12 Kasım 2018 Pazartesi

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 5

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 5




ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA 
ELE ALINMASI 

Yazan: Ütğm. Salih DURMUŞ 

İçinde bulunduğumuz günlerde yeni Irak hükümetinin ülkedeki Amerikan askerî varlığına karşı nasıl bir tavır geliştireceği merak edilmekle beraber, Amerika cephesinde ise Irak’ta güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp aşamalı olarak geri çekilme seçenekleri tartışılmaktadır. 

Irak halkı, Saddam devrildikten sonra ilk kez sandık başına gitti. 
Nüfusun tahminen dörtte birini oluşturan Sünni Araplar seçimi boykot 
ettilerse de, 30 Ocak seçimleri sonucu oluşturulan ve geçtiğimiz günlerde uluslararası kamuoyuna açıklanan hükümet, “atanmış değil, seçilmiş” olma niteliğini kazanmıştır. 

Hemen hatırlatmakta yarar var ki, Irak halkı şu anda kurucu meclisini seçmiş oldu. Bundan sonraki en önemli aşamalardan birisi de, Anayasanın oluşturulması ve halkın onayına sunularak meşrulaştırılması sürecidir. Anayasa ve seçim sistemi oturduktan sonra yapılacak seçim sonucu, oluşturulacak yönetimin, demokrasinin Irak’ta işlemesine katkısı büyük olacaktır. 

Seçimler sonrası herkesin aklına gelen soru, yeni hükümetin ABD askerî varlığının devamını ne ölçüde kabul edeceğidir. Birçok Şii partisi, bunu istemeyeceğini açıkladı. Zira ABD askerî varlığı, seçilmiş de olsa hükümeti “kukla” konumuna düşürüyordu. Dolayısıyla, halkın hükümete itibar ve itaat etmesini mümkün kılmıyordu. Devlet Başkanlığına seçilen Celal TALABANİ ise, ABD askerlerinin çekilmesinin ancak Irak millî ordusunun kurulması, devlet düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasının ardından mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, bu gelişmelerin 2006’dan önce gerçekleşme olasılığının çok zayıf olduğunu da belirtmiştir. 

Muhtemel çekilme senaryoları, aslında en az Iraklılar kadar Amerikalıları da ilgilendiriyor. Amerikalı stratejistler uzun süredir, güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp, Irak’tan aşamalı olarak geri çekilmeyi tartışıyorlar. Bunun sebebi, ABD’nin Irak’ta denetimi sağlamakta yetersiz kaldığına, halkın güven ve desteğini kaybettiğine ve Irak’ta zaman zaman güçlenen direniş sebebiyle, kayıpların sürekli olarak artacağına olan inançtır. Patlayan her bombanın, her ölen askerin Amerikalılara çağrıştırdığı Vietnam Savaşı oluyor. 

Nitekim bu konuda yapılan yorumlar, hatanın yine karşı tarafı yanlış değerlendirmeden ve hafife almaktan kaynaklandığı görüşünde birleşiyor. Strateji ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) uzmanı Anthony Cordesman, “Amerika, direnişi doğru algılamakta zorlandı. Direnişçilerin sayısı konusunda hata yaptı.” diyor. Askerî stratejist Cordesman, “Irak’ta Direnişin Gelişimi” başlığıyla Aralık 2004’te yayımladığı raporda, “Gerçekleri kavraya mamak, Vietnam’da da kaybın sebebiydi.” görüşünü dile getiriyor. 

Irak harekâtının başlangıcından itibaren günümüze kadar olan süreç içerisinde yapılan ilk ve de en önemli hata, güvenliği sağlayamamak olmuştur. Askerî yetkililer, Kongrede Şubat 2003’te yaptıkları değerlendirmede, savaş sonrası dönemin de göz önüne alınması durumunda, gereken asker miktarının yüz binler olduğunu ifade etmişlerdir. NATO’nun Bosna’da yaptığı operasyon ile oransal kıyaslama yapıldığında, Irak’ta gereken asker miktarı, yarım milyon olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat, Irak harekâtı gerek zayiatları, gerekse süresi 
açısından Bush Yönetiminin Amerikan halkına taahhütlerini çoktan aşmıştır. 
Bu bağlamda problemin temelinde ABD’nin, Irak ile karşılaştırıldığında muazzam üstünlükteki ordusunun, bu işin içinden kısa sürede çıkacağı değerlendirmesi yatmaktadır. 

Harekât öncesi hazırlıklar esnasında, Savunma Bakanlığı tarafından askerlere her türlü imkân ve desteğin garantisinin verildiği, ancak uygulamanın bundan çok uzak olduğu, Amerikan basınında sıkça tekrar edilen hususlardandır. Nitekim, basına bu konuda serzenişte bulunan General Shinseki görevden alınmış ve personelin bu konudaki fikirlerini dışa yansıtmamaları direktifi verilmiştir. 

Aslında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın da ifade ettiği üzere, 300 000 civarındaki Koalisyon askerleri bu görevi başarabilmek için yeterlidir. Ancak bu başarı, meskun mahal muharebesi üzerine eğitilmiş, sivillerle iletişim kurabilen, kalabalık psikolojisi üzerine eğitim görmüş askerlerle sağlanabilirdi. Oysa Koalisyon askerlerinin ev aramaları, gözaltına alma uygulamaları, hükümlülere yapılan işkenceler, basına yansımakta ve izleyenleri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Bununla birlikte, Koalisyon güçleri on binlerce askerini, teknik teçhizatlarıyla birlikte sınırlardan sızması muhtemel diğer ülkelerin direnişçilere 
yapacakları yardımları engellemek için görevlendirmişlerdir. Üstelik İran 
İstihbaratının bölgeyi iyi tanıyan, bölge dilini konuşabilen ve Irak halkından ayırt edilemeyen görünüşlerinin avantajını kullanan ajanlarının, etkin bir şekilde çalışmasına engel olunamamıştır. Bu ajanlar tarafından direnişçilere para ve silah sağlandığı, Amerikan istihbaratı tarafından değerlendirilmektedir. 

Amerika’nın savaş sonrası muhtemel gelişmeler için geliştirdiği stratejilerin “en kötü” duruma göre planlanması gerekirken, oldukça iyimser bir yaklaşımda bulunulduğu açıkça görülmektedir. Pentagon planlayıcıları, Irak Halkı’nın, savaş sonrası Koalisyon Güçleri’ni, adeta bir kurtarıcı gibi görüp, kucak açacaklarını değerlendirmişlerdir. Nitekim televizyon kanallarında yapılan röportajlarda bazı Amerikan askerleri, Iraklıların kendilerine neden ateş açtıklarını anlayamadıkları nı ifade etmişlerdir. Bu örnek bile, mevcut durumu anlamaktan ne kadar uzak olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa ki askerî stratejide düşman  imkân ve kabiliyetlerini algılamak ve dost kuvvetleriyle mukayese ederek  ayrıntılı analiz yapmak, hayati öneme haiz bir konudur. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Bush yönetiminin yaptığı hatalardan biri de gelişen durumlar karşısında asker takviyesi yapmayı reddetmesidir. Çatışmalar esnasında yapılan değerlendirmeler, hep “Kırılma Noktasının” çok yakında olduğu 
yönündeydi. Vietnam Savaşı esnasındaki düşünceler de bundan pek 
farklı değildi. Savaşın başında birkaç taburla müdahale edileceği 
açıklanmış, fakat ilerleyen zamanlarda günde bir tabur kadar askerin 
kaybedildiği günlerle karşı karşıya kalınmıştı. Irak’taki durumla ilgili 
olarak, kamuoyunda yapılan değerlendirmelere örnek verecek olursak: 
Kongre Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Meehan bu durumu: 

“Saddam yakalandığında direnişin biteceğini umduk. Geçici Hükümet’e yönetimi devrettik, direnişin biteceğini umduk. Felluce’de sıkıştırdığımızda, direnişçilerin bellerinin kırılacağını umduk. Ancak her defasında direniş daha da büyüdü. Saldırılar sıklaştı, daha da karmaşık hâle gelmeye başladı.” sözleriyle özetliyor. 

Koalisyon güçlerinin son bir yılda her ay, bin ila 3 bin arasında direnişçiyi öldürdüğünü veya yakaladığını hatırlatan Meehan, buna rağmen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğunun ve 200 binden fazla insanın direnişçilere destek çıktığının tahmin edildiğini kaydediyor. Meehan, Irak’ta klasik gerilla savaşı ile karşı karşıya olduklarını, ama bu savaşın “ağırlık merkezi” olan halkı kaybettiklerini anlatıyor. Son anketlerde Irak halkının, % 92’sinin ABD’yi işgalci olarak gördüğünün ortaya çıktığını vurgulayarak, “Sokaklarda ABD askerî 
konvoyları gözüktüğünde veya tepelerinde bir ABD Kara Şahin helikopterini gördüklerinde, Irak’ın hükümran bir ülke olduğu söylemi anlamını yitiriyor. Sivillere zarar verildiğinde, Saddam’ı devirmekle elde edilen kredi tükeniyor. Hatta, direnişçiler sivillere zarar verdiğinde bile, ABD, güvenliği sağlamakta yetersiz kalmakla suçlanıyor. Dünyanın en güçlü ve en yüksek kapasiteye sahip ordusu, Irak sokaklarında güvenliği sağlamakta, denetimi ele geçirmekte yetersiz kalıyor.” diyor. 

Savaştan çıkmış bir ülkenin yeniden yapılanabilmesi için gereken unsurlar incelendiğinde dört boyut ön plana çıkmaktadır: 

- Siyasi olarak yeniden yapılanma, 

- Ekonomik yapılanma, 

- Sosyal yapılanma, 

- Güvenliğin tesisi. 

Bu dört öğe bir bütündür. Ekonomik yapılanma olmadan herhangi 
bir sosyal gelişim olamayacağı gibi, güvenlik olmadan da siyasi 
yapılanmanın gerçekleşemeyeceği muhakkaktır. Özellikle de “güvenlik” 
olmadan yapılan bütün ilerlemelerin bir noktada sona ereceği çok açıktır. 
Bu gibi durumlarda, güvenlik her şeyin temelini teşkil eder. Yargılama ve 
cezalandırma yetkileri, ancak devlet tekelinde olmalıdır. Seçim öncesi 
dönemde bu sağlanamadığı için, ABD’nin yönetimi Iraklılara vermesi, 
etkili bir hareket olmaktan çok uzaktır. 

Koalisyonun elindeki imkânları nasıl yanlış ve yetersiz kullandığını, Irak Polis Teşkilatını kurma çalışmaları sürecinde de yakinen gözleme imkânı bulduk. Başvuru kuyruklarında öldürülenler, eksik eğitim ve teçhizat yüzünden hedef durumuna düşen ve hayatından olan yüzlerce Iraklı. Yeni Irak Devleti’nin en önemli sembollerinden olan Irak Polis Teşkilatı, direnişçilere kolay hedef oldu. Amerikalılarla iletişim kuran herkesin hayatı tehlikede imajının uyanmasına neden olundu. 

Özellikle basında da yer alan, cezaevlerindeki işkence olayları tüm 
dünyada Amerikalılara olan güveni çok ciddi boyutlarda sarstı. 
Görevlendirilen Iraklıların öldürülmesi veya kaçırılmasının yarattığı 
olumsuz duruma, bir de sebep olduğu psikoloji eklenince, durum oldukça 
karmaşık bir hâl aldı. Bu sebeple Koalisyon güçlerinin Iraklılarla iletişim 
kuramamasından kaynaklanan iletişim sorunu daha da arttı. Bölge dilini 
konuşan tercümanlar, neredeyse altın kadar değerli duruma geldi. Bu 
konudaki eksiklik de oldukça büyük problem teşkil etmeye devam ediyor. 

Bu gelişmelerin ardından ABD Basınında, Irak’taki kayıp sayısı 1500’ü geçince, Ordu’nun uzun zamandan beri asker bulmakta güçlük çektiği haberleri yer almaya başlamıştır. Özellikle zenci ve kadın askerlerin orduda yer almak istememesine karşın, Amerikan vatandaşı olmak isteyen göçmenlerin askerliğe başvuru oranları nispeten artmıştır. 

2000 yılında ABD Ordusu’nun %23’ünü oluşturan siyahlar, 2004 yılında 
%14’ün altına düştü. Kadınların oranı da geçen 5 yılda, %22’den %17’ye 
düştü. Kamuoyu araştırmaları, Irak Savaşı karşıtlığının özellikle kadın ve 
siyah askerler arasında yüksek olduğunu göstermektedir. Zaten genel 
olarak da asker bulmakta güçlük çeken ABD, bu konuda maddi tedbirler 
alarak savaşın kendisine olan maliyetini dolaylı olarak daha da artırmıştır. 

Irak’ta incelemelerde bulunan sayılı Amerikalı Kongre üyelerinden 
biri olan Marty Meehan, bazı tespitlerde bulunuyor. Saddam devrildikten 
dört ay sonra geldiği Bağdat’ta, sokaktaki sivil halkla görüştüğünü 
belirten Meehan, ocak ayı başında Bağdat’ı yeniden ziyaret ettiğinde, bu 
kez zırhlı araçlar içinde zikzaklar çizerek yol aldıklarını kaydediyor. 25 
Ocak 2005’te, ABD’nin sayılı think-tank kuruluşlarından Brooking 
Enstitüsü’nde konuşan Meehan, iki yılda Irak’a askerî amaçla 150 milyar 
dolar harcandığını, şimdi 80 milyar dolar daha bütçe talebinde 
bulunulduğunu hatırlatarak, “Amerikan vergi mükellefleri her hafta iki 
milyar doları Irak’a vermek istemiyor.” diyor. 

Geçmişte ABD’nin Kosova, Bosna, Haiti, Somali ve Afganistan 
özel temsilciliği görevlerini yürüten James Dobbins de, “ABD, Irak 
halkının güvenini kazanamadı, kazanamayacak da.” görüşünü 
savunanlardan. Rand düşünce kuruluşunun direktörlerinden biri olan 
Dobbins, Amerika’nın gelinen noktada savaşı kazanmasının üç şartı 
olduğunu belirtiyor: Ilımlı Iraklılar yönetime gelmeli; komşu ülkelerden ve 
uluslararası camiadan destek almayı başarmalı; Amerikan Ordusu’na 
olan bağımlılığı azaltmalı. Dobbins, “ABD liderliğindeki işgal, Iraklıların 
öncülüğünde bir işgale dönüşmeli.” sözleriyle özetliyor bu politikayı. Bu 
görüş de yine ABD’nin çekilme senaryolarına ilham olabilecek nitelikte 
görünüyor. 

