ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 3
ABD STRATEJİLERİ IŞIĞINDA IRAK’TA DİNÎ VE ETNİK ÇELİŞKİLER
1. Giriş
Irak coğrafyasında ABD işgaliyle gündeme gelen politikaların
temel dinamikleri parçalayıcı, kışkırtıcı, eriticidir. İngiltere’nin 1. Dünya
Savaşı ertesinde uyguladığı siyasetlerin oluşturduğu birikim, küresel
ideolojinin tek yanlı iktidar süreçlerine akmaktadır. İngiltere’nin
sömürgelerinde uyguladığı ve kalıcı bir işgalin kurumlarını dayandırdığı
stratejik dizge, Amerikan çıkarları doğrultusunda yenilenerek yürürlüğe
konuluyor. Bu dizgeye göre; İşgal edilen bölgenin dinî, etnik, kültürel
azınlıklarını kendi hedefleri doğrultusunda örgütleyerek, çoğunlukta olan
unsurlara karşı kışkırtmak ve idari erkin bir kısmını bu azınlıklara
aktarmak esastır. Ayrıca çoğunlukta bulunan unsurun dinî, sosyal,
siyasal açıdan potansiyel çatışma dinamiklerini açığa çıkarmak yine söz
konusu dizgenin esaslı düzenleme ve uygulamaları arasında yer alır.
Irak’ta yaşanan sürecin tarihsel geçmişinde ayrımcılığı, bölünmeyi
sistemleştiren Manda döneminde yaşananlar, günümüzün karmaşık
tablosunda ön plana çıkan dinî, sosyal, siyasal, etnik çelişkilere ve
çatışmalara ışık tutuyor. İngiliz işgali döneminde manda politikalarının
koordinatları şöyledir:
a. Irak’ın kuzeyinde yaşayan ve çoğunluğu meydana getiren
Türkleri, Türkiye ile birleşmekten alıkoyacak bir etnik ve dinî kuşatmaya
tabi tutmak.
b. Kürtleri Araplara karşı örgütlemek ve kullanmak.
c. Araplar arasında mezhep çelişkilerini körükleyen bir siyaset izlemek.
ç. Sünni ve Şii kesimleri birbirine karşı kullanmak ve kırdırmak.
Günümüzün siyasi ve ekonomik koşulları çerçevesinde, bu politik
koordinatların işlevsel özünden vazgeçilmeksizin yeni çatışma unsurları
ekseninde, Irak’ın dağıtılma süreci yürürlüktedir. Demokrasi, insan
hakları ve serbest piyasa ideolojisinin kamufle ettiği süreç, toplumsal
birlik hedefi ile yüceltilirken, her etnik unsur, dinî topluluk özerk
örgütlenme ve gelecek stratejileri ekseninde ayrışmakta, yönetsel
kurumları, geçici bir denge durumunun diplomatik zorunluluğu
çerçevesinde değerlendirilecek güç adına kullanılacak merkezler olarak
görülmektedir.
Toplumsal meşruiyet kaynakları çürümekte, dinî temellere dayalı
yapılar, aşiretler, tarikatlar, cemaatler dışındaki devlet kurumlarının ve
sosyal ilişkilerin tahribi bölünme dinamiklerini büyütmektedir. Gelişmeler,
komprador bir ekonominin ılımlı İslam adı altında savunulmasına yönelik
bir programın yürürlüğe konulduğuna işaret etmektedir. Diğer yandan
Irak toplumunun laik bir eğitim, kültürel birikim, sosyal kurumlaşmada kat
ettiği mesafe, geriye dönük güçlerin tehdidi altındadır.
Irak’ta gelişen patlayıcı sürecin yaratacağı sonuçlar, tüm Batı
Asya’da etkisini gösterecektir. Bu nedenle ülkenin dinî, etnik, siyasal
yapısının ve çelişkilerinin incelenmesi; iç bağlantılarının, örgütlenme
biçimlerinin ortaya çıkardığı sorunlar ile bölgenin diğer ülkelerine
etkilerinin sürekli ilgi konusu yapılması zorunludur. Çığrından çıkmış bir
dünyanın çelik çekirdeği Batı Asya’da Irak’tadır.
