruz.

Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:

“Kâfir olanlar bile birbirinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük fesat olur.” (Enfal:73)

Allah bizden ne bekliyor?

Müslümanların el birlik olmasını ve birbirine destek vermesini istiyor.Kötüye kötülüğe herhangi bir yolla hayat hakkı tanıyan, birgün mutlaka onun kahrına uğrar. İnsanlardan çekinip, yapması gerekeni yapmayana, söylemesi gerekeni söylemeyene, kötülüklere üzülüp karşı çıkmayana Kıyamet gününde Allah soracak:,
- Niye üzerine düşen yapmadın? diyecek. Kul:
- Bir şeyler yapmamı şu şu korku engelledi, Ya Rabbi deyince Allah:
- Sen insanlardan değil benden korkman gerekmez miydi, diyecek.
Bugün bir çokları, gördüğünü gördüm, duyduğunu duydum diyemiyor, şahitlik yapmaktan bile çekiniyor. Efendim “Kör sağır dilsiz ol” diyor. Evet ama bu fitne ortamındadır. Mecellede : “Mücbir tehdidini ika’a muktedir olmalıdır.” Denir.
Öyle olur olmaz korku mazeret olamaz. Bahaneler yüzünden artık hiçbir olaya tepki gösteremez hale geldik. Olanlara sesiz kalıyoruz. Sokak ortasında dövülen, sövülen, öldürülen ve çantası, parası gasbedilenlere karşı bile sessiz, ilgisiz kalınıyor, destek olmuyoruz, yardım etmiyoruz. “Bana dokunmayan yılan bin yol yaşasın deyip geçiyoruz. Hiçbir şeye tepki veremez hale geldik başka ülkelerde gösterilen tepki ne yazık bizde gösterilemiyor.tepki gösterilmesi gereken olaylara günlük, sıradan bir olaymış, gibi bakıyoruz. Adam sende, “Adam sende”, “Bir benimlemi olacak” deyip geçiyoruz. Ağlanacak halimize gülüyoruz. Sinirler duyarlılığını kaybetti. Geçmişte oluşturulan baskının bugünkü insanımız da meydana getirdiği ürkekliğin etkisi yok değil. Meselâ; İstiklal Madalyası sahibi 66 yaşındaki Ak Engin adlı vatandaşımız Fransa ya tepki gösterdi diye tutuklanmıştır. Bir neden de güvensizliktir. Hani hak Nasreddin Hocayı Timurun çadırına gitmeye davet etmişlerdi. Çadırın kapısından yalnız hoca girmiş… Yalnız bırakılmış.

B) HER TOPLUMUN HERKESİN KORUMASI GEREKEN DEĞERLERİ VARDIR

Bir insanı bir toplumu ayakta tutan, başkalarından ayıran milli manevi değerler vardır. Bunları koruyup, sahip çıkmayanlar, varlıklarını koruyamazlar. İki asırdan beri yapılan Müslüman-Türk varlığına saldırıları seyretmeye devam edersek, kimlik arayışımız devam edecektir.
Bakın, dünkü dünya görüşümüz, hayat anlayışımız, Allah’ın dinine bakışımız bugün yok. Sebil toplumundan rezil toplum haline geldik. Bazıları, lokantada tıka basa yiyor; hazmedebilmek için tabakların üstünde tepiniyor, ceket yakıyor. Bazıları köpek seviyor, insan sevmiyor.
Kendi değerlerimiz korumadığımız, kültür erozyonuna karşı çıkmadığımız, yabancı kültürlere tepki göstermediğimiz için başka milletlerin temsilcisi haline geldik.
Soruyorum: Toplumumuz özünde koparılmak isteniyor, azar azar çöküyor. Bu hâl karşısında ne yapıyoruz, ne düşünüyoruz? İdeallerimiz ne oldu?
Uhud Savaşında Mus’ab (r.a.) Peygamberin dişleri kırıldığı zaman var gücü ile Peygamberi korumak isterken büyük yaralar aldı. Kılıç darbeleri ile elleri doğrandı. En sonunda yarım kalan kolları ile yüzünü kapatmıştı. Bu hali Peygamberimiz (s.a.) : “Mus’ab Allah’ın Rasûlünü gereği gibi koruyamadım. Allah’ın huzuruna nasıl çıkar ve ne cevap veririm diye yüzünü örtüyordu” diyerek anlatmıştır. Ya şimdi Allah Rasuûlünün bize getirdiği emanetleri, gereği gibi koruyabiliyor muyuz? Ona dil uzatanlara gereken tepkiyi göstere biliyor muyuz? Biz hesabımız nasıl vereceğiz? Hz. Ebubekir (r.a.) zekât vermeyenlere savaş açtı. Neden? Eğer bir taviz verseydi, taviz olurdu,yazık olurdu. Nasıh? Sonra gelen de bir taviz verirdi ve bunun sınırı olmazdı, durdurulamazdı.
Bir örnek geçen yıl İngilizlerin “İslamî terör” sözcüğünü sıkça kullanılması sonucu, İngilterede yaşayan Müslümanlar konseyi, resmi temaslar girişti ve “İslâmi terör” tabirinin kullanılmamasını sağladı. “Hıristiyan terörü” denmeyeceği gibi “İslâmi terör” denilemez, dendi.
Korumamız gerek çok şeyimiz var.
- İnancımız,
- Kültürümüz,
- Ahlâkımız,
- Ailelerimiz
- Gençlerimiz, korumadığımız, bizim demediğimiz herşey mutlaka elimizden çıkacaktır. Tepe gözler yetiştiriyoruz, ama Basat yetiştiremiyoruz. Tepe göz neyimiz varsa alıp götürüyor, mani olamıyoruz. Yetişmesine, büyümesine sebe olduğunuz her Tepegöz, ahirette yakamıza yapışacak. Peygamberimizin bildirdiğine göre:
- “Bir adama Kıyamet günü birinin yakasına yapışır.” O adam:
- “Sen kimsin? Neden yakama yapışıyorsun?” diye sorar. O cevap verir:
- “Sen beni bir kötü hal üzerine gördünde beni uyarmadın beni nehyetmedin?” der. (İ.Hacer El-Hateymi, İslâmda Helal Haram:2/491)




***


2 Ekim 2018 Salı

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 8

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 8

İSTİHBARİ FAALİYETLER
Turan Çağlar kimdi? Gazetelere verdiği bu bilgilere nasıl sahip oluyordu? Ve neden bu bilgileri gazetelere vermek istiyordu? Ya adaşı Turan Deniz… O nerede ve nasıl bir taraftı? Turan Çağ¬lar neden ondan yana bir tavır alıyor, MİT Bölge Başkanı Nuri Gündeş de buna neden kızıyordu?