Dobbins, Foreign Affairs Dergisi’nde yayımlanan kapsamlı incelemesinde çok keskin sonuçlara varıyor: “Irak halkı ve komşu ülkeler, ABD’nin Irak misyonunu, meşruiyet ve saygıdan yoksun buluyor.” ABD’nin bölgedeki varlığı dramatik bir şekilde değişirse, bu algının da kalkacağını belirten Dobbins, o zamana kadar operasyonların yerel direnişi teşvik etmeye, komşu halkları radikalleştirmeye ve 
uluslararası iş birliğini kırmaya devam edeceğini söylüyor. 

Bu arada Koalisyon içerisindeki bazı ülkelerin, yavaş yavaş Irak’tan askerlerini çekme istek ve girişimleri, ABD ve İngiltere kamuoyu tarafından çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Bu tür gelişmelerin, Irak’ın içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği hatta etnik ve siyasi bölünmelere neden olabileceği ifade ediliyor. Hatta bu tür gelişmelerin, direnişçileri cesaretlendirebileceği ve motive edeceği değerlendiriliyor. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Elimizdeki mevcut bütün bilgiler değerlendirildiğinde, şu soru aklımıza gelmektedir. ABD Irak’tan çekilmeli, ama nasıl? Daha doğrusu, ABD’ye, bölgeye ve Irak’a zarar vermeden bir çıkış stratejisi uygulamak mümkün mü? Irak’tan çekilmenin üç yolu var. Birincisi, ABD askerlerinin vakit geçirmeksizin tamamen çekilmesi. Irak’ta yeni hükümet tam olarak güvenliği sağlayacak ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak hâle gelmeden böyle bir çekilmenin büyük riskleri var. Kürtler, Sünniler ve Şiiler arasında, Lübnan’da veya Bosna’da olduğu gibi bir iç savaş çıkabilir. 

Direniş büyük oranda eski yönetim mensubu Sünni Araplardan, 
yeni Irak ordusu ve polisi ise, ağırlıklı olarak Şiiler ve Kürtlerden 
oluşuyor. Kanlı bir iç savaş Irak’ın etnik ve mezhepsel tabanda 
bölünmesini gündeme getirebilir. Oluşacak otorite boşluğu veya iç 
savaşın bölgeye yayılması da söz konusu olabilir. Şiilerin İran’dan 
destek almaları, Türkiye’nin Kerkük veya Türkmenler sebebiyle bölgeye 
müdahil olması gibi. Bu endişeler sebebiyle, ABD’nin hemen çekilmesi 
pek tasvip görmüyor. 

ABD askerinin sayısını artırarak veya koruyarak, Irak’ta tam 
istikrar sağlandıktan sonra çekilmek ise bir diğer öneridir. Bush yönetimi 
içerisindeki etkili yeni-muhafazakar (neocons) grup, bu görüşü 
savunuyor. Yeni muhafazakarların etkili ideologlarından Weekly 

Standard dergisi editörü William Kristol, Brooking Enstitüsü’ndeki bir 
konferansta bu görüşü dile getirdi. Ancak, Irak’ın ABD askerî varlığı 
altında istikrara kavuşması zor olacağı gibi, bu daha büyük ekonomik 
faturaları da üstlenmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, bu görüş yeni-
muhafazakarlar dışında pek destek bulmuyor. Irak’tan çekilmenin 
yöntemi konusunda en çok taraftar bulan görüş; Orta Yol. Yani, ABD 
yeni hükümetle mutabakat içinde, aşamalı bir geri çekilme takvimi 
belirlemeli. Acil müdahalelere yetecek az sayıda asker, yerleşim yerleri 
dışındaki garnizonlara konuşlanmalı. Güvenliğin tesisi ve terörle 
mücadele, yeni Irak Ordusu ve Polisine bırakılmalı. Şayet yeni hükümet 
talep ediyorsa, ABD askerinin tamamen çekileceği nihai tarih de 
önceden ilan edilmeli. Nitekim, Kongre üyesi Meehan, ABD’nin, askerî 
varlığını 2006 ortasına kadar, 30 bine düşürmesinin mümkün olacağını 
kaydediyor. Meehan, bu konuda bir raporu Kongre üyelerine 
sunduklarını da söylüyor. 

Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazısında Edward Luttwak 
da, geri çekilmenin uygulamaya konmasıyla, “ABD, Irak’ın kaynaklarını 
sömürmek için orada.” algılamasının değişmeye başlayacağını 
vurguluyor. ABD Deniz Kuvvetleri’ne yakın Rand düşünce kuruluşunun 
uzmanlarından olan Luttwak, “ABD kazanacak mı kaybedecek mi? Bunu 
geri çekilmenin şekli belirleyecek.” diyor. Luttwak; ABD, şehirleri, kasaba 
ve köyleri terk edip hükümete yönelik büyük çaplı saldırıları engellemek 
için çölde büyük garnizonlara çekilse bile, bunun ABD düşmanlığını 
Suudi Arabistan’da olduğu gibi tahrik etmeye devam edeceği görüşünde. 
Yani, ABD tam çekileceğini net olarak ortaya koymalı. 

Irak’ta direnişi ancak Irak yönetimine bağlı Irak ordusunun 
kırabileceğini söyleyen Dobbins de, bunun için Irak hükümetinin, ABD’ye 
olan askerî bağımlılığını azaltması gerektiğini savunuyor. “Direniş, 
direnişçileri öldürerek değil, Irak halkının direnişçilere eleman desteği ve 
mali destek vermesi önlenerek kırılabilir.” diyen Dobbins, terörle 
mücadele kampanyasının askerî ve sivil gayreti, eş zamanlı ortaya 
koyması gerektiğini vurguluyor. Hiçbir halkın, kendisini koruyamayan bir 
orduya destek vermeyeceğini belirten Dobbins, “Halkın güvenliğini 
sağlamak, sivil ve askerî hedeflerin önünde yer almalı. Eğer Irak halkı 
hükümeti değil direnişi desteklerse, çatışmaların değil, ama savaşın 
kaybedilmesi kaçınılmaz olur.” diyor. 

Geri çekilme stratejisinin Irak’ta direnişi kıracağına da inanılıyor. 
Irak direnişinin, Soğuk Savaş dönemindeki komünist direnişten veya millî 
direnişlerden farklılıkları bulunduğuna, komuta merkezinden mahrum bu 
direnişin nihai hedefe dair bir ideolojisi olmadığına dikkat çekiliyor. 

Direnişçileri oluşturan Müslüman mücahitleri, laik Baas elemanlarını ve 
aşırı Şiileri birleştiren tek şeyin “İşgalci Amerikan ordusunu Irak’tan 
atmak” olduğu ve Washington’ın askerî varlığını azaltmasının bu ana 
sebebi ortadan kaldıracağı belirtiliyor. “Bazıları marjinalize olurken, 
bazıları bölünecek ve bazıları da şiddetten uzaklaşıp siyasete 
yönelecek.” diyen Dobbins, ABD’nin, şu ana kadar şiddete başvuranlara 
af ilan edilmesi ve bunların siyasete girmeleri konusunda yeni Irak 
hükümetini cesaretlendirmesini de istiyor. 

ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisi konusunda detaylı 
çalışmalardan birini de Uluslararası Krizler Merkezi (ICG) ortaya koydu. 
Bağdat, Amman ve Washington’da görüşmelerde bulunarak 22 Aralık 
2004’te kapsamlı bir rapor yayımlayan merkez, geri çekilme sürecinde 
ABD’ye şu tavsiyelerde bulunuyor: ABD, yeni Irak hükümeti ile 
hükümran bir taraf olarak muhatap olmalı. Yeşil Bölge’de Irak 
hükümetiyle birlikte yer alan büyükelçilik binası hızlı bir şekilde taşınmalı. 
Yeni hükümetle, ABD askerlerinin çekilmesi konusunda şeffaf 
görüşmeler yoluyla bir takvim belirlenmeli; eğer hükümet istiyorsa, nihai 
çekilme tarihi de kararlaştırılmalı. ABD, Irak’ta bir üs peşinde olmadığını 
net ilan etmeli. Irak’ı bölge için bir “model” olarak göstermekten veya 
terörle mücadelede “cephe” olarak adlandırmaktan kaçınmalı; ABD, 
Peşmergeler gibi yerel silahlı gruplarla ya da parasını bizzat kendisinin 
ödediği milislerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeli. 

Yapılan tavsiyeler arasında ABD’nin “canını yakacak” cinsten 
olanlar da var: Askerî operasyonların hedefi direnişçileri yok etmek değil, 
sivil halkı korumak olmalı. Tutuklama, gözaltına alma yöntemleri 
değişmeli, cezaevi şartları iyileştirilmeli; ABD, sivil kayıpları en aza 
indirmeli, mağdurlara tazminat ödeyeceğini ilan etmeli; yeni hükümet, 
işgal sonrası özellikle koalisyon güçlerinin insan hakları ihlallerini 
incelemek üzere bir komisyon kurmalı ve kurbanlara tazminat önermeli. 
ABD, Irak Savaşı’nın ekonomik sonuçlarını sömürme peşinde 
olmadığını, Irak’ın petrol gelirlerini almayacağını açıklamalı; yeni 
hükümet, bağımsız ekonomi kurumları oluşturup gerekirse geçiş 
döneminde verilen ihaleleri elden geçirmeli. Bunların ABD firmalarına 
verilmesi konusunda da ABD baskı kurmamalı. 

Irak’tan geri çekilmeyi gündeme getirip de bunun diplomatik 
girişimlerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamayan 
hemen hemen yok gibi. ABD’nin özellikle Afganistan ve Bosna 
tecrübelerinden faydalanması öneriliyor. Bu görüşü dile getirenlerden 
Dobbins’e göre, Bush yönetimi 1990’ların ortalarında Balkanlar’da, 11 
Eylül sonrasında Afganistan’da yaptığı gibi, Irak özel temsilcisi atayarak 
bir dizi uluslararası girişime başlamalı. Bu girişimlerin merkezinde 
ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi büyük müttefikleri ve 
belki AB’nin yer alması gerektiğini belirten Dobbins, bir diğer görüşme 
atağının da Irak’ın komşuları ve bölge ülkeleri ile yürütülmesi gerektiğini 
vurguluyor. BM, NATO, Arap Ligi ve 56 üyeli İKT gibi uluslararası 
kuruluşlara bu süreçte daha büyük roller verilmesini savunuyor: 
“Komşulardan İran’la temas ABD için en zor olanı. Ama, şu bilinmeli ki, 
İran’ın desteği kazanılmadan Irak’ta istikrarın sağlanması çok güç. ABD, 
11 Eylül sonrasında Afganistan konusunda İran’la başarılı bir iş birliği 
kurmayı başarmıştı.” 



 Kaynak:www.globalsecurıty.net 

ABD’nin, Irak’ta bölgesel ve uluslararası fikir birliğini sağlamak için 
başlangıç olarak BM’den, daimi üyeleri, Irak’ı ve Irak’ın komşularını içine 
alan bir “danışma grubu” oluşturmasını talep etmesini öneren Dobbins, 
“Bosna için kurulan Barışı Uygulama Konseyi bunun için model alınabilir. 
Afganistan için ABD ve Rusya’nın yanı sıra 6 komşu ülkenin yer aldığı 
bir konsey kurulmuştu.” diyor. Dobbins’e göre, bu çekirdek grup, Irak’ın 
istikrarına katkıda bulunmak veya barış gücü desteği vermek isteyen 
diğer Arap ve İslam ülkelerine de açık olmalı. 

Sonuçta, yeni hükümetle uyum içinde ABD’nin bir takvim dâhilinde 
geri çekilmesi ağır basıyor. Bunda ABD’nin Irak halkının “kalbini ve 
beynini” kazanamaması, dolayısıyla direnişin güçlenmesi önemli rol 
oynuyor. Ancak ABD, geri çekilmesinin bir “hezimet” gibi algılanmaması 
ve Irak’ta bir iç savaş veya bölgesel krize sebep olacak bir bunalımın 
doğmaması için bunun aşamalı olarak gerçekleşmesinden yana. 
Dolayısıyla, tam çekilme iki yıldan önce gerçekleşmese bile, bu süre 
zarfında aşamalı olarak kuvvet çekilmesi gündemde olacak. 

Ayrıca ABD, Türkiye ile yaşadığı tezkere problemi üzerine bir daha böyle bir sorun yaşamamak için yeni girişimler geliştirmekte. Bu bağlamda NATO’da üst düzey komutanlık yapan General James Jones, 9 Mart Çarşamba günü Temsilciler Meclisine hitaben yaptığı konuşmada, Bulgaristan ve Romanya’da Amerikan üsleri kurma konulu müzakerelerin çok yakında başlayacağını söyledi. Jones, Pentagon’un güç kaydırma planlarında “kuramsal noktayı geçip başlama noktasına “ geldiğini söyledi. General, Pentagon’un tüm dünyadaki güçlerini yeniden yapılandırma planları çerçevesinde, iki Balkan ülkesine 3 bin ila 5 bin 
askerden oluşan bir rotasyon tugayı yerleştirileceğini belirtti. Bulgaristan 
ve Romanya’ya “olağanüstü konukseverliklerinden” dolayı övgüde 
bulunan Jones, ABD Avrupa Komutanlığının bir kısmını bu ülkelerin 
topraklarına kurma arzusunu dile getirdi. Bu girişim ABD’nin uzun 
dönemli stratejileri açısından çok şey ifade etmektedir. Zira Orta Doğu’ya 
olan ilgi ve müdahalenin, ABD tarih sahnesinde var olduğu sürece 
devam edeceği değerlendirilmektedir. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 4

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 4



ABD'NİN IRAK'TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ EKONOMİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Yrd.Doç.Dr. Güler ARAS 


1. Giriş 

Bilindiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi, siyasi istikrarı sağlamak 
amacını taşımaktadır. Bugüne kadarki gelişmeler, ABD’nin amacına 
rejimi değiştirerek bir ölçüde ulaştığının, ancak hem siyasal hem de 
sosyal açıdan istikrarın sağlanamadığının birer göstergesidir. ABD 
müdahalenin sonrasında hızlı bir siyasi yapılanma ve devlet inşası 
çabası içerisine girmiştir. Bazı görüşlere göre, eğer ABD Irak’ta 
işleyebilir bir demokrasi yaratma ve sürdürme konusunda başarılı olursa, 
bunu tarihsel eğilimlere karşı gerçekleştirmiş olacak; ancak ABD 
başarısız olur ise, Irak halkını Baas şiddeti ve belirsizliğinden daha 
şiddet dolu ve belirsiz bir siyasi geleceğe mahkum edecektir. (Stansfield; 
2004, s. 190). 

