25 Kasım 2017 Cumartesi

Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!

Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!


caglar



Etrafında liberal tanınan, alkol kullanırken bu faaliyetini herkese duyurmaktan zevk alan ve bu sayede Fethullahçılığını gizlediğini sanan bir şaklaban var karşımızda. Bakın 11 Haziran 2010 tarihinde ne yazmış bu Fethullahçı Engin Ardıç…
Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!




“Her milli bayramda piyasaya çıkan “malul gazilere” getirecektim sözü… Geçen gün gene ortalıkta görüldüler.
Kalpak, Ayyıldız, Madalya, Palaska, Çakaralmaz tabanca, kama, bomba, velhasıl herşey yerli yerinde…

yatayHaddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!

   Fakat bakıyorum, bu adamlar yaş olarak taş çatlasa benim kadarlar yahu! Hadi benden beş yaş büyük olsunlar. 
Hadi beş de benden koy, on yaş.
Yani “Milli Şef bebeleri” en fazla! Bu adamlar hangi savaşlara katıldılar da malul gazi oldular? “Malul” olmaları da şart değil, maşallah hepsi benden sağlam. Bu adamlar “feyk”… Neyk? Sahte yani, çakma…
Kore’nin, hatta Kıbrıs’ın kalpakla, cumhuriyetle, bayramıyla ne ilgisi var? Benim dedelerimden biri de büyük bir ihtimalle Viyana kuşatmasına katılmıştı, yeniçeri kılığına mı gireyim?
15 Temmuz gazileri törenlerde kılık değiştirmediler, kendilerine “şekil” yapmadılar.
Çünkü şaklaban değillerdir.”
Yukarıda yer alan satırlar daha doğrusu yukarıda yer alan pislikler maalesef ki bu ülkenin ulusal bir yayın organında yayınlanabilmiştir. 1 Kasım’da kaleme almış bu yazıyı Engin Ardıç adlı mahlukat.
Kendisinin tam anlamıyla ne yazdığını Leman dergisi vakti zamanında o kadar güzel karikatürize etmişti ki. 2010 yılında yayınlanan karikatürde yazısını yetiştirmeye çalışan bu mahlukatın kaleminden mürekkep yerine dışkı ile resmedilmesi o kadar güzel bir tasvirdi ki bu şaklaban için.
Her yandaş yazarı veya Fethullahçı tetikçi kalemşörleri okuyorum bu Cumhuriyet’e düşman olanların ne düşündüklerini kavramak için. Lakin Engin Ardıç denen mahlukatın yazdığı pislikleri okumak tamamen zaman kaybı, dolayısıyla yıllardır tek bir satırına bile açıp bakmadım.
Lakin yazının başında yer alan ve bu ülkenin şerefli gazileri için ağza alınmayacak hakaretleri eden bu mahlukat için basit bir arşiv taraması yapma vakti gelmiş demek ki. Etrafında liberal tanınan, alkol kullanırken bu faaliyetini herkese duyurmaktan zevk alan ve bu sayede Fethullahçılığını gizlediğini sanan bir şaklaban var karşımızda. Bakın 11 Haziran 2010 tarihinde ne yazmış bu Fethullahçı Engin Ardıç;
“Türkiye’de geçen hafta bir “Türkçe Olimpiyatı” yapıldı. Dünyanın dört bir yanından bülbül gibi Türkçe konuşan çocuklar geldiler, Türkçe şiirler okudular. Bu, sekizinci oluyor… Nefret kusulan “şeriatçı” hükümet döneminde, sekizinci keredir Türkçe şenliği düzenleniyor… Arapça şenliği değil…
Çocuklar da gerçekten dünyanın dört bir yanından. İçlerinde tam 84 ülkenin çocuğu var. Üstelik yalnızca bir şiir yarışması değil bu, Türkçe kompozisyon da var, halk oyunları da. “Sunuculuk” yarışması bile var. Kemalist basın buna gıcık kapıyor.
Çünkü bu çocukların bazıları “Fethullah Hocaefendi Hazretleri’nin okullarında okuyan” çocuklar.
Yani din eğitimi de alıyorlar. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında din eğitimi yok da maşallah, özel sektör bu eğitimi verince tu kaka…
(Şimdi “hocaefendi hazretleri” dediğim için bana da gıcık kaparlar, “papa hazretleri” ya da “patrik hazretleri” deyince sakıncalı bulmayanlar…)
Düşünsenize… Hiç ummadığınız bir ülkede karşınıza mükemmel Türkçe konuşan gençler çıkacak… Bunlar, kendi ülkelerinin “Türkiye uzmanlarını” da oluşturacaklar ileride… Hani, şu ya da bu nedenle yolu Türkiye’ye düşüp Türkçe öğrenmiş Amerikan gençlerinin State Department ya da CIA’da işlerinin hazır olması gibi! Ne var ki, bu çocuklar, Türk okulunda okumuş ve “Türkiye’ye muhabbet bağıyla bağlı” kişiler olacaklar büyüyünce.”2
Görüldüğü gibi bizim nazarımızda terörist başı olan ama kendisi için Hocaefendisi olan o şahsa bağlı bir mürit olan Engin Ardıç’ın nasıl hocaefendi hazretleri dediği şahsı amiyane tabirle yalamak için kalemindeki dışkıları döktüğünü görebiliyoruz.
Dahası bu Engin Ardıç FETÖ kumpasları olan Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde tetikçiliğin alasını yaparak, o kumpasların baş mağdurlarından birisi olan şehit Yarbay Ali Tatar için ‘mermiye kafa attı’ gibi çirkin ve aşağılıkça ithamlarda bulunmuş birisidir.
Tabi AKP-Cemaat kavgasından sonra birçok namlı FETÖ’cü gibi takiye yaparak Fethullah Gülen’e saydıran Engin Ardıç Efendi, bu takiyelerle kendisini kurtarmaya çalışsa da, gerçekler her zaman ortaya çıkmakla yükümlüdür.
Özellikle son dönemlerde özellikle siyasi iktidar içerisindeki Fethullahçılar gibi Atatürk’e hakaret ederek ortalığı karıştırmak isteyen bu Engin Ardıç, bahse konu yazısında Gaziler üzerinden yine Atatürk’e olan düşmanlığını kusmuştur.
Daha da vahimi 15 Temmuz gazilerini gerçek gazi, diğerlerini ise sahte olarak nitelendirecek kadar aşağılık bir tutum sergilemiştir. Bu ülkenin, bu cumhuriyetin yaşaması için kolunu bacağını kaybeden veya canını siper eden o kahramanları hiçbir kuvvet sınıflandıramaz, ayrıştıramaz!
Ha illa ki feyk veya sahte gazi arıyorsan Engin Efendi; bak sana bir örnek vereyim. 15 Temmuz esnasında sadece ayağını burkan ve sonrasında sapa sağlam hayatına devam eden Cumali İbin’in şu haberde ‘neden 15 Temmuz yardım paraları bize dağıtılmadı’ yakarışı var, aç oku sonra Kıbrıs’ta canını memleket için siper edenlere laf et.
Siyasi iktidar, son günlerde Atatürk ile barışma ve toplumun Atatürkçü kesimlerine zeytin dalı uzatma faaliyetlerine hız verdi.
Her ne kadar birçok yorumcu bu durumu seçim hesaplarına bağlasa da, ben tam tersine ülkenin yaşadığı krizlerin daha da derinleşmesi ihtimali dahilinde siyasi iktidarın özellikle Atatürkçü vatandaşlardan daha büyük krizler karşısında destek arayışı olarak okumaktayım.
Ve buradan o iktidarın sahibine de seslenmek isterim; samimiyetinizi ölçecek çok basit bir fırsat önünüze geçti. Engin Ardıç ve benzeri Atatürk düşmanlarını önce havuz medyanızda susturun ve sonrasında derhal yargı önüne çıkarın!
Bu had bilmez, iflah olmaz şaklabanlara artık birilerinin dur demesi gerekiyor…



