3 Mart 2017 Cuma

ORTADOĞUDA NÜKLEER ENERJİ VE NÜKLEER SİLAHLANMA, BÖLÜM 1


ORTADOĞUDA NÜKLEER  ENERJİ  VE NÜKLEER SİLAHLANMA, BÖLÜM 1 


Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY 
İLE Söyleşi 

BİLGE SÖYLEŞİ - TEMMUZ 2013 


Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma 
BİLGE SÖYLEŞİ BİLGESAM YAYINLARI 
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi 
Wise Men Center For Strategic Studies 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi No:10 
Celil Ağa İş Merkezi Kat:9 Daire:36 
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye 
Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93 
www.bilgesam.org 
bilgesam@bilgesam.org 
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6 
A. Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye 
Tel : +90 312 425 32 90 
Faks: +90 312 425 32 90 
Copyright © BİLGESAM TEMMUZ 2013 


Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz. 





SUNUŞ 


BİLGESAM’ın amaçlarından birisi de uluslararası ilişkiler, iç ve dış güvenlik gibi konularda ülkemizin önde gelen akil insanları ile söyleşiler yapmak ve bunları devletin üst kademe yöneticileri ile kamuoyunun dikkatine sunmaktır. 

“Bilge Söyleşi” adı altında gerçekleştirilen söyleşilerin bu sayısında “Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma” başlıklı söyleşi, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney ile yapılmıştır. Prof. Dr. Güney, nükleer enerji ve nükleer silahlanma konusunda kamuoyunca merak edilen birçok soruya yanıt vermiştir. Mevcut uluslararası nükleer rejimi tartışmakla beraber, Prof. Dr. Güney İran’ın nükleer programı, Türkiye’ye ve bölgeye etkisi hakkında sorulara cevap vermiştir. 

Söyleşi BİLGESAM Araştırma Koordinatörü Hasan Öztürk ve Araştırma Asistanı Ömer Faruk Türk tarafından gerçekleştirilmiştir. 

Başta Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney olmak üzere bu söyleşinin hazırlanmasında emeği geçen BİLGESAM personeline teşekkür ederiz.

 Doç. Dr. Atilla Sandıklı 
 BİLGESAM Başkanı 


1-Nükleer enerji teknolojisi, gerek İran’ın gerekse Kuzey Kore’nin nükleer programından dolayı dünya kamuoyunun gündeminde sürekli silahlanma boyutu ile yer alıyor. 
Dolayısıyla Batı basınında konu sürekli silahlanma konusu ile birlikte ele alınıyor. Ancak nükleer enerji bilimsel, ticari, siyasi ve stratejik boyutları ile birlikte çok boyutlu biçimde incelenmesi gereken bir teknoloji. Nükleer enerji teknolojisini nasıl anlamalıyız? 

Günümüzde nükleer enerjinin nükleer silahlanma konusuyla birlikte anılmasının nedeni, bu konudaki uluslararası rejimin temelini oluşturan 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT- Non-ProliferationTreaty) 4. maddesindeki bir boşluktan (loophole) kaynaklanmaktadır. Buna göre, Antlaşma’ya taraf iki tip ülke söz konusudur. Birinci grup, nükleer 5 (N5) dediğimiz BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ki bunların nükleer olma hakları bulunmaktadır. N5’in dışında kalan ülkeler ise nükleer olmayan ikinci ülke grubunu oluşturuyor. Bilindiği gibi NPT çerçevesinde nükleer olmayan ülkelere de kendi topraklarının üzerinde sivil amaçlı nükleer enerji geliştirme 
hakkı tanınmaktadır. Ancak bu Antlaşma imzalandığından bu yana hatta Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Başkanı Eisenhower’ın “Atom for Peace” yani atom gücünün barış amaçlı kullanılması konulu konuşmasını yapmasından bu yana nükleer teknolojinin kullanılmasıyla ilgili geldiğimiz süreçte çok büyük değişiklikler oldu. Günümüzde N5’lerin dışında Antlaşma’ya taraf olmayan ve resmi olarak nükleer güç olarak tanınmayan ama nükleer kapasiteye sahip devletlerin varlığı söz konusudur. Hindistan, Pakistan, İsrail gibi. 

Dolayısıyla NPT’nin bağlayıcı olamadığı ve nükleer silahlanmayı durduramadığı durumlar söz konusu. 4. maddedeki boşluk nedeniyle nükleer enerji geliştirme iddiasıyla yola çıkıp önce Antlaşma’ya taraf olan, sonra Antlaşma’yı terk eden ve daha sonra nükleer güç olan Kuzey Kore gibi ülkeler de mevcuttur. Pyongyang, 2003’te Antlaşma’yı terk edip 2006’da ilk nükleer denemesini yapınca küresel anlamda nükleer silahların yayılması konusunda ciddi bir endişe kaynağı oldu. Bu durum N5’ler içinde en çok ABD ile onun Asya-Pasifik’teki yakın müttefikleri Japonya ve Güney Kore’yi kaygılandırdı. Kısaca bugün geldiğimiz noktada nükleer silahların yatay yayılması olasılığıyla ilgili ciddi bir küresel endişe var 
ve bu endişe dünya kamuoyunun nükleer teknolojiye bakışını da etkiliyor. 

Küresel olarak N5’lerin (ABD, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa ve Birleşik Krallık) nükleer silahlanma konusundaki kaygıları Batı ile ortak. Bu kaygı Antlaşma’nın 4. maddesindeki yukarıda söz ettiğim boşluktan kaynak lanıyor. Sivil amaçla başlatılan bir nükleer enerji girişiminin istenildiğinde silahlanmayla sonuçlanması mümkün. 
Kuzey Kore örneği bunu kanıtladı ve böyle bir art niyeti durduracak hiçbir uluslararası cezalandırıcı mekanizma yok. Nitekim eğer bir ülke uranyumunu % 90 oranında zenginleştirmeyi başarırsa silahlanma olasılığının önü o zaman açılmakta. 

Bugün Kuzey Kore dışında bu olasılık nedeniyle endişe kaynağı olan diğer bir program, bilindiği gibi sürdürülmekte olan İran nükleer programı. Kuzey Kore’yi engelleyememiş ve İran nükleer krizini çözememiş olan N5’leri meşgul eden en temel soru, bu krizi çözmenin ötesinde, son yıllarda Orta Doğu ve Asya’da ortaya çıkan yeni nükleer enerji taleplerinin ileride olası bir nükleer silahlanmaya neden olup olmayacağı. 

Gerçekten de N5’lerin İran nükleer krizini hâlihazırda diplomatik görüşmeler yoluyla çözememiş olması, İran’ın uranyumunu %25 oranında zenginleştirmiş olması ve NPT’den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmiyor olması karşısında mevcut sorunun her gün biraz daha ciddileştiğini söylemek yanlış olmaz. 

Bu nükleer meselenin dünya kamuoyunu meşgul eden kısmı. Bir de bahsetmiş olduğum sivil enerji boyutu var ki, nükleer enerji ve bu enerjinin denetlenme çabalarıyla ilgili süregiden pazarlıkların en önemli ayağını bu boyut oluştur maktadır. Enerji tedariki konusunda enerjinin ucuz, güvenilir, kaliteli bir şekilde temin edilebilir olması, enerji güvenliğinin olmazsa olmaz şartlarındandır. Bahis konusu enerji tedariki olunca, enerji karışımı (energy mix) içerisinde nükleer enerjinin önemi vazgeçilmezdir. Bunun pek çok nedeni var. Bir defa 
nükleer reaktör güvenliği teminat altına alınınca nükleer enerjinin çevreyle uyumlu olması da garantilenmiş oluyor. Bir ülkenin enerji tedarik sürecinde nükleer enerjiyi tercih etmesi halinde hidrokarbon enerji tüketiminde ortaya çıkan sera gazı gibi çevresel sorunların azami derecede giderilmesi mümkün olabiliyor. Daha da önemlisi nükleer enerji imkânı ile söz konusu ülke 7/24 kesintisiz elektrik enerjisi tedarik etme potansiyeline kavuşuyor. 

1970’li yıllarda OPEC krizi ve gerçekleşen ambargo sonrası gelişmiş ülkeler nezdinde nükleer enerjiye kuvvetli bir yönelim oldu. Daha sonra 1980’lerin ortasında nükleer enerjiye olan bu yönelimde bir duraksama yaşandı. Bunun bir sebebi iktisadi durgunluk iken bir diğeri de çeşitli ülkelerde yaşanan Three Mile Islands ve Çernobil gibi nükleer reaktör kazalarıydı. Bunlara ilaveten bir de doğalgaz fiyatlarının artmış olması gelişmiş ülkelerde nükleer enerjiye yönelik tereddütlerin artmasına neden oldu. 

Ancak, uluslararası topluluk gelecekte hidrokarbon arzında bir tükenme yaşanacağı bilgisinden hareket ederek, günümüz mevcut enerji karışımını çeşitlendirmek üzere stratejik bir hedef belirledi. Bu çok makul bir karar. Türkiye’nin ulusal politikası da bu yönde ilerliyor. Bunun sebebi, Türkiye’nin çok kısıtlı miktarda yerel enerji arzına sahip olması ve kendi enerji tüketiminin ancak % 30’unu karşılayabiliyor olması. Bu nedenle Türkiye enerji bağımlısı bir ülke olarak kaynak ülke ve geçiş güzergâhları bağlamında enerji kaynaklarını 
çeşitlendirmek konusunda ciddi bir gayret içerisine girmiştir. Bu bağlamda nükleer enerji tedariki Ankara’nın söz konusu enerji karışımı içerisinde önemli bir yer tutuyor. Unutmamak gerek, çağımızda, bir ülkenin ulusal güvenliğini devamlı kılacak en önemli hususlardan birisi o ülkenin enerji güvenliğinin sürdürülebilir olmasıdır. 