Tarihsel sürece bakıldığında, ABD geçtiğimiz on yılda uyguladığı 
bölgesel politikalarla Orta Doğu’yu kendi öncelikleri doğrultusunda 
yeniden düzenlemeye çalışmıştır (Özcan; 2004, s. 349). ABD’nin Irak’a 
müdahaleyi tamamlaması sonrasında yeni sorularla karşı karşıya 
kalınmıştır. Stratejistler, ABD’nin Irak işgali sonrası tutumunun “kendi 
öncelikleri çerçevesinde” bundan sonra ne olacağını ve bunun 
getireceği olası sonuçları tartışmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’nin Irak ile 
ilgili planlarında siyasi hedeflerin yanı sıra Irak’ın sahip olduğu petrol 
rezervleri ve bunun getirdiği ekonomik değer de büyük önem 
taşımaktadır. Hatta, ABD–Irak denkleminden petrolü çıkardığımız 
zaman, sonuç neredeyse anlamsızlaşmaktadır. Zira, ABD için Irak’ın 
ekonomik olarak varlığının öncelikle petrole odaklı olduğu öne 
sürülmektedir. Ancak Amerikan toplumunu dahi ikiye bölen bu kadar 
tartışmalı bir müdahalenin arkasında her ne kadar büyük bir ekonomik 
güç olsa da, bu kadar açık ve yalın tek bir faktörün olduğunu düşünmek 
de tedbirsizlik olacaktır. İşgalin sonrasında beliren yeni tablo, halkın 
tutumu ve talebi, müdahalenin amaçları ile çok fazla çakışmamaktadır. 
Bu nedenle, artık ABD sadece petrolü temel almadan yeni stratejiler 
geliştirmek durumundadır. Öte yandan müdahalenin savaş yolu ile 
gerçekleşmesi, savaşın ve sonrasının getirdiği yeni koşullar, sadece 
ABD’nin değil, bölgedeki diğer ülkelerin de bu bölge ile ilgili yeni 
stratejiler geliştirmelerine neden olmuştur. 
Bu denklemde sorgulanması gereken şudur; işgalin 
tamamlanması sonrasında petrolden doğrudan yararlanamayacak bir 

ABD bu durumdan ne tür bir ekonomik çıkar sağlayabilir ve bu çıkarı en 
yükseğe çıkarabilmek için ne tür stratejiler uygulayabilir? Bu çalışmanın 
konusunu, ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkması muhtemel 
yeni durumlar oluşturmaktadır. Bu ana başlık çerçevesinde çalışmanın 
odak noktasını ABD’nin Irak’la ilgili olası senaryolarının ekonomik açıdan 
değerlendirilmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla çalışmada öncelikle, Irak 
ekonomisinin genel görünümüne bakılarak, petrol dışındaki ekonomik 
varlığı araştırılmıştır. Ardından, ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları ve 
bunların olası sonuçları ekonomik perspektiften değerlendirilmiştir. 


2. Irak Ekonomisinin Genel Görünümü 

Irak, % 40’ı 0-14 yaşlarındaki çocuk ve gençlerden oluşan 25 
milyonluk bir nüfusa sahiptir. Etnik dağılımına bakıldığında nüfusun; 
%80’inin Arap, %15’inin Kürt ve %5’inin Türkmenlerden oluştuğu 
görülmektedir (Tablo 1). Irak, Osmanlı yönetimi sonrasında İngiliz 
manda yönetimi altına girmiş, 1932 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve 
1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. Ülke, 1979 yılından ABD 
işgaline kadar geçen sürede Saddam Hüseyin’in önderliğini yaptığı Baas 
Partisi tarafından yönetilmiştir. Saddam Hüseyin’in iktidarı ele 
geçirmesinden sonra Irak, 1980-88 yılları arasında İran’la savaşmış, 
1990 yılının Ağustos ayında ise Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu işgal Birleşmiş 
Milletler tarafından çok sert bir şekilde karşılanmış ve ABD önderliğinde 
Ocak-Şubat 1991 tarihinde gerçekleştirilen müdahale ile Irak Kuveyt’ten 
çekilmek zorunda bırakılmıştır. Ayrıca, bu dönemde, 661 sayılı Birleşmiş 
Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla ambargo uygulanmaya başlanmıştır. 
1997 yılında yürürlüğe giren bu ambargo, “Birleşmiş Milletler Petrol 
Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU)” 
kapsamında uygulanmıştır (The World Factbook 2003). ABD’nin Irak’a 
saldırısından sonra, Saddam Hüseyin dönemi sona ermiş ve ekonomik 
durum savaş ortamının getirdiği koşullara göre şekillenmiştir. Koalisyon 
güçlerinin hâlâ varlıklarını devam ettirdiği ve yeni bir rejim yerleştirilmeye 
çalışılan mevcut ortamda, henüz işleyen bir ekonomiden söz etmek 
olanaklı değildir. 


Tablo 1. Temel Sosyal Göstergeler 
Kaynak : The World Factbook 2003, CIA. 
The Economist Intelligence Unit,December 2003 Country Report. 

Bilindiği gibi, Irak ekonomisi petrole dayanmaktadır. 2003 öncesini 
değerlendirdiğimiz zaman, ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’inin 
petrolden sağlandığı görülmektedir. 1980’li yıllarda petrolden elde edilen 
gelirlerin neredeyse tamamı sekiz yıl süren savaşın finansmanı için 
kullanılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda petrol ihracat olanakları da 
büyük ölçüde kısıtlanmıştır. İran ile yapılan savaşın, Irak ekonomisine 
olan maliyeti yaklaşık 100 milyar dolar civarında olmuştur. 1988 yılında 
savaş sona erdiği zaman, petrol gelirleri ülkenin yeniden imarı için 
önemli bir kaynak oluşturmuş ve dış ticaret hacminde önemli bir artış 
gözlenmiştir. Ancak bu dönemde, Kuveyt’in işgal edilmesi sonrasında 
Birleşmiş Milletler müdahalesi ve ambargo kararı Irak ekonomisini ciddi 
olarak etkilemiştir. Savaş ortamı Irak’ın savunma harcamalarını 
arttırmıştır. Askerî harcamaların millî gelire oranı 1991 yılında yüzde 
75’e kadar yükselmiştir. 2001-2002 yıllarında, global ekonomideki 
yavaşlama ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle millî gelirde de bir 
azalma söz konusu olmuştur (The World Factbook 2003). 2003 sonrası 
ekonomideki göstergelerle ilgili tahminlerde önemli yanılma payı olsa da 
temel göstergelerin tamamında önemli bir gerileme ve ekonomide ciddi 
bir tahribat olduğu açıktır. 

Savaş yılları boyunca, Irak savunma harcamalarını karşılamak için 
önemli miktarlarda dış borçlanmaya gitmiştir. Ülkenin dış borç stoku 
2001 yılında 62 milyar dolara, 2002’de ise 120 milyar dolara ulaşmıştır. 
Irak’ın harcama kalemlerinde en önemli yeri tutan savunma 
harcamaları; 2002 tahminî rakamlarına göre 1.3 milyar dolar düzeyinde 
olmuştur (EIU, 2003). 


Tablo 2. Irak Ekonomisinin Temel Göstergeleri 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. a: EIU tahmini b: Güncel. 

Irak ekonomisi uygulanan ambargonun hafifletilmesi sonrasında 
hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Sağlıklı verilere ulaşılamamakla 
birlikte, GSMH’nın 1999 yılında %18, 2000 yılında % 4 büyüdüğü ve 
ardından 2001 yılında %6, 2002 yılında ise %3 küçüldüğü tahmin 
edilmektedir (EIU; 2003). Bu gelişmeler sonucunda, GSYİH’nın 2000 
yılında 31,8 milyar dolara ulaştığı, 2001 yılında %6 oranında daralarak 
28,5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, 2002’de ise 27.6 milyar dolar 
olduğu tahmin edilmektedir. 

Irak ekonomisindeki büyümeye paralel olarak enflasyon oranının 
da istikrarlı bir şekilde düştüğü görülmektedir. 1998 yılında % 90 olan 
enflasyon oranının, 1999 yılında % 80’e, 2000 yılında % 70’e ve 2001 
yılında ise % 60’a düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak enflasyon oranı 
2002 yılında tekrar %70’e çıkmıştır (EIU; 2003). 

ABD saldırısı öncesi Irak ekonomisinde yaşanan diğer bir olumlu 
gelişme ise, özel sektörün giderek daha aktif hâle gelmesi olmuştur. 
Saddam Hüseyin 2000 yılı başlarında, özel sektör firmalarının sanayi 
yatırımları yapmaları için teşvik edilmesi için önemli kararlar alınmasını 
sağlamıştır. Bu gelişmeler, uzun yıllardır sosyalist ekonomik politikalar 
uygulayan ve sanayi tesislerinin çok büyük bölümünün kamuya ait 
olduğu Irak'ta daha liberal bir ekonomik düzene geçiş için adımlar olarak 
değerlendirilmiştir. ABD işgali ile birlikte ekonomide bu tür radikal 
dönüşümler de askıya alınmış durumdadır. 

3. Enerji Dışında Irak Ekonomisinin Yapısı 

Bilindiği gibi Irak ekonomisinin çok önemli bir ağırlığı petrol 
gelirlerine dayalıdır. ABD müdahalesi öncesi ülkenin döviz gelirlerinin 
yüzde 95’i petrolden sağlanmaktaydı. Öte yandan Irak’ın en büyük 
giderleri savunma harcamalarından oluşmaktaydı. Uzun yıllardır savaş 
ortamında olan ülkede petrolden elde edilen gelirler büyük ölçüde savaş 
harcamalarının finansmanı için kullanılmıştır. ABD işgalinin de çok ciddi 
bir maliyet yarattığı bilinmektedir. 

Ekonominin önemli gelir kaynağının petrolden sağlanması diğer 
alanların ihmal edilmesine ve son derece yavaş gelişmesine neden 
olmuştur. Ekonominin petrol dışında varlığına bakıldığında, petrolden 
tamamen bağımsız düşünemediğimiz sanayi ve ardından tarım kesimi 
karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası sağlıklı veriler elde edilemediği 
için, buradaki değerlendirmeler savaşın hemen öncesini içermektedir. Bu 
bölümde mevcut sektörler; sanayi, tarım, enerji, ulaşım alt gruplarında 
ele alınmakta ve bu sektörlerin dış ticaret göstergeleri 
değerlendirilmektedir. Burada petrol dışındaki sektörlerin varlığına 
odaklanılmakla birlikte; enerji sektörü elektrik, doğalgaz ve bunların 
içerisindeki payının görülmesi amacıyla da petrol alt sektörü olarak ele 
alınmıştır. 

 a. Sanayi 

Irak’ta savaş öncesinde gelişmiş sektörler olarak; petrol, kimya, 
tekstil, inşaat malzemeleri ve işlenmiş gıda sanayisi varlık 
göstermektedir. Irak’ta sanayi tesislerinin büyük bir kısmı kamuya ait 
olmakla birlikte, savaş öncesinde özel kesim yatırım için teşvik edilmiştir. 

Körfez Krizi sonrası zarar gören sanayi tesisleri, petro-kimya, 
rafineri, tarım makineleri, kimya, demir-çelik, gıda, ilaç, elektrikli, makine, 
inşaat malzemeleri ve tekstil başta olmak üzere, yedek parça, yarı 
mamul ve hammadde sağlanamaması nedeniyle çok düşük kapasitelerle 
çalıştırılabilmiş ve tesislerin bir kısmı da hammadde sıkıntısı nedeniyle 
kapatılmıştır. Savaş öncesinde kapatılan tesislerin açılması ve işletilmesi 
konusunda BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri 
Programı (MOU) sonrası, daha çok kaynak ayrılmıştır. Irak Savaşı 
sonrasında ise, sanayi tesislerinde Körfez Krizinden çok daha fazla bir 
tahribatın olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda tahrip edilen bu tesislerin 
yeniden yapılması ve işler duruma getirilmesi hem çok ciddi maliyeti, 
hem de oldukça uzun bir zamanı gerektirmektedir. 

b. Enerji 

Elektrik Enerjisi: Körfez Savaşı sırasında Irak’ın elektrik 
şebekesinin yüzde 90’ı yok edilmiştir. 1992 yılı başlarında 20 adet olan 
güç istasyonlarının yüzde 75’i tekrar işler hâle getirilmiştir. 2001 yılı 
rakamlarına göre Irak 36.01 milyar kwh elektrik üretmiştir. Aynı yılın 
tüketimi ise 26,4 milyar kwh olarak gerçekleşmiştir. Enerjinin yaklaşık 
değerlerle yüzde 55’i ulaşımda, yüzde 35-40’ı sanayide, yüzde 10’u ise 
konutlarda kullanılmaktadır (EIU; 2003). 2003 öncesinde Irak; Çin, İsveç, 
Fransa ve Rusya orijinli şirketlerle elektrik üretim istasyonları inşa etmek 
üzere anlaşmalar yapmıştır. 

Petrol: Irak 113.8 milyar varil petrol rezervi ile Suudi 
Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine sahiptir. Kuveyt Savaşı ile 
birlikte petrol üretimi önemli ölçüde düşmüştür. Üretim 1997 yılında BM 
Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının 
yürürlüğe girmesiyle birlikte artmaya başlamış ve 1998 yılında günlük 
2,11 milyon varile, 1999 yılında 2,52 milyon varile yükselmiştir. 2001 yılı 
tahminî verilerine göre petrol üretimi 2,45 milyon varil/gün’e ulaşmış, 460 
bin varil/gün petrol ise yine 2001 yılı tahminî verilerine göre iç tüketimde 
kullanılmıştır. Bu dönemde yapılan hesaplara göre, petrol üretim 
kapasitesinin, ülkeye uygulanan ambargonun tamamen kalkmasından 
itibaren 4 ila 7 yıl arasında günlük 6 milyon varile çıkarılması 
planlanmıştır. Bu dönemde, BM kararları dışında da ihracat 
yapılmaktadır. Söz konusu kararlar dışında Ürdün'e karayolu üzerinden 
100 bin varil/gün, Suriye'ye 30-40 bin varil/gün ve Basra Denizi’nden 50-
60 bin varil/gün Petrol ihracatı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (EIU; 
2003). 

Doğal Gaz: Irak sahip olduğu doğal gaz rezervi ile dünyada 
onuncu sırada gelmektedir. Irak 2002 tahminî verilerine göre 3,15 trilyon 
kübik feet doğal gaz rezervine sahiptir. Fakat aylık olarak, ancak 300 
milyon kübik feet doğal gaz üretiminde bulunmaktadır. Irak’ta yine 2003 
verilerine göre 1.360 km doğal gaz boru hattına sahiptir. 




















Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Irak yönetimi, Birleşmiş Milletler’in ambargoyu kaldırmasından 
itibaren üretimi artırmayı ve ihtiyaç fazlasını ihraç etmeyi planlamıştır. 
1997 yılında Irak, 4,2 milyar dolar tutarındaki doğal gaz projelerine 
yatırım yapmak üzere uluslararası şirketlere davette bulunmuştur. Bu 
şirketler genellikle Irak’a uygulanmakta olan yaptırımların kaldırılması 
yönünde çabalarda bulunan Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi 
ülkelere mensuptur. Yönetimin tavrı bu şirketlerin imtiyazlar yoluyla 
ödüllendirilmesi şeklindedir. Türkiye ile Irak arasında 1997 Mayıs ayında 
Mansuriye sahasının geliştirilmesi ve çıkarılacak doğal gazın bir boru 
hattıyla Türkiye'ye naklini öngören bir protokol imzalanmıştır. 

c. Tarım 

Irak’ın topraklarının %12’si ekilebilir araziden oluşmaktadır. Orta 
Doğu Ülkelerine göre önemli bir tarımsal potansiyeli olan Irak tarımsal 
alanlarında; buğday, arpa, pirinç, pamuk, hurma ve çeşitli sebze üretimi 
yapılmaktadır. Savaş sonrası uygulanan ambargo nedeniyle, tarım 
üretiminde hayati öneme haiz gübre, tarımsal ilaçlar ve çeşitli tarım 
aletleri ithalatı gerçekleştirilemediği için, üretim olumsuz etkilenmektedir. 
Bu nedenle buğday, un, kuru gıdalar, yağ, çay ve pirinç gibi temel gıda 
ihtiyacının büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Ülke 
topraklarının %9’u mera konumundadır. Meralarda sığır ve koyun 
besiciliği de yapılmaktadır (EIU; 2003). 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, 1 Mart ve 29 Mart 2000 tarihli 
kararlarına göre; “gıda sektörü”,”eğitim malzeme ve teçhizatı”, “tarım 
sektörü” ve “sağlık sektörü” başlıklı listelerde yer alan çok sayıdaki 
ürünün Irak’a ihracatında uygulanan Birleşmiş Milletler’den onay alma 
zorunluluğu kaldırılmıştır. Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç 
Maddeleri Programı kapsamında gıda sektörünün rehabilitasyonu 
amacıyla ayrılan kaynaklar da arttırılmıştır. Ancak, ABD işgali 
sonrasında bu uygulamanın günümüze yansıyan etkisini tam olarak 
gözlemlemek olanaklı değildir. 

Ç. Ulaşım 

Irak’ın 2003 savaş öncesinde, oldukça gelişmiş ulaşım ağına 
sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki verilere göre, karayolu 
uzunluğunun yaklaşık 45.550 km civarında olduğu tahmin edilmekte ve 
oldukça iyi bir karayolu altyapısına sahip bulunmaktaydı. Yine 2003 yılı 
verilerine göre, ülkenin 1.963 km demiryolu ağı bulunmaktadır. 1015 km 
olan denizyolu ile ulaşım için ise üç liman bulunmaktadır. Son savaştaki 
tahribat tam olarak bilinmemekle birlikte havaalanı sayısının yaklaşık 
150 tane olduğu tahmin edilmektedir. Ham petrol için 4.350 km, petrol 
ürünleri için 725 km ve doğal gaz için de 1.360 km boru hattı 
bulunmaktadır (The World Factbook 2003). 

d. Dış Ticaret 

Irak’ın dış ticareti içinde petrolün payı, 1950’lerden bu yana 
giderek artmıştır. Petrol gelirlerinin önemli tutarlara ulaşması diğer ihraç 
kalemlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Petrol ihracatı ve dünya 
petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar, Irak’ın ödemeler dengesinin temel 
değişkenleridir. 1990 yılında uygulamaya konan ambargo sonrası 
sadece ham petrol ihracatına izin verilmektedir. 1980’lerin sonlarında 
Irak’ın ihracatının %95’ini petrol oluşturduğu için, ambargo Irak’ın ihracat 
yapısında fazla bir değişikliğe neden olmamıştır. 


Tablo 3 Irak’ın Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $-2002) 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. 

a EIU tahmini 

 Irak’ın ithalat ürünleri de çok fazla çeşitlilik göstermektedir. Irak’ın 
yerli üretimi sınırlı olduğu için ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat 
yoluyla karşılamaktadır. Ancak ithalatın BM Yaptırımlar Komitesi 
tarafından onaya tabi olmasından dolayı, ithalat miktar ve çeşitliliği 
büyük ölçüde sınırlanmıştır. 1997 yılında ambargonun hafifletilmesinden 
sonra, Irak’ın dış ticaret hacmi hızla artmaya başlamıştır. Dış ticaret 
hacmi 1999 yılında 19,5 milyar dolar olmuş, 2000 yılında 31,7 milyar 
dolara yükselmiş, 2001 yılında 27,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 
Dış ticaret dengesi sürekli Irak lehine fazla vermektedir. 1999 yılında 5,9 
milyar dolar olan dış ticaret fazlasının, 2000 yılında 9,5 milyar dolar, 
2001 yılında 5,5 milyar dolar, 2002’de ise 5.2 milyar dolar olarak 
gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tablo 3). 


Tablo 4 Irak’ın Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeler (2002) 
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. 
a :Tahmini 

Yıllar itibariyle ihracattaki artış, ithalattaki artışın üzerinde 
gerçekleşmiştir. İhracat 1999 yılında 12,7 milyar dolar iken, 2000 yılında 
yaklaşık % 66 artarak 20,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılı ihracat 
miktarının 16,5 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın 
ihracatının büyük bir bölümü (tahminen yüzde 95’i) ham petrolden 
oluşmaktadır (Tablo 7). Petrol ihracatından elde edilen gelirlerin yüzde 
33’ü, ABD işgaline kadar Birleşmiş Milletler Tazminatlar Fonu ve idari 
giderleri için kesilmiştir. Irak’ın ihracat yaptığı ülkelerin başında ABD, 
İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda gelmektedir (Tablo 4). Bu ülkelere 
ait firmalar Irak’tan ham petrolü alıp, petrol ithal eden ülkelere satmaktadır. 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 1284 sayılı kararı ile Irak'ın 
petrol ihracatına getirilen sınırlamanın kaldırılması, petrol üretim 
kapasitesinin artırılması amacıyla önemli kaynak ayrılması ve petrol 
fiyatlarının önceki yıllara göre yükselmesi, 2000’li yılların başında Irak'ın 
ithalatının artmasına neden olmuştur. Irak’ın 2000 ithalatının bir önceki 
yıla göre yüzde 38 artarak 11,1 milyar dolara yükseldiği ve 2001 
ithalatının 11 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu 
değerlerde 2002 yılında düşüş görülmüş; bu yıl tahminî olarak ithalat 13 
milyar dolar, ihracat ise 7.8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. 2003 
öncesi verilere göre; Irak’ın ithal ettiği başlıca ürünler temel gıda 
maddeleri, dayanıklı tüketim malları, ilaç ve tıbbi malzeme ve cihazlar, 
ulaşım araçları ve yedek parçaları, demiryolu malzemeleri, makineler, 
elektrik malzemeleri ve teçhizat, içme suyu ve kanalizasyon sistemlerinin 
yenilenmesinde kullanılan malzeme ve teçhizat, tarımsal alet ve 
makineler, iş makineleri, telekomünikasyon malzemeleri, eğitim araç, 
gereç ve malzemeleri, petrol üretiminde kullanılan malzeme ve 
teçhizattır (Tablo 5). İthalatta ilk sıraları alan ülkeler, Fransa, Avustralya, 
İtalya, Almanya, Çin ve Rusya’dır (Tablo 4). 


Tablo 5 Irak’ın Başlıca İthalat Maddeleri 
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map 


Tablo 6 Irak’ın Başlıca İhracat Maddeleri
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map

Irak 2000’lerin başında, dış ticarette önemli gelişmeler kaydetmiştir. Irak ile Suudi Arabistan arasındaki Arar sınır kapısı, 2001 yılının Ocak ayında açılmıştır. Yine 2001 yılında Suriye ve Mısır’la Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ve Dubai’ye günde iki kez gemi seferlerine başlanmıştır. Avusturya ise Bağdat’taki Ticaret Müşavirliğini yeniden açmıştır. 

4. ABD’nin Irak'a İlişkin Ekonomik Hesapları 

ABD’nin uluslararası çatışmalarının altında yatan en büyük faktörün ekonomik nedenler olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. 

Bu nedenle, ABD’nin dış politika hedeflerinin temellerinin anlaşılabilmesi 
için ekonomik nedenlere dikkati çekmek gereklidir. Ulusal güvenlik 
politikalarının ekonomik sonuçlarının iki temel dayanağı olduğu ileri 
sürülmektedir. Birincisi askerî araçların ekonomik etki yapmak üzere 
kullanılması, ikincisi ise, ekonomik araçların askerî araçları tamamlar bir 
biçimde veya onların yerine kullanılmasıdır. Birinci nedende araştırılması 
gereken, askerî araştırma ve geliştirme çalışmalarının ticari açıdan değer yaratacak hareketlenmeyi nasıl sağlayacağının ortaya konmasıdır. Askerî gruplar, hava ulaşımı, lojistik, mühendislik ve tıbbi hizmetlerin, acil yardım, ekonomik kalkınma veya ulus inşa etmek için kullanılması ilk olarak akla gelen araştırmalardır. ABD askerî üretimi ve ihracat politikaları, diğer ülkelerin tehlikeli silahları üretmesini durdurmak için kullanılması, ABD istihbaratının ekonomik amaçlarla kullanılması gibi hususlar da bu konu kapsamında düşünülmüştür (Köni 2005; s. 400). 

Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde; Irak’a müdahalenin de bir parçasını oluşturduğu ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi dâhilinde, ABD’nin ekonomik açıdan büyük bir üstünlük elde edeceği düşünülmektedir (Öztürk; 2005, s. 7). Zira gelişmekte olan ülkelerden oluşan bölgede, henüz ülkelerin yeraltı ve yer üstü kaynakları tam olarak kullanılmamış durumdadır. Üstelik bölge ABD için önemli bir pazar ve projelerini hayata geçirebileceği verimli bir potansiyel alan durumundadır. 

Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ABD’nin Irak’a saldırısındaki temel amacın, savaş süresince ve sonrasında ekonomik olarak kendisine bazı çıkarlar sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ifade edilebilir. Savaş sırasındaki harcamalar, özellikle silah ve diğer savaş araçları başta olmak üzere, savaş ekonomisinin gelişmesinde önemli bir faktördür. Öte yandan savaşla birlikte ve sonrasında, savaşın tahrip ettiği alanların yeniden inşası da ekonomik açıdan inşaat ve ilişkili sektörler için önemli bir ekonomik yarar vaat etmektedir. 


5. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryoları 

Irak ekonomisindeki hâkim güç olan enerji kaynaklarını hesaba katmazsak, makro senaryo; “ABD Irak'tan çıkacaktır” şeklinde belirlenebilir. 

Buradaki çıkış noktası şu şekilde ifade edilebilir; ABD’nin Irak’ta 
bulunmasının nedeni, bölgede siyasi istikrarın sağlanması amacını 
taşımaktadır. Ancak bilindiği gibi, işgale ilişkin diğer yorumlar büyük 
ölçüde ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek amacında 
olduğu yönündedir. Eğer bu olanaktan söz etmezsek, ABD’nin Irak’tan 
çıkmasına yönelik görüşler geliştirmek anlamlı hâle gelmektedir. Ancak 
bu durumda, ABD’nin hiçbir ekonomik çıkar gözetmeksizin buradan 
ayrılmasını düşünmek de çok akıllıca olmayacaktır. Bu durumda ana 
senaryo; ABD’nin Irak’tan çıkacağı ve çıkarken de kendisine ekonomik 
olanaklar yaratarak bunu yapacağı şeklinde olabilir. Burada ABD Irak 
üzerinden kendisine yeni ekonomik olanaklar yaratırken, Irak da, çöken 
ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca uğraş verecektir. 
Bölgede güçlü bir Irak ihtimali de böylece uzun yıllar ertelenmiş olacaktır. 

ABD’nin Irak'tan çıkacağı varsayımına yönelik olarak geliştirilebilecek mikro senaryolar aşağıdaki şekildedir. 

Senaryo 1. ABD, Irak ekonomisini bir daha düzelemeyecek duruma getirerek çıkabilir. 

Bu Mikro Senaryo kapsamında : 

. ABD tarafından Irak ekonomisinin yapı taşları olan üretim birimleri (fabrikalar, sanayi işletmeleri ve ticaret birimleri) çökertilecektir. 
. Öte yandan ekonominin işleyişine olanak sağlayan, ulaşım ağları, enerji tesisleri, elektrik santralleri, doğal gaz hatları, petrol aktarım tesislerinin tahrip edilmesi sonrasında hem üretimin, hem de ticaretin önü tamamen kesilecektir. 

Şu an Irak’ta görünen durum, bu tanımlamadan çok farklı değildir. 
ABD ekonomik birimleri fark gözetmeksizin büyük ölçüde tahrip etmiş 
durumdadır. Bu senaryo ise, mevcut durumda kalanların da tamamen 
yok edilmesi üzerine geliştirilebilir. Bu mikro senaryo bağlamında; Eğer 
ABD Irak’tan çıkarsa büyük ihtimalle kalan ekonomik birimler de tamamen tahrip edilecektir. 

Senaryo 2. Bu ekonomik çöküşten yarar sağlamak isteyecek olan ABD, 
çöken Irak ekonomisini tekrar iyileştirmek için, kendi olanaklarını 
kullanabileceği bir ortam yaratabilir. 

Irak ekonomisini düzeltme yollarının ABD için ne tür getirisi 
olacağına bakıldığında şu olasılıklar kaşımıza çıkmaktadır: 

. Öncelikle yenilenecek ortamların yeni mimarı kendisi olacaktır. 
Tamamen tahrip edilen şehirlerin yeniden inşası için harekete geçecek 
olan ABD’nin, inşaat ve yan sanayiden önemli bir çıkar sağlayacağı son 
derece açıktır. 
. ABD müttefiklerini Irak’ın yeniden inşasında bu olanaktan 
yararlandırarak, aynı zamanda dolaylı çıkar da sağlayacaktır. 
. Komşu devletlere sunacağı bazı olanaklarla onların üzerinde 
ilave bir kontrol sağlayacaktır. Örneğin bazı işleri taşeron olarak 
yaptırabileceği gibi, geçici iş gücünü buralardan sağlamayı da tercih 
edecektir. 