Haddini Bil Fethullahçı Şaklaban Engin Ardıç Efendi!

***

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye


Prof. Dr. Hakkı Keskin

Sayın Basın ilgilileri, Degerli Arkadaşlar,
 
Bugünlerde Almanya`da 190 ülke temsilcilerinin katılımıyla Dünya İklim Konferansı yapılıyor. Dünya`nın ve hepimizin geleceğini çok yakından ilgilendiren bu konferans tartışmalarını ve alınacak kararları yakından izlemeliyiz.Bu konuda Aralik 2015 de yayınlanan bu yazım güncelliğini aynen koruyor.
 
150 devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla, Paris’te 11 gün sürecek olan Birleşmiş Milletler “Küresel Isınma ve Hava Kirliliği Konferansı“ yapılıyor. Amaç küresel ısınmayı olası kısa sürede 2 derece ile sınırlandırmak.
 
Küresel ısınma, son yılların temposuyla devam ederse, yüzyıl sonunda bunun 5 dereceye çıkabileceği, eriyen buzulların bazı kıyı ve ada ülkelerini su altında bırakacağı,
 
Dünya’nın bazı bölgelerinde aşırı kuraklığın orman yangınlarına ve çölleşmeye yol açarken, bazı bölgelerinde de sel felaketlerine neden olacağı, bilimsel araştırmalarla ortaya konuyor.
 
