ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2019 Cumartesi

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 6

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 6





 İslam’da Hermetizmin gerileyişi 

10. yüzyılın başlarından itibaren Mutezile’nin aşırı görülen akılcılığı ile Selefiye’nin ihtiyaca cevap vermeyen koyu muhafazakârlığı arasında mutedil bir yöntem benimseyen Sünni kelam ekolleri İslam’da etkinlik kazanmaya başlamıştır. Sünnî İslâm’ın Bâtınîlere bakışı gayet açıktır. Abbasi halifesinin sarıldığı Gazâli’ye göre Bâtınîler, gizli teşkilatları içinde istediklerini yapmakta ancak dışa karşı takiyyeyi ileri sürmektedirler. Bâtınî olduğunu ifade eden kişi mürted sayılır, dinden çıkmıştır, bu yüzden onun fıkhî hükmü kâfirden daha 
ağırdır, katli vaciptir72. Gazâliye göre Bâtınîlere aman verilmemeli, şiddetle cezalandırılmalı ve takibata uğratılmalıdır. Felsefeye ve yarattığı kuşkuların iman üzerindeki ‘yıkıcı’ etkisine köklü eleştiriler yöneltmiş olan Gazali (1059-1111) (gençliğinde kapsamlı bir felsefe öğrenimi görmüş olmasına rağmen73) felsefede zayıftı. Öte yandan felsefe ile din birbirine karıştırmıştır. Gazzalî hayatının büyük bir kısmını girdiği tasavvuf yolunda çalışmakla geçirmişti. Gazzali'ye göre mutasavvıflar İlâhî sırlara erişmek için bilginlerin yazdıkları kitapları okumaya muhtaç değildiler. Allah’a kavuşmak için hakikî yol dünya ile bütün alâkayı kesmektir74. Öyle ki kalpte aile, çocuk, mal, vatan ve ilim gibi şeylerin varlığı ile yokluğu eş düzeyde (müsavi) olmalıdır. Yaptığı bazı hatalardan dolayı Gazzalî’ye gerek zamanında ve gerekse daha sonraki asırlarda itiraz edenler olmuştur. Fikirlerinde daima çelişkilere rastlamak mümkündür. 

Hermetizm’in düşüşün aşamalarını şu şekilde sıralayabiliriz; (1) Ulemanın yükselişi. (2) Felsefenin gerileyişi. (3) Hermetizmin gerileyişi. Hilafet kurumu, sınırlar büyük bir hızla genişleyen ve farklı etnik grup ve dinsel arka planlardan gelen halkları bünyesine katan heterojen bir imparatorlukta hiçbir zaman tam bir merkezi denetim sağlayabilmiş değildi. Ortaçağ İslam egemenlik alanında iktidar odakları çeşitlilik göstermekteydi. Ancak, Haçlı Seferlerinin yaklaştığı ve İsmailiye’nin muhalif akımların ideolojisi haline gelmesi, Abbasi halifelerinin daha dogmacı, sorgulamayan bir İslam anlayışına yani Sünni tercihe götürür. 

Bu daha sonra din uğruna savaşların ve sorgulamadan itaatin meşrulaştırıcı aracı olacaktır. Sünni ulemanın yükselişi ve dinsel yaşam üzerinde denetim makamı niteliği kazanışı, (Grek kökenli) bilim ve felsefe okullarına yöneltilen eleştirilerin yoğunlaşmasına, bunların gözden düşmesine ve savunucularının resmi makamların da onayıyla kovuşturulmasına ve cezalandırılmasına yol açmıştır. 

Bu tepki kuşkusuz sadece felsefeye değil, aynı zamanda Sufizm ve Şia’ya bağlanan radikal çıkışları da bu tepki gösterildi. Felsefi eğilimlerinden ötürü 
önemli İslami düşünürler Rafızîlik75 suçlamaları ile karşı karşıya kalacaklardır. 

Grek kökenli felsefe ve bilimlere yöneltilen eleştirilerin başında, “insanları kuşkuya sevk ederek imanı zayıflattıkları” gelmekte, bu konuda sık sık ayet ve hadislere başvurulmaktadır. Dindar Müslümanlardan imanı için tehlikeli olacağı gerekçesiyle, bu ilimlerden uzak durmaları beklenmekteydi. Peygamber’in Tanrı’ya “kendisini yararsız ilimlerden uzak tutması” yolundaki duası sık sık anılırdı. Peygamber’in ilim arayışının yalnızca dinsel konulara inhisar ettirilmesi ve hiçbir şekilde spekülatif ilimlere (akliyat) uygulanmaması gerektiğine ilişkin hadisler kullanıldı. Hanbeli imamı Teymiyye, ilm’den yalnızca Peygamber’den kaynaklanan bilgiyi anlamaktaydı. Bunun dışındaki her şeyi, aynı adı taşısa dahi yararsız ya da ilim dışı olarak görmekteydi76. 

 Felsefe ve diyalektik üzerine yapıtlarla ün salan Reyy Kütüphanesi 1053’te ve Şapur Kütüphanesi 1054’te ulemanın girişimleriyle yakılacaktır77. Kütüphaneler kontrol edilmekte, insanlar Rafızi kitaplar bulundurma suçlamasıyla kovuşturulmaktadır. Bu dönemden sonra artık dünya tarihine etki edecek Türk-İslam filozofları ve bilim adamları çıkmayacak, İslam dünyasında bilimin altın çağı sona erecektir. Sünni ulemanın İslam’ı geleneksizleştirme ya da 
geleneği İslamlaştırma yolundaki tüm çabalarına karşın, Hermetik gelenek bulabildiği boşluklardan su yüzüne çıkmaya çalışmıştır. İdris’i Türk-İslam inancında Hızır-İlyas ile bağlantılandıran bir yaklaşım da söz konusudur78. Evliya Çelebi, 17. yüzyılda ele aldığı Seyahatnamesi’nde Osmanlı esnaf ve zanaat örgütlenmeleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde 
durur ve her bir zanaatın bağlandığı ‘Pir’in adını verir. “Pirleri Cibril-i Emindir ki, Cennetten ilk defa olarak divit ve kalemi Hazret-i İdris’e götürüp yazıcılara ve terzilere pir etmiştir79.” 

 HERMETİZM VE TÜRKLER 

Batınilik ve Türkler.. 

 Türkler Maveraünnehir ve İran’a yerleşmeden önce ve sonra Budist, Mazdek, Mani din Zerdüşt ve Hıristiyanlığın yayınları ve telkinleri altında kaldılar. Bâtıni inançlar en fazla Türkmen boyları arasında rağbet görmekteydi. “Bâtıniler” eski Türk dininde mevcut olan bir takım inançlar ile Şia-i Batıniyye arasındaki benzerlikleri kullanarak büyük istifade köprüleri oluşturdular. İslam’ın şer’i hükümleri arasında yer almakta olan namaz, oruç ve bunlara benzer ibadet şekillerin henüz İslamiyet’e yeni girmiş olan göçebe Türk kabileleri tarafından 
ifası ve diğer bazı meselelerin Türkmen toplulukları tarafından idraki hemen hemen imkânsız gözüküyordu. Onlar, eski dinleri olan Şamaniliğin akideleriyle Kam – Ozanların etkisi altında yaşamlarını sürdürmekteydiler80. 

 12. yüzyılın sonlarında Yusuf Hemedani’nin öğretilerinin tesiriyle, iki büyük tarikat ortaya çıkmıştı. Hoca Ahmed Yesevi Türkistan’ın birçok şehirlerinde zaviyeler açmak suretiyle kendi adıyla anılan tarikatı kurdu. 13. yüzyılın başlarında Yesevilik Siriderya, Suğud ve Maveraünnehir sınırlarına yerleşmişti. Yeseviler, Eski Türk Şamanilerini taklit ettikleri gibi, aslen İran kökenli tarikat ve inançlar da Acem ayinlerini ihya etmekteydiler. Bu tasavvufi akımlar, gerek İslam’ın dini ruhundan doğan tarikat ve gerekse kökleri Hindistan’a 
dayanan Panteizmin bir uzantısı olarak, temelde hepsi tasavvufu doğuran yabancı unsurlara bağlı Arap olmayan İslami inanç sistemleriydi. Şi.a-i Bâtıniye’den ayrılan ikinci önemli tarikat ise 13. yüzyıl ortalarında Yesevilik’ten ayrılarak Maveraünnehir ve Suğud ülkelerine nüfuz etmeğe uğraşan “Nakşibendiyye” idi. Yesevi ve Nakşî dervişleri Maveraünnehir’den 
Anadolu Selçukluları’nın hâkim oldukları ülkelere kadar yayılmışlardı. 