Senaryo 3. ABD, Irak ekonomisini İsrail ile birlikte ortaklaşa onarma 
girişiminde bulunabilir. 

ABD’nin İsrail’le bu tür bir iş birliğini gerektiren nedenler ve bunun 
ABD ve İsrail’e sağlayacağı olası avantajlar şunlardır: 

. Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail 
buradan mutlaka bir pay almak isteyecektir. ABD her zamanki klasik 
fonksiyonunu yerine getirerek, dışarıya bu dayanışma ve koruyuculuk 
mesajını yineleyecektir. ABD destekli bir İsrail daha güçlü bir imaja 
sahip olacaktır. 
. Diğer taraftan ABD’nin İsrail’e sağlayacağı bu olanak karşılıklı iş 
birliğini ekonomik katkı ile de kuvvetlendirecek yeni bir unsur olacaktır. 
. Bu yolla bölge ülkelerine ve bölgedeki etken güçlere ilişkin yeni 
bir mesaj daha verilmiş olacaktır. 
. Bölgede hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir İsrail, 
bölgenin gelecek stratejilerinin birinci aktörü olmaya devam edecektir. 
. Böyle bir gelişme bölgedeki diğer ülkelerin rahatsız olmalarına 
neden olacaktır. 

Senaryo 4. ABD çöken ekonomiyi düzeltmek için stratejik öneme sahip 
silah sektörünü devreye sokabilir. 

. ABD’nin Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için silah 
sektörünü kullanması girişiminin ABD için kısa dönemde olumlu, uzun 
dönemde ise olumsuz sonuçları olabilecektir. ABD Irak’a bu yolla yaptığı 
desteğin karşılığında, bu bölgede kontrolü elinde tutmaya ve bunu silah 
sektörünü kontrol ederek yapmaya devam edebilir. Ancak, bölge 
ülkelerinin bu tür bir gelişmeden rahatsızlıkları kaçınılmazdır. Bu gerçek 
bölgede sürekli bir risk unsuru yaratacak faktör olacaktır. 
. Irak ekonomisinin yeniden canlandırılmasının bir yolu olarak 
Irak’ın silah üretimi konusunda faaliyetlerini sürdürmesi sağlanabilir. 
Silah sektörünün canlanması kısa dönemde buradan çıkar sağlayacak 
Irak ekonomisi için de fayda sağlayabilir ve Irak bundan hoşnut kalabilir. 
Ancak orta ve uzun dönemde yukarıda bahsettiğimiz bu girişim bölgede 
dengeleri sarsacaktır. 

. Aynı şekilde Orta Doğu’nun geleceği ve bölgedeki dengeler 
açısından gelişmiş bir silah sektörüne sahip Irak bölgede sıkıntı ve 
istikrarsızlık yaratabilir. Bu olasılık sözü edilen gerekçelerle, bölge 
ülkeleri tarafından dikkatle izlenecektir. 

Senaryo 5. Uyuşturucu trafiğinde; PKK, İran, Pakistan, Afganistan 
duraklarından biri yer değiştirip Irak bu duraklardan biri ve hatta en 
başlıcası olabilir. 

Böyle bir girişim; Irak, ABD ve Orta Doğu için bazı getiriler 
sağlayacağı gibi, sakıncaları da beraberinde getirecektir. Bunlar; 

. Irak bu trafikten yararlanarak örtülü büyük bir ekonomik çıkar 
sağlayacaktır. Böylece savaş sonrası ekonomisini düzeltebilecek ve 
şehirlerini çok daha ucuza yeniden inşa edecektir. 

. ABD kontrolünün devam ettiği bir ülkenin bu tür bir ticari trafikte 
yer alması, ABD’nin bu sektör üzerinde de kontrolünü sağlaması 
anlamına gelmektedir. 

. Bu durum uyuşturucu ticaretinden ciddi ekonomik yarar sağlayan 
diğer bölge ülkeleri tarafından hoş karşılanmayacaktır. 
. Bölgedeki terörist örgütlerin bu kanalla besleniyor olmaları, bu 
durumdan zarar gören ülkelerin (örneğin Türkiye) bu trafikte önder 
olacak bir ülke ile ilişkilerini olumsuz olarak etkileyecektir. 
. Öte yandan, bu yolla ekonomik güç elde eden bir ülke olarak Irak, 
hiçbir zaman gerçek ekonomik performansını kullanmayacak ve kontrol 
edilen ülke konumundan hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Bu da ABD’nin 
arzuladığı bir sonuç olacaktır. 

Senaryo 6. Çöken Irak ekonomisinin telafisi için ABD, Arap Orta 
Doğusu’ndan Suriye ve İran gibi ülkeleri Irak’ı yeniden yapılandırmak 
için birer aracı olarak kullanabilir. 

Irak’ın yeniden yapılandırılmasında doğrudan ya da dolaylı rol 
verilecek bölge ülkeleri İran ve Suriye için bu durumun kısa ve uzun 
vadelerde getirisi ve dezavantajının neler olacağı ve ABD için olası 
sonuçları söz konusu olacaktır. Bunlar; 

. Irak ekonomisinin inşası için ABD’nin bölge ülkelerine vereceği 
ihaleler, bu ülkelerin bu durumdan sağlayacakları çıkar nedeniyle kısa 
vadede, ABD kontrolünde bir Arap bölgesi ortaya çıkaracaktır. 
. Bu gelişmenin olumlu tarafı; yeniden yapılanmada yakın ülkelerin 
katkılarının Irak için olumlu ekonomik sonuçlar ortaya çıkarması ve bu 
ülkelerin de bu durumdan önemli bir yarar sağlamalarıdır. 
. Öte yandan, yeniden yapılanmada sadece bu ülkelerle sınırlı bir 
girişim, ABD’nin sadece bu ülkeleri aracı olarak kullanması, bölgedeki 
diğer ülkeleri rahatsız edecektir. 

Senaryo 7. Irak ekonomisini çökerten ABD; Orta Doğu coğrafyası ile 
tarihî bağlantıda bulunan ve hâlen bu coğrafyada yer alan bazı 
ülkelerden maksimum ekonomik fayda elde etmeyi amaçlayan ve AB 
bağlamında ABD ile iyi ilişkiler kurmanın faydalı olacağını düşünen, 
bölge dışından Almanya, Fransa ve İngiltere'yi çöken Irak ekonomisini 
tamir etmek üzere destekçi dış güçler olarak yanına çekmek isteyebilir. 

Bu olasılığın gerçekleşmesinin ABD, Fransa ve İngiltere için kısa 
ve uzun vadelerde doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralamak olanaklıdır. 

. Tarih boyunca bu bölgede bir şekilde var olmak isteyen AB 
ülkeleri ile birlikte bu bölgeyi yeniden yapılandırmak isteyen ABD, bu 
ülkelerin geçmiş yıllardaki emellerini yeniden gündeme getirmiş 
olacaktır. 
. Orta Doğu ülkeleri bu gelişmeden rahatsız olacak ve bu konudaki 
tepkilerini muhtemelen ciddi olarak belirteceklerdir. 
. Bu durumdan fayda sağlayacak olanlar, doğal olarak kendisine 
rol verilen Fransa ve İngiltere olacaktır. Bu hem ekonomik çıkar, hem de 
bölgede yeni bir hâkim güç pozisyonu sağlamak şeklinde olacaktır. 

6. Senaryoların Olası Sonuçları 

Mikro senaryoların gerçekleşmesi hâlinde, karşılaşılacak olası 
sonuçları aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır: 

a. ABD tarafından çökertilen Irak ekonomisi tekrar ABD 
önderliğinde inşa edilmeye başlayıncaya kadar, Irak halkı ekonomik 
açıdan büyük bir çıkmazda olacaktır. Bu çıkmaz beraberinde bir halk 
hareketini de getirebilir. 

b. ABD Irak ekonomisinin merkezini Bağdat'tan Kuzey Irak'a 
kaydırabilir. Böylece Kuzey Irak ekonomik açıdan öncelikli olur. 
Ekonomik açıdan güçlü bir Kuzey Irak ise, siyasi olarak Irak'ın Sünni ve 
Şii Arap kesimleri üzerindeki hâkimiyetini geliştirir. Nüfustaki 
çoğunluklarına karşın, azınlık teşkil eden Kürtler nezdinde siyasi ve 
ekonomik açılardan baskı altına alınacak Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler 
arasında Irak genelinde sıcak çatışmalar yaşanabilecektir. Ayrıca 
güçlenen Kuzey Irak Kürtlerinin, İran'da yerleşik Kürtlere ve Türkiye'de 
süre gelen ayrılıkçı Kürt hareketine olası desteği ve bunun getireceği 
olası olumsuzluklar da değerlendirilmelidir. 

c. Çöken ekonomi yine ABD'nin mali gücü ile inşa edilirse 
ekonomideki tüm sektörlerin denetimi ABD'ye geçer. Böylelikle ekonomik 
öncelik ABD'de olur. Yani ABD, hem Irak özelinde hem de Orta Doğu 
genelinde dengeleri belirleyici bir dış güç olmaya devam eder. Bu 
durum, Batılı bir dış gücün denetimine dinsel ve siyasal nedenlerle hep 
soğuk baka gelmiş olan Orta Doğulu devletleri ve Irak'ı iç karışıklığa 
sürükleyebilir. 

ç. Irak Orta Doğu genelinde uzun dönemde başa çıkılamayacak 
bir silah gücüne dönüşebilir. Bu durum istikrarsız olan Orta Doğu'yu iyice 
istikrarsızlaştırabilir. 

d. Uyuşturucu trafiğinin merkezinin Irak'a kayması, Irak'ı 
kontrolsüz bir güce dönüştürecektir. 

e. Irak ekonomisini yükseltmek için İsrail ile iş birliği geliştirecek 
olan ABD, İsrail'i sadece Filistin sorunu üzerinde güçlendirmekle 
kalmayacak, aynı zamanda Irak üzerinde de söz sahibi olacak bir 
konuma taşıyacaktır. İsrail'in Arap Orta Doğusu üzerinde bu denli etki 
genişletmesinin olası olumsuz sonuçları değerlendirilmelidir. 

f. Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için ABD'nin Suriye ve 
İran gibi devletleri devreye sokması ve görüntüde de olsa birer aracı gibi 
kullanması Orta Doğu dengelerini bozabilir. 

g. Irak ekonomisini İngiltere, Fransa ve Almanya desteği ile 
yeniden imar çabasına giren bir ABD, dış güçlerin hâkimiyetini tekrar bu 
coğrafyaya çekmiş olacaktır. Sömürge olma türünden bir acı tecrübesi 
bulunan Orta Doğu devletlerinin bu üç ülkenin tekrar Orta Doğu 
coğrafyasına girmeleri karşısında alacağı tavır ve olası olumsuz 
yansımalar da değerlendirilmelidir. 

7. Sonuç ve Değerlendirme 

Bu çalışmada, Irak ekonomisindeki hâkim güç aracı olan enerji 
kaynaklarının ana gösterge olmaktan çıkarılması durumunda ve ABD’nin 
Irak’tan çıkacağı varsayımı altında geliştirilen senaryolar tartışılmış ve 
bunların olası sonuçları değerlendirilmiştir. 

Geliştirilen senaryoların ortak noktasını; büyük ölçüde tahrip 
edilen Irak’ın yeniden inşasının nasıl paylaşılacağı ve ekonominin 
yeniden canlandırılması için hangi yolların ve yöntemlerin izleneceği 
oluşturmaktadır. ABD’nin Irak’ın yeniden yapılanmasının kendi kontrolü 
dışında gerçekleştirilmesine izin vermeyeceği düşünülürse, senaryolar 
Irak’ın ABD’nin inisiyatifi ve kontrolünde yeniden inşası üzerine 
geliştirilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilmesi sırasında ABD’nin kimlere 
pay vereceği ve sonrasında ortaya çıkacak durumun Irak’ı kontrolünde 
ne kadar etken olacağı sorusu önem taşımaktadır. ABD müdahalesi, 
Orta Doğu’da yeni stratejilerin oluşturulmasını beraberinde getirmekle 
birlikte, bundan sonra verilecek kararlar da Orta Doğu’daki dengeleri 
etkileyebilecektir. 

Irak’a siyasi istikrarı sağlamak üzere müdahale eden ABD, bu 
amacına bir şekilde ulaşmış gibi görünse de, Irak ekonomisini ciddi 
şekilde tahribata uğratmış ve en önemlisi de sosyal istikrarı 
sağlayamamış durumdadır. Bu aşamada ortak düşünce şudur ki; ABD 
mevcut tabloya göre, ileride kendisine çıkar sağlayacak en uygun 
çözümün arayışı içindedir. Kamuoyunun bütün tepkilerine rağmen 
müdahalede ısrarcı olan ABD’nin bu bölgedeki stratejik hedeflerinin yanı 
sıra, ekonomik kazanç elde etmeden çıkmayacağı düşünülebilir. 


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 3

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 3



ABD STRATEJİLERİ IŞIĞINDA IRAK’TA DİNÎ VE ETNİK ÇELİŞKİLER 

Yazan: Araştırmacı-Yazar Suat PARLAR 

1. Giriş 

Irak coğrafyasında ABD işgaliyle gündeme gelen politikaların 
temel dinamikleri parçalayıcı, kışkırtıcı, eriticidir. İngiltere’nin 1. Dünya 
Savaşı ertesinde uyguladığı siyasetlerin oluşturduğu birikim, küresel 
ideolojinin tek yanlı iktidar süreçlerine akmaktadır. İngiltere’nin 
sömürgelerinde uyguladığı ve kalıcı bir işgalin kurumlarını dayandırdığı 
stratejik dizge, Amerikan çıkarları doğrultusunda yenilenerek yürürlüğe 
konuluyor. Bu dizgeye göre; İşgal edilen bölgenin dinî, etnik, kültürel 
azınlıklarını kendi hedefleri doğrultusunda örgütleyerek, çoğunlukta olan 
unsurlara karşı kışkırtmak ve idari erkin bir kısmını bu azınlıklara 
aktarmak esastır. Ayrıca çoğunlukta bulunan unsurun dinî, sosyal, 
siyasal açıdan potansiyel çatışma dinamiklerini açığa çıkarmak yine söz 
konusu dizgenin esaslı düzenleme ve uygulamaları arasında yer alır. 

