İnan Kahramanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnan Kahramanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2017 Salı

İşte ABD-AKP Planı Irak’ta Federasyon = Türkiye’de Federasyon


İşte ABD-AKP Planı Irak’ta Federasyon =  Türkiye’de Federasyon



İnan Kahramanoğlu

19.01.2004/Sayı:48

ABD’nin Irak işgali öncesinde gerçek hedefinin Saddam’ı devirmek değil kukla Kürt devletinin kurmak olduğunu söylemiştik. Aradan geçen bir yıllık süre ne yazık ki bu tespitin doğrulandığını gösteriyor. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunacağını, ABD’nin Saddam’ı devirip demokratik Irak’ı inşaa ettikten sonra bölgeden çekileceği yolundaki ABD propagandasının da büyük bir yalan olduğu böylelikle ortaya çıkmış oluyor.

Şimdi Irak’ta nasıl bir federatif yapının oluşturulacağı tartışılıyor. Irak kaç parçaya bölünecek, merkezi bir otoritenin denetiminde federal bir yapı mı kurulacak yoksa etnik ve dinsel temellere dayalı parçalı bir yapılanmaya mı gidilecek?

Bütün bu soruların cevaplarına geçmeden önce sadece federal Irak üzerinde dönen tartışmanın ve ortalıkta uçuşan bütün bu soruların gösterdiği bir gerçeği tespit etmek gerek: ABD müdahale ettiği bölgelerde de istikrarsızlıktan başka bir sonuç elde edemiyor. Afganistan saldırısının ardından yaşananları tek kelimeyle özetlersek;kaos. Irak bu gerçeğin en son halkası.

Irak’ta ABD karşıtı direniş artarak sürüyor. Ancak ABD açısından asıl tehlike Iraklıların direnişi değil. ABD Irak işgalinin ardından bölge ülkelerinin büyük tepkisiyle karşı karşıya kalmış durumda. ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü hiçe sayarak kukla Kürt devleti planını hayata geçirmesi başta İran ve Suriye olmak üzere bütün Arap dünyasında ABD’ye yönelik büyük bir tepkinin ortaya çıkmasına yol açtı.
Bu tepki Ortadoğu’yu ABD açısından tam bir cehenneme çevirecek sürecin ilk adımı. Kukla Kürt devletinin kurulmasıyla birlikte Ortadoğu’daki ABD karşıtlığının bir savaşa dönüşmesi kaçınılmaz görülüyor.
ABD Ortadoğu’da batağa saplandığında Vietnam’daki hezimeti mumla arayacak ancak artık bu süreci geri çevirmek için artık çok geç. Ortadoğu’da nihai bir çatışmaya doğru son hızla ilerliyoruz.

Bremer'dan federasyona destek






Irak'a federasyon kararı


Vali, "Federasyon" dedi



Ortadoğu’da anti-Amerikancı cephe: Türkiye-İran-Suriye
Kukla Kürt devletinin yarattığı tehlikenin aslında bütün Ortadoğu coğrafyasını paramparça edeceği gerçeği bölge ülkeleri tarafından çok açık olarak görülmüş durumda.

Son bir aylık gelişmelere bakıldığında ABD açısından hiç de istenilir olmayan bir ittifak arayışının ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Türkiye, Suriye ve İran arasında uzun süreden beri görülen yakınlaşma kukla Kürt devletinin artık açıkça telaffuz edildiği bir dönemde antiAmerikan bir cephe olarak ortaya çıkıyor.
ABD hâlâ Türkiye’yi sömürgeci emellerini gerçekleştirebileceği bir üs, bir cephe ülkesi olarak görmeye devam etsin, bölge gerçekleri ve Türkiye’nin ulusal güvenlik ihtiyaçları ABD’nin “stratejik düşman” olduğunu dayatıyor.
Yalnızca Türkiye de değil, ABD’nin şer ekseninde yer alan İran ve Suriye de Türkiye’nin ABD ile uzlaşmaz çıkarları olduğunu görüyorlar ve bu çıkar çatışması sonucunda Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya geleceğini gördükleri için bir ittifak arayışına yöneliyorlarlar.
Öyle ki Suriye tarihinde ilk kez devlet başkanı düzeyinde Türkiye’yi ziyaret ederek Türkiye ile ikili antlaşmalara imza atıyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Türkiye ziyaretinde Türkiye ile aralarında yaşanan sorunların artık çözüldüğünü söylüyor.

Suriye, Esad’ın ağzından “milli dava” olarak gördüğü Hatay’ın Türk toprağı olduğunu kabul ediyor. Yine Apo’nun yakalanmasının ardından başlayan Türkiye-Suriye yakınlaşmasının ilk adımı olan Adana Mutabakatı’nın önemli maddelerinden biri olan PKK tehlikesine karşı Türkiye ile işbirliğini daha da geliştirmeyi taahhüt ediyor.
İran Dışişleri Bakanı Harrazi de aynı şekilde PKK terörü ile mücadelede Türkiye’nin yanında oldukları mesajını veriyor.
Suriye ve İran’ın Türkiye ile olan görüşmelerinde verdikleri esas mesajsa Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini parçalayacak federasyon planlarına ve özellikle kukla Kürt devletine izin verilmeyeceği. Bölge ülkeleri bir yana Türkiye’yi ziyaret eden Irak’taki Şiilerin lideri El-Hakim de Kürt devletine karşı olduklarını söyleyerek Türkiye’nin sürece müdahil olması çağrısında bulunuyor.
Dolayısıyla ABD ve Kürt aşiretlerinin bütün bu tepkiler karşısında alacakları tavrı beklemek gerekecek. Ancak ABD şer ekseni içinde tarif ettiği Suriye’yi geçtiğimiz hafta içinde açıkça hedef gösterdi ve Suriye’ye saldırı tehdidinde bulundu. Bu tehdidin tam da Esad’ın ziyareti sırasında yapılması elbette tesadüf değil.
Yalnız Suriye ve İran değil, Pentagon eski danışmanı Richard Perle’nin açıklamalarına göre ABD ile yollarını ayırma noktasına gelen Suudi Arabistan’ın da ABD tarafından vurulması an meselesi.
Bu da gösteriyor ki, Türkiye en ufak bir karşı çıkışta ve uygun koşullarda zaten dahil olduğu şer eksenine resmen adını yazdırabilir.

Federal Irak, Türkiye’yi ve bütün Ortadoğu’yu parçalayacak

Özkök uyardı

ABD ile karşı karşıya gelme gibi “en kötü” seçenekle karşı karşıya kalan Türkiye, Suriye ve İran’ın açıkça ABD planına karşı olduklarını açıklamaları ve üstelik bu planları boşa çıkartmak için biraraya gelmeleri her üç ülkenin de Irak’ın parçalanmasının doğuracağı sonuçları düzgün tahlil ettiklerinin göstergesi.
Türkiye daha ABD Irak’ı işgal etmeden önce Irak’ta kurulacak bir Kürt devletini savaş nedeni olarak kabul edeceğini söylemişti. İran ve Suriye de aynı şekilde Irak saldırısına karşı çıkarak ABD’ye tavır almışlar ve Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik her türlü planın karşısında olduklarını söylemişlerdi. Buna rağmen ABD planı istenildiği biçimde uygulandı ve kukla devlet için fiili durum yaratıldı.
Şimdi Irak’taki direnişin kesilmesi ve Irak’ın parçalanmasının Türkiye açısından yaratacağı fiili durum Türkiye’nin de ikiye bölünmesidir. Kukla Kürt devleti ilk aşamada Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık kazanacak ardından da toprak talepleriyle Türkiye’ye doğru genişletilecek.
Türkiye ayağını PKK’nın oluşturduğu bülücü terörün ABD açısından stratejik önemi de buradan kaynaklanıyor. Dolayısıyla Türkiye iki açıdan bir kıskaca alınıyor: Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani liderliğindeki Kürt devleti ve içerde PKK’nın yoğunlaşan faaliyetleri.
Bu plan aslında Sevr’le gerçekleştirilmeye çalışılan bağımsız Kürt devleti projesinin yeniden Türkiye’nin önüne konmasından başka bir şey değil.

