27 Ocak 2015 Salı

UYUM YASALARI NI '' BÜYÜK TOPRAK KAYIPLARI '' TAKİP EDECEK,


UYUM YASALARI NI  ''  BÜYÜK  TOPRAK  KAYIPLARI  ''  TAKİP EDECEK,




Yekta Güngör Özden 


 09.09.2002/Sayı


TÜRKSOLU: 3 Ağustos’ta çıkarılan AB Uyum Yasaları Anayasa’ya uygun mu? 

 Türkiye’de Oynanan Demokrasi Oyunu 


Y. Güngör Özden: Türkiye’de bir demokrasi oyunu oynanmaktadır. Kanımca demokrasiyi içtenlikle benimsemeyenler, kendilerine kimi kazanımlar getireceklerini sananlar halkı aldatmaktadırlar. Bu, hukuksal alanda daha büyük boyutlarda yaşanmaktadır. Örneğin, uyum yasaları denilen yasalardan bir bölümünü daha 3 Ekim 2001 gününde 4709 sayılı yasayla kabul ettiler. 

 Bu 4709 sayılı yasanın büyük ölçüde getirdiği anayasa değişiklikleri içerisinde göze çarpan aykırılıklar da vardı. Örneğin, Anayasa’nın 67. maddesine bir fıkra eklendi. Bu fıkrada şöyle diyor: “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.” Bu 4709 sayılı yasanın Anayasa’nın 67. maddesine getirdiği bir fıkra. Ama bu fıkra yine 4709 sayılı yasanın geçici maddesiyle açık açık ortadan kaldırıldı: “Anayasa’nın bu kanunun 24. maddesiyle Anayasa’nın 67. maddesine son fıkra olarak eklenen hüküm bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yapılacak ilk genel seçimde uygulanmaz.” Anayasa’da uygulanmaz dediler. 

 Yasada Anayasa maddesi uygulanmaz diyerek maddeyi böylece uygulanır kıldılar. Bir büyük yanlışlık var: Anayasa’nın özüyle ilgili bir değişiklik yasada kaldı. Geçici maddeyi Anayasa’ya da koymaları gerekirdi. Bunu bile yapamadılar. 

 Bu yıl içerisinde 9 Nisan 2002 gününde Resmi Gazete’de yayınlanan bir yasa değişikliği daha yapıldı. 26 Mart 2002 günlü ve 4748 sayılı yasa. Bu yasanın içtenlikli olmayan kısımlarını anlatmak için söylüyorum. Türkiye’yi belli bir yere taşımaya çalışıyorlar, bana göre iyiye değil. Ve halkı kandırdıkları gibi Batıyı da kandırmaya çalışıyorlar. 

 Uyum yasalarıyla Türkiye’ye demokrasi geldiğini, Türkiye’nin hukuksal, ekonomik ve siyasal ufkunun açıldığını göstermeye çalışıyorlar. Kesinlikle doğru değil. 4748 sayılı yasanın 5. maddesi Dernekler Yasası’nda belli değişiklikler gerçekleştirdi. Örneğin, derneklerin yurtiçinde ve yurtdışında şubeler kurmaları için Bakanlar Kurulu’ndan izin alma gerekliliği 4748 sayılı yasayla kalkmıştı. Dernekler Yasası’na demokratik bir hava vermişti. Ama ne oldu? Derneklerin toplantılarında istediği gibi afiş ve yazı kullanma yasağı da kalktı. Böylelikle bölücü ve gerici faaliyetler daha kolay yapılacak. 

 Bunlar sanki demokratik bir açılımmış gibi getirildi. Şimdi en sonuna geliyorum. 9 Ağustos 2002 günlü Resmi Gazete’de yayınlanan 3 Ağustos 2002 günlü 4771 tarihli Uyum Yasaları ile birlikte bu verdikleri hakların çoğunu da geri aldılar. 

İdam cezasının kaldırılması Anayasa’ya aykırı 


Uyum yasalarına sırasıyla bakalım. Bu kanunun 1. maddesiyle savaş ve yakın savaş hallerinde öngörülen idam cezaları dışındaki bütün yasalardaki idam cezalarını kaldırdılar. 