Sorunuzda bir de jeostratejik boyuttan bahsettiniz ki bu bize enerji geçiş hatlarıyla ilgili uzun yıllardır süren tartışmaları hatırlatıyor. Bilindiği gibi, petrol ve doğalgaz geçiş hatlarının belirlenmesinde sadece ekonomik faktörler değil aynı zamanda jeostratejik hesaplamalar da etkili oluyor. Yani herhangi bir petrol veya doğalgaz hattının bir yerden diğer yere geçmesi için onun sadece ekonomik açıdan elverişli olması yeterli olmuyor. Önceden de belirttiğim gibi, herhangi bir hidrokarbon geçiş güzergâhının belirlenmesinde etkili olan bir diğer önemli faktörde siyasi ve güvenlik önceliklerdir. 

Toparlamak gerekirse, nükleer enerji mevzu çok boyutlu bir konu: Silahlanma olasılığı nedeniyle uluslararası toplum için bir endişe kaynağı iken sivil nükleer enerjinin sunduğu imkanlar ulusal ve uluslararası enerji güvenliği ve işbirliği açısından büyük önem taşıyor. 

2-Teknolojik açıdan ileri ülkelerin hepsinde nükleer enerji alanındaki çalışmaların uzun süre önce başladığını görüyoruz. Atom enerjisi teknolojisinin uzay teknolojileri, nanoteknoloji ve hidrojen teknolojileri alanlarında mesafe kat etmek için oldukça önemli olduğu ifade ediliyor. Bu açıdan nükleer enerji sizce teknolojik anlamda bir eşik sayılabilir mi? Nükleer teknoloji sadece enerji üretiminde mi kullanılıyor? 

Nükleer enerji bir ülkenin ulusal sivil ve savunma sanayisinde önemli bir teknolojik eşiktir. Sanayide öncü konumda olan pek çok ülkenin gelişmekte olan ülkelere nazaran nükleer enerjiyi çok önceden geliştirmiş olmalarının bir sebebi bundandır. Nitekim hem Sovyetler Birliği (SSCB) hem de ABD bu teknolojiyi 1950’lerden itibaren geliştirmeye başlamıştır. Her iki ülke de bu konuyla ilgili gerekli know-how’ı yani gerekli temel bilgiyi de bu süreç zarfında edinmişlerdi. 

Bilindiği gibi Türkiye uzun bir süredir Hazar Havzası kaynaklı doğalgaz ve petrol hatlarının kendi toprakları üzerinden geçişini sağlamak için ciddi girişimler içerisinde. Mesela 2018 yılında işlerlik kazanacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) bunlardan biri. Yine Türkiye’nin uzun bir süredir enerji kaynak ve geçiş yollarını çeşitlendirmek konusunda oldukça kararlı olduğu biliniyor. Bu çerçevede, Ankara’nın yakın geçmişte hem Rusya Federasyonu hem de Japonya ile nükleer reaktör anlaşması imzalamış olması Türkiye’nin nükleer enerji alanında da kararlı olduğunu göstermektedir. Buradaki en önemli husus, Türkiye’nin nükleer enerji transferiyle ilgili olarak gerçekleştirdiği bu anlaşmalar da, NPT’nin 4. maddesinden doğan hakkından, nükleer enerjiyi kendi topraklarında geliştirme hakkından vazgeçmemiş olmasıdır. Gerçi, Rusya Federasyonu ile imzalanan anlaşmada Ankara’nın nükleer reaktör için ihtiyaç duyacağı nükleer yakıt Moskova tarafından sağlanacaktır. Ancak bu durum Ankara’nın meşru hakkı olan nükleer enerjiyi kendi topraklarında geliştirme hakkından vazgeçmesi anlamına gelmemektedir. 

Enerji kaynaklarını çeşitlendirme stratejisi çerçevesinde; Rusya Federasyonu’yla imzalanan nükleer reaktör anlaşmasının operasyonel hale gelmesiyle birlikte Türkiye enerjisinin %5-10’luk kısmını buradan karşılayacak. Diğer %30’nun da, 2020’li yıllara doğru yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması beklenmekte. İleride, Akkuyu dışındaki diğer nükleer reaktörlerin de işlerlik kazanması sonucu Türkiye’nin enerji ihtiyacının %60’lara yakınını kendi imkânlarıyla sağlaması mümkün olacak. Böylece Ankara’nın hidrokarbon enerji tedariki konusundaki Rusya başta olmak üzere dış kaynaklara olan bağımlılığının %30’lara kadar düşürülmesi planlanmaktadır. 

Bir başka önemli husus da, ileride nükleer teknolojiye erişim sağlandıktan sonra Ankara’nın Güney Kore örneğinde olduğu gibi kendi nükleer reaktörünü üretebilir hale gelme olasılığıdır. 
Bu Türkiye için göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir husustur. Herhalde bu ve benzeri stratejik nedenlerle olsa ki 2006-2007 senesinde sadece Asya ve Orta Doğu’da 14 tane ülke nükleer reaktör talebiyle ortaya çıktı. Tabii ki, Türkiye’nin nükleer reaktör tedarikiyle ilgili girişimi sadece enerji tedariki mevzusuyla sınırlı bir mesele değildir. Ankara’nın bu girişimi nükleer teknolojiyle ilintili diğer ilgili alanlarda da Türkiye için çeşitli fırsat ve imkânlar sunmakta. 

Nükleer enerji tedarikiyle ilgili bir önemli zorluk uluslararası camiada nükleer enerjiye sahip, nükleer yakıtı ve nükleer reaktörleri piyasaya sunan gelişmiş ülkelerin nükleer yakıt temininde cimri davranıyor olmaları. Hâlihazırda N5’ler sivil amaçlı nükleer teknoloji tedariki konusunda sürekli yeni tedbirler getirmek suretiyle bu süreci kendi denetimleri altında tutmaya gayret etmekteler. N5 içindeki bazı ülkeler nükleer yakıt tedarikinde bu tekel konumlarını güçlendirmek üzere aralarında sıkı bir işbirliği yapmaktadır. Bu duruma itirazı olan ülkeler arasında tek ülke Türkiye değil, başta Mısır olmak üzere NPT’deki “bağlantısız” grup içindeki pek çok ülke N5’lerin bu tavrına karşı çıkmaktadır. Buna karşılık, nükleer yakıtı kendi toprakları üzerinde üretmekten gönüllü olarak vazgeçmiş olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) istisnai durumu da bir başka gerçek. Türkiye ise, bilindiği gibi İran nükleer krizi süresince, NPT’nin nükleer olmayan üyelerinin 4.madde gereği sivil amaçlı nükleer enerji üretme hakkına sahip olduğunu sıkça ifade etti. 

Tabii Ankara bu süreçte -yani sivil amaçlı enerji üretiminde- bahis konusu olan ülkelerin NPT’den kaynaklanan mükellefiyetlerini yerine getirmelerinin de şart olduğunu belirtmekten asla geri durmadı. 
Bu konuda ciddi bir problem kaynağı olmaya devam eden İran’ın aksine Türkiye’nin sicili çok temizdir. 

3.Kuzey Kore ve İran özelinde nükleer silahların yayılmasını engelleme konusu son dönemde uluslararası ilişkilerde en önemli gündem maddelerinden birisi haline geldi. 
Dünyada nükleer silahsızlanma ne durumda? Gerçekten bu silahları azaltma yönünde yapılan çalışmalar beklenen neticeyi verdi mi? 

Nükleer silahsızlanma meselesi hâlihazırda büyük güçler arasında ciddiyetle tartışılmakta olan ve nükleer silahların yayılması meselesiyle de ilintili bir konudur. Orta Doğu ve Asya’da kitle imha silahı elde etmek isteyen bazı ülkelerden bahsediliyor. Bugün bunlar arasında İran’ın adı geçerken gelecekte hangi ülkenin adının geçeceği belli değil. Bu tür ülkeleri kitle imha silahlarını arzu eden ülkeler (Nuclear Hopefuls veya Weapons of Mass Destruction (WMD) Hopefuls) olarak tanımlayabiliriz. N5’ler mevcut NPT’ye nükleer silahların yayılmasını engelleyebilecek ek tedbirler ilave etme ve Antlaşma’nın nükleer silaha sahip olmayan üyelerine bu şartları kabul ettirme çabası içerisindeler. Amaç, devam eden İran nükleer krizinin Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi yeni bir nükleer devletin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmasını engellemek. 

Silahsızlanma meselesi, aslında NPT’nin ikinci ayağını oluşturuyor. Bilindiği gibi, Antlaşma yapılırken N5’ler NPT’nin 6.maddesi gereğince nükleer silahsızlanma sözü vermişlerdir. 
Ancak, 2005 yılından, yani NPT’nin süresinin uzatılmasından bugüne geçen zaman zarfında NPT’nin nükleer silaha sahip olmayan üyeleri N5’leri defalarca silahsızlanma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmemiş olmakla suçlamışlardır. İşte bu nedenle, ABD Başkanı Obama 2009 tarihli Prag konuşmasında nükleer silahsız bir dünya arzu ettiğini ilan ettikten hemen sonra nükleer silahsızlanma konusunda Rusya Federasyonu ile birlikte hareket etmek istemiştir. Bu işbirliği ve iyi niyet açıklamalarının sebeplerinden biri 
elbette nükleer silahların yayılması konusunda nükleer silaha sahip olmayan ülkeleri yeni tedbirler alma konusunda ikna edebilmekti. Yeni START (Strategic Arms Reduction Treaty) olarak bilinen Washington ile Moskova yönetimleri arasında imzalanan silahsızlanma Antlaşması’nda bu stratejinin rolü büyüktür. Ayrıca, ABD’nin beklentileri arasında Washington ve Moskova’nın silahsızlanma konusundaki bu yeni girişiminin Çin gibi diğer N5 üyelerini de pozitif yönde etkileyeceği ümidi vardır. Ne yazık ki, N5’lerin mevcut askeri stratejilerinde nükleer silahların hâlihazırda önemli bir caydırıcılık unsuru olarak rol oynadığı herkesçe bilinen bir gerçek. Üstelik hem ABD’nin hem de Rusya Federasyonu ’nun mevcut askeri güvenlik belgelerinde, nükleer silahların bir ilk vuruş gücü (first use of nuclear weapons) olarak ne zaman ve hangi şartlarda kullanılacağı da açıkça belirtilmiş. Tabii, Çin Halk Cumhuriyeti’ni bu gruptan ayırmak lazım, çünkü Pekin hükümeti her ne kadar nükleer silahlanmasını örtülü bir şekilde devam ettiriyorsa da henüz bu yönde bir irade belirtmemiştir. 