Kürt devleti ABD’nin elli yıllık planı..,


< Türkiye ABD’nin Şer Ekseninde
AKP iktidarı 
    1. Tezkere ile başaramadığı Türkiye’yi bir ABD üssüne çevirme görevini yine Anayasayı ve devlet politikasını çiğneyerek yerine getiriyor. ABD basınına yansıyan bir haberle birlikte AKP’nin 120 bin ABD askerinin Türkiye üzerinden geçeceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Olay Türk basınını ancak askeri sevkiyat başladıktan sonra 
yansıyabiliyor.

Zira AKP aslında Meclis kararı gereken bu durumu anayasayı çiğneyerek ve gizlice uygulamaya koyuyor.

İncirlik üssü ile de yetinmeyen ABD yine birinci tezkere döreminde gündeme getirdiği Eskişehir, Konya Trabzon, İstanbul gibi merkezlerde de askeri üs kurma isteğini bir kez daha Türkiye’ye dayatıyor. İncirlik üssü bir yana ama İstanbul ya da Trabzon’daki bir üssün Irak ya da Suriye’ye saldırı için kullanılmasının imkanı yok. O halde niçin bu şehirlere sorusu herkesin kafasını kurcalıyor. Oysa durum oldukça net. Birincisi ABD Türkiye’yi bölgedeki askeri üslerinden biri haline getirmek istiyor. 
Tıpkı Gürcistan gibi. Gürcistan’da ABD İşbirlikçisi Şevardnadze ABD tarafındanr sırf bu görevi istenildiği hızda yapmadığı için bir sivil darbeyle iktidardan indirildi ve yerine daha koyu Amerikancı bir iktidar geçirildi.

    Türkiye’de aynı süreci 3 Kasım seçimleri öncesinde DSP-MHP hükümetinin iktidardan indirildiği darbe döneminde yaşamıştık. Bu darbenin sonucunda Türkiye tarihinin en Amerikancı iktidarı AKP, tek başına iktidara taşınmıştı.
Irak işgali sonrasında yaşananlar bir savaş hükümeti rölü biçilen AKP’nin bu rolü oynamada ne derece hevesli ve başarılı olduğunu ortaya koydu.
İncirliğin istediği biçimde kullanma yetkisini alan ABD’nin esas amacı bölgedeki operasyonlarını buradan yönlendirmekten çok Türk Ordusu’nun olası bir müdahalesinin önüne geçmek. Ancak ABD planının bundan çok daha büyük amaçları olduğu da ortada. İstanbul’dan Trabzon’a bir çok ilde kurulması planlanan ABD üsleriyle ABD’nin 
şer ekseni içinde parçalanacak bir ülke olarak yeralan Türkiye fiilen işgal edilmiş oluyor, üstelik tek bir kurşun atmadan. Bu ABD’nin AKP’ye seçim öncesinden beri süren büyük desteğini anlamamızı böylelikle daha da kolaylaştırıyor. Türkiye bizzat iktidardaki ihanet şebekesi tarafından ABD’ye teslim ediliyor. 
Bu andan itibaren Türk devletinin bağımsızılığının tek güvencesi olan Türk Ordusu’nun alacağı tavır Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğini gösterecek. Türk milleti Türk Ordusu’nun alacağı tavrı bekliyor.  >

Amerikan kaynaklı bu propaganda şu an varolan fiili durumla taban tabana zıt olması bir yana tarihsel gerçeklerle de uyuşmuyor. Kürt devleti Irak işgalinin ardından ortaya çıkan fiili durumun yarattığı bir gelişme değil. ABD elli yılı aşkın bir süredir Ortadoğu’yu kontrolü altında tutmasını sağlayacak bir Kürt devletinin hesabı içinde. Barzani ve Talabani aşiretleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte ABD ve İngiltere’nin kışkırtmalarıyla bir çok defa bağımsızlık talebiyle ayaklandılar.Barzani ve Talabani Federal Irak içinde temsille yetinmeyip özerk bir Kürt devleti için anlaşmış durumdalar. Buna rağmen hâlâ Irak’ta federasyon kurulmayacağını ya da ABD’nin Kürt devletinin kurulmasını istemediğini iddia eden stratejik analizler de yok değil.

Bu sürecin Türkiye içindeki en bariz yansımalarını ise Özal döneminde yaşamıştık. Özal dönemi Federasyon tartışmalarının Türkiye gündemine ilk defa ciddi biçimde girmesine yol açmıştı. Tabii bu parlak fikri Özal’a verenin ABD olduğunu söylemeye gerek yok.

PKK terörünün Özal döneminde büyük bir yükseliş kaydetmesi Körfez Savaşı’nın ardından Türkiye’ye yerleşen Çekiç Güç’ün marifetidir. Çekiç Güç PKK’ya silah ve eğitim desteği sağlayarak sonuçta Türk devletini büyük ölçüde zayıf düşüren PKK terörünün mimarıdır.
ABD işbirlikçisi Özal iktidarı içerde PKK’nın önünü açarken Barzani ve Talabani gibi iki aşiret ağasını devlet protokolüne alarak ve kırmızı pasaportla ödüllendirerek ABD planının sorunsuz işlemesi için büyük çaba harcadı. Sonuçta kırmızı pasaport verilip muhattap kabul edilen Barzani ve Talabani bugün Türkiye’nin kırmızı çizgilerini delik deşik ediyor. Kukla Kürt devleti Türkiye’deki bu Amerikancı siyasetin armağanıdır.
Özal’ın bıraktığı yerden devam eden AKP iktidarı da birinci tezkere sürecinde işbirlikçiliğin yeni bir örneğini sergileyerek Türk Ordusu’nu tasfiye etme ve Türkiye’yi bir Amerikan üssüne çevirme rolünü başarıyla uyguladı. Türkiye’nin bütün savunma olanakları ve Türk Ordusu’nun caydırıcı gücü bertaraf edilerek ABD’nin en büyük korkusu olan Türk Ordusu’nun Kürt devletine müdahale seçeneği ortadan kaldırıldı.