1921 doğumlu ve 1941 Harp Okulu mezunu Turan Çağlar, 27 Mayıs 1960 harekâtının lider kadrosundaki bir askeri istihbaratçı olarak radyo müdürlüğü görevini ifa etti. 1965’ten itibaren Tepebaşı’ndaki Tarhan Han’da "Özel Sektör Enformasyon Bürosu" adlı bir kuruluşu yönetti. Çeşitli Amerikan kuruluşları ile yakın ilişkileri bulunan bu büronun nasıl bir hizmet gördüğü henüz bilinmiyor. Para kaynağının ve nasıl kurulduğu¬nun bilinmediği gibi…
Çağlar’ın yöneticiliğini yaptığı Özel Sektör Enformasyon Bürosu 70’li yıl-larda Odalar Birliği bünyesinde faali¬yet gösteren "özel sektör fikrinin dinamik ve devamlı müdafaası" mis¬yonuna sahip bir büro olarak kamuo-yuna yansıyor. Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan büro ile ilgili olarak bilinen tek şey, 70’li yılların sonunda bu büronun gelir ve giderlerindeki bilinmezlik. Gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun 17 Ağustos 1979 tarihli bir yazısında bu bilinmezlik şu satır¬larla ortaya konuyor: "Özel sektör fik¬rini yayma ve savunmak için bir yıl içinde 3 milyon 981 bin lira harcama var. Ama nereye olduğu belli değil. Soruyoruz, cevap yok. Paralar nere¬den geliyor, nereye gidiyor. Örtülü bir ödenekten, örtülü isimlere akıyor para."
Özel Sektör Enformasyon Bürosu ile ilgili sorular o dönemde de bu dönemde de yanıtsız. Sadece, Odalar Birliğinin yönetimindeki bu büronun faaliyet amacı açıklanmış kamuoyuna. Nasıl ve kimlere yönelik, kimlerle çalışma yapıldığının bilgisi hiç bir zaman açıklanmıyor.
Emekli General Alpaslan Demirel, Kara Kuvvetleri Mahkemesi eski savcısı Albay Muhittin Gülmez ve Cevdet Sunay’ın emir subayı Turgut Özbahadır Odalar Birliği’nin büro ile de ilgili müşavirleri arasında ancak onlara ulaşmak mümkün değil.
Adnan Kahveci ve bazı ANAP yöneticilerinin kurucuları arasında yer aldığı Özel Teşebbüs Destekleme Ajansı ile Özel Sektör Enformasyon Bürosu arasında bir bağ olmadığını da Ajans’ın bugünkü yöneticileri söylü¬yor. Çağlar’ın bu bürodaki kurucu ve yöneticiliğine ilişkin de bir bilgi yok.
Ailesinin bile bilmediği bu işinin ardından’SA’ bir büyük holdingin Sos¬yal Hizmetler Müdürlüğü ne geliyordu Turan Çağlar. Holding için gerekli her türlü istihbari faaliyeti yürütmekti işi. Eşi Suzan Çağlar, "ben ordudan ayrıldıktan sonra, 1972 yılından 1979 yılına kadar bir bankada görev yaptığını biliyorum yalnızca" diye açıklıyordu durumu.
Turan Deniz’le yoğunlaşan ilişkisi geliyordu gündeme. Cumhuriyetin ilk yıllarının meşhur Diyarbakır Valisi Galip Deniz’in oğlu Turan Deniz 70’li yıllara, İstanbul MİT Bölge Başkanı olarak giriyordu. Kontrgerilla söyleminin Ziverbey Köşkü ve işkencelerle beraber kullanıldığı bu yıllarda. MİT’in bina, eleman ve imkânlarının yasadışı kullanımına karışmadığını kimselere anlatamama, inandıramama kaygısı taşıyordu Turan Deniz.
Döne¬mindeki işkenceli sorgulamalar ve provokasyonlardan dolayı kendini aklamaya çalışıyordu. Üstüne görev olmadığı halde birçok "iş"te sorumluluğu olanları biliyordu.
BİLGİ SIZDIRAN ARACI
Bilgisi dışında gelişen olay veya olayları basına sızdırarak kendini aklama ça¬balarında da, basınla iyi ilişkiler için¬deki eski mesai arkadaşı emekli Albay Turan Çağlar’ı kullanıyordu. Turan Çağlar da o dönem Aydınlıkta yazan pek çok gazeteci dostu aracılığı ile kamuoyuna kontrgerilla ile ilgili bilgiler veriyordu. Bu yetkili ağız tarafın¬dan sızdırılan bilgiler de Aydınlık’ta yazı dizisi oluyor, manşet oluyor, köşe yazılarına konu teşkil ediyordu. Doğu Perinçek de bunu doğruluyor ve Çağ¬ların verdiği bilgilerin bir kısmını dizi¬lerde kullandıklarını söylüyor.
Turan Çağların ilişkileri oldukça genişti ve "Turan Deniz kaynaklı" bil¬gileri basma sızdırmakta güçlük çek¬miyordu, Ama zorluk, Turan Deniz’in MİT’teki görevinden ayrılmasından sonra başlamıştı. Basına sızdırılan bil-gilerde ismi verilenler hâlâ görevdey¬di ve artık Çağlarla da uğraşıyorlardı. Artık arabayla kaçırmalar, kısa gözaltı¬lar, tehditler, dayaklar ve işkenceler giriyordu devreye. Nuri Bey ve arka¬daşları çok kızmışlardı zaten. Eyüp Beyin, Özcan Bey’in tepkileri de az değildi doğrusu…
Ama Turan Çağlar’ın basınla ilişki¬leri vardı ne de olsa. Gözaltı ve dayaklardan sonra bu ilişkileri devre¬ye sokmayı deniyordu. Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Uğur Mumcu böyle bir dayak olayından sonra, konunun dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e iletilmesinin kendisinden istendiğini şöyle anlatıyordu:
"Turan Çağlar bana haber göndererek, MİT tarafından kaçırılmasının, dayak atıl¬masının Başbakan Bülent Ecevit’e yansıtılmasını istiyordu. Ben de ilet¬tim Bülent Ecevit de ilgileneceğini söyledi. Buna rağmen Çağların yine gözaltına alındığını da sonra öğrendim.
ECEVİTE YAZILAN MEKTUP
Uğur Mumcu’ya göre Çağlar bir de mektup yazıyordu Bülent Ecevit’e MİT tarafından yapılan baskıları iş¬kenceleri anlatan…
Bir kez daha gözaltına alınan Çağlar, bu kez de Bülent Ecevit’e yazdığı mektup kendi¬sine gösterilerek dövülüyordu. Çağ¬ların MİT’le ilişkileri artık giderek gerginleşiyordu. Bir eski teşkilat çalışanı¬na göre Cağlar. MİT’in gözünde hain olarak görülüyordu. Peki, ne olacaktı?
Bunun cevabı da 12 Eylül sonrasına kalıyordu. Bu arada Çağlar işinden de olmuştu. Üst düzey yöneticisi olduğu holdingin patronuna "çıkarın bu adamı isten" biçiminde gelen bir uyarı Çağlar’ın iş hayatına son vermişti.
12 Eylül’den sonra hukukun askıya alındığı günlerden bir gün, gazetelerin yazıişlerine bir haber geldi. Sıkıyöne¬tim kaynaklı bu habere göre, emekli Albay Turan Çağlar, ABD lehine casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklana¬rak Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderiliyordu. Bu tutuklanmanın öyküsü, eşi Suzan Çağlar’a göre 16 Mart 1983’de başlıyordu. O zaman Levent’te oturduklarını anımsatan Suzan Çağlar şunları anlatıyor;
“Sanıyorum dört kişiydiler. Son derece kibar bir biçimde geldi¬ler ve Turan’ı alıp götürdüler. Hatta kapı¬da yumuşak bir tonda tartıştılar da. Bir ope¬rasyon için bilgisine başvuracaklarını söylüyorlardı. Turan gider¬ken ‘merak etme canım önemli bir şey yok’ diyordu. Bir gün, beş gün… Turan eve dön¬medi ama o kibar bey¬ler arada bir gelip evde Turan’ın eşyalarını karıştırıyor, bazı eşyala¬rını alıp gidiyorlardı. Birinci haftadan sonra ‘Turan bey sizi istiyor’ deyip bizi ona götür¬düler. Turan son dere¬ce iyiydi. Yine, ‘merak etmeyin önemli bir şey yok, bir süre sonra geleceğim’ diyordu. Görevliler de bir soruş¬turma için yardımcı olduğunu söylüyorlar¬dı."