Rusya Federasyonu ve ABD her ne kadar Yeni START ile nükleer başlık sayısında indirime gitmişseler de, her iki ülkenin indirim sonrası elinde kalan nükleer silah kapasiteleriyle dünya’yı birçok kez imha etmeleri mümkün. Yeni START’da indirimde bulunulması zorunlu konuşlandırılmış nükleer silah tavan rakamı her iki taraf içinde 1500’tür. Bunların dışında, Washington ve Moskova’nın sahip olduğu konuşlandırılmamış nükleer başlıklar Antlaşma kapsamı dışında bırakılmıştır. Gene, Yeni START indirimi dışında bırakılmış bir diğer silah kategorisi de taktik nükleer silahlardır. Mesela, Rusya Federasyonu bugün 2000 kadar taktik nükleer silah gücüne sahipken NATO’nun da farklı ülkelerde toplam 200’e yakın taktik nükleer bombaya sahip olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla uluslararası toplumun nükleer silahsızlanma konusunda önünde kaydetmesi gereken daha oldukça uzun bir yol mevcut. Nitekim NATO’nun 2010 tarihli Lizbon Zirvesi’nde yayınlanan bildiride İttifak’ın silahsızlanma konusunda küresel boyuttaki tüm girişimleri desteklediği ifade edilmişse de aynı bildirinin bir başka yerinde “dünya’da nükleer silahlar var olduğu sürece NATO caydırıcılığı çerçevesinde İttifak’ın konvansiyonel ve nükleer güçlerini muhafaza edeceği’’ 
ilan edilmiştir. NATO’yla ilgili bir diğer gerçek de, İttifak’ın nükleer güce sahip bazı üyelerinin hâlihazırda güvenlik belgelerinde nükleer silahları ilk vuruş gücü olarak kabul etmeleridir. Dolayısıyla, bugünün koşullarında nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya için henüz çok erken demek pek de abartı olmayacaktır. Bugün ABD ve Rusya Federasyonu arasında Yeni START ile gerçekleştirilen nükleer indirimler, nükleer silahsızlanma adına olumlu bir adım oluşturuyorsa da N5’ler arasındaki nükleer silahsızlanma konusundaki temel anlaşmazlıklar düşünüldüğünde bu indirimler uluslararası toplumun silahsızlanma yönündeki beklentilerini karşılamaktan epey uzak kalmaktadır. 

Önceden de belirtildiği üzere, ABD ve Rusya Federasyonu Yeni START’ı imzalamak suretiyle nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin bilinen itirazları çerçevesinde NPT’nin 6. maddesinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirdikleri yönünde olumlu bir imaj yaratmak istemişlerdir. Böylece, başta ABD olmak üzere nükleer enerji konusunda uluslararası piyasalarda egemen olan bazı devletler, nükleer enerji konusuyla nükleer silahların yayılması konusunu irtibatlandırmak suretiyle nükleer silaha sahip olmayan ülkelere nükleer 
enerji konusunda yeni uygulamak istedikleri ek tedbirleri dayatmak istemişlerdir. Bunu yaparken iki hedefi aynı anda gerçekleştirmek amacında oldukları söylenebilir. Bu devletlerin beklentilerine göre, eğer nükleer olmayan devletler söz konusu yeni tedbirler konusunda ikna edilirlerse o zaman N5’lerin-en azından bir kısmının- hem nükleer enerji alanındaki tekel konumları muhafaza edilmiş olacak hem de olası yeni ve bölgesel nitelikteki yatay nükleer silahların yayılması ihtimali engellenmiş olacaktır. 

4. Ünlü uluslararası ilişkiler teorisyeni Kenneth Waltz bir çalışmasında “nükleer silahların yayılması korkusu yersizdir, her zaman olduğu gibi bugün de nükleer silahların daha fazlası daha iyidir” gibi bir görüş ifade etti. Oldukça farklı bir bakış açısı. Nasıl değerlendiriyorsunuz? 

ABD’de, nükleer silahların yayılması fikriyle ilgili tek bir görüş hâkim değil. Bu konuda birbirinden farklı iki görüş bulunmakta. İran krizi özelinde düşünecek olursak, Waltz’un görüşü birinci ve ikinci görüşün arasında bir yerde yer almaktadır. Hâkim bu yaklaşımlar içerisinde, ikinci görüş en makul olanıdır ki, bu görüşü savunanlara göre İran’ın uranyumu %20 zenginleştirdiği günümüz koşullarında bile mevcut anlaşmazlığın taraflar arasında diplomatik görüşmeler yoluyla çözülebilmesi için hala fırsat vardır. Bu husus Pierre Goldschmidt ve Alon Ben-Meir gibi uluslararası ilişkiler uzmanlarının yanı sıra, ABD Başkanı Barack Obama tarafından da birkaç kez dile getirilmiştir. İran nükleer krizinde karşıt 
taraflar arasında ‘‘kazan-kazan’’ mahiyetinde bir sonuca varılabilmesi için diplomasiye öncelik vermeyi savunan ikinci yolu izlemek gerekmektedir. Bu yaklaşımda, hedeflenen nihai amaç İran’ın NPT içerisinde kalmasını garantilemek ve böylece Tahran’ın Antlaşmadan doğan mükellefiyetlerini yerine getirmesi suretiyle sivil amaçlı nükleer enerji edinim sürecini devam ettirmesine imkân tanımaktır. Tabii, bu süreç sonucunda garanti altına alınması gereken en önemli husus İran’ın bir kez daha NPT koşullarını hiçe saymamasının teminat 
altına alınmasıdır. Diplomatik görüşmelerin bir sonucu olarak zaman içerisinde NPT koşullarına sadık bir Tahran yönetimi ortaya çıkarılabilirse o zaman NPT’ye yönelik mevcut şüphelerinin de biraz olsun önü alınmış olur. Bu da nükleer silahların yayılmasını önleyen NPT dâhil tüm geleneksel silahsızlanma rejimleri için bir güven tazelemek anlamına gelir. 

Washington’da hâkim olan diğer görüş Tahran’ın nükleer silah edinmesinin güç kullanımı ile engellenmesi gerektiğini savunanların ifade ettiği bir yaklaşımdır. Başka görüşler de var; örneğin bir yaklaşıma göre İran’ın nükleerleşme olasılığına itiraz etmek gereksizdir. Nükleerleşmeye itirazı olmayanlara göre, İran’ın nükleer bir güç olması Amerikan nükleer caydırıcılığı ile bertaraf edilebilecek bir konudur. Belirtmek gerekir ki bu iki görüşün de ciddi açmazları bulunmaktadır. 

Waltz’a göre ise, İran’ın ileride bir nükleer güç olması halinde İsrail’in Orta Doğu’daki nükleer gücü doğrudan dengeleneceğinden bölgede arzu edilen istikrara bu yolla kavuşmak mümkün. Waltz’a göre nükleer bir İran ABD için asla bir tehdit olmaz. Zira Soğuk Savaş yıllarında SSCB ve Çin gibi büyük çaptaki nükleer güçleri caydırabilmiş bir ABD’nin, gelecekte sınırlı miktarda bir nükleer güce sahip olacak İran’ı caydırması Washington için bir sorun teşkil etmez. Bu nedenle, Amerikan yönetimleri İran’ın nükleer silaha sahip olma niyetine itiraz etmemelidir. Nükleer caydırıcılık konusunun önde gelen uzmanlarından biri olan Lawrence Freedman’a göre ise, nükleer caydırıcılığın önkoşullarından biri bu nitelikte askeri kapasiteye sahip ülkelerin rasyonel olmasıdır. Nitekim Soğuk savaş döneminde, SSCB ve ABD nükleer caydırıcılık prensipleri üzerinde ortak bir uzlaşı sağlamayı başarmışlardı. 

Örneğin, iki taraf arasında teknik bir arıza veya bir başka nedenle yaşanabilecek bir yanlış anlama yüzünden çıkacak herhangi bir sıcak savaş olasılığını engelle mek için Kırmızı Hat Telefon Anlaşması imzalanmıştı. Bu ve benzeri önlemler Washington ve Moskova’nın nükleer bir güç olarak rasyonel davranmayı prensip edinmiş olduklarını gösteriyordu. 

Oysa Orta Doğu gibi çözülemeyen anlaşmazlıkların ve tarihi düşmanlıkların olduğu, rejim güvenliğinin ulusal güvenlik yerine kullanıldığı bölgelerde kitle imha silahı edinmek isteyen aktörler tam tersine irrasyonel davranabilirler. Bu nedenle, Orta Doğu bölgesindeki kitle imha silahları hâlihazırda küresel anlamda önemli bir güvenlik sorunu olmaya devam etmekte. Unutmayalım ki, dün de bugün de birçok bölge ülkesi lideri kitle imha silahlarını kendi halklarına karşı kullanmaktan çekinmediler. Nitekim bugün Suriye krizi devam ederken, uluslararası kamuoyunu en çok endişelendiren konulardan birisi Beşar Esed yönetimi sonrası ülkede var olan kimyasal silah sorununun nasıl halledileceği ve kontrol altında tutulacağı sorusudur. Orta Doğu’da Beşar Esed benzeri yönetimler kitle imha silahlarını ABD’nin ve Israil’in muazzam nükleer ve konvansiyonel güç kapasitesi karşısında asimetrik bir denge aracı olarak edinmekteler. Bölgede kitle imha silahı edinme arzusundaki ülkeler ABD ve Israil’in üstün askeri gücünü başka bir şekilde bertaraf edemeyeceklerini 
bildikleri için söz konusu kitle imha silahlarını varoluşsal bir caydırıcılık unsuru olarak görmekteler. Bugün Orta Doğu’daki bazı ülkelerin ‘‘fakirin bombası’’ olarak da anılan kitle imha silahlarını edinmeye devam etmesi bölge ve ötesi için ciddi bir güvenlik sorunu oluşturmakta.. Üstelik Orta Doğu’da kitle imha silahlarına sahip ülkeler küresel veya bölgesel silahsızlanma rejimlerinin hiçbirine tabi değiller ya da tabi olsalar da bu rejimleri sıkça ihmal etme eğilimindeler. 