ABD’nin Ortadoğu’daki tek dayanağı Kürt işbirlikçiliği

ABD’nin Sevr döneminden beri desteklediği iki unsur bulunuyor: Ermeniler ve Kürtler. Bağımsız Ermenistan ve Kürdistan planları da bu nedenle ABD için o tarihten beri vazgeçilmez önemde. Barzani ve Talabani’nin Irak’ın uluslaşma sürecini kesintiye uğratacak ve Irak’ı parçalayacak ABD politikalarına taşeron olarak seçilmesi de gösteriyor ki, ABD önümüzdeki dönemde de Kürt işbirlikçiliği üzerinden bir Ortadoğu kuşatması yürütecek. Türkiye’de bu kuşatmanın dayanağı ise PKK’nın Kürt ayrılıkçığı olarak konulabilir.
ABD bölgede Araplara ve özellikle Türklere güvenmiyor. Türkmenler en başından beri ABD’nin inisiyatifiyle bütün gelişmelerin ve karar alma süreçlerinin dışında bırakıldılar. ABD Irak’ta çoğunluğu Arapların oluşturmasına rağmen Kürtlere yönetimde daha fazla ağırlık vermek istiyor. Türkmenler de biraz geç de olsa ABD’nin niyetini anlamış durumdalar ve ilk kez ABD karşıtı açıklamalarda bulunup silaha sarılıyorlar. Zira süreç Türkmenlerin kendi vatanlarında katledilmelerine kadar vardı.
Türkiye ise ABD açısından her zaman stratejik düşman olarak görüldü. Bütün Amerikancı iktidarlara rağmen Türk Ordusu’nun direnişi ABD açısından Türkiye’yi güvenilmez kılıyor. ABD’nin korkulu rüyası ise anti-Amerikan yönelimli bir Türk-Arap birliği. İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-Arap ilişkisini bozmayı amaçlayan Lawrence planı tam da bu birlikteliğin yarattığı korkuya dayanıyordu. ABD’nin ikinci Lawrence planı da Kürtleri kollama ve Türk-Arap birliğini engellemek için devreye konuyor. Etnik kışkırtma Ortadoğu’daki emperyalist politikaların temel hedefi.

Irak’ı parçalayan etnik ve dinsel bölünme planı Türkiye’de de işletiliyor
Irak saldırısının bir sonucu olarak ortaya çıkan kukla Kürt devleti Irak’taki etnik ve dinsel bölünme operasyonuyla birlikte yürütüldü. Yalnız Irak değil bütün Arap dünyası ABD tarafından yıllardır, büyük bir özenle yürütülen bu etnik ve dinsel parçalama operasyonlarının yarattığı kargaşayla mücadele ediyor.
Arap dünyasının son elli yılı ABD destekli Kürt ayaklanmalarıyla geçti. Yine bölgedeki Sünni-Şii çatışması üzerinden çıkartılan ve sekiz yıl boyunca bütün Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İran-Irak Savaşı da ABD tarafından kışkırtıldı. Arap dünyasında yaşanan uluslaşma sürecinin güçsüzlüğü ile birleşen emperyalizmin etnik-dinsel bölünme politikası Ortadoğu’nun antiemperyalist bir direnişe girişmesini de büyük ölçüde zora soktu. Sonuçta milliyetçiliğin gelişmediği ya da güçsüz kaldığı bir ülkenin topyekûn bir ulusal direniş sergilemesi pek de mümkün değil.

Türkiye açısından da benzer bir durumun ABD ve AB emperyalizmi tarafından yaratılmaya çalışıldığını biliyoruz. Irak’ta başarıya ulaşan etnik bölünme senaryosu Kurtuluş Savaşı günlerinden beri, Türkiye için de uygulanıyor.
Türkiye’de etnik bölünme Lozan’daki azınlık tanımının yok sayılarak bir Kürt azınlık yaratma politikası olarak ortaya çıktı.

Gerek ABD gerekse de AB, PKK terörünü destekleyerek bir Türk-Kürt ayrışması yaratmak için özellikle son yirmi yıldır muazzam bir çaba içindeler.
PKK’nın terör gücünün Türk Ordusu tarafından kırılmasının ardından bu kez de siyasallaşma stratejisi yine ABD ve AB merkezlerinde planlanarak PKK’nın önüne kondu.
Bundan sonraki süreci ise yakından biliyoruz. Demokratikleşme kisvesiyle bizzat Türk devletinin yasama organı olan TBMM kararlarıyla kabul ettirilen Kürtçe eğitim ve Kürtçe yayın ile Türk kimliğinin yokedilmesinin yolu açıldı. Pontusçuluk, Lazcılık, Çerkezcilik, Gürcülük gibi henüz tam olarak istenilen kıvama getirilemeyen etnik sorunların da ilerleyen dönemde kaşınacağını söylemek hiç de zor değil.
Kürt kimliği yaratma üzerinden yürüyen etnik bölünmenin yanında Alevi-Sünni ayrımcılığı da ABD ve AB’nin uzunca süredir ilgilendikleri bir başka alan.

Federal Irak: Federal Türkiye

Etnik ve dinsel kimliklerin milli kimliğin yerine konduğu bir ülkede ulus devlet yapısı da doğal olarak ortadan kaldırılmış oluyor. Bu noktada emperyalizmin çok parçalı ve özerk eyalet sistemi ulus devletin alternatifi oluyor. Bunu emperyalist böl-yönet politikası olarak da okuyabiliriz.
Şimdi bu böl-yönet taktiğinin Türkiye için de uygulandığını görüyoruz. Irak’ta federasyona giden sürecin aynısı Türkiye’de de uygulamada. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde AKP’nin hazırladığı Kamu Yönetimi Reformu Türkiye’nin Anayasal düzeninin, milli devlet vasfının ve Türk kimliğinin yokedildiği ve Türkiye’nin Osmanlı “millet” modeline geri döndürüldüğü bir sürecin önemli ayaklarından birisi.
Bürokratik devletin hantal yapısını kaldırıp hızlı hizmet sunma gibi masum argümanlara dayanarak hazırlanan kamu yönetimi reformuyla merkezi otoritenin etkisi neredeyse sıfıra indirgeniyor ve bütün yönetim yetkisi mahalli idarelere devrediliyor.
Ekonomi, milli eğitim, sağlık, tarım, ulaştırma gibi pek çok bakanlığın tasfiyesi ve yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesi üniter devlet yapısının yok edilmesinden başka bir şey değil. Yerel yönetimlerin yetkilerinin üst düzeye çıkartılması mezhepçilik ve bölücülüğün önünü açıyor. İlk bakışta iyi niyetli bir reform olarak görünse de bunun yaratacağı sonuçların Cumhuriyet’in tasfiyesi olduğunu görmek gerekli. Etnik kimlik ve cemaat-tarikat ilişkilerinin siyaset üzerindeki etkisi düşünülürse ortaya çıkacak durumun vehameti daha iyi anlaşılabilir.
Bu tasarıyla Türkiye’ye açıkça ABD eyalet sistemi dayatılıyor. Türk devleti eyaletlere bölünerek parçalanıyor. Ortadoğu’da rahatça kontrol altında tutulabilecek ve askeri üs olarak kullanılabilecek zayıf ve onlarca parçaya ayrılmış bir Türkiye Federasyonu.

Türkiye’ye uygulanmak istenen senaryo bu. İçerdeki ihanet: AKP-PKK

Yaklaşan yerel seçimlerle birlikte düşünüldüğünde kamu reformu diye sunulan tasarının aslında etnik ve dinsel temelli bir parçalanma planı olduğu rahatlıkla görülebilir.
Yerel seçimlerde AKP ve DEHAP’ın önemli ölçüde belediye başkanlığını kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Terör örgütü PKK’da aylardır yerel seçimlere yönelik önemli hazırlıklar içinde.
Dolayısıyla Meclis’ten bu haliyle geçmesi halinde kamu reformu diye sunulan düzenleme PKK’nın kontrolündeki belediyelerin tamamen Türk devletinin denetiminin dışında kalmasını sağlamış oluyor.
Ancak sorun sadece PKK’lı belediyelerin denetlenememesi de değil. Güneydoğu başta olmak üzeri Doğu Anadolu ve Mersin, Adana gibi büyük illerde belediye seçimlerin kazanmayı amaçlayan PKK, BM ve NATO gibi uluslararası örgütlere müdahale çağrısında bulunarak Kürt nüfusun bu bölgelerde çoğunlukta olduğunu ve baskı altında tutulduğu gerekçesiyle ayrılma hakkı talep edecek. CIA ve PKK arasında Kandil Dağı’nda yapılan gizli görüşmede yerel seçimler ve sonrasında izlenecek strateji belirlenmişti.
Yugoslavya ve Balkanlar örneği ve ABD ve AB’nin Türkiye parçalama niyetleri de düşünüldüğünde uluslararası emperyalist örgütlerin müdahalesi bizi şaşırtmamalı.
Tayyip’in iktidara gelmesinin ardından ortaya attığı tartışmalara baktığımızda AKP’nin Türk devletini yok etme senaryolarını nasıl sinsice uygulamaya koyduğunu görebiliriz.