Kaynak:www.globalsecurıty.net
2. Şiiler:
Irak’ta Şiilik, Şiiler ve Şii İslamcılık, sosyolojik birer kategorinin
ayrılmaz, yekpare, bütünlüklü çerçevesi içinde değerlendirilir. Bu sosyo-
kültürel varlık temelinde dinî öz, kendi başına toplumsal ve siyasal bir
dünyaya ilişkin birleştirici bir alan yaratıyormuş gibi tek biçimci bir niteliğe
bürünür. Şiiler içindeki toplumsal ve kültürel çeşitliliği ihmal eder. Şii
İslamcılığı ve Şii cemaatçiliği farklı cemaat gruplarına, siyasi
örgütlenmelere mensup, değişik ideolojik yapılanmaların söylemlerini
kapsayan çok sayıda kesimi içerir. Bu nedenle Şia, belli bir grubu bir
diğerinden dinî terimlerde farklı kılabilen, ama bu grubun içerisindeki
toplumsal, kültürel bakımdan ayrışan yönleri hiçbir zaman özgün
yanlarıyla ele almayan bir adlandırmadır. Oysa Irak Şiileri; toplumsal
örgütlenme biçimleri, ekonomik faaliyet tarz ve çıkarları, zengin-yoksul
ulema kesimleri, köyde, kentte yaşayanlar, aşiret bağlantısı bulunanlar,
Mellaklar (yani devlet tarafından toprak sahibi yapılanlar), Arap olanlar
ve olmayanlar gibi birçok özellikleri ile ayrışmaktadırlar. Necef, Kerbela,
Samara ve Kazimeyn gibi önemli Şii merkezlerinde oturan ulema
arasındaki ayrım çizgileri yanında bu şehirlerin kendilerine has haklara
sahip konumları da dikkate değer çelişkili noktalardır. Irak Şiileri,
Farisiler, Türkmenler, Araplar üzerinden etnik çizgilerle de
farklılaşıyorlar. Irak Şiiliği, İran’da olduğu gibi aşiret hayatı ile şehirli
kesimleri harekete geçirecek ölçüde güçlü ibadethane ağları, camiler,
mali şebekelere sahip olmadı. Şii ulema, aile ve şehir gibi kadim
dayanışma odaklarınca da bölünmüştür. Müçtehitler arasında geçici
dönemler dışında birlik yoktur. Irak’ta devletin yürüttüğü modernizasyon
programı, önceleri özerk din adamları sınıfının tekelinde olan yasanın,
eğitimin ve vergilerin toplanması işlevlerinin tümünü üstlendi. Irak’ta art
arda gelen rejimler, dinî kültürel alanları denetim altında tutmak ve
devletin dinden kontrollü bir biçimde ayrılmasını sürdürmek için büyük
çaba gösterdiler. Sünni dinî müessese devlet denetimine alınırken,
laikleştirme ilkesi temelinde tüm özerk Şii yapılanmaları sert
uygulamalarla devlet karşısında etkinliklerini yitirdiler. Tüm kutsal Şii
kentlerinin mali özerkliği ve zenginliği denetim altına alındı. Aynı
zamanda din adamları sınıfı politika alanının dışına çıkarıldı, toplumsal
statüleri ve itibarları zayıflatıldı.
1958’de Monarşi’ye son verilmesinden sonraki dönemde Şiiler
Davet-i İslamiyye’yi veya yaygın adıyla Davet Partisi’ni kurdular. El-
Sadr’ın kurduğu bu partiye Büyük Ayetullah kabul edilen Ayetullah
Muhsin El-Hekim destek vermedi. Günümüze akan çizgide bu en önemli
Şii siyasi örgütü genç bir reformcu müçtehitler kuşağı ve din adamı
olmayan çeşitli Şii gruplarına dayanır.
Şiiler, Irak’ta 1963’ten itibaren Baas’tan dışlandılar. Baas’ın tüm
örgüt cihazı ve önemli devlet kurumları yoğun biçimde Sünni Arapların
denetimine girdi. Bu temelde büyüyen tepki ve çelişkiler 1968-1970’de,
1974-1975’te ve 1977’de çatışmalara neden oldu. İran İslam Devrimi
sonrasında Irak’ta meydana gelen olaylar ise Irak–İran Savaşı’nın
gerekçeleri arasındaydı. 1991’deki Şii ayaklanması da rejim tarafından
sert bir biçimde bastırıldı.
Şiiler açısından önemli bir dönemeç de 17 Kasım 1982’de
Muhammed Bakır El-Hekim tarafından, Tahran’da “Irak İslami Devrim
Yüksek Meclisi”nin ilanı oldu. Bu örgüt ile Irak’taki İslamcı eylemcilik
adına, kuşatıcı bir yapı oluşturmak planlanıyordu. Bu örgütün
oluşumunda İran’ın etkisi ve belirleyici rolü büyüktü. Ancak Iraklı Şii
grupları birleştirmeye yönelik hiçbir İran girişimi başarılı olamadı.
Ulema grubu içindeki güç dengesi, siyasi örgütler arasındaki fiili
güç ilişkileriyle örtüşmüyordu. Bu nedenle “Irak İslam Devrimi Yüksek
Meclisi” parçalanmış Iraklı İslamcı grupların idari birliğini
gerçekleştiremeyen, İran destekli bürokratik bir yapıya dönüştü. Iraklı Şii
İslam grupları, İran’dan gelen baskılara rağmen, eylem biçimlerini ve
stratejilerini kendi ulusal gerçekliklerine göre tanımlama ve yürütmedeki
özerkliklerini öne sürerek tepki gösterdiler. Iraklı Şii grupların İran’da
üslenmiş olmaları onları zayıflatan bir unsur oldu. Dirençleri kırıldı ve
İran savaş aygıtıyla iş birliği, İran’ın Irak topraklarını işgaliyle birlikte ulus
karşıtı bir niteliğe büründü. Davet Partisi ve Irak İslami Devrim Yüksek
Meclisi, İran–Irak Savaşı boyunca Şii kimliğine ideolojik bir içerik
kazandırdı. Bu ideolojik–politik öz, Şiiliği ulusal temellerden kopardı ve
yaptırımlar döneminde bu kimlik kurumsallaştı.
Şii din adamları sınıfı gelenekçiler ile reformcular arasında, yani
modern örgüt çağrısında bulunanlar ile merci–mürit ilişkilerinin yeniden
güçlendirilmesini savunanlar arasında bölünmüştür. Şii ulema soy
çizgisi, şehir, etnik hatlarla dilim dilim parçalanmıştır. Şiiliğin özünü teşkil
eden Merciyye Kurumu darmadağındır. Bu dağınıklık Kerbela, Necef,
Kazımiye kentleri uleması veya müçtehitlerin Arap, Farsi kökenlerine
ilişkin vurgular ile ideolojik, siyasal bölünmelerde tezahür etmektedir. Şii
kimliğinin kültürel alanları ve kitle hareketliliğini besleyen araçları
dağınıktır. Şii merci kurumu ile Davet Partisinde simgelenen siyasal
alanı denetim altına alamamıştır. İran Devrimi’nin, harekete geçirme ve
örgütleme araçları, din adamı şebekeleri Irak Şii hareketi açısından söz
konusu değildir. Irak’ta güçlü temellere dayalı bir Şii kimliği oluşmamıştır.