Irak’ta yaşanan sürecin tarihsel geçmişinde ayrımcılığı, bölünmeyi 
sistemleştiren Manda döneminde yaşananlar, günümüzün karmaşık 
tablosunda ön plana çıkan dinî, sosyal, siyasal, etnik çelişkilere ve 
çatışmalara ışık tutuyor. İngiliz işgali döneminde manda politikalarının 
koordinatları şöyledir: 

a. Irak’ın kuzeyinde yaşayan ve çoğunluğu meydana getiren 
Türkleri, Türkiye ile birleşmekten alıkoyacak bir etnik ve dinî kuşatmaya 
tabi tutmak. 

b. Kürtleri Araplara karşı örgütlemek ve kullanmak. 

c. Araplar arasında mezhep çelişkilerini körükleyen bir siyaset izlemek. 

ç. Sünni ve Şii kesimleri birbirine karşı kullanmak ve kırdırmak. 

Günümüzün siyasi ve ekonomik koşulları çerçevesinde, bu politik 
koordinatların işlevsel özünden vazgeçilmeksizin yeni çatışma unsurları 
ekseninde, Irak’ın dağıtılma süreci yürürlüktedir. Demokrasi, insan 
hakları ve serbest piyasa ideolojisinin kamufle ettiği süreç, toplumsal 
birlik hedefi ile yüceltilirken, her etnik unsur, dinî topluluk özerk 
örgütlenme ve gelecek stratejileri ekseninde ayrışmakta, yönetsel 
kurumları, geçici bir denge durumunun diplomatik zorunluluğu 
çerçevesinde değerlendirilecek güç adına kullanılacak merkezler olarak 
görülmektedir. 

Toplumsal meşruiyet kaynakları çürümekte, dinî temellere dayalı 
yapılar, aşiretler, tarikatlar, cemaatler dışındaki devlet kurumlarının ve 
sosyal ilişkilerin tahribi bölünme dinamiklerini büyütmektedir. Gelişmeler, 
komprador bir ekonominin ılımlı İslam adı altında savunulmasına yönelik 
bir programın yürürlüğe konulduğuna işaret etmektedir. Diğer yandan 
Irak toplumunun laik bir eğitim, kültürel birikim, sosyal kurumlaşmada kat 
ettiği mesafe, geriye dönük güçlerin tehdidi altındadır. 

Irak’ta gelişen patlayıcı sürecin yaratacağı sonuçlar, tüm Batı 
Asya’da etkisini gösterecektir. Bu nedenle ülkenin dinî, etnik, siyasal 
yapısının ve çelişkilerinin incelenmesi; iç bağlantılarının, örgütlenme 
biçimlerinin ortaya çıkardığı sorunlar ile bölgenin diğer ülkelerine 
etkilerinin sürekli ilgi konusu yapılması zorunludur. Çığrından çıkmış bir 
dünyanın çelik çekirdeği Batı Asya’da Irak’tadır. 



Kaynak:www.globalsecurıty.net 


2. Şiiler: 

Irak’ta Şiilik, Şiiler ve Şii İslamcılık, sosyolojik birer kategorinin 
ayrılmaz, yekpare, bütünlüklü çerçevesi içinde değerlendirilir. Bu sosyo-
kültürel varlık temelinde dinî öz, kendi başına toplumsal ve siyasal bir 
dünyaya ilişkin birleştirici bir alan yaratıyormuş gibi tek biçimci bir niteliğe 
bürünür. Şiiler içindeki toplumsal ve kültürel çeşitliliği ihmal eder. Şii 
İslamcılığı ve Şii cemaatçiliği farklı cemaat gruplarına, siyasi 
örgütlenmelere mensup, değişik ideolojik yapılanmaların söylemlerini 
kapsayan çok sayıda kesimi içerir. Bu nedenle Şia, belli bir grubu bir 
diğerinden dinî terimlerde farklı kılabilen, ama bu grubun içerisindeki 
toplumsal, kültürel bakımdan ayrışan yönleri hiçbir zaman özgün 
yanlarıyla ele almayan bir adlandırmadır. Oysa Irak Şiileri; toplumsal 
örgütlenme biçimleri, ekonomik faaliyet tarz ve çıkarları, zengin-yoksul 
ulema kesimleri, köyde, kentte yaşayanlar, aşiret bağlantısı bulunanlar, 
Mellaklar (yani devlet tarafından toprak sahibi yapılanlar), Arap olanlar 
ve olmayanlar gibi birçok özellikleri ile ayrışmaktadırlar. Necef, Kerbela, 
Samara ve Kazimeyn gibi önemli Şii merkezlerinde oturan ulema 
arasındaki ayrım çizgileri yanında bu şehirlerin kendilerine has haklara 
sahip konumları da dikkate değer çelişkili noktalardır. Irak Şiileri, 
Farisiler, Türkmenler, Araplar üzerinden etnik çizgilerle de 
farklılaşıyorlar. Irak Şiiliği, İran’da olduğu gibi aşiret hayatı ile şehirli 
kesimleri harekete geçirecek ölçüde güçlü ibadethane ağları, camiler, 
mali şebekelere sahip olmadı. Şii ulema, aile ve şehir gibi kadim 
dayanışma odaklarınca da bölünmüştür. Müçtehitler arasında geçici 
dönemler dışında birlik yoktur. Irak’ta devletin yürüttüğü modernizasyon 
programı, önceleri özerk din adamları sınıfının tekelinde olan yasanın, 
eğitimin ve vergilerin toplanması işlevlerinin tümünü üstlendi. Irak’ta art 
arda gelen rejimler, dinî kültürel alanları denetim altında tutmak ve 
devletin dinden kontrollü bir biçimde ayrılmasını sürdürmek için büyük 
çaba gösterdiler. Sünni dinî müessese devlet denetimine alınırken, 
laikleştirme ilkesi temelinde tüm özerk Şii yapılanmaları sert 
uygulamalarla devlet karşısında etkinliklerini yitirdiler. Tüm kutsal Şii 
kentlerinin mali özerkliği ve zenginliği denetim altına alındı. Aynı 
zamanda din adamları sınıfı politika alanının dışına çıkarıldı, toplumsal 
statüleri ve itibarları zayıflatıldı. 

1958’de Monarşi’ye son verilmesinden sonraki dönemde Şiiler 
Davet-i İslamiyye’yi veya yaygın adıyla Davet Partisi’ni kurdular. El-
Sadr’ın kurduğu bu partiye Büyük Ayetullah kabul edilen Ayetullah 
Muhsin El-Hekim destek vermedi. Günümüze akan çizgide bu en önemli 
Şii siyasi örgütü genç bir reformcu müçtehitler kuşağı ve din adamı 
olmayan çeşitli Şii gruplarına dayanır. 

Şiiler, Irak’ta 1963’ten itibaren Baas’tan dışlandılar. Baas’ın tüm 
örgüt cihazı ve önemli devlet kurumları yoğun biçimde Sünni Arapların 
denetimine girdi. Bu temelde büyüyen tepki ve çelişkiler 1968-1970’de, 
1974-1975’te ve 1977’de çatışmalara neden oldu. İran İslam Devrimi 
sonrasında Irak’ta meydana gelen olaylar ise Irak–İran Savaşı’nın 
gerekçeleri arasındaydı. 1991’deki Şii ayaklanması da rejim tarafından 
sert bir biçimde bastırıldı. 

Şiiler açısından önemli bir dönemeç de 17 Kasım 1982’de 
Muhammed Bakır El-Hekim tarafından, Tahran’da “Irak İslami Devrim 
Yüksek Meclisi”nin ilanı oldu. Bu örgüt ile Irak’taki İslamcı eylemcilik 
adına, kuşatıcı bir yapı oluşturmak planlanıyordu. Bu örgütün 
oluşumunda İran’ın etkisi ve belirleyici rolü büyüktü. Ancak Iraklı Şii 
grupları birleştirmeye yönelik hiçbir İran girişimi başarılı olamadı. 

Ulema grubu içindeki güç dengesi, siyasi örgütler arasındaki fiili 
güç ilişkileriyle örtüşmüyordu. Bu nedenle “Irak İslam Devrimi Yüksek 
Meclisi” parçalanmış Iraklı İslamcı grupların idari birliğini 
gerçekleştiremeyen, İran destekli bürokratik bir yapıya dönüştü. Iraklı Şii 
İslam grupları, İran’dan gelen baskılara rağmen, eylem biçimlerini ve 
stratejilerini kendi ulusal gerçekliklerine göre tanımlama ve yürütmedeki 
özerkliklerini öne sürerek tepki gösterdiler. Iraklı Şii grupların İran’da 
üslenmiş olmaları onları zayıflatan bir unsur oldu. Dirençleri kırıldı ve 
İran savaş aygıtıyla iş birliği, İran’ın Irak topraklarını işgaliyle birlikte ulus 
karşıtı bir niteliğe büründü. Davet Partisi ve Irak İslami Devrim Yüksek 
Meclisi, İran–Irak Savaşı boyunca Şii kimliğine ideolojik bir içerik 
kazandırdı. Bu ideolojik–politik öz, Şiiliği ulusal temellerden kopardı ve 
yaptırımlar döneminde bu kimlik kurumsallaştı. 

Şii din adamları sınıfı gelenekçiler ile reformcular arasında, yani 
modern örgüt çağrısında bulunanlar ile merci–mürit ilişkilerinin yeniden 
güçlendirilmesini savunanlar arasında bölünmüştür. Şii ulema soy 
çizgisi, şehir, etnik hatlarla dilim dilim parçalanmıştır. Şiiliğin özünü teşkil 
eden Merciyye Kurumu darmadağındır. Bu dağınıklık Kerbela, Necef, 
Kazımiye kentleri uleması veya müçtehitlerin Arap, Farsi kökenlerine 
ilişkin vurgular ile ideolojik, siyasal bölünmelerde tezahür etmektedir. Şii 
kimliğinin kültürel alanları ve kitle hareketliliğini besleyen araçları 
dağınıktır. Şii merci kurumu ile Davet Partisinde simgelenen siyasal 
alanı denetim altına alamamıştır. İran Devrimi’nin, harekete geçirme ve 
örgütleme araçları, din adamı şebekeleri Irak Şii hareketi açısından söz 
konusu değildir. Irak’ta güçlü temellere dayalı bir Şii kimliği oluşmamıştır. 
Farklı Şii sınıflar, katmanlar ve gruplar yani din adamları, tüccarlar, 
modern orta sınıf, köylüler, toprak ağaları hepsi de farklı hayat tarzlarına, 
değer sistemlerine, ekonomik çıkarlara, siyasal yönelimlere sahiptirler. 

Şii olma duygusu varlığını korumakla birlikte, asıl modern 
toplumsal biçimlenmeler, işgalin dağıtıcı etkilerinin belirdiği döneme 
kadar varlığını korumuştur. Dinî kültürlerinde bile farklı Şii kesimleri 
değişik dindarlık biçimlerine sahip bulunmaktadırlar. Şiilerin imtiyazsız alt 
orta sınıflarının kırdan kente göç sonucunda yarattığı toplumsal değişim 
dikkate değer. Bu unsurlar Şii hareketleri içinde hâlen önderlik özlemi 
çekiyorlar. Toplumsal, ideolojik, ekonomik imtiyazlarını koruyan ulema ile 
bu kesim arasındaki ittifak kapsamlı çelişkileri barındırmaktadır. 

Yaptırımların tahripkâr etkileri neticesinde, Şii gücünün bölünmesi 
yoğunlaştı. Cemaat şebekelerine sahip yeni dinî güç merkezleri ve 
Mukteda el Sadr gibi ağırlıklı olarak yoksul kesime dayalı liderler ortaya 
çıktı. Yaptırımlar ve işgal süreci, Şii kimliğini alabildiğine siyasallaştırdı. 
İran tarzında toplumsal ve siyasi dinamiklere dayalı bir Şiiliğin Irak’ta 
bulunmaması Mukteda Sadr dışındaki Şii grupların ABD ile uzlaşmasını 
getirdi. Irak Şiilerinin İran’la ilişkileri bu ülkenin uzantısı oldukları 
anlamına gelmiyor. Irak Şiileri arasında modern toplumsal, siyasal, 
sosyal kurumlar ve laik eğitim kurumlarının yıkılması sonucunda güç 
kazanan ulema, Amerikan karşıtlığına ideolojik bir muhteva 
kazandırmadı. Irak Şiileri arasında ABD işgaline yönelik tepkiler 
mezhepsel ve ideolojik temellerde gelişmiyor. Geleneksel gücünü 
toplumsal denetim, eğitim, sosyal yaşam üzerindeki etkinliğini yeniden 
elde ederek sağlamaya çalışan Şii ulema başta Ali Sistani olmak üzere 
siyasal çatışmaların dışında kalmayı yeğlemektedir. Necef ve 
Kerbela’nın Şii ulemasının politik sürece aktif katılımın dışında kalmaları, 
ABD’nin Irak’taki işini kolaylaştırmıştır. Bu kesimler uzun süre aktif 
siyasetin dışında kalmayacaklardır. Ulemanın önemli isimleri Irak’ta 
oluşturulan yönetsel yapıda görev almamakla birlikte anayasal süreci 
etkilemeye çalışmaktadırlar. Gelenekselci Şii kesimlerin İran etkisi 
altında olduğuna inanan ABD, savaş sürecinde İran’ın nüfuzunu kırma 
adına bu grupları dışladı. Ancak zaman içinde bu gruplar ABD işgal 
yönetimi ile iş birliği yaptılar ve Irak Geçici Yönetim Konseyi’nin temel 
unsurları oldular. Süreç içinde dinî temellere dayalı bir devlet ve toplum 
programı bulunan bu gruplar ile ABD arasında sıkı bağlar oluştu. 
Aşağıdan yukarıya örülecek bir “ılımlı” planla Irak Şiiliğini ABD’nin lideri 
olduğu küreselleşmeye bağlayacak bu gruplar, radikal Şiilerle de 
çatışma hâlindedir. Bu radikal hareketlerin en önemli temsilcisi Mukteda 
Sadr, Iraklı Şii din adamları ve partileri tarafından desteklenmezken, 
yoksul Şiiler arasında büyük bir taraftar kitlesine sahiptir. Sadr ile ABD 
arasındaki gergin ilişki Iraklı Şiilerin genel strateji ve politikalarına terstir. 
Başlangıçta Sadr’a destek veren İran da ABD ile ciddi gerginliklere 
neden olacağı ve Iraklı Şiilerin yönetimden dışlanmasını getireceği için 
Sadr’a desteğini iyice sınırlandırmıştır. Mukteda Sadr’ın taklit merci 
olarak kabul ettiği ve hâlen İran’da yaşayan Ayetullah Kazem Haryiri de 
ondan desteğini çekmiştir. 