Hermes/İdris’in katkısı sadece Hermetik/Bâtıni ilimlerle sınırlı değildir. O, farklı bir düzlemde seküler zanaatların kurucusu ve pir’idir. 10. ve 11. yüzyıldan itibaren yaygınlaşan sufi tarikatlar, esnaf-zanaatkâr kesimlere bir ideolojik çerçeve sağlamışa benzemektedir. Pirler, tedricen formel dinsel eğitimi tekellerine alan kast-benzeri statü gruplarına dönüşmüş, Ortodoks ulemayla da karşıtlık içindeydi. Sufiler de yetke konumlarını akraba grupları içinde aktarma eğilimi göstermekle birlikte şeyhler, âlim elitin çocukları değildi, aksine daha aşağı, emekçi sınıflardan gelmekteydiler. Halk içinden çıkıyor ve kudretlerini dışsal eğitimden değil, Bâtıni arayışla kazanıyorlardı; mertebeleri, resmi orunları ve yayınlarıyla değil, kişisel karizmalarıyla tanınmaktaydılar81. Tarikatlarla emekçi örgütleri arasındaki örtüşme, örgütsel yapılarındaki benzerliklerle de kolaylaşmaktadır; erginleme, gizlilik, kişiselleşmiş ahit bağları, uzmanlaşmanın hiyerarşisinin üst basamaklarına tırmanmayı sağlayışı vb. “Sufi rehberliğinde, lonca ve kulüpler, kent halkına meşruiyetini yitirmiş merkezi yönetimi 
dengeleyen, kimi zaman da ona başkaldıran kutsallaşmış bir toplumsal dünya 
sağlamaktaydı82”. 

Bâtınî düşünce Osmanlı döneminde de zaman zaman reaksiyon göstermiş, yönetim de bu eğilimde olanları bazen sürgüne göndermiş, bazen de sınır boylarına yerleştirerek sefer durumlarında yararlanmıştır. Devletin Vehhabilik ve İsmailiye gibi mezhepleri tanımadığı, hoş görmediği, buna karşılık, Dürzilik ve Yezidilik gibi inanışları İslam inanışı dışında gördüğü halde, idari yönden sabır gösterip, eritme ve sakinleştirme yoluna gittiği biliniyor. 

Tarikatlar için de benzer bir tutum söz konusudur. Hurufilik hoş görülmemiş ve 15. yüzyılda mensupları takip, hapis ve idam edilmiş; Ticanilik hareketi İslam akidesine aykırı görülmemiş ve fakat resmen tanınıp himaye görmemiştir. Tanınmayan ve tasdik edilmeyen tarikatlar veya buna mensup olanların tekke kurumları devletçe yasak edilir, dergâh ve tekkeleri kapatılırdı. 

Tanzimat dönemi bürokratları II. Mahmut devrinin aksine Bektaşilik ve Melamilikle uğraşmak yerine zamanla bu tarikatların rehabilitasyonunu sağladılar. Genelde bütün tarikatlar üzerinde gözetleme, denetim ve sınırlayıcı bir mekanizma geliştirdiler83. 

 Batınilik ve Tasavvuf.. 

 Yeni Eflatuncu filozofların etkileri kuşaktan kuşağa yayılarak sürdü. Onların 
görüşlerinden etkilenen birçok kişi ve mezhep oldu. Filozoflar bu akıma Tasavvuf, kendilerine de Sufi adını verdiler. Tasavvufa Helenistik etkiler Hâkim Tirmizi’den sonra Farabi’nin getirdiği yenilikler sayesinde girmeye başlamıştır. Şii ve Sünni mutasavvıfları birbirleriyle karıştırmamağa özen göstermek gerekir. Büyük Moğol istilasının başladığı devirlerde Batın’iyye, Zeyd’iyye, İmam’iyye, İsna.Aşer’iyye ve Ghulat-i Şi.a’dan müteşekkil fırkalar Mısır, Şam, Irak, Arap ve Acem, Azerbaycan, Faris ve Horasan ülkelerine yayılmışlardı 84. 

Cengiz Orduları’nın Harezm ülkelerine doğru hareket etmeğe başladıklarında ise bu mezheplerin mensupları da Cengiz Ordularının önünden kaçarak Orta 
Asya’dan batıya doğru göç etmek zorunda kalmışlardı. Cengiz ve Hulagu ordularının takibinden kaçan Şii unsurlar, Mısır, Şam, Irak, İran, Azerbaycan, Faris ve Horasan kıt’alarına yayıldılar. Şiiliğe giren pek çok Türkmen da’ileri Oğuz aşiretleriyle birlikte batıya doğru ilerlemekteydiler. Bu Türkmenler Selçuklulara karşı hudut muhafaza bekçiliği yapmaları maksadıyla İlhanlılar tarafından vazifelendirilmişlerdi. 

Şii âlimler Anadolu Selçukluları’nın Moğolların himayesi altına girmeleri fırsatından istifadeyle Anadolu’ya yayıldılar. O yüzyıllarda, Selçuklular zamanında faaliyet gösteren en etkin Tasavvufi-Bâtıni-Tarikat mensupları Melameti, Kalenderi ve Haydari’den oluşmaktaydı. 

Bu Bâtıni-Tarikat temsilcileri daha ziyade göçebeler arasında barınan ve halka hitap etmekle görevli olan “Babalar” idi.” Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşünün başlangıcı olan Kösedağ yenilgisi (1243) üzerine Anadolu’nun tamamı Moğolların denetim alanı içerisine girdi. İşte bu fetret devrinde, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Bâtıniye dervişleri de devletin takibatından kurtulmuş olarak faaliyetlerini serbestçe sürdürmekteydiler. Anadolu’nun her tarafında Şii ve Batıni-Alevi babalar tarafından zaviyeler açılmaktaydı. 

 Çeşitli Türk kabileleri Anadolu’ya göç etmeğe başladıklarında özellikle de Anadolu Selçukluları’nın en debdebeli devri olan Büyük Âlaeddin Keykubad’ın iktidarına rast gelen zaman dilimi içerisinde Anadolu’da Şiilik bir hayli ilerlemiş ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanatının başlangıcında Babailer ayaklanması patlak vermiş ve Hacı Bektaş da bu arada çok kuvvetli nüfuz sahibi bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştı. O devirlerde Anadolu’daki Bektaşi nüfuzunun en hâkim bulunduğu yerler arasında Ankara, Sivas, Konya, Kayseri, Kırşehir ve güneye doğru yayılmış olan Türkmen Aşiretleri’nin yerleşmiş oldukları vilayetlerdi. 
Anadolu’da Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Dazalak, Hurufi, Rum abdalları, Kalenderiler, 
Melamiye, Haydariye, Camiye, Şemsiye, Edhemiye gibi Bâtıni kolları birbirleri ardından ortaya çıktıkları gibi bütün bu çeşitli yolların dini hükümlerdeki ihtilaflarına rağmen kendi aralarında “Bâtınilik” konusunda ortak bir zeminde birleşmekteydiler. 