Farklı Şii sınıflar, katmanlar ve gruplar yani din adamları, tüccarlar,
modern orta sınıf, köylüler, toprak ağaları hepsi de farklı hayat tarzlarına,
değer sistemlerine, ekonomik çıkarlara, siyasal yönelimlere sahiptirler.
Şii olma duygusu varlığını korumakla birlikte, asıl modern
toplumsal biçimlenmeler, işgalin dağıtıcı etkilerinin belirdiği döneme
kadar varlığını korumuştur. Dinî kültürlerinde bile farklı Şii kesimleri
değişik dindarlık biçimlerine sahip bulunmaktadırlar. Şiilerin imtiyazsız alt
orta sınıflarının kırdan kente göç sonucunda yarattığı toplumsal değişim
dikkate değer. Bu unsurlar Şii hareketleri içinde hâlen önderlik özlemi
çekiyorlar. Toplumsal, ideolojik, ekonomik imtiyazlarını koruyan ulema ile
bu kesim arasındaki ittifak kapsamlı çelişkileri barındırmaktadır.
Yaptırımların tahripkâr etkileri neticesinde, Şii gücünün bölünmesi
yoğunlaştı. Cemaat şebekelerine sahip yeni dinî güç merkezleri ve
Mukteda el Sadr gibi ağırlıklı olarak yoksul kesime dayalı liderler ortaya
çıktı. Yaptırımlar ve işgal süreci, Şii kimliğini alabildiğine siyasallaştırdı.
İran tarzında toplumsal ve siyasi dinamiklere dayalı bir Şiiliğin Irak’ta
bulunmaması Mukteda Sadr dışındaki Şii grupların ABD ile uzlaşmasını
getirdi. Irak Şiilerinin İran’la ilişkileri bu ülkenin uzantısı oldukları
anlamına gelmiyor. Irak Şiileri arasında modern toplumsal, siyasal,
sosyal kurumlar ve laik eğitim kurumlarının yıkılması sonucunda güç
kazanan ulema, Amerikan karşıtlığına ideolojik bir muhteva
kazandırmadı. Irak Şiileri arasında ABD işgaline yönelik tepkiler
mezhepsel ve ideolojik temellerde gelişmiyor. Geleneksel gücünü
toplumsal denetim, eğitim, sosyal yaşam üzerindeki etkinliğini yeniden
elde ederek sağlamaya çalışan Şii ulema başta Ali Sistani olmak üzere
siyasal çatışmaların dışında kalmayı yeğlemektedir. Necef ve
Kerbela’nın Şii ulemasının politik sürece aktif katılımın dışında kalmaları,
ABD’nin Irak’taki işini kolaylaştırmıştır. Bu kesimler uzun süre aktif
siyasetin dışında kalmayacaklardır. Ulemanın önemli isimleri Irak’ta
oluşturulan yönetsel yapıda görev almamakla birlikte anayasal süreci
etkilemeye çalışmaktadırlar. Gelenekselci Şii kesimlerin İran etkisi
altında olduğuna inanan ABD, savaş sürecinde İran’ın nüfuzunu kırma
adına bu grupları dışladı. Ancak zaman içinde bu gruplar ABD işgal
yönetimi ile iş birliği yaptılar ve Irak Geçici Yönetim Konseyi’nin temel
unsurları oldular. Süreç içinde dinî temellere dayalı bir devlet ve toplum
programı bulunan bu gruplar ile ABD arasında sıkı bağlar oluştu.
Aşağıdan yukarıya örülecek bir “ılımlı” planla Irak Şiiliğini ABD’nin lideri
olduğu küreselleşmeye bağlayacak bu gruplar, radikal Şiilerle de
çatışma hâlindedir. Bu radikal hareketlerin en önemli temsilcisi Mukteda
Sadr, Iraklı Şii din adamları ve partileri tarafından desteklenmezken,
yoksul Şiiler arasında büyük bir taraftar kitlesine sahiptir. Sadr ile ABD
arasındaki gergin ilişki Iraklı Şiilerin genel strateji ve politikalarına terstir.
Başlangıçta Sadr’a destek veren İran da ABD ile ciddi gerginliklere
neden olacağı ve Iraklı Şiilerin yönetimden dışlanmasını getireceği için
Sadr’a desteğini iyice sınırlandırmıştır. Mukteda Sadr’ın taklit merci
olarak kabul ettiği ve hâlen İran’da yaşayan Ayetullah Kazem Haryiri de
ondan desteğini çekmiştir.
Iraklı Şiiler dinî anlayışlar yanında liberalizm, sosyalizm,
komünizm, Siyasal İslam akımları arasında parçalanmıştır. Yıllar süren
savaş, yaptırımlar, işgal sonucunda dağılan toplumsal yapılar geleneksel
Şii din adamlarının gücünü yoğunlaştırmaktadır. Sorun çözme kapasitesi
gelişmiş, ortak karar alma yeteneğine, laik toplum görüşüne sahip ordu–
bürokrasi ve politikacılar kesiminin dağıtılmasının açtığı boşluğu
geleneksel–mezhepsel güç odakları doldurmaktadır. Din adamlarının
artan toplumsal ve siyasal nüfuzu, Irak’ın sosyal yapısının çelişkilerini
keskinleştirmektedir.
Davet, Irak İslami Devrim Yüksek Meclisi, Mithak el-Şia, Muvafak
el-Rubai gibi Şii İslami partiler arasındaki ortak noktalar sınırlıdır ve
hâlen Sadr kampına karşı Ayetullah Sistani’nin desteğine ihtiyaç
duymaktadırlar.
