16 Kasım 2018 Cuma

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ BÖLÜM 1



İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAKIN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ  BÖLÜM 1



Dr. Gamze Güngörmüş Kona 
İstanbul-Turkey 
gamzekona@gmail.com 
AKADEMİK BAKIŞ 
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi 
ISSN:1694 – 528X Sayı: 
10 Eylül – 2006 
İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi – Türk Dünyası Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü Celalabat – 
KIRGIZİSTAN 


İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAK’IN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAK’A İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI 

Giriş 


Bilindiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi siyasi istikrarı sağlama amacı taşımaktadır. 

Bugüne kadar yaşanan gelişmeler, ABD’nin amacına rejimi değiştirerek bir ölçüde ulaştığının ancak hem siyasal hem de sosyal açılardan istikrarın sağlanamadığının birer göstergesidir. ABD müdahale sonrasında hızlı bir siyasi yapılanma ve devlet inşası çabası girmiştir. Bazı görüşlere göre, ABD Irak’ta işleyebilir bir demokrasi yaratma ve sürdürme hususlarında başarılı 
olduğunda, bunu tarihsel eğilimlere karşı gerçekleştirmiş olacağı, ancak başarısız olduğunda ise, Irak halkını Baas şiddeti ve belirsizliğinden daha şiddet dolu ve belirsiz bir siyasi geleceğe mahkum edeceği yönündedir. (STANSFIELD, 2004 : 190) 

Tarihsel sürece bakıldığında, ABD’nin geçtiğimiz on yılda uyguladığı bölgesel 
politikalarla Orta Doğu’yu kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalıştığı görülecektir. (ÖZCAN, 2004 : 349) ABD’nin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda son düzenleme teşebbüsü ikinci Irak müdahalesi olmuştur. Ancak, ABD’nin ikinci Irak müdahalesi sonrasında bölgede yeni sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Stratejistler, ABD’nin Irak işgali sonrası tutumunun ne olacağını ve bunun getireceği olası sonuçları tartışmaktadır. Bilindiği gibi, 
ABD’nin Irak ile ilgili planlarında siyasi hedeflerin yanısıra Irak’ın sahip olduğu petrol rezervleri ve bunun getirdiği ekonomik büyüklük de önem taşımaktadır. Hatta, ABD-Irak denkleminden petrolü çıkardığımız zaman sonuç neredeyse anlamsızlaşmaktadır. Zira, ABD için Irak’ın ekonomik olarak varlığının öncelikle petrole odaklı olduğu öne sürülmektedir. Amerikan toplumunu dahi ikiye bölen bu kadar tartışmalı bir müdahalenin arkasında petrol gibi büyük bir ekonomik itici faktör olduğu bilinse de, bu müdahaleyi tek bir itici faktör çerçevesinde açıklamak yanlış ve eksik olacaktır. İşgalin sonrasındaki beliren yeni tabloda, halkın tutumu ve talebinin, müdahalenin amaçları ile çok fazla örtüşmediği görülmektedir. Bu nedenle, artık ABD petrolü temel almadan yeni stratejiler geliştirmek durumundadır. Öte yandan müdahalenin savaş yolu ile 
gerçekleşmesi, savaşın ve sonrasının getirdiği yeni koşullar, sadece ABD’nin değil, bölgedeki diğer ülkelerin de bu bölge ile ilgili yeni stratejiler geliştirmelerine neden olmuştur. 

Bu denklemde sorgulanması gereken şudur; işgalin tamamlanması sonrasında petrolden doğrudan yararlanamayacak bir ABD bu durumdan ne tür bir ekonomik çıkar sağlayabilir ve bu çıkarı verimli kılabilmek için ne tür stratejiler uygulayabilir? Bu makalenin konusunu ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkması muhtemel yeni durumlar oluşturmaktadır. Bu ana başlık çerçevesinde makalenin odak noktasını ABD’nin Irak’la ilgili olası senaryolarının ekonomik 
açıdan değerlendirilmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla, makalede öncelikle, Irak ekonomisinin genel görünümü incelenerek, petrol dışındaki ekonomik varlığı araştırılmıştır. Ardından, ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları ve bunların olası sonuçları ekonomik perspektiften değerlendirilmiştir. 

1. Irak Ekonomisinin Genel Görünümü,

Irak, % 40’ı 0-14 yaşındaki çocuk ve gençlerden oluşan 25 milyonluk bir nüfusa sahiptir. 
Etnik dağılımına bakıldığında nüfusun; %80’i Arap, %15’i Kürt ve %5’i Türkmen’lerden oluştuğu görülmektedir (Tablo 1). Irak, Osmanlı yönetimi sonrasında İngiliz manda yönetimi altına girmiş, 1932 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve 1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. Ülke, 1979 yılından ABD işgaline kadar geçen sürede Saddam Hüseyin’in önderliğini yaptığı Baas Partisi tarafından yönetilmiştir. Saddam Hüseyin’in iktidarı ele geçirmesinden sonra 
Irak, 1980-88 yılları arasında İran’la savaşmış, 1990 yılının Ağustos ayında ise Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu işgal Birleşmiş Milletler tarafından çok sert bir şekilde karşılanmış ve ABD önderliğinde Ocak-Şubat 1991 tarihinde gerçekleştirilen müdahale ile Irak Kuveyt’ten çekilmek zorunda bırakılmıştır. Ayrıca, bu dönemde 661 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla ambargo uygulanmaya başlanmıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren bu ambargo “BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU)” kapsamında uygulanmıştır (The World 
Factbook 2003, Central Information Agency-CIA-). ABD’nin Irak’a saldırısından sonra, Saddam Hüseyin dönemi sona ermiş ve ekonomik durum savaş ortamının getirdiği koşullara göre şekillenmiştir. Koalisyon güçlerinin hala varlıklarını devam ettirdiği ve yeni bir rejim yerleştirilmeye çalışılan mevcut ortamda henüz işleyen bir ekonomiden söz etmek olanaklı değildir. 




Tablo 1 Irak - Temel Sosyal Göstergeler 

Kaynak : The World Factbook 2003, CIA 
The Economist Intelligence Unit, December 2003 Country Report. 

Bilindiği gibi, Irak ekonomisi petrole dayanmaktadır. 
2003 öncesini değerlendirdiğimiz zaman ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’inin petrolden sağlandığı görülmektedir. 1980’li yıllarda Petrolden elde edilen gelirlerin neredeyse tamamı sekiz yıl süren savaşın finansmanı için kullanılmış  tır. Bu dönemde aynı zamanda petrol ihracat olanakları da büyük ölçüde kısıtlanmıştır. 

İran ile yapılan savaşın Irak ekonomisine olan maliyeti yaklaşık 100 milyar dolar civarında olmuştur. 1988 yılında savaş sona erdiği zaman petrol gelirleri ülkenin yeniden imarı için önemli bir kaynak oluşturmuş ve dış ticaret hacminde önemli bir artış gözlenmiştir. Ancak bu dönemde Kuveyt’in işgal edilmesi sonrasında BM müdahalesi ve ambargo kararı Irak ekonomisini ciddi olarak etkilemiştir. Savaş ortamı Irak’ın savunma harcamalarını arttırmıştır. Askeri harcamaların milli gelire oranı 1991 yılında yüzde 75’e kadar yükselmiştir. 2001-2002 yıllarında, global ekonomideki yavaşlama ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle milli gelirde de bir azalma söz konusu olmuştur (The World Factbook 2003, CIA). 2003 sonrası ekonomideki göstergelerle ilgili tahminlerde önemli yanılma payı olsa da temel göstergelerin tamamında önemli bir gerileme ve ekonomide ciddi bir tahribat olduğu açıktır. 

Savaş yılları boyunca, Irak savunma harcamalarını karşılamak için önemli miktarlarda dış borçlanmaya gitmiştir. Ülkenin dış borç stoku 2001 yılında 62 milyar dolara, 2002’de ise 120 milyar dolara ulaşmıştır. Irak’ın harcama kalemlerinde en önemli yeri tutan savunma harcamaları 2002 tahmini rakamlarına göre 1.3 milyar dolar düzeyinde olmuştur (The Economist 
Intelligence Unit-EIU-, 2003). 



Tablo 2. Irak Ekonomisinin Temel Göstergeleri 

Irak ekonomisi uygulanan ambargonun hafifletilmesi sonrasında hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Sağlıklı verilere ulaşılamamakla birlikte, GSMH’nın 1999 yılında %18, 2000 yılında %4 büyüdüğü ve ardından 2001 yılında %6, 2002 yılında ise %3 küçüldüğü tahmin edilmektedir (EIU; 2003). Bu gelişmeler sonucunda, GSYİH’nın 2000 yılında 31,8 milyar dolara ulaştığı, 2001 yılında %6 oranında daralarak 28,5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, 2002’de ise 27.6 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. 

Irak ekonomisindeki büyümeye paralel olarak enflasyon oranının da istikrarlı bir şekilde düştüğü görülmektedir. 1998 yılında %90 olan enflasyon oranı, 1999 yılında %80’e, 2000 yılında %70’e ve 2001 yılında ise %60’a düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak enflasyon oranı 2002 yılında tekrar %70’e yükselmiştir (EIU; 2003). 

ABD saldırısı öncesi Irak ekonomisinde yaşanan diğer bir olumlu gelişme ise, özel sektörün giderek daha aktif hale gelmesi olmuştur. Saddam Hüseyin 2000 yılı başlarında, özel sektör firmalarının, sanayi yatırımları yapmaları için teşvik edilmesi için önemli kararlar alınmasını sağlamıştır. Bu gelişmeler, uzun yıllardır sosyalist ekonomik politikalar uygulayan ve sanayi tesislerinin çok büyük bölümünün kamuya ait olduğu Irak'ta daha liberal bir ekonomik düzene geçiş için adımlar olarak değerlendirilmiştir. ABD işgali ile birlikte ekonomide bu tür 
radikal dönüşümler de askıya alınmış durumdadır. 

2. Enerji Dışında Irak Ekonomisinin Yapısı 

Bilindiği gibi Irak ekonomisinin önemli bir ayağı petrol gelirlerine dayalıdır. ABD 
müdahalesi öncesi ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’i petrolden sağlanmaktay dı. Öte yandan Irak’ın en büyük giderleri savunma harcamalarından oluşmaktadır. Uzun yıllardır savaş ortamında olan ülkede petrolden elde edilen gelirler büyük ölçüde savaş harcamalarının finansmanı için kullanılmıştır. ABD işgalinin de çok ciddi bir maliyet yarattığı bilinmektedir. 

Ekonominin önemli gelir kaynağının petrolden sağlanması diğer alanların ihmal 
edilmesine ve son derece yavaş gelişmesine neden olmuştur. Ekonominin petrol dışında varlığına bakıldığında, petrolden tamamen bağımsız düşünemediğimiz sanayi ve ardından tarım kesimi değerlendirilebilir olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası sağlıklı veriler elde edilemediği için, buradaki değerlendirmeler savaşın hemen öncesini içermektedir. Bu bölümde mevcut sektörler; sanayi, tarım, enerji, ulaşım alt gruplarında ele alınmakta ve bu sektörlerin dış ticaret 
göstergeleri değerlendirilmektedir. Burada petrol dışındaki sektörlerin varlığına odaklanılmakla birlikte; enerji sektörü elektrik, doğal gaz ve bunların içerisindeki payının görülmesi amacıyla da petrol alt sektörü olarak ele alınmıştır. 

2.1. Sanayi 

Irak’ta savaş öncesinde gelişmiş sektörler olarak; petrol, kimya, tekstil, inşaat 
malzemeleri ve işlenmiş gıda sanayii varlık göstermektedir. Irak’ta sanayi tesislerinin büyük bir kısmı kamuya ait olmakla birlikte, savaş öncesinde özel kesim yatırım için teşvik edilmiştir. Körfez krizi sonrası zarar gören sanayi tesisleri, petro-kimya, rafineri, tarım makineleri, kimya, demir-çelik, gıda, ilaç, elektrikli, makine, inşaat malzemeleri ve tekstil başta olmak üzere, yedek 
parça, yarı mamul ve ham madde sağlanamaması nedeniyle çok düşük kapasitelerle çalıştırılabilmiş ve tesislerin bir kısmı da ham    madde sıkıntısı nedeniyle kapatılmıştır. Savaş öncesinde kapatılan tesislerin açılması ve işletilmesi konusunda BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU) sonrası, daha çok kaynak ayrılmıştır. Irak savaşı sonrasında ise sanayi tesislerinde körfez krizinden çok daha fazla bir tahribatın olduğu tahmin 
edilmektedir. Şu anda tahrip edilen bu tesislerin yeniden yapılandırılması ve işler duruma getirilmesi hem çok ciddi bir maliyet, hem de oldukça uzun bir zaman gerektirmektedir. 

2.2.Enerji 

Elektrik Enerjisi: Körfez Savaşı sırasında Irak’ın elektrik şebekesinin yüzde 90’ı yok edilmiştir. 1992 yılı başlarında 20 adet olan güç istasyonlarının yüzde 75’i tekrar işler hale getirilmiştir. 2001 yılı rakamlarına göre Irak 36.01 milyar kwh elektrik üretmiştir. Aynı yılın tüketimi ise 26,4 milyar kwh olarak gerçekleşmiştir. Enerjinin yaklaşık değerlerle yüzde 55’i ulaşımda, yüzde 35-40’ı sanayide, yüzde 10’i ise konutlarda kullanılmaktadır (EIU, 2003). 2003 öncesinde Irak, Çin, İsveç, Fransa ve Rusya orijinli şirketlerle elektrik üretim istasyonları inşa 
etmek üzere anlaşmalar yapmıştır. 