"MİLLİ MÜDAFAYA HIYANET"
Ailesinin 3 Nisan 1983’de sorgu¬landığı yerde görüşüp evde buluşmak üzere vedalaştığı Turan Çağlar’dan ancak 11 Nisan günü bir telgrafla haber alındı. Bu kez Turan Cağlar Ankara’da Mamak Ceza¬evindeydi ve tutukluydu artık. Hak¬kında suçun niteliği nedeniyle Genel¬kurmay Askeri Mahkemesi’nde bir dava açılıyordu. İddianameye göre Çağlar, İngiliz vatandaşı John Hyde ve zamanın ABD İstanbul Konsolosuna para karşılığı, devlet sırrı niteliğinde bilgi satıyordu. Çağlar, bu nedenle de Türk Ceza Kanunu’nun 133 maddesine aykırı davranarak "milli müdafaya hıyanet" etmekle suçlanıyordu.
"Mamak gidişine kadarki bütün: görüşmelerimizde kısa bir süre sonra eve geleceğini söylüyor, önemli bir şey olmadığını anlatıyordu. Ne zaman ki Mamak Cezaevi’ne gitti, ondan sonra çöktü ‘Turan" diyor Suzan Çağ¬lar ve ekliyor: "Anlatamam, açıklaya¬mam ama mahkemede anlaşılır, bu bir komplo diyordu Turan. O zaman utanacaklar bu vatan hainleri, bu vatanı satmaya çalışanlar anlaşılacak diyordu.”
Dava dosyasına göre ABD konso¬losuna verilmiş bazı pusulalar vardı. Bir de Turan Çağların MİT sorgula¬masındaki el yazısı itirafı. Ama dava dosyasının başka neler içerdiği bilinmiyor…
"HUKUKİ DELİLLER EKSİK"
Bir emekli askeri hakimin anlatımına göre dosya, Turan Çağlar’ın geçmişteki bazı ilişkilerine dayandırılıyordu. Bu ilişkiler de bazı görevler nedeniyle kurulmuş ilişkilerdi. Aynı hakimin yorumuna göre, dava dosyasındaki deliller suçun niteliği açısından bakıldığında hukuken eksikti. "Peki, geç¬mişte kurulmuş görev kaynaklı bu ilişki neydi?” diye sorulduğunda ise devlet sırrı duvarı vardı karşıda. "Siyasi ve istihbari ilişkiler" olarak özetlenebiliyordu sadece. Duruşmalar başlarken bazı gazeteci tanıdıklarına mektuplar gönderiyordu Turan Çağlar. “Nedenlerini açıklayamayacağım bir komplo bu” diyordu mektuplarında. Bu açıklanamayacak nedenleri ne o gün, ne bugün kimse öğrenebildi. Ama Turan Çağlar’ın haleti ruhiyesi gittikçe bozuluyordu. Dışarıya ulaştırdığı mektuplarında görülüyordu bu. O mektupların adresi olan gazetecilerden biri "çok sonradan elimize geçen günlüğünde, bozulan ruh hali hemen anlaşılıyordu" diyordu yıllar sonra.
"BENİ ÖLDÜRECEKLER”
“Gide¬rek bir korkuya kapılmaya başladık.” Suzan Çağlar, cezaevi görüşmelerin¬den birinde Mehmet U. adlı bir alba¬yın “Turan Bey ölecek, dava da kalka¬cak ortadan" uyarısından sonra yaşa¬dığı endişeleri böyle ifade ediyordu. “İlaçla, milaçla yapacaklar bu işi" dediği nakledilen Mersinli Albay Meh¬met U. çok fazla şey açıklamıyor, "açıklayamıyordu" anlaşılan. Ama bir süre sonra Turan Çağlara da malûm oluyordu ölüm. Dışarıyı gönderdiği 1983 Temmuz’unun ikinci yarısının tarihini taşıyan mektuplarda komplo¬yu ve öldürüleceğini anlatıyordu. Çok eski bir dostuna ise şöyle yazıyordu:
"Artık biliyorum beni öldürecekler. Bu komplonun başka çıkışı yokmuş… Çocuklarıma yardımcı olmanı rica edi¬yorum. Üzülmesinler… Ölüm ilanımı da şöyle vermenizi arzu ediyorum. Manastır eşrafından…" Yılmaz önadlı bir dosta yazılmış bu mektubun Mamak Cezaevinden çıkış tarihi Temmuz’un son haftasının başlarıydı.
30 Temmuz 1983 tarihli gazetelerin sayfalan arasında bir ölüm haberi yer alıyordu Sıkıyönetimin ciddi üslubunu taşıyan. "Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çağlar, tutuklu bulunduğu Mamak Askeri Cezaevinde dün sabaha karşı geçirmiş olduğu bir kalp krizi sonucu öldü…" diye başlıyordu gazetelerdeki haberlerin hemen tümü. Turan Çağların ölümü bir kuşku taşıyor muydu? Bu sorunun yanıtı kimine göre "evet", kimine göre "sıradan bir ölüm vakası olarak "hayır”dı Gönderilen mektuplar, Mamak Cezaevindeki bir albayın Çağlar ailesinin fertlerine söylediği "öldürecekler" uyarısı bir anlam taşıyor muydu? Bir vehim miydi yoksa…
Ölümünün üzerindeki kuşkular bir yana, bilinmez o kadar çok şey vardı ki Çağlar’ın bu öyküsünde, her biri ayrı araştırma konusu olan… Özel Sektör Enformasyon Bürosu’nun tümüyle açıklanmayan kuruluşu, çalışmaları, ilişkileri, para kaynakları kadar Çağlar’ın yaşam çizgisindeki her ayrıntı önemli. Çağlar’ın Enformasyon Bürosu kurucu ve yöneticiliği yıllarında bazı görevler nedeniyle daha sonra aleyhinde kullanılan bazı ilişkiler kurmuş muydu? Turan Deniz, yöneticisi olduğu bir kuruluşa sorumluluktan kurtulmak için yasadışı çalışmaların bazı bölümlerini ifşa ederken yasal soruşturma yolunu neden izlememişti? Turan Çağlar defalarca gözaltına alındığı dönemde komünistlere bilgi vermek ve teşkilata ihanetle suçlanırken sürekli izleniyor, her konuşması banda alınıyordu. İz peşindeki o görevliler nasıl olmuştu da aynı dönemlerde olduğu ileri sürülen Amerikan Konsolosluğu ile ilişkilerini tespit edememişlerdi Çağlar’ın? Turan Çağlar MİT’e göre neydi? Vatan haini bir komünist mi? Yoksa yine vatan haini bir Amerikan Casusu mu?