Waltz’un savuna geldiği uluslararası toplumun İran’ın nükleer bombasıyla yaşama seçeneği ABD’nin sahip olduğu muazzam caydırıcı nükleer güç nedeniyle Washington için ciddi bir sorun teşkil etmemektedir. Ancak bahis konusu Orta Doğu’daki kuvvet dengesi olunca 


İran’ın nükleer bomba edinmesi Türkiye dâhil birçok bölge ülkesi için ciddi bir güvenlik sorunu oluşturmaya adaydır. Çünkü olası bir nükleer veya nükleere yakın (nükleer eşikte) bir İran’ın Orta Doğu’daki varlığı bölgedeki tüm askeri kuvvet dengelerini değiştirebilecek kapasitededir. Bölgede böyle bir durumun vuku bulması bazı ülkeleri nükleer silah edinimi konusunda kendi imkânlarını zorlamaya teşvik edeceği gibi bazı ülkelerin de ABD/NATO güvenlik garantisini sorgulamasına neden olacak ve bu ülkelerin Avrupa-Atlantik camiasından 
yeni güvenceler talep etmelerine sebep olabilecektir. 

ABD’de İran’ın nükleer güç geliştirmesinin önlenmesi için bu ülkenin bombalanması gerektiğini savunanların göz ardı ettiği şey ise, İran’ın vereceği karşı tepki sonucu tüm bölgeyi kapsayacak tehlikeli bir savaş olasılığıdır. Söz konusu bu savaş, şüphesiz İran’ın bölgedeki Hizbullah gibi uzantılarını kullanması sonucu tüm bölgeyi mezhepsel bir mücadele alanına dönüştürme ihtimaline de sahiptir. Zaten Suriye konusunda, mezhepsel ve etnik fay hatlarının tetiklenmesi nedeniyle Orta Doğu bölgesi yeterince gerilmiştir. 
Günümüz koşullarında bölgenin bir de İran’ın bombalanması sonucu yeni ve tehlikeli bir sıcak çatışma dalgasını daha kaldırması beklenemez. Ayrıca, İran’a yönelik olası bir güç kullanımının Tahran rejiminin nükleer silah geliştirme kapasitesini tamamen ortadan kaldırmayacağı da herkesçe bilinen bir husus. Konunun uzmanlarına göre, Tahran rejimine yönelik olası bir güç kullanımı, İran’ın nükleer faaliyetlerini iyimser bir tahminle sadece birkaç yıl durdurabilir. Çünkü Tahran yönetiminin arzu etmesi halinde İran’ın nükleer çalışmalarını 
yeniden başlatması beklenen bir olasılık. İran’ı bu konuda teknik olarak durdurabilecek pek fazla engel olmadığı bilinen bir gerçek. Zira Tahran yönetimi Şah döneminden bugüne kadar geçen zaman zarfında nükleer alanda belirli bir olgunluğa erişti. 

Mevcut koşullar altında bugün eğer diplomasi aracılığıyla İran nükleer krizi NPT ile uyumlu bir yola sokulabilirse o zaman diğer alternatif seçeneklerin neden olabileceği kötü senaryoların da önü alınmış olur. Böylece, hem silahsızlanma konusunda hem de bölgesel bazı sorunlarda önemli fırsatlar ve açılımlar yakalanabilir. 

Peki, İran nükleer olur mu? Yani nükleer silah elde eder mi? Bu sorunun cevabını bugünden yanıtlamak mümkün değil, çünkü Tahran rejimi de henüz nükleer silahlanma konusunda bir karar vermiş değil. Şu anda Tahran’ın yapmaya çalıştığı şey İran nükleer kapasitesi için gerekli alt yapı tesisini gerçekleştirmek. İran’ın nükleer silah edinme kararını vermeden önce ülkenin önünde ulusal çıkarları doğrultusunda değerlendirebileceği birçok seçenek var. Tahran rejimi nükleer silah üretmeden bir önceki aşama olarak bilinen nükleer eşik konumunda eğer kalmaya karar verirse, o noktada bile yapacağı tercihle ilgili olarak, uluslararası toplumun, komşuların ve İran’ın bazı farklı duruşları, seçenekleri olabilir. 


Örneğin, 

İran, Japonya gibi o kapasiteye eriştikten sonra nükleer silah üretmeme kararı verebilir. Tabii Tahran için bundan başka olasılıklar da mevcut. İran yönetimi en kötü olasılıkta nükleer eşikte bir müddet kaldıktan sonra NPT’yi terk edebilir. Ya da eşik konusunu İsrail’in nükleer gücünü ilan etmediği (opaque) şekliyle yaşar. Bir başka olasılıkta da İran nükleer eşikte olduğunu açıkça tüm uluslararası toplumla paylaşır. Eğer İran’ın nükleer eşikte kalma tercihi önlenemiyorsa o halde Tahran’ın bu durumu istismar etmemesi için uluslararası topluma ciddi güvenceler vermesi garanti altına alınmalıdır. Zira bilindiği gibi bir ülke nükleer eşik kapasitesine eriştikten sonra sadece birkaç yıl içerisinde nükleer bomba 
üretebilir hale gelmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

28 Şubat 2017 Salı

ULUSLARARASI ENERJİ POLİTİKALARINA BİR BAKIŞ TÜRKİYE ÖRNEĞİ BÖLÜM 2



  ULUSLARARASI ENERJİ POLİTİKALARINA BİR BAKIŞ TÜRKİYE ÖRNEĞİ BÖLÜM 2



Enerjideki fosil kaynaklara olan bağımlılık Enerji Bakanlığı’nın verilerinde de açık biçimde görülmektedir. Yerli üretimin, linyit dışındaki kaynaklarda ithalat karşısında çok küçük rakamlarda kalması enerjide dışa bağımlılığı tekrar ispat etmektedir. Olası bir uluslararası kriz veya enerji kaynaklarına erişimin kesilmesi halinde Türkiye’nin mevcut petrol ve doğalgaz rezervleri 4 ile 17 ay arasında yetebilecektir. 33 
Bu da, sürekli belirtildiği gibi diğer enerji kaynaklarına yönelmenin gerekliliği yanında, enerji ithalatının tek bir kaynak yerine birden çok 
kaynaktan yapılmasının ve özellikle geniş kapsamlı taşıma projelerine ağırlık verilmesinin de artık bir zorunluluk olduğunu göstermektedir. 



Tablo 5: 2010 Yılı Fosil Yakıtlar Üretim-İthalat Dengesi

Kaynak: ETKB

Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin arz miktarına bakıldığında ise, çabaların olmasına karşın gelinen seviyenin çok yetersiz kaldığı görülecektir. Fosil kaynaklar karşısında, yenilenebilir enerji arzının düşüklüğü Türkiye’nin enerji arz güvenliğinin tehlikede olduğunu göstermektedir. Oysa Türkiye’deki yenilenebilir enerji potansiyeline bakıldığında arz miktarının çok daha iyi düzeylere çıkabileceği anlaşılmaktadır. 35 



Tablo 6: 2010 Yılı Yenilenebilir Enerji Arzı (Bin TEP)

Kaynak: ETKB

Yenilenebilir bir diğer enerji olan hidroelektrik potansiyeli 140 GWh/yıl’dır. 2010 yılı itibariyle işletmede bulunan 150 adet hidroelektrik santrali 14. 417 MW’lık kurulu güce ve toplam potansiyelin yaklaşık %38’ine karşılık gelmektedir. 2009 yılında elektrik üretiminin %18,5’i hidroelektrik santrallerden temin edilmiştir. Hidroelektrik üretimi 2009 yılında 2008 yılına göre %7,8 oranında artarak 35. 870 MW olarak gerçekleşmiştir. 36 Mevcut artış trendinin devamı enerji arz güvenliği açısından faydalı olacaktır. 

Dünyada, 2007 yılı sonrasındaki enerji fiyatlarının artışına paralel şekilde nükleer enerjiye yönelim de artış göstermiştir. 37 Ancak Türkiye’de durum böyle olmamıştır. Tablo 4’te de görüldüğü üzere Türkiye, nükleer enerjide bir varlık gösterememektedir. Nükleer enerjiye dair yapılan girişimler uzun yıllardan beri çeşitli sebeplerle sonuçsuz kalmıştır. 38 Elektrik enerjisi arz ve talep projeksiyonlarına bağlı olarak, 2020 yılına kadar, nükleer enerji santrallerinin, elektrik enerjisi üretimi içerisindeki payının en az %5 seviyesine ulaşması öngörülmektedir. Bu çerçevede, 2010’da Türkiye ile Rusya arasında Mersin-Akkuyu’da nükleer santral yapımına ilişkin hükümetler arası anlaşma imzalanmıştır. 39

IEA’nın 2009 yılı verilerine göre oluşturduğu Türkiye’ye ilişkin enerji geleceği öngörüsüne göre, birincil enerji tüketim ve üretimi 2008-2020 döneminde yılda ortalama %6,8 artış gösterecek, bu çerçevede toplam arz miktarı 2020 yılında 217,75 milyon TEP olacak, bu rakamın 65,9 milyonu üretim ile 151,7 milyonu ise ithalat ile sağlanacaktır. 40

 3. 3. Türkiye’nin Enerji Politikalarının Çevresel Boyutu ve Uluslararası Arenadaki Etkileri 

 3. 3. 1. Çevresel Boyut

Türkiye’nin son yıllardaki enerji politikasının çevresel boyutuna bakıldığında Kyoto Protokolü’nün ağırlığı dikkat çekmektedir. Kyoto Protokolü, 1992’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) eki olarak kabul edilen uluslararası bir anlaşmadır. 
Protokolün esas amacı, atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklimi olumsuz etkilemeyecek düzeye çekilmesini temin etmektir. 
BMİDÇS, emisyonun azaltılmasını teşvik etmekte, Kyoto Protokolü ise zorlayıcı yaptırımlar içermektedir. Protokolün, Türkiye’nin ve taraf olan diğer tüm devletlerin enerji politikasını etkileyen hükümleri şöylece sıralanabilir:41

• Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5’e çekilecek,
• Isınmada, ulaşımda, endüstriyel sahada, çöp depolama gibi faaliyetlerde daha az enerji tüketmek için gerekli teknolojik sistemlerin entegrasyonu sağlanacak,
• Atmosferdeki metan gazı ve karbondioksit oranını düşürmek için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek,
• Fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynakları kullanılacak,
• Sanayiden, motorlu taşıtlardan ve ısınmadan ortaya çıkan sera gazının öngörülen orana çekilebilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılacak,
• Yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden dizayn edilecek,
• Güneş enerjisinin faydası maximize edilecek, karbon salınımı olmayan nükleer enerji ön plana çıkarılacak,
• Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak,
• Termik santrallerde de daha az karbon üreten teknolojik donanımlar kullanılacaktır. 


Kyoto Protokolü temelinde çevresel olumsuz etkilerin en aza indirilmesi için Türkiye’nin fosil yakıtlara dayalı olan enerji tüketimini 
sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yoğunlaştırması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Zira, kaynakların çeşitlendirilmesinde geride 
kalan bir ülkenin fosil yakıtlara mahkumiyeti ekolojik dengenin tesisini de güçleştirecektir. Ekolojik dengeden söz edilebilmesi için yenilenebilir 
enerji kaynaklarının varlığı şarttır. 42 Ancak, IEA’in verileri incelendiğinde önümüzdeki 20-25 yıllık süreçte Türkiye’nin bu dönüşümü 
gerçekleştirmekte zorlanacağı da bir gerçektir. 

 3. 3. 2. Uluslararası Arenadaki Etkiler

Enerji kaynaklarının dünya coğrafyasının pek çok bölgesinde var oluşu, kimi ülkelerin enerjiyi üreten, kimilerininse ithal eden konumunda 
olması, stratejik konumu itibariyle bazı ülkelerin enerji koridoru niteliğinde olması, enerji politikalarının uluslararası arenada 
birtakım etkiler doğurmasına yol açmaktadır. Zira, devletler bu neviden sebeplerle ilişki kurmakta ve satranç oyununda avantajlı duruma 
geçmek istemektedirler. Süper güçlerin enerji güvenliğinin günümüz koşullarında savaşlara sebebiyet verdiği gerçeği karşısında, enerjinin 
özellikle siyasi alanda etkisinin yüksek olduğu söylenebilir. 

Türkiye’nin de verilerle de ortaya konan enerjide dışa bağımlı olma durumu ve bu durumun artarak devam edeceği gerçeği karşısında, 
enerji politikalarını tesis ederken sağlam stratejiler oluşturması ve bir taraftan kendisine sunulan fırsatları iyi değerlendirirken diğer 
taraftan da enerji rezervleri yüksek olan ülkelerle ‘’iyi geçinmesi’’ gerekmektedir. 

Tablo 7’de görüldüğü gibi, dünya üzerindeki mevcut petrol rezervlerinin %74’ü ve doğalgaz rezervlerinin %82,1’i Türkiye’nin 
komşu coğrafyasında bulunmaktadır. Bu haliyle Türkiye, yabancı ülkeler için dinamik bir enerji pazarı özelliği taşımakta, bunun yanında 
doğal bir transit enerji nakil hattı sıfatına sahip olmaktadır. 43

Türkiye’nin üstlendiği bu rol gereği dahil olduğu birçok uluslararası proje mevcuttur. Kerkük-Yumurtalık Ham Petrol Boru Hattı, 
Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı, Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı, Rusya-Türkiye Batı Doğalgaz Boru Hattı, 
Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı, İran-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı, NABUCCO Doğalgaz Boru Hattı, Irak-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı, 
Mısır-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı, Mavi Akımın İsrail’e Uzatılması, Türkmenistan–Türkiye Doğalgaz Boru Hattı, Türkiye-Yunanistan-
İtalya Doğalgaz Boru Hattı bunların başlıcalarıdır. 44



Tablo 7: Petrol ve Doğalgaz Rezervleri - 2010
Kaynak: BP-2011

Türkiye’nin iki ana aktörden biri olarak dahil olduğu ve yakın gelecekte çok daha fazla konuşulacak proje ise Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi’dir (TANAP). Bu proje ile 2017 sonu itibariyle Şahdeniz-2 sahasından çıkarılacak olan gaz, Türkiye ve Avrupa’ya ulaştırılacaktır. Yani TANAP, Nabucco’nun gazını Bulgaristan sınırına getirecektir. Türkiye-Azerbaycan ilişkileri bu proje ile daha da güçlenecek, iki ülke Avrupa pazarına beraber çıkacak ve en önemlisi, Türkiye dev gaz pazarına transit ülke olarak değil, direkt ihracatçı, yani satıcı ülke 
olarak girecektir. Bunun uluslararası arenadaki doğal yansıması da, Türkiye ve Azerbaycan’ın ekonomik kazançları ile beraber siyasi kazanımları olacaktır. Azerbaycan’ın Avrupa’ya ulaşan direkt boru hattına sahip olması Ankara ve Bakü’nün dış politika hamlelerine de ayrı bir güç katacaktır. 45 


DİPNOTLAR;

1 H. Naci BAYRAÇ, Uluslararası Doğalgaz Piyasasının Ekonomik Analizi, Türkiye’deki Gelişimi ve Eskişehir Uygulaması, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Eskişehir, 1999, 14 (s. ) . 
2 A. Necdet PAMİR, ‘’Enerji Güvenliği: 2023’e Doğru enerji Alanında Küresel Gelişmeler,Küresel Politikalar Etkisinde Türkiye’de Enerji Politikaları’’, Stratejik Öngörü 2023, (Ekim 2006), 4 (s. ) . 
3 Adem ÜZÜLMEZ, ‘’Türkiye’nin Enerji Politikaları, Enerji Güvenliği ve Sürdürülebilir Kalkınma’’, Uluslararası Davraz Kongresi 2009 Bildiri Kitabı, (Eylül 2009), 335 (s. ) ; H. Naci BAYRAÇ, ‘’Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğalgaz Kaynakları Açısından Bir Karşılaştırma’’, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (C. ), 1 (S. ), Haziran 2009, 117 (s. ) . 
4 Şamil ŞEN, Şener ÜŞÜMEZSOY, Yeni Dünya Petrol Düzeni ve Körfez Savaşları, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2003, 106 (s. ) . 
5 A. Rıza KARACAN, Çevre Ekonomisi ve Politikası, Ege Üniversitesi İİBF Yayını, İzmir, 2007, 245 (s. ) . 
6 İsmail H. ÖZSABUNCUOĞLU, A. Atilla UĞUR, Doğal Kaynaklar Ekonomi, Yönetim ve Politika, İmaj Kitabevi, Ankara, 2005. 
7 http://www. iea. org/textbase/papers/2006/renewable_factsheet. pdf (Erişim Tarihi: 18. 03. 2012) . 
8 BAYRAÇ, Küresel Enerji Politikaları, 120. 
9 Abdurrahman SATMAN, “Dünyada Enerji Kaynakları”, Türkiye’de Enerji ve Kalkınma Sempozyumu, TASAM, (Nisan 2006), 47 (s. ) . 
10 http://www. bp. com/liveassets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/
pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2011. pdf (Erişim Tarihi: 18. 03. 2012). 
11 ÜZÜLMEZ, 333. 
12 International Energy Agency (IEA), World Energy Outlook (WEO), OECD/IEA, Paris, 2010. 
13 International Energy Agency (IEA), World Energy Outlook (WEO), OECD/IEA, Paris, 2011. 
14 Jeffrey HARROP, The Political Economy of Integration in the European Union, Edward Elgar, Third Edition, Cheltenham, 2000, 147 (s. ) . 
15 BAYRAÇ, Küresel Enerji Politikaları, 123. 
16 HARROP, 185. 
17 BAYRAÇ, 124. 
18 Ahmet ENİŞ, ‘’Enerji Politikaları ile Yerli, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları’’, EMO Enerji Raporu, (2002), 312 (s. ) . 
19 Murat TÜRKEŞ, Gönül Kılıç, ‘’Avrupa Birliği’nin İklim Değişikliği Politikaları ve Önlemleri’’, Çevre, Bilim ve Teknoloji, Teknik Dergi, 2 (S. ), (2004), 1 (s. ) . 
20 Gelengül KOÇASLAN, ‘’Avrupa Birliği’nin Doğalgaz Politikası ve Bu Eksende Türkiye’nin Rolü’’, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 61 (C. ), 2 (S. ),  (2011), 238 (s. ) . 
21 Tam metin için bkz. 
     http://europa. eu/documentation/official-docs/white-papers/pdf/energy_white_paper_com_95_682. pdf (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012) . 
22 KOÇASLAN, 238. 
23 Tam metin için bkz. 
     http://ec. europa. eu/energy/green-paper-energy-supply/doc/green_paper_energy_supply_en. pdf (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012) ; PAMİR, 21. 
24 BAYRAÇ, Küresel Enerji Politikaları, 124. 
25 Jean-Arnold VINOUIS, Jean-Paul GOURLIA, Europe in the age of Efficiency, Energies, Advancing-Understanding-Sharing-Analysing-Discovering -Creating, (2007) . 
26 TÜBİTAK AB Çerçeve Programları, Ulusal Koordinasyon Ofisi Rekabet Edebilirlik ve Yenilik Programı (RYP) (Competitiveness and Innovation Framework Programme) 2007 – 2013, Ankara, (2006), 9 (s. ) . 
27 Avrupa Birliği’nin Enerji ve Ulaştırma Politikaları ve Türkiye’nin Uyumu, İstanbul, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, 2004, 87 (s. ) . 
28 BAYRAÇ, Küresel Enerji Politikaları, 124. 
29 BAYRAÇ, Küresel Enerji Politikaları, 135. 
30 http://www. enerji. gov. tr/yayinlar_raporlar/2012_Plan_ve_Butce_Komisyonu_Konusmasi. pdf (Erişim Tarihi: 19. 03. 2012)
31 Mahir ULUTAŞ, “Küresel Enerji Savaşları ve Türkiye’nin Konumu”, Cumhuriyet Enerji, EMO Yayını, 1 (S), (Ocak 2008), 11 (s. ) . 
32 ÜZÜMCÜ, 336. 
33 ÜZÜMCÜ, 339. 
34 M. Özcan ÜLTANIR, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, TÜSİAD Yayını, İstanbul, 1998, 169-177 (s. ) . 
35 Ayrıntılı bilgi için bkz. 
 http://www. enerji. gov. tr/index. php?dil=tr&sf=webpages&b=enerji&bn=215&hn=12&nm=384&id=384 (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)
36 http://www. enerji. gov. tr/index. php?dil=tr&sf=webpages&b=hidrolik&bn=232&hn=&nm=384&id=40699 (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)
37 ÜZÜMCÜ, 340. 
38 Aybars GÜRPINAR, “Nükleer Enerji ve Nükleer Güvenlik”, Stratejik Analiz, 83 (S), (2007), 38 (s. ) . 
39 http://www. enerji. gov. tr/index. php?dil=tr&sf=webpages&b=nukleerenerji&bn=224&hn=224&nm=384&id=388 (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)
40 International Energy Agency (IEA) (2005), Energy Policies of IEA Countries: Turkey 2009 Review, OECD, Paris, 2010. 
41 http://www. undp. org. tr/energEnvirDocs/kyoto. pdf (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)
42 Akın MAŞRAP, Müslüme NARİN, “Çağdaş Enerji Yönetiminde Yeni Yaklaşımlar: Ekolojik Çevre, İklim Değişikliği ve Yaşam Kalitesi”, 
     VII. Ulusal Temiz Enerji Sempozyumu, UTES, (Aralık 2008), 27 (s. ) . 
43 ÜZÜMCÜ, 343. 
44 BAYRAÇ, Küresel Enerji Politikaları, 135. 
45 http://www. stargazete. com/acikgorus/tek-millet-iki-devlet-ve-tanap-kardesligi-haber-413616. htm (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)

KAYNAKLAR

BAYRAÇ H. Naci, Uluslararası Doğalgaz Piyasasının Ekonomik Analizi, Türkiye’deki Gelişimi ve Eskişehir Uygulaması, Anadolu Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Eskişehir, 1999. 

BAYRAÇ H. Naci, ‘’Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğalgaz Kaynakları Açısından Bir Karşılaştırma’’, Eskişehir Osmangazi 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (C. ), 1 (S. ), Haziran 2009, 116-142. 

ENİŞ Ahmet, ‘’Enerji Politikaları ile Yerli, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları’’, 

EMO Enerji Raporu, 2002, 295-324. 

GÜRPINAR Aybars, “Nükleer Enerji ve Nükleer Güvenlik”, Stratejik Analiz, 83 (S), 2007, 33-39. 

HARROP Jeffrey, The Political Economy of Integration in the European Union, Edward Elgar, Third Edition, Cheltenham, 2000. 

International Energy Agency (IEA) (2005), Energy Policies of IEA Countries: Turkey 2009 Review, OECD, Paris, 2010. 

International Energy Agency (IEA), World Energy Outlook (WEO), OECD/IEA, Paris, 2010. 

International Energy Agency (IEA), World Energy Outlook (WEO), OECD/IEA, Paris, 2011. 

İKV, Avrupa Birliği’nin Enerji ve Ulaştırma Politikaları ve Türkiye’nin Uyumu, İstanbul, İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, 2004. 

KARACAN A. Rıza, Çevre Ekonomisi ve Politikası, Ege Üniversitesi İİBF Yayını, İzmir, 2007. 

KOÇASLAN Gelengül, ‘’Avrupa Birliği’nin Doğalgaz Politikası ve Bu Eksende Türkiye’nin Rolü’’, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi 
Mecmuası, 61 (C. ), 2 (S. ), 2011, 235-255. 

MAŞRAP Akın, NARİN Müslüme, “Çağdaş Enerji Yönetiminde Yeni Yaklaşımlar: Ekolojik Çevre, İklim Değişikliği ve Yaşam Kalitesi”, VII. 
Ulusal Temiz Enerji Sempozyumu, UTES, Aralık 2008, 25-36. 

ÖZSABUNCUOĞLU İsmail H., UĞUR A. Atilla, Doğal Kaynaklar 
Ekonomi, Yönetim ve Politika, İmaj Kitabevi, Ankara, 2005. 

PAMİR A. Necdet, ‘’Enerji Güvenliği: 2023’e Doğru enerji Alanında Küresel Gelişmeler, Küresel Politikalar Etkisinde Türkiye’de Enerji Politikaları’’, 
Stratejik Öngörü 2023, Ekim 2006 . 

SATMAN Abdurrahman, “Dünyada Enerji Kaynakları”, Türkiye’de 
Enerji ve Kalkınma Sempozyumu, TASAM, Nisan 2006, 47-58. 

ŞEN Şamil, ÜŞÜMEZSOY Şener, Yeni Dünya Petrol Düzeni ve Körfez 
Savaşları, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2003 . 

TÜBİTAK AB Çerçeve Programları, Ulusal Koordinasyon Ofisi Rekabet Edebilirlik ve Yenilik Programı (RYP) (Competitiveness and 
Innovation Framework Programme) 2007 – 2013, Ankara, 2006. 

TÜRKEŞ Murat, KILIÇ Gönül, ‘’Avrupa Birliği’nin İklim Değişikliği Politikaları ve Önlemleri’’, Çevre, Bilim ve Teknoloji, Teknik Dergi, 2 
(S. ), 2004, 35-52. 

ULUTAŞ Mahir, “Küresel Enerji Savaşları ve Türkiye’nin Konumu”, Cumhuriyet Enerji, EMO Yayını, 1 (S), Ocak 2008. 

ÜLTANIR M. Özcan, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, TÜSİAD Yayını, İstanbul, 1998, 169-177. 

ÜZÜLMEZ Adem, ‘’Türkiye’nin Enerji Politikaları, Enerji Güvenliği ve Sürdürülebilir Kalkınma’’, Uluslararası Davraz Kongresi 2009 Bildiri 
Kitabı, Eylül 2009, 330-348. 

VINOUIS Jean-Arnold, GOURLIA Jean-Paul, ‘’Europe in the age of Efficiency’’, Energies, Advancing-Understanding-Sharing-Analysing-
Discovering -Creating, 2007, 30-33. 
http://www. iea. org/textbase/papers/2006/renewable_factsheet. pdf (Erişim Tarihi: 18. 03. 2012) . 

http://www. bp. com/liveassets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistical_energy_review_
2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2011. pdf (Erişim Tarihi: 18. 03. 2012). 

http://europa. eu/documentation/official-docs/white-papers/pdf/energy_white_paper_com_95_682. pdf (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012). 

http://ec. europa. eu/energy/green-paper-energy-supply/doc/green_paper_energy_supply_en. pdf (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012) . 

http://www. enerji. gov. tr/yayinlar_raporlar/2012_Plan_ve_Butce_Komisyonu_Konusmasi. pdf (Erişim Tarihi: 19. 03. 2012)

http://www. enerji. gov. tr/index. php?dil=tr&sf=webpages&b=enerji&bn=215&hn=12&nm=384&id=384 (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)

http://www. enerji. gov. tr/index. php?dil=tr&sf=webpages&b=hidrolik&bn=232&hn=&nm=384&id=40699 (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)

http://www. enerji. gov. tr/index. php?dil=tr&sf=webpages&b=nukleerenerji&bn=224&hn=224&nm=384&id=388 (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)

http://www. undp. org. tr/energEnvirDocs/kyoto. pdf (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)

http://www. stargazete. com/acikgorus/tek-millet-iki-devlet-ve-tanap-kardesligi-haber-413616. htm (Erişim Tarihi: 20. 03. 2012)

***

ULUSLARARASI ENERJİ POLİTİKALARINA BİR BAKIŞ TÜRKİYE ÖRNEĞİ BÖLÜM 1




 ULUSLARARASI ENERJİ POLİTİKALARINA BİR BAKIŞ TÜRKİYE ÖRNEĞİ BÖLÜM 1



* Bu Makale, 11-12 Mayıs 2012 tarihinde Çağ Üniversitesi’nce düzenlenen Uluslararası Enerji Hukuku Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuştur. 

İslam Safa KAYA**
** Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğü. iskaya@tpao. gov. tr


Özet: Enerji, yaşanan asra damga vurmuş bir yaşam kaynağıdır. Petrolün başını çektiği enerji kaynaklarına sahip olma uğruna akılalmaz bir hızla yaşanan siyasi dönüşümler, savaşlar ve çatışmalar, enerji faktörünün dünya üzerinde ne denli önemli bir rol sahibi olduğunu ortaya koymaktadır. 

Enerji rezervlerinin dünyanın belli coğrafyalarında kümelenmiş olması ve sürekli artış gösteren dünya nüfusuna paralel şekilde enerji ihtiyacının da artması hususları, enerji politikalarının belirlenmesinde temel faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Kaynakların sınırlı oluşu ve insan faktörünün bu noktada çaresiz kaldığı gerçeği dikkate alındığında tüm ülkeler doğru karta oynamak için hukuk kurallarını devreye sokmakta ve geleceğini teminat altına alıcı birtakım önlemleri şimdiden yürürlüğe sokmaktadır. Tüketimi çok yüksek oranlarda seyreden ülkeler, enerji arz güvenliklerini tesis etme amacıyla birçok hukuki  metin ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği bunların başında gelmektedir. 

Bu çalışmada, enerji politikalarına genel perspektiften bakılarak geleceğe ilişkin tüketim provizyonlarına yer verilmiş, özelde ise Avrupa Birliği’nin enerji politikalarına değinilerek bunların ülkemize yansımaları yanında istatistiksel verilerle de Türkiye’nin enerji politikasındaki belirleyici unsurlar ortaya konulmuş ve nihayetinde enerji-çevre ilişkisinin boyutları açıklanmaya çalışılmıştır. 

Anahtar Kelimeler: Enerji politikası, petrol, enerji hukuku, yenilenebilir kaynak, fosil yakıt. 


1. DEĞİŞKEN KÜRESEL ENERJİ POLİTİKALARI

 1. 1. Genel Olarak Enerji Politikası Kavramı

Enerji, teknoloji, ekonomi ve siyaset köşelerinin belirleyici olduğu enerji politikası karesi, devlet tüzelkişiliğinin, arz ve talep dengesini dikkate alarak kısa dönemde, planlama işlevini gerçekleştirerek de uzun dönemde ortaya koyduğu sistematik faaliyetlerinden oluşmaktadır.

1 Enerji arz ve talebini etkileyen faktörlerin, değişen dünya koşullarına göre değişebilmesi, bilimsel analiz süreçlerinden geçirilmesi enerji politikalarının etkinliği açısından önemlidir. 
2 Bu düşünceden hareketle, devletlerin ortaya koydukları enerji politikası, kendini yenileyebilmeli, tutarlı ve gerçekçi olmalı ve aynı zamanda hedefe yönelmelidir. 

Küresel enerji politikalarına yön veren anlayış; enerji arzının güvenliğinin sağlanması, kaynakların çeşitlendirilmesi, rekabet koşullarının hüküm sürmesi, en kaliteli ve en düşük maliyetli enerjinin tüketicinin kullanımına sunulabilmesi amacıdır. 3 Enerji arz güvenliği ve amacı ortaya koyan diğer kavramlar sıkı sıkıya ilişki içerisindedir. Zira, enerji arz güvenliği; mevcudiyet, ulaşılabilme ve kabul edilebilirlik ilkelerini bünyesinde barındırır. Bu doğrultuda enerji güvenliği, miktarı ve fiyatı uygun olan enerjinin tedarikidir. 4 Bu meyanda, enerji 
politikalarını belirleyen ülkelerin çok boyutlu bir bakış açısına sahip olmaları gerekliliği kuşku götürmemektedir. 

Enerji politikalarındaki bir diğer belirleyici unsur çevre faktörüdür. Fosil yakıtlara dayalı enerji tüketimi, çevre kirliliğine neden olmaktadır. 

Devletler, bu sorunu bertaraf edebilmek maksadıyla bir taraftan çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmekte bir taraftan da çevreyi koruma amaçlı hükümler içeren uluslararası anlaşmalar imzalama yoluna gitmektedir. 

Yenilenebilir ve temiz yakıt olmaları nedeniyle rüzgar, güneş, jeotermal gibi kaynakların geleceğin enerji kaynakları olduğu yorumu yapılmaktadır. 5 Bu neviden yenilenebilir kaynaklar, henüz diğer alışılan kaynaklarla ekonomik olarak rekabet edecek düzeyde olmasalar da, temiz enerjinin teşvik edilmesi ve kaynak çeşitliliği açısından, enerji politikalarında günden güne ön plana çıkmaktadırlar. 6 

Güncel rakamlara göre yenilenebilir enerji, dünya genelindeki enerji rezervinin %13,1’ini ve dünya elektrik üretiminin %17,9’unu sağlamaktadır. 
Her ne kadar düşük seyreden petrol fiyatları yenilenebilir enerjinin geliştirilmesini yavaşlatsa da 70’li yıllarda yaşanan petrol krizleri, devletleri yenilenebilir enerjiye itmiştir. 8 Bu yıllarda petrol arzının siyasi amaçlarla kesintiye uğratılması, aynı zamanda gelecek yıllardaki enerji politikalarının belirleyiciliği noktasında başrolü üstlenmiştir. 

 1. 2. Güncel Veriler ve Geleceğe Dair Öngörülerin Işığında Enerji Tüketiminin Enerji Politikaları Üzerindeki Belirleyici Rolü

Dünya coğrafyasını oluşturan devletlerin enerji politikalarının, enerji tüketim miktarlarına paralel biçimde değişiklik gösterdiği bir gerçektir. Toplumların, yaşamlarının hemen her alanında enerjiye olan bağımlılıkları, tüketim pastasını da çeşitlendirmeye zorlamıştır. Bu çeşitliliğin tarihsel süreç içerisinde de farklılık göstermesi şüphesiz, enerji kaynaklarının farklılaşmasından ileri gelmektedir. 

Dünya birincil enerji tüketimi pastasında, en büyük payı fosil yakıtların aldığı görülmektedir. 9 Güncel enerji tüketim rakamlarına bakıldığında, enerji tüketiminin ortalama % 87’sinin fosil kaynaklardan, %7’sinin yenilenebilir kaynaklardan ve %6’sının da nükleer enerji kaynaklarından gerçekleştiği görülmektedir. 2010 yılındaki rakamlara bakıldığında, bir önceki yıla göre %5,6 artış gösteren enerji tüketimi, 1973 yılından beri kaydedilen en yüksek artışı göstermiştir. Artış; petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil kaynaklar ile hidroelektrik de dahil olmak üzere yenilenebilir kaynaklar ve nükleer enerji kategorisinde kendini göstermiştir. 2000 yılından bu yana ortaya koyduğu rakamsal oranlara göre payında düşüş olmasına karşın petrol, %33,6’lık oranla baskın durumunu korumuştur. Bunun yanında, kömür de toplam tüketim 
içerisindeki pay artışını sürdürmüş olup, doğalgaz ise kaydedilen en yüksek pay yüzdesini gerçekleştirmiştir. 10



Tablo 1 – Dünya Enerji Tüketim Pastası

¦ Kömür

¦ Yenilenebilir Kaynaklar

¦ Hidroelektrik

¦ Nükleer Enerji

¦ Doğalgaz

¦ Petrol Kaynak: BP-2011

Geleceğe ilişkin yapılan tüketim tahminlerine bakıldığında ise, bu tip tahminler de; teknolojik gelişmeler, ekonomik büyüme oranı, nüfus artış yüzdesi, enerji fiyatları, devam ettirilen enerji politikaları ve tüketici hareketlerinin dikkate alındığı görülmektedir. 11 

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından gerçekleştirilen geleceğe dönük öngörüler, dünya enerji tüketiminin 2035 yılına kadar, ortalama yüzde 40 
oranında artacağını göstermektedir. 12



Tablo 2: Dünya Enerji Talebi Öngörüsü

Yine aynı Ajans’ça 2011 yılında yapılan geleceğe dönük tahminlere bakıldığında, enerji talebinin gelecekte de fosil yakıtlarda yoğunlaşacağı görülmekte dir. Bunlar arasında doğalgaza olan talebin sürekli yükseleceği, petrolün mevcut durumunu az da olsa artırarak koruyacağı, buna karşın kömüre olan talebin 2030’dan sonrası için düşüşe geçeceği anlaşılmaktadır. Bahsi geçen tahminde, bioyakıt, nükleer enerji ve yenilenebilir enerjiye olan talebin ise istikrarlı bir biçimde artacağı öngörülmüş ancak hidroelektriğe olan talebin durağan bir görünüm izleyeceği düşünülmüştür. 13



Tablo 3: Dünya Enerji Talebi Dağılımı

Yenilenebilir Enerji Kaynak: IEA-2011 Devletlerin, enerji politikalarını belirlerken güncel verilerden ve geleceğe ilişkin projeksiyonlardan yararlanmaları esastır. 
Zira, verilere dayalı olarak oluşturulan enerji politikaların temelinin sağlam oluşu sayesinde, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi suretiyle enerji arz güvenliği tesis edilecek, politika tesisindeki temel amaçlardan biri olan verimlilik ve en kaliteliyi en uygun fiyata alma prensiplerinin de yerine gelmesi sağlanacak, böylece gerek kısa vadede gerekse uzun vadede hedeflenen amaçlara ulaşım sağlanmış olacaktır. Ancak, açıkça söylenebilecek olan şudur ki, fosil yakıtların tükenir nitelikte oluşu ve insanoğlunun bunun karşısında çaresiz oluşu gerçeği karşısında, tüm devletlerin gerek çevresel hassasiyetleri gerekse de sürekli artarak devam edecek olan enerji taleplerini dikkate alarak politikalarını tespit 
etmesi ve bu meyanda çevre dostu olan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi gerekliliği kaçınılmaz bir gerçekliktir. 