 Bâtınîliğin tarihteki önemli isimleri arasında85: Hallac’ı Mansur, Hasan Sabah, Baba İlyas, Şeyh Bedreddin, Osmanlı döneminde, Pir Sultan, Hacı Bektaş Veli sayılabilir. Bunlardan Hasan Sabah ve H. Bektaş Veli dışındakiler öldürüldü. Mansur’a göre evren yaratılmamış, bir ışık ve sevgi yumağı olan Tanrıdan fışkırmıştı. “Kendini bilen Tanrıyı bilir, kendini seven Tanrıyı sever” diyen Mansur, Sünni otoritelerce sapkın olarak tanımlanmış ve düşüncelerinden vazgeçmesi için önce kamçılanmış, sonra derisi yüzülmüş ve en sonunda da 
taşlanarak öldürülmüştür. Mansur‘un inancı uğuruna ölümü seçmesi sufiler arasında derin izler bırakmış ve onun ölümü ile sufi akım içine kapanacağına, yükselmiştir86. Batıni görüşün geniş kitlelerce tanınmasına ve sevilmesine ön ayak olan bir başka sufi de, düşüncelerini şiire döken ve rubaileri nesilden nesile halen söylenmekte olan Ömer Hayyam’dır (1050-1122). Sanatkâr ruhlu Hayyam, diğer Sufilerden daha farklı bir yaşam seçti. Hayyam’ın dörtlükler 
şeklinde yazdığı rubailerden aşağıda olanı görüşlerini özetlemektedir87; 

Dün özledim de seni coştum birden bire, 
Çıktım, senin yerin dedikleri göklere. 
Bir ses yükseldi ta yukardan, yıldızlardan, 
“Gafil” dedi, “Bizde sandığın Tanrı sende. 

Osmanlı ve Batınilik.. 

 Anadolu’da oluşan “Anadolu Alevîliği” Bâtıni kökenlidir. Başta ilk Osmanlılar olmak üzere gaza yapan Türkmenler arasında egemen anlayış Sünni dinsel esaslara aykırı, buna pek itibar etmeyen ve eski gelenekleri sürdüren anlayıştı. 8. ve 11. yüzyıl arasında karşılaştıkları Müslümanlaşma baskısına boyun eğmiş Türkmenler, kendi inançlarını bırakmayarak karma (heterodoks) bir dinsel sentez sergilemişlerdi88. Göçebe demokrasisi içinde, daha sonra 

Kızılbaş adı altında toplanacak Bâtınilik, Anadolu’da en yaygın inanç konumundadır. Tüm 13. yüzyıl Anadolu Türkmenleri eski kavmi geleneklerine Müslümanlık cilası boyanmış basit bir şekli içinde, eski Türk şamanlarının haricen İslamlaşmış devamından başka bir şey olmayan Alevi ve heterodoks Türkmen babalarının nüfusu altında idi89. Yunus Emre, Taptuk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Barak Baba ve nihayet Baba İlyas ve İshak gibi Türkmen  şeyhlerinin (baba) anladığı İslamiyet, Türk Şamanizmi ve Batınilik vb. inanışların halka kadar inmiş geniş tasavvufi düşüncelerinden oluşuyordu90. Osmanlının gazayı kendi iktidarı ve fetihleri için meşrulaştırma ihtiyacı halkın boyun eğen tebaalar haline getirilmesi için Sünnileştirilmesini (veya Sünniliğin halkın tebaalaştırılması için kullanılmasını) gerektirdi. 

   Özgürlük, eşitlik, ortaklaşacılık, adalet, kardeşlik, kadın-erkek eşitliği, mülkiyetin reddi, Bâtıni düşüncenin kaynaklarıdır. Bu hali ile Bâtınilik, Doğu’nun ilk sosyalizmidir. Anadolu’daki Batıni görüşün temel inanışlarından bazıları şu şekilde sıralanabilir91; 

(1) Ahiret yoktur. 

(2) Yeniden dirilme, yargı günü yoktur. 

(3) Cennet, insanın dünyayı gönlünce yaşamasıdır. 

(4) Cehennem, insanın dünyada çektiği acıların toplamıdır. 

(5) Akıl, insanı insan eden temel koşuldur. 

(6) İnsan, sadece gücü ve emeği ile erdemli olur. 

(7) Bütün insanlar kardeştir. 

(8) İnsanda tanrısal bir güç vardır. 

Bâtıni ve özgürlükçü kimliği ile Şeyh Bedrettin, Osmanlı karşısında adaletin 
savunulmasının bayraktarı olmuş siyasal bir bilge idi. Büyük Türk gizemcisi Şeyh Bedrettin (1337-1420) şunları söylemektedir; “Her bilgi, kendi aşamasında haktır. Gerçek halka daha işin başında söylenirse ya yollarını sapıtırlar ya da gerçeği söyleyeni suçlarlar. Halk ve hak (gerçek), ortalama bir yolla ve ayrı ayrı gözetilerek birbirlerine alıştırılabilirler. Ama herhalde halk, hak ve hakikate alıştırılmalıdır. 92”. 

 Son olarak Yunus Emre’nin sözlerini hatırlayalım; 

 Cennet Cennet dedikleri 

 Birkaç köşkle birkaç huri, 

 İsteyene ver sen anı, 

 Bana seni gerek seni. 

 Günümüzde, Bâtınilik Teşkilatı’nın parçalarını oluşturan, gizli bir cephe taşıyarak İslam itikatları arasında yaşamlarını hala çeşitli yörelerde farklı isimler altında idame ettiren ve “Bâtıniler” (Şi.a-i Batın’iyye) adı altında sınıflandırılan mezhepler, Hindistan, Afganistan, İran, Türkistan, Arabistan, Yemen, Irak, Suriye ve Anadolu’da yaşamaktadırlar. Türkiye, hudutlarından sürülerek dışarıya çıkarılmış olan gizli tarikat ve mezheplerin üyeleri diğer ülkelere yerleşmişlerdir. 93. 


SONUÇ 

 Hermetizmin ana sorunu, Hermes’e ithaf edilen çeşitli geleneklerin asla aynı çatı altında toplanamaması, diğer taraftan bazı geleneklerin yanılgıya düşerek Hermes’e bağlı olmayan farklı geleneklere yönelmeleridir. Hermes’in hikâyesinden haberdar olmamız hem bize hakikat (Tanrı) bilgisine ulaşmamızda rehberlik etmeye çalışan İdris’in hala gizli olan bilimlerinin yeniden çalışılmasına hem de onun mirasının binlerce yıldır dinler üzerinde bıraktığı izler üzerinden yaşanan tüm sapmaların köklerini anlamamız ve nihayet tekrar akıla 
başvurmamız açısından önem taşıyor. En eski bilgiler, Âdem’in oğulları tarafından, “içerdikleri doğal sanat konularıyla beraber, iki levha üzerine, Hiyeroglif denilen şifreli yazıyla işlenerek gömülmüştü. Hiyeroglif yani şekillerle yazı, yazı Tanrısı Hermes’in işi idi. Bu yazı hem insanlar hem de hayvanlar tarafından okunabiliyordu. Eşsiz bilgelik öğretilerini basit ve kolay anlaşılır ifadelerle değil bilmecesel şekillerle, karartılmış sözlerle aktarmak eski 
bir Mısır geleneğiydi. 

Kur’an’da belirtildiğine göre, Hz.Adem ve Hz.İdris’e verilen sahifeler ile Tevrat, İncil ve Kur’an öz itibariyle birbirinden farklı değildir. Allah, içinde hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı indirmiş (el-Maide 5/44), Meryem oğlu İsa Tevrat’ı tasdik ederek gelmiş, ayrıca bir nur, yol gösterici ve müttakilere öğüt olarak İncil’i getirmiştir (el-Maide 5/46). Hz.Muhammed de kendinden öncekileri tasdik eden Kur’an’ı tebliğ etmiştir (Al-i İmran 3/3; el-Maide 5/48). Allah’ın dininin son halkası olan İslam, önceki peygamberleri ve onların getirdiği ilahi mesajları kabul etmekte, peygamberler arasında ayırım yapmamayı Allah’ın 
dininin temel şartı saymaktadır. Kur’an’da birçok peygamberin ismi ve nitelikleri sayıldıktan sonra “İşte o peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir; sen de onların yoluna uy!” denilmektedir (el-Enam 6/90). Bugün, hangi metinlerin ve bilgeliğin Hermetik-Âdem geleneğine ait olduğu veya olmadığı, yazıların özüne ulaşabilmesi ancak dış kabuğu delmeye çalışan uygun anahtarların kullanılmasıyla anlaşılabilir. 
Hermetik bilgi kurtuluşa giden en eski bilgi, bir şekilde Tufandan kurtulmayı başaranların erdemidir. 

 Şimdi bu kitap nerede? Günümüze dek ününü koruyan Hermes’in (Toth) kitabı, en gizemli kitaplardan biri ve belki de bir sütunun altında, bilinmeyen bir yerde tekrar ortaya çıkmayı bekliyor. Konuyla ilgili değişik antik efsaneler vardır. Josephus Flavius’a göre Âdem’in torunları ve Set’in oğulları bu eski bilgileri iki sütun üzerine kazımışlar; ilki yangından etkilenmemesi için pişmiş tuğla, öteki Tufanda zarar görmemesi için taşa yazılmıştır. Taş olanı tufandan kurtulmuş olup, günümüzde Suriye’de bulunmaktadır94. 

Atlantis’ten başlayıp Mısır’a uzanan, Truva’yla belki de Türkiye’de birçok bölgeyle bağlantısı olan Hermes’in öğretisi hala gizemli uykusunda, kumların altında yatıyor olabilir. Sais, Nil’in taşması, batan kıtalardan gelen çamurlu sularla tahrip olmuş ve terk edilmişti. Bugün sırlar kumların altında, belki de bir gün tekrar keşfedileceği parlak ışıklı bir zamanı ve güneş kalpli insanları bekliyor. Hermetik metinlerin yazarlarından Asklepios, bugünleri görmüş ve şöyle demişti; 

 “Ey Mısır! Gelecek kuşaklara senden hatıra olarak sadece inanılmaz masallar kalacak ve seninle ilgili olarak geriye taşlara oyulmuş kelimelerden başka bir şey kalmayacaktır. 
Ancak, bunlar bile, yüzyıllar boyunca seni ölümsüzleştirmeye yetecektir 95.” 



BÖLÜM DİPNOTLARI;

72 İmam-ı Gazâli, Bâtınîliğin İçyüzü, Çev.: A.İlhan, Diyanet Vakfı Yayınları, (Ankara 1993), 34. 
73 Corbin, a.g.e., (1986), 180-181. 
74 İbrahim A. Çubukçu, Gazzali ve Batinilik, A.Ü. îlâhlyat Fakültesi Resimli Posta Matbaası, (Ankara, 1964), 4. 
75 Rafızîlik, geniş anlamda Sünni mezhebinin din anlayışını, kurallarını benimsemeyen, Hz. Muhammed'den sonra yerine Ali'nin geçmesi gerektiğini ileri süren düşüncedir. 
76 Ignaz Goldziher, The Attitude of Orthodox Islam Toward the ‘Ancient Sciences’, Studies in Islam, M.I. Swartz (Ed.) Oxford University Press, (New York, 1981), 186-187. 
77 Ali Mazaheri, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışı, Varlık Yayınları, (İstanbul, 1973), 185. 
78 Ahmet Yaşar Ocak, İslam-Türk İnanışlarında Hızır yahut Hızır-İlyas Kültü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, (Ankara, 1985), 74. 
79 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi II, Z.Danışman (Ed.), Zuhuri Danışman Yayınevi, (İstanbul, 1966), 271. 
80 İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Ötüken Neşriyet, (İstanbul, 2014), 88. 
81 Charles Lindholm, The Islamic Middle East, An Historical Antropology, Blackell Publications, (London, 1996), 189. 
82 Lindholm, a.g.e., (1996), 191. 
83 İlber Ortaylı, Nevzat Yalçıntaş, Mümtaz’er Türköne, Türkler ve İslamiyet, Yakamoz Yayınları, (İstanbul, 2008), 67. 
84 Mehmet Fuat Köprülüzade, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Alfa Yayıncılık, (İstanbul, 2016), 14. 
85 Yusuf Ziya Bahadınlı, Alevîlik ve İslâm Fanatizmi, İnsancıl Yayınları, (2009), 56. 
86 Cihangir Gener, Ezoterik – Bâtıni Doktrinler Tarihi, IX. Bölüm, Yurt Kitap Yayın, (2007), 31. 
87 Ahmet Ateş, Gazzalî'nin «Batmîlerin Belini Kıran Deliller» i, «Kitab Kavasım al-Batınîye», İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C.III, Sayı: 1-2, (Ankara 1954). 
88 Erdoğan Aydın, Osmanlı Gerçeği, Literatür Yayınları, Literatür Yayınları, (İstanbul, 2018), 45. 
89 Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu, (Ankara, 1984), 47. 
90 Osman Turan, Selçuk Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak, F.Köprülü Armağanı, (İstanbul, 1953). 
91 Yusuf Ziya Bahadınlı, Anadolu Aleviliği-Bâtınilik ve İslam Fanatizmi, Yazılama Yayınevi, (2014), 65. 
92 Öner, Necati, Tanzimattan sonra Türkiye'de İlim ve Mantık Anlayışı, İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.V., Sayı: I-IV, (Ankara 1958). 
93 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, Timaş Yayınları, (İstanbul, 2016), 176. 
94 Ebeling, a.g.e., (2017), 10. 
95 Clement Salaman, Asclepius: A Secret Discourse of Hermes Trismegistus, Bristol Classical Press, (2007), 4. 


KAYNAK;

https://www.academia.edu/37554926/%C3%9C%C3%A7_kere_b%C3%BCy%C3%BCk_Hermes_%C4%B0dris_peygamber_


***

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 5

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 5





Müslümanlar, özellikle Şam ve Mısır’ın fetihlerinden sonra Hermetik felsefeyle yüz yüze geldiler. Hâkim İslami Meşşai ekolünün yanında –ki İbn Sina ile zirvesine ulaşır- böylesi başka ekoller de bulunmaktaydı. 8. yüzyıldan itibaren Yeni-Pythagorasçı ve Hermetik felsefe bazı çevrelerde yayılmaya başladı. “Büyük ve küçük âlem (mikrokozmos ile makrokozmos) arasındaki karşılıklı uyum doktrini”, bir çok tasavvuf kitapta, özellikle de İbn Arabi’nin Füsusu’l-Hikem ve Fütuhatu’l-Mekkiyye’sinde rastlanılan bir husustur. Ancak bu doktrinin aslı evrenseldir; Kur’an’da, hadislerde ve Hz.Ali’nin sözlerinde de açık bir şekilde 
geçmektedir63. Ayrıca, Hermetizmin beraberinde bulunan astroloji ve ilm-i simya, tasavvufun –özellikle bazı ekollerinde- en yüksek düzeyde bütünleşmişti. Tasavvufun herkese açık olmayan, sadece ehline açık olan iç bilgileriyle Hermetizmin gizliciliği bazı açılardan benzeşmektedir64. Müslüman filozoflar Hermes’i ya da İdris’i, hikmetin (Sophia) kaynağı, filozofların ve bilgelerin ilki olarak görüyorlar ve ona “Ebu’l-Hukema (Bilgelerin Atası)” unvanını veriyorlardı 65. 


Şekil: Hermes’in İdris’e Dönüşümü ve Okullar 




Arapların Aristoteles’e bağlılığı ve Grek felsefesi hakkındaki bilgisi Nasturici 
Suriyelilerden gelmektedir. Bununla birlikte Arapların Aristoteles’i Yeni Platoncu bir görüntü içindeydi. Tek dikkate değer Arap Filozofu olan Al Kindi’nin (Ölümü 873) Aristoteles ilgili çevirisi Arapların Aristoteles ile ilgili düşüncelerine yüzyıllar süren karışıklık getirdi. 

Bu dönemde Sünni dogmaların mistik ve alegorik yorumunda çok ileri gidilmişti ve az çok Yeni-Platoncu idi66. Biri İran’dan iki İslam filozofu özellikle dikkat gerektirir. Biri daha çok İslamlar arasında ün kazanan İbni Sina, diğeri Hıristiyanlar arasında daha çok tanınan İbni Rüşt idi. Tahran’da yaşayan ve tıp alanında ileri gitmesine rağmen felsefe alanında daha çok ün kazanan İbni Sina (980-1037), Yeni Platonculuğun en önemli temsilcilerinden biridir. İbni 
Sina’nın ilaçlar konusundaki çalışmaları Hermetik simya kaynaklarına dayanır. İslam dünyasının öbür ucunda, Cordoba’da yaşayan İbni Rüşt (1126-1198) ise pek çok kez felsefe yolu ile imanı sarsmakla suçlandı. İbni Rüşt, Arapların Aristoteles’in Yeni Platoncu eğilimini düzeltmeye çalıştı. Onun görüşleri Hıristiyan filozoflarına kaynak teşkil etti ve Batı felsefesi için daha önemli hale geldi. 