Bir de o eski dost Turan Deniz’in, anlaşılmaz bir biçimde Turan Çağlar’ın hayatından sessizce çıkışı var tabii ki. Yıllarca aileler arasında bile paylaşılan Deniz-Çağlar ilişkisi, Turan Çağlar’ın yaşamının12 Eylül’den sonraki döneminde yoktur. Turan Deniz, adaşı ile ilişkilerini kopardığı gibi ailesiyle de bir daha görüşmez. O çok yakın aile dostunu, sanki bir şeylerden korkar gibi bir daha aramaz. Ne cezaevi, ne mahkeme günlerinde. Aile servetinin bir parçası olan İstanbul’daki binalarının bir bölümü MİT tarafından kiralanarak kullanılan o etkili adam Turan Deniz’in bu tavrı da anlaşılmazdır.
Belki de bunların hiçbirinin önemi yoktu. Çağlar’ın bir çocuğu şunları söylüyor: "Asla inanmadığım ve zaten ispat da edilemeyen suçlama doğru olsa ne çıkar. Babam Amerikan casusu olsa ne çıkar. Yanında olamadığımız, onu koruyamadığımız bir ortamda kuşkulu bir biçimde öldü ve gitti. Daha acısı ne olabilir ki."
Küllenmeye yüz tutsa bile var olan bu acı, bizi ailenin diğer fertlerinin adlarını gizli tutmaya yöneltti. Çağlar ailesinin fertleri daha fazla yıpranmak istemediklerini söyleyince ne yapılabilirdi ki zaten.
Turan Çağlar’ın öyküsü bir türlü bilinemeyen, konuşulamayan, tartışılamayan denetlenemeyen ilişkilerin, olayların günışığına çıkmasına bir küçük katkı belki de. Sonu, var olmanın en hissedilir yanı ölümle biten…”
*****
Evet, Nokta Dergisindeki Mehmet Güç’ün kaleme aldığı “Bir ölümün anatomisi” başlıklı yazıyı okuduk. Alıntı yazıda, baştan itibaren 3 resim orijinal yazıda olanlar, diğerlerini ise ilave ettik.
Bir hayli karışık görünen Turan Çağlar öyküsü aile yönünden acı ve üzüntü vericidir. Ancak ülkemiz ve geleceğimiz için yine de konu üzerinde durmalıyız. Bu tip olayların kökü, içimize girerek adeta bir sarmaşık gibi her tarafımızı saran en yakın müttefikimiz ve dostumuz ABD ile ikili ilişkilerimize dayanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ABD ile sıkı ekonomik ilişkiler geliştirmek isteyen ve Lozan Barış Antlaşması sırasında ABD’nin politik desteğini arayan TBMM ve hükümet, 1923 yılı başında Türkiye’de yatırım yapacak Amerikan şirketlerine yoğun teşvikler içeren Chester Teşvikleri yasasını kabul etti. ABD Senatosu ise 1947 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı Batı bloğunu korumak üzere Truman Doktrini’nin bir parçası olarak Türkiye için bir ekonomik ve askeri yardım paketini onayladı.
Türkiye 1950-1953 arasındaki Kore Savaşı’nda ABD ve Birleşmiş Milletler’in yanında yer aldı, 1952 yılında NATO’ya katıldı ve 1955 yılında CENTO’nun kurucu üyeleri arasında oldu. 1954 yılında ABD’ye İncirlik Hava Üssü’nü kurma izni verildi. Bu üs Soğuk Savaş sırasında, 1.Körfez Savaşı ve Irak Savaşı’nda kullanıldı. Bunun yanında bir sürü radar ve dinleme üssü kuruldu. Neticede her alandaki Amerikan yardımları ve müşterek faaliyetlerle Amerikalılar içimize, bütün milli müesseselerimize girdiler ve bizi bizden fazla idare etmeye başladılar. Bazen başarısızlıkla neticelenen kendi çıkarlarına yönelik ve çoğunlukla kanlı neticelenen projelerinin esiri olduk…
Turan Çağlar’ın MİT’ten bilgi taşıdığı AYDINLIK’ın Kontrgerilla yayınlarının, MİT’te ABD çıkarlarına karşı faaliyetlerde bulunan milliyetçi unsurların tasfiyesine yönelik olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Kontrgerilla yayını
MİT içinde ABD ve İngilizlere hizmet eden İstihbarat Başkan Yardımcısı Emekli Albay Sabahattin Savaşmanın suçüstü yakalanmasının akabinde, Savaşmanı yakalayan ekibe yönelik yapılmıştır.
Şimdi Nokta Dergisindeki “Bir ölümün anatomisi” yazısındaki bazı sualleri 28 Ocak 2013 tarihli HaberTürk gazetesindeki Zülfikar Aydın’ın “MİT fezlekesinden çarpıcı bilgiler” başlıklı haberle tamamlayalım.
“27 Mayıs 1960 darbesinin önde gelen isimlerinden Albay Turan Çağlar ile ilgili MİT fezlekesinden film gibi casusluk raporu çıktı. Raporda CIA’nın Çağlar’a yönelttiği sorular da var: “Orduda sol darbe olur mu? Ecevit daha ne kadar sola kayar? Evren’in dişçisi ile evlenme dedikodusu gerçek mi?”
ERGENEKON davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin MİT’ten istediği “casusluk” dosyalarından film senaryosu gibi bir fezleke çıktı. Ünlü sanatçı merhum Barış Manço’nun kayınpederi Albay Turan Çağlar ile ilgili fezlekede, 12 yıl CIA’ya çalışan Çağlar’ın, başlangıçtan suçüstü anına kadar faaliyetleri yer alıyor.
NICK ADLI KİŞİ
1960 darbesine katılan ve İstanbul Radyosu Müdürü olan Çağlar, bu dönemde İngiliz ve ABD’li bazı istihbaratçılarla tanıştı. 1971’de ise çalıştığı bankaya gelen ve ABD Konsolosluğu’nda çalıştığını belirten “Nick” adlı kişi Çağlar ile CIA bağını kurdu. Fezlekede, Nick ile 15 günde bir görüşen Çağlar’ın “Nick, Türkiye’nin sola kaymasını istemediğini söyledi, 12 Mart’ın nedenleri, daha sonra genç subayların bir darbe hareketinin içinde olup olmayacağına ilişkin fikirlerini aldı” ifadesine yer verildi.
‘MÜSTEŞAR SOLCU MU?’
Nick’in 2 yıl sonra Türkiye’den ayrılmadan önce son buluşmaya getirdiği ABD’li ajana, Çağlar tarafından hangi konularda bilgi verildiği de fezlekede yer aldı: “Orduda ihtilal yapacak sol bir grup olup olmadığı, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapma ihtimalinin olup olmadığı, Türkiye’nin Yunanistan ile bir harbi göze alıp almayacağı, MİT Müsteşarı Bahattin Özülker’in solcu olup olmadığı.” Çağlar bu kapsamda TSK’nın Kıbrıs’a yapacağı çıkarmaya 28. ve 39. Tümen ile Hava İndirme Komando Tugayı’nın katılacağı, muhtemel çıkarma harekâtının Magosa’dan olacağı bilgisini verdi. Çağlar, Amerikalılara verdiği bilgiler karşılığında Turan Tural takma adıyla makbuz imzalayarak, 1 ila 3 aylık dönemler içinde 15 ila 25 bin lira aldı.