 Bu Anayasa’nın 38. maddesine açıkça aykırı. Bunu idam cezalarından yana ya da idam cezalarına karşı olduğum için söylemiyorum. Demokrasinin altyapısının hukuk olduğunu ve hukukun demokrasi ve siyasi kültürünün mayası olduğunu düşündüğüm için söylüyorum. Anayasa’nın 38. maddesinde 3 Ekim 2001’de 4709 sayılı yasayla aynen şunu getirdiler: “Savaş, çok yakın savaş ve terör suçları dışında idam cezası verilemez” 10 ay sonra 3 Ağustos’ta yapılan değişikliğe bakın bir de. Sormazlar mı 10 ay gibi kısa bir sürede ne değişti? Kendi yaptıklarının bilincinde değiller. Anayasa’ya aykırı bir şekilde ölüm cezasını terör suçları için de kaldırdılar. Bunu bugünkü Cumhurbaşkanı, kimi hukukçular ve bilim adamları, “Anayasa’yı değiştirmeye ne gerek var. Ceza Yasası’nı değiştirmek yeterlidir” dediler. Dünyanın hiçbir ülkesinde Anayasalar yasalara uyumlu yapılmaz, yasalar anayasalara uyumlu yapılır. 

 Peki neden böyle yaptılar? Çünkü Anayasa’nın şimdi okuduğum 38. maddesinde terör suçlarına getirilen idam cezasını kaldırmaya siyasi güçleri yetmeyecekti. Yeterli çoğunluğu sağlayamayacaklarını gördüler ve Anayasa’yı ihlal pahasına terör suçlarından da idam cezasını kaldırdılar. 

 Yabancı Derneklere Türkiye’de Özgürlük var, Türk Derneklere yurtdışında özgürlük yok., !!!! 

 Dernekler Yasası’ndan 3 Ekim’de kaldırılan kimi maddeleri yeniden düzenlediler. Örneğin, Türkiye’de kurulan derneklerin yurtdışındaki faaliyetlerinde yeniden sınırlamalar getirdiler. Halbuki 3 Ekim’den itibaren derneklerin yurtdışı faaliyetlerine belli serbestlikler gelmişti. 

 10 aydır yürürlükte olan bu yasa nedeniyle dernekler Genel Kurulları’nda yurtdışı ve yurtiçinde yeni şubeler açmak için kararlar aldılar. Hazırlıklar yaptılar. Ama ne oldu? 10 ay geçti ve yasa yürürlükten kalktı. Peki bu kadar masrafa ve eziyete yazık değil mi? Yabancı derneklerin Türkiye’deki faaliyetlerine özgürlük getirilirken Türkiye’deki derneklerin yurtdışındaki faaliyetlerine kısıtlamalar getiriliyor. 

 Ayrıca yeni düzenlemeyle birlikte derneklere daha fazla denetim getirildi. Artık yalnızca İçişleri Bakanı denetlemeyecek, derneğin faaliyet alanı hangi bakanlıkların sorumluluğuna giriyorsa o bakanlıklar tarafından da denetlenecek. Örneğin turistik bir gezi düzenliyorsunuz, Turizm Bakanlığı sizi denetleyecek; spor karşılaşması yapacaksınız, Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı bile sizi denetleyecek. Böylelikle derneklerin eli kolu bağlanmış oluyor. “Dernekler, amaç ve faaliyetleri ilgili olan bakanlıklarca denetlenebilir.” Böylelikle bir derneğin kapısını her gün bir bakanlık çalacak. Kısacası, yeni uyum yasalarındaki derneklerle ilgili düzenleme kesinlikle demokratik değil. 

TÜRKSOLU: Cemaat vakıflarına gayrimenkul edinme hakkı verilmesi nelere yol açacaktır? 

“ Cemaat Vakıfları” nı gündeme getirmek hem ulusal bütünlüğe hem de laikliğe aykırı 

Y. Güngör Özden: Yeni yasanın 4. maddesiyle birlikte 1935 yılında çıkarılan 2761 sayılı Vakıflar Yasası’na bir fıkra eklendi. En tehlikeli bölüm bu. “Cemaat vakıfları Bakanlar Kurulu’nun izniyle dini, hayri, sosyal, eğitsel, kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz mal üzerinde tasarrufta bulunabilirler.” 