Farabi (872-950), uzlaştırmacı bir düşünürdü. Aristoteles ile Platon’un düşüncelerinin uyuşabileceğini düşündü. Aynı zamanda ilahi din ile felsefenin de uyuştuğu kanaatindeydi. Farabi’nin akıllar teorisi, ilk varlıktan ilk aklın sudürü ve zuhurundan sonra aşamalı bir sıra dizisi içerisinde meydana gelen, her akılda tekrarlanan ve her defasında yeni bir akıl üçlüsünün doğuşuna, yeni bir ruh ve âlem meydana gelmesine yol açan üçlü çile doldurma ve kendinden geçmeyle, onuncu akla varan bir süreçtir. İlk ilahi özler, Aristoteles’te feleki tanrılar iken Farabi’de soyut akıllardır. Onuncu akıl, “akl-ı faal”dir. İbni Sina, Farabi’nin 
akıllar görüşünü izler. Onuncu akıl, artık başka bir müstakil akıl ve nefs meydana getirme gücüne sahip değildir. Farabi ve İbni Sina, bu akıldan çoğaltılmış bir varlık meydana getirirler67. İbni Rüşt’e göre, Tanrı’nın varlığını akıl vahiyden bağımsız olarak bulabilirdi. 

Ancak katı Sünni El Gazali, ‘Filozofların Yıkımı’ adlı kitabında bu görüşlere karşı gelerek bütün zorunlu doğrulukların Kur’an’da bulunduğunu, vahiyden bağımsız düşüncenin gerekli olmadığını savunuyordu. Bununla beraber, filozoflara göre Kur’an’ın her metni 70 ya da 700 türlü yoruma açıktı ve sözel (lafzi) anlamı yalnızca cahil halk içindi. 

 Tarikatlar ve Hermetizm etkisi.. 

Hz. Muhammed 632 yılında öldüğünde henüz İslam inancı şekillenmemişti. İslam, insanları dinsel ortaklık temelinde belli derecede kaynaştırdı ise de kabilesel ve sınıfsal çelişkiler kaybolmadı, yavaş yavaş gittikçe şiddetlendi. Bu İslam dinindeki çeşitli akımlarda bölünmelerde ve mezheplerde yansımasını buldu. Ebubekir’in taraftarlarına göre; Hz. Muhammed’in Tanrı ile ilişkisi eşsiz ve nihaiydi; halifenin başlıca görevi, Hz. Muhammed’in vahiylerini ve inşa ettiklerini muhafaza etmekti. Bunlar “gelenek ve konsensüs halkı” anlamında ‘Sünni’ oldular. Ali’nin taraftarlarına (Şii veya Alevi) göre; İslam toplumunun 
yönetimi, aynı zamanda ezoterik bir unsur içeren ruhani bir görevdi. Müslümanlar Hz. Muhammed’in vahiyleriyle doğru ilişkiye ancak, dinin gizli “içsel” anlamlarının mutemetleri olan Peygamber’in ve Ali’nin soyundan gelen ruhani eğilimli bireylerin kılavuzluğunda girebilirlerdi. 

 Halife Ömer döneminde fethedilen Mısır’da Müslümanların ilk işi İskenderiye 
okulunu dağıtmak ve bu okulca asırlar boyunca toplanmış olan İskenderiye kitaplığını yakmak oldu. Sünnetin yasallığını kabul eden Sünnilik tek bir akım olarak kalmadı. 8. ve 9. yüzyıllarda Mutezile akımı ortaya çıktı. Mutezileler, Müslüman dini öğretiyi rasyonel ruhta yorumlamaya, Tanrının adilliğini ve insanda özgür iradenin varlığını kanıtlamaya çalıştılar. 

Kur’an’ı Allah’ın yarattığı değil insanlarca yazılan bir kitap olarak kabul ettiler68. Bu mezhebin ortaya çıktığı dönemde, kendi zayıflayan iktidarları için dayanak arayan bazı halifeler (9. yüzyıl) Mutezileleri destekliyorlardı. 

Tarikat hareketi tarihsel olarak Sufizm ile bağlantılıdır. Bu anlayış başlangıçta tanrı ile konuşmak için hayatın sofu yolu anlamında idi. 7. ve 8. yüzyıllarda İslam’da mistik özellikler taşıyan Sufizm akımı ortaya çıktı. Sufizm, Şia’nın bağrından çıkmakla birlikte Sünniler arasına da sızdı. Sufiler, dış ibadete çok önem vermiyorlar gerçek Tanrı kavrayışını, Tanrı ile mistik kaynaşmayı arıyorlardı. Sufilerin bazıları Panteist (Tanrı tüm dünyadadır, tüm dünya 
tanrının bir tezahürü ya da duygusudur) dünya görüşüne sahiptiler. Zamanla Sufist öğretinin taraftarları başlarındaki şeyh ya da insanlar ile memleket memleket dolaşan derviş (keşiş) tarikatlarını oluşturmaya başladılar. Bu tarikatlar Sünnilerde de Şiilerde de yasal kabul ediliyordu. 

 Bâtınilik ve İsmailiye Tarikatı 

İslam kültürel çerçevesinde Hermetik gelenekler, birbirinden farklı iktisadi-siyasal konumlarına bağlı olarak, farklı anlam ve yorumlar yüklendikleri üç kesim içinde boy göstermektedir69; 

(1) Grek-Helenistik felsefenin etki alanına girdiği ölçüde saray ve çevresi. 
(2) Muhalif Bâtıni entelektüel çevreler. 
(3) Popüler İslam alanı. 


 Bâtınîlik; İslam’da Kur'an Ayetlerinin görünür anlamlarının dışında, daha derinde gerçek anlamları bulunduğu inancı, ayetleri buna göre yorumlayan akımdır. Bâtıniler, temelde aynı noktadan hareket etmekle beraber çok değişik sistemler kurmuşlardır. Tarihte en iyi bilinen örnekleri İsmaililer, Bektaşiler ve daha yakın zamanda ortaya çıkan Bahailer’dir. 12. yüzyıldan sonra İran, Horasan, Hindistan ve Türkistan yörelerine dağılan Bâtıniler çeşitli kollar oluşturdular. Etkinlikleri bazı tasavvuf akımları içinde devam etti, özellikle 
Kalenderilik, Hayderilik, Melamilik, Hurufilik, Safevilik ve Bektaşilik gibi tarikatları etkiledi. Batınilik daha sonraki yüzyıllarda Dürzilik, Nusayrilik, Babilik, Bahailik ve Kadıyanilik akımlarının içinde de etkili oldu. Bâtınîlik üzerine yapılmış, yeterli ölçüde ciddi araştırmalardan yoksunuz. Konuyla ilgili kaynakların büyük bir kısmı ise zaten bu düşüncenin karşısında olanlar tarafından ortaya konulmuştur. Bâtınilik esasında içine kapalı bir yapı sergilediğinden, söz konusu kaynaklardaki bilgiler de tutarlılıktan ve objektiflikten uzaktır. 

Bâtıni anlayışa göre Kur’an’ın açık anlamı dışında yedi gizli anlamı vardır. Onlara 
göre Kur’an Tanrı sözü değildir; Tanrı’nın peygambere verdiği üstün akıldan doğmuştur, insanlığı kurtaracak olan bu üstün akıldır. Halk, ancak üstün bir akıl aracılığı ile aydınlanır. Bu akıl, imamdır. İmam, üstün aklı ile teviller yapar (gizliği çözer) ve gerçeğe ulaşır. Büyük kurtarıcı, yani ‘büyük akıl’, bir gün gelecek olan Mehdi’dir. Kur’an’ın dış yüzü (zahiri) olduğu gibi iç yüzü de (Batıni) vardır. Kur’an’ın ve buyruklarla yapılmaması emredilen şeylerin batınını bilen, bu anlayış seviyesine ulaşan kişiden zahirine riayet lüzumu kalkar; artık ona, ibadetin lüzumu yoktur kanaatini gütmek ve buna inanmak, Batıniliktir70. Batınilik, umumi bir tabirdir; bu inancı benimseyen kişilere, hangi mezhepten olurlarsa olsunlar Batıni, yollarına Batınilik (Batıniyye) denir. 

8. yüzyıldan itibaren Bâtıniliği İsmailiyye temsil etmeye başladı; bir yandan da Mehdi inancı yeni yeni Bâtıni fırkaların ortaya çıkmasına neden oldu. İsmaililik, Emevi ve Abbasi döneminde ayaklanma hareketlerinin genel ideolojik çerçevesini oluşturdu71. İsmaililer, Batın’da gizli olan hakikatin Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın ortak ve hakiki mesajını içerdiğini düşünmektedirler. Her bir dinin dışsal yani zahiri yasaları ise değişen zamanın gereklerine uyarlanma arasından başka bir şey değildir. Gnostik bir düşünce sistemidir ve devri vahiy tarihi kavrayışı ve Gnostik kozmoloji doktriniyle ayırt edilmektedir. Bâtıni inançları pek çok tarikata da girmiş, tasavvufa tesir etmiştir. Bâtınîler bütün görüşleri itibarı ile olmasa da zaman zaman çeşitli kolları ile tarikatları da etkileyerek tasavvufa sirayet 
etmiştir. Özellikle şiir yoluyla davalarını gündeme getirmeleri, edebiyattaki yansımaları açısından önemlidir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

63 Seyyed Hossein Nasr, İslamic Life and Thought, States University of New York Press, (Albany, 1981), 109. 
64 “Hak, halka açıklanmaz. Açıklanırsa, ya yollarını sapıtırlar ya da o Hakk’ı söyleyeni suçlarlar. Hak ve halk birbirlerine yavaş yavaş alıştırılabilirler. Ama tabii ki halk Hakk’a alıştırılacaktır.” Cemil Yener, Şeyh Bedrettin Simavnavi, Varidat, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2009), 15. 
65 Şihabüddin Sühreverdi, Hikmetu’l-İşrak, İz Yayıncılık, (2010), 10, 157-158. 
66 Betrand Russell, Batı Felsefesi, Orta Çağ, 7.Baskı, Say Yayınları, (İstanbul, 2000), 145. 
67 Kılıç, a.g.e., (2017), 197. 
68 Sergei Aleksandrovich Tokarev, Dünya Halkalarının Dinler Tarihi, Ozan Yayıncılık, Çev.Rauf Aksungur, (İstanbul, 2006), 586. 
69 Özbudun, a.g.e., (2015), 277. 
70 Abdülbaki Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılâp Kitabevi, 3. Baskı, (İstanbul, 1997), 116. 
71 Farhad Daftary, A Short History of İsmailis. Traditions of a Muslim Community, Edinburg University Press, (Edinburg, 1998), 51-57. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 4

ÜÇ KERE BÜYÜK HERMES İDRİS PEYGAMBER, BÖLÜM 4





İSLAM VE HERMETİZM 

 İslam ve Hermetik gelenek.. 

Hermetik anlayışlar İdris peygamber üzerinde canlanmış ve İslam içinde kabul 
görmüştür44. Müslüman düşünürlerin İdris, hakkında vermiş oldukları bilgilerin ekserisi İbrani kaynaklardaki bilgilerle örtüşmektedir. 

İdris peygamber Kuran’da iki kez anılır. “Kitapta İdris’i de an, o sadık bir 
peygamberdi, biz onu ali (Yüce) bir mevkiye yükselttik” (Meryem suresi, 56-57. ayet). 

“İsmail, İdris, Zül-kifl, bunların her biri sabredenlerdi, onları rahmetimiz içine aldık, onlar Salihlerdendi.” (El Enbiya suresi, 85-86. ayet). 

Bunun yanında İslam anlatımlarında İdris’in Şit’ten sonra peygamber olan, otuz 
sayfalık kitap sahibi olduğu kabul edilen, ilk defa kalem kullanan, ilk dikişi diken, kendisine göklerin sırrı verilen ve ilk göğe çekilen peygamber olduğu belirtilir. 

İslam tarih ve takabat kitaplarında Hz.İdris ile ilgili bir hayli bilgi vardır. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir45. 

“Adem’in dünyaya inişinin 1022 yılında Yerd’in Dermesil kızı Berketa ile evliliğinden Hanuh adlı bir çocuk dünyaya geldi. O, İdris peygamberdir.” 

“Şit’den sonra İdris’e kadar hiç peygamber gelmedi.” 

“İlk ateşe tapan kimse Kabil idi. Kardeşi Habil’i öldürdükten sonra Habil’İn kurbanını yaktığı için ateşe taptı. Hz. İdris zamanına kadar yaşadı. O kadar çok çocuğu vardı ki sayısını kimse bilmezdi. Şam dağlarında oğulları ile beraber yaşarlardı. Ateşe tapar, içki içer, zina eder ve eğlence içerisinde yaşarlardı. Allahu Teâla Hz. İdris’i onlara gönderip dine davet etti. Pek az kimse Hz.İdris’i tasdik etti. Ekserisi gene fıskları üzerine kaldılar.” 

“İdris’e ilahi bilgileri içeren otuz sahife indirilmişti. Âdem’in ve Şit’in sahifelerini de kalbinin üstünde taşırdı.” 

“İlk yazıyı yazan ve ilk terzilik eden odur. Yedi esnaf grubundan terzilerin piri Hz.İdris’tir. Yine bu zat, hesap (aritmetik), kâinat (kozmoloji) ve yıldızlar (astroloji) ilmini bilen ilk şahsiyetti. Allah yolunda ilk kıtal eden odur. Kabil’in çocuklarından esir aldığı kimseleri köle olarak kullananların ilki o olmuştur.” 

“Peygamber Efendimiz bir hadisinde, ‘Ey Ebu Zer! Bilir misin Allah’ın gönderdiği elçilerden dördü Süryanilerden idi. Bunlar da Adem, Şit, Hanuh (İdris) ve Nuh’tur. Kalemi ilk kullanan ve yazı yazan İdris idi. Yüce Allah ona otuz semavi sahife indirmişti’ buyurmuşlardı. “ 

“İdris Tufan’dan öncedir. Bazıları ‘Peygamberlik mansıbı verilenlerin ilki odur’ dahi demişlerdir. Tam seceresi; Âdem’in oğlu Şit’in oğlu Kaytan’ın oğlu Enoş’un oğlu Mehlail’in oğlu Yerd’in oğlu Unnuh’tur. Yedincidir.” 

 Araplar, Birinci Hermes’e Hermes el-Heramisa, Hermes’lerin Hermes’i ya da Hermes ül-Ekber, Büyük Hermes derler. Caberi, Remn mecnan başlıklı kitabında ona aynı zamanda Kral, Bilge ya da Filozof ve Peygamber olma özelliklerinden dolayı El-Müselles ya da Trismegistus da dendiğini söylemektedir. 

Grekçe ve Latince ‘Corpus Hermeticum’ ile Arapça Hermetik yazıların tamamıyla 
aynı oldukları ileri sürülür46. Hatta Batılı kaynaklardan incelediğimiz Hermetik Külliyat’ın doğrudan Mısır’dan (İskenderiye’den) değil de İslam kaynaklarından Batıya aktarılmıştır. 

M.S. 9. yüzyılda Müslümanlar pek çok Hermetik kitapla tanışmışlardı. İbn Nedim el-Fihrist’inde Hermes’e atfedilen yirmi iki Arapça risaleden bahseder47. Bunların on üçü simyaya, beşi astrolojiye, dördü de majiye dairdir. Bunlardan bugüne kalanlardan birkaç tanesi Topkapı Sarayı arşivlerindedir. 9. ve 12. yüzyıl arasında çeşitli şekillerde toplanan ve tercüme edilen kitaplar üzerine pek çok şerh düşülmüş, makale yazılmıştır. 

İslam ortaçağının kentli halk katmanlarının Hermetik söylemle tanışıklıkları, olasılıkla zaman zaman birbiriyle iç içe geçen üç kanaldan gelmiş olabilir48; 

(1) Saray ve çevresinin Helen/Sasani geleneklerini özümseme girişimlerinden halk katmanlarına yansıyanlar. Bu bağlamda çevrilen kitapların kimi nüshalarının ve bunlara dayalı söylentilerin kentli orta sınıflar, meslek loncaları vb. aracılığıyla kent ortamında dolaşıma girmiş olma olasılığı yüksektir. 

(2) İsmaili da’ilerin kentsel ortamdaki propaganda faaliyetlerinde Hermetik malzemeyi de kendi dünya görüşleri çerçevesinde yeniden yorumlayarak sunmaları. 

(3) İslam kentlerinde yaşayan gayrimüslimlerin ve tarihleriyle bağlantıyı 
kopartamayacak kadar yeni olan muhtedilerin aktardıkları (kültürleşme). Süryani, Nasturi, Yakubi, Yahudi vb. gayrimüslim unsurların yanı sıra Dürzî, Nusayri, Kopt gibi Müslüman gruplar da Hermetik gelenekleri özümsemiş gözükmektedir. Nusayrilerde Hermes, ikinci kubbenin ilahi mazharıdır. Dürzilerde ise Oknokh ikinci zuhur olarak, evrenin ruhu ile özdeştir 49. 

Öte yandan, ‘büyü ve sihir pratikleri’, dua ve ibadetin, sofistike inanç sistemlerinin yetmediği yerlerde gündelik sorunları (kısırlık, hastalık, aşk, kıskançlık, zengin olma vb.) büyüye/sihire baş vurarak çözme yatkınlığı, popüler kültürde bilinen bir eğilimdir ve Hermetik simgelerin özümlenmesinde elverişli bir zemin oluşturmuştur. 

Hermetik anlayış İslam Bâtıni geleneği içinde Rafizilik ve İsmaililik, İslam kelamı 
içinde de kendini Mutezile olarak açıkça göstermiştir. İdris aslında farklı kültürlerin, özellikle Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinin İslam’a girmesine vesile olmuştur. Göksel bilgilerin bir kaynağı olarak sunulan İdris, Bâtıni hareketlerin İslam içinde gelişmesine olanak sağlarken, aslında İslam’ı da Bedevi Arap kültürü ile birleşmiş olan yapısından kurtarmıştır. 

Hermetik öğretinin İslam dünyasında yayılması.. 

Hıristiyanlığa aykırı sayılan Platon Akademisi, 529 yılında Doğu Roma (Bizans) 
İmparatoru Justinian tarafından kapatıldıktan sonra, İslam ülkelerinde, İspanya’da, Mısır’da, Irak’ta, Semerkand’da matematik, doğa bilimleri ve felsefe ile uğralan Akademi’nin benzeri okullar ortaya çıkmıştı. Bunların en ünlüsü Basra’da kurulan İhvan al-Safa idi. İslam dil okulları içerisinde Basra, Arisotelesçiydi. Buna mukabil Küfe, Hermetik ve (Pergamon) Bergama Stoacıların izindeydi. Tanrı bilgisine akılla mı, yoksa hads (intuition) ile mi erişilir sorusu tartışılıyordu. Birinci fikri kelam Uleması, ikinci tezi Sufiler ileri sürmekteydiler. Tarihi gelişiminde İslamiyet, Kur’an’ı akli prensiplere göre yorumlayan Mu’tezile gibi akılcı felsefi bir akım ya da İbn Arabi, Mevlana Celaleddin ve Hacı Bektaş’ın mistik İslamı gibi çeşitli şekiller ve yorumlar sergilemektedir50. Osmanlı tarihinde bu iki anlayış birlikte egemen 
olmuştur. Bin yıllık deneyiminde Türkler, özellikle Anadolu Türkleri iki çeşit İslamiyet’i birlikte benimsediler. Bir yanda Türkmen-Yörük grupların Sufi-Alevi ağırlıklı inanç sistemi, öbür yanda devletin Hanefi-Sünni İslam şekliydi51. 

İslam öncesi dönemde, Yukarı Mezopotamya bölgesinde üç önemli okul, bölgedeki entelektüel Hıristiyan yaşamının, ama aynı zamanda Grekçe yapıtların Süryanice’ye aktarılmasının merkezleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar; Antioch (Antakya), Nisibis (Nusaybin) ve Edessa (Urfa) okullarıdır52. 4. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle Edessa Okulu’nun çevresinde Grekçe’den Süryanice’ye yoğun bir çeviri hareketi başlamıştı. 

Özetle, Grek ve Helenistik felsefe, Yakındoğu’ya önce Bizans Kilisesi’nin Rafızî saydığı Nasturiler aracılığıyla girmiştir. Yakındoğu’nun Araplar tarafından fethi ile (635-644) bölgeye egemen olan Müslümanlar, birkaç Yahudi ve az sayıda pagan ve Zerdüşti cemaatin dışında, Hıristiyanlaşmış bir nüfus ile karşı karşıya kaldılar. Araplar, Süryan dedikleri bu gruplara karşı genelde hoşgörülü bir tutum sergilemişti. Gayrimüslimler, Emevi ama özellikle de Abbasi saraylarında hekim, filozof ve çevirmenler aracılığıyla Grek düşüncesinin İslam’a aktarılmasında önemli bir rol oynayacaklardır. 

Abbasi Halifesi Me’mun 827’de akla dayalı bilimciliği savunan Mutezile görüşünü 
benimsemesi dört-beş yüz yıl sürecek ilerici bilimsel çalışmaları başlatan olay oldu. Halife Me’mun çok sayıda yabancı, özellikle Yunanca eserleri Arapçaya çevirterek işe başladı. Me’mun, Bağdat’ta hem bir kitaplık ve çeviri merkezi, hem de bir gözlem evi olan “Dar-ül Hikme (Bilim Evi)” kurdu. Mutezilecilik, inançla akılı bağdaştırmayı amaçlıyordu. 8. yüzyılın sonundan önce Bağdat’ta çok sayıda âlim ve 50 kadar çevirmen bulunmaktadır. Erken Arapça çevirilerde üç pratik ilim; astroloji, simya ve tıbbın önemli yer tuttuğu görülmektedir. 9. ve 
11. yüzyıllar arasında Grek felsefi ve bilimsel literatürünün büyük bölümünün Arapçaya çevrilmesi tamamlanmıştır. Emevi-Abbasi saraylarında görev yapan hekimler de Grek bilim ve felsefesinin İslam dünyasına aktarılmasında önemli rol üstlenmişlerdir. Mutezile çizgisi 1200’lü yıllara dek İslam yönetimlerinde egemenliğini sürdürmüş, Mutezile karşıtı gericiler 1100 yıllarına dek yönetimden dışlanmışlardır. 

Harran Sabiileri, bölgede yaşayan ve Roma-Bizans egemenliği boyunca 
Hıristiyanlaştırılmaya karşı direnen, Babil/Kalde-Grek ve Roma-İran geleneklerinin harmanlanmasından oluşmuş bir paganizmin sürdürücüsü ve Helenistik mirasın İslam’a aktarılmasında önemli bir rol oynamışlardır53. Harran, Eski Ahit geleneğinde de İbrahim ve Yakub peygamberlerin kaldığı yer olarak ünlenmişti. Bunlara bir de, Pagan/Neo-Platoncu Atina Akademisinin kapatılmasından sonra Hıristiyanlığı kabul etmeyen Atinalı filozofların 
Sasani kralı olan Hüsrev’in yanına sığınmaları eklenince, Neo-Platoncu düşüncelerin bölgede yayılması hızlandı54. Öte yandan, Doğu Yahudi-Hıristiyan geleneği ve Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlaşma süreci 4. ve ağırlıkla 5. yüzyılla birlikte özellikle komşu Edessa (Urfa) kanalıyla Harran üzerindeki etkisini hissettirir. Harranlıların Hıristiyanlara karşı duydukları derin nefret nedeniyle İslam fethini hoşnutlukla karşıladıkları ve kendi fethe gelen 
Arap komutan İyad b. Ghanam’a direnişsiz teslim oldukları pek çok yerde kaydedilmektedir55. Grek felsefesi, Bağdat’a Harran Okulu aracılığıyla ulaşmış ve Müslüman Endülüs üzerinden, Arapçaya çevrilmiş olarak yeniden Batı’ya dönmüştür56. 