Irak’ta 1921’den beridir ülkede varolan tüm siyasal-ideolojik
yönelimler yeniden ortaya çıkmıştır. Eski ve yeni tüm unsurların karşı
karşıya geldiği bu dinamik yapı belirsizliği arttırırken şimdilik yoğun bir
anti-laik yönelim içinde olmayan Şii ulema toplumsal iktidarını
artırmaktadır.
Kaynak:www.globalsecurıty.net
3. Sünniler:
Irak’ta nüfusun %97’si Müslüman, %3’ü Hıristiyan ve diğer dinlere
mensuptur. Müslümanların %60-65’i Şii, %32-37’si Sünni’dir. Sünniler
Araplar arasında azınlıkta, Kürtlerde ise çoğunluktadırlar. Baas (Diriliş)
Partisinin önde gelen kadroları Sünni idi. Sünni Arap azınlığın iktidarı,
Baas ideolojisinin tüm Arap dünyasında kabul görmesini engellemiştir.
Baas Partisi, Sünni azınlığa dayanmakla birlikte dinî temelleri ön plana
çıkaran bir ideolojik yaklaşımı benimsememiştir. Parti ideolojisi özde
laiktir. Dinî otoriteler devletin modernleşme süreçlerine müdahale
araçlarından yoksun kılınırken, akılcı değerlerin sistematik savunusu
temel ilke sayılmıştır. Kişisel düzeyde kabul edilen dinî hakların kamu
alanına müdahalesi önlenirken, devlet stratejisinin zorunlu kıldığı
durumlarda bir meşruiyet rezervi olarak dinden yararlanılmıştır. İslami
değerler temelinde Sünnilik, Arap milliyetçiliğinin ötesinde Irak
milliyetçiliği ile kaynaştırılmıştır. Baas, Irak milliyetçiliğini antik tarih ve
İslami mecazlarla bütünleştirmiştir. Aşiret ilişkileri ile iç içe gelişen Sünni
dayanışması, devletin üst düzey askerî–sivil bürokrasisini birleştiren
ideolojik harcın temel unsurları arasında idi. Saddam Hüseyin rejimi; İran
İslam Devrimi’nin yarattığı basınç, İran’la ve ABD ile savaş, yaptırımlar
temelinde ortaya çıkan krizlere dinî vurguları ön plana çıkaran
söylemlerle cevap vermiştir. Saddam Hüseyin’i Peygamberlerle aynı soy
ağacında gösteren biyografiler hazırlanmış, kendisi 1980’de hacı
olmuştur. İran’la savaş sürecinde, rejim propagandası içindeki İslami
vurgu giderek genişleyip güçlenmiştir. Ancak savaşın doğurduğu insan
gücü ihtiyacı ve erkeklerin cepheye gitmesi kadınların aktif yaşama
girmesini hızlandırmıştır.1980’de öğretim görevlilerinin %46’sını, diş
doktorlarının yine %46’sını, eczacıların %70’ini kadınlar oluşturuyordu.
1979 yılında yürürlüğe konulan zorunlu eğitim yasası laik içerik
taşıyordu.
İşgal sonrasında kültürel, siyasal, ekonomik dokusu parçalanan
Irak’ta Baas rejimi ile özdeş görülen Sünni Araplar hızla idari aygıtlardan
dışlanmıştır. ABD’nin stratejik inisiyatifleri temelinde ulus-devlet
hayatiyetine son verilen ve “sen küçül ben büyüyeyim” mantığı
çerçevesinde tüm silahlı kuvvetleri tasfiye edilen Irak’ta, Sünnilik
direnişin ideolojik etiketine dönüştürülmüş ve tüm iletişim araçları bu
mezhepsel ayrımı ön plana çıkararak sürecin gerçek dinamiklerini
örtmüşlerdir. 385 bin kişilik düzenli ordu, 285 bin kişilik polis ve yerel
güvenlik birimleri, içişleri, istihbarat bürokrasisi ile 50 bin Cumhuriyet
Muhafızı tek seferde ihraç edilirken; güvenlik kuvvetlerinin nüfusa oranı,
bir gecede 1000 kişi başına düşen 43 görevliden, 1000 kişi başına
düşen 3 görevliye düşmüştür. Aşiret bağları ile pekişen mezhepsel
dayanışma, Sünni kökenli güvenlik kuvvetleri ve bürokrasiyi direnişin
temel gücüne dönüştürürken, laik devlet programı, strateji ve gelecek
kurgularının yerini kuşatılmış bir mezhep kimliğinin mağduriyeti
almaktadır.
Kürt Sünni kesimler arasında tarikatlar yaygın olmakla birlikte
eskisi kadar güçlü konumda değildirler. Nakşibendi ve Kadiri tarikatları,
Kürtler arasında Sünni kökenli başlıca dinî örgütlenmelerdir. Iraklı Kürt
liderler Mesud Barzani ve Celal Talabani aşiretsel kökenlerinin yanında
güçlü tarikat yapılarına dayanmaktadırlar. Körfez Savaşı’nın
başlangıçından itibaren İran, Irak Kürtleri arasında dinî örgütler kurmaya
çalışmış ancak başarılı olamamıştır. “Irak İslam Devrimi Yüksek
Meclisi”nin tek Kürt üyesi Şeyh Muhammed Necib Berzenci oldu.
Özellikle İran’la iyi ilişkilerin olduğu dönemde Celal Talabani, 1980’de
“Kürt Müslüman Ordusu” adlı bir örgüt kurdurdu. Silahları KYB
tarafından sağlanan bu örgütün başında Abbas Şabak bulunuyordu. Kürt
liderlerin gerek duyduklarında dinî temellere dayalı silahlı örgütler
kuracağına ilişkin bu örnek Talabani’nin ilkesel laiklik açıklamaları ile
birlikte değerlendirilmelidir.