Petrol: Irak 113.8 milyar varil petrol rezervi ile Suudi Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine sahiptir. Kuveyt savaşı ile birlikte petrol üretimi önemli ölçüde düşmüştür. Üretim 1997 yılında BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının (MOU) yürürlüğe girmesiyle birlikte artmaya başlamış ve 1998 yılında günlük 2,11 milyon varile, 1999 yılında ise 2,52 milyon varile yükselmiştir. 2001 yılı tahmini verilerine göre günlük petrol üretimi 2,45 milyon varile ulaşmış petrol tüketimi ise yine 2001 yılı tahmini verilerine 
göre, 460.000/gün varil iç tüketimde kullanılmıştır. Bu dönemde yapılan hesaplara göre, petrol üretim kapasitesinin, ülkeye uygulanan ambargonun tamamen kalkmasından itibaren 4 ile 7 yıl arasında günlük 6 milyon varile çıkarılması planlanmıştır. Bu dönemde, BM Kararları dışında da ihracat yapılmaktadır. Sözkonusu Kararlar dışında Ürdün'e karayolu üzerinden 100 bin varil/gün, Suriye'ye 30-40 bin varil/gün ve Basra Denizinden 50-60 bin varil/gün Petrol ihracatı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (EIU, 2003). 

Doğalgaz: Irak sahip olduğu doğal gaz rezervi ile dünyada onuncu sırada gelmektedir. Irak 2002 tahmini verilerine göre 3,15 trilyon kübik feet doğal gaz rezervine sahiptir. Fakat aylık olarak ancak 300 milyon kübik feet doğal gaz üretiminde bulunmaktadır. Irak’da yine 2003 verilerine göre 1.360 km doğal gaz boru hattına sahiptir. Irak yönetimi, Birleşmiş Milletlerin ambargoyu kaldırmasından itibaren üretimi artırmayı ve ihtiyaç fazlasını ihraç etmeyi  planlamıştır. 1997 yılında Irak, 4,2 milyar dolar tutarındaki doğal gaz projelerine yatırım yapmak üzere uluslararası şirketlere davette bulunmuştur. Bu şirketler genellikle Irak’a uygulanmakta olan yaptırımların kaldırılması yönünde çabalarda bulunan Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi ülkelere mensuptur. Yönetimin tavrı bu şirketlerin imtiyazlar yoluyla ödüllendirilmesi şeklindedir. Türkiye ile Irak arasında 1997 Mayıs ayında Mansuriye sahasının geliştirilmesi ve çıkarılacak doğal gazın bir boru hattıyla Türkiye'ye naklini öngören bir protokol imzalanmış tır. 

2.3. Tarım 

Irak’ın topraklarının %12’si ekilebilir araziden oluşmaktadır. Orta Doğu Ülkelerine göre önemli bir tarımsal potansiyeli olan Irak tarımsal alanlarında buğday, arpa, pirinç, pamuk, hurma ve çeşitli sebze üretimi yapılmaktadır. Savaş sonrası uygulanan ambargo nedeniyle, tarım üretiminde hayati öneme haiz gübre, tarımsal ilaçlar ve çeşitli tarım aletleri ithalatı gerçekleştirilemediği için, üretim olumsuz etkilenmektedir. Bu nedenle buğday, un, kuru gıdalar, 
yağ, çay ve pirinç gibi temel gıda ihtiyacının büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. 
Ülke topraklarının %9’u mera konumundadır. Meralarda sığır ve koyun besiciliği de yapılmaktadır (EIU, 2003). 

BMGK’nın 1 Mart ve 29 Mart 2000 tarihli kararlarına göre, “gıda sektörü”, ”eğitim malzeme ve techizatı”, “tarım sektörü” ve “sağlık sektörü”, başlıklı listelerde yer alan çok sayıdaki ürünün Irak’a ihracatında uygulanan BMYK’dan onay alma zorunluluğu kaldırılmıştır. 
Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı kapsamında gıda sektörünün rehabilitasyonu amacıyla ayrılan kaynaklar da artırılmıştır. Ancak, ABD işgali sonrasında bu uygulamanın günümüze yansıyan etkisini tam olarak gözlemlemek olanaklı değildir. 

2.4. Ulaşım 

Irak’ın 2003 savaş öncesinde oldukça gelişmiş ulaşım ağına sahip olduğu bilinmektedir. 
Bu dönemdeki verilere göre, karayolu uzunluğu yaklaşık 45.550 km civarında olduğu tahmin edilmekte ve oldukça iyi bir karayolu altyapısına sahip bulunmaktaydı. Yine 2003 yılı verilerine göre, ülkenin 1.963 km. demiryolu ağı bulunmaktadır. 1015 km olan denizyolu ile ulaşım için ise üç liman bulunmaktadır. Son savaştaki tahribat tam olarak bilinmemekle birlikte havaalanı sayısının yaklaşık 150 tane olduğu tahmin edilmektedir. Ham petrol için 4.350 km, petrol ürünleri için 725 km ve doğal gaz için de 1.360 km boru hattı bulunmaktadır (The World Factbook 2003). 

2.5. Dış Ticaret 

Irak’ın dış ticareti içinde petrolün payı 1950’lerden bu yana giderek artmıştır. Petrol gelirlerinin önemli tutarlara ulaşması diğer ihraç kalemlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. 

Petrol ihracatı ve dünya petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar Irak’ın ödemeler dengesinin temel değişkenleri dir. 1990 yılında uygulamaya konan ambargo sonrası sadece ham petrol ihracatına izin verilmektedir. 1980’lerin sonlarında Irak’ın ihracatının %95’ini petrol oluşturduğu için ambargo Irak’ın ihracat yapısında fazla bir değişikliğe neden olmamıştır. Irak’ın ithalat ürünleri de çok daha fazla çeşitlilik göstermektedir. Irak’ın yerli üretimi sınırlı olduğu için ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılamaktadır. 

Ancak ithalatın BM Yaptırımlar Komitesi tarafından onaya tabi olmasından dolayı ithalat miktar ve çeşitliliği büyük ölçüde sınırlanmıştır. 1997 yılında ambargonun hafifletilmesinden sonra Irak’ın dış ticaret hacmi hızla artmaya başlamıştır. Dış ticaret hacmi 1999 yılında 19,5 milyar dolar olmuş, 2000 yılında 31,7 milyar dolara yükselmiş, 2001 yılında 27,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış 
ticaret dengesi sürekli Irak lehine fazla vermektedir. 1999 yılında 5,9 milyar dolar olan dış ticaret fazlasının, 2000 yılında 9,5 milyar dolar, 2001 yılında 5,5 milyar dolar, 2002’de ise 5.2 milyar dolar olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tablo 3). 


Tablo 3 Irak’ın Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $-2002) 


Yıllar itibariyle ihracattaki artış ithalattaki artışın üzerinde gerçekleşmiştir. İhracat 1999 yılında 12,7 milyar dolar iken, 2000 yılında yaklaşık % 66 artarak 20,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılı ihracat miktarının 16,5 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın ihracatının büyük bir bölümü (tahminen yüzde 95’i) ham petrolden oluşmaktadır (Tablo 7). Petrol ihracatından elde edilen gelirlerin yüzde 33’ü ABD işgaline kadar Birleşmiş Milletler Tazminatlar Fonu ve idari giderleri için kesilmiştir. Irak’ın ihracat yaptığı ülkelerin başında 
ABD, İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda gelmektedir (Tablo 4). Bu ülkelere ait firmalar Irak’tan ham petrolü alıp, petrol ithal eden ülkelere satmaktadır. 


Tablo 4 Irak’ın Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeler (2002) 




2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 Kasım 2018 Pazartesi

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI VE TÜRKİYE


ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI VE TÜRKİYE 


ABD'nin Iraktan Çekilmesinin Irak ve Ortadoğuya Olası Etkileri


Ali SEMİN 
29 Aralık 2011


ABD’nin Irak’ı işgalinden bu yana Irak’ın alt yapısı, sosyal dokusu ve istikrarı geri dönüşü olmayan bir değişime uğramıştır. Sözde demokrasi ve özgürlük sloganları ile Irak’ı işgal eden ABD yönetimi, ülkeyi etnik ve mezhepsel çatışma başta olmak üzere, istikrarsızlık ve kaosla başbaşa bırakmıştır. Aslında Irak’ın istikrarı ve refahı, hem bölge hem de Ortadoğu’daki zengin yer altı kaynaklardan faydalanmak isteyen küresel güçler açısından oldukça önemlidir.

Ancak, Obama tarafından resmi olarak Irak savaşının bittiğine dair açıklamalar yapılsa da ve Irak’tan çekilme süreci başlasa da geride bırakılan 8 yıl 9 ayın Irak halkına bilançosu oldukça ağır olmuştur. Hatta Irak halkının işgal sonrası yaşadığı dramatik yaşam koşullarının nesiller boyu devam edeceği söylenebilir. Dahası ABD, Irak’ı belki Saddam rejimi gibi diktatör bir beladan kurtarmış olarak görünse de bugünkü Irak’ta yaşanan istikrarsızlık ve şiddet olayları, Saddam döneminden daha da kötüye gidildiğine de işaret etmektedir. Bu yazıda, ABD’nin askerlerini Irak’tan çekmesinin Irak’a ve bölge ülkelerine nasıl yansıyacağı, Irak’ı bekleyen muhtemel gelişmeler ve ABD sonrası Irak hükümeti içerisinde baş gösteren siyasi krizin çıkmaza girmesinin perde arkasındaki temel sebepler analiz edilmeye çalışılacaktır.

ABD İşgalinin Ardından Irak’ta Yaşananlar

ABD’nin, 11 Eylül saldırılarıyla başlayan “Büyük Ortadoğu” oyunu kapsamında “terörizmle mücadele” adı altında, 2002 yılında Afganistan’ı ve 2003 yılında da kitle imha silahların bulunduğunu iddia ederek Irak’ı işgal etmişti. Saddam dönemiyle ABD işgali sonrasında Irak karşılaştırıldığında, çok vahim sonuçlar elde edilebilir. Saddam döneminde Irak halkının en azından kimin kötü, kimin diktatör ve kimin Saddam rejimi taraftarı olduğu bilinen bir gerçektir. ABD ve müttefikleri, 2003 yılı Mart ayında Irak’a sözde demokrasi, özgürlük, insan hakları ve Irak’taki tüm halkların korunmasını iddia ederek Irak’a müdahale etmişti ve Saddam rejimini devirmişti. Bu müdahalede zaman zaman ABD, kendisi de itirafta bulunarak yanlış istihbarat bilgilerine dayandığını dile getirmişti. ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra Irak halkı Saddam rejiminden kurtulurken ABD askerlerine çiçek vermişler ve Saddam’ın heykellerini yıkarak sevinmişti. Fakat daha sonra Irak halkının karşılaştığı sıkıntılar göz önünde bulundurulduğunda ABD işgalinden umduklarını buldukları söylenemez.
Öte yandan, ABD işgalinin ardından Irak’ta yaşanan olaylar ve insanlığa sığmayan skandalların Saddam zamanında yaşandığına, ancak Irak halkına sözde demokrasi ve özgürlük getirenlerin zamanında da yaşanmakta hatta artmakta olduğuna dikkati çekmek gerekmektedir. Iraklıların Saddam zamanında maruz kaldığı insan hakları ihlalleri günümüzde de devam etmektedir. ABD bunları gidermek için Irak’a müdahale ettiğini savunsa da, Saddam zamanı gibi insan hakları ihlallerinin süreklilik kazandığı görülmektedir. Mevcut durumda Iraklıların güvensiz bir ortamda yaşamaya maruz kalmalarının yanısıra gıda gibi en temel ihtiyaçlardan mahrum kaldıklarını söylemek mümkündür. Irak, yabancı şirketlerin son kullanma tarihi geçmiş mallarını sundukları bir pazar haline gelmiştir. Haziran 2006 yılında Irak Ticaret Bakanı Abdülfelah El-Sudani’nin açıklamasında, Irak’a ithal edilen malların tarihi geçmiş gıda ve mallar olduğunu ifade etmiştir. Bütün bunların etkisiyle Iraklılar arasında birçok ölümcül hastalık (kanser, kalp, şeker ve diğer tehlikeli hastalıklar) baş göstermeye başlamıştır.