Bunun iki tehlikesi var. Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus felsefesine aykırı bir biçimde, üniter devlet yapısını ve bu yapının harcı olan inanç ve ırk ayrımı gözetmeden toplumu birleştiren laiklik ilkesine aykırı olan “cemaat vakfı”nı gündeme getiriyor. Bu yasayı cemaat kelimesini kullanmadan da çıkarabilirlerdi. Ancak cemaat sözcüğünün gündeme taşınması Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş yapısına ve aydınlık yüzüne büsbütün ters düşen karanlık bir adımdır. 

İkincisi, bunların taşınmaz mal edinmeleri ne kadar denetlenirse denetlensin dün olduğu gibi zararlıdır. Şunu unutmamak gerekir ki, biz Cumhuriyet’le birlikte yeni bir devlet kurduk. Bu nedenle Cumhuriyet’ten önce zararlı olup kaldırılan azınlık vakıflarına yerlerini geri vermek yeniden tehlikeli bir sürece sokacaktır bizi. Bütün bunları düşünmeden sırf Avrupa Birliği’ne yaranmak için, sözde dostlara hoş görünmek için çıkarılmış olan bir yasadır. 

 Anadilde eğitim hakkıyla Türkiye’nin ulusal varlığı yok edilmek istenmektedir 


TÜRKSOLU: Anadilde eğitim hakkının tanınması Türkiye’de Lozan’da tarif edilenden farklı azınlık tanımının ortaya çıkmasını sağlıyor. Uyum Yasaları’yla Lozan fiilen geçersiz kılınmıyor mu? 

Y. Güngör Özden: Bizim yasama organımızda etkili ve egemen olan çoğunluk Avrupa Birliği’ne yaranmaktan başka bir amaca sahip değil. Avrupa Birliği de biraz önce bahsettiğim antidemokratik düzenlemeleri falan önemsemiyor. 

 Avrupa, azınlıkların izlediği vakıf mallarına kavuşma çabalarına bakıyor, Kürtçe öğrenime olanak tanımak için anadil adı altında yapılan dayatmaya bakıyor, bir de idam cezasının kalkmasına bakıyor. Diğer maddeler Avrupa’nın umurunda değil. Avrupa Birliği kendi istediğinin yapılmasını bekliyor. Kimi siyasetçilerin Türkiye’nin bağımsızlığını, onurunu, devingenliğini, Atatürk ilkelerine bağımlılığını, kuruluş felsefesini gözardı edip Avrupa Birliği ne derse onu yapıp Avrupa Birliği’ne girersek herşey çözülecekmiş, her sorun ortadan kalkacakmış gibi halkımızı aldatması beni acı acı düşündürüyor. 

 Lozan Anlaşması’nda sayılan azınlıklar vardır. Lozan’a göre, Müslüman olmayan vatandaşlar Türkiye’de azınlık olarak kabul edilir. Ayrıca Bulgaristan’la yaptığımız anlaşmada kabul edilen azınlıklar vardır. Onun dışında Türkiye’de azınlık yoktur. Kürtleri azınlık yapmaya çalışıyorlar. Gelecekte Güneydoğu’da Kürt devleti oluşumlarının toprak istemesi, Avrupa Birliği’nin sözde Ermeni Soykırımı tasarılarıyla önce tazminat sonra toprak isteklerini getirecekler. Peşinden başka topluluklar kendi anadillerinde konuşma ve eğitim görmek isteyecektir. 

 Kürtçe yasağı mı var Türkiye’de? 12 Eylül döneminden sonra getirilen yasak kaldırıldı. Devletin Anayasası da ortada. Avrupa Birliği’nin uluslarüstü hukuk kuralları bizim Anayasamızın üstünde değil. AB’nin üyeleri İspanya, Fransa, Avusturya bile kendi anayasalarının mı AB yasalarının mı üstün olduğunu tartışıyor. Yani AB ülkeleri bile bunu tartışırken bizim AB yasalarını Anayasa’nın üstünde görmemiz doğru değil. 

