1 Temmuz 2016 Cuma

YENİ SAVAŞLARIN GİZLİ YÜZÜ.., ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER BÖLÜM 1




YENİ SAVAŞLARIN GİZLİ YÜZÜ..,  ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER   BÖLÜM 1





HAZIRLAYAN; Yrd. Doç. Dr. Filiz Çulha ZABCI  
STRATEJİK RAPOR NO: 56 

İÇİNDEKİLER 

GİRİŞ ..........................................................................................3 


I. ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLERİN ORTAYA ÇIKIŞI...................................6 

A. Özel Askeri Şirketlerin Tanımı......................................................8 

B. Özel Askeri Endüstriyi Doğuran Nedenler .................................... 10 

1. Savaşın Yapısındaki Değişim.......................................................11 

2. Özelleştirme ve Özelleşen Askeri Güç ......................................... 12 

C. Şirketlerle İlgili Bazı Notlar: Tepkiler, Davalar ve Deşifre Edilenler...12 


II. ÖZELLEŞmİŞ SAvAŞIN DORuK NOKTASI: IRAK............................ 18 

SONUÇ........................................................................................ 26 


KAYNAKÇA .................................................................................. 28 



GİRİŞ 


Soğuk savaşın ardından, “yeni dünya düzeni” olarak adlandırılan dönem, hegomonik bir güç olarak beliren ABD’nin “büyük vaadi” ile başladı: “Demokrasiyi dünyada yaygınlaştırmak”. Bu “büyük” vaad, yoksulluk, adaletsizlik ve şiddet dolu bir dünyayı kurmak biçiminde gerçekleşti ve
iki “siyasi/askeri” araca dayandı: İnsani müdahale ve yönetişim.
“İnsani müdahale”, 90’lardan itibaren ABD’nin ve diğer güçlü ülkelerin, NATO ve BM ile birlikte başka ülkelere gerçekleştirdikleri her müdahalenin “kılıfı”nı oluşturdu. Bu ad altında yapılan askeri harekatlar, işgaller, insani değerlere, adalete, özgürlüğe “evrensel” bir katkı olarak gösterildi.
90’lar boyunca gelişen başka bir sözcük daha oldu :Yönetişim. Gittikçe eşitsizliklerin arttığı, ABD’nin hegomonyasını yaydığı, uluslararası sermayenin kuytuda kalmış her köşeye ve dokunulmamış her alana sızmaya çalıştığı bir dönemde, uluslararası planda hükümetlerin, uluslararası kuruluşların ve sivil toplum temsilcilerin eşit düzeyde katıldığı bir müzakere ortamından söz
edilmeye başlandı. Dünya Bankası’nın geliştirdiği “iyi yönetişim” ise, borçlu ülkelerin uygulaması gereken programın “acı” yüzünü sakladı; hesap verme, şeffaflık, katılımdan dem vurularak, bu ülkelerde özenilecek bir demokrasi programı uygulanıyor görüntüsü yaratıldı.

Bir yanda “insani müdahale” diğer yanda “yönetişim” ile kotarılan büyük “demokrasi” projesi, bir anda, 11 Eylül’de İkiz Kulelerin yıkıntıları arasına karıştı. 11 Eylül’de ABD’ye yönelik saldırı, bir dönemin kapandığının işaretlerini veriyordu. Aslında kapanan ne insani müdahale altında yapılan askeri müdahaleler ne de yönetişim adı altında bağımlı kılma teknikleriydi. Kapanan dönem, belki de artık bu tür “insancıl” ve “demokratik” bir retoriğe gerek duymadan ya da artık bunun inandırıcı olup olmadığını dahi dikkate almadan ABD’nin ve yedeğindeki ülkelerin fütürsuz bir biçimde hareket etme serbestini kendilerinde görebilmeleriydi. Bu yüzden, “insani müdahale” terimi, “haklı
savaş” ile yer değiştirdi.

11 Eylül sonrasında ABD’nin “terörizm”e ve “serseri devletler”e açtığı savaş, özel askeri şirketler  (private military companies) için de bir dönüm noktası oldu. BM’nin gücünü yitirdiği ve uluslararası hukukun  geçersizleştiği bir dönemde, hukuksal boşluğun bulunduğu bir alanda varlıklarını sürdüren ve tamamen “kâr” amacı ile  çalışan özel askeri şirketler geniş bir hareket alanı buldular.


Paralı askerliğin tarihi, savaşın tarihi kadar eski. Özel askeri şirketler ise son on yıla özgü bir olgu ve gelecekte “uluslararası güvenlik” sorunun önemli bir parçasını oluşturacaklar. Bu şirketler, hakkında hâlâ kesin rakamlar bulunmayan “sır dolu” bir endüstrinin, gizli ilişkilerin düğümlendiği siyasi ve ticari ağların içinde varlık buluyorlar.

Özel askeri şirketler, global piyasada oluşan özel bir iş türünü yerine getiriyorlar. Bunlar, kâr amaçlı kuruluşlar ve savaşla ilgili konularda profesyonel hizmet sunuyorlar. Lojistik destek, taktik saldırı operasyonları, stratejik planlama, gizli istihbarat edinme ve analiz etme, operasyonel destek, çatışma bölgelerinde savaşma ve savunma, askeri eğitim ve askeri teknik yardım gibi
askeri becerilerin tedarik edilmesi yerine getirdikleri “hizmetler”. ICIJ’in (International Consortium of Investigate Journalists) yaklaşık olarak iki yıllık bir araştırma sonucu elde ettiği verilere göre, dünyada 90’a yakın özel askeri şirket bulunuyor ve bunlar 110 ülkede faaliyet gösteriyorlar. Bu şirketlerin içinde yer aldığı yıllık 100 milyar dolarlık bir endüstriden söz ediliyor. Özel askeri şirketlerin
kurulduğu ülkeler genellikle Amerika, İngiltere ve Güney Afrika. Çalıştıkları yerlerin başında ise, Afrika, Güney Amerika ve Asya geliyor (ICIJ, 2002: 2).

Savaş sırasında olduğu gibi savaş sonrasında da Irak, özel askeri şirketler için bir “altın madeni” haline gelmiş durumda. The Guardian’ın yapmış olduğu bir araştırmaya göre, Irak’ta Pentagon’dan sonraki en büyük gücü bu özel şirketler oluşturuyor. Resmi koalisyon kayıtlarına göre, İngiltere’nin askeri gücü 9.900 birlik civarındayken, özel askeri güçlerin toplamı 10.000’i buluyor ya da 10 ABD askerine karşılık 1 özel personel kullanılıyor. Birinci Körfez Savaşı ile kıyaslama
yapıldığında, ateş hattında bulunan özel askeri personelin sayısının on kat artmış olduğu görülüyor (Traynor, 10 Aralık 2003, The Guardian).

Savaşın özelleşmesi öylesine genel bir eğilim ki ve Irak savaşında öyle bir noktaya ulaşmış durumda ki, bundan böyle özel askeri endüstrinin kollarını uzatmadığı bir çatışma ya da savaşın mümkün olmadığı dahi düşünülüyor. Bu endüstri devletlerden aldığı paralar sayesinde gittikçe şişiyor. Örneğin, ABD, Orta Asya ve Afganistan’ı da içerecek şekilde Irak’a yönelik harcamalarını bu
yıl için 87 milyar dolar olarak kararlaştırmışken, özel askeri endüstriye bu miktar içinden aktarılan pay 30 milyar dolar olarak belirlenmiş durumda. Yani, ABD’nin askeri harcamalarının üçte bir özel askeri şirketlere aktarılıyor (Traynor, 2003). Bu durum, önümüzdeki dönemde içinde paranın ve şiddetin dolaştığı gri bir alanın gittikçe büyüyeceğini gösteriyor.

Daha önce belirtildiği gibi “paralı askerlik” ve bu anlamda savaşlarda ya da çatışmalarda “özel” güçlerin kullanımı yeni bir olgu değil. Özel askeri şirketler, paralı asker ticaretinin, “evrim geçirmiş, globalleşmiş ve şirketleşmiş” modelini temsil ediyorlar (Singer, 2004). Bu şirketler, global pazar içindeki güvenlik endüstrisinin yükselen unsurları ve geleceğin güvenlik çerçevesini de büyük ölçüde etkileyecekler.

1990’larda özel askeri şirketlere yönelik uluslararası ilginin doğuşu, özel askeri şirketler içinde adı çokca geçen ve çokuluslu maden ve enerji şirketleriyle bağları bulunan Executive Outcomes’ın 1992’deki faaliyetleri ile birlikte gerçekleşti. Bu tarihten itibaren, akademisyenleri, hükümetleri ve uluslararası örgütleri içine alan geniş bir çevre bu yapılanmaların ulusal ve bölgesel güvenlikte yeri ve etkisi üzerine kafa yormaya başladılar. Irak’ta 30 Mart 2004’te Felluce’de
dört Amerikan özel güvenlik şirketinin görevlisinin öldürülmesi, kamuoyunun ilgisinin daha yoğun bir biçimde bu şirketlere yönelmesine yol açtı. Yapılan çalışmalar, 1990’larda bu tür şirketlerin hem arttığını hem de dünyanın hemen hemen her bölgesinde çalıştıklarını gösteriyor. Birleşmiş Milletler’in askeri operasyonları için yeterli fon ve destek bulamamasını, bu şirketlerin varlığını
güçlendiren bir neden olarak sunuluyor. (Jackson, 2002: 31) Elbette, bu özel askeri şirketlerin gücü ve yayılışı açısından önemli bir neden. Fakat, bu şirketlerin mantar gibi çoğalmaların ve büyük paralara hükmetlerinin asıl nedeni ABD ve İngiltere gibi güçlü devletlerin, onları jeo-politik çıkarları için kullanmalarıdır.

Özel askeri şirketlerin en fazla kurulduğu ve hükümetiyle en fazla ilişki geliştirdiği ülke ABD’dir. Özel askeri şirketlerin, genellikle enerji ve savunma sanayindeki büyük şirketlerin yan kuruluşu olarak ortaya çıktıkları ve ülke ordularının giremediği ya da girmesinin sınırlandırıldığı bölgelere kolaylıkla sızabildikleri düşünüldüğünde, bu şaşırtıcı bir sonuç değildir. Nitekim, Balkanlar
ve Kolombiya gibi ABD ordusunun varlığının sınırlandırıldığı bölgelerde, Pentagon özel askeri şirketlerle sözleşme imzalayarak, onları stratejik amaçları doğrultusunda kullanmaktadır.
Uluslararası hukukta, özel askeri şirketlerle ilgili herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır.
Başka bir deyişle tam bir “hukuki boşluk” söz konusudur. Aynı zamanda, özel askeri şirketler genellikle “çökmüş devletler”de, yani yasal ve kurumsal bir çerçevenin ortadan kalkmış olduğu ya da yok denecek kadar zayıf olduğu ülkelerde etkinlik göstermektedirler. Geleneksel devlet yapısının
çökmüş olduğu; ancak, çokuluslu şirketlerin ya da güçlü devletlerin ilgisini çekecek denli enerji kaynakları ya da madenleri zengin olan ülkelerde sık sık karşımıza çıkmaları, özel askeri şirketlerin “yeni sömürgeciliğin” bir parçası olduğu düşüncesini doğurmaktadır. Yeni sömürgecilik bağlamında özel askeri şirketlerin yerini ve rolünü incelemek, sömürgeciliğin tarihinde paralı
askerlerin kullanımını, sömürgeciliğin geçirdiği değişimi ve bu değişim ile özel askeri şirketlerin doğuşu arasındaki ilişkiyi araştırmayı gerektirir ki, böyle bir girişim, bu makalenin sınırları dışına taşar. Bu çalışma, günümüzde gittikçe yükselen ve ilerde çok daha fazla siyasi, hukuki ve etik açıdan tartışılacağı düşünülen bu yeni fenomenin portresini çizme girişimi niteliğindedir.


I. Özel Askeri Şirketlerin Ortaya Çıkışı


Özel askeri şirketlerin belirişi, son zamanlardaki global ve ulusal düzeydeki siyasal dönüşümlerle yakından ilgili. Yirmibirinci yüzyılın başlangıcı bize, devlet ve uluslararası sistemle ilgili geleneksel tanımların ve yaklaşımların sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Modern siyasal düşünce, iç ve dış güvenliği, devletin sağladığı bir hizmet olarak ele alır. Tanımı gereği, egemen devlet meşru şiddet kullanma tekeline sahiptir ve yurttaşlarının güvenliğini sağlayacak bir sistem
oluşturmakla yükümlüdür (Taulbee, 2002: 1). Örneğin, Weber’in geliştirdiği ve siyasal bilim yazınında da üzerinde uzlaşılmış devlet tanımı: Meşru şiddet kullanma tekeline sahip güç olarak devlet. Dünyanın dört bir yanında etkinlik gösteren ve uluslararası örgütler nezdinde de “belli bir meşruluk” kazanmış olan devlet dışı aktörler olarak özel askerler veya güvenlik şirketlerinin bu tanım içinde nerede durduğunu saptamak zor. Bu zorluk, devletin meşru güç kullanma tekeline sahip olmaktan uzaklaştığı veya yok olmaya başladığı anlamına gelmiyor. Ama, Weberci anlamda, devleti diğer sosyal ve siyasal örgütlenmeler den ayıran bu ölçüt şimdi soluklaşmaya başlıyor.
Global uluslararası sistem içinde, devlet dışı, özel, uluslararası hukuk içerisindeki yeri belli olmayan, şiddete dayalı güç kullanan yeni bir olgu ile karşı karşıyayız. 

Belli devletlere karşı kullanıldığı kadar, belli devlet çıkarlarını korumak için de devreye giren bir aktör.

Aslında süreç, oldukça karmaşık bir biçimde işliyor. Kevin O’Briens “güvenliğin ve şiddet kullanımının özelleştirilmesinin ve onun devletin alanından çıkarıp özel çıkarlara verilmesinin, devleti hem güçlendirdiğini, hem de işlevleri açısından parçaladığını” belirtiyor. Özelleşmiş askeri endüstrinin gelişmesi ve güçlenmesiyle birlikte, daha önce devlete özgü bir işlev olan güvenlik, tıpkı ticaret ve finans gibi alanlarda olduğu gibi, devlet dışı aktörler tarafından yerine getirilmeye başlıyor. Soğuk Savaş sonrasında güvenlik konusunda ve askeri teknolojiler alanındaki gelişmeler ve değişimler yanında, özelleştirmenin hız kazanması ve kamu sektörünün küçülmesi bu süreci tetikleyen ve hızlandıran nedenlerin başında geliyor.

Özel güvenlik şirketlerinin sadece devletler tarafından kullanılmadığını görüyoruz. Bireyler, şirketler ve uluslararası örgütler, gittikçe artan bir biçimde kamu kurumlarının değil, serbest piyasanın sunduğu askeri hizmetleri kullanır hale geliyorlar.

Özel askeri güçlerin tarihine bir göz gezdirdiğimizde, devletin şiddet kullanma tekelinin aslında bir “kural” değil, “istisna” olduğunu görüyoruz. Antik Mısır’dan Viktoryan İngilteresine kadar her imparatorluk “sözleşmeli” güçleri kullandılar. Örneğin, Pers İmparatoru Darius, Büyük İskender’e karşı savaşırken Yunan paralı askerleri kullandı. III. George, kendisine karşı ayaklanan Amerikan
kolonistlerine karşı Alman paralı askerlerini kiraladı. Papa, hala İsveçli paralı askerler tarafından korunuyor (Keegan, 1998). Jeffrey Herbst’in belirttiği gibi, “şiddetin özel tedariki, yirminci yüzyıldan önce uluslararası ilişkilerin rutin bir yönüydü” (Singer, 2001/2002: 6). Hatta 400 yıllık bir geçmişe sahip olan modern devletler bile, sürekli ordularını oluşturmak için özel askeri kaynaklardan yararlandılar.
Modern dönemde, devletlerin “egemen” olmaya başlaması, özel kuvvetleri kullanmaktan onları alıkoymadı. Örneğin, Otuz Yıl Savaşları’ndaki askeri güçlerin önemli bir bölümü anlaşmalı, özel askerlerden oluşuyordu. Tıpkı, Soğuk Savaş sonrası dönem gibi, 17. yüzyıl önemli geçişlerin yaşandığı bir dönem oldu: Devletler zayıflamıştı ve askeri hizmetler serbest piyasadan elde ediliyordu.
Koloniyel gelişmeyi izleyen dönemde ise, büyük İngiliz ve Alman şirketlerinin (Dutch ve İngiliz East Indies Companies) emri altında, Avrupa’dakinden daha geniş ordular ve deniz gücü bulunuyordu (Hobsbawn, 2000:12-13, Singer, 2001/2002).

Devlet sisteminin ve egemen devlet kavramının yerleşmesi sonucunda, özellikle yirminci yüzyılda, özel ordulara karşı belli normlar geliştirilmeye başlandı. Aslında, daha büyük girişimler içinde birleştirilinceye ve örgütleninceye değin, özel askeri ticaret içindeki özel aktörler, kişisel kazanç için hareket eden eski askerlerden oluşuyordu. Bugün paralı askerler (mercenaries) olarak adlandırılan bu grup, operasyonlara bireysel düzeyde katılmaktadır; örgütlenmeye gittiklerinde ise, bu örgütler süreklilik göstermez (1960’larda Kongo’daki çatışmalarda yer alan Terrible Ones gibi). Paralı askerler, sadece bir müşteri için çalışırlar ve bir çarpışma üzerine odaklanırlar; sadece bir hizmet verirler: Silah kullanmak. Ticaretleri uluslararası hukuk içinde teknik olarak yasaklanmıştır.
Buna rağmen neredeyse devam eden her tür çatışma içinde yer almaktadırlar. Geçici olmaları yüzünden, bağlılık ve disiplinleri yoktur; bu yüzden de stratejik etkileri sınırlıdır (Singer, 2001/2002: 6). Paralı askerler, Cenevre Anlaşmasının 47. maddesinde tanımlandığı şekliyle “tamamen kişisel kazançla hareket eden ve silahlı çatışmalarda bir ülkede kullanılmak üzere ya da o ülkenin sınırları dışındaki bir bölgede kullanılmak üzere kiralanan kişilerdir” (ICIJ, 2002: 2).
Bugün savaşlarda ya da çatışmalarda etkinlik gösteren özel askeri şirketler, savaş endüstrisindeki özel aktörlerin dönüşümünü temsil etmektedir. Bunların en önemli özelliği, modern bir şirket formu taşımalarıdır. Paralı askerlerden farklıdırlar; çünkü, herşeyden önce bir şirket olarak kurulmaktadırlar ve çok farklı türlerde askeri hizmet vermektedirler. Bir şirket oldukları için, kendi
endüstrisinden ya da farklı endüstriden firmalarla finansal bağlar geliştirebilmekte dir. Bugün en aktif olan firmalardan çoğu (MPRI, Armorgroup ve Vinnell) birçok büyük şirketin yan kuruluşudur. (Singer, 2001/2002: 7).

Bazı askeri şirketler, zengin hükümetlerle olan bağları sayesinde ün kazanarak hem ticari anlamda daha başarılı olmakta hem de belli bir yasallık kazanmaktadır lar. Zengin hükümetleri tercih etmelerinin nedeni sadece yasallık kazanmak için değildir. Yoksul devletlerle çalışmanın kâr getirici olmadığını düşünmektedirler. MPRI ve Sandline gibi şirketler bunlara örnek olarak gösterilebilir. 

MPRI, bir Amerikan şirketidir ve 1990’ların başlarındaki etkinliklerinden dolayı geniş çaplı bir ün kazanmıştır. Büyük ölçüde, daha önce Amerikan ordusunda yer alan görevlilerden oluşmaktadır.
1993-4 yıllarında Hırvatistan hükümetiyle imzaladığı bir sözleşme gereği, Hırvatistan ordusunun eğitiminde önemli bir rol yüklenmiştir. 1995’te Hırvatistan ordusunun, Sırpların elinde olan Karayina’yı ele geçirmesinde etkisi büyük olmuştur (Keegan, 1998: 2). Bir İngiliz şirketi olan Sandline de hükümetle ilişkisini iyi tutmaya çalışan şirketlerden biridir. 1997’de Papua Yeni Gine Başbakanı ile, Bougainville adasında çıkan uzun dönemli bir isyanı durdurmak üzere anlaşan Sandline, (Sheppard, 1999: 1) 1998’de Sierra Leone’deki gelişmelerle birlikte yeniden gündeme gelmiştir.

Dyncorp ve TRW gibi askeri kökenli uluslararası şirketler (military-oriented multinational corporations-MNCs), askeri hizmetler yanında. kamuyla yapılan sözleşmelerin bitmesi ya da çekilmesi durumunda kârlılığın devam etmesini sağlamada yardımcı olmaktadırlar.
Şirketleşme, özel askeri firmaların kâr amaçlı olması anlamına gelmektedir. Özel askeri şirketler, sürekliliği ve hiyerarşiyi içerir. Bu yüzden de, şirket finansmanına ait karmaşık işleri yapabilirler.
Özel askeri şirketlerdeki personelin büyük çoğunluğunu yine paralı askerler oluşturmaktadır. (Singer, 2001/2002: 7) Ancak, artık yapılacak işin türü, müşteri ile ilişkiler ve çatışmalardaki etkileri tümüyle farklıdır.

Paralı askerlerden farklı olarak, özel askeri şirketler, yasal bir yapıya sahiptirler; müşterilerine sözleşme yoluyla bağlanırlar, global piyasa içinde birbirleriyle rekabet ederler. Birçok durumda, en azından kayıtlı olmayı gerektiren yasalar ve yabancı sözleşmeler için alınacak lisanslar yoluyla kendi devletlerine ismen bir bağlılıkları vardır. Yine paralı askerlerden farklı olarak, eğitim, istihbarat,
danışmanlık, lojistik destek, operasyonel destek ve çatışma sonrası çözümler gibi değişik hizmetler için çalışmaktadırlar (Singer, 2001/2002: 8). Vinnell, Armor Holdings, Levdan, DynCorp, TSI ve MPRI gibi şirketler, bu tür özel askeri şirketlere örnek olarak gösterilir. Bu şirketler genellikle, çatışmalarda yer almamakta, başka bir deyişle “vurucu birlikler” sağlamamakta, yukarıda
belirtilen hizmetleri yerine getirmektedirler. Aynı zamanda, bunlarla, belirli bölgelerde silahsız arabulucuların ve teknisyenlerin güvenliği sağlamak, spesifik yerleşimleri (petrol boru hatları gibi) korumak amacıyla sözleşme yapılmaktadır (Taulbee, 2002: 4).

A. Özel Askeri Şirketlerin Tanımı

İngiltere hükümetinin, özel askeri şirketler üzerinde odaklanan Rapor’u (UK Government Green Paper, 2002) bunların uluslararası düzeyde hukuki bir düzenlemeye tabi tutulması sorununu tartışmaya açmaktadır. Özel askeri şirketler konusunda oldukça ayrıntılı ve kapsamlı bilgilerin yer aldığı metin, tanım sorunu üzerinde de durmaktadır. Özel askeri endüstri içinde birbirinden
farklı çok sayıda grup bulunuyor: Paralı askerler, özel ordular, özel güvenlik şirketleri, özel istihbarat şirketleri ve özel askeri şirketler. “Green Paper”a göre paralı askerler, bir kazanç karşılığı savaşan ya da savaşçı becerilerini satan kişiler. Özel ordular ise genellikle gelişmekte olan ülkelerde rastlanan bir olgu. Özellikle, Güney Amerika’da “uyuşturucu lordları”nın ya da Afrika’da Liberya örneğinde olduğu gibi “savaş lordları”nın özel ordularına rastlıyoruz. Rapor’a göre, bu grupta yer alanların en dikkat çekici olanları belli kişiler etrafında örgütlenen El Kayde gibi “dini” ordular. Özel güvenlik şirketleri, tamamen ayrı bir kategori olarak değerlendiriliyor: Tıpkı paralı askerler gibi, bu şirketler de uzun bir geçmişe sahip. Kişisel koruma veya belli yerleşim yerlerinin,
konutların korunması gibi görevleri üstlenecek şekilde ortaya çıkmış olan özel güvenlik şirketlerinin bir kısmı lojistik destek sağlamaya başlamakta ya da çarpışmalarda yer almaktadırlar. BP’nin Kolombiya’da kullandığı Defence System Ltd. bunun bilinen bir örneği. Özel istihbarat şirketleri, özel güvenlik şirketlerinin bir alt kategorisi olarak nitelenmektedir. Bazı şirketler, istihbarat yanında
diğer güvenlik işlevlerini de yerine getirmektedir (Control Risk Group gibi). İstihbarat topluluğunun büyük bir kısmı, Oxford Analytica ve Economist Intelligence Unit. gibi güvenlik ve askeri hizmete bulaşmamış örgütlerden oluşmaktadır.

“Green Paper”, özel askeri şirketleri, geniş bir askeri ve güvenlik alanı içerisinde sözleşmeli olarak çalışan ve vurucu operasyonlara katılacak şekilde donatıldıkları için özel güvenlik şirketlerinden farklılaşan gruplar olarak ele almaktadır.

Özel askeri endüstri üzerine çalışan bir uluslararası ilişkiler uzmanı, Deborah Avant, özel askeri şirketlerin, bir ülkenin kiralık askerlerinden farklı bir şey olduğunu; onların para karşılığı herşeyi yapan “savaş köpekleri”1 ya da “kendi hesabına çalışan” kişiler olmadıklarını belirtiyor ve bu şirketlerin global pazarda uzun erimli bir yere sahip olma amacını taşıdıklarını; bu yüzden de askeri hizmet gibi meşru bir işlevi yerine getirdikleri konusunda inandırıcı olmaya çalıştıklarını öne sürüyor. Bu şirketler şimdiden bir ticari grup oluşturmuşlar bile: Uluslararası Barış Operasyonları Birliği (International Peace Operations Association) (Aktaran, Khan, 2002).

Aslında, birçok güvenlik şirketinin çarpışmalarda yer alması, onlarla özel askeri şirketler arasındaki “niteliksel” farkı silmektedir. Fakat, aynı zamanda özel askeri şirket olarak nitelenen pek çok şirket de “vurucu operasyonlar”da yer almamaktadır. Bu gibi nedenler yüzünden, özel güvenlikle ilgili grupların tanımlarına ilişkin tartışmalar dallanıp budaklanmaktadır. Herhalde tanımdan
daha önemli bir soru, bu oluşumların neyi temsil ettikleridir. Paralı askerlerin faaliyetlerini izlemek üzere görevlendirilen Birleşmiş Milletler Raportörü’nün söyledikleri bu açıdan önemlidir: “Paralı askerlerin faaliyetleri, son kırk yıldır halkların kendi kaderlerini belirleme haklarını kullanmalarını engellemek ve insan haklarını ihlal etmek için devreye sokulan bir şiddet biçimidir” (abç)
(Aktaran, Jackson, 2002: 39; Taulbee, 2002: 7). 


1 “Savaş köpekleri” tanımlaması, John Irvin’in yönetmenliğini yaptığı, paralı askerleri konu alan bir filmden  ( The Dogs of War) gelmektedir.


Raportör, özel askeri şirketleri “anonim şirket haline gelmiş paralı askerler” olarak değerlendirmektedir. Bu anonim şirketler ya uluslararası müdahale
adı altında yapılan operasyonların önemli bir parçası olmakta ya da ABD’nin ve diğer güçlü devletlerin ekonomik çıkarlarının bulunduğu bölgelerde kullandıkları güçler olmaktadır. Güçlü devletlere, bu şirketler birçok olanak sunar: Askeri müdühalenin getireceği maliyet ve risklerden kurtulurlar. Irak’ta olduğu gibi kendi kamuoyunun tepkisini engellemiş olurlar. İnsan hakları ihlalleri
için “hesap vermek” durumunda olmazlar.


B. Özel Askeri Endüstriyi Doğuran Nedenler


Soğuk savaşın sona ermesi ve bunun güvenlik piyasasında yarattığı değişimler, savaşın yapısındaki değişimler ve özelleştirmenin hız kazanması. Bu üç değişken, özel askeri şirketlerin kurulmasına yönelik global düzeyde bir talep yarattı. Aslında, yirmi birinci yüzyılın başında patlak veren bu endüstrinin, yakın bir gelecekte daha da önem kazanacağını sık sık vurgulanıyor.
Çünkü, özel askeri firmalar, bir anlamda “gelişen global güvenlik ortamının ayırt edici temsilcisi” olarak çıkıyor karşımıza. (Singer, 2001/2002: 8).