2. AB ENERJİ POLİTİKALARI

1973-1974 ve 1979 yıllarında siyasi gelişmelere bağlı olarak yaşanan petrol krizleri, AB’nin enerji arz güvenliğinin olmadığını göstermiş ve AB ülkelerini, bu güvenliğin tesisi amacıyla ortak enerji politikaları belirlemeye ve bu alanda daha aktif olmaya yöneltmiştir. 14 

Kriz sonrasında, birlik içinde enerji politikalarına ilişkin birkaç yıllık çerçeve planları oluşturulmaya başlanmıştır. Bu planlar vasıtasıyla her üye ülke için enerji etkinliğinin artırılması, ithalat bağımlılığının azaltılması, yerli enerji kaynaklarının daha fazla kullanılması ve yeni enerji teknolojilerinin teşviki açısından ortak görevler belirlenmiştir. 15 Bu doğrultuda, AB’nin enerji politikasının 3 temel üzerine tesis edildiği söylenebilir. Bunlar, enerji arz güvenliği, çevrenin korunması ve rekabet ortamının sağlanmasıdır. 16 Bu üç temel ilke çerçevesinde AB üyesi devletler, enerji kaynakları içerisinde doğalgazın, nükleer enerjinin ve yenilenebilir kaynakların payını artıracak, kömürün payını ise muhafaza edecektir. 17 Avrupa Birliği’nin enerji politikalarında özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji teminine ilişkin yöntem ve araçların geliştirilmesi ve bu kaynaklardan çok daha etkin bir şekilde yararlanılması gerekliliği vurgulanmaktadır. 18 

Avrupa Birliği’nin enerji politikalarının çevresel boyutuna yön veren metinlerden biri Kyoto Protokolü’dür. AB’nin Kyoto Protokolü’ndeki hedefi 2008-2012 yılları arasında sera gazı salınımlarını 1990 düzeylerine göre %8 oranında azaltmaktır. Ancak mevcut politikalarla bu hedefin tutturulamayacağı anlaşılınca, bu amaca yönelik olarak 2000 yılında “Avrupa İklim Değişikliği Programı (ECCP)” oluşturulmuştur. 19

Enerjide verimliliğin artırılması ve sürdürülebilir çevre politikalarının oluşturulması hususlarında SEEERF (Güneydoğu Avrupa Enerji Düzenleyici Forumu), TACIS 1991 (Bağımsız Devletler Topluluğu’na Teknik Yardım), TRACECA 1993 (Avrupa-Kafkasya- Asya Ulaştırma Koridoru), INOGATE 1995 (Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Doğalgaz Taşımacılığı Programı) gibi çeşitli girişimler yapılmıştır. 20 1995 yılında AB tarafından yayınlanan Beyaz Kitap, AB enerji politikasının uzun vadeli hedeflerini ortaya koymaktadır. Buna göre enerji politikası; piyasa entegrasyonu, deregülasyon, tüketiciyi koruma, iç birlik gibi ortak ekonomik amaçlara uygun olmalıdır. 21 Bu amaçların tümü, esasında enerji güvenliğinin arttırılması temeline dayanmaktadır. 1998 yılında ise Enerji Şartı Anlaşması devreye sokulmuştur. 1999 yılında petrol fiyatlarındaki aşırı yükseliş yeniden AB’nin enerji arz güvenliğinin olmadığını göstermiştir. Bu doğrultuda dışa bağımlılıktan kurtulabilmek için aktif bir enerji politikasının varlığına gereksinim olduğu teyit edilmiştir. 22 

Bu temel amaca hizmet eden ve 2000 yılında AB tarafından kabul edilen Yeşil Kitap, AB üyesi 15 ülkenin 2000 yılı için ithalat oranının, tüketimlerinin % 50’si kadar olduğunu göstermekte ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde 2030 yılında bu değerin %70’e çıkacağı sonucunu ortaya koymaktadır. 23 
Yeşil kitapta, bu rakama ulaşılmasını engelleyecek nitelikte bazı tedbirler ve vasıtalar öngörülmüştür. 

Bu doğrultuda enerji güvenliğinin tesisi için enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve buna ilişkin idari yapılanmaların tamamlanması gerektiği belirtilmiştir. 24

2006/32 sayılı Avrupa Birliği Konseyi ve Parlamentosu yönergesinde enerjinin etkin kullanımı, “bir işe, hizmete ya da mala ilişkin enerji çıktısı ve enerji girdisi arasındaki oran” olarak tanımlanmıştır. 25 Bu doğrultuda, AB içerisinde enerjide verimliliği esas alan ve bu yönde araç ve yöntemler geliştiren başkaca programlar da vardır. Bunlardan bazıları, rüzgar ve sudan yenilenebilir enerji elde edilmesi konusunda ALTENER II, ulaştırma konusunda STEER ve sanayi ile ticaret konusunda SAVE’dir. Bu programlar, Avrupa Akıllı Enerji ve Teknoloji 
Programı (AETEP) kapsamında da desteklenen ve enerji kullanımında verimliliği ve tasarrufu esas alan programlardır. 26 Enerjinin verimli kullanımını ve yenilenebilir kaynaklardan enerji teminini teşvik eden COOPENER, hedefi emisyonların sınırlandırılması ve en iyi teknolojilere makul fiyatlarla ulaşmak olan CARNOT, nükleer sektördeki faaliyetlere yoğunlaşan SURE ve düzenli elektrik ve gaz akımının güvence altına alınması amaçlı TRANS AVRUPA ENERJİ AĞLARI (TEN-Energy), AB enerji politikasının dış siyasetini inceleyen SYNERGY ise diğer bazı programlardır. 27

Yeşil kitabın, enerji ithalatı noktasında yapmış olduğu projeksiyonlarda yanılmadığı Tablo 8’den de anlaşılmaktadır. Zira, eldeki verilere göre 2010 yılı sonu itibariyle gelinen aşamada ortalama ithalat rakamlarının, tüketilen fosil kaynaklardan petrolün %71’ini, doğalgazın %43’ünü, kömürün de %41 kadarını oluşturması 2030 yılı beklentileri için çok da iç açıcı bir gelişme değildir. AB için bu darboğazdan çıkmanın yolu, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelerek daha çok üreten pozisyonunda olmasıdır. 



Tablo 8: AB Üretim-Tüketim Dengesinin Kaynaklara Göre Dağılımı-2010

Kaynak: BP-2011

AB’nin enerjideki dışa bağımlılığını artıran bir gelişme de genişleme politikasıdır. Zira, sürekli genişleyen ve yeni ülkeleri içerisine alan bir birlik daha çok tüketecek ve doğal olarak daha çok enerjiye gereksinim duyacaktır. Enerji kaynaklarının da sınırlı olmasının doğal bir sonucu olarak ithalata yönelecektir. Bunun yanında, enerji politikasının üç ayağından biri olan çevresel hassasiyet gereği de artık çevreye zarar veren bazı nükleer tesisler kapatılmakta, bu durum da AB’yi sıkıntıya sokmaktadır. Ayrıca, Enerji kaynaklarından kömürden 
faydalanmanın insan emeği gerektirdiği ve bunun da birtakım işçi ücret maliyetlerini ortaya çıkardığı gerekçesiyle kömürden uzaklaşarak doğalgaza yönelen bir AB’nin enerji geleceğinin pek parlak olduğu söylenemez. 28


3. TÜRKİYE’NİN ENERJİ POLİTİKALARI

 3. 1. Türkiye’nin Enerji Politikalarına Hakim Olan Temel İlkeler

AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı’nda yer alan amaçlara bakıldığında, Türkiye’nin enerji politikalarının da başta AB olmak üzere, küresel ölçekteki enerji politikaları ile uyum içerisinde olduğu göze çarpmaktadır. 29 Bu doğrultuda, enerji arz güvenliğini esas alan Türkiye enerji politikasındaki temel amaçlar şunlardır: 30

• Yerli kaynaklara öncelik vererek kaynak çeşitliliğini sağlamak, 
• Yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji arzındaki payını arttırmak, 
• Enerji verimliliğini yükseltmek, 
• Tam serbest piyasa koşullarına ulaşarak yatırım ortamını iyileştirmek, 
• Petrol ve doğalgazdaki kaynak çeşitliliğini sağlamak, ithalattan kaynaklanan risklere karşı tedbir almak, 
• Enerji alanında bölgesel işbirliği ile Türkiye’yi enerji koridoru ve terminali haline getirmek, 
• Enerji faaliyetlerinin çevresel hassasiyetler dikkate alınmak suretiyle yürütülmesini sağlamak, 
• Doğal kaynakların ülke ekonomisine katkısını arttırmak, 
• Endüstriyel hammadde, metal ve metal dışı madenlerin üretimlerini arttırarak yurt içinde değerlendirilmesini sağlamak, 
• Maliyet, zaman ve miktar açısından enerjiyi tüketiciler için ulaşılabilir hale getirmek. 


Sıralanan amaçlara bakıldığında Türkiye’nin enerji politikasının da kaynak çeşitliliği, çevresel duyarlılık ve rekabetçi yapı temelleri 
üzerine oturtulduğu görülmektedir. Enerji ithalatından doğacak riskleri önlemeye yönelik tedbirler almak da Türkiye’nin zorunlu 
rotasıdır. Zira, halihazırda enerji ihtiyacının çok büyük oranını dışarıdan tedarik etmektedir. Sadece doğalgaz ihtiyacının %65’ini 
Rusya’dan ithal eden Türkiye’nin enerji güvenliği açısından sorunlar yaşaması31 ve buna yönelik önlemleri de bir politika olarak benimsemesi 
doğaldır. 

 3. 2. Türkiye’nin Güncel ve Geleceğe Dönük Enerji İstatistikleri

Gelişmekte olan tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik büyümeye paralel biçimde enerji tüketimi artmaktadır. Buna 
karşın, artan talebi karşılayacak arzın olmaması Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı pozisyonunu devam ettirmektedir. 32 Bu durum şaşırtıcı 
değildir. Zira, insan eliyle artırılabilecek enerji kaynaklarının çeşitlendirilmemesi, tüketicileri sınırlı rezervleri olan fosil kaynakların tüketimine 
yöneltecek, bu da tüketim ihtiyacını karşılayacak derecede fosil kaynak arzı olmayan ülkeleri dış dünyaya bağımlı kılacaktır. 

2011 yılında ortaya çıkan istatistikler, Türkiye’nin enerji tüketiminin halen büyük oranla fosil kaynaklar üzerinde yoğunlaştığını göstermektedir. 
Tüketim pastası içerisinde ilk sırayı doğalgaz almakta, hemen arkasından kömür ve petrol gelmektedir. Ancak, Tablo 4’te de 
görüldüğü üzere, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim yüzdesindeki olağanüstü artış iyiye işarettir. Bu durum, çevreyle barışık olan 
enerji kaynaklarına yönelerek çeşitlilik sağlanmaya gayret edildiğinin açık göstergesidir. Bu da, Türkiye’nin gerek Kyoto Protokolü gibi 
uluslararası anlaşmalara riayet ettiğini, gerekse enerjide enerjik ülke konumuna geçtiğine delalettir. Şüphesiz bu durum, enerjide fosil kaynaklara 
olan bağımlılığın geneldeki zarar verici sonuçlarını engellemeye yeter nitelikte değildir. 



Tablo 4: Türkiye Enerji Tüketiminin Kaynaklara Göre Dağılımı

Kaynak: BP 2011. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***