ABD’nin işgaliyle ortaya çıkan tabloya bakıldığında, Irak’ta yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalardan (Şii-Sünni ve Arap-Kürt çatışması) dolayı zaman zaman çıkan iç çekişme ve hesaplaşmanın olası bir iç savaş tehlikesine dönüşmesi potansiyelinin yüksek olduğu söylenebilir. Belki de en önemli konulardan biri de Iraklı siyasi gruplar arasında ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle başlayan siyasi rekabetin ülkeyi sürekli patlamaya hazır bir noktaya getirmesidir. Özellikle Iraklı siyasi grupların iktidar mücadelesine girmesi Irak’ın gelişmesinin, refaha ve istikrara kavuşmasının önünde önemli bir engeldir. Diğer taraftan ABD işgalinin Iraklılara bilançosu da ağır olmuştur. Irak Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2003 yılından bu yana Irak’ta ölenlerin sayısı 223 bindir. Gayri resmi olarak da bazı istatistiklere göre, Irak’ta hayatını kaybedenlerin sayısı 1 milyon 200 bin civarındadır. Irak’tan göç etmek zorunda kalan Iraklıların sayısının 4 milyon olduğu ifade edilmektedir. Bunun 2 milyonunun yurtdışına göç ettiği, geri kalanın da ülke içinde kendilerine uygun şehirlere göç etmek zorunda kaldıkları belirtilmektedir.(1) Yine bazı istatistiklere göre 3 milyon kadının dul kaldığı ve 5 milyon çocuğun da yetim kaldığı belirtilmektedir. Ayrıca Irak, işgalden sonra idari ve mali yolsuzluk alanında dünya çapında yedinci ülke konumuna gelmiştir. Hatta 11 Haziran 2011 tarihinde Irak Parlamento Başkanı Usame el Nucayfi, ABD'li ve Iraklı denetçilerin verdiği bilgiye göre, Irak'ın yeniden yapılandırılması için petrol gelirlerinden aktarılan 17 milyar doların çalındığını dile getirmiştir.(2)
Bütün gelişmelerle birlikte Irak işgalinin ardından ABD yönetiminin Irak stratejisine bakıldığında, Irak’ın genel olarak altyapısını ve siyasi, diplomatik ve askeri gücünü (ordu ve güvenlik güçlerini) yok ederek, hem bölge içerisinde hem de uluslararası toplum nezdinde sürekli olarak Amerikan güçlerine ihtiyaç duyulabilmesi için çalışıldığı görülecektir. Bu nedenle ABD, işgalinden sonra yapılan 3 seçim ve bir anayasa referandumu ile Irak’a sözde özgürlük ve demokrasi getirdiğini dünya kamuoyuna yansıtmaya çalışsa da, günümüz Irak’ına dikkat edildiğinde, siyasi, ekonomik ve toplumsal ölçekte normal hayat standartlarının ne kadar altında olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

ABD’nin Çekilmesi ve Irak’ta Siyasi Krizin Arka Planı

ABD ve Irak arasında 17 Kasım 2008 tarihinde imzalanan "Stratejik Güvenlik Antlaşması" (SOFA) kapsamında Obama yönetimi, askeri güçlerinin 31 Aralık 2011 tarihine kadar tamamen Irak’tan çekilmesini taahhüt etmiştir.(3) 15 Aralık 2011 tarihinde de ABD Savunma Bakanı Leon Panetta'nın, başkent Bağdat'ta hazır bulunduğu bir törenle ABD bayrağını indirerek ve Irak’taki askerlerini çekerek savaşın bittiğini açıklamıştı. Amerikan askeri güçlerinin Irak’tan çekilmesinin hemen ardından Iraklı siyasi gruplar arasında kriz yaşanmaya başladı. İlk önce laik Şii olan ve Irak’ın eski Başbakanı Eyad Allavi’nin liderliğindeki El-Irakiye listesinin 82 milletvekili, hem parlamento üyeliklerini askıya almışlar hem de Bakanlar Kurulu’ndaki toplantılara katılmama kararı almışlardır.(4) Öte yandan Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin emri üzerine Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Sünni Arap Tarık El-Haşimi’nin gizli suikast timleri kurduğu gerekçesiyle yurtdışına çıkış yasağı getirilmiş ve hakkında tutuklama kararı alınmıştır. Bütün bu gelişmeler değerlendirildiğinde Maliki’nin, ABD’nin çekilmesinin hemen ardından özellikle Sünnilere yönelik “terörist” suçlamalarda bulunmasının arkasında büyük oyunların olduğu ve bunun Irak’ı siyasal ve toplumsal olarak bölünmeye doğru götürebileceği söylenebilir. Maliki’nin Sünni siyasilerle ilgili sergilediği tavrın perde arkasındaki sebepler şu şekilde sıralanabilir:

1. ABD’nin Irak’tan çekilmesi tartışıldığı sıralarda önemli bir senaryo ortaya atılmıştı. O da olası bir Kürt-Arap çatışmasının çıkması senaryosuydu. Eğer böylesi bir çatışma yaşansaydı, ABD ile Iraklı Kürtlerin ilişkisi olumsuz yönde etkilenir ve ABD’nin Irak’ta güvendiği bir numaralı müttefiki olan Kürtleri kaybetmesi ihtimali yükselebilir. Bu nedenle ABD, Kürt-Arap çatışmasının önüne geçmek için yeni bir formül bulmak zorundaydı. Çünkü Amerika için Irak’ta Kürtleri kaybetmek, Ortadoğu’daki pek çok hesabın karışması anlamına gelebilir. Özellikle şu hususu belirtmekte fayda vardır ki eğer ABD sonrası Irak’ta muhtemel bir Kürt-Arap çatışması yaşanırsa, bu çatışma Sünni Araplar ile Kürtler arasında meydana gelecektir. Şii Araplar zaten Bağdat yönetimine hâkim ve Kürtlerle bazı siyasi anlaşmazlıkları olsa da (gaz ve petrol yasası, bütçe sorunu ve tartışmalı bölgeler meseleleri gibi) bunun ciddi bir çatışmaya dönüşmesi Sünni Araplarla çatışma yaşama ihtimaline nispeten daha azdır. Bu açıdan bakıldığında ABD, Irak’ta olası bir Kürt-Sünni Arap çatışmasından ziyade daha önce de sıkça rastlanmış bir Şii-Sünni çatışmasını körüklemek istiyor görünmektedir. Dolayısıyla ABD, Kürtlerle ilişkilerini muhafaza etmek için Bağdat’taki Şii yönetim tarafından tecrit edilen Sünni Arapların, Kuzey Irak Kürt yönetimine sığınmasına ve bölgede yeni bir Kürt ve Sünni Arap bloğu oluşturulmasına çalışmaktadır. Bunu gerçekleştirmek için Irak Başbakanı Maliki’nin Sünni liderlere “terörist” damgası vurmasının bu bloğun oluşturulmasına zemin hazırladığı gözlemlenmektedir.

2. Maliki, ABD askerleri çekildikten sonra Irak ordusunda etkin olan Sünni rütbeli askerlerin olası bir darbe girişiminden ve yeniden Irak’ın Sünnilerin kontrolüne geçmesinden kaygı duymaktadır. Bu sebeple Maliki, Sünniler faaliyete geçmeden onların her türlü siyasi, ekonomi ve askeri gücünü pasifize etme amacını gütmektedir. Ayrıca Maliki, Irak’taki tüm alanları tek başına kontrol altında tutması gerektiğine inanmaktadır. Bilhassa, son aylarda Irak’ın Sünni vilayetleri olarak bilinen Selahattin, Anbar ve Diyale il meclislerinin özerklik kararı almalarının Maliki’nin, Sünni ağırlıklı bölgelere karşı uyguladığı baskıcı politikaların bir sonucu olarak dikkate alınabilir.

Yukarıda sözü edilen sebepler değerlendirildiğinde, Maliki’nin ABD askerlerinin çekilmesinin ardından sergilediği tutum, varolan mezhep kavgasını daha da artırmıştır. Aslında Maliki farkında olmadan ABD’nin Irak için yazdığı senaryonun baş aktörü konumunda davranmaktadır. Çünkü Irak’ta mezhepsel ve etnik bir catışma, ülkeyi yeniden kaosa ve çıkmaza sürükleyecektir. Bu bağlamda Sünni liderlere yönelik izlediği politikanın çıkardığı politikaların neticesinde Maliki, Irak’ın birliğini ve bütünlüğünü isteyen büyük bir halk kitlesinin desteğinden yoksun kalabilir. Irak’ta her geçen gün artan şiddet olaylarının ve Irak hükümetinin güvenliği sağlama konusundaki zaafı Maliki’yi zor durumda bırakabilir.

Kürt-Sünni Arap İttifakı Irak’ı Böler mi?

Irak’ta bölünme senaryoları ABD işgalinden sonra peş peşe gelmeye başlamıştır. Hatta Irak’ın üç bölgeye bölünmesini kolaylaştırmak için 2005 daimi Irak Anayasası’na “federalizm” kavramı yerleştirildi. Bu kavramla Irak’ı adım adım bölünmeye doğru götürülebilecek tüm yollar denenmeye başlanmıştır. Irak’ı parçalamanın ilk adımı Irak’ta “Arap” kavramının yok edilmesi ve Irak’ı Arap dünyasından uzaklaştırmaktı. Irak’ta 2003 yılından beri Arap kavramının yerini Şii-Sünni gibi dinsel ayrışmalar almaya başladı. Başka bir ifadeyle, Irak’ta ve hatta genel olarak Ortadoğu bölgesinde Arap etnisitesi yok olmaya mahkûm edildi. Böylece ABD işgalinden sonra etnik olarak telaffuz edilen tek kesim Kürtler oldu. Araplar ve Türkmenler, Şii-Sünni olarak ikiye bölünmeye çalışıldı ve bu senaryonun da şimdilik epey başarılı olduğu görünmektedir. Yani artık Irak’ta Şiiler, Sünniler ve Kürtlerin bulunduğu ifade edildi. İşte Irak’ın parçalanmasının ilk adımı etnik yapıyı mezhepsel yapıya dönüştürmek ve bölgeleri de üçe ayırarak (Şii, Sünni ve Kürt bölgesi) adlandırmaktadır. Dahası bu ayrışmayla birlikte Irak’ta her türlü mezhepsel çatışmaya destek veren ABD güçleri tarafından uygulanan politikalar sonucunda 1 milyon 200 bin Iraklının hayatına mal olduğu verilen birçok veriyle ispatlanmaktadır.

Bu çerçeveden bakıldığında, Irak’ın parçalanma senaryosunun ilk aşamasının tamamlandığı söylenebilir. ABD, ikinci aşama olarak Sünni Arapların federalizm kavramını benimsemesi veya kabullenmesini sağlamak istemektedir. Uzun bir süredir Sünnilerin baskı altında kalmaları durumunda Irak’tan ayrılacakları tehdidinde bulunmaları Irak’ı bölme senaryosunun ikinci aşamasında da mesafe alındığını göstermektedir. Bu aşamanın ilk sinyalini Irak Parlamentosu Başkanı Sünni Arap Usame El-Nuceyfi Haziran 2011’de Washington’u ziyareti sırasında yaptığı açıklamada vermişti. El-Nuceyfi’nin demecine göre, eğer Sünniler baskıya maruz kalırsa Irak’tan ayrılacaklardı.(5) Diğer taraftan Sünniler, işgalden beri Irak’ın toprak bütünlüğünü savunarak federalizmi reddetmekteydi. Ancak son zamanlarda Irak’ın bölünmesi konusunda Sünniler daha istekli görünmektedir. Bu durum Irak’ın bölünmesinin giderek daha ciddi bir hal aldığı görüntüsü vermektedir. ABD askerlerinin çekilmesi Irak’taki siyasi ve toplumsal dengeleri iyice değiştirmiştir. Öyle ki, bölünme tehditleri artık Irak’ın bütünlüğünü savunan kesimden (Sünnilerin özerklik talebi) gelmeye başlamıştır. Üçüncü aşamaysa Irak’ı şimdiki konumuyla özerk bölgelere ayırarak bir süreliğine küçük devletçiklere dönüştürmek ve daha sonra da üç bölge (Şii, Sünni ve Kürt bölgesi) altında toplamak olduğu söylenebilir.

Bütün bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde, ABD askerlerini çeker çekmez Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin Sünni liderlere uyguladığı yönetimden uzaklaştırma politikası sonucunda Irak’ın siyasi sahnesinde yalnızlaştırılan Sünnilerin, Kürtlerle olası bir ittifak kurması Irak’ın bölünmesi ihtimalini akıllara getirmektedir. Bu noktadan hareketle Irak’ta ortaya çıkması muhtemel yeni siyasi denkleme bakıldığında, Iraklı Kürtlerin desteklediği federatif yapının içinde kurulması öngörülen muhtemel bir Kürt-Sünni Arap bloğunun bölgesel destek çerçevesinde Şiilere karşı oluşacağını söylemek mümkündür. Böyle bir ittifak kurulursa bundan en çok kazançlı çıkacak Kuzey Irak Kürt yönetimi olur. Kürtlere iki şekilde fayda sağlayabilirler. Birincisi Kürtler, Bağdat yönetimi ile yaşadığı bazı siyasi krizlerde (gaz ve petrol yasası gibi) bu ittifak sayesinde elini güçlendirerek birçok konuda Maliki’yi zorlayabilir. İkinci fayda ise, Bağdat ile Erbil arasında gerilim konusu olan ihtilaflı bölgelerde (Kerkük, Musul, Diyale, Hanekin vs..) peşmerge güçlerinin hareket serbestisi genişleyebilir. Kürtlerin, Irak’ta yeniden tırmanan Şii-Sünni gerginliğinden faydalanacağı söylenebilir. Ayrıca Kürtlerin, Sünni Arapları Şiilerden koruması görüntüsünün bölgedeki Sünni Arap ülkeleri tarafından da desteklendiğinde, Kuzey Irak’a Arap sermayesinin aktarılmasının sağlanması ve arttırılması beklenebilir. Burada İran faktörünü gözardı etmemek gerekir. Kuzey Irak Kürt yönetiminin, Sünni Arapları korurken İran’la olan ilişkilerinin bozulmaması için oldukça temkinli davranmaları gerekmektedir. Şunu da ifade etmekte fayda vardır ki Kürtler, Maliki ile Haşimi arasındaki gerilimi fazla göze batmadan kendi lehlerine dönüştürmeye çalışmaktadır. Dikkat edilirse Kürtler, hem Bağdat’ta hem bölgede Irak’ın siyasi sahnesinde başrolde olmak istediklerini gizlememektedirler. Barzani’nin, Bağdat’taki Şii-Sünni gerginliği (Tarık El-Haşimi ve Salih Mutlak olayı) sonrasında acilen Erbil’de “ulusal konferans” yapılması için çağrıda bulunması, İran ile de dengeli ilişkilerinin olumsuz yönde etkilenmemesinden dolayı olduğu düşünülebilir.