LALE’NİN EĞİTİMİ
Çağlar’ın kızı Lale Çağlar’ın 1973-1974’te Oxford Üniversitesi’ndeki eğitim masrafları da ABD tarafından karşılandı. Fezlekeye göre Kıbrıs harekâtı nedeniyle Türkiye-Amerika ilişkileri gerildi ve CIA Çağlar’a kriptolu görüşme imkânı sağlayacak bir çanta vermek istedi ancak Çağlar yakalanma ihtimaline karşı çantayı almadı. Çağlar ve CIA ajanları randevularını şifreli yöntemlerle belirliyor, Fındıklı’da bir binada bir araya geliyorlardı. Kopukluk olması halinde Çağlar “Jack” ve “Harry” takma adlarıyla konsolosluğu arıyordu. İlişki Savaşman olayının patlak verdiği 1978’e kadar devam etti. MİT, Çağlar’ı da Doğu Perinçek liderliğindeki grupta yer alan isimlerle ilişkisi nedeniyle sorguladı.
1.5 MİLYON TL ALDI
MİT, Çağlar’ın casusluk faaliyetlerini, 1982 yılında “açıklanması sakıncalı” bir kaynağından haber aldı. Aynı yıl delil toplanmaya başlandı, Çağlar’ın Levent’te Amerikan Konsolosu John McGlosson ile yaptığı gizli buluşma fotoğrafla belgelendi ve bir sonraki buluşmada suçüstü yapıldı. Çağlar’ın üzerinde 20 sayfalık doküman, Glosson’da ise Çağlar’dan istediği bilgileri içeren not kâğıdı bulundu. Çağlar’ın evinde de Amerikalılara verdiği 6 yazılı raporun karbon kâğıdıyla çoğaltılmış örnekleri ele geçirildi. Çağlar, 41 sayfalık ifadesinde CIA ile ilişkilerini en ince ayrıntısına kadar anlattı, aldığı paraya ilişkin “takriben 1 ila 1,5 milyon Türk Lirası’na tekabül eder” dedi. Fezlekeye göre Çağlar’a “Orgeneral Kenan Evren’in sağlık durumu ve bir diş doktoru ile evleneceğine dair dedikoduların doğruluk derecesi” de soruldu.”
*****
Tabiatıyla şu soruları sorabilirsiniz: Nuri Gündeş’in ismi Aydınlık’ın Kontrgerilla dizisinde geçmese Turan Çağlar yakalanır mıydı? Bana kalırsa yakalanmayabilirdi…
Turan Çağlar olayında benim de aklımı kurcalayan husus şu; 16 Mart 1983 günü evinden alınan ve sorgulandıktan sonra adalete teslim edilen Turan Çağlar’a MİT’te gözaltında iken bir ara serbest bırakılarak mı suçüstü yapılmış? Yoksa suçüstü yapıldıktan ve bu husus görüntülendikten sonra önce serbest bırakılıp sonra mı evden alınmış? Bir diğer olasılık, MİT’te gözaltında iken Amerikalı ile buluşmaya zorlayıp öyle mi suçüstü yapmışlar. Her üç şık da hukuki açıdan sakat sayılır…
Peki, Çağlar’ın ölümünde Gündeş ve ekibinin rolü oldu mu diye de sorabilirsiniz. Nokta’daki yazı sanki böyle bir ihtimali ortaya koyuyor…
“Nuri Gündeş” deyince biraz durup düşünmek gerek. Onun bir personelinin tayini konusunda personeline “benim tayininden haberim olmadı” diye karşısında üzüntüyle gözyaşları döktüğüne, personel gittikten sonra ise gülerek, “ben hem ağlar, hem de adamın ipini çekerim” dediğini hayretle gözlemiştim. Onun için bu hususu ancak Nuri Gündeş ve o tarihte bu operasyonun başında olan Şenkal Atasagun bilebilir diyeceğim…
***

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 7

MİT ESKİ DAİRE BAŞKANI MEHMET EYMÜR’DEN “CASUSLUK HİKÂYELERİ '' BÖLÜM 7

Sağ-Sol Kapışması
Erel’e göre Bulgarlar o tarihlerde aşırı sağcıların İlim Yayma Derneğine para ve silah yardımı yapıyorlardı. Bulgarların Türkiye ile ilgili planı sağı silahlandırıp sokağa dökmek ve sol üzerinde bir baskı kurarak onların harekete geçmesini sağlamaktı. Sol karşı faaliyete ve silahlı harekete başlayacak, sonunda Ordu müdahale edecekti. Ordunun baskı kurması üzerine, halk ayaklanması ve iç savaş başlayacak, böylece birkaç aşamalı planla halk iktidarı gerçekleşecekti.
Mehmet Erel’in daktilo edilmiş 70-80 sayfa tutan ifadesini günlerce çalışıp bitirmiştik. Herhalde en sakin, en kibar sorgulardan biriydi. Hiram Bey, Mehmet Erel’in dublajda (Dublaj, bir ajanın ağırlığı bir tarafta olmak üzere iki istihbarat servisine birden çalışması. Bu tip ajanlara ‘Dubl-Ajan’ adı verilir.) olabileceğini ve Amerikalılara da çalışabileceğini düşünüyordu. Zira müşterek faaliyette kullanılan birçok elemana daha sonra Amerikalıların yanaştığı tarafımızdan bilinen bir husustu.
Şemsi Bey de Amerikalılarla çok yakın münasebetteydi. Hiram Bey’in kanaatine göre eğer Mehmet Erel dublajda değilse Şemsi Bey Amerikalılar tarafından Erel’e özellikle yakın tutulmuştu.
Sorgudan bu konuda bir bilgi alamadık ve neticede bu bir şüphe olarak içimizde kaldı. Oyun içinde oyun varsa bu kadarını çözememiştik. Emir verilmişti. Dosyaları alıp bir arkadaşımla birlikte Ankara’ya Karargaha gittik. Müsteşar Yardımcısı ve diğer üst amirlere bilgi verdik. Toplantılar yapıldı. Esas konu Erel’den ziyade Şemsi Bey’le ilgili idi. Ona ne yapılacağı düşünülüyordu. Silah taşıdığı için bu silahın nasıl alınacağı ve mukavemet ederse ne yapılacağı saatlerce tartışıldı. Neticede Şemsi bey ne sorgulandı ne de teşkilattan kovuldu. Teftiş Kurulunca yapılan bir idari soruşturmadan sonra Ankara’ya Sorgu Bürosu Amirliğine atandı.
Şemsi Bey birkaç yıl sonra teşkilattan ayrıldı veya ayrılmak mecburiyetinde bırakıldı. Bir müddet Amerikalılarla yakın ilişkisi bulunan tanınmış büyük bir firmada çalıştı. Kasım 1978’de bir kalp krizi geçirdi. Bilahare uzunca bir müddet Hilton Otelinde bir daireye yerleşti. Masraflarını üstlenen kişi ünlü bir mafya babasıydı.