Iraklı Şiiler dinî anlayışlar yanında liberalizm, sosyalizm, 
komünizm, Siyasal İslam akımları arasında parçalanmıştır. Yıllar süren 
savaş, yaptırımlar, işgal sonucunda dağılan toplumsal yapılar geleneksel 
Şii din adamlarının gücünü yoğunlaştırmaktadır. Sorun çözme kapasitesi 
gelişmiş, ortak karar alma yeteneğine, laik toplum görüşüne sahip ordu–
bürokrasi ve politikacılar kesiminin dağıtılmasının açtığı boşluğu 
geleneksel–mezhepsel güç odakları doldurmaktadır. Din adamlarının 
artan toplumsal ve siyasal nüfuzu, Irak’ın sosyal yapısının çelişkilerini 
keskinleştirmektedir. 

Davet, Irak İslami Devrim Yüksek Meclisi, Mithak el-Şia, Muvafak 
el-Rubai gibi Şii İslami partiler arasındaki ortak noktalar sınırlıdır ve 
hâlen Sadr kampına karşı Ayetullah Sistani’nin desteğine ihtiyaç 
duymaktadırlar. 

Irak’ta 1921’den beridir ülkede varolan tüm siyasal-ideolojik 
yönelimler yeniden ortaya çıkmıştır. Eski ve yeni tüm unsurların karşı 
karşıya geldiği bu dinamik yapı belirsizliği arttırırken şimdilik yoğun bir 
anti-laik yönelim içinde olmayan Şii ulema toplumsal iktidarını 
artırmaktadır. 



Kaynak:www.globalsecurıty.net 

3. Sünniler: 

Irak’ta nüfusun %97’si Müslüman, %3’ü Hıristiyan ve diğer dinlere 
mensuptur. Müslümanların %60-65’i Şii, %32-37’si Sünni’dir. Sünniler 
Araplar arasında azınlıkta, Kürtlerde ise çoğunluktadırlar. Baas (Diriliş) 
Partisinin önde gelen kadroları Sünni idi. Sünni Arap azınlığın iktidarı, 
Baas ideolojisinin tüm Arap dünyasında kabul görmesini engellemiştir. 
Baas Partisi, Sünni azınlığa dayanmakla birlikte dinî temelleri ön plana 
çıkaran bir ideolojik yaklaşımı benimsememiştir. Parti ideolojisi özde 
laiktir. Dinî otoriteler devletin modernleşme süreçlerine müdahale 
araçlarından yoksun kılınırken, akılcı değerlerin sistematik savunusu 
temel ilke sayılmıştır. Kişisel düzeyde kabul edilen dinî hakların kamu 
alanına müdahalesi önlenirken, devlet stratejisinin zorunlu kıldığı 
durumlarda bir meşruiyet rezervi olarak dinden yararlanılmıştır. İslami 
değerler temelinde Sünnilik, Arap milliyetçiliğinin ötesinde Irak 
milliyetçiliği ile kaynaştırılmıştır. Baas, Irak milliyetçiliğini antik tarih ve 
İslami mecazlarla bütünleştirmiştir. Aşiret ilişkileri ile iç içe gelişen Sünni 
dayanışması, devletin üst düzey askerî–sivil bürokrasisini birleştiren 
ideolojik harcın temel unsurları arasında idi. Saddam Hüseyin rejimi; İran 
İslam Devrimi’nin yarattığı basınç, İran’la ve ABD ile savaş, yaptırımlar 
temelinde ortaya çıkan krizlere dinî vurguları ön plana çıkaran 
söylemlerle cevap vermiştir. Saddam Hüseyin’i Peygamberlerle aynı soy 
ağacında gösteren biyografiler hazırlanmış, kendisi 1980’de hacı 
olmuştur. İran’la savaş sürecinde, rejim propagandası içindeki İslami 
vurgu giderek genişleyip güçlenmiştir. Ancak savaşın doğurduğu insan 
gücü ihtiyacı ve erkeklerin cepheye gitmesi kadınların aktif yaşama 
girmesini hızlandırmıştır.1980’de öğretim görevlilerinin %46’sını, diş 
doktorlarının yine %46’sını, eczacıların %70’ini kadınlar oluşturuyordu. 
1979 yılında yürürlüğe konulan zorunlu eğitim yasası laik içerik 
taşıyordu. 

İşgal sonrasında kültürel, siyasal, ekonomik dokusu parçalanan 
Irak’ta Baas rejimi ile özdeş görülen Sünni Araplar hızla idari aygıtlardan 
dışlanmıştır. ABD’nin stratejik inisiyatifleri temelinde ulus-devlet 
hayatiyetine son verilen ve “sen küçül ben büyüyeyim” mantığı 
çerçevesinde tüm silahlı kuvvetleri tasfiye edilen Irak’ta, Sünnilik 
direnişin ideolojik etiketine dönüştürülmüş ve tüm iletişim araçları bu 
mezhepsel ayrımı ön plana çıkararak sürecin gerçek dinamiklerini 
örtmüşlerdir. 385 bin kişilik düzenli ordu, 285 bin kişilik polis ve yerel 
güvenlik birimleri, içişleri, istihbarat bürokrasisi ile 50 bin Cumhuriyet 
Muhafızı tek seferde ihraç edilirken; güvenlik kuvvetlerinin nüfusa oranı, 
bir gecede 1000 kişi başına düşen 43 görevliden, 1000 kişi başına 
düşen 3 görevliye düşmüştür. Aşiret bağları ile pekişen mezhepsel 
dayanışma, Sünni kökenli güvenlik kuvvetleri ve bürokrasiyi direnişin 
temel gücüne dönüştürürken, laik devlet programı, strateji ve gelecek 
kurgularının yerini kuşatılmış bir mezhep kimliğinin mağduriyeti 
almaktadır. 

Kürt Sünni kesimler arasında tarikatlar yaygın olmakla birlikte 
eskisi kadar güçlü konumda değildirler. Nakşibendi ve Kadiri tarikatları, 
Kürtler arasında Sünni kökenli başlıca dinî örgütlenmelerdir. Iraklı Kürt 
liderler Mesud Barzani ve Celal Talabani aşiretsel kökenlerinin yanında 
güçlü tarikat yapılarına dayanmaktadırlar. Körfez Savaşı’nın 
başlangıçından itibaren İran, Irak Kürtleri arasında dinî örgütler kurmaya 
çalışmış ancak başarılı olamamıştır. “Irak İslam Devrimi Yüksek 

Meclisi”nin tek Kürt üyesi Şeyh Muhammed Necib Berzenci oldu. 
Özellikle İran’la iyi ilişkilerin olduğu dönemde Celal Talabani, 1980’de 
“Kürt Müslüman Ordusu” adlı bir örgüt kurdurdu. Silahları KYB 
tarafından sağlanan bu örgütün başında Abbas Şabak bulunuyordu. Kürt 
liderlerin gerek duyduklarında dinî temellere dayalı silahlı örgütler 
kuracağına ilişkin bu örnek Talabani’nin ilkesel laiklik açıklamaları ile 
birlikte değerlendirilmelidir. 

İdris ve Mesud Barzani’nin kuzenleri olan Barzan Şeyhi 
Muhammed Halid, 1985 yazında sahneye çıkarak kendini “Kürt 
Hizbullahı” ilan etti. İran’ın silahlı desteğini alan bu örgüt oldukça iyi 
silahlanmıştır ve Bahdinan’da etkilidir. Aşiret düzeni ile bütünleşen 
tarikat şebekeleri, liderler açısından hâlen bir meşruiyet kaynağı olduğu 
gibi bölge ülkelerine karşı stratejik bir koz olarak kullanılmaktadır. Ortak 
tarikat mensubiyetleri, bölge ülkelerinin sosyal yapılarında hatta 
parlamentolarında Kürt milliyetçiliğini kamufle eden bir işleve sahiptir. 

Sünni Araplar tüm iktidar kurumlarının, bürokrasinin dışına itilirken 
Sünni Kürtlerin ön plana çıkması, radikal-mezhepsel direnişi körüklediği 
ölçüde ABD’nin “ılımlı İslam” politikasının gündeme gelmesi ve bunun 
Irak’ı parçalayacak bir iç savaşa dönüşmesi ihtimal dâhilindedir. Dine 
karşı din stratejisinin tüm bölgeye yayacağı zehirleyici ortam ise “ılımlı” 
bir siyasi model ile göğüslenemeyecek boyutlara ulaşabilir. 

Irak’ta Baas rejimini yıpratma kampanyaları sırasında farklı dinî 
grupların kendi içlerinde örgütlenmesi ABD tarafından desteklenmiş, bu 
ise söz konusu grupların bilincini geliştirmiştir. Irak’ın bütünlüğü 
açısından patlayıcı bir dinamik gelişmektedir. Bu örgütlenme ve 
bilinçlenme, ABD safında yer alan Kürtlerle diğer Sünniler arasındaki 
zaten zayıf olan dayanışmaya darbe vurmuştur. Iraklı Kürt liderler, 1. 
Dünya Savaşı sonrası geliştirilen Venizelos modeline uygun bir biçimde 
oluşturulan siyasetlerle Irak’ın dağılma riskini arttırmaktadırlar. Dini 
gelenek, kurum, ilişkiler zinciri Irak’ta laik temellerin dağıtılması ile 
birlikte toplumsal dokuları parçalayan ve işgali sürekli kılacak çelişkileri 
besleyen bir içerik kazanmaktadır. 

4. Yezdaniler: 

Iraklı Kürtler arasında eskisi kadar etkinliği kalmayan bu inanç 
akımı son dönemlerde yoğun bir inceleme, araştırma, istihbarat konusu 
olarak ABD ve İngiltere’nin gündemindedir. Kürtçe’de Yezdani olarak 
bilinen, geniş anlamda “Melekler Mezhebi” olarak adlandırılan bu eski 
dinin özgün bir Kürt inanç sistemini temsil ettiğine dair bir propaganda 
faaliyeti Irak’ta canlandırılmaktadır. Yezidilik ve Ehl-i Hak olarak bilinen 
akımlar Yezdaniliğin kollarıdır. Zerdüştlük ve Yezdanilik birçok ortak 
özelliği paylaşmaktadır. Yezdaniliğin “millî” özellikleri içeren bir Kürt dini 
olarak sunulması ve diğer dinleri bünyesine katma boyutuna ilişkin 
vurgular, son yıllarda tüm Kürt yayınlarında yoğun biçimde yer 
almaktadır. Yezdaniliğin Semavi bir din olmadığı, Zagros dağlarına özgü 
bir inanç sistemi ile Aryen tarzı bir üst yapıya dayandığına yönelik 
tespitlerin, ABD ve Avrupa’da yaşayan Kürt akademisyenler tarafından 
gündeme getirilmesi kayda değer. Yezdanilik İslam dışı bir öğreti 
sayılmaktadır. İslam’dan binlerce yıl önce Kürtlerin dinî inancı olduğu 
belirtilen Yezdanilik tarikatlar üzerindeki etkinliği ile araştırılmaktadır. 
Hristiyan misyonerlerin 18. yüzyıldan itibaren Yezdanilik üzerinde 
çalıştığı bilinmektedir. Bu çalışmalar neticesinde Kürtçe İncil ve eski bazı 
metinler misyonerler tarafından basılıp dağıtılmıştır. Kuzey Irak’ta 
Hristiyan ve Bahai misyonerlerin öncelikli hedefi Yezdaniliğe inanan Kürtlerdir. 


5. Yarısaniler: 

Ehl-i Hak, Aliullahi olarak da bilinen Yarısaniler, Irak ve İran’da 
yoğunlaşmışlardır. Yarısaniliğin önemli ismi Sultan Sahak ya da İshak 
11.-13. yüzyıllar arası bir dönemde, Süleymaniye’nin güneyinde bulunan 
Berzenci’de doğmuştur. Yahudi birikiminden oldukça etkilenen 
Yarısanilik Kuzey Irak’ta fazlasıyla yaygındır. Musul, Kerkük ile Kasrı 
Şirin arasında yaşayan Bazalan, Kakai, Sarılı Kürtleri Yarısanidir. 
Amerikan kaynakları günümüzde Kürtlerin %10-15’inin Yarısani 
olduğunu özellikle vurgulamaktadırlar. Irak’ta Yezdanilik ve Yarısanilik 
canlanmakta, ABD ve Avrupa üniversitelerinde bu konuda yapılan 
yayınlarda ciddi bir artış görülmektedir. 

6. Yezidiler: 

Eski İran dilinde “melek” anlamına gelen “yazata” sözcüğünden 
türetilen Yezidilik, Şerafeddin Bitlisi’nin bildirdiğine göre; 1597’de Kürt 
aşiret ve bölgelerinin büyük çoğunluğunda etkilidir. Irak’ta, Laleş’te 
bulunan tapınak en önemli Yezidi mabedidir. Cebel Sancar’dan Duhok’a 
ve oradan da Laleş’e uzanan şeritte çok sayıda Yezidi yaşamaktadır. 
Irak’ta Yezidilerin Kürtlüklerini ön plana çıkaran ve onları Arap 
toplumundan iyice uzaklaştıran bir kampanya gündemdedir. 

7. Yahudiler: 

Kuzey Irak’ta 1742 ile 1831 yılları arasında ortaya çıkan veba 
salgınları Yahudi toplumunu neredeyse tümüyle ortadan kaldırdı. Dağlık 
alanda yaşayan Kürt Yahudiler zamanla bu boşluğu doldurdular. Bunun 
sonucu olarak da, “Iraklı” Yahudilere dönüştüler. Yani bir Yahudi Kürt, 
Arap veya Neo-Arami kökenden değil, Kürt kökenden gelir. Iraklı 
Yahudiler arasında tarihsel Kürt aşiret adları yaygındır. Adiabane 
(Erbil)’de bulunan krallık Kürt kabul edilmekte ve dininin Yahudi olduğu 

Yahudi Ansiklopedisi’nde de vurgulanmaktadır. M.Ö. 1. yüzyılda çok 
sayıda Kürt ve Adiabane yöneticilerinin Yahudiliği kabul ettikleri, yine 
Yahudi Ansiklopedisi’nde yer alan bilgiler arasındadır. Ayrıca 17. yüzyılın 
ikinci yarısında yaşayan Haham Samuel Barzani’nin Kuzey Irak’ta 
Kürtlerin yaşadığı bölgelerde okullar açtığı, kızı Haham Asenath 
Barzani’nin ilk kadın haham olarak atandığı belirtilmelidir. 

Yahudi Kürtler, Irak-Türkiye ve Suriye-Türkiye sınırına planlı bir 
biçimde iskân edilmektedir. Yaklaşık 100–150 bin nüfusu olan bu grup 
içinden seçilen kişiler, 1996’da ABD’nin Guam Adası’nda eğitime tabi 
tutulmuşlardır. Bölgede finansal altyapının oluşumunda, Batılı bazı 
şirketlerin acente faaliyetlerinde, Irak’ın imarı için açılan ihalelerde ve 
arazi satın almada Kürt Yahudiler son derece etkilidirler. İstisnasız tüm 
Kürt yazarlar, akademisyenler, bu konuda çalışan yabancı uzmanlar Kürt 
Yahudi gerçekliğini kabul ettikleri hâlde henüz Türkiye’nin önemli kültür 
ve araştırma kurumlarında anti-semitizm etkilerinin yarattığı çekingenlik 
ölçeğinde bu konuya girilmemektedir. 

Kerkük–Yumurtalık hattının yerine Kerkük–Hayfa petrol boru 
hattının onarılarak, Suriye veya Lübnan üzerinden sevkiyat projeleri 
bağlamında Kürtlerin, Hayfa Limanı ile denize açılması mümkün 
olacaktır. Irak’ın kuzeyinde yaşayan Yahudi Kürtlerden hareketle önemli 
bir stratejik mevziye sahip olan İsrail; ayrıca bölge su kaynaklarında söz 
sahibi olacak duruma gelebilecektir. İsrail’den Irak’a tersine bir göçle 
Yahudi Kürtler gelmektedir. İsrail’in tarihinde ilk kez Yahudi Kürtlerle 
dışarıya göç vermesi anlamlıdır. Yahudi Kürtlerin seçilmişlik kurgularına 
dayalı üstünlük iddiaları diğer inanışlara sahip Kürtlerin tepkisine neden 
olacaktır. Irak topraklarında seçilmiş ırk teorilerine dayalı bir 
yapılanmaya yönelik tepkilerin önünü kesmek için Yarısanilik ve 
Yezdanilik gibi akımlar canlandırılmakta, yedeklenmektedir. Kültür ve din 
Irak’ta stratejik bir olgu niteliği kazanmaktadır. Kürtlerin bir bölümünün 
Yahudi soy kütüğüne kaydedilmesi konusundaki ısrar bu olguya en iyi 
kanıttır. İsrail’de kurulan İsrail-Kürt Dostluk Merkezi ile onun 
bünyesindeki Kürt Kültür Merkezi, Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nde 
açılan Kürt Kültür Merkezi oldukça dikkate değer çalışmalar 
yürütmektedirler. Bu kuruluşlar ile Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde 
Kürt Yahudilerle ilgili araştırmalar şimdiden geniş bir kaynakça meydana 
getirmektedir. Ayrıca özel eğitimli bir bankerler grubu, Fırat’ın Irak 
güzergâhında ve Hayfa–Kerkük hattında, Kürt Yahudiler için toprak satın 
almaktadır. 

8. Hristiyanlar: 

Irak’ta Duhok, Erbil ve Musul yakınlarında küçük bir Nesturi 
Hristiyan topluluğu bulunmaktadır. Ayrıca az sayıda Keldani Hristiyan da 
Irak’ta varlığını sürdürmektedir. Kuzey Irak’ta misyonerlik çalışmaları 
yapmak üzere Avrupa ve özellikle de Amerika’daki aktif Hristiyan 
örgütler arasında yeniden bir ilgi doğmaya başlamıştır. Rönesans 
sonrası Avrupalıların İncil’i çevirdikleri ilk doğu dili Kürtçe olmuştur. 
1780’de ilk ayrıntılı Kürtçe gramer kitabı İtalyan Dominiken misyoner 
papaz Maurizio Garzoni tarafından hazırlanmıştır. Oldukça eski tarihe 
dayalı bu çalışmalar az sayıda da olsa bir Kürt Hristiyan topluluk ortaya 
çıkarmıştır. Günümüzde canlanan misyoner faaliyetlerinin Kuzey Irak’ta 
yaşayan Kürtler arasında özellikle de Erbil’de verimli bir zemin 
bulacağını, bizzat Kürt yazarlar yayınlarda dile getirmektedirler. 

9. Bahailer: 

Fars kökenli bir ailenin oğlu olan Mirza Hüseyin Ali’nin yani 
Baha’ullah’ın önderliğinde gelişen Bahailik, Irak merkezli bir akımdır. 
Baha’ullah bu yeni dini, 1863’te Süleymaniye bölgesinde ilan etti. 
Günümüzde Bahailerin en kutsal mekânları İsrail Hayfa ile Bahai’dedir. 
İngiltere tarafından desteklenen Bahai Kürtler, ilk Kürt yayınevi olan 
“Matbaa el Kurdi”yi 1920’de Kahire’de kurdular. İlk Kürt gazetesi 1898’de 
İstanbul’da kısa süre için çıktı ve daha sonra merkezini Kahire’deki bu 
Bahai yönetimindeki yayınevine taşıdı. Merkezi Londra’da bulunan 
Bahailer, Kuzey Irak’ta küçük bir topluluk olmakla birlikte dünya çapında 
örgütlüdürler. 

10. Irak’ta Etnik Karmaşa ve ABD’nin Konumu 

Irak’ın etnik bileşimi Türkmen, Kürt, Arap, Nesturi, Fars, 
Keldanilerden oluşur. 22,7 milyon civarındaki nüfusun %75’i Arap, %15’i 
Kürt, %10’u Türkmen ve çok azı da diğer unsurlar olarak belirtilebilir. Bu 
topluluklar içinde Türkmenler Irak’ın üçüncü asli unsurudur. Telafer, 
Musul, Erbil, Altunköprü, Tushurmatu, Kifri, Mendeli, Hanekin ve 
Bağdat’ın güneydoğusunda bulunan Bedre’ye kadar uzanan ve 
“Türkmeneli” olarak bilinen bölge petrol, su, tarım kaynakları açısından 
stratejik değer taşımaktadır. Türkmenlerin siyasal ve ekonomik 
bakımdan güç kazanması muhtemel su savaşlarında, bölgeye yönelik 
egemenlik projelerinde, Türkiye açısından hayati değer taşımaktadır. 
Irak’ta Türkmen–Kürt–Arap temelli bir çatışma zemini yaratılmaya 
çalışılmaktadır. Türkmenlerin mücadelesini böyle bir çerçevede 
değerlendirmek yanlıştır. Kerkük’ün statüsü de dâhil olmak üzere 
Türkmenlerle ilişkili tüm sorunlarda karar verecek konumda bulunan 
güçler ABD, İngiltere ve İsrail’dir. Türkmenlerin birleşik, bütünlüklü ve 
bağımsız bir Irak’ı savunması, yeni mandacılık programıyla çelişkili 
olduğu için kuşatılmaları, etkisiz kılınmaları söz konusudur. Ordu, 
bürokrasi, güvenlik kurumlarının yeni mandacılık temelinde örgütlenme 
sürecinde Kürtler ön plana çıkarılırken; Türkmenlerin dışlanmışlığı kalıcı 
hâle gelmektedir. Büyük Orta Doğu İnisiyatifi çerçevesinde tüm birlik 
temelli yaklaşımlar şimdilik kaydıyla benimsenmekte ancak Türkmenler, 
ABD ile Kürtler arasındaki “imtiyazlı ilişki”ye örtülü tehdit olarak 
algılanmaktadır lar. 

Irak’ın etnik bileşimi, Büyük Orta Doğu İnisiyatifi açısından 
bölgesel anlamı da olan stratejik bir değer taşımaktadır. “Batı”yı 
Amerikan liderliği altında Orta Doğu’da yeni bir misyon çerçevesinde 
bütünleştirmek, bölgenin petrol, doğal gaz, su, tarım kaynakları ile 
pazarlarını denetlemek amacıyla siyasi, ekonomik, kültürel, dinî 
alanlarda yeni yapılanmalar oluşturmak gündemdedir. Türkmenlerin 
Irak’ın birliğini ve bütünlüğünü kendi varlık temelleri sayan yaklaşımları, 
şimdilik Türkiye’nin direnciyle birlikte bu ülkede geçici bir statü tesis 
etmiştir. Irak’ta ABD’nin istediği gelişmelerin sağlanması, Büyük Orta 
Doğu İnisiyatifi çerçevesinde Türkiye’nin etnik öncelikli adımlar ile “Ilımlı 
İslam” projesi karşısındaki tutumuna bağlıdır. Türkiye, sahip olduğu 
etno-sosyal yapı kozu ile hem stratejik bir fay hattı üzerinde bulunmakta 
hem de büyük bir ulusal politik açılım imkânını elinde bulundurmaktadır. 
Dolayısıyla Irak’ın etnik-dinî çelişkileri olumsuz gelişmeleri 
tetikleyebileceği gibi uzun soluklu bir bölge stratejisinin temellerini de 
sağlamlaştırabilir. ABD’nin Irak’taki çatışma zemininden yararlanarak 
ideolojik, siyasi ve kültürel yayılmacılığını bir hayat alanı yaklaşımıyla 
gündeme getirmesi, Türk kültür havzasına olan ilgiyi artırmıştır. İslam 
coğrafyasında alternatif yapılar kurma bilinç ve deneyimine sahip 
Türklerin bu büyük kriz döneminde böyle bir hedeften uzak 
tutulamayacağı tespiti, Türkmenlerin durumunu daha önemli hâle 
getirmektedir. Türkiye Irak’ta ve bölgedeki konumu itibarıyla ABD, AB, 
Çin ve Rusya arasındaki güç mücadelelerinde söz hakkını arttırdığı 
ölçüde, Irak kaynaklı etno-sosyal sorunlarla kuşatılabilecektir. 

ABD’nin Irak’ı işgalini büyük resimdeki yeri ile değerlendirmek 
gerekiyor. Büyük Orta Doğu İnisiyatifi çerçevesinde ekonomik 
egemenlik, jeo-stratejik üstünlük, etnik-sosyal bileşimlerin yeniden 
yapılandırılması, ulus devletlerin Irak örneğindeki gibi tasfiyesi veya 
etkisiz kılınması gündemdedir. Ancak asıl önemlisi ABD’nin Irak’la 
başlayan organik hâkimiyet kurma girişimidir. Amerika dışsal değil de 
Irak’a ait bir yönetime dayanma anlamında örtülü–organik hâkimiyet 
peşindedir. ABD Irak’ta, egemenliğini; varlığını sürekli kılacak tarzda 
sosyal, siyasal, finansal, kültürel yapılanma ile yerleştirecek bir hazırlık 
içindedir. Askerî işgal bir süre sonra petrol kaynakları, finansal altyapı, 
eğitim sistemi, iletişim ağları, kültürel kurumlar üzerindeki organik 
hâkimiyete dönüşecektir. Bu hâkimiyetin ekonomik koşulları daha işgalin 
ilk günlerinde hazırlanmıştır. ABD işgal yönetiminin 12 sayılı emri, tüm 
gümrük tarifelerinin ve iç pazarı koruyan her türlü kısıtlamanın 
kaldırılmasını sağlamıştır. 39 sayılı emir, tüm kamu kuruluşlarının %100 
yabancı mülkiyetine yol açacak biçimde özelleştirilmesini, kârların 
vergiden muaf tutularak ülke dışına transferini, ilgili sözleşmelerin en az 
kırk yıllık olmasını güvence altına almıştır. 40 sayılı emir ile Irak’taki tüm 
devlet bankaları J.P. Morgan’ın denetimine geçmiştir. İthalattan, gelir ve 
kârlardan alınan vergiler ya sıfırlanmış ya da iyice aşağıya çekilerek 
devletin vergi toplama gücü büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Bu tür 
düzenlemeler meşru bir yönetim oluşmadan hızla uygulamaya 
konulurken, merkezî devleti ayakta tutan unsurlar, müdahale kapasitesi 
ve finansal kaynaklar bertaraf edilmiştir. Patlamalı etnik, dinî, sosyal 
yapısı ile birlikte devletin temellerinin çözülmesi, devlet başkanlığı 
makamının Kürt azınlığın temsilcilerine verilmesi ile yeni bir boyut 
kazanmıştır. Bu tablo rejim değişikliğini aşan topyekûn bir dönüşüme 
işaret etmektedir. 

Tarihin yaşadığımız dönemecinde Irak’ın kendi içinde bir son 
olmadığı görülüyor. ABD açısından Irak, kendi emperyal gücünün jeo-
politiğinin ve jeo-ekonomisinin gelişmesinde bir duraktır. Irak Savaşı’nın 
altında yatan stratejik mantık kaçınılmaz olarak Orta Doğu’da yeni savaş 
ve iç savaşlar tehdidini gündemde tutmaktadır. ABD, AB, Rusya, Çin, 
Hindistan ve Japonya arasında derinden gelişen çelişkiler zembereğinin 
boşalım alanı Orta Doğu olabilir. 

Washington’un Irak’ta kalıcı askerî üsler oluşturduğu ve bunlardan 
vazgeçmeyeceği açıktır. İşgalin sona ermesi ise organik hâkimiyetin 
iyice yerleşmesi ile mümkündür. Bunun yolu ise Irak’ın dinî, etnik, 
sosyal, siyasal bileşimine müdahaleden geçiyor. Bu tür müdahalelerin 
sonuçları ise binlerce yılda oluşan toplumsal dengelerin sarsılmasını 
getirecektir. Irak’ın etnik, dinî, sosyal yapısı Orta Doğu’nun minyatürü 
gibidir. Bu ülkedeki dinamikler başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerini 
sarsacak niteliktedir. ABD’nin Irak’tan kısa sürede ayrılmasının koşulları 
henüz olgunlaşmamıştır. Zira bu ülkenin sosyal, dinî, etnik, ekonomik 
çelişkilerinin yeni kompozisyonu, ABD’nin askerî varlığını meşrulaştıran 
sürekli bir kriz temelini beslemektedir. Kaynaklarına, geleceğine, siyasi 
ve ekonomik bağımsızlığına sahip, ulus-devlet eksenli bir Irak’ın 
yapılanmasına; demokrasiyi ülkenin finansal, kültürel, iktisadi kaynakları 
üzerinde yurttaşın söz hakkı olarak düzenleyen bir anayasal mimariye 
izin verilmeyeceği ortadadır. Herkesin dinî, mezhepsel, aşiretsel 
aidiyetleri ile tanımlandığı bir toplumun ise akıl dışı iç çatışmalarla 
parçalanması ihtimal dâhilindedir. Tüm bu gelişmelerin ABD’yi bölgede 
kalıcı bir unsur hâline getireceği ise günümüz şartları değişmediği 
takdirde kaçınılmazdır. Bu konuda tüm bölge açısından yegâne umut; 
büyük devlet tecrübesi, etno-sosyal imkânları, köklü kurumları ve 
alternatif kurtuluş çözümleri üretme yeteneğini kurduğu Cumhuriyetle 
göstermiş, tüm inanç sistemlerine beşeriyetin en önemli kazanımları 
ölçeğinde eşit mesafede durabilen Türkiye’nin, gelişmelere ağırlığını 
koymasıdır. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***