Kitaplı peygamberlerden biri kabul edilen İdris Peygamber, İslam kültür alanına 
karmaşık bir senkrenizasyon süreci sonucunda dâhil oldu. İdris Peygamberin İslam kültür alanında üç farklı rolünden bahsedilebilir57; 

(1) Onu Âdem’le Nuh peygamberler arasına yerleştiren ve kutsal kitaplar (suhuf) biçiminde vahiylerin alıcısı kılan Sünni söylencesi. 

(2) Özellikle gökyüzüne çekilişine ilişkin söylenceler üzerine kurgulanan ve bunu 
gaybet kuramıyla ilintilendiren, İlyas’a ilişkin inançları içeren Kutsal Kitap (özellikle Eski Ahit) söylenceleri üzerine dayalı Şii söylencesi. 

(3) Bu ikisini reddetmemekle birlikte, onu ilimlerle, özgül bir meslek dalı ya da pratik zanaatlarla ilintilendirilen, “kültür kahramanı” rolü. 

Batını-Şii inancına göre; Âdem’e indirilen 21, Şit’e indirilen 29 ve İdris’e indirilen 30 sayfa kitap birlikte yitik olan “Bâtıni Kur’an” parçası oluşmaktadır58. 

Öte yandan, Müslüman egemenlik alanının, Roma-Bizans’ın erişemediği, Hindistan etkilerine açık İran’ı da kapsaması, Mısır Helenistik senkretizminin daha da karmaşıklaşmasına yol açar. Müslümanların Harranilerden Eski Ahit’teki Hanok ile özdeşleştirilmiş olarak devraldığı ve Kur’an’daki İdris figürüyle özdeştirdikleri, Neo-Platoncu fikirlere belenmiş Nebo/Hermes (Trismegistus) figürü, İran etkisiyle Tahmouras ve hatta Buddha’dan da tonlar kazanarak İslam Hermetizminin kurucusu, ‘gizli ilimlerin koruyucusu’ ama aynı zamanda zanaatkârların (özellikle terzilerin ve ilişkin zanaatların) piri İdris-Hermes’e dönüşecektir. 

Gerçekte, İslam sisteminde iki “İdris” kurgusundan söz etmek mümkündür. Kur’an’da adı geçen ve terzilerin/zanaatkârların piri kabul edilen İdris, daha çok Sünni temelli inanca mal olacak ve Kısas-ı enbiya’larda bu kimliğiyle yerini alacaktır. Bu İdris’in, aynı referanslarla anılsa da, Bâtıni-muhalif çevrelerde benimsenen ve Hermes Trismegistus’la özdeşleştirip Hermetik ilimlerle ilintilendirilen Hermetik İdris ile ilişkisi yoktur59. 

Hermetik Felsefe ve Bilimlerin Müslüman Düşünürler Üzerindeki Tesirleri.. 

Greklerin biliminde Müslümanlar, neticede iki farklı ilim anlayışının ortaya çıktığı iki gruba ayrılmışlardır. İlki, yaklaşımında temelde metafiziki olan ve tabiat görüşleri (fen) fenomenlerin ve matematiğin sembolik yorumuna dayanan, Hermetik Pythagorasçı Ekolü; ikincisi ise dünya görüşleri metafiziki olmaktan ziyade felsefi olan, bu yüzden de bilim anlayışları nesneleri –onların tezahürlerinden kalkarak semavi özlerine bakmak yerine- rasyonel bir sistem içerisinde konumlandırmayı amaçlayan kıyaslamacı-rasyonalist Aristotelesçi Ekolü oluşturmaktadır. Müslümanlar birinci ekolü, eski peygamberlerin 
hikmetinin –özellikle İdris ve Süleyman- Grek medeniyeti içerisindeki bir devamı olarak görmüşler ve bu yüzden de bu ilimlerin beşeriden ziyade ilahi bir kaynağa dayandıklarını varsaymışlardır. İkinci ekol ise, insan zihninin çalışmakla, kesbi (çalıştıkça kazanılan) olarak Hakikat’e varabileceği en büyük çabalar olarak telakki etmişlerdir. 

Birinci ekol, Müslümanların bir parçası olmuş, bazı kozmolojik görüşleri tasavvufun kolları içerisine entegre olmuştur. İslam felsefesi ekolleri üzerinde Aristotelesçi gelenekten ziyade Pythagorasçı-Platoncu gelenek daha etkili olmuştur. İkinci ekol de ilk dönemlerde birçok dalda etkili olmuş, özellikle dil felsefesini şekillendirmede hayli büyük etkiler bırakmış60, ancak 13. yüzyıldan sonra zemin kaybetmeye başlamıştır61. Bütün Müslüman düşünürler, kendi İslami akideleri ile ister safi Yunan, ister Yunani-Farsi, Yunani-Mısri ve 
Yunani-İbrani olsun, genel olarak “Yunan Felsefesi” adı altında gelen akli faaliyetleri uzlaştırmaya çalışmışlar ama Hermetik metinler adı altında gelen din ve felsefe bütünlüğü, o düşünürlerin kalbine diğer hiçbirinin yapamadığı bir kolaylıkla girmiştir. Çünkü bu sistemin kendi sistemlerinden pek farkı olmadığına kaniydiler62. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

44 Işık, a.g.e., (2007), 55-56. 
45 İbn’ül-Esir, İslam Tarihi, I-XVI, Çev.A.Ağırakça, C.I, Bahar Yayınları, (İstanbul, 1985), 54-56. 
46 Seyyed Hossein Nasr, İslam ve İlim, Çev.İ.Kutluer, İnsan Yayınları, (İstanbul, 1989), 198. 
47 Arapça eserlerin listesi için bakınız; Mahmud Erol Kılıç, Hermeslerin Hermesi İslam Kaynakları Işığında 
Hermes ve Hermetik Düşünce, Sufi Kitap, (2017), 108-122. 
48 Kılıç, a.g.e., (2017), 321. 
49 Henry Corbin, İslam Felsefesi Tarihi, Çev.H.Hatemi, İletişim Yayınları, (İstanbul, 1986), 133. 
50 Halil İnalcık, Bilimler Akademisi. Tarihte ve Türkiye’de, Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı Yayınları, 2. 
Baskı, (Ankara, 2005), 16-17. 
51 İnalcık, a.g.e., (2005), 17. 
52 Lacy de O’Leary, How Greek Science Passed to the Arabs, Routledge and Kegan Paul, (London, 1949), 44-50. 
53 Bayard Dodge, The Sabians of Harran, American University of Beirut Festival Book, Centennial Publications, 
F.Sarruf and S.Tamim (Eds.), (Beirut, 1967), 62-63. 
54 H.İ. Marrou, Synesius of Cyrene and Alexandrian Neo-Platonism, A. Momigliano (Ed.), The Conflict Between 
Paganism and Christianity in the Fourth Century, Oxford University Press, (London, 1962), 136. 
55 T.M. Green, The City of the Moon God. Religious Traditions of Harran, Leiden, (New York, 1992), 94. 
56 Pierre Chuvin, A Chronicle of the Last Pagans, Harvard University, (London, 1990), 141. 
57 G. Vajda, İdris, Encyclopedia of Islam, III., E.J.Brill, Leiden, (1971), 1030. 
58 E. Blochet, Etudes sur le Gnosticisme Musulman, Rivista delgi Studi Orientali, III, (1911), 48. 
59 Sibel Özbudun, Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri, Ütopya Yayınları, (Ankara, 2015), 231. 
60 İslam dil okulları içerisinde Basra, Aristotelesçiydi. Buna mukabil Kufe, Hermetik ve (Pergamon) Bergama 
Stoacıların izindeydi. 
61 Seyyed Hossein Nasr, Science and Civilisation in Islam, New American Library, (1970), 120. 
62 A.E. Afifi, The Influence of Hermetic Literature on Moslem Thought, Bull SOAS No.3, (London, 1951), 84. 
Müslüman düşünürler Hermetik espriye Kur’an’da geçen, “ed-dinü’l-kayyım (gerçekliğini ve etkinliğini daima 
koruyan dosdoğru din anlamında bir tabir” olarak yaklaşıyorlardı). 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***