Soğuk Savaş’ın bitişini takiben askeri güçlerin arz ve talebindeki ciddi kitlesel dağılmalar, özel askeri endüstrinin doğmasının koşullarını oluşturdu. Etnik çatışmalar ve iç savaşlardaki artış, güvenliği önemli boyutlarda tehdit edici yeni bir unsur olarak ortaya çıktı. Bu tür çatışmalar, arabuluculuğu gerekli kıldığı gibi, başka tür müdahalelere de kapı açtı. Bunlar arasında bir çok devlet dışı aktörü saymak mümkün: Yerel savaş lordları, paramiliter gruplar, uluslararası suçlular
ve uyuşturucu tekelleri (ICIJ, 2002: 8).

Diğer bir faktör, aşırı militarize olmaya dayanan Soğuk Savaş’tan sonra, dünya ölçeğinde orduların küçülmeye başlamalarıdır. 

1990’larda, 6 milyondan fazla personel ordulardan ayrılmak durumunda kaldı. Bu, yeni doğan özel askeri endüstri için yedek  bir işgücü deposu demekti. Ordu içindeki birçok üst düzey birlikler (Güney Afrika’da 32. Reconnaissance Battalion ve Sovyet  Alfa özel güçler birliği) kendi yapılarını korudular ve kendi özel şirketlerini kurdular. İşlerini kaybedenler sadece askerler değillerdi; eski KGB’nin %70’inin yeni oluşan endüstri içinde yer aldığı dile getirilmektedir (Singer, 2001/2002: 10). Aynı zamanda, kitle silahları stoku piyasaya açıldı: Makineli tüfekler, tanklar hatta jetler,  maliyetini karşılayabilecek herkes tarafından ulaşılabilir hale geldi.
Bütün bunlar, özel askeri firmaların gereksinim duyduğu işgücü ve teçhizat için gerekli koşulları sağladı.

Bunun yanında, devletlerin bir çok tehdite karşı koyuş gücü açısından bir zaafiyete düştüğünü de söylebiliriz. Çok sayıda devlet, süper güçlerden aldıkları destekleri yitirince, yönetimde ciddi sorunlarla karşılaşır oldular. Özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında, bazı devletlerin sadece isim olarak varlıklarını koruyabildiklerini; siyasal otoriteleri ve güçleri açısından
etkisiz bir hale geldikleri görülebilmektedir (Singer, 2001/2002:9) Sonuç olarak ortaya çıkan, çöken devletler ve yeni bir istikrarsızlık alanı oldu. Bu devletlerin yetersiz olan askeri ve polis güçleri gibi devlet kurumlarının da işlev göremez bir durumda olması, dışarıdan güçlerin geleneksel olarak devlet tarafından yerine getirilen işlevleri yüklenmesi biçiminde sonuçlandı. Bunlardan biri de, özel güvenlik şirketlerine duyulan ihtiyaçtı.

Bu istikrarsızlık alanlarına geleneksel müdahale biçimi, bir süper gücün devreye girmesi ve müdahale etmesi biçiminde olurdu. Ancak, Soğuk Savaş’ın sona ermesi bu devletlerin güvenlik önceliklerini yeniden düzenlemeleri sonucunu doğurdu. Güçlü devletler, en azından Amerika’ya yapılan 11 Eylül’deki saldırıya kadar, istikrarı sağlamak için bir başka ülkeye doğrudan müdahaleye
istekli değillerdi. Bu ülkelerin, böylesi müdahaleler için kamuoyundan destek almaları eskisine göre daha zordu. İşte, bu dönemde, özel askeri firmalar ortaya çıkan boşluğu doldurdular (Gilligan, 1998; Singer, 2001/2002: 9).

1. Savaşın Yapısındaki Değişim

Günümüzde, savaş radikal değişimler geçiriyor. Daha önce yaygın olan yüksek yoğunluklu çatışmalar yerine sivil uzmanların daha teknolojik ve dolayısıyla daha incelmiş askeri stratejileri ve sistemleri geçiyor. Düşük yoğunluklu bir savaşta, kullanılan temel araçlar çok fazla çeşitlenmemiştir; ancak, eskisine oranla savaş araçları çok daha fazla aktör tarafından ulaşılabilir bir hale gelmiştir. 
Üçüncü Dünya Ülkelerinin bir çoğunda ortaya çıkan çatışmaların kâr amacı sonucu doğduğu görülmektedir.

Yeni savaş biçimlerinin önemli bir özelliği de, cephede savaşacak geniş ordulara duyulan ihtiyacın azalmaya başlamasıdır. Gelişmiş teknolojiler sayesinde, stratejik sonuçlar, bazen savaş alanında kimse savaşmadan elde edilmektedir.

Yüksek teknojiye dayalı savaşlarda, uzmanlara daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu uzmanlar ise çoğu kez özel sektörden devşirilmektedir. Amerikalı bir askeri yetkili, yüksek düzeyde teknik ve lojistik desteklerini özel firmalardan sağladıklarını itiraf etmektedir (Singer, 2001/2002: 10-11)

Amerika dışında gelişmiş ülkelerin de özel askeri hizmetlere yöneldiklerini görmek mümkün. Örneğin İngiltere, 1999’da Kosova’da önemli bir rol oynayan, uçak destek birimi, tank ulaşım birimi için özel şirketlerle anlaşmalar yapmıştır. “Postmodern savaş”ın başka bir özelliği, enformasyon alanında hakim olabilmek için sivil katılıma daha fazla gereksinim duyulmasıdır. Bu, ilerde, ordular içinde daha fazla sözleşmeli personele ihtiyaç duyulacağı anlamına gelmektedir.
Bunlara ek olarak, savaşların arkasındaki amaçların ve motivasyonların da değiştiğini söylemek mümkün. Bu özellikle, zayıf devletlerin isyancı güçlerle karşılaştıkları düşük yoğunluklu çatışmalarda kendini gösteriyor. 
Tarihin her evresinde olduğu gibi, bireyler veya küçük gruplar silahlara kolay bir biçimde erişebilmektedir.  Soğuk savaş sonrasında ise, Doğu bloku depolarının dağıtılması ve çok sayıda alıcıya ucuz satış yapılması özel bir durum 
oluşturdu. 

En yaygın olanı ve en fazla dağıtılanı, düşük yoğunluklu savaşların başlıca silahı olan “ucuz piyade silahlarıdır”. Özellikle zayıf rejimlerin olduğu ülkelerde, bu silahları elde eden gruplar, “statükoya karşı ciddi bir tehdit” oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla bu süreç, yerel düzeydeki savaşçı güçlerin hem yaygınlaşmasına
hem de güçlenmesine hizmet etmektedir. Çağdaş savaş alanındaki bir uzmana göre, “herkes yeterli bir parayla güçlü bir askeri donanıma sahip olabilir. Suç işlemeye bir isteklilik varsa, neredeyse herkes yeterli parayı bulabilir”. Kolombiya, Kongo, Liberya, Tacikistan gibi çatışma bölgelerinde, bir zamanlar sahip olunan ideolojik amaçlar ve motivasyonlar ortadan kalkmış durumda;
yerine yerel kaynakları ele geçirmek isteyen, kar ve kazanç peşindeki grupların çatışmaları sürüyor (Singer, 2001/2002: 12).

2. Özelleştirme ve Özelleşen Askeri Güç

Özel askeri güçlerin gittikçe şişmesi ve güçlenmesi eğilimin arkasındaki bir başka neden, 80’lerden itibaren yeni liberal yönetim tarzının ve ideolojisinin etkisiyle gerçekleşen kamu sektörünün küçültülmesi projesidir (Mandel, 2000: 3; Singer, 2001/2002: 13). Tarihsel olarak bakıldığında, bu projenin önemli bir parçası olan “özelleştirme”, artık yeni liberellerin bir aksiyom olarak kabul ettikleri şu düşünceye dayandırılıyor: Kamu sektörü ile karşılaştırıldığında özel sektör daha etkin ve daha verimlidir. Bundan dolayı, hantallaşmış, işlemez duruma gelmiş, yolsuzluklarla çığrından çıkmış kamu sektörünü bir an önce piyasaya açmak, rekabetin verimlilik sağlayan koşullarına terketmek gerekir. Bu düşüncenin etkisini, devletin en önemli işlevlerinden biri olan savunma ve güvenlik işlevlerinde göstermemesi beklenemezdi. Nitekim, kâr amaçlı askeri bir endüstrinin kısa zamanda ortaya çıkışı ve zeminini sağlamlaştırması, geleneksel devlet anlayışını sarsıntıya uğratan bir değişim olarak görülebilir. Ancak, şunu unutmamak gerekir: Özelleşmiş askeri endüstri içinde yer alan şirketler yalnız devletlere değil, özel sektöre de hizmet vermektedir. Fakat, bizim
için burada kritik olan nokta, özel askeri güvenliğin, günümüzdeki hakim “ekonomik rasyonalite” ile; devletin küçültülmesi ve özelleştirmenin güçlenmesiyle yakından bağlantılı olduğudur.

C. Şirketlerle İlgili Bazı Notlar: Tepkiler, Davalar ve Deşifre Edilenler

Özel askeri şirketlerle ilgili olarak tekrar belirtilmesi gereken nokta, bunların tek bir ülkede faaliyet göstermediğidir. Singer’in (2003) vurguladığı gibi, “biz ulusal bir endüstriden söz etmiyoruz.
Söz konusu olan global bir endüstri...Bu şirketler 50’den fazla ülkede faaliyette bulunuyorlar, genellikle de dünyadaki her çatışma noktasında yer alıyorlar.”

Başta ABD ve İngiltere olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerin çıkarları gereği asker göndermede ya da Birleşmiş Milletler’in müdahale etmede pek fazla istekli olmadıkları bölgelerde, uluslararası güvenlik şirketlerinin gittikçe daha fazla etkin olmaya başladıkları bir gerçek. Bu tür şirketlerin en fazla etkinlik gösterdiği ve tercih edildiği yerin ise Afrika olduğu biliniyor. Örneğin, Sierra Leone. Ordu ve isyancılar arasındaki çatışmalardan sonra, 1996 yılında seçimle iktidara
gelen sivil hükümet, Güney Afrikalı askerler tarafından oluşturulan ve uluslararası güvenlik şirketlerinin en önemlilerinden biri olarak bilinen Executive Outcomes’a kontrolü verdi. Executive Outcomes (EO), daha önceki askeri rejim tarafından 1995 yılında, hükümet güçlerini eğitmek amacıyla getirilmişti. Bu şirket özellikle şehir merkezlerinden ve elmas çıkarılan bölgelerden isyancıları
uzaklaştırmayı başarmıştı. Aynı zamanda, Sierro Leone askerlerinin niteliğini yükselttiği gibi RUF’la başarılı bir şekilde çatışacak bir milis güç örgütledi. Ocak 1996’da EO, RUF’un en büyük üslerinden birine saldırı düzenledi ve bunun sonucunda isyancılar hükümetle görüşmeyi kabul ettiler. EO’ın operasyonlarının sağladığı göreli istikrar koşulları içinde seçimler yapılabildi.
EO’a “yardımlarından” dolayı 35 milyon dolar ödendiği ve bu miktarın Sierra Leone hükümetinden çok BM tarafından karşılandığı belirtiliyor. 21 aylık bir dönem için ödenen bu paranın görece düşük olduğu vurgulanıyor. Çünkü BM gözlemci güçlerinin sekiz aylık masrafları için belirlenen bütçe 47 milyon dolar (Green Paper, 2001: 12).

Seçimlerle işbaşına gelen yeni yönetim de, EO’ın kendileri için yaşamsal olduğunu belirtiyordu.
Ancak isyancıların faaliyetleri sürdü ve özellikle İngiltere’den gelen baskılar sonucu (ki İngiltere Sierra Leone’ye silah satışı yapmaktaydı), hükümet isyancılarla anlaşmak zorunda kaldı, EO’dan da ülkeyi terketmesi istendi. Sivil yönetimin başkanı olan Kabbah, 1997’de Sankoh’un liderliğindeki bir darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı ve sürgüne gönderildi. Bu kez Kabbah, yeniden
iktidara gelebilmek için bir başka paralı asker grubu olan İngiliz Sandline ile anlaştı. İngiliz Dişişleri Bakanlığı’nın bazı üyeleri de bu girişimi desteklediler. 1998 yılında Kabbah, Sandline’in yardım ettiği Nijeryalı güçler tarafından yeniden iktidara getirildi ve Sankoh tutuklanarak idam cezasına çarptırıldı; ancak bu ceza uygulanmadı. Sankoh’un başkanlığındaki güçler yeniden ülkede
kanlı bir iç savaşı başlattılar (Shawcross, 10 Mayıs 2000, The Guardian).
EO, özel askeri şirketlerin protipi ve adından en fazla söz edilen şirket. Apartheid’in kıdemli, emekli askerleri tarafından kurulan şirket, ününü, Angola hükümeti tarafından kiralandıktan sonra kazandı. İsyancı UNITA hareketi, EO tarafından öylesine kötü bir biçimde bastırıldı ki Lusaka Barış Anlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Daha sonra EO, Sierra Leone’ye geçti. Şirketin bu
ülkeden ayrılmasından sonra ise tam bir iç savaş, anarşi ve kanlı bir kaos yaşandı. Daha sonra Angola’da kurulan düzen de dağıldı. Bunlar, özel askeri şirketlerin iç savaşlara geçici çözümler getirdiğini göstermiş oluyordu. İlginç olan noktalardan biri de, bu şirketlerin her iki ülke örneğinde de olduğu gibi, uluslararası toplumun müdahale etme gereği görmediği yerlerde etkin olmalarıydı (Sheppard, 1999).

Sierra Leone olayı, bir gerçeği daha açığa çıkardı: Devletlerin özel askeri şirketlerle sözleşme yapmaları ya da paralı asker kiralamaları bir başka nedene daha dayanıyordu: Sıcak çatışmalarda kendi ordularını riske atmak istememek. Amerika’da kurulmuş özel bir güvenlik şirketi olan International Charter Incorporated of Oregon (ICI), tehlikeli bölgelere gitmek için devletle
sözleşme imzalamış birçok şirketten yalnızca biriydi. Bu şirket Haiti ve Liberya’daki çatışmalarda da aktifti. ICI’ın Sierra Leone’deki rolü, Devrimci Birleşik Cephe’nin (RUF) isyanını bastırmak için yardıma gelen Nijerya ordusunu ülkesine geri götürmek, ulaşım ve tıbbi hizmetleri sağlamaktı.
Aslında Amerika’nın Sierra Leone’den elde edeceği bir çıkarı yoktu. Ancak, RUF’un başarılı olması durumunda, Washington’un ittifak içinde olduğu, zengin bir petrol ülkesi olan ve Amerika’nın en fazla petrol aldığı beşinci ülke konumundaki Nijerya için tehlike çanları çalmaya başlayacaktı (ICIJ, 2002: 1).

Elmas madenleri açısından zengin bir ülke olan Sierra Leone sadece örneklerden birisi. 1990’lı yıllar boyunca büyük devletlerin ekonomik çıkarlarının olduğu ülkelerde, güvenlik şirketleri olarak Güney Afrika kökenli Executive Outcomes, İsrailli Levdan, İngiliz Sandline ve Amerikan MPRI kriz bölgelerine müdahale ettiler. “Bu şirketleri finanse edenler ise yerel hükümetler, şirketler (özellikle maden ve enerji şirketleri) veya uluslararası örgütler (Dünya Bankası, Birleşmiş
Milletler)”. Petrol kaynakları açısından güçlü ülkelerin ve şirketlerin iştahını kabartan Angola’da Executive Outcomes, 1992 yılında petrol şirketleri ile yaptığı bir sözleşme gereği, bölgede güvenliğin sağlanması için faaliyette bulundu. EO, 1998 yılında resmi olarak feshedilene kadar, 30’dan fazla Afrika ülkesinde etkindi. “Dünya üzerinde, kapsamı değişiklik gösteren, önemli önemsiz 300
bine yakın askeri danışmanlık ve güvenlik şirketi”nin bulunduğu söyleniyor (Conesa, 2003: 23). Özel askeri şirketlerin genişlemesine karşı bir tepkinin geliştiğini söylemek mümkün. Sandline, Sierra Leone’deki düşen hükümetin yerel destekçilerine, Birleşmiş Milletler’in silah ambargosuna rağmen, askeri destek sağlamada İngiliz Dışişleriyle birlikte hareket ettiği için adı kötüyü çıkmış
şirketlerden biri.

Bu örnekte açığa çıktığı gibi, önemle belirtilmesi gereken konulardan biri de, bu şirketlerle süper güçlerin jeo-politik stratejileri arasında kurulan yarı-resmi bağlar. Devletler, çoğu zaman özel askeri şirketleri kendi ordularının “doğal bir uzantısı” olarak kullanabiliyorlar ve bu günümüzde gittikçe belirginleşen bir eğilim. 1990’lar boyunca bir ABD şirketi olan MPRI (Military Professional
Resources Incorporated) Hırvatistan ve Bosna’da kullanılmıştır. 1988’de zamanından önce emekli olan üç generalin kurduğu, askeri eğitim ve beceri kazandırma konusunda uzmanlaşan MPRI, genellikle ABD hükümeti için çalışmaktadır. 1994’te Hırvatistan hükümeti MPRI ile, Hırvat askeri güçlerinin kapasitesini arttırmak ve ve Hırvatistan’ı NATO’yla “Barış Programı için Ortaklık”
çerçevesinde çalışacak uygun bir aday haline getirmek için sözleşme imzalamıştır. Bu sözleşme, modern bir özel askeri şirket ile bir hükümet arasında imzalanan, ilk askeri eğitime yöneliksözleşmelerden biri olarak gösterilmektedir (Bkz. ICIJ, 2002:5). 1995’in Ağustos ayında, MPRI’ın
Hırvatistan’a gelişinden bir sene geçmemişken, Hırvatistan ordusu, daha önce hiçbir şekilde başaramayacağı bir şeyi gerçekleştirdi: Sırplara karşı bir hücüm gücü oluşturdu ve Sırpların elinde olan bölgeleri geri aldı. MPRI, bu çatışmalarda bir rolü olduğunu inkar ediyordu. MPRI, doğrudan çatışmalara katılmamış olsa bile, Hırvat ordusunun saldırısının planlanması ve eşgüdümlenmesi
MPRI tarafından sağlanmıştı; bu, dolaylı da olsa askeri şirketin müdahilliğini gösteren bir kanıttı.
Hırvat ordusunun başarısı,  Bosna için de bir fırsat yarattı ve barış görüşmeleri nin yolunu açtı.
1995’te Bosna’da çatışmayı sona erdiren Dayton Barış Anlaşması’na ek olarak Clinton yönetimi MPRI’a, Bosna Federasyonu’nun silahlı güçlerine eğitim vermesi için lisans verdi. Bu kez, Hırvatistan ordusundaki işlevlerinden farklı olarak, Bosna ordusuna “vurucu beceriler” geliştirme konusunda eğitim sağlamak üzere sözleşme imzalandı. (Green Paper, 2001: 13; ICIJ, 2002: 6;
Jackson, 2002: 35-36).