Dünya İklim Zirve Konferansı resim ile ilgili görsel sonucu
 
Son yıllarda bu felaketlerin birçok ülkede zaman, zaman yaşanmakta olduğu da görülmektedir.
 
Küresel ısınmaya ve hava kirliliğine, sera gazı etkisi yaratan fosil yakıt (kömür, petrol, doğalgaz, bor) kullanımının neden olduğu biliniyor. Fosil yakıtların ise, Dünya enerji kullanımının yüzde 90’ların üstünde olduğu belirtiliyor.
 
Özellikle ABD, Çin, Hindistan ve Rusya’nın, küresel ısınmada çok büyük paylarının olduğu, her yıl yapılmakta olan Küresel İklim Zirve Toplantılarında, son olarak da Kopenhag’da, bu ülkelerin uzlaşmaz tavırlarının anlaşmayı engellediği söyleniyor.
 
Kömürün, evlerin ısıtılmasında kullanıldığı yıllarda, şehirlerin bir kara bulutun altında kaldığını, ben 1979’da bulunduğum Ankara’dan biliyorum. Çankaya’dan çektiğim fotoğraflarda, şehir görülemez durumdaydı. Benzer durumu şimdi çok daha büyük ölçüde Pekin yaşıyor.
 
O kadarki, sağlığa büyük tehdit oluşturan kömür ve araba egsozdumanına (smokuna) karşı insanlar maske takarak dışarıda bulunabiliyor. Hatta bu nedenle bazen okullar tatil ediliyor. Sağlığa zarar veren bu koşulları birçok ülke insanı, özellikle kış aylarında yaşamak zorunda kalıyor.

KURTULUŞ YENİLENEBİLİR ENERJİ KULLANIMINDA

Küresel ısınmanın sınırlandırılabilmesi ve hava kirliliğinin azaltılmasının sağlanabilmesi için, çözümün yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasında olduğu kanıtlanmış bulunuyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarını güneş, rüzgar, deniz dalgası, jeotermaller (yeraltı suları) ve hidrolik enerjiler (nehirler) oluşturuyor.
 
Özellikle güneş, rüzgar ve dalga enerji kaynakları, tükenme riski olmayan, iklimsel ısınmaya, hava kirliliğine yol açmayan ve dışa bağımlılığı gerektirmeyen, tükenmez ve temiz enerji kaynaklarıdır.
 
Bu nedenle özellikle birçok Avrupa ülkesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına büyük önem vermektedir. Japonya-Fukuşima’da yaşanan büyük nükleer felaketten hemen sonra, enerjisinin yüzde 15’inden fazlasını nükleer enerjiden sağlayan Almanya, 2020 yılına değin çalışmakta olan tüm atom santrallerini (8 adet) kapatacağını ve enerji açığını yenilenebilir enerjiden sağlayacağına karar verdi.
 
Şu anda Almanya kullandığı enerjinin üçte birini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaktadır. Enerji politikasındaki bu yeni yaklaşım, hızla kabul görmekte ve yayılmaktadır.
 
Dünya İklim Zirve Konferansı resim ile ilgili görsel sonucu
 
Türkiye enerji bakımından dışa çok büyük oranda bağımlı bir ülkedir, özellikle de Rusya’ya. Türkiye hızla, çok zengin olduğu yenilenebilir enerji kaynaklarını, güneşi, rüzgarı, ve jeotermal kaynaklarını kullanarak, dışa bağımlılığını çok kısa zamanda en aza indirebilir. Türkiye 2013 yılında ithal ettiği enerji için 55,9 Milyar Dolar ödedi.
 
Türkiye ithalatının yüzde 22,2’sini bu sektör oluşturuyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının olası büyük ölçüde devreye girmesiyle, ekonominin en büyük sorunu olan dış ticaret açığı da, neredeyse tamamen kapatılmış olacaktır. AKP günümüze değin, alternatif enerji kaynaklarına gereken önemi vermemiştir. Bu yanlış politikadan ivedi olarak dönülmelidir.
 
TÜRKİYE’DE DOĞAYI KORUMA BİLİNCİ YOK DÜZEYDE
 
Aday ülke olduğumuz AB ülkelerinin çoğunda, doğayı ve çevreyi korumak, 30 yılı aşkın bir süredir, en önemli ve öncelikli politikadır. Bu amaçla kurulmuş, parlamentolara girmiş ve zaman, zaman da hükümet ortağı olmuş siyasi partiler bulunmaktadır. Bu partilerin zorlaması sonucu, diğer partilerde çevre ve doğayı koruma konusunda daha duyarlı konuma gelmişlerdir.
 