Irak’taki Siyasi Kriz ve Türkmenler

ABD’nin, Irak’ı işgal etmesiyle beraber Irak’taki yeni siyasi denklemin Kürtler, Şiiler ve Sünniler üzerinden hesaplanmasından ötürü Türkmenler 
Bağdat’taki iktidar paylaşımında devre dışı kalmıştır. Türkmenlerin bu sürece uzak kalmalarının diğer sebepleri arasında siyasi olarak deneyimli bir 
geçmişe sahip olmayışı, Irak’ın yeni siyasi olgusunu algılayamamaları, ABD güçleri tarafından da herhangi bir destek görmemeleri sayılabilir. 
Dolayısıyla işgal sonrası Irak’ta Türkmenler Irak Türkmen Cephesi (ITC) çatısı altında Irak’ın üçüncü unsuru olmasına rağmen yeni Irak’ın siyasi 
oluşumunda bir mevcudiyet mücadelesi vermek zorunda kalmışlardır. Bununla birlikte Irak’ta meydana gelen gelişmelerden en olumsuz etkilenen kesim 
Türkmenler olmuştur. Özellikle de Irak’ta bulunan Türkmen bölgelerinde sıklıkla şiddet ve adam kaçırma olayları yaşanırken Türkmenlere yönelik faili 
meçhul saldırılar düzenlenmektedir. Türkmenlerin, ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle beraber Irak’taki siyasi krizden ve şiddet olaylarının artmasından 
zarar görmeleri kaçınılmazdır. 

Çünkü Irak Türkmen Cephesi, 7 Mart 2010 seçimlerinde El-Irakiye listesinde yer almıştır. Allavi’nin listesinden seçimlere giren Türkmenler, listedeki 
milletvekillerinin üyeliklerinin askıya alınması sebebiyle yönetimden çekilmişlerdir. Yani ITC, El-Irakiye listesinde yer almasından dolayı Bağdat’taki 
çekişmelerden sonra siyasi denklemde yer almamaktadır. Irak’taki gelişmeleri Türkmenler açısından değerlendirdiğimizde var olan çekişmeden nasıl 
etkilenecekleri şu şeklide sıralanabilir:

- El-Irakiye listesinde yer alan ITC’nin, Maliki ve Haşimi’nin siyasi çekişmesinin Şii-Sünni çatışmasına dönüşmesi, Türkmenler arasındaki Şii-Sünni 
ayırımını tetikleyebilir. Çünkü Maliki’nin liderliğindeki Kanun Devleti listesinde bulunan Şii Türkmenler, söz konusu krizden etkilenip ITC’yi Sünni olarak 
niteleyebilir. Bu durumda 9 senedir Türkmenler arasındaki Şii-Sünni ayrışmasını önlemeye çalışan ITC çok zor bir tabloyla karşı karşıya kalabilir. 
Bu açıdan bakıldığında, ITC tarafından bir heyet oluşturulması ve Maliki listesindeki Türkmen siyasileriyle böyle bir durumun ortaya çıkmasını engellemek için görüşülmesi gerekmektedir.

- ABD güçlerinin çekilmesiyle birlikte Irak’ta yeniden körüklenen Şii-Sünni çatışmasının Türkmen bölgelerine de sıçraması halinde Türkmenler de ister 
istemez bu ikili çekişmeye müdahil olabilirler. Dolayısıyla ITC’nin bu hassas dönemden Türkmenleri mezhepsel ayrışmaya sevk etmeden bir politika 
izlemesi gerekmektedir. ITC, El-Irakiye listesi gibi bir oluşumda yer alması başlangıçta çok olumlu karşılanabilirdi. Fakat bunun uzun vadeli bir politika 
olmadığını ve El-Irakiye listesi ile Maliki arasında yaşanan herhangi bir anlaşmazlığın mezhep kavgasına dönüşeceğini ITC’nin önceden hesaplaması gerekirdi. 

Başka bir ifadeyle, Maliki ile Allavi veya Haşimi arasında ortaya çıkan siyasi sorunların, Şii-Sünni hesaplaşması olarak görülmesinin Türkmenleri de olumsuz 
etkileyeceğini değerlendirilebilirdi. Şunu belirtmek gerekir ki, Türkmenler kendi aralarında mezhepsel bir çatışmaya girmezler ama Maliki listesine sempati 
duyan kesim ITC’den uzaklaşabilir.

Bütün bu olaylar ışığında Türkmenler incelendiğinde, Irak Türkmen Cephesi’nin, El-Irakiye ittifakında yer alsa dahi istisnai bir durum olarak kendi 
listesinden bağımsız bir politika izleyebilir. Maliki ve Haşimi’nin siyasi çekişmesi yüzünden Türkmenler arasına nifak düşürmenin bir anlamı yoktur. Öte yandan ITC’nin, Maliki-Haşimi arasındaki krizde “arabuluculuk” rolünü dile getirmesi ve üstlenmesi Türkmenlerin Irak’taki siyasi arenada söz sahibi olması için önemli bir adım olacaktır ve Irak’ta bir denge unsuru olduklarını ispatlayacaktır. Başka bir deyişle ITC, Irak’ta meydana gelen mezhepsel ve etnik olaylarda taraf tutmamakla beraber arabuluculuk yapma görevini dile getirip taraflara resmi bir şekilde bildirmelidir. Çünkü Türkmenlerin söz konusu mezhep çatışmasından kurtulmaları için gereken en öncelikli şey dengeli ve çok boyutlu bir siyasetin izlenmesidir. Bu nedenle ITC yönetiminin böylesi durumlarda acil kriz masaları oluşturarak olayları değerlendirip siyasi anlaşmazlık yaşayan taraflarla irtibata geçmesi gerekmektedir.

ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Bölge Ülkelerine Yansımaları

Ortadoğu bölgesi genel olarak bir değişim sürecine girmiş durumdadır. 2011 yılının başından beri bölgedeki halk ayaklanmalarının Tunus’tan başlayarak bölgede birçok ülkeye yayılması Arap ülkelerindeki bazı yönetimlerin değişmesine sebep olmuştur. Bölgesel güçler (Türkiye, İran ve Suudi Arabistan) ve Küresel güçler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) Arap ülkelerindeki “halk devrimi” ile ilgilenirken, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinin hemen sonrasında Irak’ta patlak veren siyasi kriz söz konusu değişim sürecini adeta gölgede bırakmıştır. ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından ortaya çıkan boşluğu kimin dolduracağı tartışmaları 2008 yılından beri gündemdedir. Bu çerçeveden dikkat edildiğinde, Irak’ta ABD sonrası doğacak boşluğu doldurmak için bölgesel bir rekabetin oluşacağını kestirmek elbette ki zor değildir. Çünkü Irak’taki etnik ve dinsel çeşitliliğin varlığından dolayı her halükarda bölgesel bir mücadelenin ortaya çıkacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Irak artık bölgesel güçlerin Ortadoğu’ya yönelik siyasi üstünlük sağlama ekseninde önemli bir kilit noktadır. Bu sebeple Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve İsrail, Irak’taki belli kesimler üzerinden dolaylı veya doğrudan doğacak boşluğu doldurma çabaları içerisine girebilirler. Belki bu denklemde İsrail pek görülmeyebilir ancak gizli olarak önemli bir aktör olduğu göz önünde bulundurulabilir.

ABD’nin çekilmesinin ardından, Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık El-Haşimi olayından sonra Irak’ta bölgesel rekabet resmen başlamıştır. Maliki (Kanun Devleti listesi) ve Haşimi (El-Irakiye listesi) arasındaki krizin Şii-Sünni çatışmasına dönüşmesinin bölge ülkelerine de olumsuz yansımaları olduğu görülmektedir. Aslında burada amaç Maliki-Haşimi çekişmesinin bölgesel siyasi bir müdahaleye dönüştürülmesi ve Irak içindeki Şii-Sünni çatışmasının ülke üzerindeki bir tür güç mücadelesi adı altında bölgeselleştirilmesidir. Dahası Irak’taki doğan boşluktan Şii-Sünni çatışmasını çıkarmak ve Türkiye ile İran’ı bölgede karşı karşıya getirmek olduğu değerlendirilmektedir. Bununla birlikte İran’a karşı Şii jeo-politiği üzerinde Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan üçgeninde Ortadoğu’da bir Sünni bloğu oluşturulmak istendiği ifade edilebilir. Bu nedenle Türkiye’nin Haşimi olayına fazla müdahale etmemesi ve Haşimi’nin Türkiye’ye sığınması yerine Irak’ta kalmasının daha iyi olduğunu dile getirmesi, Ankara’nın Irak’taki tüm kesimle aynı mesafede olduğu politikasını sürdürmesi açısından önemlidir. Ancak şu hususu da unutmamak gerekir, Türkiye’nin Irak’taki olaylara anında müdahale etmesi Şii-Sünni çatışmasını önlemesi, aktif siyaset izlemesi ve Irak’taki boşluk üzerindeki kapışmada söz sahibi olması için hayati bir meseledir. Çünkü Irak’ta söz sahibi olan bir bölgesel güç tüm Ortadoğu’yu etkisi altına alabilir. Son dönemlerde Türkiye’nin Irak politikasına bakıldığında, ekonomik ve ticari alanda Irak’ta her geçen gün varlığını artırdığını ancak siyasi olarak bir nebze de olsa bölgeden uzaklaştığı görülmektedir. Dolayısıyla Davos ve Mavi Marmara hadisesinden sonra İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesen Türkiye’nin, ABD sonrası Irak’ta aktif rol alması Tel-Aviv tarafından memnuniyetle karşılanmayabilir. Öte yandan önümüzdeki süreçte ABD’nin Irak’taki olası Kürt-Arap çatışmasının önüne geçmek için Iraklı Şiilere destek vermesi dolaylı olarak İran ile hareket ettiği şeklinde yorumlanabilir. Yani ABD’nin, yeni Irak stratejisi İran’ın Bağdat üzerinde oynadığı rolünü güçlendirebilir. Bu nedenle Irak’ta oluşan ABD, İran ve Şiiler üçgenine bölgede önemli bir aktör olan Türkiye’nin, bu denklemin içinde bölgesel dengeyi korumak amacıyla yer alması gerekmektedir.

Sonuç:

Irak, ABD işgali sonrasında çok hassas bir dönemden geçmekte ve yaşanan siyasi ve mezhepsel çekişmeler nedeniyle geleceğe dönük olumlu sinyaller vermemektedir. ABD işgalinden bu yana ülkedeki gelişmelere bakıldığında her mücadelenin neticesinde bedeli sadece ve sadece Irak halkı ödemektedir. Irak’ın işgaliyle birlikte meydana gelen mezhepsel ve etnik çatışmalardan dolayı doğan güvenlik sorunu ve şiddet olayları her geçen gün artmaktadır. Irak halkı ABD işgalinden beri Bağdat’taki yöneticiler arasındaki siyasi çekişmeden sıkılmış durumdadır. Irak’ın asıl sorunu siyasi olarak yansıtılsa da bu sorunun yalnız Bağdat’ta olduğunu ifade etmek mümkündür. Irak’ın günümüzdeki en temel sorunu işsizlik, elektrik, su gibi öncelikli ve yaşamsal hizmetlerin sağlanamamasıdır. Irak toplumsal olarak ekonomik dengesizliği ve adaletsizliği yaşamaktadır. Çünkü bir kesim gittikçe zenginleşmektedir ve büyük orandaki bir kesim de gitgide fakirleşmektedir. Bunun giderilmesi için çalışmak gerekirken, Iraklı siyasiler kendi bireysel çıkarları ve siyasi getiri elde etmeye çalışmaktadırlar.

Öte yandan ABD’nin çekilmesi ile birlikte baş gösteren Tarık El-Haşimi olayı, Irak’ta hem mezhepsel çatışmayı artırabilir hem de Mart 2010’da yapılan son seçimlerden sonra 10 ay sonra ancak kurulabilen Irak hükümetinin de dağılmasına sebep olabilir. Haşimi meselesi her ne kadar hukuksal bir konu olarak yansıtılsa da aslında siyasallaşmıştır. Bu nedenle Haşimi meselesi Irak’ta kritik bir konudur. Maliki, Tarık El-Haşimi’nin yargı karşısına çıkması ve beraat etmesi durumunda kendisinin görevde kalmasının etik olmayacağını ve istifasını gerektireceğini de dikkate almalıdır. Ayrıca, Maliki görevini bırakmadığı takdirde Arap ülkelerinde yaşanan halk isyanının Irak’ta da yaşanması beklenebilir. Özetle söz konusu olayla ilgili denebilir ki, Haşimi olayının yargıya intikâl etmesiyle beraber ya Maliki ya da Haşimi görevini bırakmak zorunda kalacaktır. Aksi takdirde Irak’ı her iki lider kaosa sürüklemeye devam edecektir.
Bütün bu gelişmeler bölgesel bazda incelendiğinde, Irak yönetiminde siyasi bir anlaşmazlığın ve rekabetin çıkmaya başladığı söylenebilir. Bunun yanısıra, Irak bu denli sorunlarla boğuşurken, hiçbir bölge ülkesinin “bekle gör” politikası izleme şansı yoktur. Çünkü Irak’ın güvenliği ve istikrarı tüm bölgenin istikrarı açısından mühim bir meseledir. Özellikle Türkiye’nin, İran’ın ve Suudi Arabistan’ın hatta buna diğer Arap ülkeleri de dahil edilebilir, Irak üzerinde güç mücadelesi vermekten öteye işbirliği yapmaları ve birlikte hareket etmeleri Irak’ın söz konusu tehlikeden kurtarılması bakımından kritik önemdedir. Önümüzdeki süreçte Irak’ı bölgesel bir rekabet alanına dönüştürmemek için, bölge ülkelerinin, özellikle de Türkiye ve İran’ın Irak konusunda beraber adım atmasının Irak halkı için hayati meselelerden biri olduğunu söylemek mümkündür.