Otel idaresi ve etrafı tarafından MİT İstanbul Başkanı olarak biliniyordu. Bu arada Şemsi Bey’in Amerikalılarla ilişkisi devam ediyor, CIA İstanbul Temsilcisi Charles’in evinde verdiği özel yemeklere katılıyordu. Charles ise, hükümetin değişmesi halinde bunun MİT’e etkilerinin ne olacağını, MİT Müsteşarı ve İstanbul Bölge Daire Başkanlığının değişip değişmeyeceğini merak ediyor bu konularda bilgi almaya çalışıyordu. Şemsi bey vefat edene kadar uzunca bir süre Otel masraflarını da ödeyen mafya babasının bir iş yerinde müdürlük yaptı.
Yeraltı dünyasının 1999 yılında ölen ünlü ismi Dündar Kılıç’ın hayatı, yeğeni Mustafa Dündar Kılıç tarafından kitaplaştırıldı. ’Kurtlar Sofrasında Son Kabadayı’ adlı 120 sayfalık kitapta Dündar Kılıç’ın Milli İstihbarat Teşkilat’ı (MİT) içerisindeki ajanları ve Yılmaz Güney’le olan dostluğu da anlatıldı. Kitapta bu ilişkiler şöyle yer aldı:
«Dündar Kılıç, bu arada kendine sığınan eski MİT’çileri himayesine alıyor, onlardan istifade ediyordu. Eski MİT’çi Şemsi Ülengin’in şirketine müdür olmasından sonra bir eski MİT’çi daha olan Hava Albay Faik Kelican’ı korumaya almıştı.
Zira Kelican Nuri Gündeş yanlısı olduğundan Mehmet Eymür ekibi tarafından takip ediliyordu. Bundan ötürü Dündar Kılıç, Faik Kelican’ı 3 yıl Hilton Oteli’nde ağırlamış ve bir suikaste kurban gitmesin diye de silahlı koruma vermişti.» (Not: Bu tamamen yanlış bir bilgi. Nuri Gündeş’le Faik Kelican’ın arası iyi değildi. Nuri Gündeş Personel Başkanı iken, Müsteşar’a tesir ederek İstihbarat Başkanı N.Y’yi ve Faik Kelican’ı takip ettirmeye kalkmış, o tarihte Takip Şube Müdürü olan ben de ‘teşkilat içindeki sürtüşmelere alet edilmememiz gerektiğini’ düşünerek bağlı olduğum amirim vasıtasıyla emri iptal ettirmiştim. Ayrıca Güneydoğu’da başarılı çalışmaları olan Faik Kelican’a da sempati ile bakardım. M.E.)
«Çiçek Sineması’nda çalışıp, sinemalara film getirip götüren Ali Aslan, daha sonra MİT’e alındığı için ‘MİT’çi Ali’ adıyla tanınmaya başlandı. Dündar Kılıç bu yüzden onunla ilişkisini her zaman canlı tuttu.
İstanbul’a gittikten sonra, Hacettepe’deki yoksullara dağıtılması için sürekli yardım gönderiyordu ve bu yardım köprüsünü de Ali Aslan üzerinden kurmuştu. MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş’in de akrabası olan Ali Aslan’ın, Dündar Kılıç’a zaman içinde çok büyük iyilikleri dokundu.
Dündar Kılıç, iş yerlerinde ve şirketlerinde pek çok MİT mensubunu çalıştırmıştı. Bunlardan bir kısmını bilir, onlara yardım eder, gerektiğinde de bilgi alırdı. Bilemedikleri ise, Dündar Kılıç aleyhine MİT’e bilgi toplarlar, onu yakından takip ederlerdi. Zamanı gelince de değerlendirmeye alırlardı. Dündar Kılıç’ın yardım ettiği MİT’çilerden birisi de Ferdi Tamer’di.
Kılıç-Yılmaz Güney İlişkisi
Dündar Kılıç’ın cezaevi yıllarında tanıdığı Yılmaz Güney ile olan sıkı dostluğu da kitapta yer aldı: "Kılıç, Güney’i kaldığı İmralı Cezaevi’nden sürat motoruyla İstanbul’a getirtiyor ve sabaha kadar eğleniyorlardı. Hatta Kılıç, Güney’i cezaevinden 1980 yılında Zeki Ökten’in ’Düşman’ filminin galasına cezaevinden getirtmişti.»
Mehmet Erel’in dosyası Hukuk Müşavirliğince incelendikten sonra Genelkurmay Askeri Mahkemesine tevdi edildi ve Erel Bulgaristan lehine casusluktan tutuklandı. Milli Müdafaaya Hıyanetten 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm edildi.
Daha sonra, Yargıtay safhasında kararın Yargıtay tarafından bozulduğunu ve beraat kararı (Dosya No: 977/317 ve 977/262) verildiğini duydum. Kararın gerekçesi, Askeri Mahkemenin kararında Mehmet Erel’in; “uzun süre MİT’te sorguya çekildiği ve ifadesinin işkence ve baskı altında alındığı” şeklindeki beyanının kayda geçmiş olmasıydı. Mehmet Erel de Sabahattin Savaşman gibi işkence gördüğünü söylemişti. Her ikisine de bir fiske bile vurulmadığını samimiyetle belirtmek isterim. Ancak başka ortaya koyacakları bir sebep olmadığı için bu yola başvurmalarını da onların savunma hakkı olarak görüyorum. Her ikisinin de olanlardan çok üzüntü duyduğuna şahidim.
Yargıtay’ın bu kararından sonra Mehmet Erel’e ne oldu bilmiyorum. Ardı ardına süren ve bitmeyen işler nedeniyle takip etmek mümkün olmadı. Ocak 1988’de vefat ettiğini öğrendim. “Mehmet Erel Şirketler Grubu” mensuplarının onun için duygulu bir ölüm ilanı verdiğini görmüştüm. Allah rahmet eylesin. Bazen esen rüzgârlar insanı hiç ummadığı, istemediği yerlere de sürükleyebiliyor. Mehmet Erel beyefendi bir adamdı…
Tasmalı Çekirge
Erel konusuna son vermeden ilişkili bir mevzuya değinmek istiyorum: Erel konusundan sonra aradan yıllar geçmişti. 1990 yılında bir dostum telefon ederek yeni çıkan bir kitabı okuduğunu, kitabın büyük bir bölümünün Hiram Bey ve benim üzerime inşa edildiğini, kitapta yerden yere vurulduğumuzu bildirdi. Kimin yazdığını sordum. Yazan emekli Büyükelçi İsmail Berduk Olgaçay’dı. Kitabın adı ise ‘Tasmalı Çekirge’. Hiç tanımadığımı söyledim. Dostum kitabı yollayacağını söyledi. İstanbul’a telefon açtım ve Hiram Bey’ e böyle birini hatırlayıp hatırlamadığını sordum, bana söylenenleri aktardım. O da hatırlamamıştı. Dostumun gönderdiği kitabı alıp şöyle bir göz geçirdim.
Emekli Büyükelçinin ismi Mehmet Erel’in ifadesinde geçmiş. Mehmet Erel Bulgaristan’da Bulgar istihbaratına tanıştırdığı şahıslar arasında Olgaçay ismini de vermişti. Yazılarından engin bir kültürü ve geniş bir muhayyile gücü olduğu anlaşılan Sayın Büyükelçi, Mehmet Erel’in avukatı vasıtasıyla 1976 yılı başında öğrendiği ve o tarihlerde bu konuda hiçbir sorgu suale muhatap olmadığı halde, olayı 14 yıl sonra gündeme getirmiş ve bütün meslek hayatı boyunca Hiram Bey ve benim tarafımdan kendisine komplolar düzenlendiği kanaatine varmıştı.
Büyükelçi Olgaçay’ın, Mehmet Erel’in verdiği ifadelerinde ve şimdi hatırlanması mümkün olmayan yüzlerce isimden biri olduğu anlaşılıyordu. O tarihlerde Büyükelçilik gibi önemli bir makamı işgal etmediğine göre bizlerce hatırlanmaması da normaldi. Teşkilat ve adli makamlar o tarihte yaptıkları araştırma ve değerlendirmede herhalde Erel’in Olgaçay’la ilgili ifadesini geçersiz saymışlar veya Olgaçay’ı suçlu görmemişlerdi ki Büyükelçi herhangi bir soruşturmaya, sorgu ve suale muhatap olmamıştı. Buna rağmen, böyle bir ithama maruz kalmanın ne kadar ağır bir şey olduğunu idrak ediyor, ancak adalete tevdi edilen ve gizliliği kalmayan bir olayın Büyükelçi tarafından neden 14 yıl saklı tutulduğunu anlayamıyordum. Sayın Büyükelçi neden 14 yıl önce bu olayı öğrenir öğrenmez amirlerine koşup tepki göstermemiş, neden bu çirkin iftira için hukuki yollara başvurmamıştı. Emekli Büyükelçi Olgaçay’ın bu olaydan hareketle geliştirdiği teoriler, elmayı armutla toplayıp bir neticeye varması ve bütün dünyanın merkeziymişçesine herkesin onunla uğraştığına vehmedip birçok olayı kendisiyle bağlantılı kılması, gerçekten çok ilginçti.
Bu muhayyilesi, kültürü geniş Büyükelçimize bir kaç cümle ile cevap verip aydınlatmak ve bu konuyu kapatmak istiyorum: Bay Olgaçay, kitabınızda yer alan ve yabancı bir istihbarat teşkilatı tarafından telefon dinlemelerine dayanarak verilen rapor, yurt dışındaki kaçakçıların yurt içindeki bir kişiyle vaki görüşmeleriyle ilgilidir. Ne rapor bana gelmiş, ne de zamanın Cumhurbaşkanına veya Sıkıyönetim Komutanına tarafımdan iletilmiştir. Cumhurbaşkanı veya Sıkıyönetim Komutanına bu tip raporları ancak Teşkilat’ın en üst seviyedeki görevlileri verebilir. Benim sadece bilgim olmuştur. O raporda bahsi geçen siz değil o tarihte Cumhurbaşkanlığında görevli bir zattır. Raporun sizinle ilgili olduğuna nereden ve nasıl kanaat getirip neredeyse koca bir kitabın yarısında hiç tanımadığınız bizlerle ilgili teoriler ürettiniz? Kendinizi bir kaçakçı gibi düşünmeniz garip… Sayın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk beni teşkilattan atmadı. Bir milletvekilinin oğlunu gözaltına aldığım için zamanın Başbakanı Ecevit MİT’ten başka bir teşkilata tayinimi istedi. Raporlu olduğum için tayinimi tebellüğ etmedim ve rapor bitiminde durumumun düzelmesi üzerine Teşkilat’daki görevime devam ettim. Acaba siz rahmetli Cumhurbaşkanımız Korutürk ile ailevi yakınlığım olduğunu biliyor muydunuz? Sizinle Paris’te çalıştığını belirttiğiniz ve 1988’de ziyaretine gittiğiniz teşkilat mensubu HT, namı diğer Hüseyin Bey’in hakkınızda ne rapor verdiğini bilemem.
Ancak mesleğimin ilk yıllarında tanıdığım Hüseyin Bey’i tuhaf davranışları nedeniyle pek sevmediğimizi, sorgu bürolarında ışıkları kapattırıp mumlar yakarak korkutucu olma maskaralıklarının aramızda alay mevzuu olduğunu belirtebilirim. Bildiğim kadarıyla çok seneler önce teşkilattan ayrıldı ve boğazdaki havuzlu evinde yaşamaya başladı. Teşkilat’la hiçbir alakası kalmadı. Yıllar sonra Erel konusu ile ilgili olarak neden ona gittiğinizi anlayamadım. Yoksa siz hala onun MİT’de etkin bir görevde olduğunu mu sanıyordunuz? Paris’te beraber olduğunuz ve takdir ettiğiniz Galatasaraylı diğer kişi Hiram Bey’in ve benim çok yakın dostumuzdur. Geniş hayal gücünüzü bozmak istemem ama, eğer görüşebilirseniz Hiram Bey ve benim için yazdıklarınızın ne kadar saçma sapan, tutarsız olduğunu size daha iyi izah edecektir. Kim bilir belki bir diplomata yakışacak incelikle geç de olsa özür dileme nezaketini gösterirsiniz.
Evet, 40 sene önceki bir casusluk olayı ve tatsız yansımaları böyle. Yaptığınız görevin niteliği bazen canınızı yakıyor…
Tarih 17 Mart 1997, yer TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Eski bir MİT mensubu olan ve görevde iken Doğu Perinçek’in TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) isimli illegal örgütünden sorumlu Avukat Necdet Küçüktaşkıner, komisyon üyelerine şunları söylüyordu:
“Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Operasyonu’nu planlayan benim. Adı Şafak Operasyonudur. Bu Şafak Operasyonunu yürütürken İstanbul bölge sorumlusu Ferit İlsever’in karargâh olarak kullandığı evi tespit ettik. Bu karargâh, Hiller Samder Boyt adında Robert Kolej’de profesör olan şahsa ait, İngiliz uyruklu.
Ve bu operasyon sonucunda İstanbul bölgesinde ve bütün Türkiye şamil olmak üzere, 266 eleman yakaladık; bu arada İngiliz’i de yakaladık. İngiliz’i aldık emniyete getirdik, gazetelerde yazdı… Bu İngiliz’i, bize sorgulatmadılar. 20 tane konsolosluk arabası geldi. MİT’ten gelen emir, ben, Ankara’dan kimin yaptığını bilemem. Bizim teşkilattan geliyor. Bir de yabancılar üzerimize geliyor, kesin operasyonu, biz de operasyonu kestik; yani ve o tarihlerde bu adamı sorgulayamamamız nedeniyle, biz, yabancı iltisaklarını tespit edemedik; ama şunu şöyle söyleyeyim, bize dediler ki sol örgütü yakala. Biz, sol illegal örgütü deşifre etme çalışmalarına girerken altından İngiliz çıktı.
…Bakınız, ben bunu ek olarak koydum. Şu nokta dergisi 1993 senesi yıl, sayı: 36’dır. Bu dergi mutlaka her Türk vatandaşının okuması lazım, sağcısı solcusu, Alevî’si Sünnî’si, Türkü Kürdü, herkesin okuması lazım. Şu çok önemli belgedir. Bunu okuyunca herkes birçok şeyler öğrenir. Yabancı bir Milli İstihbarat Teşkilatının içerisine… Bunlar çok detaylı şeyler; ama çok sathi anlatmaya çalışıyorum. Bu adamlar bir şeyler yapmak istiyorlar. Burada bir ihtilal hazırlığı var. Turan Çağlar daha önce 27 Mayıs ihtilalinde de yer almış bir adam. Radyoevini işgal etmiş, ondan sonra radyoevi müdürü yapmışlar bunu, Turan Çağlar bu kişi. Daha sonra, bu tabii bırakılıyor, Ankara’dan birtakım adamlar geliyor, bir şeyler oluyor, bırakın bunu, bırakıyorlar ve bunun üzerinde duruyorlar. Bu adam neyin nesidir, fesidir, o tarihten sonra serbest bırakılıyor; ama MİT kontrolü bırakmıyor bu adam üzerindeki ve neticede Turan Çağlar’ın Amerikalı Mark Lesin (yanılmıyorsam) adında bir CIA ajanıyla suçüstü yapıyorlar Levent’teki bir evde.