On yıllardır Batı Avrupa ülkelerinde çöpler ayırt edilerek farklı çöp kutularına atılmaktadır. Kağıt, karton, cam. şişe gibi atıklar ayrı ayrı bidonlara atılmaktadır. Türkiye’de bulunduğum sürede biriktirdiğim gazeteleri, alışkanlığım nedeniyle çöp kutusuna atamıyorum.
 
Biriktirdiğim onlarca gazete atığının, kaç ağaçtan oluştuğunu düşünerek, büyük bir vicdan azabı duyuyorum. Gazeteleri iple bağlayıp, çöp kutusunun yanına bırakarak, onların en büyük çevreci olarak gördüğüm toplayıcılar tarafından alınmasını umuyorum.
 
Türkiye’de kentler ivedi olarak hiç olmazsa karton, kağıt, cam şişelerin ve mutfak çöpünün ayrı ayrı bidonlara konmasını, toplanmasını ve bunların değerlendirileceği geri-dönüşüm (recycling) işlemi görmelerini, artık ivedi olarak gündemlerine almalıdırlar.
 
Plastik şişede su ve içecek satın alırken, satın alınan içeceğin değerinin yarısı kadarı da şişe için ödenmekte, boşalan şişe, geri-dönüşümlü kullanılabilmesi için, marketlerde bulunan otomatlara atılarak ezilmekte ve otomata attığınız plastik şişe karşılığı olarak parası geri ödenmektedir.İlgili resim
 
Böylece çevre düşmanı bu atıkların, yol kenarlarına ve hatta araba camı açılarak dışarı atılması engellenebilecektir. Marketlerden istendiği kadar bedava alınan poşetlerde yine büyük bir sorun oluşturmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde marketlerde poşetler büyüklüğüne göre parayla satılmaktadır.
 
Türkiye çevreyi ve doğayı korumak için bu güzel örnekleri artık daha fazla gecikmeden uygulamaya koymalıdır.
 

Bu konudaki vurdumduymazlığı anlamak gerçekten olası değildir.



***

Irak ve Suriye Ebu Kemal'e birlikte girdi

Irak ve Suriye Ebu Kemal'e birlikte girdi

Ali Serdar Bolat       
9 Kasım 2017


8 Kasım günü Suriye Ordusu sınırın Irak tarafından dolanarak  Ebu Kemal'e Irak toprakları üzerinden yürüdü ve kenti batı ve güney yönünden kuşattı.
Daha sonra Irak sınırı IŞİD'den temizlendi.

Irak Ordusu da El Kaim üzerinden Suriye'ye girerek Ebu Kemal'i güney ve güneydoğu yönünden kuşattı.
Suriye ve Irak Orduları kente güney yönünden girdi. IŞİD'lilerin bir kısmı karşı koymaya çalışırken çoğu kuzey - kuzeydoğu yönünden kenti terk etti.
Saat 15:30 sularında kentin güney kısmının IŞİD'den temizlendiği bildirildi. Bu bir yıldırım harekatı idi. IŞİD hiç beklemediği bir anda her iki orduyu da
karşısında buldu. Suriye Ordusu'nun Irak topraklarından dolanarak kentin güneyine ulaşması tam bir sürpriz oldu IŞİD için.

Irak Ordusu'nun Suriye'ye girmesi ise hiç hesapta yoktu. IŞİD gafil avlandı.

Suriye ve Irak Orduları, Suriye Kaplan Kuvvetleri ve Irak Haşdi Şabi savaşçılarının buluşarak Ebu Kemal'e birlikte yürüme anı video 3 dakika:









8 Kasım 2017  Güneydoğu Suriye
Pembe: Suriye Ordusu      Gri: IŞİD      Sarı: PKK-PYD
Siyah noktalı: Irak'taki IŞİD      Turuncu noktalı: Irak Ordusu
Yeşil nokta: El Kaim (sınır kapısının Irak tarafındaki kent)
Kırmızı ok Suriye, mavi ok Irak Ordusu'nun saldırı yönü



Irak ve Suriye askerleri ile Haşdi Şabi Ebu Kemal güneyinde

++++

Saat saat harekatın ilerleyişi:


8 Kasım sabah saatleri. 

Beyaz çizgi: Suriye - Irak sınırı      Siyah çizgi: Fırat Nehri
Koyu renk bölge: Fırat Nehri yatağı - sulama bölgesi
Sarı çizgi: Şam - Bağdat karayolu
Gri: IŞİD   Pembe: Suriye ve Irak Orduları
Ortadaki turuncu bölge: Çatışmaların olduğu topraklar


8 Kasım öğlen saatleri

Mavi çizgi: Suriye - Irak sınırı      Gri: IŞİD      Pembe: Ordular
Akaş ve Ratka petrol sahaları İŞİD'den alındı
Suriye Ordusu Ebu Kemal'i batıdan kuşatmak için Sukari Köyü'ne
doğru gidiyor. Suveyye (Suwayyah) Köyü düştü, ordular Ebu Kemal'in
güney varoşlarına dayandı


8 Kasım akşam saatleri
Mavi çizgi: Fırat Nehri (Eufrates)   Bukamal Bridge. Bukemal Köprüsü
Sarı nokta: Bukamal kent merkezi (Ebu Kemal = Albukemal = Bukemal) Sukari Köyü alındı, Ebukemal batı yönü tamamen Suriye Ordusu'nda
Güneyden kente giren Irak Ordusu IŞİD'i kuzeye doğru süpürüyor
Siyah oklar: IŞİD'in Ebu Kemal'den kaçma yönleri

9 Kasım sabah saatleri 



Sabah saatlerinde Suriye Arap Ordusu (SAA) kente batıdan da girmeye başladı. 
IŞİD'in siyah oklar yönünde kaçmaya devam ettiği bildiriliyor. Bu akşama kadar kentin tamamen ele geçirilmesi bekleniyor.


++++
 arşiv:

Deyr ez-Zur IŞİD'den temizlendi, hedef Ebu Kemal    6 Kasım 2017
Ebu Kemal'e 65 kilometre kaldı    29 Ekim 2017
Deyr ez-Zur ve çevresi 10 Ekim günlü harita   11 Ekim 2017
Suriye Ordusu Fırat'ın doğu yakasında üslendi    20 Eylül 2017
Ordu Fırat'ın doğusuna geçti    13 Eylül 2017
YPG Deyr ez-Zur kapısında     12 Eylül 2017
Esad Hava Üssü kuşatması delindei, YPG saldırıya geçti    10 Eylül 2017
Deyr ez-Zur'da IŞİD kuşatması yarıldı, ordu kente girdi  5 Eylül 2017
Suriye Arap Ordusu'nun 30 Ağustos harekatı    1 Eylül 2017
Kaplan Kuvvetleri Deyr ez-Zur'a 64 kilometrede   23 Ağustos 2017
Deyr ez-Zur yolunda zafer: Suhna düştü    13 Ağustos 2017
Suriye Ordusu Deyr ez-Zur'a doğru hızla ilerliyor   3 Ağustos 2017
Suriye Ordusu ABD ve kuklalarını çembere aldı   13 Haziran 2017
ABD köprüleri vurdu, IŞİD'i kurtardı   6 Ekim 2016

++++

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ 79 YAŞINDA

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ 79 YAŞINDA


Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu kafidir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1929)

Dr.Tahir Tamer Kumkale, 
09 kasım 2017

Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 79 uncu yıldönümü olan 10 Kasım 2017 ayni zamanda Atatürkçü Düşünce Sisteminin doğuşunun 79 uncu yılını temsil etmektedir…

79 yıl sonra Türk Milleti olarak Atatürk’ü daha iyi anlıyoruz ve O’nun ilke ve inkılaplarını daha kapsamlı şekilde kavrıyoruz.

79 yıldır küresel güçlerin destek ve yönlendirmeleri ile aşağılanıp, saldırılarla itibarsızlaştırılmak istenen Atatürk’ün milletimize aşıladığı manevi ve moral güç ile düşmanlarımızın çabaları daima başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Atatürk’e saldırılar çoğaldıkça O şimdi gönüllerde daha fazla yer tutmakta ve toplumda sönmeye yüz tutan sevgisi hızla çoğalmaktadır. Atatürk sevgisinin Türk toplumunda ulaştığı seviye , Türkiye üzerinde çıkarı olan küresel güçler ve onların yerli işbirlikçileri için çok ciddi uyarılar taşımaktadır.
Bu topraklardan ve Türk milletinin beyninden Atatürk sevgisinin asla çıkarılamayacağını düşmanlarımız bir kere daha görmüşlerdir. Bugün Atatürk ve Atatürkçü Düşünce Sistemi; heykelleri, resimleri ve yazıları ile değil, ama kalplerde yer tutmuş tam bağımsızlık kavramı ile inadına güçlenmiş ve devleşmiştir.

Atatürk sevgisi ile güçlenen ve eserlerini sahiplenerek yumruklaşan Türk milletinin önünde hiç bir gücün durması mümkün değildir.

10 Kasım 2017 Türk milletinin şahlanışa geçtiği ve Atatürkçü Düşünce Sistemi etrafında yeniden birleştiği bir kutlu gündür..

Atatürk; tarihten silinmek istenen Türk ismini yeniden dünya tarihine kazımıştır. Bugün bağrından çıktığı Türk milleti ile birlikte tüm insanlık alemi O’nun fikir ve düşünceleri ile yaşantılarına yön vermektedir. İnanıyorum ki bu durum dünya durdukça devam edecektir.

Atatürk sevgisini Türk milletinin beyinlerinden kazımak asla mümkün değildir. Çünkü O, Türk ve dünya tarihi içinde yeri hiçbir zaman doldurulamayacak müstesna bir kişidir. Tarihi işlevi sona ermiş Osmanlı İmparatorluğunun öz cevherinden Türk milli şuurunu uyandırarak yepyeni bir devlet oluşturmuştur. Öldü denilen Türk milletini yeniden dünyanın saygın bir toplumu haline getirmiştir.

79 yıl sonra Atatürkçü Düşünce Sistemi bütün unsurları ile Türk toplumunun yaşantısına yön vermektedir. Çünkü, Türk milletinin % 92’sinin oyları ile kabul edilen 1982 Anayasası Atatürkçü Düşünce temeli üzerine oturtulmuştur. Geçen 35 yıl zarfında her tarafı yeniden düzenlenen bu anayasanın dokunulmayan tek yönü bu ülkenin Atatürkçü Düşünce Sistemi ile yönetilmesini emreden madddeleridir..

Tüm engellere rağmen Türk milleti Ata’nın ilkeleri ışığında O’nun gösterdiği hedeflere ilerleme gayreti içindedir. Günümüzün çağdaş kitle iletişim araçlarının sağladığı imkanlardan yararlanan Atatürkçü Düşünce; sınırlarımız dışına taşarak evrenselleşmiş ve her alanda insanlık alemine ışık tutmaya başlamıştır.

Atatürk ile birlikte geçen asra damgasını vuran Hitler, Musolini, Stalin, Lenin, Mao Che Tung, Tito gibi liderler fikirleri, eserleri ve heykelleri ile birlikte tarihin derinliklerinde yerini almışlardır. Bugün yaşayan ve tarihe damgasını vuran tek lider Mustafa Kemâl Atatürk’tür. O’nu bugün yaşatan ve yarınlarda da yaşatacak olan husus; TUTARLI, DENGELİ ve ayni zamanda UYGULANABİLİR bir düşünce sistemine sahip bulunmasıdır.

Günlük yaşantımızda çok sık kullanılan “Atatürkçülük” ve “Atatürkçü Düşünce”kavramları Anayasamızın fikri özünü teşkil etmesinin yanında; toplum hayatımızı yönlendiren önemli yasalarda belirleyici, yönlendirici ve yol gösterici nitelikleriyle kullanılarak kurumsallaşmıştır. Bu yüzden Atatürkçü kavramları günlük hayatımızdan çıkarma çabaları beyhude ve boş bir uğraştır. Çünkü 79 yıldan beri kullanılarak kökleşmiş değer yargılarını silmek kolay değildir.

“Atatürkçü Düşünce”kavramı ile; Atatürk’ün kaynağını ve gücünü Türk milletinden, O’nun binlerce yıllık tarihi geçmişinden ve üstün kültüründen aldığı; günümüz şartlarına, akla, mantığa, Türk milletinin ihtiyaçlarına, arzu ve isteklerine, kabiliyet ve becerilerine, çağdaş bilim ve teknolojinin gereklerine uygun şekilde geliştirdiği; Türk insanının ve Türk toplumu’nun davranış ve faaliyetlerinin Türk milli hedefleri doğrultusunda yönlendirilip yönetilmesi için ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tümü akla gelmektedir.

Atatürkçü Düşünce’yi bir bütün olarak kendisine hayat tarzı seçmiş ve uygulamakta olan kişiye “Atatürkçü”, Atatürkçülerin topluca ve bir bütünlük içinde davranış ve eylemlerini ise “Atatürkçülük” olarak tanımlamaktayız.

Atatürkçü Düşünce’nin en tipik özelliği bugüne kadar kitleleri yönlendiren düşünce sistemlerinin dışında tamamen Türklüğe has milli bir karakter taşımasıdır.

Atatürkçü Düşünce; Türk toplumunu her alanda güçlendirmeyi hedef almasına rağmen Evren-Dünya-İnsan ve Toplum hakkında ortaya koyduğu fikirleri ve özellikle “Millet Egemenliği”, ”Milli Hakimiyet” ve “Tam Bağımsızlık” gibi kavramları ile artık Türklere has bir sistem olmaktan çıkmıştır. Evrensel boyutlara ulaşarak dünya milletlerinin ortak malı olmuştur.

Cumhuriyet yönetimleri Atatürkçülük yolunda mutlaka gerçekleştirilmesi gereken faaliyetleri yürütecek olan kurum ve kuruluşları Anayasa ve yasalarla kurarak Atatürkçülüğü hukuk koruması altına almıştır.
Anayasamızın 134 üncü maddesine göre 11.8.1983 gün ve 2876 Sayılı Kanun ile faaliyete geçen Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesindeki Atatürk Araştırma Merkezi’nin yasal görevleri incelendiğinde, Atatürkçülük faaliyetinin yurt çapında bütün kurum ve kuruluşlarımızın birbiriyle koordineli olarak nasıl yürütülebileceği hususunun detaylı olarak belirtildiği görülecektir.

Sonuç olarak;

10 Kasım 2017’de ülkemiz küresel güçlerin çok amaçlı ve çok yönlü baskı ve saldırıları ile karşı karşıya bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz hassas coğrafyada ayakta kalarak genç Türkiye cumhuriyetini sonsuza dek korumak, kollamak ve yaşatmakla yükümlü olan Türk milletinin yükü oldukça ağırdır.

İşte bu yüzden; ülkesini ve milletini seven her Türk mutlaka Atatürkçü olmalıdır. Her Türk, Atatürk’ü ve Atatürkçü Düşünce’yi anlamak, yaşamak ve yaşatmak için çaba harcamalıdır.

Çünkü milletimiz, Atatürk’ü tanıdıkça doğrudan kendini tanıyacaktır. Geleceğine ait güveni artacaktır. Yarınlara daha iyimser gözle bakacaktır.

Ölümünün 79 ncı yılında Türk milleti’ne ölümsüz eseri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni armağan eden Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün aziz hatırasını saygı ile anıyorum.

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi içinde verdiği talimatı kavramış, eserlerini sonsuza kadar yaşatacak iyi yetişmiş Atatürkçü nesillerimizin sayılarının ve bilinç düzeylerinin her geçen gün arttığını görüyor ve bununla gurur duyuyorum.

https://kumkale.wordpress.com/2017/11/09/ataturkcu-dusunce-sistemi-79-yasinda/

***

ABD’NİN ILIMLI İSLAMCI-ARAP CEPHESİ

ABD’NİN ILIMLI İSLAMCI-ARAP CEPHESİ



Mehmet Ali Güller
ABC Gazetesi
9 Kasım 2017


ABD’nin son 10 yıldaki bölgemize dair en temel stratejisi, İran’ı çevreleme ve baskılama stratejisidir.

ABD başkanlarının seçildikten sonraki ilk yurtdışı gezilerini İsrail hariç bölgemizde nereye yaptıkları, bu temel stratejide hangi kuvvetlere dayanacağını işaret eden bir göstergedir.

OBAMA’NIN ILIMLI İSLAMCI CEPHESİ

Örneğin Barack Obama’nın seçildikten sonraki öncelikli ziyaretler ajandasında Türkiye ve Mısır vardı. Çünkü Amerikan devlet aygıtı, Türkiye ve Mısır’a dayanarak Ortadoğu’da İran’ı çevrelemeyi hedef alıyordu. Washington, İran’a karşı Ilımlı İslamcı-Arap cephesi kurmayı hedefliyordu. Cephenin ılımlı İslamcı ayağına AKP’li Türkiye, Arap ayağına da Mısır liderlik edecekti.

Bu proje tutmadı: Arap Halk Hareketleri, Suriye’nin kararlı direnişi, Rusya ve İran’ın ABD planlarına barikat kurması başta olmak üzere çeşitli nedenlerle ABD, planlarını hayata geçiremedi. Hatta ABD arada cepheyi revize etti ve Türkiye-Mısır ikilisi yerine, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar üçlüsüne dayanmaya çalıştı.

TRUMP’IN ILIMLI İSLAMCI-ARAP CEPHESİ

ABD Başkanı Donald Trump’ın öncelikli ziyaret ajandasında ise Suudi Arabistan var. Gerçi ABD’nin İran’a karşı “Ilımlı İslamcı-Arap” cephesi hedefi stratejikti ama aktörler değişiyordu.

AKP Hükümeti Suriye’deki Rusya faktörüyle sahada yüz yüze gelince, ayrıca içeride iktidarını koruyabilme ihtiyacıyla da örtüşünce, cephesini yavaş yavaş değiştirmeye başladı. Moskova, Astana süreci üzerinden bu değişimi hızlandırdı.

ABD’nin “Ilımlı İslamcı-Arap” cephesine mecburen Suudi Arabistan liderlik edecekti. Kuşkusuz Riyad’ın buna askeri kapasitesi yoktu. Bir İslam Ordusu kurma türünden girişimler işte o ihtiyacın gereğiydi.

ILIMLI İSLAMCILIK İLANI VE SARAYDA TASFİYE DARBESİ

Geride iki sorun kalıyordu:

Birincisi, Suudi Arabistan’ın Vahabilik anlayışının böylesi bir cepheye liderlik edemeyecek olmasıydı. Geniş bir sünni bloku vahabiliğin altında birleştirebilmek mümkün değildi. Bunun çaresi de Riyad’ın vahabilik yerine ılımlı İslamcılık ilan etmesiydi.

Önce Suudilerin Dünya İslam Birliği Örgütü olan Rabıta’ya ABD’de İslam kongresi düzenlettiler. Sonra Rabıta lideri Şeyh Muhammed bin Abdülkerim el-İsa ile Papa Franciscus’un buluşmasını organize ettiler. Kâbe İmamı Abdurrahman Es-Sudeys’in ağzından bölgeye “ABD ve Suudi Arabistan birlikte dünyayı huzur içinde yönetiyor” mesajı verdiler.

Ardından Suudi iç kamuoyuna yönelik kadınlara ehliyet gibi yumuşama hamleleri yaptılar ve en sonunda da Riyad’da ipleri elinde tutan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ağzından “Ilımlı İslam’a geçtiklerini” ilan ettiler.

İkinci sorun ise Riyad sarayındaki prens çokluğu, çok aktör bulunması, sermayenin bölünmüş olması ve farklı siyasi eğilimlerdi. 2015 yılındaki kral değişiminden bu yana Riyad’da üç iktidar odağı vardı…

İşte 11 prens ve 38 bakana yönelik yolsuzluk temalı saray darbesi de bu ihtiyacın gereğiydi. Eski veliahdın oğlunun helikopter “kazası” ile ölmesi, önceki kralın oğlunun tutuklama sırasında çıkan çatışmada öldürülmesi gibi olaylar ise bu iç çarpışmanın sertliğini gösteriyor. Bu sertlik aynı zamanda önümüzdeki günlerde bir direnişin ortaya çıkmasının, hatta darbeye karşı darbe ihtimalinin varlığına da işaret ediyor!

Öte yandan gözaltına alınan prenslerin mal varlıklarının dondurulması da sermaye transferine başlandığına işaret ediyor. Bu noktada ABD Başkanı Trump’ın operasyonlarla ilgili veliaht prense açık destek verdiğini ve Suudi Arabistan’dan dev petrol şirketi Aramco’yu ABD borsasına dahil etmesini istediğini not edelim.

Zira ABD açısından petrol ve doğal gazın dolara dayalı ticaretinin sürmesi hayati önemde!

MISIR İRAN KARŞITI CEPHEYE GİRER Mİ?

Öte yandan İran’ı çevreleyecek ve baskılayacak bir cephe için Riyad’ın askeri kapasite yeterli değil. Riyad’a cephede destek verecek ülke, ABD açısından yine Mısır olacak. Mısır’ın askeri kapasitesi buna nispeten uygun.

Nitekim Arap Halk Hareketi’nin ikinci aşamasında devrimi çalan Sisi, İhvan karşıtlığı temelinde Suudi Arabistan’la ve iktidarını sürdürebilme ihtiyacı üzerinden de ABD ve İsrail’le yakınlaştı.

Fakat Mısır’daki iç dinamikler buna razı olacak mı? Tamam, Mısır Suudi Arabistan’ın İslam Ordusu’na katılmıştı, Riyad’ın Yemen’e savaş açan koalisyonuna girmişti, hatta Katar’a ambargo uygulayan Körfez koalisyonuna da destek vermişti ama Mısır, Suudi Arabistan’ın Suriye politikasına karşıydı ve İran’la ilişkileri germek istemiyordu.

Bu, ABD’nin planları açısından bir büyük sorun olarak varlığını koruyor.

İLK CEPHE: LÜBNAN

ABD’nin Suudi Arabistan liderliğindeki Ilımlı İslamcı-Arap cephesinin ilk sahası, görünen o ki, Lübnan olacak.

Lübnan Başbakanı Hariri’nin prenslere operasyon sırasında Riyad’da bulunması ve İran’ı suçlayarak başbakanlıktan istifa etmesi önemli mesajlar içeriyor.

Diğer yandan ABD ve İsrail’in, Suriye’de Rusya ve İran destekli Şam kuvvetlerinin egemenlik alanlarını genişletmesine engel olabilmek için sorunu yaymayı esas alan bir çizgiye gireceği anlaşılıyor. Barışı inşa edemeyen ve yeni düzeni kuramayan ABD, Rusya’nın da kuramaması için savaş alanını genişletmeye çalışıyor. Yani Suriye’deki çatışmayı, Lübnan ile genişletmek istiyor.

Bunun ABD ve İsrail adına ne kadar yararlı bir sonuç olacağı ise şüpheli. Zira sahada inisiyatif ve avantaj Rusya-İran-Suriye cephesinde!

Türkiye’nin Suriye’yle anlaşması ve Mısır’la normalleşme yoluna girmesi ise bölge için kritik önemde.


***