 Birincisi, Türkiye’de eğitim ve öğretim Türkçe’yle yapılmalıdır. İkincisi, devlet Türkçe’den başka bir dil üzerinden kimseye öğretimle yükümlü değildir. Anayasa’nın 2. ve 4. maddeleri açık açık ortaya koyuyor. Anadilde eğitim de bu nedenle Anayasa’ya aykırıdır. Ama evinizde, işyerinizde, bağınızda bahçenizde istediğiniz dili konuşmanızı yasaklayan bir Anayasa ya da yasa hükmü bulunmuyor. Büyük bir yalan ve kampanyayla Türkiye’nin ulusal varlığı, ulusal birliği bölünmek ve yok edilmek istenmektedir. 

TÜRKSOLU: Abdullah Öcalan yapılan Türk Ceza Yasası’ndaki değişiklikle birlikte idamdan kurtuldu. Peki Abdullah Öcalan mevcut yasalar yürürlükteyken dışarı çıkma şansına sahip midir? 

 Apo 12 yıl sonra salıverilecek 


Y. Güngör Özden: Apo’nun 12 yılda çıkabileceği söyleniyor. Tabii ki olabilir. 4771 sayılı yasanın Türk Ceza Yasası’nın ve Kaçakçılığın Yasaklanması ve İzlenmesine İlişkin Yasa’nın, Orman Yasası’nın getirdiği idam cezaları, yaşamboyu ağır hapis cezasına dönüştürülüyor. Yaşamboyu ağır hapis cezası da ölünceye kadar hapiste kalmanızı gerektirmiyor. Belli bir süreyle çekiliyor. O da 647 sayılı Cezaların Yerine Getirilmesine İlişkin Yasa gereğince ayda bir hafta, yılda 3 ay bağışlanıyor. 

Demek ki, cezanızı çekerken yılın yarısı gidiyor. Böylelikle 36 yıl yatacak bir hükümlü örneğin 36 yıl yerine 18 yıl yatar. Abdullah Öcalan ve diğerleri dışarı salıverileceklerdir. Çünkü ömrünü cezaevinde geçiren bir hükümlü ben hiç görmedim, bilmiyorum.

Türk yargısı, Avrupa yargısının kuyruğuna takılıyor. 


TÜRKSOLU: AİHM artık bir üst temyiz organı gibi çalışacak. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Y. Güngör Özden: Yasada deniyor ki: “AİHM’nin Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı bulduğu veya uygun bulmadığı bir karar olursa bunun giderilmesi tazminatla mümkün olmuyorsa, kararın yeniden gözden geçirilmesi gerekir.” 

Bu ne demektir? Artık Türk Mahkemeleri AİHM’nin kabul edebileceği kararlar vermek zorunda kalacak. Böylece Türk yargısı Avrupa yargısının kuyruğuna takılacaktır. Tersinden bakalım. Benim bir Türk soydaşımın Almanya’da başına gelen bir eylemden dolayı başvuracağı AİHM’nin verdiği karar Alman Mahkemesi’nin kararıyla bağdaşmıyorsa, Alman Mahkemesi’nin kararının kaldırılması bize hiçbir şey getirmiyor. 

 Ben yıllarca Avrupalı hukukçuların içinde kalmış biriyim. Onlarla ortak toplantılar yaptım, karşılıklı tartışmalarımız ve görüşmelerimiz oldu. Avrupa ülkelerinin çoğu, abartmadan söylüyorum, Türkiye’nin aleyhinde, ve kendi organlarını tek yanlı çalıştıran hukukçular durumundalar. Tehlike de işte burada. Eğer gerçekten hukuka saygılı çalışsalar, hukuki yanlışlıkların önlenmesi bizi de mutlu eder. 

 Almanya Türkiye, Türkiye Almanya değil. Yaşadığımız sorunlar aynı olmadığı için Almanya’da hiçbir sakallı veya çarşaflı Almanya devletini ele geçirip yönetmek istemiyor. Onun için Almanya’da türbanlılar, sakallılar, çarşaflılar, burkalılar Almanya’nın umurunda değil. 