İdris ve Mesud Barzani’nin kuzenleri olan Barzan Şeyhi
Muhammed Halid, 1985 yazında sahneye çıkarak kendini “Kürt
Hizbullahı” ilan etti. İran’ın silahlı desteğini alan bu örgüt oldukça iyi
silahlanmıştır ve Bahdinan’da etkilidir. Aşiret düzeni ile bütünleşen
tarikat şebekeleri, liderler açısından hâlen bir meşruiyet kaynağı olduğu
gibi bölge ülkelerine karşı stratejik bir koz olarak kullanılmaktadır. Ortak
tarikat mensubiyetleri, bölge ülkelerinin sosyal yapılarında hatta
parlamentolarında Kürt milliyetçiliğini kamufle eden bir işleve sahiptir.
Sünni Araplar tüm iktidar kurumlarının, bürokrasinin dışına itilirken
Sünni Kürtlerin ön plana çıkması, radikal-mezhepsel direnişi körüklediği
ölçüde ABD’nin “ılımlı İslam” politikasının gündeme gelmesi ve bunun
Irak’ı parçalayacak bir iç savaşa dönüşmesi ihtimal dâhilindedir. Dine
karşı din stratejisinin tüm bölgeye yayacağı zehirleyici ortam ise “ılımlı”
bir siyasi model ile göğüslenemeyecek boyutlara ulaşabilir.
Irak’ta Baas rejimini yıpratma kampanyaları sırasında farklı dinî
grupların kendi içlerinde örgütlenmesi ABD tarafından desteklenmiş, bu
ise söz konusu grupların bilincini geliştirmiştir. Irak’ın bütünlüğü
açısından patlayıcı bir dinamik gelişmektedir. Bu örgütlenme ve
bilinçlenme, ABD safında yer alan Kürtlerle diğer Sünniler arasındaki
zaten zayıf olan dayanışmaya darbe vurmuştur. Iraklı Kürt liderler, 1.
Dünya Savaşı sonrası geliştirilen Venizelos modeline uygun bir biçimde
oluşturulan siyasetlerle Irak’ın dağılma riskini arttırmaktadırlar. Dini
gelenek, kurum, ilişkiler zinciri Irak’ta laik temellerin dağıtılması ile
birlikte toplumsal dokuları parçalayan ve işgali sürekli kılacak çelişkileri
besleyen bir içerik kazanmaktadır.
4. Yezdaniler:
Iraklı Kürtler arasında eskisi kadar etkinliği kalmayan bu inanç
akımı son dönemlerde yoğun bir inceleme, araştırma, istihbarat konusu
olarak ABD ve İngiltere’nin gündemindedir. Kürtçe’de Yezdani olarak
bilinen, geniş anlamda “Melekler Mezhebi” olarak adlandırılan bu eski
dinin özgün bir Kürt inanç sistemini temsil ettiğine dair bir propaganda
faaliyeti Irak’ta canlandırılmaktadır. Yezidilik ve Ehl-i Hak olarak bilinen
akımlar Yezdaniliğin kollarıdır. Zerdüştlük ve Yezdanilik birçok ortak
özelliği paylaşmaktadır. Yezdaniliğin “millî” özellikleri içeren bir Kürt dini
olarak sunulması ve diğer dinleri bünyesine katma boyutuna ilişkin
vurgular, son yıllarda tüm Kürt yayınlarında yoğun biçimde yer
almaktadır. Yezdaniliğin Semavi bir din olmadığı, Zagros dağlarına özgü
bir inanç sistemi ile Aryen tarzı bir üst yapıya dayandığına yönelik
tespitlerin, ABD ve Avrupa’da yaşayan Kürt akademisyenler tarafından
gündeme getirilmesi kayda değer. Yezdanilik İslam dışı bir öğreti
sayılmaktadır. İslam’dan binlerce yıl önce Kürtlerin dinî inancı olduğu
belirtilen Yezdanilik tarikatlar üzerindeki etkinliği ile araştırılmaktadır.
Hristiyan misyonerlerin 18. yüzyıldan itibaren Yezdanilik üzerinde
çalıştığı bilinmektedir. Bu çalışmalar neticesinde Kürtçe İncil ve eski bazı
metinler misyonerler tarafından basılıp dağıtılmıştır. Kuzey Irak’ta
Hristiyan ve Bahai misyonerlerin öncelikli hedefi Yezdaniliğe inanan Kürtlerdir.
5. Yarısaniler:
Ehl-i Hak, Aliullahi olarak da bilinen Yarısaniler, Irak ve İran’da
yoğunlaşmışlardır. Yarısaniliğin önemli ismi Sultan Sahak ya da İshak
11.-13. yüzyıllar arası bir dönemde, Süleymaniye’nin güneyinde bulunan
Berzenci’de doğmuştur. Yahudi birikiminden oldukça etkilenen
Yarısanilik Kuzey Irak’ta fazlasıyla yaygındır. Musul, Kerkük ile Kasrı
Şirin arasında yaşayan Bazalan, Kakai, Sarılı Kürtleri Yarısanidir.
Amerikan kaynakları günümüzde Kürtlerin %10-15’inin Yarısani
olduğunu özellikle vurgulamaktadırlar. Irak’ta Yezdanilik ve Yarısanilik
canlanmakta, ABD ve Avrupa üniversitelerinde bu konuda yapılan
yayınlarda ciddi bir artış görülmektedir.