Son Not:

(1)http://thawra.alwehda.gov.sy/_archive.asp?FileName=14165521720111221202820

(2)http://www.mujaz.me/coverages/2538401/read/1551507

(3)http://www.cfr.org/iraq/us-security-agreements-iraq/p16448

(4)http://www.albaghdadia.com/n/iraq-polotics/34002-2011-12-16-19-08-44.html

(5)http://www.aljewar.org/news-33297.aspx

http://www.bilgesam.org/incele/1132/-abd'nin-irak'tan-cekilmesinin-irak-ve-ortadogu'ya-olasi-etkileri/#.W5DSGCQzbIU


***

ABD NİN IRAKTAN ÇEKİLİŞİ

ABD NİN IRAKTAN ÇEKİLİŞİ


Yazan  Burak ÇINAR*  
09 Ekim 2009
Yayınlandığı Kategori
Amerika Araştırmaları Merkezi
* 21. Yüzyıl Enstitüsü ABD Araştırmaları Bölüm Başkanı.


Irak’taki savaşta umduğunu bulamayan Amerikan Hükümeti’nin bölgeden çekilme kararı vermesi, ağır kayıplara rağmen ülkedeki siyasi istikrarın sağlanması konusunda umudunu kaybetmesinden kaynaklanmaktadır.
Aynı zamanda savaşın başlatılmasında ana neden olarak gördüğü ve Irak'ta olduğunu iddia ettiği Kitle İmha Silahları'na (KİS) ulaşamaması ve Afganistan'da 2008'den başlayarak inanılmaz bir tırmanışa geçen olaylar, ABD'nin Irak'taki hukuki altyapısının eksik olduğu savaşı bırakmasına yol açtı. Bunun itibarını fazla sarsmaması için kendi kamuoyuna artık Saddam rejiminin devrildiğini ve böylece siyasi sonuca ulaşıldığını sundu ve akabinde Vietnam'da yaptığı gibi "Iraklaştırma" programını hızlandırarak muharip birlikleri önce şehir dışındaki üslere çekti. 2010 Ağustos'unda muharip birliklerin ülkeden çekilmesi tamamlandığında ülkede sadece destek kuvvetler kalacak ve onlar da 2011 sonunda tamamen anavatana dönmüş olacak.[1]

Bu uygulama Amerikan tarihinde daha önceden tecrübe edilmiştir. Amerikan Ordusu verdiği ağır kayıplara rağmen Vietnam'da sonuca ulaşamayacağını anlayınca, 1969'da başlattığı "Vietnamlaştırma" programıyla ülkenin batıdaki dağlık alanların güvenliğini Güney Vietnam Ordusu'na devretmiş ve muharip kuvvetlerini kıyı kesimine çekilmişti. Bunu da ülkeden tamamen çekilmesini izlemişti. Destek kuvvetlerinin ülkeyi boşaltması ise 1973'te tamamlanmıştı.

Saddam Rejiminin Devrilmesi,

ABD'nin 19 Mart 2003 gecesi başlattığı Irak Savaşı'nın harekât aşaması 1 Mayıs'ta Amerikan zaferiyle sonuçlanmıştı. Amerikan birlikleri 9 Nisan'da Başkent Bağdat'a girmiş, böylece Saddam Hüseyin'in dikta rejimi devrilmişti. Ancak kendisi uzun bir süre gizlendikten sonra yakalanabildi ve yargılandıktan sonra 30 Aralık 2006'da idam edildi.

Saddam Hüseyin'in ortadan kaldırılmasına rağmen ABD'nin daha bu bölgede kalmasının meşruluğunun kalmaması, ordusunun buradaki varlığını zorlaştırmaya başladı. Çekilme için 2008'deki Başkanlık Seçimleri sonrası beklenmeye başlandı. Bu sayede yeni başkan Barrack Obama, tüm sorumluluğu alarak Irak'tan çekilme kararı aldı.

Çekilme Öncesi Irak,

Saddam Hüseyin'in aranması sürerken diğer yandan da asıl sorun olan KİS'nın nerede oldukları araştırılıyordu. Ancak bunların bulunmadıklarının kesinleşmesi, ABD'ye ciddi itibar kaybettirdi. Bu arada toplamda 4000'i ölü olmak üzere 36.000'i aşan Amerikan kayıpları, Irak'ta bulunan 150.000 kişilik Amerikan Ordusu için ciddi bir sorun oluşturuyordu.[2] Buna insan hakları konusunda ardı ardına çıkan skandallar ve şehirlerdeki gerillalara karşı yapılan bombardımanlarda çok sayıda sivilin öldürülmesiyle gelen itibar kaybı da eklendiğinde, zaten burada kalması için meşru bir nedeni de kalmamış olan Amerikan Ordusu'nun çekilme zamanının geldiği görülüyordu.

Irak'ta 2007'den başlayarak, olayların sayısında ciddi bir düşüş göze çarpmaktadır. Irak'taki Amerikan kuvvetlerinin komutanı olan General Ray Odierno'nun verdiği bilgiye göre Ağustos 2007'deki olay sayısı 4000 iken, Eylül 2009'da 600'e kadar gerilemiştir.[3] Ancak istatistikler başka bilgilerle birlikte yorumlanmalıdır. Olaylarla birlikte Amerikan Ordusu'nun kayıp verme sayısının azalması, etnik bölünmeye uğramış olan Irak'ın iç savaşa doğru gittiği gerçeğini saklayamaz. 19 Ağustos'ta bombalı kamyonların Maliye ve Dışişleri bakanlıklarına düzenledikleri büyük saldırılarda 100 kadar insanın öldürülmesi, Irak'ta güvenliğin sağlanamadığının bir göstergesidir.[4]

Irak Savaşı Yerine Afganistan Savaşı,

Afganistan'daki Amerikan varlığı Orta Asya'daki tali enerji kaynaklarını etkileyeceğinden, Rusya'nın süper güç adaylığı önünde önemli bir engel olabilir. Dolayısıyla kısıtlı olan muharipleri farklı iki bölgeye dağılan ve bu suretle iki cephede birden savaşmakta ciddi anlamda zorlanan Amerikan Ordusu, Irak'tan çekilerek burada yorulan birliklerini anavatanda bir süre dinlendirip ardından Afganistan'a yollayabilecektir. Sonuç olarak, Rusya'nın Ortadoğu'da doğrudan bir etkisi olmaması, ABD'nin burayı terk ederek Afganistan'daki savaşa ağırlık vermesi anlamlıdır. Kaldı ki, Afganistan'daki savaşın hukuki altyapısı hazır olup, ABD'yi sarsmayı başaran ve bu bölgede karargâh kurmuş olan terör örgütü El Kaide'yi yok etme hedefini hem iç, hem dış kamuoyuna daha rahat anlatabilmektedir.

Çekilme Süreci,

Şu anda 124.000 Amerikan askeri bulunan Irak'ta, Ekim 2009 sonunda bu sayı 120.000'e düşürülecek.[5] Odierno'nun söylediğine göre Ocak seçimleri sonrasında asker sayısı 110.000-120.000 seviyesine inecek ve gelecek Eylül'den itibaren sadece 50.000 asker geçiş süreci için ülkede kalacak.[6] Ancak bu süreçte Amerikan birliklerinin yerini alacak olan ve şu anda bile daha bağımsız çalışmak isteyen Irak güvenlik güçlerinin pek hazır olmadıkları düşündürücüdür.[7] Bu durum ileride Amerikan yanlısı bir Irak Hükümeti'ni imkânsız kılacaktır. Ayrıca Kuzey Irak için de yeni sorunlar yaratabilecektir.

Bu arada Amerikan askeri kaynakları Irak'taki olay sayısının azalmasının yanısıra, 19 Ağustos'taki bombalı eylemlerden sonra Bağdat'ta da istikrarın geliştiğini söylemektedir.[8]Bu durum daha ziyade Amerikan yetkililerin, çekiliş gerekçesini güncel tutma girişimidir. Ara sıra vuku bulan ama oldukça etkili olan bu tür olayların, Bush Yönetimi'nin son zamanlarında alınan kararla Amerikan Ordusu'nun şehirlerden çıkarak güvenli bölgeleri olan devasa üslere çekilmelerini tersine çevirmemesi, yani tekrar şehir savaşlarına bulaşarak kayıp vermemeleri, Obama Hükümeti için son derece önem arz etmektedir.

Sonuç,

ABD'nin Irak'tan çekilmesi, Afganistan'daki savaş için umutları biraz olsun artırdı. Bu sayede çekilen birliklerin bir kısmı Amerika'da dinlendirildikten sonra Afganistan'a sevk edilebilecektir. Kore ve Güney Kafkasya'da ABD'nin sınırlanan etkisi de bu bölgelere bazı birliklerin kaydırılmasını gündeme getirebilir.

ABD'nin çekilmesi sürecinde birliklerin hızla azalması beklenen Mart-Eylül 2010 döneminde gerçekleşecek olaylar, Irak'ın yakın gelecekte istikrarının nasıl olacağını gösterecektir. Eğer direnişçiler güçlerini muhafaza ediyor ve Amerikan çekilişini bekleyerek gizleniyorlarsa, bu dönemin Sünni-Şii Savaşı'nın miladı olacağını söyleyebiliriz.

Bu arada Amerikan Ordusu'nun tamamının çekilmesinin, Irak'taki duruma bağlı olarak 2012'ye sarkabileceğini de düşünmeliyiz. Burada önemli bir nokta, çekilecek olan birliklerin düzenli ordu olduğu, Özel Kuvvetler'in bundan bağımsız olacağı gerçeğidir. Dolayısıyla özellikle Kuzey Irak'taki Yeşil Berelilerin faaliyetleri bir süre daha devam edebilir. Bu faaliyetler, Türkiye, Suriye ve İran için son derece önem taşımaktadır.

KAYNAKÇA;

[1] General Ray Odierno, Amerikan birimlerinin muharebe görevlerini 2010 Eylül'ünde sona erdireceğini açıklamıştır. Bkz. "US Speeding up Iraq Withdrawal", Associated Press, September 30, 2009, http://www.military.com/news/article/us-speeding-up-iraq-withdrawal.html?ESRC=eb.nl (09.10.2009).

[2] ABD'nin Irak Savaşı'nın Mart-Nisan 2003'teki harekât safhasında verdiği kayıplar 138 ölü ve 542 yaralı olmak üzere toplam 680'di. Bunu izleyen düşük yoğunluklu çatışma safhasında, Mayıs 2003-Eylül 2009 arasındaki kayıpları ise 4124 ölü ve 29.620 yaralı olmak üzere toplam 33.744 olmuştur. Bkz. GlobalSecurity.org, http://www.globalsecurity.org/military/ops/iraq_casualties.htm (09.10.2009). Bunun haricinde müttefik ülke askerlerinden ölenlerin sayısı da 318'dir. Bkz. John F. Burns, "John Burns Q and A: Ending the War in Iraq", New York Times, September 29, 2009, http://atwar.blogs.nytimes.com/2009/09/29/john-burns-q-and-a-ending-the-war-in-iraq

[3] "US Speeding…".

[4] "US Speeding…".

[5] "US Speeding…".

[6] "Pentagon Announces Iraq Troop Rotations, Extensions", American Forces Press Service, Oct. 8, 2009, http://www.globalsecurity.org/military/library/news/2009/10/mil-091008-afps01.htm (09.10.2009).

[7] "Heath Druzin In Rural Iraq, GIs Tread Lightly", Stars and Stripes, October 06, 2009, http://www.military.com/news/article/in-rural-iraq-gis-tread-lightly.html?ESRC=eb.nl (09.10.2009).

[8] Gerry J. Gilmore, "Commander Cites 'Steady Progress' in Baghdad as Attacks Drop", American Forces Press Service, http://www.globalsecurity.org/military/library/news/2009/10/mil-091008-afps03.htm (09.10.2009).

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/amerika-arastirmalari-merkezi/abdnin-iraktan-cekilisi


***

ABD Iraktan Çıkış Senaryoları HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 14

ABD Iraktan Çıkış Senaryoları HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 14


ABD’NİN IRAK’TAN MUHTEMEL ÇIKIŞ SENARYOLARI VE BÖLGEDE MEYDANA GETİREBİLECEĞİ SONUÇLARIN U/A 
HARP VE HAREKÂT HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Mu.Yzb. Adem ARAS 


ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları çeşitli açılardan zaman boyutu ile değerlendirilebilirse de, hukuken bu senaryolardaki zaman boyutundan çok şekil boyutu önem kazanmaktadır. Bu kapsamda konuya Uluslararası Hukuk, Harp ve Harekât Hukuku ve Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı ile ilgili kısa bilgiler vererek başlamak istiyorum. 

1. Uluslararası Hukuk 

Uluslararası Hukuk egemen devletlerin karşılıklı rızaları ile oluşur. 
Uluslararası Hukuku oluşturan kaynaklar asli ve yardımcı kaynaklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Asli kaynakları; uluslararası anlaşmalar, örf ve adet kuralları ve hukukun genel ilkeleri; yardımcı kaynakları ise, mahkeme kararları, doktrin ve hakkaniyet ve nısfet oluşturmaktadır. 

Uluslararası Hukukun etkinlik açısından iç hukuka nazaran bazı zayıf yönleri mevcuttur. İç hukukta egemenlik yetkisini kullanan devlet otoritesi, kanun koyucu yasama organı, mecburi yargı ve uluslararası kolluk gibi zorlayıcı bir kuvvetin olmaması Uluslararası Hukukun İç Hukuka nazaran zayıf yönlerini oluşturmaktadır. 

2. Harp ve Harekât Hukuku 

Harp ve Harekât Hukuku, silahlı çatışmaya başvurmanın meşruluğu (jus ad bellum) ve silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kurallar (jus in bello) olarak iki başlıkta incelenebilir. BM sisteminde saldırı savaşlarının yasaklanması ile birlikte, silahlı çatışma ancak BM şartında belirlenen istisnalar dâhilinde hukuki olabilmektedir. Silahlı çatışma esnasında uyulması gereken kuralları düzenleyen silahlı çatışma hukuku ise çatışma esnasında şiddet kullanımını sınırlayan Uluslararası Hukukun bir dalıdır. 20’nci yy. başlarına kadar örf ve adet hukuku olarak uygulanan kuralların, bu tarihten itibaren yazılı hâle 
getirilmesi ile oluşan SÇH, çatışma sonrasında taraflar arasında kalıcı bir barışın tesis edilebilmesi için gerekli ortamı hazırlamak üzere düzenlemeler içermekte dir. Silahlı Çatışma Hukuku, ihtilafın askerî gerekler ile insani gerekler arasında bir denge kurularak azami derecede insanileştirilmesini amaçlamaktadır. 

Silahlı Çatışma Hukuku kuvvet kullanmanın meşruluğu (jus ad bellum) konusu ile ilgilenmez. Her ne sebeple olursa olsun silahlı çatışmanın başlaması ile devreye girer ve bu çatışmanın etkilerini mümkün olduğunca azaltmak ve insani hâle getirmek için bazı düzenlemeler ortaya koyar. Silahlı Çatışma Hukuku birçok konuda düzenlemeler içermekle birlikte, Cenevre Hukuku olarak da tanımlanan bu kuralları 12 Ağustos 1949 tarihli Kara ve Deniz Harbinde Hasta ve Yaralılar ile Kazazedelerin Durumlarının İyileştirilmesi, Harp Esirlerine 
Yapılacak Muamele ve Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına dair dört 
Sözleşme ile 8 Haziran 1977 tarihli Uluslararası Silahlı Çatışma Kurbanları ile Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına Dair Ek Protokoller oluşturmaktadır. 

3. Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı 

Kuvvet kullanma ile ilgili hukuksal ilkeler sürekli bir devinim ve değişim içinde olmakla beraber BM Antlaşması’nda çizilen çerçevenin hukuksal yapının temelini oluşturduğu, üzerinde mutabık olunan bir gerçektir. Uluslararası politikada yönlendirici konumundaki devletlerin özellikle ABD’nin bile kuvvet kullanımlarını bazen bu kurallara uymasa da BM sistemine uydurmaya gayret göstermesi bu yargının bir ispatıdır. 

BM Sözleşmesinin 2’nci madde 4’üncü fıkrası ilke olarak bir üye devletin, herhangi başka bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmasını veya BM amaçları ile bağdaşmayan diğer herhangi bir tarzda tehdit veya kuvvet kullanımını açıkça yasaklamıştır. Üye devletler kuvvet kullanmaya ilişkin yetkilerinden Güvenlik Konseyi lehine feragat etmişlerdir. 

BM sözleşmesi çerçevesinde kuvvet kullanımına yalnız iki durumda müsaade edilmiştir: 

. Güvenlik Konseyi kararı ile (Madde 39, 41, 42) 
. Meşru müdafaa çerçevesinde (madde 51) 

BM Sözleşmesi kuvvet kullanımını sınırlandırmasına rağmen, Uluslararası Hukukta bu konuyla ilgili yeni yorum ve gelişmeler söz konusudur. 

a. BM Kararı ile Kuvvet Kullanma 

BM kararı ile kuvvet kullanımı Güvenlik Konseyi’nin yetkisindedir. 
Barışın tehdidi, bozulması ve bir saldırının tespiti durumunda Güvenlik Konseyi kuvvet kullanımı da dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbirler uygulanmasına karar verebilir. 

BM’nin barış için birlik kararı doğrultusunda istisnai hâllerde Genel Kurul da kuvvet kullanımı dâhil olmak üzere zorlayıcı tedbir kararı alabilmektedir. 

b. Meşru Müdafaa 

Meşru müdafaa BM Sözleşmesi’nin 51’inci maddesinde düzenlenmiştir. Münferit olabileceği gibi müşterek (kolektif) olarak da kullanılabilen bir haktır. Bir müdahalenin meşru müdafaa sayılabilmesi için silahlı bir saldırının varlığı, bu saldırıyı defetmek için kuvvet kullanımına gereklilik ve kullanılan kuvvette orantılılık ile bu hakkın BM Güvenlik Konseyi gerekli tedbirleri alana kadar kullanılması gerekir. 

(1) Erken Meşru Müdafaa 

Erken meşru müdafaa, potansiyel bir tehlikeye karşı girişilen bir harekât değildir. Başlamış bir saldırı henüz hedefine ulaşmadan müdahale etmek, yani saldırgandan hızlı davranmaktır. 

(2) Önleyici Meşru Müdafaa 

Uluslararası Hukukta meşru müdafaa kavramına eklenen yeni bir yorumdur. Çok yakın bir gelecekte hedef devletin hayati ve millî menfaatlerine yönelik ağır sonuçlar doğurabilecek bir silahlı saldırı ihtimali olabilir. Barışçı bir çözüm yolu yoksa ve başka da bir seçenek kalmamışsa; silahlı saldırı başlamamış bile olsa meşru müdafaa amacıyla kuvvet kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Önleyici 
(preemptive) meşru müdafaa olarak adlandırılan bu durum, uygulayan devletin amacı açısından öznel olabileceği için, Uluslararası Hukukun henüz kabul görmüş bir ilkesi değildir. 

c. İnsani Amaçlarla Müdahale 

Birleşmiş Milletler GK kararı olmadan insani amaçlarla askerî müdahale kavramı NATO’nun Kosova operasyonu sonrasında ortaya çıkmıştır. “Koruma yükümlülü ğü” olarak da adlandırılmaktadır. 
İnsani amaçlarla müdahale insanların yaşamasını temin ve can güvenliğinin 
korunması sorumluluğu demektir. 

 Güvenlik Konseyi’nin aldığı zorlayıcı tedbirler durumu kontrol altına almayı veya sorunu çözmeyi başaramayabilir. İlgili devlet bu konuda aciz ve/veya isteksiz kalabilir. Güvenlik Konseyi kuvvet kullanma kararı alamayabilir. Bu durumda devletler topluluğunun diğer üyeleri insani amaçlarla bir müdahalede bulunabilir. Bu yorum Uluslararası Hukuk açısından genel kabul görmüş bir ilke değildir. Böyle bir durumun meşruiyeti ancak zımnen kabul görmesi ile olabilir. Kosova operasyonu bu duruma en güzel örnektir. 

4. ABD’nin Irak’a Müdahalesi 

Irak’ın silahsızlanma programının BM bünyesinde oluşturulan denetim birimleri aracılığıyla uluslararası bir denetime tabi tutulmasında 1998 yılından beri bir ilerlemenin sağlanamaması, sonuçta, 8 Kasım 2002 tarihinde kabul edilen 1441 (2002) sayılı GK kararıyla bu denetimin yeniden canlanmasına yol açtı. ABD ve İngiltere, Konsey kararının Irak’a karşı kuvvet kullanma niteliğinde zorlayıcı tedbirlerin de uygulanabilmesi olanağını verdiğini savunurken; Fransa, Rusya ve o dönemde Konsey üyesi olan Almanya, öncelikle 687 (1991) sayılı kararda ve daha sonraki Konsey kararlarında belirtilen uluslararası denetim faaliyetinin 
sonuçlarının kesin bir şekilde görülmesine yönelik bir politikayı savunuyor ve tartışılan Konsey karar tasarısının da bu çerçevede bir yetki vermesinde ısrar ediyorlardı. 

ABD ve İngiltere’nin “gerekli tüm araçları kullanma” konusunda yetki verilmesi önerisi konseyde kabul görmemiş 1441 (2002) sayılı karar metninde mutabık kalınmıştır. 

Bu kararın sondan bir önceki paragrafında, Irak’ın, süregelen bir biçimde yükümlülüklerini ihlal etmesi nedeniyle ciddi sonuçlarla karşılaşacağı konusunda, Konsey tarafından defalarca uyarıldığına, bir kez daha dikkat çekiliyordu. 
Bu paragraf, ABD ve İngiltere tarafından, Irak’a karşı kuvvet kullanma yolunu açan bir yetki dayanağı olarak yorumlanmış, ancak bu yorum tarzı Güvenlik Konseyi’nde ve uluslararası toplumda kabul görmemiştir. Konsey önündeki bu 
durumun netleşmesiyle ABD, İngiltere, İspanya ve Portekiz’in Azor Adalarında yaptıkları zirve toplantısı sonrasında, başta ABD olmak üzere, bu devletlerin “egemen yetkileri”ne dayanarak gerekli zorlayıcı tedbirlere başvuracakları belirtilmiş ve ABD ile İngiltere 20 Mart 2003 tarihinde, Irak’a karşı askerî harekâtı başlatmışlardır. 

Bu hâliyle ABD ve koalisyon güçlerinin Irak’a karşı kuvvet kullanmalarını BM şartı istisnaları kapsamında meşru bir temele dayandırmak mümkün gözükmemektedir. İlk olarak olayda Irak’a karşı kuvvet kullanılmasına ilişkin başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere BM’nin hiçbir organı karar almamıştır. İkinci olarak olayda meşru müdafaa şartları da mevcut değildir. Çünkü Irak, ABD ve koalisyon güçlerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmamıştır. Ayrıca konuya 
Irak’ın elinde kitle imha silahlarının bulunduğu iddiası açısından bakacak 
olursak da, Uluslararası Hukukta muhtemel bir saldırıya karşı meşru müdafaa hakkının kullanıldığı iddiasıyla kuvvet kullanılması kabul edilmemiştir. 

Konuya ABD ve koalisyon güçlerinin Irak halkını özgürleştirme iddiaları açısından baktığımızda da operasyonu hukuki açıdan meşru bir temele dayandırmak mümkün değildir. Bugün yürürlükteki Uluslararası Hukukta bir devlet içerisinde gerçekleşen insan hakları ihlallerine yönelik olarak diğer devletlerin insani müdahalede bulunabileceğine ilişkin genel kabul gören herhangi bir kural bulunmamaktadır. 

Silahlı Çatışma Hukuku açısından bu müdahale incelendiğinde, hukuki meşruluğu bir yana, işgalin fiilen başladığı 20 Mart 2003’ten itibaren, ABD’nin taraf olduğu Cenevre Sözleşmelerine uyma zorunluluğu vardır. Bu kapsamda savaş dışı kalanlar ile harp esirleri ve sivillere muamele konusunda sözleşmelerle kabul edilen insani standartlara uyma yükümlülüğü vardır. Ancak tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde cereyan ettiği gibi ABD’nin bu sözleşmelere uyduğu söylenemez. ABD’nin UCM statüsünü Irak’a müdahalesi öncesinde 31 
Aralık 2000 tarihinde, Bill Clinton döneminde imzalaması, sonrasında ise 
6 Mayıs 2002 tarihinde Bush yönetimi esnasında geri çekmesi; BM Güvenlik Konseyi’nden 1422 sayılı kararı çıkartarak, ABD vatandaşı barış gücü askerleri ve personelinin geçici olarak yargı kapsamı dışında tutulmasının sağlanması ve ABD vatandaşlarının UCM’ye iade/teslim edilmesinin önlenmesine hizmet eden ve dokunulmazlık veya madde 98 antlaşmaları olarak da adlandırılan iki taraflı uluslararası antlaşmalar yapması, silahlı çatışma hukukuna saygı derecesini göstermektedir. 

5. ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryoları 

ABD, uluslararası kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından başlangıçta hukuka aykırı bulunan Irak’ı işgalini, BM sistemindeki etkinliği sayesinde 1483 sayılı kararı çıkartarak tanıtmış, 1511 sayılı karar ile işgal dönemi ile ilgili düzenlemeleri yapmış ve nihayet 1546 sayılı karar ile de işgali BM nezdinde hukuki hâle getirmiştir. Bundan sonraki süreçte de faaliyetlerini hukuki zeminde sürdürme eğilimi beklenmelidir. Bu kapsamda söz konusu senaryoları Uluslararası Harp ve Harekât Hukuku açısından şu şekilde değerlendirebiliriz. 

a. Birinci Senaryo (ABD 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaz) 

BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1546 sayılı kararın müzakereleri sırasında yetki devrinin yapılacağı Irak'ta, işgal sona ererken, egemenlik tam ve eksiksiz olarak yeniden Iraklılarca tesis edilirken, kendi yapılarını güvenlik sebebiyle oluşturamayan bir devlet nasıl olacak da çok uluslu güçle birlikte yaşayacak?" sorusu en önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır. Sonunda, Irak Geçici Hükümet Başkanı İyad Allavi ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell bu konuda uzlaştıklarını açıklayan ayrı ayrı yazılmış mektuplarını Güvenlik Konseyi üyelerine göndermişler dir. Allavi mektubunda, yetki konusunda anlaştıklarını, operasyonlarla ilgili kararların Iraklı bakanlar ve çokuluslu gücün komutanları tarafından oluşturulacak "Ulusal Güvenlik Konseyi Komitesi"nde alınacağını 
belirtmiştir. Powell da, düzenlenecek her operasyon öncesinde Iraklıların 
fikrinin sorulacağı konusunda söz vermiştir. Bu karar neticesinde 28 
Haziran 2004 tarihinde Irak’ta yönetimi Geçici Hükümet devralmıştır. Bu 
prosedür sonucunda Uluslararası Hukuk açısından işgalin sona erdiği ve 
Irak’taki ABD güçlerinin yerel otoritenin daveti üzerine orada bulunan 
güçler hâline geldiği değerlendirilebilir. Yine Uluslararası Hukuk açısından ABD’nin 2005 yılı sonuna kadar kalan sürede, BM nezdinde yeni bir girişimle buradaki güçlerinin statüsünü değiştirecek veya görevi uluslararası örgütlere devredecek bir karar tasarısı çıkarması beklenmemektedir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise Irak’taki durum niteliği uluslararası veya uluslararası olmayan mahiyette olsun bir silahlı çatışmadır. Bu nedenle Cenevre Sözleşmelerine taraf olan ABD güçlerinin eylemlerinin bu sözleşmelere, örf ve adet hukuku kurallarına uygun olması gerekir. Ancak ulusal ve uluslararası basından takip edilen haberler doğru ise, bu güçlerin Irak’ta sözleşme hükümlerinde ağır ihlal olarak belirlenen davranışları sergiledikleri ifade edilebilir. 

b. İkinci ve Üçüncü Senaryo (ABD 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkar/ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilmez) 

ABD’nin gerek iç ve gerekse uluslararası kamuoyu baskısı ve ülkesel çıkarları nedeniyle Irak’taki direnişin boyutları ne olursa olsun, Vietnam benzeri bir kaçışla bölgeden ayrılması uzak bir ihtimaldir. Bunun yerine, gerekli şartlar olgunlaştıktan sonra yetki devirleri ile kademeli olarak çekilme yönünde bir hareket daha kabul edilebilir ve hukuki gözükmektedir. Bu kapsamda hukuka uygun bir geri çekilme için Irak içindeki görevlerini uluslararası örgütlere (NATO, Arap Ülkeleri Birliği) veya BM Barış güçlerine bırakmak için gerekli altyapıyı 
oluşturmaya çalışacağı değerlendirilmelidir. Bu amaca yönelik olarak 
kamuoyunu hazırlamak için gerekli zaman da mevcuttur. ABD, Irak’ta 
Anayasanın hazırlanarak daimi hükümetin kurulması sonrasında, bu 
hükümetle yapılacak kuvvetlerin statüsü benzeri bir anlaşma ile Irak’taki 
güçlerini kademeli olarak geri çekebilir. Yine bu tür anlaşmalar ile Irak’ta 
daimi üslenmesine imkân verecek kazançlar sağlayabilir. 
Daimi hükümetin göreve başlaması ile ABD’nin buradaki etkin kontrolünün de 
son bulacağı değerlendirilebilir. Silahlı Çatışma Hukuku açısından ise önem arz eden husus işgalin fiilen bitiş zamanıdır. Bu süre içerisinde sözleşmeler tarafından korunan kişiler (siviller, savaş esirleri, savaş dışı kalanlar) bu koruma haklarından aynı şekilde yararlanacaktır. NATO’nun İstanbul zirvesinde Irak güvenlik güçlerinin eğitiminin ittifak tarafından yapılmasına yönelik karar, ABD’nin Irak’tan kademeli çekilme yönündeki faaliyet takviminin ilk adımlarından biri olarak değerlendirilebilir. 

6. Sonuç 

Bölge açısından, ABD’nin aynı gerekçeleri kullanarak terörle top yekûn mücadele kapsamında, Suriye ve İran’a yönelik müdahale çabaları olabilir. 
Ancak, Irak konusunda yaşananlar sonrasında uluslararası kamuoyunu ve BM’yi, bu yönde ikna etmesi ve bu müdahaleleri aynı rahatlıkla yapabilmesi mümkün gözükmemektedir. 

Irak’ın federatif yapısının ABD güçlerinin çekilmesi sonrasında gevşeyerek dağılması ve müteakiben bölgede bir Kürt devleti kurulması ihtimali ile bu kapsamda ortaya çıkması muhtemel çatışmaların hukuki statüsüne yönelik gelişmelerin, bölgede istikrarı olumsuz etkileyeceği değerlendirilebilir. 

Uluslararası hukuk gibi sürekli gelişen bir alanda bugün hukuka uygun gözükmeyen bazı şeyler, hukukun evrimi sayesinde çok kısa süre içerisinde hukuksal hâle gelebilmekte, gelişen hukuk bugünün standartlarını tamamıyla değiştirebilmektedir. ABD’nin terörle topyekûn savaş kapsamında sıklıkla başvurduğu önleyici meşru müdafaa kavramının uzun vadede bir uluslararası örf ve adet kuralı hâline gelmesi de beklenebilir. 


***

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 13

ABD Iraktan Çıkış Senaryoları HARP AKADEMİSİ RAPORU Olası Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 13




MUHTEMEL SENARYOLAR DÂHİLİNDE TÜRKİYE VE BÖLGE ÜLKELERİ İLE ABD ARASINDA İŞ BİRLİĞİNİN SÜRDÜRÜLEBİLMESİ İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER 

Yazan: Hv.Svn.Ütğm. Hüseyin ECİK 

Irak’ın işgalinin üzerinden geçen iki yılı aşkın sürede ABD’nin birçok konuda başarısızlığa uğradığı değerlendirilmektedir. Bu süre zarfında ölen asker sayısının 1600, yaralananların ise 10 binin üzerinde olduğu söylenmektedir. Peki Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimini kısa sürede yıkan ABD neden aynı kolaylıkla Irak’ta güvenliği sağlayamadı? Bu sorunun cevapları arasında “ABD’nin bölgeyi yeterince iyi tanıyan uzmanlardan yoksun olması” ve “bölge ülkelerini önemsememesi” de sayılmaktadır. 

Irak’ta yeni dengeler kurulurken Suriye, İran, Ürdün, Mısır, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin yeterince dikkate alınmadığı düşünülmektedir. Oysa Irak gibi doğal sınırlara sahip olmayan, etnik ve dinî açılardan komşu ülkeler ile kuvvetli bağlantıları ve ortak geçmişi olan bir ülkenin, üstelik büyük bir yönetim boşluğu ve istikrarsızlığın yaşandığı bir dönemde bölgesel bağlarından ayrı düşünülmemesi gerekirdi. Irak’ta direnişçilerin kuvvetlenmesini sağlayan bu yaklaşımın sonuçları şu şekilde ortaya çıktı 27; 

İran’daki radikal Şiiler ile Irak Şiileri arasındaki etkileşim yoğun bir Amerikan düşmanlığına dönüştü. Devrim’den bu yana gerileme sürecinde olan İranlı radikaller, Irak’ta oluşan ortamı kendilerine fırsat bildiler. Bu sayede hem kendileri güçlendi, hem de Irak Şiilerini daha da Amerikan karşıtı yaptılar. 

Iraklı Arap milliyetçileri Suriye’deki bağları sayesinde ayakta kalmayı başardılar. Resmî düzeyde verilen sözlere karşın sınırın zayıflığı ve halklar arasındaki sempati Suriye’yi Irak’taki direniş için önemli bir unsur hâline getirdi. 

Diğer Arap ülkelerinin iş birliğini aramayan, onlarla gerçek planlarını paylaşma ihtiyacı dahi duymayan ABD’nin bu yaklaşımı bu ülkelerden Irak’a akın eden silahlı gruplar şeklinde kendisini gösterdi. Böylece Irak sınırlarından bazen milliyetçi Araplar, bazense dinci Araplar akın ettiler. Sonuçta Irak tüm bölge ülkelerindeki radikal grupların ABD ile hesaplaşma sahnesine dönüştü. 

Aslında iş birliğinin olmayışı sadece ABD’yi değil aynı zamanda bölge ülkelerini de zor durumda bırakmıştır. Irak’ın kaderini ABD’nin ellerine bırakmak hiç kimsenin işine gelmemektedir. Bölge ülkeleri Irak’taki gelişmelerin Orta Doğu’daki istikrarsızlığı daha da körükleyeceğinden ve kendi ülkelerinin toprak bütünlüğünün veya idare şekillerinin tehlikeye gireceğinden kaygı duymaktadırlar. Birinci Körfez Harekâtından çok etkilenen Türkiye Irak’ta gelişen olaylara seyirci kalmamak, oluşabilecek sonuçlara karşı ortak stratejiler belirlemek ve genel olarak Orta Doğu’da istikrarı temin etmek amacıyla savaştan hemen önce Irak’a komşu ülkeleri ilgilendiren yeni bir süreç başlatmıştır. 

Savaşı önlemek amacıyla ilk kez İstanbul’da yapılan Irak'a komşu ülkeler toplantısı, daha sonra savaşın etkilerinden bölge ülkelerini korumayı amaçlayan bir platforma dönüşmüştü. Son dönemde ise toplantılar Irak'a nasıl yardım edilebileceği ve bölgede istikrarın nasıl sağlanabileceği sorularına yanıt aramak maksadıyla yapılmaktadır. 

Irak ile sınır ya da coğrafi komşu sayılabilecek ülkeler resmen sekiz, gayriresmî oturumlarla birlikte onuncu kez bir araya gelmişlerdir. Resmi toplantılar sırasıyla; İstanbul, Riyad, Tahran, Şam, Kuveyt, iki kez Mısır ve Ürdün'de düzenlenmiştir. Gayriresmî toplantı ise; Haziran 2004'te İstanbul'da yapılan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Dışişleri Bakanları toplantısı çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. 

İstanbul’da 30 Nisan 2005’te düzenlenen toplantıya Türkiye, Irak, İran, Suriye, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn olmak üzere toplam dokuz ülke katılmıştır. Ayrıca diğer toplantılardan farklı olarak uluslararası örgütlerden BM, AB, İslam Konferansı Örgütü ve Arap Birliği’nden de ilk defa iştirak etmişlerdir28. Düzenlenen bu toplantıların başlıca 4 ana hedefi olduğu söylenebilir. 

Bu hedefler; 

1. Irak'ın kalkınmasına yardımcı olmak, 

2. Komşu ülkeleri ortak zeminde bir arada tutmak, 

3. Bölgesel istikrar bazında katkı sağlamak ve 

4. Komşu ülkelerin uluslararası platformlarda katkı yapabilmesine olanak sağlamak olarak sıralanabilir. 

Bu hedeflerin ABD’nin çıkarlarıyla da uyuştuğunu söylemek mümkündür. Öyleyse bölge ülkeleriyle ABD’yi iş birliğine sürükleyecek ortamı yaratmak için ne yapılmalıdır? Öncelikle karşılıklı güven oluşturulmalıdır. ABD Irak operasyonunun “demokratikleştirme” ve “dünya güvenliğini sağlama” amaçlarını taşıdığını söylemesine karşın Orta Doğu’da asıl sebeplerin dinî ve ekonomik olduğuna inanılmaktadır. Bunun yanında ABD bölgedeki bazı ülkeleri antidemokratik olmakla, terörü desteklemekle ve kitle imha silahları üretmekle suçlamasına karşın hedefteki ülkeler bu iddiaları kabul etmemektedirler. Tarafların Irak konusunda aynı masada oturabilmesi için birbirlerine güven 
aşılaması gerekmektedir. 

Öyleyse Irak’tan çıkış senaryoları kapsamında Türkiye ve bölge ülkeleri ile ABD arasında iş birliğinin gerekliliği düşünüldüğünde, bunun etkin ve sürdürülebilir olması için taraflar hangi konularda mutabakat sağlamalı ve tedbir almalıdır? 



Harita-4 
1. Birinci Senaryo (ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkmaması) Kapsamında Türkiye ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler 

Bugün itibariyle Irak’ta henüz güvenlik ve istikrar sağlanamamış olup etnik ve dinî dengeler de oluşturulamamıştır. Seçimlerden sonra da şiddetin devam ettiği göz önünde bulundurulacak olursa ülkede çok yakın bir gelecekte huzur ortamının sağlanması mümkün görünmemektedir. Öyleyse Amerika herhangi bir sebeple güçlerini 2005’ten sonra çekmek durumunda kalırsa geride bıraktığı Irak’ın kendi sorunlarıyla baş edebilir seviyede güçlü olmasını isteyecektir. Güçlü bir Irak ise ancak toprak bütünlüğünün korunduğu federatif bir yapıda mümkün olacaktır. ABD’nin Irak’tan çekilmek için birinci senaryoyu kullanması bölge ülkeleri açısından en olumlu sonucu doğuracaktır. 

Fakat alınması gereken tedbirler için elde kalan mevcut zaman çok azdır. 

 a. 8 Mart 2004 tarihinde imzalanan Anayasa ile kuzeydeki Kürtlerin önemli kazanımlar elde etmesi bölgesel dengeleri değiştirme kapasitesine sahip önemli bir gelişmeydi. Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtler, söz konusu Anayasayı bağımsız devlet kurma yolunda atılan ilk somut adım şeklinde algılamıştı. Geçici Anayasa ile Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlere geniş ölçüde bir özerklik güvencesi verilmiş ve Kürtçe, Arapça’nın yanında devletin ikinci resmî dili olmuştu. Etnik ayrıcalıkların konfederasyona zemin hazırlayacağı gerçeğinden yola çıkarak ABD’nin ve İsrail’in Kürtler üzerindeki etkisi azaltılmalı ve yeni oluşturulacak Anayasada bu tür imtiyazlar verilmemelidir. 

 b. Suriye ve İran sınırlarından sızan teröristler Irak’ta güvensiz ortamın oluşmasındaki en önemli etkenler arasında gösterilmektedir. Federatif yapının korunması için etnik ve dinî çatışmalar engellenmeli bunun için de komşu ülkeler sınır güvenliğine önem göstermeli ve Irak ile istihbarat yönünden iş birliği içinde olmalıdır. 

 c. Irak'ta yaşayan bütün toplumların ve insanların her türlü (siyasi, idari, sosyal, ekonomik, kültürel vb.) haklarının anayasal güvence altına alındığı toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş bir Irak'ın oluşturulması kararlılığı ABD ve tüm bölge ülkelerince gösterilmelidir. 

 ç. İşgal kuvvetlerinin olmadığı bir ortamda iç güvenliğin tesisi ancak ülkenin kolluk kuvvetlerinin etkili olmasıyla sağlanabilir. Bu sebeple Irak’ın güvenlik güçlerinin kısa süre içerisinde yetiştirilmesi için komşu ülkeler yardım etmelidir. 

 d. Savaşın başlamasıyla birlikte Irak’ın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili ihaleler yapılması planlanmış ve askerî ihaleleri dağıtma yetkisi Kellogs&Brown isimli firmaya, diğer sivil ve altyapıya yönelik ihaleleri dağıtma yetkisi de Becthel isimli firmaya verilmişti29. Sonuçta beklenildiği gibi ihalelerin çoğunu ABD’li firmalar almıştı. Amerika Irak savaşını ekonomik kaygılarından dolayı başlatmadığını ispat etmek için bu ihalelere bölge ülkelerinin iştirakini artırmalıdır. 

 e. İran Orta Doğu bölgesinde, ABD’nin Irak’ı işgalini destekleyen tek ülkeydi. İşgalden sonra Saddam’ın devrilmesi ve Sünni ağırlıklı askerî kurumunun dağıtılmasıyla İran’ın Irak’taki etkinliği artmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Talabani’nin 1990’lı yıllarda Barzani’ye karşı İran’ın desteğini almış olması, Başbakan Caferi’nin Saddam döneminde İran’da sığınmacı olması ve yeni parlamentonun oluşturulmasında Şii kadrosunu belirleyen Şii lider Ayetullah Sistani’nin İran uyruklu olması, İran’ın Irak üzerinde ne kadar etkili olabileceğini 
göstermektedir30. Irak’ta dinî bir rejim kurulmasının önüne geçmek için 
İran-Irak ilişkileri bu yönüyle kontrol edilmelidir. 

 f. Irak’ta ocak ayında yapılan seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığı Kürtlere, Başbakanlık Şiilere verilmiş olup 35 bakanlıktan Şiiler 17, Kürtler 8, Sünniler 6, Hıristiyanlar da 1 bakanlık almışlardır. Federatif yapının korunması için yönetimde adil paylaşım sağlanmalı, seçimlere katılmama kararı alan Sünnilerle, göz ardı edilmeye çalışılan Türkmenlere önümüzdeki dönemlerde yönetimde 
daha etkin rol verilmelidir. 

2. İkinci Senaryo (ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması) Kapsamında Türkiye ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler ABD ikinci senaryoya göre yani 2006 yılından itibaren kademeli olarak çekilmesi durumunda Irak’ın güvenliğinin sağlanması ve yeniden yapılandırılması görevlerini BM ve NATO’ya devredebilir. Böyle bir yol izlenmesi Irak’ın federatif yapısının bozularak konfederasyona 
dönüşmesi olasılığını kuvvetlendirmektedir. ABD Irak’ta oluşabilecek 
konfederatif yapının kendisi için daha avantajlı sonuçlar yaratacağını  düşünebilir. 
Irak’ın konfederatif yapıya dönüşmesi ihtimalinin yüksek olduğu böyle bir ortamda Türkiye ve bölge ülkelerinin ABD ile ilişkilerini hangi konularda geliştirmesi gerekecektir? 

 a. Konfederatif bir yapının Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasına zemin oluşturacağı açıktır. ABD’nin yardımıyla kurulan İsrail’in Orta Doğu ülkeleri üzerine etkisi düşünüldüğünde bölge ülkelerinin yine ABD desteğiyle başka bir devletin oluşumuna müsaade etmek istemeyeceği değerlendirilmekte dir. Öyleyse bölge ülkeleri ABD’ye, Irak’ın konfederatif bir yapıya dönüşmesinin Orta Doğu’da istikrarsızlığı artıracağını anlatma yollarını aramalıdır. 

 b. İran’ın Irak Savaşı’ndan güçlenerek çıkması ve nüfuz alanını genişletiyor olması, İsrail’in karşı tedbir olarak Kuzey Irak’taki Kürtlerle iş birliği yapması ve onları bağımsızlık için teşvik etmesi sonucunu doğurdu. İsrail’in geçen yıl Kuzey Irak’ta Kürt komandolar yetiştirdiği ve onlarla birlikte Suriye ve İran sınırına istihbarat amaçlı operasyonlar düzenlediği ortaya çıkmıştı31
Daha çok İran’ın nükleer silah geliştirme çabalarını kontrol altında tutmak isteyen İsrail bununla birlikte İran ve Suriye’nin Filistin üzerindeki etkisini zayıflatmayı da planlamaktaydı. Bu durumda Türkiye ve bölge ülkeleri İsrail’in Kürtlerle olan iş birliğini engelleyici politikalar ortaya koymalı; ama bunun yanında İran’ın nükleer silah geliştirmesinin önlenmesi yönündeki faaliyetler desteklenmelidir. 

 c. Anayasanın kabulünden sonra İran’daki Kürtler 1946’da Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan ilk Kürt Devleti olan “Mahabat Cumhuriyeti”nin merkezi kabul edilen Mahabat şehrinde 50 bin kişinin katılımıyla sevinç gösterilerinde bulunmuştu. Suriye’de ise Arap ve Kürt takımlarının karşılaştığı bir futbol maçı esnasında taraftarlar arasında başlayan kavga büyüyerek bütün şehri etkisi altına almış ve birçok kişinin ölmesiyle sonuçlanmıştı. İran ve Suriye kendi topraklarında yaşayan Kürt vatandaşlarının bu tür provokasyonlardan etkilenmemesi için tedbirler almalı onların yaşam standartlarını diğer vatandaşlarıyla eşit hâle getirmelidir. 

 ç. Kerkük petrol zenginliğinden dolayı Saddam döneminde Araplaştırılmış olup günümüzde de seçim öncesinde yapılan göçlerle Kürt hâkimiyeti altına sokulmaya çalışılmaktadır. Kerkük’ün Kürtlerin egemenliğinde olması muhtemel bir Kürt devletinin oluşumunu kuvvetlendirecektir. Bunun önüne geçmek ve etnik çatışmaların oluşmasını engellemek amacıyla bölgenin yerli halkı olan Türkmenlerin hakları gözetilmeli, bugüne kadar onlara yapılan zulümler ortaya 
çıkarılmalı ve bu bölgede yapılacak seçimlerin adil olması sağlanmalıdır. 

 d. Irak Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri ve Kolluk Güçlerinin oluşumu ve yapılanmasında toplulukların nüfusuna göre temsili esas alınmalı, mahallî bazdaki mevcut silahlı unsurların varlığına son verilmelidir. 

3. Üçüncü Senaryo (2025 Yılı Ve Sonrası ABD’nin Irak’tan Çekilmesi Ancak Bölgeden Çekilmemesi) Kapsamında Türkiye Ve Bölge Ülkeleri İle ABD Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler 

Bush yönetimi kongrenin desteğini alır, bütçesindeki açığa bir çare bulur ve Irak’ta güvenliği tesis edebilirse askerlerini çekmek istemeyecektir. Amerika Orta Doğu’da sadece Irak’ta değil diğer bölge ülkelerinde de etkili olmak istemektedir. Bu maksatla geçtiğimiz yıllarda Büyük Orta Doğu Projesi’ni ortaya koymuştur. Ancak Büyük Orta Doğu Projesi uzun vadeli ve sabır isteyen bir projedir. Amerika Irak’ta istikrarı sağlar ve halka Saddam döneminden daha iyi şartlar sunarsa, başta İran ve Suriye müteakiben diğer bölge ülkelerinin halkları üzerindeki etkisini artırıp sempati toplamaya çalışacaktır. Böylelikle Irak’ta askerî güç kullanarak kurmaya çalıştığı sistemi diğer bölge ülkelerinde yumuşak 
güç ile yapmayı deneyecektir. 2025 yılına kadar Irak’ta kalınması durumunda Amerika, Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki iş birliğinin sürdürebilmesi için; 

 a. Irak petrolünün güvenli bir şekilde nakli için projeler geliştirilmelidir. 

 b. Yeniden yapılandırma çalışmalarına bölge ülkelerinin iştirakinin olduğu kalıcı barış ortamını sağlamak için Serbest Ticaret Alanı oluşturulmalıdır. 

 c. Irak’la olan ticari iş birliğinin sorunsuz yürütülebilmesi için bölgedeki tüm ülkeler ulaştırma altyapılarını gözden geçirilmeli ve özellikle Türkiye-Irak-Suudi Arabistan-Körfez Ülkeleri ana ulaştırma koridoru tekrar faal hâle getirilmeli dir32. 

 ç. Terörün mali kaynaklarının önüne geçilmesi için iş birliği yapılmalıdır. 

Sonuç 

ABD’nin hem Irak’ta kaldığı süre içerisinde, hem çekilme esnasında karşısına birtakım problemlerin çıkması muhtemeldir. Fakat önünde iki seçenek bulunmaktadır; ya bölge ülkelerinin ve küresel aktörlerin desteğini aldığı ama bununla birlikte bazı avantajlardan feragat edeceği bir senaryo dâhilinde çekilecek, ya da kimsenin desteğini almadığı bir yöntemle çekilecektir. Eğer ortak bir çalışmanın ürünü ve iş birliğinin olacağı bir senaryo tercih edilirse, karşılaşılacak olan problemlerin sayısının az ve üstesinden gelinmesinin kolay olacağı değerlendirilmektedir. 

Amerika savaşın başlangıcından bu yana Arapların tepkisini toplamıştır. Cezaevlerinde yapılan işkenceler, cinsel tacizler ve camilere yapılan baskınlar Arapları ve İslam dünyasını Amerikan aleyhtarlığına sürüklemiştir. Amerika bu imajını bölge ülkelerinin desteğini alarak düzeltebilir. 

İş birliği sağlanamazsa komşu ülkeler sınır güvenliğini önemsemeyebilir ve sonuçta Irak’a teröristlerin sızmaları kolaylaşır. 

Bölge ülkelerin dışlanması El Kaide gibi terör örgütlerini daha da radikalleştire bilir ve ABD teröre hedef ülke olma durumundan   kurtulamayabilir. Karşılıklı güven ortamının geliştirilmesi ve Orta Doğu’da istikrarın temini için, Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları’na ABD’nin katılımının sağlanması ve Irak’tan çekilme senaryolarının bu toplantılarda görüşülmesi daha verimli sonuçlar doğurabilir. 

Amerika Irak’a girmesi öncesinde işgal için geçerli sebepler göstermediği gerekçesiyle dünya kamuoyunun tepkisiyle karşılaşmış, başta Türkiye, Almanya ve Fransa olmak üzere birçok müttefikiyle arası bozulmuştur. BM’den karar çıkmasını beklemeden ve müttefiklerinin yoğun itirazlarına rağmen başlattığı bu operasyondan beklediği neticeyi alamamıştır. ABD bundan sonra benzeri operasyonlar düzenleyebilmek için öncelikle uluslararası hukukun kurallarına uymalı ve müttefikleriyle ilişkilerini zedeleyecek davranışlardan kaçınmalıdır. 

ABD’nin hem Irak’ta kaldığı süre içerisinde, hem çekilme esnasında hem de çekildikten sonra karşısına birtakım problemlerin çıkması doğaldır. Fakat önünde iki seçenek bulunmaktadır; ya bölge ülkelerinin ve küresel aktörlerin desteğini aldığı ama bununla birlikte bazı avantajlardan feragat edeceği bir senaryo dâhilinde çekilecek, ya da kimsenin desteğini almadığı bir yöntemle çekilecektir. Eğer ortak bir çalışmanın ürünü ve iş birliğinin olacağı bir senaryo tercih edilirse 
karşılaşılacak olan problemlerin sayısı az ve üstesinden gelinmesi kolay 
olacaktır. 

Bölge ülkeleri ve ABD Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, federal yapısının devam ettirilmesi, Anayasasında etnik ve dinî ayrımcılığın yapılmaması, Kerkük’ün statüsünün korunması ve yapılacak olan seçimlere her kesimin katılımının sağlanması konularında iş birliğini sürdürmelidir. Irak’ın yapısının konfederasyona dönüşmesinin kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti oluşturmaya zemin hazırlayacağı unutulmamalı ve bunun engellenmesi yönünde ortak çaba sarf edilmelidir. 

Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları’na ABD’nin katılımı sağlanmalı ve Irak’tan çekilme senaryoları bu toplantılarda görüşülmelidir. Amerika’ya, bölge ülkelerinin desteği alınmadan başlatacağı geri çekilmenin başarısızlıkla sonuçlanabileceği anlatılmalı ve hangi konularda destek sağlanabileceği ortaya konulmalıdır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

27 Sedat Laçiner ,Irak’ta ABD’nin yaptığı 7 ölümcül hata,(Çevrimiçi) http://www.turkishweekly.net/ 
, 1.11.2004. 
28 Irak'a Komşu Ülkeler Bir Arada, (Çevrimiçi) www.showtv.net., 29.04.2005. 
29 DİK Raporlar, Irak’ın Yeniden Yapılandırılması – Ekonomi ve Irak’la Ticaret, 
http://www.musiad.org.tr/disIliskiler/detay.asp 
30 Hayrullah, ABD ve Irak’taki İran projesi, Elrai Elaam gazetesi, www.ntvmsnbc.com/news/ 
31 Seymour Hersh, İsrail ateşle oynuyor, www.sabah.com.tr/2004/06/22 
32 Irak'la 2.5 Milyar $'lık Ticaret, http://www.aktifhaber.com/read_news 

14 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***