Buralarda, yer konusunda yanlışlığım olabilir. Adam suçüstü oluyor, Amerikalılara, CIA’lilere bilgi verirken suçüstü oluyor, onlardan para alıyormuş 1000 dolar filan. İşte içimizdeki bir iki kişiye de -soysuz adamlar diyeceğim tabirimi mazur görün- para veriyormuş, orada bilgileri çalıyor, bunları Aydınlık Gazetesine aktarıyor. Bu arada şunu arz etmek istiyorum: Bu adamın CIA’dan aldığı talimat muvacehesinde Aydınlık Gazetesini desteklemesi bence ilgi çekici bir olaydır, Komisyonun dikkatini çekiyorum. Netice itibariyle, adam askerî mahkemede yargılanıyor, yargılanırken de ölüyor. 1980’den sonra; bu dosyada hepsi var.”
*****
Şimdi öncelikle, Küçüktaşkıner’in herkesin okumasını tavsiye ettiği o belgeye yer verelim. Nokta Dergisinin 29 Ağustos – 4 Eylül 1993 tarihli, 36 sayılı yayını, sayfa 36-39:
“Bir ölümün anatomisi
Emekli Albay Turan Çağlar, tam 10 yıl önce Mamak Cezaevi’nde esrarengiz bir biçimde öddü. 27 Mayıs’ın radyo müdürüydü. İstihbaratçılık ve Amerikan kuruluşlarıyla ilişkili "Özel Sektör Enformasyon Bürosu yöneticiliğinin ardından holding yöneticisi oldu. Basına kontrgerilla ile ilgili bilgi sızdırdığı, MİT içerisindeki çatışmaya taraf olduğu iddiaları onun sonunu hazırladı.
10 yıl sonra Turan Çağlar Olayı
Mehmet Güç
Yer: 12 Eylül öncesi yayınla¬nan Aydınlık Gazetesi’nin İstanbul’daki yazıişleri salo¬nu. Tarih: 26 Temmuz 1979. Bir masanın etrafında toplanmış 11 gazete yöneticisi ayakla duran kişiyi dinliyordu, "Kontrgerillanın İstanbul MİT bölge teşkilatında yer alan kişi¬ler…" diye başlayıp devam ediyordu ona boylu, kumral, seyrek ve kısa saçlı adam. İsimler sıralıyor, eylemler anlatıyor, tırmanan terörün ardındaki karanlık ilişkilere ait ipuçları veriyor¬du… 11 gazete yöneticisinin dikkatle dinlediği kişi Turan Çağlar; toplantı, Aydınlık Gazetesi’nin genişletilmiş yazı kurulu toplantısı; toplantı konusu da bir süre sonra başlatılacak kontrge¬rilla ile ilgili kampanyaydı.
Üç saat kadar süren toplantıdan sonra gazeteden ayrılan Turan Çağlar, daha binadan 100 metre uzaklaşma¬dan yolunu kesen bir arabaya bindirilerek kaçırılacaktı. Aslında bindiği araba da arabadakiler de çok yabancı¬sı değildi. En azından aynı kurum içe¬risinde beraber çalıştığı kişilerdi bun¬lar. Bunlardan birinin, dönemin İstan¬bul MİT Bölge Başkan Yardımcısı Özcan Koç olduğu daha sonra öne sürülecekti.
Daha yolda başlamıştı sorgulama. Ne anlattığı ve neden anlattığını soruyorlardı. Teşkilata ihanetle, komünist¬lere bilgi vermekle suçluyor, arada bir de farklı uyarılarda bulunuyorlardı.
Sonra gittikleri bir tanıdık binada ken¬disine birkaç saat önce gazetede yap¬tığı konuşma dinletiliyordu bir teyp¬ten. En çok da "Turan Deniz’in yanın¬da tavır almasının başına bela olacağı" üzerinde duruyorlardı. Sorguculara göre Nuri Bey çok kızmıştı Çağlar’a. Ve "MİT’e ait bina, eleman ve imkânların kontrgerilla yöntemleri için kullanıldığının ifşası da ne demek oluyor?" diye hiddetle sormuştu Nuri Gündeş Bey.
Turan Çağlar ise, teşkilata ihanet etmediğini herkesin bildiği şeyler üzerine konuştuğunu söyleyerek ken¬dini savunuyordu. Turan Deniz ile ilişkisi ise eski bir dostluğa, mesai arkadaşlığına dayanıyordu sadece… Nihayet Çağlar, akşam saatlerinde Belgrad ormanlarında arabadan indirildiğinde kelimenin tam anlamış perişan bir haldeydi.
AJANLIK KUŞKUSU
Turan Çağlar, olaydan bir gün sonra Aydınlık’tan tanıdığı bir gazeteciyi Divan Otelinde buluşmaya çağırıyordu. 27 Temmuz 1979 günü akşam saatlerinde Divan Oteli’ne bir değil iki gazeteci gelmişti. Gazetecilere olayı anlatan Çağlar, “aranızda bir ajan var. O yazı kurulu¬na katılanlardan biri bu" diyordu. O korkulu, kuşkulu günlerde küçük bir panik yaşatıyordu bu iddia. O günün tanığı, ama adının açıklanmasını istemeyen gazeteci-yazar, şimdi. "Turan Çağlar’la bu konuşmadan sonra yaptığımız bir araştırmada o yazı kurulu toplantısına katılmış kişiye dair kuşkularımız oluştu" diyor¬du.
MİT tarafından bütün konuşmaları banda alınan yazı kurulu toplantısı için görüştüğümüz o dönem Aydınlık gazetesinin başyazarı ve gazeteyi yön¬lendiren Türkiye İşçi Köylü Partisi Genel Başkam Doğu Perinçek ise şunları söylüyordu.
“öncesinde de sonrasında da MİT’le ilişkisi olduğunu saptadığımız insanlar oldu. Kuşkulandıklarımız da oldu. Aydınlık, yüzden fazla insanın çalıştığı bir yerdi ve kamuoyunun olduğu kadar. MİT’in de ilgi odağıydı. Bu nedenle o yazı kurulu toplantısında bir ajan olabilir diyorum. Kuşkulandı¬ğımız insanlar vardı ama tabii MİT görevlileri bu kaydı mikrofon yardım¬cılığıyla da yapmış olabilir. Bunu kesin olarak bilmek mümkün değil."
Emekli Albay Turan Çağlar o tarih¬ten 12 Eylül 1980’e kadar "üç kez teş-kilat arkadaşları tarafından arabayla günübirlik "gezilere" çıkarıldı. Sorular soruldu, uyarılar yapıldı ve tehditler savuruldu bir kaç yumrukla beraber.
***