6. Yezidiler:
Eski İran dilinde “melek” anlamına gelen “yazata” sözcüğünden
türetilen Yezidilik, Şerafeddin Bitlisi’nin bildirdiğine göre; 1597’de Kürt
aşiret ve bölgelerinin büyük çoğunluğunda etkilidir. Irak’ta, Laleş’te
bulunan tapınak en önemli Yezidi mabedidir. Cebel Sancar’dan Duhok’a
ve oradan da Laleş’e uzanan şeritte çok sayıda Yezidi yaşamaktadır.
Irak’ta Yezidilerin Kürtlüklerini ön plana çıkaran ve onları Arap
toplumundan iyice uzaklaştıran bir kampanya gündemdedir.
7. Yahudiler:
Kuzey Irak’ta 1742 ile 1831 yılları arasında ortaya çıkan veba
salgınları Yahudi toplumunu neredeyse tümüyle ortadan kaldırdı. Dağlık
alanda yaşayan Kürt Yahudiler zamanla bu boşluğu doldurdular. Bunun
sonucu olarak da, “Iraklı” Yahudilere dönüştüler. Yani bir Yahudi Kürt,
Arap veya Neo-Arami kökenden değil, Kürt kökenden gelir. Iraklı
Yahudiler arasında tarihsel Kürt aşiret adları yaygındır. Adiabane
(Erbil)’de bulunan krallık Kürt kabul edilmekte ve dininin Yahudi olduğu
Yahudi Ansiklopedisi’nde de vurgulanmaktadır. M.Ö. 1. yüzyılda çok
sayıda Kürt ve Adiabane yöneticilerinin Yahudiliği kabul ettikleri, yine
Yahudi Ansiklopedisi’nde yer alan bilgiler arasındadır. Ayrıca 17. yüzyılın
ikinci yarısında yaşayan Haham Samuel Barzani’nin Kuzey Irak’ta
Kürtlerin yaşadığı bölgelerde okullar açtığı, kızı Haham Asenath
Barzani’nin ilk kadın haham olarak atandığı belirtilmelidir.
Yahudi Kürtler, Irak-Türkiye ve Suriye-Türkiye sınırına planlı bir
biçimde iskân edilmektedir. Yaklaşık 100–150 bin nüfusu olan bu grup
içinden seçilen kişiler, 1996’da ABD’nin Guam Adası’nda eğitime tabi
tutulmuşlardır. Bölgede finansal altyapının oluşumunda, Batılı bazı
şirketlerin acente faaliyetlerinde, Irak’ın imarı için açılan ihalelerde ve
arazi satın almada Kürt Yahudiler son derece etkilidirler. İstisnasız tüm
Kürt yazarlar, akademisyenler, bu konuda çalışan yabancı uzmanlar Kürt
Yahudi gerçekliğini kabul ettikleri hâlde henüz Türkiye’nin önemli kültür
ve araştırma kurumlarında anti-semitizm etkilerinin yarattığı çekingenlik
ölçeğinde bu konuya girilmemektedir.
Kerkük–Yumurtalık hattının yerine Kerkük–Hayfa petrol boru
hattının onarılarak, Suriye veya Lübnan üzerinden sevkiyat projeleri
bağlamında Kürtlerin, Hayfa Limanı ile denize açılması mümkün
olacaktır. Irak’ın kuzeyinde yaşayan Yahudi Kürtlerden hareketle önemli
bir stratejik mevziye sahip olan İsrail; ayrıca bölge su kaynaklarında söz
sahibi olacak duruma gelebilecektir. İsrail’den Irak’a tersine bir göçle
Yahudi Kürtler gelmektedir. İsrail’in tarihinde ilk kez Yahudi Kürtlerle
dışarıya göç vermesi anlamlıdır. Yahudi Kürtlerin seçilmişlik kurgularına
dayalı üstünlük iddiaları diğer inanışlara sahip Kürtlerin tepkisine neden
olacaktır. Irak topraklarında seçilmiş ırk teorilerine dayalı bir
yapılanmaya yönelik tepkilerin önünü kesmek için Yarısanilik ve
Yezdanilik gibi akımlar canlandırılmakta, yedeklenmektedir. Kültür ve din
Irak’ta stratejik bir olgu niteliği kazanmaktadır. Kürtlerin bir bölümünün
Yahudi soy kütüğüne kaydedilmesi konusundaki ısrar bu olguya en iyi
kanıttır. İsrail’de kurulan İsrail-Kürt Dostluk Merkezi ile onun
bünyesindeki Kürt Kültür Merkezi, Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nde
açılan Kürt Kültür Merkezi oldukça dikkate değer çalışmalar
yürütmektedirler. Bu kuruluşlar ile Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde
Kürt Yahudilerle ilgili araştırmalar şimdiden geniş bir kaynakça meydana
getirmektedir. Ayrıca özel eğitimli bir bankerler grubu, Fırat’ın Irak
güzergâhında ve Hayfa–Kerkük hattında, Kürt Yahudiler için toprak satın
almaktadır.
8. Hristiyanlar:
Irak’ta Duhok, Erbil ve Musul yakınlarında küçük bir Nesturi
Hristiyan topluluğu bulunmaktadır. Ayrıca az sayıda Keldani Hristiyan da
Irak’ta varlığını sürdürmektedir. Kuzey Irak’ta misyonerlik çalışmaları
yapmak üzere Avrupa ve özellikle de Amerika’daki aktif Hristiyan
örgütler arasında yeniden bir ilgi doğmaya başlamıştır. Rönesans
sonrası Avrupalıların İncil’i çevirdikleri ilk doğu dili Kürtçe olmuştur.