 Bizde şeriatçı terör hâlâ bitmiş değil. Hâlâ Hizbullahçılar yakalanıyor, PKK terörü de bitmiş değil. Hâlâ Güneydoğu’da şehit veriyoruz. O bakımdan Türkiye’de dinsel ve etnik terör yokmuş gibi bunların kışkırtıcılarını, öncülerini, önderlerini, başkanlarını sıkı kurallara bağlamak yönündeki Türkiye’nin önlemlerini geçersiz sayıyorlar. Tekrar ediyorum. Bu devlet yeni bir devlettir. Kendi varlığını, padişahlıktan, hilafetten cumhuriyete geçişini, bu ulusal varlığını korumak için önlem alması çok doğaldır. 

 Bunu doğal karşılamıyorlar. Üstelik, derin devletten bahsediyorlar. Halbuki bana göre Türkiye’de yüzeysel biçimde bile devlet yok ki derin devlet olsun, aslında Avrupa’da çok daha ağır biçimde derin devlet var. Baader-Meinhoff’un Almanya’da başına gelenleri bir düşünün. İngiltere’nin komandolarının Portekiz’e nasıl gidip geldiğini düşünün. Avrupalı kendi işine geldiği zaman olur, işine gelmediği zaman olmaz kanısında olan bir insan topluluğu. 

TÜRKSOLU: Uyum yasalarının kabul edilmesi bir anlamda 3. Meşrutiyet’in ilan edilmesi anlamına geliyor. 3. Meşrutiyet Türkiye’ye ne getirecek? 

Y. Güngör Özden: 1839 Tanzimat Fermanı da Batının dayatmasıyla olmuştur. 1856 Islahat Fermanı da. Birinci ve İkinci Meşrutiyet de zorlamalarla gelmiştir. Bunlar iç güçler yetersiz hazırlıklar yaptığından veya yeterli hazırlık yapamadığından dış güçlerin girerek ortaya çıkardığı gelişmelerdir. Bugün de aynı şey var. Bunun sonunda Türkiye’den Ege’de, Kıbrıs’ta ve Güneydoğu’da yeni büyük ve ağır ödünler isteyeceklerdir. Uyum yasalarını takiben Türkiye büyük toprak kayıplarına uğrama tehlikesiyle karşı karşıyadır. Maalesef toplumumuz bunun farkında değil. 

 Kemal Derviş’le çözülebilecek bir şey de yoktur 


 Örneğin Derviş olayını ele alalım. Derviş bugüne kadar ne kazandırmış Türkiye’ye? Derviş’in Türkiye’de göreve gelmesinden sonra 5-10 bakanlığa bedel yetki verilmiş, herşeyi tek başına yapmıştır. Türkiye’de ekonomi kötüye gitmiştir, İflaslar, intiharlar, icralar, işsizlik almış yürümüştür. İşçinin, memurun, emeklinin durumu daha da kötüye gitmiştir. Yaşam darlığı artmıştır. Yoksulluk derinleşmiştir. 

 Peki Derviş Türkiye’ye ne yapmaya gelmişti? ABD’nin ve Avrupa’nın kendi alacaklarını daha çabuk tahsil etmek için içimize gönderdiği ve görevlendirdiği bir insandır. Nedir IMF? Borç verdiği ülkelerden parasını toplamak için kurulan bir kurum. IMF bize karşı nasıl davranıyor? Her ülkeye verdiğinden daha az para veriyor, herkesten aldığı faizden daha fazlasını bizden istiyor. Demek ki IMF’ye sarılan insanlarda hiçbir şey kalmamış ki Derviş’e sarılıp bir şey kazanmak istiyorlar. 

 Derviş nedir? Cumhuriyet öncesinden kalma bir sözcüğün halkta bıraktığı çağrışımdır. Ilımlı, acılara katlanan, yoksunluklara ve yoksulluklara göğüs geren derviş kılıklı adam. Derviş’in çözdüğü hiçbir şey yoktur, Türkiye’de çözeceği bir şey de yoktur ve Derviş’le çözülebilecek bir şey de yoktur. Beni acı acı düşündüren şey budur.

http://www.turksolu.com.tr/12/ozden12.htm


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder