27 Eylül 2019 Cuma

AVUSTURYA ARŞİV BELGELERİNE GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİ,

AVUSTURYA ARŞİV BELGELERİNE GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİ,




Özet:

Türkiye (Osmanlı Devleti)-Avusturya ilişkileri, 500 yıldan daha eski tarihlere dayanmaktadır. Ancak eğitim-öğretim ilişkileri Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine doğru yoğunlaşmaya başlamıştır. 1850’den sonra Avusturyalı bilim adamları ve öğretmenler, Osmanlı Devleti’nin çeşitli eğitim-öğretim kurumlarında görev yapmışlar, önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Osmanlı tebaasından pek çok kişinin de Avusturya okullarında okuduğu arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Belirleyebildiğimiz kadarıyla Avusturyalı öğretmenler ve din adamları Osmanlı topraklarında, özellikle 20. yüzyılın başlarında, on beş okul açmıştır. Bunlar arasında en köklü eğitim kurumlardan olan Avusturya Lisesi, 2012’de 130. kuruluş yılını kutlamaya hazırlanmaktadır. Diğer okulların zaman içinde kapandığı anlaşılmaktadır. Avusturya ile Türkiye 10 Aralık 1923’te Ankara'da “Dostluk Antlaşması” imzalamıştır. Bu antlaşma, Lozan’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı ilk antlaşma olması bakımından önemlidir. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak onlarca Avusturyalı bilim adamı ve öğretmen, Türkiye’ye gelmiş ve çeşitli eğitim kurumlarında hizmetlerde bulunmuşlardır. Bunlar içerisinde Paul Wittek gibi Türk dili, tarihi ve kültürü; Clemens Holzmeister gibi mimarlık alanlarında uzmanlaşan bilim adamlarının da bulunması konuyu önemli kılmaktadır. Avusturya 1964 yılından itibaren Türkiye’den işçi almaya başlamıştır. İşçi göçü sebebiyle günümüzde Avusturya’daki Türklerin sayısı 220 bine yaklaşmıştır. Günümüzde yaklaşık 30 bin Türk çocuğu Avusturya okullarında eğitim ve öğretimine, pek çok sorunla birlikte, devam etmektedir. Avusturya’da okuyan Türk çocukları, iki ülkenin mutabakatı ile sorunlara çözüm beklemektedirler. 

Giriş: 

Osmanlı Devleti sınırlarının Avusturya içlerine kadar uzanması dikkate alınırsa Türkiye-Avusturya ilişkilerinin çok eskilere dayandığı görülür.
Viyana kuşatmalarından sonra Avusturya ile Türkiye yüzyıllar boyunca ilişkilerini genellikle dostane bir biçimde sürdürmüşlerdir. 
Türkiye (Osmanlı Devleti) ve Avusturya (Avusturya-Macaristan İmparatorluğu) I. Dünya Savaşı sırasında İttifak Devletleri arasında yer almış, acı ve kederi birlikte yaşamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı’nın dışında durmuş, Avusturya’nın acılarını çeşitli şekillerde paylaşmıştır. Savaş sırasında Avusturyalı vatandaşlara kucak açmış, savaş sonrasında Avusturya’nın kalkınmasına iş gücü ile muazzam bir katkıda bulunmuştur. 
10 Aralık 1923’te Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Hükümeti arasında Ankara'da “Dostluk Antlaşması” imzalanmıştır. Bu, Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı ilk antlaşmadır. Avusturya Cumhuriyeti, yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni destekleyen ilk dost ülke olma özelliğine sahiptir. 
II. Dünya Savaşı yıllarında bütün Avrupa ülkeleri tahrip olmuş ve çalışıp üretecek nüfusun büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Savaştan çok kısa zaman sonra toparlanan Avrupa ülkeleri, büyüyen ekonomilerinin iş gücü ihtiyaçlarını kendi imkânları ile karşılayamayacak duruma gelmişlerdir. Çalışacak nüfusları yeterli olmayınca iş gücü açıklarını başka ülkelerden geçici işçi davet ederek çözmeye çalışmışlardır. 
Avrupa ülkelerinin savaş sonrasında kalkınma sıçrayışları iş dünyasına yansımış, öncelikle komşu ülkelerden geçici işçi almaya başlamışlardır. Bu durum 1960’da Türkiye’ye de uzanmış, ilk olarak Almanya, Türkiye’den işçi talebinde bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ve Avusturya Cumhuriyeti 15 Mayıs 1964 tarihinde Viyana’da “Avusturya’ya Türk İş Gücü Celbi ve Türk İşçilerinin Avusturya’da İstihdamına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti Arasındaki Anlaşma”yı imzalamışlardır. Bu anlaşma, iki ülke arasında “dostane ilişkiler” ve “iktisadi dayanışma” üzerine kurulmuştur. Anlaşma çerçevesinde ve farklı yollardan Avusturya’ya gidip yerleşen Türklerin sayısı yaklaşık 220 bindir. 
Günümüze bakıldığında iki ülke ilişkileri daha da hareketlenmiştir. Dönemin Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel, 21-22 Haziran 2001 tarihleri arasında Türkiye’yi; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, 11-12 Temmuz 2003 tarihleri arasında Avusturya’yı; dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç, Avusturya Federal Meclis Başkanı Andreas Khol’un davetine icabetle 19–22 Ocak 2004 tarihleri arasında Avusturya’yı; Avusturya Federal Meclis Başkanı Andreas Khol, 3–4 Ekim 2005 tarihleri arasında Türkiye’yi; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, 10–12 Mayıs 2006 tarihleri arasında Avusturya’yı; dönemin Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, 20-22 Nisan 2008 tarihleri arasında Türkiye’yi; Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer, 19-22 Mayıs 2008’de Türkiye’yi; dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan, 4-6 Kasım 2008 tarihleri arasında Avusturya’yı; dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan, 14-16 Nisan 2009 tarihleri arasında Avusturya’yı; Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, 6-8 Ekim 2010 tarihleri arasında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Son olarak T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 2-4 Mayıs 2011 tarihleri arasında Avusturya’ya resmî bir ziyaret gerçekleştirilmiş, bu ziyaret iki ülkenin dostluğunu daha da güçlendirmiştir. 
Karşılıklı ziyaretler Dışişleri Bakanları, Meclis Başkanları tarafından devam ettirilmektedir. Her üst düzey ziyaret sonrasında iki ülke ilişkileri olumlu yönde gelişmektedir.
Türkiye’nin 2007 yılı ihracat sıralamasında Avusturya 19. sırada, ithalat sıralamasında ise 21. sıradadır. 
Türkiye’deki Avusturya Okulları, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde 1882’de kurulmuştur ve 2012 yılında 130. kuruluş yılını kutlamaya hazırlanmaktadır. 

1. Avusturya’nın Türkiye’de Açtığı Okullar: 

1.a. Avusturya Millî Okulu: Kaynaklar, 1850’de İstanbul’da Avusturya Millî Okulunun varlığından bahsetmektedir . Ancak bu okulun yeri ve hangi şartlarda öğretim yaptığı konusunda bilgi elde edilememiştir. 
1.b. Tophane Tamtam Mahallesi Mektebi: Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgelerine göre, Avusturya Millî Okulundan sonra, Avusturya-Türkiye eğitim ilişkileri 1858 yılına kadar uzanmaktadır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgelerinde karşımıza çıkan 31 Ocak 1858 tarihli bir belgede Tophane'de Tamtam Mahallesi Çukurbostan'daki bir arazinin hisse sahiplerinden alınarak okul yapılması için Avusturya Sefaretine tahsis edilmesi emredilmektedir . Bu arazi 3 Mart 1858’de Avusturya Sefaretine tahsis edilmiştir . Tahsis edilen araziye okul yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa hangi okul olduğu şimdilik tespit edilememiştir. 
1.c. Bursa Avusturya Sörler Mektebi: Bursa’da Avusturya Konsolosluğuna bağlı bir okulun bulunduğunu ve adının “Bursa Avusturya Sörler Mektebi” olduğunu, okula bir şube daha açmak için yapılan başvurudan öğrenmekteyiz. Avusturya Konsolosluğunun izin isteğine 23 Eylül 1889’da verilen cevapta “Bursa Avusturya Sörler Mektebi”ne bir şube daha açılmasının uygun olmadığı bildirilmiştir . 
1.ç. Üsküp Avusturya Mektebi: Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki bir ruhsatnamede, Üsküp’ün Osmanlı Devleti’ne bağlı bulunduğu zamanlarda, 14 Ekim 1901 tarihinde Avusturyalı çocuklara mahsus bir Avusturya Mektebi açılmasına sadaret tarafından izin verildiği kayıtlıdır. İzin ruhsatı Kosova Maarif Müdüriyetine hitaben yazılmıştır. Ruhsattan anlaşıldığına göre bu okul, 4-6 yaş arası çocuklar için açılmıştır . 
1.d. Almanca Dil Okulu: Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan 26 Ocak 1902 tarihli bir belgeden, Avusturyalı Doktor Salomon’un Beyoğlu’nda Almanca kursu vermek için okul açmak istediği anlaşılmaktadır. Dr. Salomon, daha önce uygun bir bina da göstererek Almanca dil okulu açmak için dilekçe vermiştir. Gerekli kurumlar, bir mahzurun olup olmadığı konusunda Şehremaneti ve Zaptiye Nezareti'nden görüş istemişlerdir . Dil okulunun açılıp açılmadığı tespit edilememiştir. 
1.e. Balat Avusturya Kız Okulu: Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki 17 Kasım 1906 tarihli bir belge, Avusturyalı Matmazel Camilla'nın Balat Kızıl Çavuş Mahallesi’nde bir kız okulu açma talebinin uygun görülmesi ile ilgilidir . Matmazel Camilla’nın, okulunu kısa zamanda kurduğu anlaşılmaktadır. Zira 22 Mart 1908’de kaleme alınan bir belgeye göre mektebin idarecisi Matmazel Camilla, okuluna Müslüman öğrenci kabul etmeyeceğine ve devletin nizamnamelerine uyacağına dair senedi yetkili makama teslim etmiştir .
1.f. Gelibolu Musevi Mektebi: Avusturyalı vatandaşların Gelibolu’da bir okul açtığını ve adının “Gelibolu Musevi Mektebi” olduğunu okul öğretmeni ile ilgili yazışmalardan öğrenmekteyiz. 16 Kasım 1906 tarihinde gönderilen bir yazıda Gelibolu Musevi Mektebi öğretmeninin sebepsiz yere işten atıldığından bahsedilmektedir . 26 Kasım 1906’da kaleme alınan bir başka belgeden Gelibolu’daki okulun müdürünün Avusturyalı Mois Frankov olduğu anlaşılmaktadır . 
1.g. Sankt Georg Avusturya Erkek Lisesi ve Ticaret Okulu (Österreichisches Sankt Georgs-Kolleg): 

      1871’de İstanbul’a gelen Lazarist Kral Flandorfer, Avusturya Millî Okulunun yanında bir Katolik okulu açmayı planlamış, başlangıçta Galata’da kiralanan odalarda eğitime başlamıştır. Avusturya’daki "Lazaristen ve Barmherzige Schwestern" adlı dinî kuruluşların yönetimindeki okul, kısa zamanda büyük bir gelişme gösterdiğinden mekân sıkıntısı başlamıştır. Galata’da St. Georg Kilisesi'nin de içinde bulunduğu bina kompleksi satın alınmış, Sankt Georg Koleji, 1882 yılının Kasım ayında Kart Çınar Sokak nu 2’de bulunan binalarda kurulmuştur. 1900’de 96’sı yetim olmak üzere 174 erkek, 231 kız öğrenci ile öğretim yaparken okula bağlı bir çocuk yuvası ve bir el işleri sınıfı da açılmıştır. Sonradan orta ve lise kısımları da ilave edilmiş, 1913 yılında lise ilk mezunlarını vermiştir. İhtiyaç üzerine bu okula bağlı olarak bir de Ticaret Okulu açılmıştır . 


1912’de Avusturya Ticaret Lisesinde Bir Ders (Fotoğraf: http://www.sg.k12.tr)

1911-13 Balkan Savaşı sırasında erkek okulunun odaları seyyar hastane olarak kullanılmış, din ve milliyet farkı gözetilmeksizin 100 kadar yoksula her gün sıcak yemek verilmiştir. 1916-17 yılında okulun adının “Sankt George Schule” olduğunu, Osmanlı Arşivlerinde rastladığımız okul ile ilgili bir evraktan anlamaktayız . 

1917 Yılında Sankt George Schule’de Bir İlkokul Sınıfı


(Fotoğraf: http://www.sg.k12.tr)

Avusturya Lisesinin uluslararası bazı çekişmelere de sahne olduğu anlaşılmaktadır. Lisenin Fransızca öğretmeni Joen Filib’in, babasının ve kardeşlerinin Fransız ordusunda görev yaptığının anlaşılması üzerine, 13 Şubat 1918’de işine son verilmiştir . 
İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgali sırasında, Fransızlar tarafından 22 Şubat 1919’da bu okul kapatılmış, öğretmen ve rahipler sınır dışı edilmiştir. Eğitim öğretime 4 yıl ara vermek zorunda kalınmış, sonra tekrar 1923’te açılabilmiştir. Ancak 1938’de Hitler’in Avusturya’ya girmesi ile birden bir "Alman" okuluna dönüşüveren St. Georg, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin kopması üzerine 1944 yılında ikinci kez kapatılmıştır. St. Georg çalışanları ise ülkelerine dönmek yerine, Türkiye'nin önerisini kabul ederek, bir buçuk yıl süreyle Anadolu'da kamplara gönderilmeyi tercih etmişlerdir. Öğretimin yeniden başladığı 1947'den sonraki yirmi yıl içinde, Avusturya'daki yetkililerin İstanbul'daki çalışmalarla ilgilenmesi yolunda gösterilen yoğun çabalar sonucu St.Georg Avusturya Lisesi ve Ticaret Okulu , Avusturya Eğitim Bakanlığına bağlı 45 Avusturyalı öğretmenin, 24 Türk öğretmen ile birlikte görev yapmakta olduğu bir okul olarak eğitim öğretime devam etmiştir . 
1982 yılında 100. kuruluş yıl dönümü nedeniyle Avusturya'da özel bir pul basılmış ve sembol olarak bir köprü resmi seçilmiştir. Bu sembol, kuruluşunun 120. yılında da okulun köprü olma konusunda geçerliliğini koruduğuna işaret etmektir. St. Georg Avusturya Lisesi çalışanları bir köprünün, ancak iki yönlü olarak kullanıldığında gerçek amacına ulaşabileceği bilincinde olduklarını beyan etmişlerdir. 125. kuruluş yıl dönümü kutlamaları öncesinde, Avusturya Lisesinin farklı kültür ve dinler arasında bir köprü ve buluşma noktası olma özelliğini gelecekte de sürdürmesi dileği dile getirilmiştir . 
Avusturya Lisesinden mezun olan bazı ünlüler: Mesut Yılmaz (Türkiye Cumhuriyeti Eski Başbakanı), Ediz Hun (aktör ve eski milletvekili), Alev Korun (Avusturya Milletvekili), Zeynep Damla Gürel (eski milletvekili), …
Türkiye ve Avusturya Dışişleri Bakanları 2005 yılının Haziran ayında imzaladıkları bir anlaşmada şu sözlere yer vermişlerdir: “St. Georg Avusturya Lisesi Türkiye ile Avusturya halkları arasındaki iş birliğinin en belirgin örneği olarak köprü görevini de yerine getirmektedir. İstanbul’daki Avusturya Lisesinin üst düzey bir yabancı özel okul olarak faaliyetlerine kesintisiz devam etmesini sağlamak için gerekli her türlü çabayı her iki taraf da gösterecektir”. 
1.h. Sankt Georg Avusturya Kız Lisesi: Galata Kart Çınar Sokak 10 numarada S. Adelina Postruznik tarafından 1882 yılında kurulmuştur. Kaynaklardan anlaşıldığına göre, Sankt Georg Avusturya Erkek Lisesi ve Ticaret Okuluna (Österreichisches Sankt Georgs-Kolleg) bağlı olarak eğitim öğretimine devam etmiştir. 

Avusturya Sankt Georg Kız Mektebi Adına 1935 Yılında Basılmış Defter Kapağı

(Fotograf: http://urun.gittigidiyor.com, erişim tarihi 15.5.2011)

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinde yer alan evraklardan anlaşıldığına göre, Sankt Georg Kız Ortaokulu, 10 Ekim 1958’de Kız Lisesi hâline getirilmiştir . İsmi değişmeden 1995 yılına kadar eğitim öğretime devam ettiği anlaşılmaktadır. 
Sankt Georg Avusturya Kız Lisesi, 1995 yılında Avusturya Lisesi ile birleştirilmiştir.

1.ı. İzmir Vagner Avusturya Mekteb-i İbtidaiyesi: Avusturyalı Oskar Vagner, İzmir Frenk Mahallesi Hacı İslam Sokağı’nda kiraladığı bir binada dil kursu vermek amacıyla Elsine Mektebi adında bir okul açmak istemiştir. Bu okul için 5 Nisan 1913’te hükümetten karar çıkmıştır . 6 Nisan 1913’te Dâhiliye Vekâleti, Maliye Vekâleti ve Maarif Vekâletine yazılan yazıda bu okul için ruhsat gerekli olduğu ve gereken işlemlerin yapılması bildirilmiştir . 10 Nisan 1913’te Elsine Mektebinin açılması için ruhsat verilmiştir . 21 Mart 1918 tarihli bir belgede okulun adı, “Vagner Avusturya Mekteb-i İbtidaiyesi” olarak geçmektedir. Bahsedilen belgeden anlaşıldığına göre Mösyö Vagner 1918’de okul müdürlüğü görevine devam etmektedir . 
1.i. İzmir Avusturya Berlitz Usulünce Elsine Mektebi: İzmir’de Avusturyalı Oskar Vagner tarafından açılan Vagner Avusturya Mekteb-i İbtidaiyesi öyle anlaşılmaktadır ki uzun yıllar eğitim ve öğretimine devam etmiştir. Vagner’ın, 5 Kasım 1922’de tekrar yeni bir müracaatta bulunup “İzmir Avusturya Berlitz Usulünce Elsine Mektebi” açmak istediğini, Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bulunan başka bir belgeden öğrenmekteyiz. Okul için ruhsat hemen verilmiştir . 
1.j. Beykoz Polonezköy Okulu: Avusturyalı Prens Adam Çartarski, Beykoz kazasına bağlı Polonez köyünde edindiği bir arsaya kilise ve mektep inşa etmek için izin ister. İzin isteği 4 Ocak 1914’te kabul edilmiştir . 
1.k. Manisa Santa-Marya Kilisesi Mektebi: 1915’te Manisa'da Avusturya-Macaristan’a bağlı Santa-Marya Kilisesi bulunmaktadır. Kilisenin papazının bu kiliseye bağlı olarak bir okul açılması ile ilgili dilekçesi 22 Temmuz 1915’te Aydın Valiliğinden Maarif-i Umumiye Nezaretine gönderilir . 
1.l. Edirne Marpalort Avusturya Mektebi: Edirne’de bir Avusturya okulu bulunduğunu, tesadüfen rastladığımız bir belgeden öğrenmekteyiz. Emniyet-i Umumiye Müdüriyetinden gönderilen bir telgrafta öğrencilerle ilgili bazı bilgiler verilmiştir . Okulun adının “Marpalort Avusturya Mektebi” olduğu, öğrenciler ile ilgili vize ve pasaport işlemleri için yapılan yazışmalardan anlaşılmıştır . 
1.m. Edirne Avusturya Agram Sör de Şarita Kız Mektebi: Edirne'nin Karacabevvab Mahallesi'nde Avusturya Devleti himayesinde “Agram Sör de Şarita Kız Mektebi” adlı bir okulun bulunduğunu arşivdeki bir belgeden anlamaktayız. Okul yöneticileri, okulun binasının yıkılması ve genişletilip yeniden yapılması için 18 Mayıs 1910 tarihinde izin istemişlerdir . 

2. Avusturya’da Okuyan Türkler: 

Başbakanlık Osmanlı Arşivlerindeki belgelerden anlaşıldığına göre Osmanlı/Türk vatandaşları Viyana’daki okullarda tahsil görmüşlerdir. Zira 5 Ağustos 1911’de kaleme alınan bir belgeden Viyana mekteplerine alınacak Türk öğrencilerin Avusturya-Macaristan Sefareti ve Başkonsolosluğunca seçildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte öğrencilere rehberlik etmek üzere sefaret tercümanlarından birinin nezaret etmesi kararlaştırılmıştır . 

3. Osmanlı Döneminde Türkiye’de Görev Yapan Avusturyalı Bilim Adamları ve Öğretmenler: 

Avusturyalı Dr. Lorenz Rigler , 1850’de İstanbul’a gelmiş, yaklaşık 10 yıl Mekteb-i Tıbbiye muallimi olarak çalışmıştır . Dr. Rigler’in 1856’ya kadar Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanede doktor olarak görevine devam ettiği belgelerden anlaşılmaktadır .
1857’de Avusturyalı François de Drigalsky, Tophane-i Amirede muallim olarak ; 1860’da Avusturyalı Frederik, Rumeli Ordu-yı Hümayun alayları mızıkalar muallimi olarak ; 1917’de Avusturya tebaasından Rudolf Efendi, Manisa Sultanisinde Almanca muallimi olarak görev yapmıştır . 

4. Türkiye Cumhuriyeti Döneminde Türkiye’de Görev Yapan Avusturyalı Bilim Adamları ve Öğretmenler: 

Ankara’da pek çok bakanlık, yönetim binası, Genel Kurmay Başkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi binalarının tasarımı ile görevlendirilen Prof. Dr. Clemens Holzmeister , 1927-1949 yılları arasında ağırlıklı olarak Türkiye’de çalışmıştır. Holzmeister, 1940-1949 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde öğretim üyeliği de yapmıştır. 
1946’da Avusturyalı fizikçi Prof. Dr. Erwin Schrödinger ’in Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Profesörü olarak çalıştığı anlaşılmaktadır . 
1948’de Avusturya uyruklu Prof. Dr. Eberan Von Oberhorst ’un İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesinde Motorlar Kürsüsü Profesörü olarak ; Prof. Dr. Paul Wittek ’in İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Orta Çağ Tarihi Profesörü olarak ; Prof. Dr. Heinz Horninger’in, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesinde Tasarı Geometri ve Resim dersleri öğretmeni olarak görevlendirildiğini  belgelerden anlamaktayız.
1949’da Avusturyalı Bohstsch Edeltraud, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde ; Felix Zawadsky, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Bölümünde Almanca okutmanı olarak ; Paul Hoffmann, Millî Eğitim teşkilatında ; Harald V. Goertz, Devlet Konservatuvarında öğretmen olarak  görevlendirilmiştir. 
1950’de Avusturya uyruklu Rudolf Olberth, İstanbul Teknik Üniversitesinde öğretim üyesi olarak ; Franz Kaulfersch, Ankara Erkek Teknik Öğretmen Okulu motor atölyesinde öğretmen olarak  göreve başlamıştır. 
1951’de Avusturyalı Walter Stoitzner’in Öğrenci Filmler Merkezinde görevli olarak ; İmmo Vogel ile Anton Cerny’in Ankara Teknik Öğretmen Okulunda öğretmen olarak  çalışmasına izin verilmiştir. 
1952’de Avusturyalı Ord. Prof. Dr. Franz Doppler’in, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesinde profesör olarak ; Paul Hoffmann’ın Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatında görevli olarak ; Avusturyalı Othmar Richard Pauker’in, İstanbul Sultanahmet Erkek Sanat Enstitüsü Matbaacılık Şubesinde öğretmen olarak ; Avusturyalı Ord. Prof. C. Holzmeister ’in, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde öğretim üyesi olarak  çalışmasına izin verilmiştir. 
Tiyatro ve sahne yönetmeni, dekor ve kostüm tasarımcısı Max Meinecke , 1952’de İstanbul Belediye Başkanlığı ve İstanbul Valiliğince Türkiye’ye çağrılmış, şehir tiyatrosu başrejisörlüğüne getirilmiştir. İstanbul Belediyesi Konservatuvarı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı kürsüsünde dersler vermiştir . 5/1474 sayılı kararla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde çalıştırılan Max Meinecke, 1.3.1962 tarihinden itibaren Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü uzmanı olarak  görev yapmıştır. Ankara’ya taşınan Meinecke, Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde, 1965’ten sonra da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Kürsüsünde sahne tekniği dersleri vermiştir. Meinecke, İstanbul ve Ankara’daki uygulama ve çalışmaları ile Türk tiyatrosuna önemli katkılarda bulunmuştur.
1953’te Avusturyalı Prof. Dr. Heinz Horninger, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Profesörü olarak ; Prof. Dr. Freundhaller , Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünde ve Sağırlar Okulunda öğretmen olarak ; Felix Zawadsky, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Okulunda okutman olarak ; Prof. Dr. Heribert Grubitsch, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde öğretim üyesi olarak ; Dr. Hochrainer, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesinde öğretim görevlisi olarak  görevlendirilmiştir. 

1954’te Avusturyalı Ord. Prof. Dr. Peter R. Hofstaetter, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak ; Prof. Dr. Josef Donat, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde öğretim üyesi olarak ; Prof. Dr. Kurt Lohwag, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Kürsüsünde öğretim üyesi olarak ; Avusturyalı Walter Stoitzner, İstanbul Üniversitesinde Film ve Fotoğraf alanında uzman olarak  göreve başlamıştır. 

1955’te Avusturya uyruklu Prof. Dr. Dapobert Frey’in, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak ; Paula Zavaroş’un, İstanbul Belediye Operası Stüdyosunda Şan uzmanı olarak ; Hans Şehneider ve Kurt Sehwertsık’ın İstanbul Konservatuvarı Koro Öğretmenliği ve Şehir Orkestrası Kornist uzmanı olarak ; Wayne Fulton’un, İstanbul Konservatuvarında öğretmen olarak  görev yapması onaylanmıştır. 
1956’da Avusturyalı Rudolf Klein ile Gottfried Marcus’un, Ankara Devlet Konservatuvarı Şan ve Opera dersleri öğretmeni olarak ; Ord. Prof. Dr. Ernst Bierbrauer’in, İstanbul Teknik Üniversitesinde öğretim üyesi olarak  görevlendirilmesi yapılmıştır. 
1957’de Avusturyalı Prof. Dr. Paul Urban’ın, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Enstitüsünde ordinaryüs profesör olarak ; Prof. Dr. Kurt Lohwag’in, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Botaniği Enstitüsünde öğretim üyesi olarak ; Rudolf Klein’in, Ankara Devlet Konservatuvarı öğretmeni olarak  göreve başlaması uygun görülmüştür. 
1959’da Avusturyalı Gottofried Unterberger, İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu Mobilya ve İç Mimarlık Bölümünde uzman olarak ; Dr. Herman Vary, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi Bölümünde uzman olarak  çalışmışlardır. 
1960’da Avusturyalı 3 kişinin İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Okulunda uzman olarak  çalışmasına izin verilmiştir. 
1961’de Avusturyalı Denis Kerr’in, Diyarbakır Kolejinde öğretmen olarak; Robert Bertram Devine’in, Samsun Kolejinde öğretmen olarak ; Sigrid Helga Babette Weiner’in, İstanbul Teknik Üniversitesi Yabancı Diller Okulunda Almanca uzmanı olarak  görev yapması uygun bulunmuştur. 
1962’de Avusturyalı Max Hellecker, İzmir Devlet Konservatuvarında öğretmen olarak ; Dr. Nikolaus Van Zadorlayk-Stetner, Ege Üniversitesinde uzman olarak ; Anton Lehmden, İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Okulunda görevli olarak ; Paula Zavaroş, İstanbul Belediyesi Şehir Operasında görevli olarak  çalışmaya başlamıştır. 
1963’te Avusturya tebaasından Paula Zavaroş’un, İstanbul Belediyesi Şehir Operasında görevli olarak ; Ord. Mot. M. W. Frodl’un, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde öğretim üyesi olarak  çalışmasına izin verilmiştir. 
1964’te Avusturyalı Elizabeth Berger, İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Okulunda Serbest Şekillendirme ve Serbest Resim Uzmanı olarak ; Dr. Harold Schweiger, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Genel Zooloji Kürsüsünde öğretim üyesi olarak  görevlendirilmiştir. 
1965’te Avusturyalı Dr. Wolf Dieter Münz’in, Ege Üniversitesi Fen Fakültesinde uzman olarak  çalışmasına izin verilmiştir. 
1966’da Avusturyalı Gustav Mistelbauer, Herwig Huber ve Maximilian Pechmann, Ankara ve İstanbul Otelcilik okullarında uzman olarak ; Ronald Charles Baddeley, İzmir Kolejinde öğretmen olarak ; Prof. Dr. Hermann Czetsch Lindenvald, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde öğretim üyesi olarak ; Dr. Helmut Slaby, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyasi İlimler Kürsüsünde okutman olarak  görevlendirilmişlerdir. 
1968’de İstanbul Belediyesi Şehir Operasında şan öğretmeni olarak çalıştırılan Avusturya uyruklu Paula Zavaroş'un çalışma süresi uzatılmıştır . Valentin Erben, Ankara Devlet Konservatuvarı Oda Müziği dersleri uzmanı olarak  görevlendirilmiştir. 
1969’da Avusturya uyruklu Gertraud Holzer, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Kürsüsünde doktor olarak ; Avusturya uyruklu Dr. Karl Zornig, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset İlmi Kürsüsünde öğretim üyesi olarak  görev yapmıştır. 
1970’te Avusturya uyruklu Erwin Lucius, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine Almanca okutmanı olarak ; Dr. Cristel Kristinus de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine Almanca okutmanı olarak  atanmıştır. 
1971’de Avusturya uyruklu Heinz Kristinus, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Almanca okutmanı olarak  çalışmaya başlamıştır. 
1973’te Avusturya uyruklu Cristel Kristinus’in, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde uzman olarak ; Dr. Erwin Lucius’in, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset İlmi Kürsüsünde sözleşmeli olarak ; Hans Erich Kasper’ın, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulunda sözleşmeli okutman olarak  görev yaptıklarını Başbakanlık Cumhuriyet Arşivlerindeki belgelerden öğrenmekteyiz. 

5. Avusturya’dan Türkiye’ye Eğitim Yardımları: 

1968’de Lizbon ve Avusturya'daki hayır cemiyetleri tarafından İstanbul'daki okullara yapılan bağışların her türlü vergiden muaf tutulması  ile ilgili bir belgeden, Avusturya’daki hayır cemiyetlerinin İstanbul’daki okullara yardım yaptığı anlaşılmaktadır.
1959’da Avusturya Maarif Vekili tarafından Selçuk Ortaokuluna bağışlanan malzemelerin gümrük vergisinden muaf tutulması  konulu belgeden anlaşıldığına göre Avusturya Millî Eğitim Bakanı, Türkiye’ye eğitim yardımında bulunmuştur.

6. Türk İşçi Göçü ve Türklerin Avusturya’daki Eğitimi: 

II. Dünya Savaşı yıllarında bütün Avrupa ülkeleri tahrip olmuş, ayrıca çalışıp üretecek nüfusun büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Savaştan çok kısa sonra toparlanan Avrupa ülkeleri, büyüyen ekonomilerinin iş gücü ihtiyaçlarını kendi imkânları ile karşılayamayacak duruma gelmişlerdir. Çalışacak nüfusları yeterli olmayınca iş gücü açıklarını başka ülkelerden geçici işçi davet ederek çözmeye çalışmışlardır. 

Avrupa ülkelerinin savaş sonrasında kalkınma sıçrayışları iş dünyasına yansımış, öncelikle komşu ülkelerden geçici işçi almaya başlamışlardır. Bu durum 1960’da Türkiye’ye de uzanmış, Almanya, Türkiye’den işçi talebinde bulunmuştur. İlk olarak 30 Ekim 1961’de Türkiye ile Federal Almanya arasında İş Gücü Anlaşması imzalanmıştır. 

Birkaç yıl sonra Türkiye’nin işçi gönderdiği ülkelere Avusturya da eklenmiştir. Türkiye, Almanya’dan sonra, ikinci olarak, 15 Mayıs 1964’te Avusturya ile “Avusturya’ya Türk İş Gücü Celbi ve Türk İşçilerinin Avusturya’da İstihdamına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti Arasındaki Anlaşma”yı imzalamıştır. Bu iş gücü anlaşmasından sonra 12 Ekim 1966’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti Arasında Sosyal Güvenlik Hakkında Anlaşma” ile aile fertleri de güven altına alınmıştır. 