1780’de ilk ayrıntılı Kürtçe gramer kitabı İtalyan Dominiken misyoner
papaz Maurizio Garzoni tarafından hazırlanmıştır. Oldukça eski tarihe
dayalı bu çalışmalar az sayıda da olsa bir Kürt Hristiyan topluluk ortaya
çıkarmıştır. Günümüzde canlanan misyoner faaliyetlerinin Kuzey Irak’ta
yaşayan Kürtler arasında özellikle de Erbil’de verimli bir zemin
bulacağını, bizzat Kürt yazarlar yayınlarda dile getirmektedirler.
9. Bahailer:
Fars kökenli bir ailenin oğlu olan Mirza Hüseyin Ali’nin yani
Baha’ullah’ın önderliğinde gelişen Bahailik, Irak merkezli bir akımdır.
Baha’ullah bu yeni dini, 1863’te Süleymaniye bölgesinde ilan etti.
Günümüzde Bahailerin en kutsal mekânları İsrail Hayfa ile Bahai’dedir.
İngiltere tarafından desteklenen Bahai Kürtler, ilk Kürt yayınevi olan
“Matbaa el Kurdi”yi 1920’de Kahire’de kurdular. İlk Kürt gazetesi 1898’de
İstanbul’da kısa süre için çıktı ve daha sonra merkezini Kahire’deki bu
Bahai yönetimindeki yayınevine taşıdı. Merkezi Londra’da bulunan
Bahailer, Kuzey Irak’ta küçük bir topluluk olmakla birlikte dünya çapında
örgütlüdürler.
10. Irak’ta Etnik Karmaşa ve ABD’nin Konumu
Irak’ın etnik bileşimi Türkmen, Kürt, Arap, Nesturi, Fars,
Keldanilerden oluşur. 22,7 milyon civarındaki nüfusun %75’i Arap, %15’i
Kürt, %10’u Türkmen ve çok azı da diğer unsurlar olarak belirtilebilir. Bu
topluluklar içinde Türkmenler Irak’ın üçüncü asli unsurudur. Telafer,
Musul, Erbil, Altunköprü, Tushurmatu, Kifri, Mendeli, Hanekin ve
Bağdat’ın güneydoğusunda bulunan Bedre’ye kadar uzanan ve
“Türkmeneli” olarak bilinen bölge petrol, su, tarım kaynakları açısından
stratejik değer taşımaktadır. Türkmenlerin siyasal ve ekonomik
bakımdan güç kazanması muhtemel su savaşlarında, bölgeye yönelik
egemenlik projelerinde, Türkiye açısından hayati değer taşımaktadır.
Irak’ta Türkmen–Kürt–Arap temelli bir çatışma zemini yaratılmaya
çalışılmaktadır. Türkmenlerin mücadelesini böyle bir çerçevede
değerlendirmek yanlıştır. Kerkük’ün statüsü de dâhil olmak üzere
Türkmenlerle ilişkili tüm sorunlarda karar verecek konumda bulunan
güçler ABD, İngiltere ve İsrail’dir. Türkmenlerin birleşik, bütünlüklü ve
bağımsız bir Irak’ı savunması, yeni mandacılık programıyla çelişkili
olduğu için kuşatılmaları, etkisiz kılınmaları söz konusudur. Ordu,
bürokrasi, güvenlik kurumlarının yeni mandacılık temelinde örgütlenme
sürecinde Kürtler ön plana çıkarılırken; Türkmenlerin dışlanmışlığı kalıcı
hâle gelmektedir. Büyük Orta Doğu İnisiyatifi çerçevesinde tüm birlik
temelli yaklaşımlar şimdilik kaydıyla benimsenmekte ancak Türkmenler,
ABD ile Kürtler arasındaki “imtiyazlı ilişki”ye örtülü tehdit olarak
algılanmaktadır lar.
Irak’ın etnik bileşimi, Büyük Orta Doğu İnisiyatifi açısından
bölgesel anlamı da olan stratejik bir değer taşımaktadır. “Batı”yı
Amerikan liderliği altında Orta Doğu’da yeni bir misyon çerçevesinde
bütünleştirmek, bölgenin petrol, doğal gaz, su, tarım kaynakları ile
pazarlarını denetlemek amacıyla siyasi, ekonomik, kültürel, dinî
alanlarda yeni yapılanmalar oluşturmak gündemdedir. Türkmenlerin
Irak’ın birliğini ve bütünlüğünü kendi varlık temelleri sayan yaklaşımları,
şimdilik Türkiye’nin direnciyle birlikte bu ülkede geçici bir statü tesis
etmiştir. Irak’ta ABD’nin istediği gelişmelerin sağlanması, Büyük Orta
Doğu İnisiyatifi çerçevesinde Türkiye’nin etnik öncelikli adımlar ile “Ilımlı
İslam” projesi karşısındaki tutumuna bağlıdır. Türkiye, sahip olduğu
etno-sosyal yapı kozu ile hem stratejik bir fay hattı üzerinde bulunmakta
hem de büyük bir ulusal politik açılım imkânını elinde bulundurmaktadır.
Dolayısıyla Irak’ın etnik-dinî çelişkileri olumsuz gelişmeleri
tetikleyebileceği gibi uzun soluklu bir bölge stratejisinin temellerini de
sağlamlaştırabilir. ABD’nin Irak’taki çatışma zemininden yararlanarak
ideolojik, siyasi ve kültürel yayılmacılığını bir hayat alanı yaklaşımıyla
gündeme getirmesi, Türk kültür havzasına olan ilgiyi artırmıştır. İslam
coğrafyasında alternatif yapılar kurma bilinç ve deneyimine sahip
Türklerin bu büyük kriz döneminde böyle bir hedeften uzak
tutulamayacağı tespiti, Türkmenlerin durumunu daha önemli hâle
getirmektedir. Türkiye Irak’ta ve bölgedeki konumu itibarıyla ABD, AB,
Çin ve Rusya arasındaki güç mücadelelerinde söz hakkını arttırdığı
ölçüde, Irak kaynaklı etno-sosyal sorunlarla kuşatılabilecektir.
ABD’nin Irak’ı işgalini büyük resimdeki yeri ile değerlendirmek
gerekiyor. Büyük Orta Doğu İnisiyatifi çerçevesinde ekonomik
egemenlik, jeo-stratejik üstünlük, etnik-sosyal bileşimlerin yeniden
yapılandırılması, ulus devletlerin Irak örneğindeki gibi tasfiyesi veya
etkisiz kılınması gündemdedir. Ancak asıl önemlisi ABD’nin Irak’la
başlayan organik hâkimiyet kurma girişimidir. Amerika dışsal değil de
Irak’a ait bir yönetime dayanma anlamında örtülü–organik hâkimiyet
peşindedir. ABD Irak’ta, egemenliğini; varlığını sürekli kılacak tarzda
sosyal, siyasal, finansal, kültürel yapılanma ile yerleştirecek bir hazırlık
içindedir. Askerî işgal bir süre sonra petrol kaynakları, finansal altyapı,
eğitim sistemi, iletişim ağları, kültürel kurumlar üzerindeki organik
hâkimiyete dönüşecektir. Bu hâkimiyetin ekonomik koşulları daha işgalin
ilk günlerinde hazırlanmıştır. ABD işgal yönetiminin 12 sayılı emri, tüm
gümrük tarifelerinin ve iç pazarı koruyan her türlü kısıtlamanın
kaldırılmasını sağlamıştır. 39 sayılı emir, tüm kamu kuruluşlarının %100
yabancı mülkiyetine yol açacak biçimde özelleştirilmesini, kârların
vergiden muaf tutularak ülke dışına transferini, ilgili sözleşmelerin en az
kırk yıllık olmasını güvence altına almıştır. 40 sayılı emir ile Irak’taki tüm
devlet bankaları J.P. Morgan’ın denetimine geçmiştir. İthalattan, gelir ve
kârlardan alınan vergiler ya sıfırlanmış ya da iyice aşağıya çekilerek
devletin vergi toplama gücü büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Bu tür
düzenlemeler meşru bir yönetim oluşmadan hızla uygulamaya
konulurken, merkezî devleti ayakta tutan unsurlar, müdahale kapasitesi
ve finansal kaynaklar bertaraf edilmiştir. Patlamalı etnik, dinî, sosyal
yapısı ile birlikte devletin temellerinin çözülmesi, devlet başkanlığı
makamının Kürt azınlığın temsilcilerine verilmesi ile yeni bir boyut
kazanmıştır. Bu tablo rejim değişikliğini aşan topyekûn bir dönüşüme
işaret etmektedir.
Tarihin yaşadığımız dönemecinde Irak’ın kendi içinde bir son
olmadığı görülüyor. ABD açısından Irak, kendi emperyal gücünün jeo-
politiğinin ve jeo-ekonomisinin gelişmesinde bir duraktır. Irak Savaşı’nın
altında yatan stratejik mantık kaçınılmaz olarak Orta Doğu’da yeni savaş
ve iç savaşlar tehdidini gündemde tutmaktadır. ABD, AB, Rusya, Çin,
Hindistan ve Japonya arasında derinden gelişen çelişkiler zembereğinin
boşalım alanı Orta Doğu olabilir.
Washington’un Irak’ta kalıcı askerî üsler oluşturduğu ve bunlardan
vazgeçmeyeceği açıktır. İşgalin sona ermesi ise organik hâkimiyetin
iyice yerleşmesi ile mümkündür. Bunun yolu ise Irak’ın dinî, etnik,
sosyal, siyasal bileşimine müdahaleden geçiyor. Bu tür müdahalelerin
sonuçları ise binlerce yılda oluşan toplumsal dengelerin sarsılmasını
getirecektir. Irak’ın etnik, dinî, sosyal yapısı Orta Doğu’nun minyatürü
gibidir. Bu ülkedeki dinamikler başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerini
sarsacak niteliktedir. ABD’nin Irak’tan kısa sürede ayrılmasının koşulları
henüz olgunlaşmamıştır. Zira bu ülkenin sosyal, dinî, etnik, ekonomik
çelişkilerinin yeni kompozisyonu, ABD’nin askerî varlığını meşrulaştıran
sürekli bir kriz temelini beslemektedir. Kaynaklarına, geleceğine, siyasi
ve ekonomik bağımsızlığına sahip, ulus-devlet eksenli bir Irak’ın
yapılanmasına; demokrasiyi ülkenin finansal, kültürel, iktisadi kaynakları
üzerinde yurttaşın söz hakkı olarak düzenleyen bir anayasal mimariye
izin verilmeyeceği ortadadır. Herkesin dinî, mezhepsel, aşiretsel
aidiyetleri ile tanımlandığı bir toplumun ise akıl dışı iç çatışmalarla
parçalanması ihtimal dâhilindedir. Tüm bu gelişmelerin ABD’yi bölgede
kalıcı bir unsur hâline getireceği ise günümüz şartları değişmediği
takdirde kaçınılmazdır. Bu konuda tüm bölge açısından yegâne umut;
büyük devlet tecrübesi, etno-sosyal imkânları, köklü kurumları ve
alternatif kurtuluş çözümleri üretme yeteneğini kurduğu Cumhuriyetle
göstermiş, tüm inanç sistemlerine beşeriyetin en önemli kazanımları
ölçeğinde eşit mesafede durabilen Türkiye’nin, gelişmelere ağırlığını
koymasıdır.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder