26 Eylül 2019 Perşembe

SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI ANALİZ, BÖLÜM 2

SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI ANALİZ,  BÖLÜM 2



YPG’NİN DOĞAL KAYNAKLAR ÜZERİNDEKİ HAKİMİYETİ

İlk olarak Deyrizor bölgesinin doğusundaki elÖmer, Cafra, Vard, Afra, Carnuf, Tanak, Kevabi, Azrak, Kahar, Şueytat, Galban ile birlikte 10’dan fazla petrol sahası YPG’nin kontrolü altındadır


(Harita 1).  Bu sahalara ek olarak Rakka ve Haseke bölgelerinde bulunan petrol yataklarının tamamı YPG unsurlarınca kontrol edilmektedir. El-Ömer ülkenin sahip olduğu en büyük petrol sahasıdır. Deyrizor bölgesi ise petrol yataklarınca zengin, ülkenin önemli doğal kaynaklarının bulunduğu bölgelerden birisidir.28 Sadece Deyrizor’un doğusundaki petrol yatakları ülkenin sahip olduğu tüm enerji kaynaklarının yüzde 30’undan fazla bir kısmına tekabül etmektedir. Nihayetinde YPG terör örgütü ülkenin tüm enerji kaynaklarının dörtte üçüne yakın bir kısmını kontrol etmektedir.29 
Bu petrol sahalarında çıkartılan ham petrol asıl olarak ihraç edilirken bir kısmıyla da gazyağı, benzen, benzin ve akaryakıt gibi ürünler elde edilmektedir. YPG’nin mevcut ihracat potansiyeli günde yaklaşık 300 bin varildir.30 Bu anlamda Brent petrolün ortalama fiyatını göz önüne alınırsa31 ve YPG’nin tüm potansiyelini kullanabileceği ve cari fiyatlarla işlem yapabileceği varsayılırsa yaklaşık ihracat geliri 8 milyar dolar kadar bir değere ulaşabilir.32 SDG’nin siyasi yapılanması Suriye Demokratik Konseyi verileriyle de yukarıda verilen toplam ham petrol üretim potansiyeli tutarlıdır. Ayrıca konseyin yayımladığı verilere göre potansiyelin şu anda yaklaşık üçte biri (günlük yaklaşık 125 bin varil) kullanılabilmektedir.

Bu durumda yerel ihtiyacın haricinde günlük 100 bin varilin ortalama 30 dolardan ihraç edildiği göz önünde bulundurulursa YPG’nin yaklaşık 1,1 milyar dolarlık bir petrol gelirine sahip olduğu söylenebilir.33 Ayrıca YPG kritik doğal gaz sahalarına da sahiptir.


HARİTA 1. SURİYE’DEKİ PETROL VE GAZ ÇIKARIM SAHASI İLE RAFİNERİLERİN KONUMU. 34


    Bu bağlamda Suriye’nin en büyük doğal gaz tesisi (günlük yaklaşık 1,4 milyar metreküp üretim)34 olan Konoko, YPG’nin kontrolü altındadır.35 
Ek olarak Deyrizor bölgesinin doğusunda bulunan diğer doğal gaz kaynakları ve Cipse’de bulunan doğal gaz çevrim santrali de YPG tarafından kontrol edilmektedir.36  Rejimin şu anki doğal gaz üretimi olan 3,1 milyar m3 düşünüldüğünde Konoko’nun önemi daha da belirgin hale gelmektedir. Konoko tesisine ek olarak YPG diğer birçok doğal gaz sahasını da işletmektedir.
Bugün YPG, Esed rejiminden (yaklaşık 3 milyar m3 civarında)37 daha fazla doğal gaz çıkarım potansiyeline (4,5-5 milyar m3 tahmini kapasite)38 haizdir. Tıpkı petrol gibi doğal gazında neredeyse tamamı ihraç edilmektedir. Her ne kadar gelirleri –miktarı dolayısıyla ham petrol kadar yüksek olmasa da doğal gaz da kayda değer kazançlar ortaya koymaktadır. Ortalama Henry Hub39 fiyatları40 baz alınarak ve potansiyelinin tam olarak kullanılmasına dayanarak hesaplamalar yapıldığında YPG’nin doğal gaz ihracatından potansiyel geliri 490 milyon dolar civarındadır.41




   Devlet dışı aktörler bağlamında oldukça büyük rakamlar söz konusudur. Petrol ve doğal gaz kaynaklarının yanı sıra YPG, Suriye’nin hidroelektrik 
kapasitesinin neredeyse tümünü kontrol etmektedir. Daha yakından bakmak gerekirse ülkenin kurulu hidroelektrik kapasitesi olan 1,5 milyon kW 42 
ve savaş başlamadan sahip olunan yıllık yaklaşık 3 milyar kWsa 43 Elektrik üretimi YPG’nin kontrolü altına girmiştir.


HARİTA 2. SURİYE’DEKİ TARIM ALANLARI ÜZERİNDEKİ HAKİMİYET.45



    Su kaynaklarına bakıldığında da Suriye’nin yıllık ortalama yağış miktarının 252 mm olduğu 44 görülür.45 
Yıllık yenilenebilir su miktarı ise yaklaşık 16 milyar m3 olarak tahmin edilmektedir.46 Suriye’deki su kaynakları başta Fırat, Dicle, Asi, Afrin, Nehir-Kabir el-Cenubi ve Yermuk nehirleri olmak üzere toplamda 16 adet nehir ve bu nehirlere ait kollardan oluşmaktadır.47 

    Bu kaynaklar arasında Fırat Nehri ülkenin toplam kullanılabilir su kaynaklarının yüzde 97’sini (15 milyar m3) oluşturduğu için en büyük ve en önemli su kaynağı  olarak öne çıkmaktadır.
    Bu nedenle Fırat Nehri’nin durumu Suriye su politikalarında en kritik konudur. Bu bağlamda YPG nehir üzerinde kurulan en büyük baraj olan Tabka
Barajı’nı kontrolü altında tuttuğu için su potansiyelinden de en yüksek payı elinde bulundurmaktadır.
Fırat Nehri üzerindeki Tabka Barajı toplam 14 milyar m3 su depolama kapasitesine sahip ülkedeki en büyük barajdır. Bu barajın depolama kapasitesi olmadan Fırat Nehri’nin Suriye’ye sağladığı su arzının yüzde 93’ü kaybedilmiş olurdu. Ayrıca ülkenin 19,7 milyar m3’lük toplam su depolama kapasitesi dikkate
alındığında Tabka Barajı’nın Suriye’nin toplam su depolama kapasitesinin yüzde 70’ini oluşturduğu söylenebilir. Bu su potansiyeline ek olarak YPG, Dicle Nehri’nden (1,2 milyar m3)48 elde edilen tüm suları da kontrol altında tutmaktadır. Toplamda YPG’nin su potansiyeli 15,2 milyar m3’e, diğer bir
deyişle Suriye’nin toplam yenilenebilir su kaynaklarının yüzde 97’sine ulaşmaktadır.

Son olarak tarımsal verilere bakıldığında Suriye’nin toplam tarım arazileri 18 milyon hektar, ekilebilir tarım arazileri 6 milyon hektar ve sulanabilir
tarım arazileri ise yalnızca 1,5 milyon hektardır.49

Sulanabilir alanlar kentlere göre analiz edildiğinde Haseke, Halep, Rakka ve Hama ön plana çıkarken bu şehirleri Deyrizor, Şam, Humus ve İdlib izlemektedir.
Bunların arasında YPG kontrolü altında olan Haseke yaklaşık 480 bin hektar (toplam sulanabilir arazilerin yaklaşık üçte biri) ile en geniş sulanabilir
araziye sahiptir. Aynı şekilde YPG’nin kontrol ettiği Rakka ülkenin en büyük üçüncü sulanabilir arazilerine (200 bin hektar) sahiptir. Son olarak Deyrizor
bölgesinde bulunan (100 bin hektar) sulanabilir araziler de YPG’nin elindedir.50

Kısacası ülkedeki toplam sulanabilir tarım alanlarının yarısı YPG’nin kontrolü altındadır.
Suriye iç savaşının başlamasından önce toplam su kaynaklarının yaklaşık yüzde 90’ı tarım amaçlı kullanılmaktaydı.51 
Bu dönemde Suriye tarıma dayalı 2 milyar dolar52 ihracat geliri elde etmekteydi ki bu miktar ülkenin toplam ihracatının (12-13 milyar dolar) yüzde 17’sini 53 
oluşturuyordu. Başka bir deyişle tarım yalnızca iç tüketim unsuru olarak değil aynı zamanda ihracat kalemi olarak da çok önemli bir yere sahipti.

YPG’nin avantajlı jeopolitik konumu ülkede barışı ve istikrarı koruma çabalarını olumsuz etkilemektedir.

Dahası yalnızca ekonomiye zarar vermekle kalmayıp aynı zamanda yeniden yapılanmanın maliyetini de arttırmaktadır. BM, Suriye’nin yeniden yapılanma maliyetini iç savaş öncesi dönemde ülkenin sahip olduğu GSYH’den yedi kat daha fazla olan 388 milyar dolar olarak ilan etmiştir.
Ezcümle YPG Suriye’nin doğal kaynakları üzerinde rakipsiz bir hakimiyet kurmuştur. Suriye’deki toplam sulanabilir tarım alanlarının yüzde 50’si bu
terör örgütünün inisiyatifi altında bulunmaktadır.

Tarımdan elde edilen gelirler de (2 milyar dolar) aynı şekilde YPG inisiyatifine bırakılmış durumdadır.
Aynı şekilde ülkenin toplam su potansiyelinin yüzde 95’i YPG tarafından kontrol edilmektedir.
Ülkenin su stresi göz önüne alındığında YPG diğer bölgesel aktörlerle ciddi bir pazarlık aracına sahiptir.
Son ve en önemlisi YPG ülkenin enerji kaynaklarının neredeyse yüzde 70’ini ve bu enerji kaynaklarından kazanılabilecek toplamda 8,5 milyar dolarlık potansiyel geliri kontrol etmektedir. 

Tüm bu bilgiler ışığında görülüyor ki YPG çok önemli ve jeopolitik olarak avantajlı bölgeleri kontrol etmektedir.54


TABLO 3. SURİYE’NİN DOĞAL KAYNAKLARI ÜZERİNDE YPG’NİN HAKİMİYET ORANI. 55


Suriye’nin Doğal Kaynakları
Suriye Doğal Kaynakları
Üzerindeki YPG’nin
Hakimiyet Oranı (yüzde)
Sulanabilir Tarım Alanları 50*
Tüm Enerji Kaynakları 70**
Toplam Su Potansiyeli 97***

* Haseke’de 480 bin ha + Rakka’da 200 bin ha + Deyrizor’da 100 bin ha
** 350 bin varil petrol + 4,5 milyar m3 doğal gaz + 3 milyar kWsa Hidroelektrik
*** Dicle Nehri’nden 1 milyar m3 + Fırat Nehri’nden 14 milyar m3


Esed rejimi bu denli jeopolitik öneme sahip enerji ve su kaynaklarını YPG’ye kaptırmasının olumsuz etkilerini günümüzde ekseriyetle hissetmektedir.
Her ne kadar önemli termik santralleri ve rafinerileri muhafaza etmeyi başarmışsa da bu santrallerde kullanılacak veya rafinerilerde işlenecek
doğal kaynak sahalarının kontrolünü yitirmiştir.
Kaybettiği bu enerji kaynaklarını ve düşen elektrik üretimini çoğunlukla gayrı-resmi yollardan ithalat vasıtasıyla ikame etme yoluna gitmiştir.
Özellikle günlük 25 bin varile kadar düşen mevcut petrol üretimi ağırlıkla YPG unsurları ve İran’dan karşılanmış ancak ABD yaptırımlarıyla rejimin
halihazırda arz güvenliği tehdit altındadır.

KİRLİ PETROL AĞLARI: YPG VE ESED REJİMİ

YPG işgal ettiği bölgelerde küçük ölçekli, el yapımı rafineriler kurma yoluna gitmiştir. Bu rafineriler vasıtasıyla çıkarılan petrolün bir kısmı uçak yakıtı olarak bilinen kerosen ve uçak benzini içerisinde ve plastik sanayiinde kullanılan benzen elde edimi için kullanılırken aynı zamanda da ulaşım araçları için benzin ve akaryakıt olarak değerlendirilmektedir.55 
Bunlarla beraber elektrik enerjisi üretiminde de girdi olarak kullanılmaktadır.56 
Fakat çıkartılan petrol en nihayetinde bir ihraç kalemi olarak değerlendirilmekte dir. Bu bağlamda rejim ve YPG arasında kurulan ortaklık (Fişhabur üzerinden Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nden [IKBY] yapılan petrol sevkiyatlarının yanı sıra) YPG’nin yaptığı enerji ihracatının önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Rejim ile YPG arasında Haseke petrolleri üzerine birkaç yıl önce yapılan ortaklık anlaşması da bu ticaretin bir kısmını göstermektedir.57 
Ancak ABD’nin YPG’ye rejimle iş birliği hususunda koyduğu şerh ikili ortaklığı sekteye uğratmıştır.58
Esed rejiminin petrol ihtiyacını karşılamak üzere terör örgütleriyle kurduğu ticari ilişkide YPG ilk değildir. 2014-2015 döneminde ülkenin doğusundaki birçok petrol sahasını YPG’den önce DEAŞ ele geçirdiğinde Esed rejimi DEAŞ’tan da petrol satın almıştır.59 
Petrol sahalarını DEAŞ’ın ele geçirdiği bu dönemde rejimin günlük petrol üretimi yaklaşık 30 bin varile kadar düşmüştür. Dolayısıyla bu üretim ile rejim ihtiyacını karşılayamamış ve DEAŞ ile petrol ticaretine girmiştir.

Esed rejiminin önce DEAŞ ve sonra YPG ile petrol ticareti gerçekleştirmesini ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) yaptırım listesinde bulunan Katerji Group şirketi sağlamaktadır.
Esed rejimine yakınlığıyla bilinen bu şirket bölgedeki yerel petrol ticaretinde etkin bir rol oynamakta ve YPG ile rejim arasındaki petrol ticaretini halen sürdürmektedir. ABD’nin YPG’ye rejimle ticaretinde koyduğu şerhe rağmen Katerji Group şirketi YPG ile rejim arasındaki petrol ticaretine ara vermeden devam etmektedir. Bu ticaret günlük yaklaşık 60 bin varil petrole varmakta dır.60 Mevcut Brent petrol fiyatlarını göz önüne aldığımızda, YPG yalnızca rejimle gerçekleştirdiği petrol ticareti vasıtasıyla günlük 3,6 milyon dolar, yıllık ise 1,3
milyar dolarlık bir gelir elde etme potansiyeline sahiptir.61 Fakat YPG petrolünün mevcut Brent petrol fiyatının yarısından işlem gördüğü düşünülürse yaklaşık 650 milyon dolarlık maddi getiri söz konusudur ki bu rakamlar terör örgütünün kendini finanse etmesi için çok ciddi miktarlardır. 
Söz konusu rakamlar YPG’nin yalnızca rejimle yaptığı ticaretten elde ettiği gelirleri gösteriyor. Buna ilave olarak IKBY, İran ve diğer muhtelif alıcılar da düşünüldüğünde YPG/PKK’nın petrol ticaretinden elde edebileceği potansiyel gelirin söz konusu rakamın çok daha üstünde olduğu görülüyor.

İRAN-ESED-YPG-IRAK-İSRAİL EKSENİNDE PETROL TİCARETİ

2014’ten 2017’ye kadarki sürece bakıldığında İran’ın Esed rejimine ciddi yardımlarda bulunduğu ve önemli miktarda petrol sevkiyatı gerçekleştirdiği görülmektedir. Nitekim referans alınan dönemde İran’dan rejime günlük yaklaşık 70 bin varil petrol transferi gerçekleşmiştir.62 

Bu transfer rejimin belirtilen dönemde günlük tüketiminin yaklaşık dörtte üçünü oluşturmuştur. 2016-2018 arasında İran’dan Esed rejimine gerçekleştirilen 
petrol ihracatının ortalama 50 bin varil düzeyinde seyrettiği görülmektedir. 2018’e bakıldığında İran’dan yapılan bu sevkiyat Mayıs ve Ekim’de günlük
100 bin varili geçerken Ağustos ve Eylül’de ortalama 47 bin varil civarında gerçekleşmiştir. Rejim hem günlük ekonomisi hem de zırhlı araç ve hava araçları da dahil olmak üzere yakıt olarak savaş ekonomisinde bu ham petrollerden yararlanmıştır.63 Ancak bu sevkiyatlar ABD’nin yaptırımları sonrası özellikle Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı kapatması ve sevkiyatların geçişini durdurması sonrası ciddi miktarda düşmüştür.64 
Bu hamleye karşı olarak İran, Esed rejimine Cebelitarık üzerinden sevkiyat yapmayı denemiş ancak AB’nin Suriye yaptırımları nedeniyle İngiltere bu sevkiyatı  gerçekleştiren bir gemiye el koymuştur. İddiaya göre gemi Esed rejimi kontrolünde bulunan Banyas Rafinerisi’ne ham petrol taşımaktadır.65 

Nihayetinde İran’ın yaptırımlara rağmen rejime petrol ihracatını sürdürme çabası başarısız olmuştur. İran’dan senelik 2-3 milyon varil petrol ithalatına dayalı Suriye enerji sektörü ciddi darbeler almıştır. Aralık 2018’den Mart 2019’a kadar tek bir varil petrol sevkiyatı gerçekleşmemiştir.66 

Bloomberg tanker takip sistemine göre 2019’un Mart ve Nisan’ında ise yalnızca ortalama 50 bin varillik iki sevkiyat gerçekleşmiştir.67

Bunların yanı sıra YPG’nin Fişhabur Sınır Kapısı üzerinden IKBY’ye petrol sevkiyatı yaptığı hatta Kerkük’ten yüklenen petrol tankerleriyle de petrolü İran’a sattığı bilinmektedir. 
YPG/PKK’nın İran ile gerçekleştirdiği petrol ticareti ABD Başkanı Donald Trump tarafından da açıkça Twitter üzerinden dile getirilmiştir. 68  

IKBY bu ticarete ek olarak Pervizhan Sınır Kapısı üzerinden İran ile petrol ticareti yapmış ancak ABD yaptırımları sonrası bu ortaklık da son bulmuştur.69 Dahası Irak ve Esed rejimi arasında Irak’ın el-Kaim bölgesi olarak bilinen Ebu-Kemal Sınır Kapısı üzerinden petrol alışverişi gerçekleştiği bilinmektedir.

Katerji Group YPG ile Esed rejimi arasındaki petrol ticaretini gerçekleştirdiği gibi,İsrail asıllı iş adımı Moti Kahana’nın da YPG petrollerinin İsrail’e satışını kolaylaştırdığı iddia edilmektedir.
Kahana, YPG ile diyaloğunun İran’a petrol satışını engelleme amaçlı kurulduğunu ifade etmektedir.70 
Nitekim Kahana bu ifadeyle YPG ile olan ortaklığını bir nevi doğrulamıştır. YPG’nin Kahana aracılığıyla İsrail’e petrol satma isteği sızdırılan Suriye Demokratik Konseyi belgesinde açıkça ortaya konulmaktadır. Bahse konu belgede Moti Kahana’nın genel müdürlüğünü yaptığı Küresel Kalkınma Şirketi’ne (Global Development Corporation) petrol satışıyla ilgili tüm konularda SDG’yi temsil yetkisi verildiği görülmektedir.

Aynı belgede petrol satışının yanı sıra YPG kontrolündeki bölgelerde petrol arama ve bulma hakkı da verilmiştir.71 Kısacası bu belge YPG’nin Kahana aracılığıyla petrol satışını doğrulamaktadır. Ayrıca Kahana geçtiğimiz hafta sızdırılan belgede imzası olan Suriye Demokratik Konseyi Eş Başkanı İlham Ahmed ile de bir görüşme gerçekleştirmiştir.

Bu görüşme ikili arasındaki ilişkiyi doğrulamaktadır.

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI ANALİZ, BÖLÜM 1

SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI ANALİZ,  BÖLÜM 1





Analiz: 
MEHMET ÇAĞATAY GÜLER, 
CAN ACUN



Bu analiz Suriye’nin stratejik bağlamda doğal kaynakları, SDG/YPG’nin bu kaynaklar üzerindeki hakimiyeti, YPG-rejim arasındaki petrol ticareti, rejim ile 
İran’ın enerji ortaklığı ve ABD yaptırımlarının etkilerini ele almaktadır.

Suriye sahasında aktörlerin güç mücadelesinin en belirleyici unsurlarından birisi doğal kaynakların kontrolü olmuştur. 
Her ne kadar Esed rejimi Rusya ve İran’ın desteğiyle muhalifleri askeri olarak yenilgiye uğratarak İdlib ve mücavirine sıkıştırmış olsa da ülkenin doğal kaynaklarının yaklaşık dörtte üçü ABD desteğinde PKK’nın Suriye yapılanması olan SDG/YPG’nin kontrolüne geçmiştir.

SDG/YPG hâlihazırda Suriye’nin yüzde 30’unu oluşturan yaklaşık 50 bin km2’lik bir alanı kontrol etmektedir. Suriye’nin sulanabilir alanlarının yüzde 50’si, enerji 
kaynaklarının yüzde 70’i ve su potansiyelinin yüzde 95’i YPG terör örgütünün kontrolü altındaki bölgelerde bulunmaktadır. 
Suriye vatandaşları temel ihtiyaçları olan tatlı su, gıda, enerji ve diğer ilgili ürünlere yeterli erişim sağlayamamaktadır. Esed rejimi ise ülkedeki doğal kaynakları kontrol edemediğinden enerji, su ve gıda arz güvenliğini tahkim edememekte ve dış desteğe ihtiyaç duymaktadır. ABD’nin İran’a ve rejime uyguladığı yaptırımlar enerji arz güvenliğini daha fazla tehdit etmektedir.

Esed rejimi girdiği enerji arz sıkıntısından dolayı ülke bütünlüğünün önündeki en büyük tehdit olan YPG ile angajmanlar kurarak petrol temin etmeye çalışmakta dır. Ayrıca YPG güçleri yalnızca rejimle değil birçok farklı bölgesel ve küresel güçle de benzer ticari ağlar kurmaktadır.

Bu analiz YPG’nin kontrol ettiği enerji ve su kaynaklarının jeopolitik önemini ortaya koymakta ve bu kaynaklar vasıtasıyla gerçekleştirilen ticari faaliyetleri ele almaktadır. Bu bağlamda ilk olarak Suriye’nin enerji kaynakları kapsamlı şekilde değerlendirilmektedir. Sonrasında YPG’nin rejimle kurduğu kirli petrol ticaret ağları ve İran-Irak-İsrail ekseninde gerçekleştirilen enerji ticaretleri incelenmektedir. Son olarak da ABD’nin Esed rejimine uyguladığı yaptırımlara yer verilerek analiz sonuçlandırılmaktadır.


https://www.setav.org/analiz-suriyede-dogal-kaynaklar-savasi/

***

İÇİNDEKİLER

ÖZET 7

GİRİŞ 8

SURİYE’NİN ENERJİ KAYNAKLARI 9

YPG’NİN DOĞAL KAYNAKLAR ÜZERİNDEKİ HAKİMİYETİ 12

KİRLİ PETROL AĞLARI: YPG VE ESED REJİMİ 17

İRAN-ESED-YPG-IRAK-İSRAİL EKSENİNDE PETROL TİCARETİ 18

ABD’NİN ESED REJİMİNE UYGULADIĞI YAPTIRIMLAR 19

SONUÇ


YAZARLAR HAKKINDA

Mehmet Çağatay GÜLER,

Mehmet Çağatay Güler Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. 
ODTÜ’de Avrasya Çalışmaları’nda yüksek lisans yapmaktadır.

Can ACUN,

SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır.
Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Ilişkiler Bölümü mezunudur. 
YeditepeÜniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ilişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yapmıştır.
Kanada’da Kültürlerarası Diyalog Eğitimi almıştır. 
Mısır’da Kahire-Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde ve SETA Kahire’de Mısır üzerine çalışmalar yürütmüştür.
Halen SETA Ankara’da Ortadoğu üzerine araştırmalar yapmaktadır. İlgi alanları içerisinde çatışma bölgeleri ve devlet dışı silahlı örgütler bulunmaktadır.


ÖZET

Bu analiz Suriye’nin stratejik bağlamda doğal kaynakları, SDG/YPG’nin bu kaynaklar üzerindeki hakimiyeti, YPG-rejim arasındaki petrol ticareti, rejim ile İran’ın enerji ortaklığı ve ABD yaptırımlarının etkilerini ele almaktadır.


Suriye sahasında aktörlerin güç mücadelesinin en belirleyici unsurlarından birisi doğal kaynakların kontrolü olmuştur. 
Her ne kadar Esed rejimi Rusya ve İran’ın desteğiyle muhalifleri askeri olarak yenilgiye uğratarak İdlib ve mücavirine sıkıştırmış olsa da ülkenin doğal kaynaklarının yaklaşık dörtte üçü ABD desteğinde PKK’nın Suriye yapılanması olan SDG/YPG’nin kontrolüne geçmiştir.
SDG/YPG halihazırda Suriye’nin yüzde 30’unu oluşturan yaklaşık 50 bin km2’lik bir alanı kontrol etmektedir. 
Suriye’nin sulanabilir alanlarının yüzde 50’si, enerji kaynaklarının yüzde 70’i ve su potansiyelinin yüzde 95’i YPG terör örgütünün kontrolü altındaki bölgelerde bulunmaktadır. Suriye vatandaşları temel ihtiyaçları olan tatlı su, gıda, enerji ve diğer ilgili ürünlere yeterli erişim sağlayamamaktadır. 
Esed rejimi ise ülkedeki doğal kaynakları kontrol edemediğinden enerji, su ve gıda arz güvenliğini tahkim edememekte ve dış desteğe ihtiyaç duymaktadır. 

ABD’nin İran’a ve rejime uyguladığı yaptırımlar enerji arz güvenliğini daha fazla tehdit etmektedir.
Esed rejimi girdiği enerji arz sıkıntısından dolayı ülke bütünlüğünün önündeki en büyük tehdit olan YPG ile angajmanlar kurarak petrol temin etmeye çalışmakta dır. Ayrıca YPG güçleri yalnızca rejimle değil birçok farklı bölgesel ve küresel güçle de benzer ticari ağlar kurmaktadır.
Bu analiz YPG’nin kontrol ettiği enerji ve su kaynaklarının jeopolitik önemini ortaya koymakta ve bu kaynaklar vasıtasıyla gerçekleştirilen ticari faaliyetleri ele almaktadır.
Bu bağlamda ilk olarak Suriye’nin enerji kaynakları kapsamlı şekilde değerlendirilmektedir.
Sonrasında YPG’nin rejimle kurduğu kirli petrol ticaret ağları ve İran-Irak-İsrail ekseninde gerçekleştirilen enerji ticaretleri incelenmektedir. 
Son olarak da ABD’nin Esed rejimine uyguladığı yaptırımlara yer verilerek analiz sonuçlandırılmaktadır.

GİRİŞ

Arap halk ayaklanmalarının oluşturduğu konjonktür ve toplumsal dalga 2011’in başlarında Suriye’yi de etkisi altına alırken yerel dinamiklerin yanı sıra bölgesel/küresel güç mücadeleleri nedeniyle süreç iç savaşa dönüşerek ülkenin ağır bir yıkım yaşamasını da beraberinde getirdi. 
Suriye halkının özgürlük mücadelesi olarak başlayan süreç dış müdahalelerin etkisi altında bir tür vekaletler savaşına evrildi. DEAŞ terör yapılanmasının
yükselişi ve çöküşüne de tanıklık eden Suriye sahasında aktörlerin güç mücadelesinin en belirleyici unsurlarından birisi ise doğal kaynakların
kontrolü oldu. Her ne kadar Esed rejimi – Rusya ve İran’ın desteğiyle – muhalifleri askeri olarak yenilgiye uğratarak İdlib ve mücavirine sıkıştırmış
olsa da ülkenin doğal kaynaklarının önemli bir kısmının ABD destekli PYD/YPG’nin kontrolüne geçmesine engel olamadı.

2014’ten itibaren ABD, DEAŞ ile mücadele görüntüsü altında PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD/YPG ile askeri angajman kurarak Suriye’nin kuzey ve doğu bölgelerinde kontrol alanını genişletirken nihayetinde söz konusu yapılanmaya bir kısım Arap unsurları da dahil ederek Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) oluşturdu.

ABD ve sahada vekil unsur olarak kullandığı SDG/YPG ülkenin doğal kaynaklarını kontrol ederek başta Esed rejimi olmak üzere Rusya, Türkiye ve İran’a karşı stratejik bir üstünlük elde etme arayışına girdi. Esed rejimi ise kendi iktidarını sürdürülebilir kılmak adına Suriye’deki doğal kaynaklara tekrardan erişmesinin öneminin farkında olarak çeşitli askeri ve siyasi hamleler arayışını sürdürüyor.

Mevcut askeri kontrol alanlarına göre SDG/YPG halihazırda Suriye’nin yüzde 30’unu oluşturan yaklaşık 50 bin km2’lik bir alanı kontrol etmektedir. SDG/YPG kontrolü altındaki alanlar arasında –verimli tarım arazileri de dahil olmak üzere oldukça değerli petrol, doğal gaz ve su kaynakları yer almaktadır. İstatistiksel olarak Suriye’nin sulanabilir alanlarının yüzde 50’si, enerji kaynaklarının yüzde 70’i ve su potansiyelinin yüzde 95’i YPG terör örgütünün kontrolü altındaki bölgelerde bulunmaktadır.

Başka bir deyişle Suriye’nin gayrisafi yurt içi hasılasını (GSYH) oluşturan en önemli faktörler artık aynı sivil amaçlara hizmet etmemekte, terör unsurlarını finanse etmektedir. Suriye vatandaşları temel ihtiyaçları olan tatlı su, gıda, enerji ve diğer ilgili ürünlere yeterli erişim sağlayamamaktadır.
Esed rejimi Suriye’deki doğal kaynakları kontrol edemediğinden enerji, su ve gıda arz güvenliğini tahkim edememekte ve dış desteğe ihtiyaç duymaktadır.

Özellikle 2019 itibarıyla Esed rejimi, YPG’ye kaptırdığı bu verimli ve jeopolitik olarak kritik öneme sahip alanlardan dolayı büyük meydan okumalarla karşı karşıyadır. YPG’nin enerji kaynakları üzerinde kurduğu hakimiyet, ABD’nin uyguladığı yaptırımlar, İran ile petrol ticaretinin aldığı darbeler ve Mısır’ın ABD baskıları sonucu Süveyş Kanalı’ndan rejime petrol sevkiyatını kesmesi Esed rejimini içinden çıkılması güç bir duruma sürüklemektedir. 

Ülkede savaş araçları bir kenara ambulans ve otomobiller için bile yakıt bulmak çok zorlaşmıştır. Dolayısıyla rejimin hareket alanı kısıtlanmakta ve savaş gücü
bu bağlamda azalmaktadır. Bu analiz yukarıdaki saiklerle Suriye’nin stratejik bağlamda doğal kaynaklarını, YPG’nin bu kaynaklar üzerindeki hakimiyetini, YPG-rejim arasındaki petrol ticaretini, rejim ile İran’ın enerji ortaklığını ve ABD yaptırımlarının etkilerini ele almaktadır. Dahası Suriye’de yaklaşık dokuz yıldır devam eden iç savaşa ve bölgesel/küresel vekaletler savaşına doğal kaynaklar üzerinden bakmaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır.

SURİYE’NİN ENERJİ KAYNAKLARI


 Suriye, bölgedeki İran ve Irak gibi ülkelerle kıyaslanacak ölçekte olmasa da hidrokarbon kaynakları açısından zengin bir ülkedir. İç savaş öncesinde
kendine yeten hatta ihracat yapabilen bir ülkeyken savaşın yıkıcı etkisi ve ülkedeki devlet dışı silahlı aktörlerin bölgesel hakimiyetleri Esed rejimini dışarıdan petrol alımına sevk etmiştir.
Yine Fırat Nehri üzerindeki verimli tarım arazileri ve hidroelektrik enerji üreten barajlarıyla mevcut enerji ve gıda güvenliğini sağlayabilme kapasitesine sahipken rejim adına bu alanlarda da büyük bir kayıp yaşamıştır.




Suriye’nin 2010’da toplam enerji üretimi 27,67 milyon ton petrol eş değeri (Mtoe) olarak gerçekleşirken toplam birincil enerji arzı 21,66 Mtoe, kişi başına toplam enerji kullanımı da 1.050 ton petrol eş değerinde olmuştur.1 Suriye sahip olduğu toplam ham petrol rezerv miktarı 2,5 milyar varil ile 2010’da2dünyada 32. sırada yer almıştır.3 Toplam tüketilen enerji miktarının yüzde 99’u fosil yakıtlardan sağlanmıştır.4



PETROL REZERVLERİNE GÖRE BÖLGE ÜLKELERİ.5



2010’da toplam kurulu elektrik üretim kapasitesi 8,2 milyon kilowatt, 6  toplam elektrik enerjisi üretimi 44 milyar kilowatt saat (kWsa), tüketimi ise 36 milyar kWsa 7 olarak gerçekleşmiştir.

Kişi başına toplam elektrik enerjisi tüketimi de 1.883 kWsa’dir.8  Elektrik enerjisi üretiminin yüzde 39,4’lük kısmı petrol ve türevi kaynaklardan, 9 yüzde 54,9’luk kısmı doğal gaz kaynaklarından, 10 kalan yüzde 5,5’lik kısım ise hidroelektrik santralleri 11 vasıtasıyla karşılanmıştır.
Diğer bir deyişle 44 milyar kWsa’lik toplam elektrik üretiminin yaklaşık 41-42 milyar kWsa’lik (yüzde 94,5) kısmı fosil yakıt kaynaklarından sağlanmıştır. Elektrik üretimi göründüğü üzere fosil yakıtlardan yani fosil yakıt ile çalışan termik santraller vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.
Bu bağlamda iki tip termik santralden faydalanılmıştır: doğal gaz temelli. 12 ve petrol temelli.13

2010’da gerçekleştirilen toplam kuru doğal gaz üretim miktarı 8,8 milyar metreküp (m3) iken aynı yıl tüketilen kuru doğal gaz miktarı ise 9,5 milyar m3’tür.14 Bu demek oluyor ki elektrik üretimi için kullanılan bahse konu kuru doğal gaz miktarı toplam talebi savaş öncesi dönemde de karşılayamamaktadır. Suriye’nin sahip olduğu toplam doğal gaz rezerv miktarı ise 240 milyar m3’tür.15

Ülkede toplam kurulu hidroelektrik kapasitesi 1,5 milyon kilowatt’dır (GigaWatt).16
Bu üretimi gerçekleştiren başlıca üç baraj vardır:

Baas Barajı, Tabka Barajı ve Tişrin Barajı.

Baas Barajı’nın toplam kapasitesi 81 MegaWatt (MW), Tabka Barajı’nın 820 MW ve Tişrin Barajı’nın da 630 MW’dır.17 

Bu Hidroelektrik santraller ülkenin en büyük nehri olan Fırat Nehri üzerindedir. Geriye kalan hidroelektrik santrallerin ise üretim kapasiteleri çok küçüktür
(toplam yaklaşık 30MW). Bu santraller Barada Nehri üzerinde Vadi-Barada, Asi Nehri üzerinde Rastan ve Shaizer, Afrin Çayı üzerinde 17 Nisan,
Habur Çayı üzerinde Haseke-Batı olmak üzere beş adettir.18

Esed rejiminin (yukarıda açıklanan) devrim öncesi sahip olduğu enerji kaynakları ve üretim kapasitesinin büyük çoğunluğu 2014-2015 döneminde DEAŞ’ın eline geçmiştir. Dolayısıyla rejimin sahip olduğu tüm kaynaklar, üretim ve tüketim miktarları değişmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2015 verilerine  göre Suriye’nin toplam enerji üretimi 4,68 milyon Mtoe olarak gerçekleşmiştir. 
Bu 27,67 Mtoe’den 4,68 Mtoe’e yaklaşık yüzde 83’lük büyük bir düşüş yaşandığı anlamına gelmektedir. Toplam enerji arzı ise 9,98 Mtoe, kişi başına düşen 
tüketimi de 0,54 Mtoe olarak gerçekleşmiştir.19 Toplam kurulu elektrik üretim kapasitesi 9,1 milyon kW, üretimi yaklaşık 17 milyar kWsa, tüketimi de yaklaşık
14 milyar kWsa olmuştur.20 

Bu verilerden yola çıkarak iç savaştan sonraki dört yıllık süreçte, ülkenin enerji sektörünün büyük bir darbe aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. 
İç savaş öncesi günlük 109 bin varil petrol ihracatı yapan ülke 2015’te günlük 88 bin varil petrol ithal eden bir ülke haline gelmiştir.21

Ortaya konulan bu aradaki üretim değerlerinin farkı YPG’nin kontrolünde olan, savaştan dolayı zarar gören ve kullanımdan çıkan tesisler haricinde DEAŞ’ın o dönemde sahip olduğu üretiminin yaklaşık değerleridir. DEAŞ’ın etkin olduğu o yıllarda kontrol ettiği enerji kaynakları muvacehesinde elde ettiği geliri resmi verilerle ortaya konulamasa da 2015’te ortalama 53,6 dolardan işlem gören – Brent petrolün fiyatı baz alınırsa–22 en az 300 bin varillik satış kapasitesiyle yaklaşık 6 milyar dolar23 gelir elde edebilecek potansiyeli olduğu söylenebilir. 
Dahası yaklaşık 4,5 milyar m3’lük doğal gaz üretim kapasitesinin de DEAŞ’ın eline geçtiğini görülüyor ki buradan da yaklaşık 421 milyon dolarlık doğal gaz geliri elde edilebilir.24 Bunlara ek olarak DEAŞ, ülkenin sahip olduğu en önemli su kaynağı olan Fırat Nehri’ni ve 1,5 milyon kilowattlık üretim kapasitesine
sahip hidroelektrik enerji üretimi yapan üç barajı da (Baas, Tabka ve Tişrin barajları) kontrolü altında bulundurmuştur.25

Ancak 2016’dan günümüze kadar olan süreçte ise bu alanların büyük çoğunluğunu ABD tarafından desteklenen YPG güçleri peyderpey ele geçirmiştir. 
DEAŞ’a yönelik Humus’un doğusundan başlayan Rusya ve İran destekli Esed rejimi operasyonu Deyrizor şehrinin batı yakasına kadar ulaşmış, Irak sınırındaki  Elbukemal kentine değin uzanan bölgeler DEAŞ’tan ele geçirilmiştir. Rejimin Humus’un doğusundan Deyrizor eyaletinin batı yakasına ulaşan operasyonuna karşı YPG/SDG Rakka’daki DEAŞ operasyonunu nihayete erdirmeden Deyrizor’un doğusuna yönelik askeri hareketlilik içerisine girmiştir.

Rejim unsurları Rusya desteğiyle YPG/SDG ve ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusuna böylelikle Deyrizor’un doğu yakasına yönelik askeri bir hareketliliğe girdiğinde 
Washington yönetiminin karşılığı çok sert olmuştur. ABD’nin gerçekleştirdiği bu saldırılarda en az 200 Rus paralı askerinin öldürüldüğü iddiası birçok medya organına yansımıştır.26 Rejim, Deyrizor şehir merkezinin doğu yakasına geçse de petrol bölgelerine hakim olamamıştır. Nihayetinde bir zamanlar DEAŞ’ın
sahip olduğu su ve enerji kaynakları ile üretim ve ihraç potansiyelinin tamamı YPG güçlerinin inisiyatifi altına girmiştir. Bu el değişimi sonucunda rejim birkaç sahayı kontrolü altına almayı başarmış olsa da günümüz verilerine bakacak olursak 2017 sonunda günlük petrol üretiminin 25 bin varil, doğal gaz üretiminin de yıllık 3,1 milyar m3 olduğunu görülmektedir.27 Belirtilen bu miktarlar 2010 ve 2015’e göre ciddi düşüşler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Son tahlilde bu değişimden en karlı çıkan ABD destekli YPG olmuştur.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

25 Eylül 2019 Çarşamba

Devlet-Toplum Kıskacında “Sokak Hayvanları”

Devlet-Toplum Kıskacında “Sokak Hayvanları”


ÖZEL NOTUM; 
HAYVAN SEVERLER DEN  VE  BELEDİYE BAŞKANLARINDAN RİCAM..
1- BÖLGENİZDE Kİ HAYVAN SEVERLER İ VEYA DERNEĞİ VARSA YÖNETİCİLERİNİ.BİR ARAYA GETİRİNİZ..YER TAHSİS EDİNİZ..BAKIM TEMİZLİK GIDA İHTİYAÇLARINI DA KARŞILAMALARI KOŞULUYLA.. BELEDİYE BAŞKANLARI OLARAK YER TAHSİSİYLE YAPINIZ..
2- YEREL YÖNETİMLER DAHİLİNDE HER BELEDİYEDE VETERİNER HEKİM MAKAMI VARDIR..VETERİNER DENETİMİ  VE HASTALANAN HAYVANLARA BAKIMI DA GARANTİ EDİN..
3- 1 AY ANKET YAPIN NE DERNEKTEN GELEN OLUR..,!!!!  NEDE HAYVAN SEVERLER DEN!!!
GELENDE BAHANE BULMAYA YEREL YÖNETİMİ ELEŞTİRMEYE GELİR.. VEYA ÇOCUKLARINI SEVİNDİRMEYE GELİR.. ( ÇOCUKLARI BU HAFTA HAYVANAT BAHÇESİNE GÖTÜRDÜM DİYEBİLMEK İÇİN...!!!
4- ÖNCELİĞİMİZ TOPLUMUN ORTAK KULLANIM ALANLARI OLAN CADDE SOKAKLARIMIZ DA İNSAN SAĞLIĞIMI.. HAYVAN SAĞLIĞIMI? BUNA BİR KARAR VERELİM? ( KALDIRIMLARDA YÜRÜNMÜYOR ARTIK.HAYVAN PİSLİĞİNDEN..
5- BİLHASSA KEDİ TÜYÜ KÖPEK TÜYÜ TENEFFÜS YOLUYLA ÇOCUKLARDA CİĞERLERE GİTTİĞİ ANDA HASTA OLMASI İLERİ YAŞLARDA AKCİĞER KANSERİNE KADAR TOL AÇABİLİYOR.. 
6- HAYVAN BAKIMI MALİYETİ YÜKSEK BİR  HOBİ.., ONA YAPILACAK MASRAFI YOKSUL ÇOCUKLARA.., ŞEHİT AİLESİ ÇOCUKLARINA  HARCANSA TÜRK GENÇLİĞİNİN VE İHTİYAÇ SAHİBİNİN OKUMASI TOPLUMA YARARLI HALE GETİRİLMESİ  NE KATKI VERİLMESİ DAHA BÜYÜK SEVAP OLMAZ MI?
SAYGIYLA VE KAYGIYLA

Abdullah Onay
11 Ocak 2019


Kayseri Hacılar’da “köpeklerin saldırısı” sonucu bir gencin ölmesinin ardından, alışılageldiği üzere, hayvan hakları savunucuları ve hayvan severler suçlandı.[1] Bir hayvan hakları savunucusunun bu ölüm karşısında duyarsız olabileceğini sanmıyorum. Ancak, türcülük eleştirisi karşısında mevcut paradigmayı korumaya kalkanlar, refleks olarak hemen bu mizantropi (insan düşmanlığı) yaftalamasını yapıyorlar. Feminist hareket de uzun dönem, erkek düşmanlığı ile suçlanmıştı.
Acılı ailenin tepkilerini anlayabiliriz, ateş düştüğü yeri yakar. Genç bir insanın ölümü üzücü. Ama cenazede “hayvan hakları”ndan bahseden müftüye tepki gösteren cemaati müsliminden epey kişinin de bu acı olayda masum olmadığını da söylemek durumundayız; onlara düşen payı da belirteceğim aşağıda.
Köpekler saldırır mı? Evet saldırır. İnsan köpekler için bir “tabu” olmasına, insan öldürmeye yönelik güdüleri olmamasına rağmen (yoksa köpek saldırıları sonucu her gün ölüm haberleri duyardık, özellikle kırsal bölgelerde) insan eli değdiğinde bu mümkün olabiliyor.[2] Ama burada tartışılması gereken saldırırlar mı / saldırmazlar mı olmaması gerekir. Bizatihi bu sorunun kaynağındaki insanı tartışmalıyız.

Gelelim Hacılar olayına. Bu “sokak hayvanları”nın “sorun”laştırıldığı ne ilk ne de kuvvetle muhtemel son olay olacaktır. Çünkü bu “sorun”un bütün aktörleri / bileşenleri bu “sorun”un çözümünden değil, devamından yanadır. Hiçbir zaman “sokak hayvanları” diye adlandırdıkları canlıların karıncalar gibi topraktan mı çıktığı, gökten mi düştüğü, kaynağının ne olduğu sorusuna cevap vermeyecekler dir. Bakalım bu aktörlere.[3]

Devlet

Devletin sokak hayvanları “sorun”unu çözmeye yönelik ilk girişimi, 1911 yılında 60-70 bin köpeğin İstanbul’dan toplatılıp, Hayırsızada’ya atılması ile başlar. Köpekler açlık ve susuzluktan, birbirlerini parçalayarak ölürler. Ama yine de “sorun” çözülmemiş olacak ki, bir süre sonra İstanbul Belediye Reisi olan Cemil Topuzlu, anılarında 30 bin köpeği yavaş yavaş imha ettirdiğini yazmakta sakınca görmez.[4]

Bu tür türkırımları, 2000’lerde Hayvanları Koruma Kanunu çıkana kadar sürer. Yasa öncesinde imha işleri, belediye görevlilerince sokak ortalarında aleni biçimde, zehirleyerek veya tüfekle vurarak yapılırdı. Kimi zaman bazı belediyeler kuduz bahanesi ile çoluk çocuk dahil olmak üzere halkı, üç-beş kuruş vererek kedi-köpek avına çıkartırdı. Yine hatırlamakta fayda var: Örneğin 12 Eylül gibi büyük acılara yol açmış bir dönemde, belediye başkanlığına tayin olunan Abdullah Tırtıl ve ardından gelenler döneminde katliama hız verildi. “İstanbul Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü’nün 1984 yılı kayıtlarına göre üç yıl içinde 88.153 köpek ve 3089 kedi öldürülmüş”tür. Seçimle birlikte belediye başkanı olan Bedrettin Dalan da bu türkırımları ile adını bu utanç verici karanlık tarihe büyük harflerle yazdırmıştır.[5]

İBB Kısırkaya toplama kampı

İBB Kısırkaya toplama kampı,

1990’ ların ortalarında açılan, hayvan severlere ölümü gösterip, sıtmaya razı eden barınaklar yasa gereği hızla yayılır. Artık “İmhalar” ya barınaklarda ya da geceleri sokaklarda, gizlice yapılır. Hayvan sever kitlenin büyümesi, tepkilerin artması belediyeleri dolaylı ölüm yollarına sevk eder. Toplatılan köpekler, diğer belediye sınırlarına ya da ormanlara atılır. Yoğun kısırlaştırmalar da başlamıştır. (Tabii ki bu anlattıklarımız bazı büyük şehirlerdeki seyirdir, taşrada ve küçük yerlerde, nüfus kontrolü, ya resmî görevlilerce ya halk tarafından dişi köpeklerin ortalık yerde vurulması ile gerçekleşmeye uzun süre devam etmiş, epey yerde de devam etmektedir.) Yasaya göre belediyeler artık veteriner istihdam etmek zorundadır. Ama bu hizmet de “imha”da kullanılır çoğu zamanlar. Şimdi bu resmî kurumların Hacılar olayındaki tavırlarına bakalım.

Hacılar’da Devlet-Belediye

Hacılar Belediye Başkanı Bilal Özdoğan olay sonrası şu açıklamayı yapıyor:
"Çocuklarımıza saldıran köpek sayısıyla ilgili net bir bilgi ulaşmadı. Belediyemiz başıboş köpekleri düzenli olarak topluyor, Büyükşehir barınağına ulaştırıyor. Ama çok anlık bir mesele. (…) Düzenli işlem yapmamıza rağmen ilçemizin merkeze çok yakın olması nedeniyle bırakılan köpekler olduğunu görüyoruz. Şikayet üzerine sürekli toplamalar var. Bu bölgede de dün 5 köpek alınmış, kayıtlarımızda var. Gün içerisinde de 170 köpek Büyükşehir barınağına teslim edilmiş durumda."[6]
Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin açıklaması ise şöyle:
“Büyükşehir Belediyesi olarak her konuda olduğu gibi sokak hayvanları konusunda da kanun ve yönetmelikler çerçevesinde hassasiyetle üzerimize düşeni yapmaktayız. Büyükşehir Belediyesi’nin bazı sosyal medya hesaplarında iddia edildiği gibi köpek toplama gibi bir görevi ve uygulaması yoktur. Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri tarafından toplanan köpekleri bünyesinde oluşturduğu Köpek Barınma Evi’ne tutanakla kabul ederek bu köpeklerin veteriner hekimler tarafından muayenelerinin yapılmasını sağlar, hastalık ve saldırganlık açısından tespitlerini yaptırır. 10 günlük süre içerisinde de temiz çıkan köpekler, kısırlaştırma ve mikro çip uygulaması yapılarak sahiplendirilir, sahiplendirilemeyen köpekler ise tekrar teslim eden ilçe belediyesine tutanakla iade edilir.”

Görüldüğü gibi belediyeler ezberlerini sürdürüyorlar, düzenli olarak toplama yapıp, barınaklara doldurduklarını asli görevlerini yerine getirmenin huzuru ile dile getiriyorlar.

Gelelim devlet erkânına. Hacılar kaymakamı öfkeli ve iddialı. Mevcut koruma yasasına kızıyor, elinin kolunun bağlandığını düşünüyor:

"Barınakla yapmakla o iş olmuyor, barınağa götürülen köpekler buraya bırakılıyor. Hayvanlarsa, serbest yaşam hakkı tanıyor kanun. Bizim yapacağımız o kanunla ilgili mecliste gereğinin yapılmasını sağlamak. Burada belediyenin kusuru yok. Belediyede şikayet edilen memur bu konuda gereğini yapmadıysa biz yarın gereğini yapacağız. Yarından itibaren Valimizin de desteklerini alarak bizzat bu işi 1 ay içinde çözeceğim. Şubatta bu sorunları çözmüş olarak karşınıza çıkacağım."



Hacılar toplama.,

Nerede o eski zamanlar, yasanın falan olmadığı. Şimdi zorunlu olarak sözünü yerine getirip “imha”yı gizlice yapmak durumunda! Oysa bu “sorun”un bir tarihi olduğunun farkında değil. Seneye yerine/yerlerine bir başka kaymakam geldiğinde meydana gelecek bir olayda benzer demeci vereceğine iddiaya girebiliriz. Yasaları suçlu buluyor, yasaların bunu eskiden olduğu gibi aleni yapmasına izin vermeyip, zorluk çıkarmasından şikâyetçi. Ne soruna dair bir ilgisi ne de bilgisi var!

Peki Vali Şehmus Günaydın desteğe hazır mı? Her daim duyduğumuz resmî açıklamayı yaptığına göre hazır:

"Bu konuda hemen adli ve idari soruşturmalar başlatıldı. Bu olayın bütün yönleriyle araştırılması için gerek cumhuriyet başsavcılığımızca, gerek milli eğitim müdürlüğümüz gerekse kaymakamlığımızca. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, en ince detayına kadar gerekli soruşturma yapılacak. Bu konuda suçu, ihmali olan kim varsa adli ve idari işlemler yapılacak, bundan kimsenin şüphesi olmasın.”[7]

Velhasıl devlet-belediyeler, bugün de yüz yıldır bildiğimizden farklı bir hareket içinde olmayacak! Ülkede ne kadar soğan üretildiğini kimler tarafından depolandığını bilen devlet, köpeklerin kimler tarafından çiftliklerde üretildiğini, kimler tarafından alınıp-satıldığını, takas edildiğini, “sahip”lendirildiğini, barınaklara doldurulduğunu, sokaklara, parklara bırakıldığını, vb. bilmiyor; ya da doğrusu bilmezden geliyor![8] Bu konuda toplum tarafından zorlanmayacağını da biliyor. 

 Sorunun kaynağı olmak konusunda toplumla olan ortaklığını bozmak istemiyor.


İBB'nin kendi broşüründen

Ayrıca “çalışıyor” görünmesine de vesile oluyor, övünebiliyor icraatlarıyla. Mesela nüfusun dörtte birini idare eden, bu alanda da uzak ara önde olan İBB, kısırlaştırma sektöründeki rekoltelerinden gururla bahsedebiliyor, devasa barınaklar inşa ediyor.[9]

Ya Toplum!

İnsan-köpek ilişkisi, toplumsal değişimlere ayak uydurarak/uydurmayarak sürüp gidiyor. Kırsal kesimde bekçilik görevinde istihdam edilen köpekler, Doğan Kuban’ın söylediği gibi şehirlere köylülerce getirilmiyor, şehir tarihi kadar eskiler.[10] Ama her toplumsal değişim onların durumunu zora sokuyor. Önceleri mahallelerde yaşayıp giderlerken, zamanla küçük cinsler üst sınıf evlerde “süs” olarak bulundurulmaya başlıyor. Nüfus artıyor, orta sınıflar büyüyor, kedi-köpek edinme katlanarak artıyor. Kedi-köpek merakı da büyüyor. Çocuklar istiyor, karne hediyesi olarak, oyuncak olarak alınıyor, sevgilisine doğum günü hediyesi oluyor, evlere hapsediliyor, yazlıklarda eğlence oluyor. Villalarda, işyerlerinde ise bekçilik işlerinde istihdam ediliyorlar.

Ancak bu artışla paralel sokaklara, parklara ya da barınaklara atılıyorlar, yazlık yerlerde geride bırakılıyorlar. Çünkü bahane, mazeret çok: Çocuğu yurtdışına okumaya gidiyor, kızı doğum yapıyor, çocuklara hastalık bulaşır diye korkuyor, yazlık evde oluyor da kışlıkta olmuyor, tülleri tırmalıyor, yere işiyor, tüyleriyle başa çıkılamıyor, tüyü kist yapıyor, veteriner masraflarına para yetişmiyor, elini tırmalıyor/ısırıyor, sürekli seyahat etmek zorunda kalıyor, evleniyor eşi istemiyor, alerjisi çıkıyor ve benzeri akla hayale gelmedik bahanelerle hayvanlar oraya buraya terk ediliyor. Bu o kadar doğal görülüyor ki, kimse bu yaptığında bir tuhaflık görmüyor. Hayvanların yaşam mücadelelerine destek olan herkesin bildiği yüzlerce örnek vardır bildiği (ben sayabilirim mesela böyle yüzlerce örnek!).
Kısa geçiyorum, toplumda “pet modası” arttıkça, “sahiplenme” arttıkça, sokağa atılan, barınağa tıkılan dağlara taşlara atılan hayvan sayısı da aynı oranda artıyor. Bu ayrıca toplumda sık sık ortaya çıkan sokak hayvanlarından şikâyetlerdeki ikiyüzlülüğe de yol açıyor. Sorunun gerçekten çözülmesi konusunda devletten-belediyelerden şikâyetçi olamıyorlar, talepleri hep toplatılmaları yönünde oluyor. Ama biliyorlar ki, kendileri olmasa bile eşleri-dostları evcil hayvanlarını sokağa atmışlardır. Bunun unutulmasında fayda vardır. Yukarıda bahsettiğim gibi Hacılar’daki cenaze namazında müftüyü protesto eden cemaatin içinde de bunu yapanlar illaki vardır. Ama toplum sokağa atmayı, barınağa teslim etmeyi o derece hakkı olarak görüyor ki, aynen çöpünü kapıya bıraktığından farklı görmüyor. Bir farkı var, vicdanı da pırıl pırıl kalsın diyenler, “daha iyi yaşar” dediği bir bölgeye götürüp atıyor.

Sektörün Büyüyen Ekonomisi Ve Rantçılar

Bütün bu gelişmelerle birlikte gitgide büyüyen bir pet ekonomisi çıkıyor ortaya; pet mağazaları, küçük-büyük üreticiler, internet satıcıları, ithalatçılar, mamacılar, aşıcılar, kısırlaştırmacılar, veterinerler, pet aksesuarları, güzellik yarışmaları, köpek dövüşleri vb… Milyon dolarlık cirolardan söz ediliyor artık. Popüler kültür ikonları illaki kedisi köpeği ile poz veriyor medyaya, bu alana yaptıkları bağışlar ile reklamlarını yapıyorlar.

Elbette bu kadar hızlı büyüyen bir sektör, fırsatçılar için de iştah açan bir rant kapısına dönüşüyor. Hayvansever kılığında birçok kişi sektöre hücum ediyor. Sürekli yardımlar toplanıyor, kampanyalar yapılıyor. Bu işten ciddi gelirler elde edenler ortaya çıkıyor. Zaman zaman bazıları deşifre oluyor, ama boşlukları hissedilmiyor, yerlerini hep birileri dolduruyor. Ekonominin genelinde var olan kayıtdışılık, bu alanda da var, hatta fazlasıyla var! O kadar ki, bunları gayet iyi bilenler bile kabulleniyor, normal görmeye başlıyor.

Bütün bu çark içinde kedi ve köpekler, hakları olan birer canlı değil, meta olarak varlar. Ayrıca ekonomik rakamlar içinde bir kalem olarak doğrudan yer almaları sınırlı. Katma değerleri, mamadan, veterinerlik hizmetlerinden, ilaçtan, lüks tüketimden vesaireden geliyor. Ama küresel ekonominin bildik yasaları burada işlemiyor. Çünkü kedi köpek ucuz bir meta. Dünya ekonomisinde metaların fiyatları birbirine yakın hale gelirken, Türkiye’de kedi-köpeğin fiyatı Batı standartlarının çok uzağında kalıyor. Ki çoğunun sefil olmasını da unutmayalım. Nasıl ki, fiyatı düşen, mesela sebzeler, imha ediliyorsa, o derece değersizler.

Geldik Hayvan severlere

Yukarıda saydığımız aktörler, “ Sokak Hayvanları”nın makûs kaderini değiştirme ihtimalleri ve talepleri olmayanlar, tersine çıkarları gereği pastanın büyümesinden memnunlar, ne kadar çok üretilir, tüketilirse kazançları artıyor; geriye kalıyor, hayvan severler, hayvan hakları savunucuları.
Buradaki en büyük sorun hayvan sever kitlesinin de büyük bir bölümünün bu işleyişin sonucunda atılan kedi-köpeğin sokaklarda yaşamasını “doğal” kabul ediyor olması. Bu yüzen bütün mücadelesini, enerjisini bu sistemi sürdürmeye harcıyor. Oysa referans verdiği geçmiş, bütün değişimler sonucu tamamen değişti, değişmeye devam ediyor. Kentin hakimi otomobiller; otobanlar, caddeler, geçitler, köprüler… İnsanlar eski mahallelerden gökdelenlere taşındı. Yani kedilerin, köpeklerin de yaşayabildiği eski küçük sokaklar, bahçeler kalmadı artık. Ayrıca ülkemizde büyük kentlerde toplumun sokak ile ilişkisi bir aidiyet ilişkisi içermez, kendisini sokağın bir parçası olarak görmez. Nitekim kamuya ait meydanlarımız da pek yoktur. Devlet oldum olası toplaşmaların olacağı kamusal mekânlar dan hazzetmemiş tir. Sokaklar pek tekin görülmez yani. Peki o halde, niye bildik bileli topluma kapatılmış bu kent sokaklarında yaşamaya hayvanları mahkum ediyoruz? Bu haliyle, bu kentlerde kedilerin, köpeklerin sokaklarda yaşayabileceğini iddia edenler, kısa süreliğine de olsa sokaklarda yaşamayı düşünürler mi acaba?

Neticede, kedi-köpek için sistem tüketim sloganındaki gibi, “kullan at” şeklinde işliyor, birileri alıyor sonra terk ediyor, belediyeler öldürmez ise, toplayıp barınaklara, ormanlara atıyor. Birileri de korumaya, “sahip”lendirmeye, besleme ye çalışıyor. Kısır döngü sürüp gidiyor. Ömrü ortalama 15 yıl olan bu canlılar, ortalama bir yılı tamamlamadan hastalıktan, arabaların altında ezilmekten, açlıktan ölüyor. Resmî kurumların kaydı olmuyor, ama hayvan severin de kaydı yok. Kedi ve köpek olarak varlar, tek tek birey olarak yoklar, hep kediler, köpekler oluyor civarında; biri ölüyor, öbürü geliyor (hepsini tek tek ismen çağıran beslemeci-koruyucuları tenzih ediyorum).

Hayvan severlerin, bu terk edilen hayvanların yaşamaları için verdiği mücadele araçları, bir noktadan sonra amaca dönüşüyor. Barınakçılar, kısırlaştırmacılar, sahiplendirmeciler, mama dağıtıcıları vb. kendilerini bu çözüm araçlarına adamış bir hale geliyor. Diğer taraftan “kendini adamış” insan profilleri oluşuyor, bir üstünlük halesiyle herkese tepeden bakan, bir “kendini yücelten” insan olma hali. Üstelik öyle böyle değil; insanüstü çabalarla fedakârlık destanları yazılıyor, zahmetli ve yıpratıcı bu sektörlerde enerjiler tükeniyor. Evet yorucu, ama çaresizlikten ezberin kolaycılığına da sığınılıyor. Haliyle çözümler üzerine bir şey duymak istenmiyor.

Çaresiz miyiz?

Olmamamız gerekiyor. Saydığım kesimlerin, bu “kurulu düzeni”n yüz yıl daha sürmesinden bir kayıpları yok, tersine çıkarları var. Ama bizler, hayvan hakları savunucuları, sokaktaki bu canlıların “kader”ine isyan etmeliyiz öncelikle.
Öncelikli hedefimiz bu kadar kolay, kayıtsız kuyutsuz sokaklara atılmalarını engellemek olmalı. Satın alan, değiştiren, eşe dosta dağıtan, sokağa, parka, üniversite bahçelerine, dağa, bayıra, Adalara, Moda’lara bırakan… bunların hepsinin takibi gerekiyor. Devletin-belediyelerin karşısına bu taleple dikilmeliyiz. Bir meta olmalarını sorunlaştırmalıyız; mesela yeni yasa tasarısında da bunda ısrar ediliyor, hâlâ malı zarara uğramış sahipler üzerinden cezalandırma formülleri aranıyor!

Elbette halihazırda sokaktaki canlıların yaşam mücadelelerini sürdürmelerine destek olmaya sonuna kadar devam edelim. Ama her şeyden önce her sokaktaki canlıları kayıt altına alalım, bir “kedi”, “köpek” olarak değil, kimlikleri ile var olabilsinler. (Çipleme gibi bir yöntem var mesela, ve belediyelerce göstermelik olarak kullanılıyor.) Hangileri ölüyorlar, kalıyorlar, bilinsin hep. Kimilerinin kullandığı tabirle “kimsesiz hayvan” kalmasın. Olabildiğince hepsinin koruyucusu, hamisi olsun.

Ama bunu sadece bildiğimiz yollarla yapmayalım, mesela yollara mamalar dökerek olmasın bu. Beslenme odakları, barınma odakları, vb. bunları hep daha iyiye doğru geliştirelim. Çöplerde tuvalet kâğıtlarına bulaşmış, bozuk yemek artıklarını yemesinler. Yani sokakları onların daha iyi yaşamaları için değiştirebiliyor muyuz, yollarını arayalım. Bu değişiklikleri yapabiliyorsak, zaten o sokaklar bizler için de daha iyi daha yaşanılası yerler olacaktır mutlaka.
Bu işten rant elde edenlerle de mücadele edelim. Ayrıca sınırsız sorumsuzluktaki, “iyi niyetli”, üstelik bazıları da “hayvansever” olan hayvanlarını terk edenlerin, oraya buraya taşıyanların yol açtıkları bu sorun karşısında hiçbir şey olmamış gibi ortalıkta dolaşmalarına da tepki gösterelim.
Tüm bunları ve daha kimbilir neleri, ancak örgütlü olarak, geniş ağlar içinde yapabiliriz. Çünkü, evi su basmış, kovayla sular boşaltılmaya çalışılıyor ama vanayı kapatmayı kimse düşünmüyor, belki de istemiyor. 
Bu durumu değiştiremezsek, daha kimbilir kaç yüz bin kedi köpek kısırlaştırılacak, kaydı kuydu olmadan ölüp gidecek; reklam ve tanıtım filmlerinde o sevimli halleriyle, gerçek tersyüz edilerek sömürülmeye devam edecekler ve kimbilir kaç kuşak da ellerinde mama poşetleri kendisini kahrederek yaşayıp gidecek!

Velhasıl Mehmet Özer’in ölümünden sadece köpekler sorumlu değil, hemen herkes oradaydı. Bu trajedi sona ersin artık. Ne kediler, köpekler ölsün ne de Mehmet Özerler…


Yazının girişindeki fotoğraf: Manisa'daki toplamadan.

[1] Eleştiri ve önerileri için Mine Yıldırım’a teşekkür ederim.

[2] Saldırganlık eğitimi verilen köpekler, bekçi olarak yetiştirilen köpekler, güvenlik teşkilatlarının istihdam ettiği köpekler, özellikle koruma bölgelerine girildiğinde ölüme sebebiyet verebilirler. Ayrıca birçok köpek türü, melezleştirmeler yoluyla daha güçlü, daha saldırgan olabilecek tarzda üretilmişlerdir, bunu da unutmayalım. Dünyada istatistiklere girmiş, ölümlü saldırı olayı var epeyce. Sokak köpekleri ise tehdit edilmedikleri sürece, kolay kolay saldırmazlar.
[3] Bunların hepsi ayrı ayrı uzun yazıların konusu, burada kısa geçmek zorundayım.
[4] Bu katliamların tarihi için, Ümit Sinan Topçuoğlu’nun İstanbul ve Sokak Köpekleri (2010) kitabına bakılabilir. Ayrıca bkz. https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2017/06/03/istanbulun-sokak-kopekleri-icin-karanlik-bir-yuzyil/
[5] Ümit Sinan Topçuoğlu, a.g.e.
[6] Aynı belediyenin, bir hafta önce donmak üzere olan beş köpek yavrusunu kurtarma haberi ile medyada göründüğünü not edelim.
[7] Hep şüphemiz var. Örneğin internet taramasında karşımıza çıkan, geçen sene Kayseri Sarıoğlan’da köpek dövüştürenlere bir operasyon yapıldığı haberlerini okuruz. Bayağı katılımı olan bir organizasyon üstelik. Bu kişilere para cezası vermenin dışında bir işlem yapılmış mı, tekrar köpek edinmişler mi? Bu ve başka dövüşler devam ediyor mu?
[8] Bir tanesi en azından sorunun bir kısmına dair çok doğru şeyler söyledi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna, yönetime atandığında, “Pet shoplarda köpek satışının yasaklanması lazım. Ayrıca bir hayvanın satışının, bir emtia gibi satışının çok doğru olmadığını düşünüyorum. İnsani değil. Hayvan bir meta değil ki, kalem, kitap, ayakkabı değil ki. Hayvan, o da bir canlı. Onu köleleştiriyorsun. Onun öyle satılmaması lazım." Ama icraata geçince, daha büyük bir barınak yapıp, sokağa atmayın, barınağa getirin deyip bildik ezbere dönüverdi.
[9] Örneğin İBB 2008-2107 arası 120 bin kısırlaştırma yaptığıyla övünüyor. Akıbeti meçhul yüz binlerce hayvan demek bu. Kısırlaştı, sonra ne oldu bilinmiyor! Epey önce İBB sitesinde 2004 ve 2011 tarihleri arasında; 39 bin 372 kısırlaştırma yapıldığı bilgisi vardı, şu anda erişilemiyor. Bir de ilçe belediyelerini eklerseniz, akıl almaz rakamlar çıkıyor ortaya.



***