Türk vatandaşlarının Avusturya’da eşit haklar elde etmesi, işçi gelirlerinin tatminkâr olması ve yaşam standartlarının yükselmesi ile birlikte Türkiye’den aile göçleri de başlamıştır. 
1973’te okul yaşındaki Türk çocuğu sayısı, tam bir istatistik yapılmamakla birlikte, Almanya’da 115.000, Belçika’da 3.500, Hollanda’da 2.500, İsveç’te 1.000, Fransa’da 1.000, Danimarka’da 200, Avusturya’da 150 olarak tahmin edilmiştir.
Uzun yıllar boyunca yurt dışında bulunan Türk çocuklarının eğitimi ihmal edilmiş; din bilgisi, Türk dili ve kültürü ile ilişkileri anne ve babanın şahsi gayretlerine emanet edilmiştir. Durum böyle iken Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından 1973’te ihtiyaçlar belirlenmiş, Türk işçisinin çalıştığı ülkelerde çeşitli sayılarda öğretmen gerekliliği belirtilmiş, Avusturya için ise Viyana bölgesinden başlamak üzere -şimdilik- bir öğretmen ihtiyacından bahsedilmiştir. 1973-1974 dönemi için 11-12 Haziran 1973’te Ortak Kültür Komisyonu ihtiyaçları karşılamak için toplanmış, sonraki yıllarda değerlendirmek üzere 205 öğretmen seçilmiş ve bu öğretmenlerin dil eğitimine tabi tutulması kararlaştırılmıştır . 
Avusturya’daki Türklerin sayısı konusunda kesin veriler bulunmamaktadır. Zira 1983 – 2005 yılları arasında Türk vatandaşlığından izinle Avusturya vatandaşlığına geçen Türklerin sayısı 111.300 olarak ifade edilse de Avusturya vatandaşlığına geçen Türk kökenlilerin sayısı tam olarak bilinememektedir. Bu durum dikkate alındığında (Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ve Avusturya Cumhuriyeti vatandaşlığı olan Türk asıllılar) Avusturya’da tahmini olarak 207.999 Türk’ün yaşadığını söylemek mümkündür. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2005-2006 yılı raporuna göre ise resmî olarak 113.635 Türk vatandaşı Avusturya’da yaşamaktadır. 
1973’ten 1991 yılına kadar Avusturya’da yaşayan Türk çocuklarının ana dili eğitimleri Millî Eğitim Bakanlığının görevlendirdiği öğretmenler tarafından Türkçe ve Türk Kültürü Dersi kapsamında yürütülmüştür.
Avusturya’ya eğitim sistemine dâhil olan (2004/2005 öğretim yılı) okul öncesinde 5.126, ilköğretimde 23.965, ortaöğretimde 4.616, yükseköğretimde 2.074, özel eğitimde 1.069 Türk çocuğu bulunmaktadır. Bunların 11.831’i Türkçe dersleri almaktadır. Türkçe dersleri ise mahallen görevlendirilen 122 öğretmen tarafından verilmektedir .
Avusturya Eğitim Bakanlığının belirlediği Ana Dilde Eğitim Programı çerçevesinde Türkçe, unverbindliche übung (bağlayıcı olmayan kurs) dersi adı altında öğretilmektedir. Okullarda Türkçe derslerinin verilebilmesi için velilerin izni ve isteği şarttır. Dönem başlarında veli, çocuğunun bu dersi almasını istediğini yazılı bir belge ile okul idaresine bildirir. Eyaletlere göre farklılık gösterse de başvuru sayısı 12 olduğu zaman bu dersler açılmaktadır. Dersler, haftada 1-2 saat verilmektedir. Derse katılım ve devam mecburi değildir, derslerde alınan notun karne puanında ve sınıf geçmede hiçbir etkisi yoktur. Dersler öğleden sonra okul ders saati dışında yapılmaktadır. Sınıflar yaş ve seviye farkı gözetilmeksizin oluşturulmaktadır .

1991 yılından günümüze kadar Avusturya’daki Türk çocuklarının ana dili eğitimleri mahallen görevlendirilen öğretmenler tarafından verilmektedir. Derslere gelen öğrencilerin farklı yaş ve seviyelerde oluşu, ders saatinin yetersizliği, ders araç ve gereçlerinin hazırlanmaması, ölçme ve değerlendirme nin yapılmayışı, öğrencilerin umursamazlığı gibi nedenlerden dolayı Avusturya’da yaşayan Türk çocuklarının eğitimi kaderine terk edilmiş görünmektedir. 
2005 yılı rakamlarına göre Avusturya’da yaklaşık 30 bin Türk çocuğu eğitim öğretim görmektedir. Çeşitli eğitim kademelerinde okuyan Türk çocuklarının çok sayıda eğitim öğretim sorunu, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığının gayretlerine rağmen , çözülmeyi beklemektedir. 

Sonuç: 

Osmanlı Devleti Döneminde Avusturya’dan gelen az sayıda bilim adamı çeşitli kurumlarda hizmet vermişlerdir. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki serbestlikten Avusturyalılar da yararlanmış, ülkenin çeşitli yerlerinde ve çeşitli kademelerde 15 okul açmışlardır. 
Türkiye (Osmanlı Devleti) ve Avusturya (Avusturya-Macaristan İmparatorluğu) I. Dünya Savaşı sırasında İttifak Devletleri arasında yer almış, müttefik devletler olarak aynı acı kaderi paylaşmışlardır. 
10 Aralık 1923’te Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Hükümeti arasında Ankara'da “Dostluk Antlaşması” imzalanmıştır. Bu Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı ilk antlaşmadır. Avusturya Cumhuriyeti, yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni destekleyen ilk dost ülke olması bakımından Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir. 
Avusturya Lisesi, yaklaşık 130 yıllık bir eğitim kurumu olarak Avusturya-Türkiye ilişkilerinde bir köprü görevi yapmıştır. Bu okuldan mezun olanlar arasında Türkiye Cumhuriyeti eski başbakanlarından Mesut Yılmaz ve günümüz Avusturya Parlamentosu Milletvekili Alev Korun da bulunmaktadır. 
Pek çok alanda uzmanlaşmış çok sayıda Avusturyalı bilim adamı ve öğretmenin Türkiye Cumhuriyeti’nin çeşitli eğitim kurumlarında çalıştığı; Türk millî eğitimine, bilime ve Türklük bilimine önemli katkıları olduğu görülmektedir. 
Bunlar içerisinde Paul Wittek gibi Türk dili, tarihi ve kültürü alanında, Clemens Holzmeister gibi mimarlık alanında uzmanlaşmış bilim adamlarının da bulunması gerçekten üzerinde durulması gereken bir konudur. 

Avusturya hükümetlerinin çeşitli zamanlarda az da olsa Türkiye’deki okullara yardım gönderdiği Başbakanlık Cumhuriyet Arşivlerindeki belgelerden anlaşılmaktadır. 

15 Mayıs 1964’te Avusturya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında “Avusturya’ya Türk İş Gücü Celbi ve Türk İşçilerinin Avusturya’da İstihdamına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti Arasındaki Anlaşma” imzalanmıştır. 

Bu anlaşma çerçevesinde ve değişik yollardan Türkiye’den Avusturya’ya işçiler gitmeye başlamıştır. 12 Ekim 1966’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti Arasında Sosyal Güvenlik Hakkında Anlaşma” ile işçilerin aile fertleri Avusturya’ya göçmeye başlamıştır. 2011’de Avusturya’daki Türk nüfusu 220 bine yaklaşmıştır. 

Günümüzde yaklaşık 30 bin Türk çocuğu Avusturya okullarında eğitim ve öğretimine, her aşaması sorunlu olarak, devam etmekte ve iki devletin mutabakatıyla sorunların çözülmesini beklemektedirler. 


***

Atatürk Muhalifini boğarak Öldürdüler..

Atatürk Muhalifini boğarak Öldürdüler..



   Karadeniz açıklarında 'Komünist Mustafa Suphi' ile 14 arkadaşını öldüren Kahya Yahya'yı, iddialara göre Atatürk'ün koruması Giresunlu Topal Osman Ağa infaz etmişti. 
Kahya cinayetini Meclis'te sürekli gündeme getiren ve Hilafet kurumunun kaldırılmasına karşı çıkarak Mustafa Kemal'le sert tartışmalara girişen 
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey de Ankara'da Topal Osman'ın evinde boğularak öldürüldü. 
Halk Partisi'ne zor anlar yaşatan Ali Şükrü'nün katli, Meclis'te kıyameti kopardı Çok geçmeden 'cinayetin bir numaralı şüphelisi' Topal Osman Ağa, Meclis Muhafız Taburu'nun operasyonuyla öldürüldü. Canlı olarak yakalanması beklenen Osman Ağa, yaralı olarak ele geçirildiği çatışmanın ardından başı kesilerek infaz edilmişti. Böylece kısa bir sürede hem Ali Şükrü hem de Topal Osman ortadan kaldırılmıştı. 

O gece Çankaya'daki Papazın Bağı'nda neler olduğu hâlâ gizemini koruyor

  _  Ali Şükrü Bey'in cesedi, öldürüldükten iki gün sonra toprağa gömülü halde bulundu. Cenazesi memleketi Trabzon'a gözyaşlarıyla uğurlandı.

  _  Cumhuriyetin ilan edilmesinden yedi ay kadar önce Trabzon Mebusu Ali Şükrü'nün öldürülmesi hem Trabzon'da hem Ankara'da infiale sebep oldu. 
Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal Paşa'ya Meclis'te en sert şekilde muhalefet eden isimlerden biriydi. 'Yahya Kahya Olayı'nı da kurcalayıp duruyordu. 
Tam da bu sırada ortadan kaybolması ve iki gün sonra cesedinin bulunması cinayetin bu nedenle işlendiği kanaati veriyordu.

Yahya Kahya'nın Topal Osman tarafından öldürtüldüğüne dair şayialar, bu cinayeti aydınlatmak isteyen Ali Şükrü'yü hedef haline getirmişti. 
Bu yüzden Ali Şükrü cinayetinin baş şüphelisi de Mustafa Kemal Paşa'nın sadık muhafızlarından 'Giresun Gönüllüler Taburu'nun kumandanı Topal Osman idi.

Bir diğer görüşe göre Ali Şükrü'nün Mustafa Kemal Paşa'ya muhalefet etmesi Topal Osman'ı çileden çıkarıyordu. 
Paşa'yı canından çok seven Topal Osman bu durumu hazmedemiyordu. Yani Osman Ağa'nın hisleri galeyana gelmişti.

CESEDİN ÜZERİNDE DELİL BIRAKMIŞLAR!

Soruşturmayı yürütenler Topal Osman'ın en yakın adamlarından Mustafa Kaptan'ın ağzını yoklamışlardı. Mustafa Kaptan, Ali Şükrü Bey'in ortadan 
kaybolduğu gün Topal Osman'ın evinde misafir olduğunu itiraf etmişti. Mustafa Kaptan'ın tutuklandığını öğrenen Topal Osman ortadan kaybolmuştu. 
Böylece bütün şüpheleri üstüne çekmişti. Bu arada Çankaya civarında Ali Şükrü Bey'in cesedini arama çabaları başlatılmıştı. 
Bir çukurda gömülü bulunan cesedinde Topal Osman'ın evinde öldürüldüğünü gösteren emareler yer alıyordu. 
Nedense cesedin üzerinde delil bırakmışlardı! Ali Şükrü Bey'in tırnaklarının arasında, Topal Osman'ın evindeki sandalyenin hasır parçaları vardı. 
Ali Şükrü'nün sandalye üzerinde boğularak öldürülmesi sırasında katillerle boğuştuğu anlaşılıyordu.

KATİLİN YAKALANACAĞINA KİMSE İNANMIYORDU

Bir ara Trabzon'da da çalışan İstihbarat memurlarından tarihçi Feridun Kandemir, Yahya Kahya'nın Topal Osman tarafından katlettirildiğini, Ali Şükrü Bey'in de Meclis'te bu işi kurcaladığını belirterek, "Topal Osman'ı bu cinayete sevkeden sebeplerden en mühimi de keşfedilir gibi olunca, artık, şüpheler kesinleşerek kat'i kanaat haline gelmiş gibiydi" der. Heyet-i Vekiliye Reisi (Başbakan) Rauf Orbay Meclis'te katillerin en kısa sürede yakalanacağını söylüyordu. Trabzon mebusları Rauf Bey'in vaadini şüpheyle karşılıyorlar, "Fena misaller var. Onun için endişedeyiz" diyorlardı. 
Mebuslar, Yahya Kahya olayına dikkat çekiyor, hükümetin kışlanın yakınında güpegündüz üç yüz kurşun atılmak suretiyle yapılan suikastin faillerini 
yakalayamadığını vurgulayarak "Hâlâ bekliyoruz ve kimbilir daha ne kadar bekleyeceğiz" şeklinde konuşuyorlardı. (Bu şekilde konuşan mebuslardan 
Ziya Hurşit 3 yıl kadar sonra Atatürk'e suikast tertip ettiği için idam edilecekti. 

İlginçtir, Yahya Kahya ve Ali Şükrü Bey meselesinde Trabzon ve Lazistan mebusları tarafından tazyik edilen ve eleştirilen Rauf Bey de 1926'da 
Ziya Hurşit ile aynı davadan yargılanarak gıyabında on yıl kürek cezasına çarptırılacaktı.)

"BAŞARAMAZSAK ANKARA KALMAZ"

Rauf Orbay, Ali Şükrü'nün Topal Osman tarafından öldürtüldüğünün anlaşıldığını Mustafa Kemal Paşa'ya bildirmişti. Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa'yı da hayati tehlikede olduğu zannıyla eşi Latife Hanım'la birlikte Çankaya Köşkü'nden Ankara İstasyonu'na güvenlik içinde ulaştırmıştı. Gerçekten de Topal Osman harcanmak istediği kuşkusuyla fırsat bulduğu bir sırada Köşkü taciz etmişti. Topal Osman'ın 150 kadar silahlı adamı vardı ve o günkü şartlarda bu durum büyük bir tehlike arzediyordu. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey'e "Topal Osman'ı nasıl yakalayacaksınız" diye sormuştu. Rauf Bey, "Meclis Muhafız Kıtası ile" dediğinde Mustafa Kemal Paşa endişesini şöyle dile getirmişti:

"Meclis Muhafız Kıtası'nda Topal Osman'la gelmiş Karadenizliler var. Bunlar birbirilerine ateş etmezlerse ne sen, ne ben, ne Ankara. Bir şey kalmaz."

Bu diyalogun devamını Rauf Bey'in anılarından izleyelim:

"Ankara'da bu Muhafız Kıtası'ndan başka asker denilebilecek bir şey yoktu. Jandarmaların çoğu cephede bulunuyordu. Şu halde ne yapacaktık? 
Cinayet işlediği tahakkuk eden bir insanın Ankara sokaklarında kollarını sallaya sallaya gezmesine göz yummak! Bu benim harcım değildi. 
Sonra bir de Meclis vardı. 48 saattir 'bulun, adaleti yerine getirin' diye feryat eden bir Meclis... Bütün bunları düşünerek Mustafa Kemal Paşa'ya, 'Suçluyu yakalamak muhakkak lazım. Eğer Başkumandan sıfatı ile ve herhangi bir mülahaza ile, sizce buna lüzum görülmüyorsa, benim yarın bunu Meclis'e anlatmam icap edecektir."

Mustafa Kemal Paşa zaten Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı Tekçe'yi yanına çağırmıştı. 
Tekçe'ye "Ölü veya diri, behemehal Topal Osman'ı hükümete teslim edeceksin" diye emir verdi.

KELLESİNİ BİLE UÇURMUŞLAR!

Topal Osman'ın Çankaya civarında 'Papazın Bağı' denilen yerdeki bir evde olduğu öğrenilmişti.
Tekçe ve adamları Çankaya'yı, Papazın Bağı'nı kuşattılar..
General Tekçe anılarında durumu şöyle anlatır:

"Çember daralırken Topal Osman'ın müfrezesinden üzerimize ateş edildi. Bir erim şehit oldu. Bunun üzerine çarpışmaya başladık. Şafak attığı zaman biz 
hâlâ vuruşuyorduk. Öğleden evvel çatışma bitti. Topal Osman'ın kuvvetleri bertaraf edilmişti. Topal Osman da yaylım ateşinde vurulmuştu. 
Kalanları topladım, ölüleri de orada gömdürdüm. Teslim aldıklarımı istasyona getirdim ve durumu Atatürk'e arzettim. 'Teslim aldıklarını derhal terhis 
et ve memleketlerine gönder' dedi. Bu mesele de böylece kapandı."

Topal Osman ve 12 adamı ölmüştü.

Mebusların Topal Osman'ın Meclis kapısı önünde asılarak teşhir edilmesi için verdikleri teklif kabul edilmişti. Topal Osman'ın cesedi gömüldüğü yerden 
çıkarılarak mebusların bu isteği yerine getirilmişti.

Feridun Kandemir o anı şöyle anlatır:

"Fakat ceset başsızdı. Hatta Topal Osman'ın mutlaka diri getirilmesini istemiş olan bazı mebuslara, bunu gösteren vekiller gülümseyerek, 'Diri istiyordunuz. 
Ölmüş adam nasıl diri getirilir. Baksanıza kellesini bile uçurmuşlar!' diyorlardı." (Bak: Feridun Kandemir, Cumhuriyet Devrinde Siyasi Cinayetler)

Ali Şükrü Bey'in katili (aslında şüphelisi) ölü olarak ele geçirilmişti. Topal Osman, Ali Şükrü Bey'in katili olarak tescil edilmişti.

"Yahya Kahya'yı ben infaz ettim!"

Topal Osman bildiklerini anlatamadan, kendisini yargı önünde savunamadan can vermişti. Böylece 'Yahya Kahya ve Ali Şükrü cinayetleri' üzerinde kalmış oluyordu.

Ali Şükrü-Topal Osman olayı uzun yıllar irdelenemedi. Yakınları Atatürk'ün sadık muhafızı Topal Osman'ın, Yahya Kahya'nın da Ali Şükrü'nün de katledilmesinde 
dahli olmadığına inanıyorlar. Zaten Atatürk de Topal Osman'ın Ali Şükrü Bey'in katili olduğuna inanmıyor, ondan 'şüpheli' diye söz ediyordu. 
Bu yüzden Osman Ağa'nın kabrinin daha iyi bir yere taşınmasını sağlamış, yakınlarını da koruyup gözetmişti.

Topal Osman'ın adamlarını idam edilmekten alıkoyan da, Mustafa Kaptan'ın sivil mahkeme yerine askeri mahkemede yargılanarak hapis cezasıyla kurtulmasını 
sağlayan da Mustafa Kemal Paşa'ydı. Topal Osman'ın ve Mustafa Kaptan'ın yakınlarının iddialarıydı bunlar.

Topal Osman hakkında bir kitap yazan Teoman Alparslan'a göre ise Ali Şükrü Bey'i öldürten İsmail Hakkı Tekçe idi. Yaralı haldeyken konuşmaması için 
Osman Ağa'yı da Meclis Muhafız Kıtası Kumandanı Tekçe öldürmüştü.

Yahya Kahya'yı kimin öldürdüğü, 55 yıl sonra anlaşılmıştı. General Tekçe'nin ölümünden iki yıl sonra, 1977'de 'Günaydın' gazetesinde yayımlanan anılarında 
olayın hakikati gün ışığına çıkıyordu. Tekçe anılarında bakın ne diyor:

"Tümen komutan Sami Sabit Bey, Trabzon'a hâkim olarak sükunu sağladıktan sonra Kâhya'yı tutuklayarak Sivas'a göndermiş, fakat Kâhya türlü tesirler altında serbest bırakılmış, tekrar Trabzon'a dönmüştü. Bir süre burada uslu uslu duran Kâhya, yeniden eski oyunlara kalkınca, Giresunlu Osman Ağa'nın iki fedaisini yanıma alarak onun da hesabının görülmesi bana düştü. Trabzon'a ani gelişim tümen komutanını şaşırtmıştı.

Beni çağırarak ne için geldiğimi sordular. Biraz deniz havası almak, eski birliğimle ilişkimi kesmek üzere geldiğimi söyledim. 

İnanır göründüler. 

Ben ise Yahya Kâhya'yı inceliyor ve takip ediyordum. Adamlarım Polathane'de (Akçaabat) benim talimatımı bekliyorlardı. 
Nihayet Soğuksu'ya gidip geldiğini tespit ederek adamlarımla pusu kurup işini bitirdik. 
Sami Sabit Bey, yayımladığı küçük eserinde adımı vermeyerek bir üsteğmen ve iki Giresunludan bahseder, olaydan sonra ortadan kaybolmamıza hayret ettiğini açıklar."

Mahkemenin beraat ettirdiği Yahya Kahya, yargı kararına dayanmaksızın infaz edilmişti. Mustafa Kemal Paşa'yı ve Meclis'i korumakla görevli Meclis Muhafız 
Taburu'ndan genç bir subayın Trabzon'daki Yahya Kahya'nın vücudunun ortadan kaldırılmasıyla görevlendirilmesi ilginçtir.

Tekçe, 1920'de Ardahan'da üsteğmen rütbesinde 8. Alay 2. Bölük Komutanı iken, Tümen Kumandanı Deli Halit Paşa tarafından Ankara'ya, Mustafa Kemal Paşa'nın yanına 'refakat subayı' olarak gönderilmişti. (Ardahan Mebusu Deli Halit Paşa da 1925'de Meclis'te çıkan bir kavgada Afyon Mebusu Ali Çetinkaya tarafından vurularak öldürülecekti.)

Mart 1920'de alayla ilişkisini keserek Ardahan'dan ayrılan Tekçe, nisan ortaların da Ankara'ya gelmişti. 3 ay Muhafız Alayı'nda Takım Komutanlığı, 1,5 yıl da Muhafız Tabur Komutan Vekilliği yapmıştı. 1922-1927 yılları arasında Muhafız Alayı'nda Tabur Komutanı olarak görev yapan Tekçe 1939 yılına kadar Muhafız Alay Kumandanlığı görevinde bulunmuştu. Kahya öldürüldüğünde Tekçe ya Tabur Komutan Vekili yahut Tabur Komutanı idi. Yahya Kahya'nın ortadan kaldırılması hususunda kendi başına karar vermesi mümkün olmadığına göre kim, kimler görevlendirmişti Tekçe'yi?

Acaba Topal Osman sağ yakalansaydı Yahya Kahya ve Ali Şükrü Bey cinayetlerinin ardındaki giz perdesini aralayacak mıydı, onu da bilemiyoruz.

Şimdi bile bu cinayetler 'karanlıkta kalmış olaylar' arasında yer almaya devam ediyor.

İdam fetvasını eliyle imzaladı

1923'te TBMM'de 'Zabıt Katipliği' yapan Mahir İz Hoca anılarında Ali Şükrü Bey'in başta Hilafetin kaldırılması olmak üzere pek çok konuda 'Halk Fırkası' grubuna şiddetle muhalefet ettiği için dikkatleri üzerine çektiğini belirtir. Ali Şükrü Bey'e göre İslam alemi tekmil ruhuyla, vicdaniyle Makam-ı Hilafete bağlıydı ve bu kuvveti ihmal etmek adeta bir hiyanet-i vataniye idi. İşte İngilizler öteden beri bu büyük kuvveti parçalamak istiyorlardı. 
Hilafetin kaldırılmasına ilişkin teklifin aleyhinde ateşli bir konuşma yapan Ali Şükrü Bey'i belinden tutan Başbakan Rauf Bey, "Şükrü! Yeter, yeter! 
Şükrü artık söz alma" demişti. Şükrü Bey ise "Rauf! Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı!" diyerek karşılık vermişti. Mahir İz Hoca şöyle devam ediyordu: 
"O sırada ben, Zabıt Müdüri Zeki Bey'e 'Ali Şükrü bey bu gece idam fetvasını eliyle imza etti' dedim. Nitekim o sözüm de çıktı." Mahir Hoca, Topal Osman ve adamlarının başına uyruk icraatlarıyla Ankara'da rahatsızlık meydana getirdiğinden bahisle şunları da söylemiştir:

"Bu çete (Topal Osman ve adamları), şehirde nizam ve intizamı, hem de nizamiye askeri kışlasında askeri disiplini bozacak tavırlar takınmaya başladı. 
Elbette bu gayr-i tabii hâl devam edemezdi. Galiba 'Bir taşla iki kuş vurulsun' diye Ali Şükrü Bey'in izale-i vücut Topal Osman'a havale edildi.

" Mahir Hoca'ya göre böylece hem Ali Şükrü Bey, hem de Topal Osman ortadan kaldırılmıştı. Bir ölçüde doğruydu bu tespit ama aynı zamanda 
Yahya Kahya Cinayeti'nin arkasındaki giz perdesini aralayabilecek iki isim berhava edilmiş oluyordu.

Topal Osman'ın teslim olmak yerine adamlarıyla birlikte ölümüne direniş göstermesi bir tuzağa düşürüldüğü kanısı uyandırıyor insanda. Kanımca 
Topal Osman içinden sağ çıkamayacağı bir kapana kısıldığının farkındaydı. Güya Topal Osman, "Gazi'yi ortadan kaldıracaklar, vurun aslanlarım" diyerek adamlarını çatışmaya sevk etmişti. Bu yüzden ölümüne çatışmışlardı. 

O gün Papazın Bağı'nda gerçekte nelerin yaşandığını tam olarak bilmiyoruz. 
Tekçe'nin işi, Topal Osman'ın kafasını vücudundan ayırmaya kadar götürmesindeki saikler de merak konusu.

Öte yandan Mustafa Kaptan'ın askeri rütbe verilmiş bir milis olmasına rağmen sivil hapishane yerine askeri cezaevine gönderilmesi de dikkat çekici bulunmuştur. 
Hatta bir kısım mebuslar, bu rütbe verme ve askeri cezaevi işini de şiddetle eleştirmişlerdi. Cumhuriyetin ilanına az bir vakit kalmıştı ve Ankara'da tuhaf 
işler oluyordu.

YARIN: Menderes'i Devirmek isteyen cuntacıların kışkırtma sloganı: 
" Nerede Enver'ler, nerede Niyazi'ler, ne Güne duruyorsunuz!"


http://www.yenisafak.com.tr/diziler/ataturk-muhalifini-bogarak-oldurduler-352623

***

26 Eylül 2019 Perşembe

SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI ANALİZ BÖLÜM 3

SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI ANALİZ BÖLÜM 3



ABD’NİN ESED REJİMİNE UYGULADIĞI YAPTIRIMLAR

ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları ilk olarak 2004’te ABD Hazine Bakanlığı Varlıklar Kontrol Ofisi tarafından uygulanmıştır. Bu yaptırımlar temelde Lübnan’ın işgali, kitle imha silahlarına yönelik artan yatırımlar, ABD’nin ve uluslararası girişimlerin Irak politikalarına ters düşen adımlar sonrasında uygulanmaya başlamıştır. 2011 sonrasında Esed rejiminin halka uyguladığı şiddet ve insan haklarının ihlali gerekçeleriyle süregelen yaptırımlara başkanlık kararnameleriyle yenileri de eklenmiştir.72 
Mevcut Suriye yaptırımları Suriye rejiminin tüm mülkiyet ve menfaatlerini hedef almaktadır. Ek olarak özellikle belirtilen kişilerin mal ve mülklerini bloke etmektedir. 
Dahası hazine bakanı ve dışişleri bakanıyla istişare edilerek belirlenen yabancı kişilerle yapılacak herhangi bir ticari faaliyeti de yasaklamaktadır. 13582 nolu başkanlık kararnamesine bakıldığı zaman bu yasaklara ilişkin detaylar görülmektedir:73 Suriye’ye ABD’den doğrudan veya dolaylı olarak ihracat, satış veya herhangi bir hizmet sağlanması, ABD’ye Suriye menşeli petrol veya petrol ürünleri ithalatı yapılması, Suriye’de ABD vatandaşı bir kişi tarafından yeni yatırım yapılması, Suriye menşeli petrol veya petrolle ilişkili herhangi bir ticari işlem yapılması veya anlaşma gerçekleştirilmesi, Amerikalı veya ABD’de bulunan yaptırıma tabii bir yabancı ile yapılacak herhangi bir ticari işlemin onaylanması, finansman sağlanması veya kolaylaştırılması bu kararname kapsamında yasaklanmıştır.

Bunların yanı sıra ABD Hazine Bakanlığı Varlıklar Kontrol Ofisi 20 Kasım 2018’de yayımladığı bildirgede Suriye’ye petrol nakliyatının sağlandığı ve yaptırımların tehlikede olduğunu açıklamıştır.74 Ayrıca bu belgeye göre Suriye rejimine petrol ihracatı yapan veya bu ticareti kolaylaştıran devlet kurumları dahil her kim olursa olsun (istisnaya tabii tutulanlar hariç) sert bir şekilde yaptırımların hedefi olacaktır. 
Akdeniz üzerinden rejime örtülü olarak yapılan petrol sevkiyatı ve bu sevkiyatın gerçekleştirildiği yöntemler üzerinde durulan önemli hususlar arasındadır.

Ek olarak aynı belgede İran menşeli ham petrol satın alan ve bu ticarete dahil olanların da yaptırımların hedefi olmaya devam edeceği belirtilmiştir.
25 Mart 2019’da VKO’nun yayımladığı son belge ise hem İran75 hem de Suriye rejimine olan petrol sevkiyatını konu edinmiştir. Bu belgede İran ve Esed rejimi arasındaki petrol ticareti resmi olarak da ortaya konulmuştur. Aynı belgenin kapsamında İran ve Esed rejimine yönelik yaptırımlar daha da sertleştirilmiş ve agresif bir şekilde devam edeceği belirtilmiştir. Ayrıca içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu yaptırımların uygulanmasında istisna tutulan ülkelerin muafiyeti de bu kapsamda kaldırılmıştır. Petrol sevkiyatını temel alan bu yaptırımlar enerji kaynakları bakımından sıkıntı yaşayan Esed rejimine ciddi zorluklar yaşatmıştır.

SONUÇ

Esed rejimi ülkenin doğal kaynaklarının büyük kısmını kaybetmesi nedeniyle büyük bir meydan okuma karşısındadır. SDG/YPG’nin ülkenin enerji kaynaklarının dörtte üçüne hakim olması, İran’a ve rejime ABD tarafından uygulanan yaptırımlar rejimi ciddi enerji sıkıntısı içerisine sokmakta ve arz güvenliğini tehdit etmektedir.
ABD’nin rejimi izole etme politikası artan yaptırımlar sonrasında daha da görünür hale gelmiştir. Esed rejiminin –yakıt arzını sağlayamadığından
ötürü– mobilizasyon ve savaş gücü peyderpey düşmekte, ülkede günlük yaşam ciddi şekilde olumsuz etkilenmektedir. Sahadaki kaynaklar Şam’da ciddi akaryakıt sıkıntısı yaşandığını, ambulansların dahi hareket edemediklerini aktarmaktadır.76 
Mayıs’ın son haftalarında uzun bir aradan sonra ilk defa birisi İran’dan olmak üzere bölgeye iki tanker petrol sevkiyatı sağlanmıştır.77

Bu tankerler kısa süreli de olsa bir rahatlama sağlamış ancak kısıtlı ikame opsiyonlarını göz önüne alındığında kalıcı arz güvenliğinin sağlanması
oldukça zor olacaktır. Rusya bu bağlamda rejime verdiği destek itibarıyla ithalat yapılabilecek ilk ülke olarak öne çıkmaktadır. Rusya’nın bu bağlamda ABD yaptırımlarına takılmadan İran petrollerinin Suriye’ye gönderilmesine aracılık ettiği de iddia edilmektedir. Diğer bir seçenek de rejimin diğer bölge müttefiki, ABD yaptırımlarının odağındaki İran’dır. İran ve Esed rejimi arasındaki petrol ticaretinin miktarı (yukarıda açıklandığı üzere) rejim için ciddi bir önem arz etmektedir. Son dönemdeki yaptırımlardan dolayı sevkiyat yollarının kesilmesi aradaki ticaret hacmini oldukça düşürmüştür. Bu nedenle İran bölgeye sevkiyat gerçekleştirebileceği alternatif rotalar arayışındadır. Nitekim İran ile Şubat’ta
yapılan anlaşma çerçevesinde IKBY üzerinden Suriye’ye ürün gönderimi kolaylaştırılmıştır.

Ancak ilgili anlaşma enerji petrol ihracatını kapsamamaktadır. Rejimin ayrıca Lübnan ve Irak üzerinden de düşük miktarlarda petrol tedarik etmeye çalıştığı görülmektedir. En nihayetinde bu alternatiflerin hiçbirisi uzun soluklu arz güvenliği getirmeyecektir.

ABD Suriye sahasında SDG/YPG ile kurduğu angajman üzerinden ülkenin doğal kaynaklarının önemli bir kısmını kontrol edecek şekilde nüfuz alanı oluşturmuş, kaynaklar üzerindeki kontrolünü ise rejimin yanı sıra Türkiye, Rusya ve İran’a karşı da elini güçlendirmek için bir koz olarak kullanma çabasındadır. Her ne kadar ABD Başkanı Trump Suriye’den Amerikan askerlerini çekme konusunda bir karar almış olsa da CENTCOM başta olmak üzere Suriye siyasetinde etkili devlet kurumları ABD askerinin bölgeden çıkmasına karşı bir pozisyon alarak Trump’ın ilgili kararını esnetmiş görünmektedir.

Türkiye ile ABD arasında Fırat’ın doğusunda oluşturulacak bir güvenli bölge üzerine görüşmeler devam etmektedir. SDG/YPG halihazırda Suriye’nin doğal kaynakları üzerindeki hakimiyetini korursa devlet dışı bir aktör olmasına rağmen iktisadi ve stratejik açısından önemli bir avantaj elde ederek yaklaşık 10 milyar dolarlık bir gelir potansiyeline sahip olacaktır. Fırat’ın doğusunda sözde “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi”nin bu kaynaklar ve potansiyel geliri üzerinden Irak’taki IKBY’ye benzer bir şekilde hayat alanı bulma arayışı içerisine girdiği anlaşılmaktadır.

Bu noktada İsrail’in de son dönemde devreye girdiği görülmektedir. 

İsrailli iş adamlarının Suriye Demokratik Konseyi ile yakın diyalogları ve YPG’nin petrol ticaretine sağladıkları katkılar bu durumu doğrular niteliktedir.

< Esed rejimi ülkenin doğal kaynaklarının büyük kısmını kaybetmesi nedeniyle büyük bir meydan okuma karşısındadır. >

Suriye rejimi mevcut askeri denklemde Rusya ve İran’ın desteğiyle muhaliflere karşı üstünlük elde etmiş olsa da ülkedeki doğal kaynakların kontrolünü kaybetmiş olduğundan sürdürülebilir bir ekopolitik düzen kurabilmesi mümkün görünmemektedir.
Rejimin ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusuna yönelik kapsamlı bir askeri harekat düzenleyerek doğal kaynaklar üzerindeki kontrolü sağlaması ise gerçekçi değildir. Yine Türkiye’nin Suriyeli muhaliflerle birlikte Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye paralel bir şekilde oluşturacağı olası bir güvenli bölgede her ne kadar YPG’yi hedef alacak olsa da rejim açısından olumlu bir sonuç doğurmayacaktır.