Yine Kosova ve Belgrad arasındaki düşmanlığın sona erdirilmesinde, diğer bir özel şirket olan DynCorp önemli bir rol oynadı. Uluslararası barış gözlemcilerinin Kosova’daki varlığı ve buna ABD’nin yaptığı katkı daha sonra gerçekleşti. DynCorp hakkında en fazla konuşulan ve tartışılan şirketlerden birisidir. Kuzey Virjinya’da kurulmuş olan bu şirketin hizmetleri bilgi teknolojisinden özel askeri hizmetlere kadar uzanmaktadır. Bosna dışında, Somali, Angola, Haiti, Kolombiya; Kosova ve Kuveyt’te varlık göstermiştir. Gelirinin yüzde 95’ini ABD hükümeti ile yaptığı sözleşmelerle sağlamaktadır 
(http://www.wikipedia.org/wiki/DynCorp). 

DynCorp’la Balkanlar’da birçok hizmeti yerine getirecek şekilde sözleşmeler imzalanmıştır. 
Bu hizmetler arasında Bosna polis gücünü eğitmek ve bölgedeki ABD ordusuna onarım hizmetlerini sağlamak bulunuyordu. 
DynCorp çalışanları hem Kosova hem de Bosno operasyonlarında kadın ticaretine bulaşmışlardır. Ayrıca yasa dışı silah ticaretine adları karışmıştır. Söz konusu kişilerin işine son verilmekle birlikte haklarında bir soruşturma açılamamıştır. Bu olay şirketlerin ve çalışanlarının yasal sorumluluğu ve
hesap verebilirliği sorusunu gündeme getirmiştir. Özel askeri şirketler genellikle “çökmüş” bir devletin sınırları içinde çalıştıkları için sorumlu tutulacakları bir yerel hukuk bulunmamaktadır.
DynCorp olayında açığa çıktığı gibi, şirket çalışanları ABD yasalarına göre sorumlu tutulamaktadırlar; çünkü, olay ABD sınırları içinde meydana gelmemiştir. Ayrıca, ABD askeri yasaları da devreye girmemektedir. Çünkü şirket çalışanları, ABD ordusunun bir üyesi değillerdir (Singer, 2004:6-7) 
DynCorp, bu olaylar nedeniyle adı kötüye çıkmış şirketlerden biri olduğu halde, Irak polis gücünün eğitilmesi için ABD yine bu şirketle sözleşme yapmıştır.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


...



30 Haziran 2016 Perşembe

Neyi, Niye Konuşturuyorlar?




 Neyi, Niye Konuşturuyorlar?
Mahmut Ayaz Yazdı:
17 Şubat 2013 21:45
US Flag Around the Earth





Onca Dezenformasyon ve manipülasyon bombardımanında, kimileri Arap Baharı, kimileri Arap Sonbaharı dedi ve o baharların neyin provası olduğu çok geçmeden anlaşıldı. ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, daha 2003 yılında Washington Post gazetesinde BOP’un ne olduğunu açıkça dile getirmişti: “Fas’tan Basra Körfezi’ne, oradan Orta Asya steplerine kadar 24 ülkenin rejimlerini, sınırlarını ve haritalarını değiştirmek.”
Kuzey Afrika ülkeleri Tunus ve Mısır’da başlayıp Basra Körfezi ülkelerine ve oradan da Libya ile Suriye’ye sıçrayan olaylardan önce şunları yazmıştık (gerekli olduğu için iki yazımdan yazı başlıklarıyla birlikte iki alıntı yapacağım):
Boşbaşkan, Fosbaşkan, Eşbaşkan, Asbaşkan, Üsbaşkan… başlıklı yazıdan:


“Fas’tan Basra Körfezi’ne, oradan Orta Asya steplerine kadar 24 ülkenin rejimlerini, sınırlarını ve haritalarını değiştirmek.”
ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice
Washington Post

7.08.2003

“… Açıklanana değil, açıklanmayana/gizlenene bakalım. Oysa açıklanmayan ve insanlara sosyoekonomik, kültürel vs. alanlarda ilerleme ve gelişme olarak sunulan bu pek insani ve demokratik söylemli proje emperyalizmin cilalı ve en sinsi maskelerinden biridir. 30-40 yıl önceki Anayasalarla yönetilen ve hala gerici özlerini koruyan rejimler ABD’nin yeni ihtiyaçlarına yanıt veremez duruma geldikleri için değiştirilecekler. Hedefteki ülkeler demokratikleşme adı altında ve küçültülerek (hem coğrafi-siyasi ülke sınırları olarak, hem rejim olarak) değiştirilecekler. Politik, ekonomik, hukuki olarak ABD’ye sıkı sıkıya bağlı, İsrail’le iyi geçinen, özelleştirmelerle altyapısı ve pazarı tamamen ya da kısmen ele geçirilmiş, eyaletlere ya da üçe beşe bölünmüş bölük pörçük küçük kukla ülkeler yaratılacak. Ortadoğu’nun despotik monarşik rejimleri ılımlılaştırılarak yeniden yapılandırılacak ve desteklenecek. Ilımlı İslam elbisesi laik yapısı nedeniyle Türkiye’ye biçilmiştir ve Ilımlı İslam modeli Türkiye’de tutarsa BOP’un hedefindeki tüm ülkelere örnek olarak gösterilecek, Fas’tan Pakistan’a kadar aynı elbise cebren ya da hile ile tek tek her ülkeye giydirilecektir.
Kısacası, emperyalizmin klasik “böl ve yönet” politikasının daha geniş bir coğrafyada ve yeni versiyonu olan demokratikleşme adıyla uygulanması sözkonusudur. İçeriden çokuluslu şirketlerce ele geçirilmiş bir pazar ve demokratikleştirilmiş müdahale, teslim almaya yeterli olmazsa dışarıdan zor yoluyla müdahale.
Birincisine örnek Türkiye, ikincisine örnek Afganistan ve Irak’tır ve üç ülkenin de yönetimleri ABD tarafından tayin edilmiştir, fena halde Amerika’ya bağlıdır ve Amerikancıdır…”
“… Tayyiplerin yeni yaptıkları Anayasa da 12 Eylül Anayasası’nın tahkim edilmesinden başka bir şey değildir ve BOP’un önünü açacak olan hamlelerin en esaslısıdır. Önceleri göğüslerini gere gere BOP’un Eşbaşkanı olduğunu ilan edenlerin şimdilerde BOP Eşbaşkanı olduğunu saklama çabaları boşuna değildir. Başbakanlık koltuğunda oturan birisi kendi Anayasası’na ve yasalarına tabidir, başka bir ülkenin projesinde emir komuta hiyerarşisinde eşbaşkan, boşbaşkan, asbaşkan, üsbaşkan gibi birimlerde/ünvanlarla rol/görev alamaz, bu Yüce Divan’lık bir suçtur…”
http://telgrafhane.org/mahmut-ayaz-yazdi-bosbaskan-fosbaskan-esbaskan-asbaskan-usbaskan/

YA KENDİNİZİ SEÇERSİNİZ, YA DA BAŞINIZA ... RIRSINIZ! başlıklı yazıdan:
“… Tüm toplumları küreselleştirerek küreklere getirip tek tipleştirmeye çalışan emperyalizm, sefaleti ve cehaleti de dayatmaktadır. Türkiye gibi dışa bağımlı çarpık kapitalizmler de bundan nasibini fazlasıyla almaktadır. Sefalet ve cehalet kötülüklerin yatakçısıdır/anasıdır. Sığ ve sıradan sığır sürüsü haline getirilen toplumları yönlendirmek ve yönetmek işten bile değildir. Din, mezhep, milliyet, cinsiyet ayırımcılığını da biraz körüklediniz mi, istediğiniz gibi bölüp parçalayabilirsiniz artık. Üstelik bunu örtülü ya da açık faşizm olarak, ama maskelemek için “ileri demokrasi” diye diye yaparsınız. BOP Eşbaşkanlığı adama boşuna verilmiyor! Küreselleşme ve BOP, önündeki tüm engelleri her türlü ahlaksız dalga dümenle ortadan kaldırmaya kararlıdır. Bunun için, ülkeler içeriden ekonomik, politik, kültürel enstrümanlarla fethedilir, ele geçirilir; yetmezse, başarılı olunamazsa, açık işgal de açık açık yapılır. Minareyi çalacak olanın kılıfı da hazırdır: Şimdiye kadar değillermiş gibi kendi işbirlikçi kuklaları birdenbire diktatör ilan edilir ve demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi nimetler o ülkelere canla başla uçaklarla, tanklarla hediye edilir. İmal edilen kamuoyuna da bu açık işgal meşru gösterilerek, bir güzel onaylatılır ve alkışlatılır. Bu sinsi oyuna, bu iğrenç tezgaha demokrasi deniyor. Şimdi Türkiye’de bu demokrasinin daha da ilerisine gitmek istiyorlar. Parola: İleri demokrasi (örtülü faşizm) için ileri! Ve her zaman olduğu gibi yine bu oyunu size onaylatmak istiyorlar. Bu oyunda başarılı olunursa eksikler tamamlanmış olacak, yeni anayasa ile anamızı yasal olarak tam belleyecekler…”
“… Lenin’in deyimiyle “Burjuvazinin ahırı”ndaki temsilcileriniz şimdiye kadar olduğu gibi, şimdiden sonra da gereğini layıkıyla yapacaklardır. Türkiye laik midir, layık mıdır, hep birlikte göreceğiz. Ya kendinizi seçersiniz, ya da başınıza sıçtırırsınız. Ama bu sefer başınızla birlikte sıçılacak olan, üstünde yaşadığınız, yurdunuz olan topraklardır ki, o topraklar da elden gittikten sonra, omuzlarınızın üzerinde taşıyacağınız baş değil, taş olacaktır ve varlığınızın ottan boktan bir farkı olmayacaktır…”

http://telgrafhane.org/mahmut-ayaz-yazdi-ya-kendinizi-secersiniz-ya-da-basiniza-sictirirsiniz/

Bu alıntıları niçin yaptım? Yazının girişindeki ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’ın (aslında gayet açık olan) şu sözüne açıklık getirmek için: “Fas’tan Basra Körfezi’ne, oradan Orta Asya steplerine kadar 24 ülkenin rejimlerini, sınırlarını ve haritalarını değiştirmek.”
BOP’un başı kimdir? ABD Başkanı. Eşbaşkanlarından biri kimdir? ABD’nin iktidara getirdiği Ilımlı İslam’ın yeni halifesi ve Neo-Osmanlı’nın yeni Sultanı RTE. BOP’un hedef aldığı coğrafya neresidir? Yukarıda Condolezza Hanım açıkça belirtmiş. Yani?! Yanisi şu:
Bin bir türlü hile hurdayla, fitne fesatla hedefteki kaleleri tek tek düşürmeye çalışıyorlar. Ne kadar başarılı olurlar, onu zaman gösterecek! Afganistan ve Irak bataklığında tökezlediler, Suriye’de de öyle. Ama planlarından vazgeçmiyorlar. Ve bok(bop) gelip kapımıza dayandı. Niye dozu gittikçe art(tırıl)an milliyetçilikleri, bölünmeleri, özerklikleri konuşturuyorlar sanıyorsunuz! Hedef aldıkları her ülkede farklı milliyetler, farklı mezhepler, aşiretler, tarikatlar var. Tabii bizde de! (Ve elbette kendilerinde de, ama hedef alan onlar, hedef alınan bizler olduğumuz için onların iç işleri asla gündeme getirilmez.) Yıllar önce sınıf savaşlarının sona erdiğini ilan etmişler ve etnisiteye, dini inançlara vurgu yaparak, onları ön plana çekmeye başlamışlar ve gittikçe artan dozda da desteklemişlerdi. Kafkasya ve Balkanlar’da da aynı senaryoyu uygulamışlardı. Sonuç: Balkan ülkeleri paramparça oldular ve şimdi hemen hepsi AB-D ile IMF’ye bağlı perişan ülkeler durumundalar. Ayrıca Balkan ülkelerinin çoğuna NATO üsleri kurulmuştur. Kafkaslar’da kısmen başarılı oldular, Rusya engeli nedeniyle şimdilik bir iki mevziyle yetiniyorlar. O süreçlerde Soros destekli/beslemesi “Demokratik” muhalefetleri de anımsayınız!

Aynısını şimdi BOP’un hedefindeki ülkelere uyguluyorlar; hem fonluyor, hem silahlandırıyorlar. Libya’daki isyancı çeteleri/aşiretleri NATO silahlandırmıştı, Suriye’dekini de Türkiye üzerinden silahlandırdılar. Ortam Haçlı saldırılarına uygun hale getirilmektedir. Sarkozy açıkça NATO ordularına Haçlı ordusu dememiş miydi? O Haçlı ordusunun yardakçıları, yalakaları kimler? İktidara getirdikleri Ilımlı İslamcı badem bıyıklı, muhafazakar demokrat Müslümanlar. BOP’un hedefindekiler kimler? Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar olan coğrafyada hemen hepsi Müslüman olan ülkeler! Bu Müslüman ülkelerin yönetimleri, BOP’un, NATO’nun Haçlı ordusunun saldırı ve işgaline karşı çıkacaklarına, birkaç ülke dışında hemen hepsi destekliyor. En başta da ABD’nin İsrail ve İngiltere’den sonra en has müttefiki olan Türkiye’nin Müslüman yöneticileri! Irak’ta emperyalist işgalciler Ramazan, Bayram demeden o ülkedeki camileri bile bombalarken gıklarını çıkarmayanlar, şimdi Ramazan’da Suriye’deki olaylara fena halde duyarlı oluyorlar!

AKP iktidarına kadar her Cuma namazı çıkışında türban için ortalığı yıkanlar, niçin yıllardır Müslüman kardeşlerinin bombalanmasına sessiz kalıyorlar acaba?! Balık baştan kokar! Sakallı cüppeli “muhafazakar demokrat/ileri demokrat”ların badem bıyıklı başına bakınız! Böyle başa böyle tıraş: Anımsayınız; RTE, Libya’ya NATO müdahalesine karşı çıkmış, ama iki gün sonra kıvırmış ve üstelik asker göndermiş, bununla da yetinmemiş, isyancılara da destek vermişti. Ve yine bununla da yetinmemiş İzmir’i NATO’nun merkezi haline getirmişti. Düne kadar komşularla ve tabii Suriye’yle de sıfır sorun diyenler, bugün ne oldu da çark edip ABD’nin maşası, emir kulu gibi hareket ediyorlar? Bu kadar iğrenç bir takkıyecilik, bu kadar ikiyüzlü bir Müslümanlık görülmüş müdür? Görülmüştür: Türkiye’nin dahiline bakınız! ABD nereyi, kimi hedef alıyorsa, düğmeye basılmış gibi dincisinden liboşuna kadar hep aynı kesimler anında harekete geçiyorlar.

ABD’nin düzlediği ve düzenlediği Meclis’e bakınız: ABD’ye karşı çıkmasa da sessizce ve içten içe onaylayan, onu alma beni al, AKP’yi alma beni al, ben daha iyi hizmet ederim dercesine zavallı durumda sessiz hık deyici 3 muhalif partiyi göreceksiniz. Meclis’in iktidarıyla muhalefetiyle Amerikancı olduğunu anlamamak için Türkiye’de yaşamak gerekiyor galiba! Baksanıza, dincisiyle, liboşuyla, Türk ve Kürt milliyetçisiyle, Neo-Sosyaldemokratlarıyla, merkez ve yandaş basınıyla, sermayesiyle, bürokrasisiyle, Cumhur’un başı Çankaya’sıyla, NATO’türkçü ordusu ve Fetocu polisiyle önemli konularda hemen fikir birliğine varıyorlar, beynini uyuşturup dumura uğrattıkları halkın karşısında da minik ayrıntıların kavgalarını yaparak, oyunlarla oyalayıp duruyorlar. Bağımsızlık, antiemperyalizm, sınıf mücadelesi diye bir dertleri var mı? Özellikle yoktur! Ve emperyalist proje olan etnikçilikte, dincilikte, mezhepçilikte elbirliğiyle tam gaz ileri. Neyi, niye konuşturduklarını anladınız mı?

Yugoslavya’yı aynı ayaklarla parçalara ayırıp yuttuklarında, Yugoslav sosyalistleri canları pahasına direnmiş, ama ne yazık ki, kör ve azgın milliyetçiliğin ayakları altında kalmış ve yenilmişlerdi. Türkiyeli yoldaşlarını da, “sırada Anadolu var, aman dikkat!” diyerek uyarmışlardı. Irak’ta, Libya’da, Suriye’de Arap’ı Arap’a kırdırıyorlar. Irak’ı fiilen üçe böldüler. Şii ve Sünni Arapları birbirine kırdırdılar. Irak Komünist Partisi de emperyalist işgalcilere destek verdi ve Meclis’te koltukla ödüllendirildi. Emperyalist işgale destek veren alçak Komünist! Tarih bunu da yazacak! Bizde de öyle soysuz satılmışların olması bizim için şaşırtıcı değil. Halk/lar dört koldan kuşatılmış, emperyalizm dört koldan yükleniyor, sosyalistlerin sesi ne yazık ki siyaset sahnesinde herkese ulaşamıyor.
Önümüzde, emperyalizmin halkları birbirine düşürüp boğazlatarak, paramparça edip yuttuğu bir sürü örnek varken, bu ülkelerden ders almayıp Türk ve Kürt milliyetçiliğinde ısrar etmek ve dozu artırmak, emperyalizmin değirmenine su taşıyan bir bölücülüktür. Halkların kardeşliğinde ısrar, antiemperyalizmde ısrar yurtseverliktir, sosyalistliktir, vicdanlı olmaktır. Bu sefer ve Anadolu’da ayaklar altında kalıp ezilmeyeceğiz!
Neyi, niye konuşturduklarını şimdi anladınız mı?!…
Mahmut Ayaz
Telgrafhane.org
http://www.telgrafhane.org/mahmut-ayaz-yazdi-neyi-niye-konusturuyorlar/

..



29 Haziran 2016 Çarşamba

Müzakereler Yine Başarısız Olur İse



Müzakereler Yine Başarısız Olur İse?

Yazar: Ümit Özdağ


Güvenlikçi yöntemler başarısız olduğu için müzakerelerden başka çıkar yol olmadığını ileri süren çevrelerin unuttuğu husus, PKK ile müzakerelerin 2006’da başladığı ve birinci dönem müzakerelerin 2011’e kadar sürdüğüdür. Bu dönem boyunca her gün televizyonlarda ve gazetelerde terörle müzakerenin “Erdemleri ve Başarıları” Türk milletine anlatılmıştır. 
Sonuçta, terörle müzakereler büyük bir başarısızlık ile sona ermiştir.  

Terörle müzakere sürecinden sadece PKK karlı çıkmıştır. PKK, 2006’dan buyana hem terörü tırmandırmış hem siyasal bölücü çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Üstelik bunları yaparken Oslo’da müzakerelere devam etmiştir. Ankara ise 2009’dan itibaren TRT Şeş ile başlamış ve ardı ardına bir çok taviz vermiştir. Bu tavizler, PKK’yı terörü durdurmaya sevk etmemiş aksine, asker, polis ve sivillere yönelik katliamlar devam etmiştir.

2011’in ikinci yarısından 2012 sonuna kadar PKK’ya karşı PKK terörüne yarı mücadeleci yöntemler ile karşılık verilince 1200’den fazla PKK’lı terörist öldürülmüş, KCK operasyonları ile terör örgütünün dağ kadroları etkisiz hale getirilmiştir. PKK ile mücadele yolunun etkinlik kazandığı bir dönemde 2012 sonundan itibaren tekrar PKK ile müzakere süreci başlamıştır. 

Halen Türkiye bu sürecin içinden geçerken 2009’dan 2011’e kadar müzakerelerin önemini, doğruluğunu, erdemini bize anlatan kadrolar televizyonlarda yine aynı müzakerelerin erdemlerinden bahsetmeye başlamışlardır.  

Peki ya bu müzakere süreci de başarısız olur ise? Ne olur? Üstelik başarısız olma ihtimali çok yüksektir, çünkü 2013 Mart ayı itibarı ile Kandil, Türkiye’ye karşı bir zafer kazandığını düşünmektedir. Kandil’deki terörist liderler terör eylemlerini sürdürerek daha fazla zafer kazanma ve daha büyük tavizler alma imkanının olduğuna inanmaktadırlar. Kandil, bir yandan Suriye iç savaşının Esad’ın Şam’dan ayrılmasından sonra kazanacağı boyut ile “ Kuzey Suriye’de devletleşme ” imkanına sahip olacağını, öte yandan Türkiye’de ardı ardına gerçekleşecek üç seçimin, terör örgütüne Hükümete yönelik şantaj politikasını artırma imkanı vereceğini görmektedir. Bundan dolayı, Öcalan bir an önce İmralı’dan çıkmak için uzlaşmacı davransa da Kandil’deki şefler, Öcalan kadar aceleci davranmayacaklardır. Kandil, Öcalan’a açık bir şekilde cephe almadan ve karşı çıkıyormuş gibi görünmeden İmralı Süreci diye takdim edilen görüşmeleri süreç içinde sabote etmeyi tercih edeceklerdir. Ancak Kandil süreci sabote etse de süreçten çok boyutlu kazanımlar elde edecektir. Bu kazanımlar şu şekilde sayılabilir:

1. Terör örgütü büyük ölçüde meşrulaşan taraf olma doğrultusunda devlete adımlar attırmış olacaktır.
2. PKK’nın sadece meşrulaşması değil aynı zamanda Kürtlerin meşru temsilcisi konumuna yükselmesi doğrultusunda önemli bir gelişme sağlanmış olacaktır.
3. Bu PKK’yı Cenevre Konvansiyonunda savaşan taraf konumuna tırmandırırken, uluslar arası meşruluğunu güçlendirecektir. Bir çok ülke PKK’yı terörist örgüt listesinden çıkaracaktır. PKK, Filistin Kurtuluş Örgütü konumuna doğru ilerleme kaydedecektir.
4. PKK, Suriye’nin kuzeyinde devletleşme sürecine girecektir, hatta girmiştir. Bu süreç daha da güçlenerek devam edecektir.
5. Güneydoğu Anadolu’da halk PKK’yı bölgede “geleceğin egemeni” olarak göreceği için sürecin sabote edilmesi ile durmasından sonra devletin teröre karşı mücadelede halk desteğini alması mümkün olmayacaktır.    
6. PKK, Türkiye’nin hangi tavizleri vermeye hazır olduğunu bu süreçte görecek, gelecek müzakere sürecinde masaya bunları almış olduğunu düşünerek oturacaktır.

Evet, PKK müzakere de etse mücadele de etse kazanan taraf. Mesele ne kadar çok kazanacağı. 

Çünkü PKK oyunu doğru kuruyor. 
İŞTE KANITI;

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi

http://www.21yyte.org/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/05/07/6986/pkk-ile-muzakere-mutareke-ve-kirli-baris-surecinin-analizi


  ..


..

Milliyetsiz Yurttaşlık, Anayasa ve Parçalanma

Milliyetsiz Yurttaşlık, Anayasa ve Parçalanma



Yazar: Ümit Özdağ

06 OCAK 2012  CUMA

Siyasal kimliğin belirlenmesinde tarihsel süreçte değişik coğrafya ve kültürlerde değişik unsurlar ön plana çıkmıştır. Roma İmparatorluğu'nda siyasal kimliği belirleyen Roma hukuku çerçevesinde yurttaş olmaktır. Bu hak başlangıçta sadece Roma kenti yurttaşlarına verilmiş, diğer İtalyan kentlerinde dahi esirgenmiştir. Zaman için önce İtalya'yı sonra diğer imparatorluk parçalarını kapsamıştır.
Ortaçağ'da dinin yönetici hanedan ile harmanlanması siyasal kimliği belirleyen husus olmuştur. Millet, hukuku, hanedan veya kurumsallaşmış din üst yapısının altındaalt yapı olarak varlığını sürdürmüştür. 18. Yüzyılın sonu 19. Yüzyılın başında itibaren devletlerin alt yapısını oluşturan milletler, kimliklerini devletin siyasal kimliğine de damga olarak basmaya devam etmişlerdir. Diğer bir ifade ile millet kimliği aynı zamanda siyasal kimlik olmuştur. Tabii ki bu süreç kolay olmamış, eski kimlikler direnmeye çalışmıştır. Ancak sonuç, milli kimliğin aynı zamanda siyasal kimliğe dönüşmesi olmuştur. Yurttaşlık hukuku da bir dine, bir hanedana veya bir devlete bağlı olmaktan, bir millete bağlı olmak çerçevesinde şekillenmiştir.
20. Yüzyılın başında milletten kopan ve millet üstü bir yurttaşlığı hedefleyen üç büyük girişim gerçekleşmiştir. Bu modele milliyetsiz yurttaşlık diyebiliriz. Bunlardan en büyüğü Sovyetler Birliği'nin kurulması ile çıkan Sovyet yurttaşlığıdır. SSCB'nin kurucu ideolojisi, sadece toplumu ve insanı izah etme değil, evreni de izah etme iddiasını taşıyan kapsamlı bir ideolojidir. Bu ideoloji, Sovyet devleti çerçevesinde sadece yurttaşlarına Sovyet yurttaşı kimliği vermekle kalmamış, kapitalizm üzerinde nihai zaferden sonra sınıfsız bir dünya ve komünist bir toplum amacı etrafında birleştirmeyi hedeflemiştir.
SSCB ile aynı tarihlerde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun parçalanması sonucunda kurulan Yugoslavya Krallığı, değişik din, mezhep ve dildeki bir çok Balkan milletini, "Yugoslav" veya güney Slavlığı şeklinde özü itibarı ile ırki bir zeminde milletten bağımsız bir yurttaşlık kimliği etrafında örgütlemeyi hedeflemiştir. Keza, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra Çekler ve Slovakların kurduğu Çekoslavakya'da milletten arınmış bir siyasal kimlik oluşturmuştur. Milliyetten arındırılmış yurttaşlık modeli, bu üç devletin yok olması ile 1980-1990 arasındaki dönemde tamamen ortadan kalkmıştır. Anılan ülkelerin coğrafyalarında yaşayan milletler, yaşamaya devam ederken, Sovyet, Yugoslav ve Çekoslovak kimlikleri tarihte bir dipnot olarak kalmıştır.
Bu olağanüstü başarısız model, milliyetsiz yurttaşlık şimdide yeni Anayasa yapımı sürecinde Türkiye'ye önerilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı Türk milleti siyasi kimliğinden kaynaklanan bir yurttaşlıktır. Türk milletine mensubiyet ise hukuki anlamda bu ülkenin yurttaşı olmak demektir. Türk milletinin % 96'sının esas olarak bu durum ile ilgili bir sorunu yoktur. Yapılan Anketlerde % 85'in üzerinde bir çoğunluk kendisini "Türk" olarak tanımlamaktadır. Bütün bunlar, Türkiye'nin iddia edildiği gibi bir etnik mozaik değil, aksine bir granit parçası olduğunun sosyolojik olarak delilleridir.
Buna rağmen küçük bir çete/terör örgütü, Türkiye'yi, milliyetsiz yurttaşlık modeline sürüklemekte, zorlamaktadır. Yeni anayasanın yurttaşlığı Türk milleti kavramından koparması ve Kürtçe eğitime izin vermesi durumunda Türkiye millet ve toprak bütünlüğünü 20 sene bir arada tutamaz. Kimse aksini söyleyemez. İçinden geçtiğimiz süreçte bu konuda alınacak tavır ve atılacak adımlar, atanları, Allah, millet ve tarih önünde sorumlu bırakacaktır.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/anayasal-duzen-hukuk-adalet-arastirmalari-merkezi/2012/01/06/6444/milliyetsiz-yurttaslik-anayasa-ve-parcalanma