Halbuki Astana süreci kapsamında muhalifleri merkezi hükümete entegre edecek bir siyasal çözümün hayata geçirilmesi, ABD’yi de baskı altına alarak Suriye toprak bütünlüğünü koruyacak şekilde Fırat’ın doğusundaki SDG/YPG varlığını elimine edecek bir çözüm üretebilecektir.
Aksi halde Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması tehdit altındayken Şam yönetiminin kendi ayaklarının üstünde kalabilmesi zor görünmektedir.
Ancak Esed rejiminin siyasal bir çözüme istekli olmadığı da anlaşılmaktadır.

SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI,

MEHMET ÇAĞATAY GÜLER, 
CAN ACUN
SETA / ANALiZ

Suriye sahasında aktörlerin güç mücadelesinin en belirleyici unsurlarından birisi doğal kaynakların kontrolü olmuştur. Her ne kadar Esed rejimi Rusya ve
İran’ın desteğiyle muhalifleri askeri olarak yenilgiye uğratarak İdlib ve mücavirine sıkıştırmış olsa da ülkenin doğal kaynaklarının yaklaşık dörtte üçü ABD desteğinde PKK’nın Suriye yapılanması olan SDG/YPG’nin kontrolüne geçmiştir.
SDG/YPG halihazırda Suriye’nin yüzde 30’unu oluşturan yaklaşık 50 bin km2’lik bir alanı kontrol etmektedir. Suriye’nin sulanabilir alanlarının yüzde
50’si, enerji kaynaklarının yüzde 70’i ve su potansiyelinin yüzde 95’i YPG terör örgütünün kontrolü altındaki bölgelerde bulunmaktadır. Suriye vatandaşları
temel ihtiyaçları olan tatlı su, gıda, enerji ve diğer ilgili ürünlere yeterli erişim sağlayamamaktadır. Esed rejimi ise ülkedeki doğal kaynakları kontrol edemediğinden enerji, su ve gıda arz güvenliğini tahkim edememekte ve dış desteğe ihtiyaç duymaktadır. ABD’nin İran’a ve rejime uyguladığı yaptırımlar enerji arz güvenliğini daha fazla tehdit etmektedir.
Esed rejimi girdiği enerji arz sıkıntısından dolayı ülke bütünlüğünün önündeki en büyük tehdit olan YPG ile angajmanlar kurarak petrol temin etmeye çalışmaktadır.
Ayrıca YPG güçleri yalnızca rejimle değil birçok farklı bölgesel ve küresel güçle de benzer ticari ağlar kurmaktadır.
Bu analiz YPG’nin kontrol ettiği enerji ve su kaynaklarının jeopolitik önemini ortaya koymakta ve bu kaynaklar vasıtasıyla gerçekleştirilen ticari faaliyetleri
ele almaktadır. Bu bağlamda ilk olarak Suriye’nin enerji kaynakları kapsamlı şekilde değerlendirilmektedir. Sonrasında YPG’nin rejimle kurduğu kirli petrol
ticaret ağları ve İran-Irak-İsrail ekseninde gerçekleştirilen enerji ticaretleri incelenmektedir.
Son olarak da ABD’nin Esed rejimine uyguladığı yaptırımlara yer verilerek analiz sonuçlandırılmaktadır.

MEHMET ÇAĞATAY GÜLER, 
CAN ACUN
SURİYE’DE DOĞAL KAYNAKLAR SAVAŞI ANALİZ
www.setav.org


DİPNOTLAR;

1. “Syrian Arab Republic: Indicators for 2010”, International Energy Agecy, 
www.iea.org/classicstats/statisticssearch/report/?country=SYRIA&product=indicators&year=2010,    (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
2. Raporda kullanılan tüm kaynaklar referans alınarak yazarlar tarafından hazırlanmıştır.
3. “Crude Oil Proved Reserves 2010”, U.S Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
www.eia.gov/beta/international/rankings/#?prodact=57-6&cy=2010&pid=57&aid=6&tl_id=6-A&tl_type=a, (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
4. “Syrian Arab Republic/Fossil Fuel Energy Consumption”, The WorldBank Indicator, data.worldbank.org/indicator/EG.USE.COMM.FO.ZS?locations=SY,     
    (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
5. “Ülkelere Göre Dünya Petrol Rezervi”, Enerji Atlası, 
https://www.enerjiatlasi.com/rezerv/dunya-petrol-rezervi.html,    (Erişim tarihi: 10 Mayıs 2019).
6. “Total Electricity Installed Capacity 2010”, U.S Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
www.eia.gov/beta/international/rankings/#?prodact=2-7&cy=2010&pid=2&aid=7&tl_id=7-A&tl_type=a,   (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
7. “Total Electricity Net Generation 2010”, U.S Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
https://www.eia.gov/beta/international/rankings/#?prodact=2-2&cy=2010&pid=2&aid=12&tl_id=12-A&tl_type=a,   (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
8. “Syrian Arab Republic: Indicators for 2010”, International Energy  Agecy, 
www.iea.org/classicstats/statisticssearch/report/?country=SYRIA&product=indicators&year=2010,    (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
9. “Syrian Arab Republic/ Electricity Production from Oil Sources”,    World Bank Indicators, 
data.worldbank.org/indicator/EG.ELC.PETR.ZS?locations=SY,  (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
10. “Syrian Arab Republic/ Electricity Production From Natural Gas Sources”, The World Bank Indicators, 
data.worldbank.org/indicator/EG.ELC.NGAS.ZS?locations=SYSY,    (Erişim tarihi: 2 Kasım 2018).
11. “Syrian Arab Republic/ Electricity Production From Hyrdroelectric Sources”.
12. Doğal gaz temelli termik santraller: Nasryeh Santrali (384 MW), Tayem Santrali (100 MW), Halep Santrali (30 MW), Dier Ali Santrali (750 MW),
Jandar Santrali (700 MW), Suwaidiyah Santrali (150 MW), Tişrin Santrali (256 MW), Zayzun Santrali (544 MW); ilgili bilgiler için bkz. “Power
Plants/Gas/Syrian Arab Republic”, Global Energy Observatory, globalenergyobservatory.org/select.php?tgl=Edit, (Erişim tarihi: 6 Kasım 2018).
13. Petrol temelli termik santraller: Zara Termik Santrali (660 MW), Halep Termik Santrali (1.065 MW), Baniyas Rafineri Termik Santrali
(48 MW), Baniyas Termik Santrali (680 MW), Homs (Humus) Rafineri Termik Santrali (64 MW), Mehardeh Termik Santrali (630 MW), Tişrin
Termik Santrali Projesi (400 MW); ilgili bilgiler için bkz. “Power Plants/ Oil/Syrian Arab Republic”, Global Energy Observatory, globalenergyobservatory.
org/select.php?tgl=Edit, (Erişim tarihi: 6 Kasım 2018).
14. “Dry Natural Gas Production 2010”, U.S Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
www.eia.gov/beta/international/rankings/#?prodact=26-1&cy=2010&pid=3&tl_type=a&ug=8,   (Erişim tarihi: 6 Kasım 2018).
15. “Proved Reserves of Natural Gas, 2010”, U.S Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
www.eia.gov/beta/international/rankings/#?prodact=3-6&cy=2010&pid=3&tl_type=a&aid=6&tl_id=6-A, (Erişim tarihi: 6 Kasım 2018).
16. “Hydropower in Syria”, World Energy Council, www.worldenergy.org/data/resources, (Erişim tarihi: 6 Kasım 2018).
17. Tobias Von Lossow, Water as Weapon: IS on the Euphrates and Tigris, (German Institute for International and Security Affairs, Berlin: 2016), s. 5.
18. Fadi Aljawabra, “Large Scale RE Projects in Syria – An Analysis of the Institutional and Legal Framework in View of the Egyptian Experience”,
(Master Tezi, Kassel University, Kassel: 2011), s. 35.
19. “Syrian Arab Republic: Indicators for 2015”, International Energy Agecy, 
www.iea.org/classicstats/statisticssearch/report/?country=SYRIA&product=indicators&year=2015, (Erişim tarihi: 7 Kasım 2018).
20. “Energy Source/Electricty/Syria”, U.S Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
www.eia.gov/beta/international,  (Erişim tarihi: 7 Kasım 2018).
21. “Imports of Crude Oil Including Lease Condensate, 2015”, U.S Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
www.eia.gov/beta/international/rankings/#?prodact=26-1&cy=2015&pid=57&tl_ type=a&aid=3&tl_id=3-A, (Erişim tarihi: 7 Kasım 2018).
22. “Brent Petrol Vadeli İşlemleri Geçmiş Verileri”, Fusion Media,tr.investing.com/commodities/brent-oil-historical-data, (Erişim tarihi: 20 Kasım 2018).
23. İlgili hesap için kullanılan formül: 53,60x300.000x365.
24. Dönemin Henry Hub doğal gaz fiyatı: 2,62 dolar (hesaplamanın yapıldığı formül: 2,62x160593066); Henry Hub doğal gaz fiyatları için bkz.
“Henry Hub Natural Gas Spot Price - Historical Annual Data”, Macrotrends (Natural Gas Prices - Historical Chart), 
www.macrotrends.net/2478/natural-gas-prices-historical-chart, (Erişim tarihi: 20 Kasım 2018).
25. “Hydropower in Syria”, World Energy Council; Lossow, “Water as Weapon: IS on the Euphrates and Tigris”; Power Plants/Hydro/Syrian
Arab Republic, Global Energy Observatory, globalenergyobservatory.org/select.php?tgl=Edit, (Erişim tarihi: 12 Kasım 2018).
26. Thomas Gibbons-Neff, “How a 4-Hour Battle Between Russian Mercenaries and U.S. Commandos Unfolded in Syria”, New York Times, 24 Mayıs 2018; 
      Mike Eckel, “CIA Director: ‘Couple Hundred Russians’ Killed in February U.S. Assault In Syria”, Radio Free Europe/Radio Liberty, 12 Nisan 2018.
27. Statistical Review of World Energy 2018, (BP Report, Londra: 2018), s. 14.
28. “Suriye’deki Enerji Kaynaklarının Ne Kadarı PYD’nin Elinde?”, Anadolu Ajansı, 9 Şubat 2018.
29. “Suriye’deki Enerji Kaynaklarının Ne Kadarı PYD’nin Elinde?”.
30. Potansiyel Esed rejimin 2010 ve 2017 üretimleri arasındaki fark alınarak hesaplanmıştır.
31. Brent Petrolün Ortalama Fiyatı: $73,10, bkz. “Brent Petrol Vadeli İşlemleri Geçmiş Verileri”, Fusion Media.
32. İlgili hesap için kullanılan formül: 73,10x300.000x365.
33. Maysam Rizk, “ ليئارسإ ديب يروسلا قرشلا طفن ! (Doğu Suriye’nin Petrolleri İsrail’in Elinde), Al Akhbar, 15 Temmuz 2019.
34. James Gavin, “IS Loss of Conoco Plant Reframes Syrian Gas Options”, Interfax, 4 Ekim 2017.
35. “US-Backed Force Seizes Major Syria Gas Plant”, France24, 23 Kasım 2017.
36. “Suriye Petrolünün Yüzde 70’i PKK’nın Elinde”, Anadolu Ajansı, 9 Şubat 2018.
37. Statistical Review of World Energy 2018, s. 28.
38. Tahmini potansiyel Esed rejiminin 2010 ve 2017’deki üretimleri arasındakifark esas alınarak hesaplanmıştır.
39. Mehmet Çağatay Güler, “Suriye’de Devrim ve Enerji Jeopolitiği”, Suriye Gündemi, 30 Kasım 2018, 
http://www.suriyegundemi.com/2018/11/30/suriyede-devrim-ve-enerji-jeopolitigi,   (Erişim tarihi: 5 Mart 2019).
40. Mevcut ortalama Henry Hub Fiyatı: $3,04; bkz. “Henry Hub Natural Gas Spot Price - Historical Annual Data”, Macrotrends (Natural Gas
Prices - Historical Chart).
41. Hesaplamanın yapıldığı formül: 3,04x160593066.
42. “Hydropower in Syria: Hydropower Installed Capacity”, World Energy Council, 
https://www.worldenergy.org/data/resources/country/syria/hydropower/2011,    (Erişim tarihi: 29 Ocak 2019).
43. “Hydroelectricity Net Generation 2010/Syria”, U.S. Energy Information Administration (International Energy Statistics), 
https://www.eia.gov/beta/international/rankings/#?prodact=2-12&cy=2010&pid=33&aid=12&tl_id=12-A&tl_type=a,    (Erişim tarihi: 29 Ocak 2019).
44. Bölgedeki çatışma aktif olarak devam ettiği için verilen haritadaki kontrol alanları günümüzde değişmiştir. Ancak bölgenin tarım alanlarının daha iyi 
görülebilmesi için bu grafik kullanılmıştır. Grafik yalnızca sulanabilir alanları değil tüm tarım alanlarını göstermektedir. Veriler arası uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Kaynak için bkz. “Suriye’deki Tarım Arazilerinin Kontrolü”, Suriye Gündemi, 22 Mart 2018, 
http://www.suriyegundemi.com/2018/03/22/suriyedeki-tarim-arazilerinin-kontrolu,   (Erişim tarihi: 5 Nisan 2019).
45. “Syrian Arab Republic”, FAO Information System on Water and Agriculture (Aquastat), 
http://www.fao.org/nr/water/aquastat/countries_regions/Profile_segments/SYR-WR_eng.stm,   (Erişim tarihi: 31 Ocak 2019).
46. (6 milyar m3 yer altı suyu + 12 milyar m3 yüzey suyu - 2 milyar m3 her ikisinin de örtüşmesi): “Syrian Arab Republic/Water/Aquastat/Data/
Query/Results”, FAO Information System on Water and Agriculture (Aquastat), 
https://bit.ly/2YmI7Cv, (Erişim tarihi: 31 Ocak 2019). 
47. “Syrian Arab Republic/Water/Aquastat/Data/Query/Results”.
48. “Syrian Arab Republic/Water/Aquastat/Data/Query/Results”.
49. Karen Frenken, Irrigation in the Middle East Region in Figures, (FAO Water Reports, Roma: 2009), s. 346-347-352.
50. “Global Map of Irrigation Areas (GMIA)/Syrian Arab Republic”, FAO Information System on Water and Agriculture (Aquastat), 
http://www.fao.org/nr/water/aquastat/irrigationmap/SYR/index.stm,    (Erişim tarihi: 1 Şubat 2019).
51. Frenken, Irrigation in the Middle East Region in Figures, s. 346-347.
52. Nazir Hassan ve Vladimir Krepl, “Farming Systems in Syria: Its Constraints and Strategies for Improvement”, Scholars Journal of Agriculture
and Veterinary Sciences, Cilt: 1, Sayı: 4, (2014), s. 189-194.
53. “Syria Import and Export Indicators and Statistics at a Glance”, Economy Watch World, 5 Kasım 2015, 
www.economywatch.com/world_economy/syria/export-import.html,    (Erişim tarihi: 2 Şubat 2019).
54. Metin içi bilgiler baz alınarak yazarlar tarafından tablo haline getirilmiştir. 
55. “Syrian Kurds Refine Oil for Themselves for the First Time”, National, 30 Temmuz 2015.
56. “Syria Kurds Earning Millions from Oil Sales”, Now Media, 
      now.mmedia.me/lb/en/NewsReports/565952-syria-kurds-making-millionsfrom-oil-sales, (Erişim tarihi: 14 Kasım 2018).
57. “Suriye’deki Enerji Kaynaklarının Ne Kadarı PYD’nin Elinde?”.
58. Kutluhan Görücü ve Mehmet Çağatay Güler, “Suriye Petrolü YPG/ PKK Terörünü Finanse Ediyor”, Anadolu Ajansı, 19 Şubat 2019.
59. Görücü ve Güler, “Suriye Petrolü YPG/PKK Terörünü Finanse Ediyor”.
60. Benoit Faucon, “U.S.’s Syria Ally Supplies Oil to Assad’s Brokers”, The Wall Street Journal, 8 Şubat 2019.
61. İlgili işlem: 60.000 x 60 = 3.6 milyon dolar; 3.6 milyon dolar x 360 = 1.296.000.000.
62. “Iran’s Economic Gains in Syria”, Israel Defense Forces, 
https://www.idf.il/en/minisites/iran/iran-in-syria/irans-economic-gains-in-syria,    (Erişim tarihi: 14 Kasım 2018).
63. Aime Williams vd., “US Claims Russian Groups Helped Funnel Iran oil to Syria”, Financial Times, 20 Kasım 2018.
64. “Iran Reportedly Shipping Oil to Syria Overland As Suez Not Accessible”, Radio Farda, 16 Nisan 2019; ayrıca bkz. “Syria Says Iranian Oil
Tankers Blocked at Suez Canal if Shipment is Destined for Syrian Port”, Almasdar News, 19 Nisan 2019.
65. Bianca Britton vd., “Gibraltar Seizes Iranian Oil Tanker Bound for Syria”, CNN, 5 Temmuz 2019.
66. “Iran Reportedly Shipping Oil to Syria Overland As Suez Not Accessible”.
67. Julian Lee, “Denied Iran’s Oil, Syria Has Few Options But Russia”, Bloomberg, 7 Temmuz 2019.
68. “Türkiye onları sevmiyor; başkaları onları seviyor. Onların ellerindeki azıcık petrolü İran’a satmaları hoşuma gitmedi. Onlardan İran’a satış
yapmamalarını istedik. Ortaklarımız Kürtler, İran’a petrol satıyor. Bundan memnun değiliz. Bundan hiç mutlu değilim”. İlgili kaynak için bkz.
“Trump Says ‘Not Thrilled’ about YPG Selling Oil to Iran against US’ will”, Daily Sabah, 2 Şubat 2019.
69. “IKBY İran’a Petrol İhracatını Durdurdu”, Hürriyet, 16 Şubat 2019.
70. Neta Bar, “American-Israeli Businessman Denies Facilitating Sale of Kurdish oil in Syria to Israel”, Israel Hayom, 16 Temmuz 2019.
71. Rizk, “ ليئارسإ ديب يروسلا قرشلا طفن ! (Doğu Suriye’nin Petrolleri İsrail’in Elinde).
72. “Overview of Sanctions: Syria Sanctions Program”, U.S Department of the Treasury/Office of Foreign Assets Control, 
www.treasury.gov/resource-center/sanctions/Programs/Documents/syria.pdf,     (Erişim tarihi: 10 Mart 2019).
73. “Overview of Sanctions: Syria Sanctions Program”.
74. “Sanctions Risks Related to Shipping Petroleum to Syria”, U.S. Department of the Treasury/Office of Foreign Assets Control, 
https://www.treasury.gov/resource-center/sanctions/Programs/Documents/syria_shipping_advisory_11202018.pdf, (Erişim tarihi: 10 Mart 2019).
75. ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar Suriye’den çok daha eskilere, 1970’lerdeki büyükelçilik krizine dayanmaktadır. Daha sonraki süreçte
kaldırılan yaptırımlar İran’ın kendi uranyum zenginleştirme tesislerini kurması kararına kadar gündeme gelmemiştir. Rusların desteğiyle kurulan
Buşehr Nükleer Santrali’ni müteakip uranyum zenginleştirme tesisi kurma kararı 2006’da yeni yaptırımları gündeme getirmiştir. Bahse konu yaptırımlar
BMGK-1737 sayılı kararı çerçevesinde belirlenmiştir. Bu yaptırımlar özellikle petrol, doğal gaz ve petrokimya sektörlerini ve devrim muhafızlarıyla
yapılan ticari işleri hedef almıştır. Daha sonrasında İsviçre’de yapılan BMGK daimi üyeleri ve İran’ın katıldığı toplantıda Tahran hükümetinin
nükleer program kısıtlamalarını kabul etmesine müteakip 2015’te yaptırımların kaldırılması kararı alınmıştır. Ancak Trump yönetimi sonrasında
İran’a yönelik politikalar değişmiş, Mayıs 2018’de ABD yapılan anlaşmadan tek taraflı olarak çekildiğini açıklamıştır. Devam eden süreçte Kasım’da
ise İran’a yönelik yeni yaptırımlar uygulanmaya başlamıştır. Bu yaptırımlardan Türkiye de dahil olmak üzere sekiz ülke 2 Mayıs’a kadar muaf tutulmuştur.
İran’a yönelik sıfır taviz, maksimum baskı politikası çerçevesinde bu muafiyetlerin belirtilen tarihten sonra kaldırılacağı ve uzatılmayacağı
açıklanmıştır. Kasım yaptırımlarıyla oldukça düşen petrol, doğal gaz ve petrokimya ürünlerinin ihracatı Mart sonrasında telafisi zor bir sürece girmiştir.
Yaptırımlar öncesi 2018’in başlarında günlük 3,8 milyon varil olan İran’ın petrol ihracatı yaptırımlar sonrası aynı aylarda 1,1 milyon varile kadar gerilemiş, yapılan hesaplara göre yaptırımların geri döndüğü Kasım’dan bu yana yaklaşık 10 milyar dolar kayıp yaşanmıştır. Tahran yönetimine yönelik ABD yaptırımları İran’dan sonra en fazla rejimi etkilemiş ve arz güvenliğini ciddi anlamda tehdit etmiştir. İlgili bilgiler için bkz. “SC/8792:
Security Council Demands Iran Suspend Uranium Enrichment by 31 August, or Face Possible Economic, Diplomatic Sanctions”, United Nations
Security Council, 
https://www.un.org/press/en/2006/sc8792.doc.htm, (Erişim tarihi: 30 Mart 2019);   ayrıca bkz. “Resolution 1737(2006)”, United Nations Security Council, 
https://digitallibrary.un.org/record/589783,  (Erişim tarihi: 29 Nisan 2019);  “ABD, 2 Mayıs’tan İtibaren Türkiye Dahil 8 Ülkenin İran Yaptırımları Muafiyetini 
Kaldıracak”, BBC Türkçe, 23 Nisan 2019; Mark Landler, “Trump Abandons Iran Nuclear Deal He Long Scorned”, New York Times, 8 Mayıs 2018; “Security Council, 
Resolution 2231 (2015): Endorses Joint Comprehensive Agreement on Iran’s Nuclear Programme”, United Nations Security Council, 
https://www.un.org/press/en/2015/sc11974.doc.htm, (Erişim tarihi: 30 Mart 2019); “Sanctions Announcement on Iran”, U.S Department of State Office of 
the Spokesperson,
https://www.state.gov/r/pa/prs/ps/2018/11/287500.htm,   (Erişim tarihi: 30 Mart 2019); daha fazla bilgi için bkz. “Resource Center/Financial
Sanctions /Programs/Iran Sanctions: Iran Sanctions”, U.S Department of Treasury, 
https://www.treasury.gov/resource-center/sanctions/programs/pages/iran.aspx, (Erişim tarihi: 30 Mart 2019).
76. Sami Moubayed, “Damascus Struggles with Chronic Petrol Shortages”, Arab Weekly, 21 Nisan 2019.
77. Angus McDowall, “Iran Sent Oil Shipment to Syria, Easing Fuel Crisis: Source”, Reuters, 10 Mayıs 2019.


***