Tayyip bir yılda önümüze neler koydu?

1.Başkanlık sistemine geçiş: Tayyip’in halife olarak Çankaya’ya oturmasının yolu açılıyor.
2. Türkiyelilik kavramı: Türk kimliği yok edilerek milli devletin temeli olan millet yok ediliyor.
3. Uyum yasaları, İkiz yasalar, Eve Dönüş Yasası: Şeriatçı ve bölücü terör serbest bırakılıyor. Etnik ve dinsel bölünme süreci hızlandırılıyor.
4. Kamu Yönetimi Reform Tasarısı: Milli devlet ve Anayasal düzen ortadan kaldırılıyor.
5. Sivilleşme: Türk Ordusu tasfiye edilerek Türkiye’nin direnme olanakları yok ediliyor.

Bütün bunlardan sonra AKP’nin son dönem İran ve Suriye temaslarıyla Kürt devletine karşı çıkan tavrının inandırıcılıktan ve gerçeklikten uzak, tam bir yalpalama ve kıvırtma siyaseti olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun ilk örneğini birinci tezkere krizinde yaşadık. AKP hem ABD’nin üs isteklerini geri çevirir göründü ama hemen arkasından da ikinci tezkereyi kabul ederek ABD’ye istediğini verdi.

Şimdi kukla Kürt devleti tehlikesine dikkat çekmesi ise iki nedenle inandırıcı değil. Birincisi, AKP madem bunun Türkiye’yi de parçalayacak bir sürecin önünü açacağını düşünüyor dışarıda Kürt devleti tehlikesini karşı çıkarken içerde Türkiye’yi parçalayacak kamu yönetimi reformu ve uyum yasalarından eve dönüş yasalarına kadar bölücü düzenlemeleri neden ardarda hayata geçiriyor?
İkincisi, AKP’nin bu tavrı aslında Türkiye’nin devlet politikasının dillendirilmesinden başka bir şey değil. Ancak aynı AKP Kıbrıs başta omak üzere bütün dış politik gelişmelerde Türkiye’nin devlet politikasının tam zıddı bir politik çizgi izliyor.

Tayyip, Genelkurmay Başkanı ile yaptığı görüşmeden sonra Türk Ordusu’nun kesin tutumu karşısında kukla Kürt devletine izin verilmeyeceğini söylüyor. Dolayısıyla ABD planına asıl direnen gücün Türk Ordusu olduğu ortaya çıkıyor. Oysa AKP Türk Ordusu ile birlikte ABD planına karşı çıkmak yerine Türk Ordusu’nu tasfiye etmeye çalışıyor.
Bir başka önemli nokta da ABD’nin Ortadoğu’da oluşan büyük tepkiye rağmen kısa dönemde Barzani ve Talabani’ye açık destek vermeye devam edip etmeyeceğinin belirsiz oluşu. Bu da AKP’nin rahat hareket etmesine olanak tanıyor.

Kerkük’ten Diyarbakır’a

Türklere Sürgün, Tehcir, Katliam

Türkiye’nin bölünme ve parçalanma süreci aynı zamanda Türk varlığının da ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Türkiye’den kopartılacak bölgelerdeki Türk varlığı sürgün, tehcir ve katliamlarla karşı karşıya. Bunun en bariz örneğini Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinden biliyoruz. Irak’taki Türkmen soydaşlarımıza yönelen ve gittikçe artan katliamlar ise tehdidin boyutlarını sergiliyor.
Talabani’nin yardımcısı Behram Salih bin yıllık Türk kenti Kerkük’ün Kürt kenti olduğunu söylemekle kalmıyor istenirse referanduma gidelim diyerek tehdit savuruyor. Salih’in bu açıklaması ışığında baktığımızıda Bağdat’ın ABD tarafından işgal edilmesinin ardından apar topar Kerkük’e girerek tapu ve nüfus kayıtlarını yok eden peşmergelerin Türk varlığını ortadan kaldırma niyetlerini görmemiz daha da kolaylaşıyor.
Kerkük’te Türkmenlerin karşı karşıya kaldığı katliam yarın Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanacak gelişmelerin habercisidir. Türkler kendi vatanlarından sürülme ve katledilme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Genelkurmay Başkanı Özkök, Annan planı tartışmaları sırasında “Türkler Anadolu’ya hapsedilmek isteniyor” demişti. Bunun gerçek fakat eksik bir tesbit olduğunu söylemiştik: Türkler Anadolu’dan atılmak isteniyor. 

Ölü ya da diri.
ABD’nin Kafkas hattını yıkmak için kukla Kürt devletini Yıkmalıyız

Bu noktada Türk varlığını ve Türk devletinin bağımsızlığını koruyacak bir ulusal güvenlik anlayışının bir an önce uygulanması gerek. Ancak AKP ve ABD’nin kuşatma planları anlaşılmadan gerçekleştirilecek her stratejinnin de başarısızlığa mahkum olduğunu bilmeliyiz.
ABD’nin Ortadoğu planı, İsrail-Ermenistan-Gürcistan-kukla Kürt devleti eksenli yeni bir Kafkas hattı oluşturmak. Gürcistan’da yaşanan sivil darbe süreci ve Türkiye’deki 3 Kasım seçimleri bu hattı oluşturma arayışlarının aşamalarıydı. ABD bu süreçte AKP üzerinden bir kuşatma stratejisiyle Türk Ordusu’na diz çöktürmeye çalıştı.

Süleymaniye ve Kerkük’te yaşananlar ve özellikle Türk askerinin başına çuval geçirme tertibi Türk milletinin ve Türk Ordusu’nun savaşma azmini kırmaya yönelikti. İkinci tezkere de aslında sırf Türk Ordusu’nu ABD karşısında güçsüz durumda bırakmak için çıkartıldı. Zaten tezkere çıkmasına rağmen tezkerenin öngördüğü imkanların hiçbirisi ABD tarafından kullanılmadı. Çünkü amaç Türk Ordusu’nun bu konudaki karşı çıkışını yok etmekti, başarıldı da.
Bu süreci engellemeden Türkiye’nin parçalanmasını engellemek mümkün değil. Bunun için Türkiye’nin bir an önce içerde AKP kuşatmasını dışarda da kukla Kürt devletini ve ABD kuşatmasını parçalaması gerek.
Kukla Kürt devletine yapılacak müdahale bu yolda iyi bir başlangıç olacaktır. Arkasından AKP ve ABD kuşatmasını karşılamak daha da kolaylaşacaktır.
Arap ülkeleriyle dayanışma Türkiye açısından önemli bir seçenektir. Türkiye Filistin-İran-Suriye eksenli bir ittifakın öncülüğünü yapmalıdır.
Irak’taki gelişmeler öninde sonunda bir Türk-Amerikan savaşını gündeme getirecektir. Türk Ordusu’nun savaş yeteneğininin İran ve Suriye ile birleşmesi ABD’nin savaşmayı göze alamayacağı bir gücün yaratılması demektir.
Türkiye artık en kötü seçenekle karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu görmeli ve süngünün ucunu göstermelidir. Süngü göstermeye cesaret edemeyenlerin savunacak bir vatanları da kalmamış demektir.



8 Mart 2015 Pazar

ORDU GÖREVE...




ORDU  GÖREVE...



İnan kahramanoğlu

Ordu Göreve!

Türkiye’de tüm tartışmalar artık gelip Ordu üzerinde düğümlenmiş durumda. Hükümet attığı her adımda Ordu’yu karşısında bulurken Ordu da her geçen gün ABD-AB-AKP ittifakı tarafından biraz daha kuşatılıyor.
Türk siyasetinde hangi taşı kaldırsanız altından Ordu-siyaset kurumu çatışması çıkıveriyor. Bu durumu analiz etmek için özel bir çabaya bile gerek yok. Çünkü artık tüm kartlar açılmış ve neredeyse bütün kozlar ortaya serilmiş durumda.
Bir kısım insan Ordunun bu kadar fazla siyasetin içinde olmasını yadırgayabilir ve o bildik darbe tartışmalarını ısıtıp ısıtıp piyasaya sürebilir. Türk siyaseti üzerinde bir “Ordu vesayeti”nden veya “demokrasimiz”e yönelik bir darbe tehdididinden söz edebilir.
Ordu’ya darbe
Ama gerçek, yaratılmak istenen bu tablonun tam da zıddıdır. Çünkü Türkiye zaten bir darbe dönemini yaşamaktadır. Şimdi de bu darbenin son basamakları tırmanılıyor. Darbenin son basamağı Orduya yapılacak darbedir.
Türkiye’yi parçalamaya götürecek yasal düzenlemeler artık neredeyse tamamlanmıştır. 6. Uyum Paketi kabul edilmiş, diğerlerinin de hazırlıkları bitmek üzeredir. İkiz yasalar kabul edilmiş ve böylelikle Türkiye kendi eliyle ülke içinde azınlıklar yaratılmasını ve hatta bu azınlıklara devlet kurmaya kadar varacak haklar tanımayı kabul etmiştir.
Bu sürecin önündeki tüm siyasi engeller, toplumsal gruplar, partiler birbir darbelerle tasfiye edilmiş ve Türk siyaseti bütünüyle AB ve ABD’nin denetimi altına girmiştir. Darbe sürmekte, işbirlikçi AKP bir bir rakiplerini temizlemektedir.
Tüm bu tablo içinden Ordu’nun ve milliyetçi güçlerin darbe tezgahladığı sonucunu çıkartmak akla mantığa sığmaz. Çünkü esas darbeyi planlayan, darbe çığırtkanlığı yapan ve hatta daha şimdiden darbeyi yürürlüğe koyan güçler gün gibi ortadadır.
Bir cuntadan söz edilecekse, bu cunta, ABD-AB-AKP koalisyonudur. Darbe merkezi budur. Darbenin amacı Ordu’yu tasfiye etmek ve Türkiye’yi parçalamaktır. Darbenin çığırtkanlığını yapanlar ise Aydın Doğan başta olmak üzere bütün Amerikancı-AB’ci gazeteler ve bu gazetelerde çarşaf çarşaf muhtıra gibi ilanlar yayınlayan bilumum kuruluşlardır.
Ordu’nun siyasetin merkezine yerleşmesinin nedeni de budur. Şer ittifakının son darbeyi vurma vakti gelmiştir. Onun için kılıçlar çekilmiş ve hazır beklenmektedir.
Bu koşullar altında Ordu’yu darbe konusunda uyarmak, darbecilere müdahale etmeye çağırmak darbecilik olarak damgalanmaktadır. Buradaki amaç gayet açıktır, Ordu’nun elini kolunu bağlamak.
Karşı taraf kılıcını çekmiştir. Kılıç öldürmek için Ordu’ya yönelmiştir. Ama belli bir kesim Ordu’ya “kılıcını kınına sok ve öl” çağrısı yapmaktadır.
Ordu’ya yönelik saldırı ve Ordu’nun bu saldırıya nasıl karşı koyacağı sorunu işgalin eşiğine gelmiş bir Türkiye’de temel sorundur. Bu yüzden de sorunun temelinde yatan gerçeği ve bu çatışmanın nasıl geliştiğini iyi kavramak gerekir.
Ordu düşmanı şer ittifakı: ABD-AB-AKP
Türkiye’de siyasetteki saflaşmayı çok uzun bir süredir Ordu-siyaset kurumu çatışması olarak ortaya koymuştuk. Gerek seçim öncesinde yaptığımız çağrıda gerekse AKP’nin iktidar olmasından sonra Türk Ordusu’nun tasfiye edilmeye çalışıldığını ve dönen bütün tartışmanın da, yapılan seçimlerin de asıl amacının Ordu’yu güçsüz düşürmek olduğunu yazmıştık.
TÜRKSOLU’nun geçen sayısında da uzun süredir Ordu’yu tasfiye etmeye çalışan Ordu düşmanı ittifakı gözler önüne sermiştik. ABD-AB-AKP ittifakının yanında TÜSİAD başta olmak üzere Amerikancı ve Şeriatçı basının da bu kampanyanın aktörleri olduğunu belirtmiştik.
Bugüne kadar Ordu’nun bir şekilde bu sürece ikna edilebileceği ya da etkisizleştirilebileceği gözönünde bulundurularak nispeten daha düşük dozda, daha gizli ve ince bir Ordu düşmanlığı sözkonusuydu. Oysa bugün artık Ordu’nun açıkça siyasetin önünde bir engel teşkil ettiği açıkça söyleniyor ve Ordu hedef tahtasına konmuş durumda.
Bu saldırı planının en açık şekilde ortaya çıktığı yer ise medya. Amerikancı ve Şeriatçı basının özellikle 28 Şubat sürecinden beri bütün saldırı oklarını Ordu’ya yöneltmesinden beri geçen altı yıllık süreç, aslında Türk Ordusu’nu gözden düşürmek ve tecrit etmeye yönelik yayınlarla geçti desek yeridir.
Ordu düşmanı kampanya o derece pervasızlaştı ve büyüdü ki yalnızca şeriatçı ve Amerikancı yazarlar değil sahte Atatürkçüler bile kampanyaya dahil edildiler. Daha önce Atatürkçü Düşünce Dernekleri ve Kulüplerinin kapatılması önerisiyle şeriatçı gazetelerden büyük övgü alan Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı Ordu düşmanı kampanyanın da ilk tetikçilerindendi.
Bursalı, Silahlı Kuvvetler Cumhuriyet’i başlıklı yazısında Ordu düşmanı bütün tezleri ard arda sıralayarak Türk Ordusu’nun kimi dönemlerde Atatürkçülüğün içini boşalttığını söyleyerek Ordu’yu ağır bir dille suçladı. Yazının içeriğindeki ağır ithamlar bir yana yazısının başlığı bile ordu düşmanlığı kokuyordu. Bursalı Türkiye Cumhuriyeti’ni “Silahlı Kuvvetler Cumhuriyet’i” olarak nitelendirerek Ordu düşmanlığında şeriatçı yazarların bile dudaklarını uçuklattı.
Medya kanalıyla yürütülen Ordu düşmanlığı kampanyasının arkasında ise büyük bir ittifak duruyor. Malum ittifakın bir yanında bizzat ABD’den alınan icazetle kurulan ve tuzak bir seçimle tek başına iktidara getirilen Şeriatçı AKP, diğer yanında Kuzey Irak’ta kukla bir Kürt devletini fiilen hayata geçiren ve Irak saldırısında istenilen desteği vermediği için Türk Ordusu’nu en ağır şekilde itham eden ABD ve son olarak da demokratikleşme kisvesiyle bölücü terör örgütünün siyasallaşmasını sağlayarak Türkiye’nin Güneydoğusu’nu ve Kıbrıs’ı Türkiye’den kopartmaya çalışan AB var.
AKP’nin ipleri AB ve ABD’nin elinde
AKP ise AB ve ABD’nin Türkiye üzerindeki bütün politikalarının resmi sözcülüğünü üstlenmiş durumda ve bunları uygulamak için ne gerekiyorsa yapıyor.
İktidara geldiği günden beri özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm tavırları ve açıklamaları AKP’nin kendisine yüklenen görevi yerine getirmekteki kararlılığını ortaya koyuyor.
AKP’nin tasarladığı Şeriat düzenine geçiş planını uygulamaya koyabilmesi için Ordu duvarını aşması gerekiyor ki, bunun hiç de kolay olmayacağı 28 Şubat tecrübesiyle ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla Ordu engelini aşmak için büyük bir güce yaslanmak AKP açısından bir zorunluluktu ve AKP hem ABD hem de AB’nin desteğini arkasına alarak bunu sağlamaya çalışıyor.
AKP, 28 Şubat’ın rövanşını almak için emperyalistlerle işbirliğine girme cesaretini kendinde görebiliyor. Daha AKP iktidarının ilk gününden itibaren Ordu ile AKP arasında ciddi bir çatışma olduğu ortaya çıkmış ve karşılıklı açıklamalarla bu tespit doğrulanmıştı.
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün o günün başbakanı Abdullah Gül’e yönelik “Başbakan irticaya destek verdi” suçlaması AKP ile Ordu arasındaki çatışmanın boyutlarını gösteriyordu. Ordu’yu önündeki en büyük engel olarak gören AKP’ye karşı Ordu’nun da AKP’yi Cumhuriyet açısından açık bir tehdit olarak gördüğü böylelikle ortaya çıkmıştı. Bu aynı zamanda bütün gücünü Batıdan alan iktidarın meşruluğunun olmadığının da ortaya çıkmasıydı.
Son sekiz aylık sürece baktığımızda da Ordu-AKP ilişkisinde temel belirleyenin AKP değil AKP’yi destekleyen AB ve ABD olduğunu da rahatlıkla görebiliriz. AKP’lilerin Ordu’yu dikkate almayan tavırları da onların arkalarındaki güce olan güvenlerinden kaynaklanıyor.

Türk Devletinin direnç Noktalarına Saldırılıyor

AKP hükümetinin arkasına aldığı bu güçlere yaslanarak uygulamaya çalıştığı bütün politikalar Türk devletini parçalayacak ve ortadan kaldıracak nitelikteydi ve bu nedenle verilen
tepki de çok sert olmuştu.
Dış politikada özellikle Kıbrıs ve Irak konusunda gösterilen teslimiyetçi ve işbirlikçi tavır yalnızca Ordu’nun değil, Cumhurbaşkanı’ndan Dışişleri Bakanlığı’na, yargı organlarından YÖK’e kadar neredeyse bütün devlet kurumlarının sert tepkisine yol açmıştı.
Bugün yürürlüğe konulmak istenilen uyum yasaları konusunda da aynı durum söz konusu. Devlet-AKP çatışması her gün biraz daha keskinleşiyor. Tayyip Erdoğan ise bütün bu karşı çıkışları hiçe sayarcasına kadrolaşma suçlamaları üzerine yaptığı açıklamada “kadrolaşma kadrolaşma diye bağırıyorlar. Birilerinin kovanına çomak soktuk o yüzden bağırıyorlar” diyerek devlet AKP çatışmasının gerçek niteliğini çarpıtmaya çalışmıştı.
Tayyip Erdoğan şimdi de uyum paketlerinin içeriğine karşı çıkanları “bürokratik oligarşi” olarak suçluyor. Dolayısıyla bu bürokratik oligarşinin tasfiyesi de AKP’nin öncelikli hedefi. Yeni düzenlemelerle AKP’nin hazırladığı yasa değişikliklerini veto eden Cumhurbaşkanı’nın yetkileri daraltılırken, MGK’nın konumu da yeniden düzenlenerek MGK etkisizleştiriliyor. Bu Türk Devleti’nin direnç noktalarını kırma ve AB-ABD dayatmalarının gerçekleşmesinin önündeki son engellerin de ortadan kaldırılması demek.
AB parlamentosuna sunulan Oostlander raporu da bu noktada oldukça önem kazanıyor. Oostlander raporunda Kemalizmin ve Türk Ordusu’nun demokratikleşmenin önünde engel olduğu belirtilmişti ki, AKP’nin yapmaya çalıştığı düzenlemelerin bu raporla son derece uyumlu olduğunu görmemek mümkün değil.
Uyum paketleri bölücülüğü yasallaştırıyor
6. Uyum Paketi ve ardından gelecek uyum paketlerinin de aynı amaca hizmet edeceğini görmek gerek. Demokratikleşme ve AB’ye uyum olarak gösterilen yasa değişikliklerinin hepsi Türkiye’nin üniter devlet yapısını ve laikliği ortadan kaldırmaya yönelik yasalar.
Terörle mücadele yasasının 8. maddesinin kaldırılmasıyla siyasallaşma çalışmalarında önemli mesafe kateden bölücü örgütün önü açılıyor. Kürtçe isimlere getirilen serbestlikten, DGM’nin kuruluş ve yargılama usulüne dair kanundaki değişikliğe kadar bir dizi değişiklikle Kürt azınlık yaratma planlarının bir aşaması daha başarıyla tamamlanmış oluyor. RTÜK yasasında yapılan kamu ve özel radyo-televizyonlarda Kürtçe yayın yapılmasının önünü açan değişiklik de Türk Devleti’nin Kürtçe’yi resmen tanıması anlamına geliyor.
AKP hükümeti bugünlerde TRT’den Kürtçe yayın yapılması için çalışmalarını sürdürmekte. TRT’den sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay, kamuya ait radyo-televizyonlarda Kürtçe yayının herhangi bir sakınca yaratmayacağı açıklamasıyla AKP’nin tavrını ortaya koymuş oldu. TRT ise bu düzenlemelere karşı çıkarak Danıştay’a başvurdu ve Kürtçe yayın konusunda AKP hükümetine direnişini sürdürüyor.
Türk Ordusu nasıl tasfiye edilecek?
Elbette bütün bu yasaların bu şekliyle kabul edilmesi ve daha da önemlisi uygulamaya geçebilmesi için Terörle Mücadele Yasası’nın ve bölücülüğü yasallaştıran düzenlemelere karşı çıkan Ordu’nun ortadan kaldırılması gerek.
Yakında tamamlanarak Meclis’e getirilmesi planlanan 7. Uyum Paketi tam da bu amaca hizmet ediyor. Hükümet hem 6. Madde’nin yarattığı tepkiden rahatsızlık duyduğu için hem de 7. Madde’nin içeriğinden dolayı bu paketi tartışmaya açmadan Meclis’e getirip apar topar geçirmenin yollarını arıyor.
Yeni paketin hedefi ise, MGK’yı işlevsizleştirerek Ordu’yu tasfiye etmek. Yapılacak düzenlemelerle MGK kuruluş yasası değiştirilerek MGK Genel Sekreteri’nin sivil olması öngörülüyor. Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu’nda bile değişikliğe gidilerek MGK adına denetim yetkisi bulunan üyenin üyeliği ortadan kaldırılıyor.
7. Uyum Paketi’nin en önemli maddelerinden birisini de Ordu’nun harcamalarının Sayıştay denetimine açılması ve Ordu bütçesinin hükümet tarafından belirlenmesi oluşturuyor. Hükümet sadece Ordu’nun yetkilerini ve etki alanını daraltmakla kalmıyor Ordu’yu tamamen kendi denetimine alacak bir planı uygulamaya koyuyor.
Hükümetin nihai hedefi ise Genelkurmay Başkanı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak. Bu plan henüz uyum paketleri içinde yer almasa da AKP iktidara geldiği ilk günden beri bu niyetini defalarca açıklamıştı ve dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu konunun da gündeme gelmesi kaçınılmaz görünüyor.
Burada Ordu’nun şu an geçmekte olan uyum paketlerine olan tepkisi de belirleyici olacak. Kabul edilen ve şu an Meclis’e getirilmek üzere olan uyum yasalarına gösterilecek direncin dozu AKP’nin bu konudaki çalışmalarının hızını da belirleyecek.
6. Uyum Paketi’nin Ordu’nun çekincelerini açıklamasına rağmen MGK’ya getirilmeden Meclis’ten geçirilmesi ve apartmanlarda mescit açılmasının önünü açan maddenin dışında bütün olarak kabul edilmesi AKP’nin cüretini artırmış görünüyor. AKP’nin bu cüretini Adalet Bakanı Cemil Çiçek, “Uyum Paketi değişmeyecek. Herkes görüş bildirebilir. 8. Madde kalkacak, yabancı gözlemciler gelecek, Kürtçe yayın da bölmez” diyerek ortaya koymuştu.
AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hansjörg Kretschmer de Türk Ordusu’nun AB’ye girişin önünde engel olduğunu belirterek “Türkiye’de askerlerin, MGK’nın ve MGK Genel Sekreterliği’nin durumu, konumu ve Silahlı Kuvvetler’in bütçe bazındaki özgürlüğü ve TSK’nın bu konudaki ifadeleri ve gözlemlerini açıklayışı Avrupa Birliği’nde bizim alışık olmadığımız durumlardır.” sözleriyle AKP’yi desteklediği mesajı vermişti.



Türk Ordusu niçin hedef?

Ordu Düşmanları TÜRKSOLU’na saldırıyor

Ordu Düşmanları: ABD-AB-AKP” kapağımız ile birlikte Amerikancı ve şeriatçı basının aylardır süren TÜRKSOLU’nu hedef gösterme ve karalama kampanyasına bir halka daha eklendi.
Şeriatçı Vakit üç gün boyunca TÜRKSOLU’nu birinci sayfadan haber yaptı. Tabi buna haber dersek. İlk günkünün başlığı “İdamlık tahrik”ti ve TÜRKSOLU’nu çıkaran Atatürkçü gençlerin Ordu’yu müdahaleye çağırdıkları için idamla yargılanmalarını talep ediyordu. Gençlerin idamı konusundaki bu iştah şeriatçı zihniyetin ne kadar demokratik olabileceğini de gösterdi.
Bütün yargı kanunlarını hiçe sayarak yılın 365 günü Ordu ve devlet düşmanlığı yapan Vakit, gazetemizin geçtiğimiz sayısındaki başyazının içinden kendince idam cezası gerektiren bir suç bulup savcıları göreve çağırdı. Buldukları suç Ordu’yu birlik ve bütünlüğümüzü korumak için müdahaleye davet etmekti. Oysa ki kendileri son yıllar boyunca Hıristiyan ülkelerini Türkiye’ye müdahaleye çağırdı durdu.
Devlete, Ordu’ya ve Atatürk’e ettiği küfürler yüzünden Akit’i kapamak zorunda kalan, yaptığı yalan haberler ve ettiği küfürler karşılığında talep edilen tazminat cezalarını ödememek için yazarları gizli adreslerde yaşayan, idamla yargılanan eli kanlı şeriatçı teröristleri sayfalarında öve öve bitiremeyen Vakit’in yüzsüzlüğü gerçekten görülmeye değerdi. Şariatçı terörün militanlığını yapıp Sivas Katliamı’nı bile manşetten savunabilen, Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürülmesi için hedef gösterip bir de utanmadan Atatürkçülerin idam edilmesini istemeyi ancak Vakit hayal edebilirdi.
Vakit bununla kalmadı. TÜRKSOLU’nun İstanbul Üniversitesi tarafından desteklendiğini ve TÜRKSOLU gazetesinin üniversitenin tüm öğretim üyelerine ücretsiz dağıtıldığını yazarak yalan haberlerine bir yenisini ekledi.
Mason ve Yahudilerden destek almadan Şeriatçılık yapmaya bile alışık olmadıkları için akıllarına başka yol gelmemiş olacak. Ama bu sefer yaptıkları çirkefin dik alasıydı. Ahmet Yılmaz adını kullanarak TÜRSOLU’nu arayıp İstanbul Üniversitesi saymanlığına öğretim üyelerine dağıtılmak üzere 200 gazete istediklerini söylediler ve akıllarınca TÜRKSOLU’nu tuzağa düşürmeye çalıştılar. Kendilerine öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunun zaten abone olduğu söylendiğinde ise aynı haberi tekrar yapmaya utanmadılar.
Aynı Vakit bir gün sonra da “Böylesi ancak Türkiye’de olur” manşetiyle TÜRKSOLU’na saldırmayı sürdürdü. Vakit’in bir diğer hedefi de gazetemiz yazarı Yekta Güngör Özden oldu. Özden’e Genç Kemalistler Ordusu davasında Kemalist subayları savunduğu için saldırdı.
Vakit gazetesinin yaptığı haber ertesi gün Akşam gazetesinde “Türk Solu çağrı yaptı” şeklinde ve Vakit gazetesinin haberinin noktasına virgülüne dokunulmadan yayınlandı. Akşam’ın hedefinde de yine Yekta Güngör Özden vardı. Ancak Özden’in açıklamaları Akşam’ın hevesini kursağında bıraktı.
Yekta Güngör Özden, gazeteye verdiği demeçte “TÜRKSOLU’ndaki görüşleri yadırgamıyorum. Çünkü 28 Şubat’ta olduğu gibi hukuk kuralları içinde bir müdahale çağrısında bulunuyorlar. 28 Şubat müdahalesi de kaynağını Anayasa’nın 118. Maddesi’nden alan gecikmiş bir uyarıydı. TSK kendisine yönelik saldırıları ortadan kaldırmak için Anayasal çerçevede tavır almaya hak kazanmıştır. Ordu böyle bir şey yaparsa desteklerim.” görüşlerine yer verdi. AKP’yi de devlet içindeki irtica olarak tanımlayarak AKP’nin laik Cumhuriyet için bir tehlike olduğunun altını çizdi.
Vakit ve Akşam gazetelerinin saldırılarına Tercüman gazetesinden Serdar Arseven ve Gülay Göktürk ile Sabah gazetesinden Ahmet Hakan Coşkun da katıldılar.
İslamcı-liberal Ahmet Hakan Coşkun’un köşesinden bize solculuk öğretmeye çalışmasına ise sadece güldük. Ona önerimiz önce İslamcılığı öğrenmesi. Kolay mı o kadar tartıştı da hala kimliğinin ne olduğuna karar veremedi. Önce kendisinin ne olduğuna karar versin de sonra sıra bize akıl vermeye gelsin.

AKP ve AB sözcüsünün açıklamalarının yanısıra Ordu düşmanı ittifakın başını çeken ABD de artık Türk Ordusu’nu açıkça itham etmekten kaçınmıyor. Her ne kadar Amerikancı gazetelerde Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden düzelebileceği yazılsa da ABD’nin Irak saldırısında yaşanan tezkere krizi ve ABD’nin Türkiye üzerindeki planlarını uygulamaya devam edeceği düşünüldüğünde ilişkilerde bir düzelmeden bahsetmenin imkanı yok.
Zaten gerek AB gerekse ABD açısından Türk Ordusu, Türkiye ve Ortadoğu’daki planların önünde önemli bir engeldi ve her iki emperyalist güç de çok uzun süredir Ordu’yu düşman olarak görüyorlardı.
ABD daha tezkere krizi çıkmadan çok önce Millenium Challange 2002 tatbikatında “Deniz yollarını kontrol eden, deprem kuşağında bulunan ve ordunun iktidara el koyduğu” bir ülkeyi işgal tatbikatı düzenlemiş ve Amerikancı basının tüm yalanlamalarına karşın bu kriterlere Türkiye dışında uyan tek bir ülke bile bulamamışlardı. Bu tatbikat aslında ABD’nin Türk Ordusu’nu çok daha önceden düşman olarak gördüğünü ve savaş hazırlıklarına giriştiğini gösteriyordu. Türk Ordusu da Genelkurmay Eski Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ağzından ABD’nin K. Irak’ta kuracağı kukla Kürt devletini savaş nedeni sayacağını açıklamıştı.

Türk Ordusu Asıl tehdidin Batıdan geldiğini görüyor

Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın Harp Akademileri’nde düzenlenen “Küreselleşme ve Ulusal Güvenlik” konulu sempozyumdaki açıklamaları da Türk Ordusu’nun asıl tehdidin Batıdan geldiğini saptadığını ve Batı tehdidine karşı yeni bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirme noktasına geldiğini gösteriyor.
Amerikancı basının Büyükanıt’ın açıklamalarını “Asker AB’yi destekliyor” şeklinde çarpıtma çabalarına karşın Türkiye’deki Amerikancıların önde gelen isimlerinden Cengiz Çandar, Büyükanıt’ın açıklamalarının hiç de basında gösterildiği biçimde olmadığını açıkça söylüyor. Çandar, “TSK Üçüncü Dünyacı mı?” adlı yazısında Büyükanıt’ın sadece TSK’nın “AB’ye karşı olmadığını” söylediğini ve bunu “AB’yi destekliyoruz” şeklinde algılamanın mümkün olmadığını belirtiyor. Çandar’ın Türk Ordusu’na yönelttiği suçlamalarının tam da Çandar’ın yakın arkadaşı ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in Türk Ordusu’nu Irak konusunda ABD’ye destek olmamakla suçlayan açıklamalarını takiben geldiğini de hatırlatalım.
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de “İpek Yolu-2003 General-Amiral Semineri”nin açılış konuşmasında KADEK’in AB tarafından terör örgütleri listesine alınmadığını hatırlatarak “terör örgütü cesaretlendirilmektedir” sözleriyle AB ülkelerini eleştirmişti. Türk Ordusu’nun Batı ittifakının yarattığı tehdide yaptığı vurgu ve küreselleşmeden Yeni Dünya Düzeni’ne kadar Batıya karşı aldığı tavır ABD ve AB’nin Türkiye ve Ortadoğu üzerindeki planlarının önündeki en büyük engel ve bu nedenle Ordu tasfiye edilmeden bu planların uygulanması mümkün değil.
Üstelik “Genç Subaylar Rahatsız” haberlerinin sadece AKP’nin faaliyetleriyle sınırlı olmadığını ve Batının dayatmalarını da kapsadığını tahmin etmek hiç de zor değil.
Türk siyaseti kimin vesayetinde: Ordu’nun mu AB ve ABD’nin mi?
Ordu’nun ABD ve AB dayatmalarına ve Türkiye’nin parçalanma planlarına karşı çıkışı da zaten tasfiye planının temel nedeni. TÜSİAD, TİSK ve TOBB’un da aralarında bulunduğu 13 kuruluşun açıklamaları ile birlikte Ordu karşıtı kampanyaya hız verilmiş durumda.
Ordu düşmanı kampanyanın sloganı ise “Batıda siyaset Ordu’yu kontrol ediyor, Türkiye’de ise Ordu siyaseti”. Dolayısıyla AB’ye girmek için demokratikleşme yolunda adımlar atmak şart ve bu adımların başında da Ordu’nun siyaset üzerindeki vesayetinin son bulması geliyor.
Ordu’yu sürekli darbe yaparak demokratikleşmenin önünde engel olan bir kuvvet olarak gösterenler Türk siyasetinin AB ve ABD vesayetinde olduğunu bilmiyor olamazlar.
Türkiye’de AB ve ABD politikalarına karşı çıkan kaç parti var? Dolayısıyla siyaset üzerinde bir vesayet var deniyorsa bunun AB ve ABD tarafından yaratıldığını görmeliyiz. Ancak Avrupacı ve Amerikancı basın açısından AB ve ABD güdümündeki siyaset istenilir ve kabul edilebilirdir. Dahası bu Batıcı siyaset Türk halkını temsil etmektedir. Türkiye’nin parçalanma planlarına karşı çıkan ordunun siyasete müdahalesi ise üstelik anayasayla belirlenmiş bir hak olmasına rağmen bunlara göre antidemokratik ve Türk halkının isteklerinin dışındadır.
Burada asıl gözden kaçırılan nokta Türkiye’nin sorununun demokratikleşme değil, ulusal bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak olduğudur.
Türk halkının AB demokrasisi gibi bir gündemi hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Otuz bin insanı katleden terör örgütü lideri Apo’yu affeden, terör örgütünün siyasallaşma çabalarına dayanak olan bir demokratikleşmenin Türk halkından destek bulacağını sananlar yanılıyor. AB demokrasisinin yalnızca Türkiye’yi parçalamak için tezgahlanmış bir oyunun aracı olduğu artık geniş çevreler tarafından kabul ediliyor.
Zaten bu nedenle Türk halkı siyaset kurumuna güvenmiyor ve en güvenilir kurum bütün psikolojik savaş taktiklerine rağmen Ordu.
Ordu bölücü siyasete müdahale etmekte gecikmemeli
Ordu’ya yönelen saldırının iyice yoğunlaştığı bir döneme giriyoruz ve önümüzdeki günlerde Ordu düşmanı bu kampanyanın daha da pervasızlaşarak süreceğini görmek gerek. Ordu’nun Türk devletinin varlığı ve Türkiye’nin bağımsızlığının temel dayanağı olduğunu bilen şer ittifakı Ordu’yu ne pahasına olursa olsun yoketmek istiyor ve bu planından vazgeçmeyecek.
Ancak burada inisiyatifin bütün saldırılara rağmen hâlâ Türk Ordusu’nda olduğunu da görelim. Ancak aradan geçen her dakika bölücü siyaseti güçlendirmekte ve Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit etmekte. Ordu bugün tasfiye ve terhis edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye bölünme ve yokolma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ordu’ya verilecek destek Türkiye’nin bağımsızlığını korumanın tek çıkar yolu.
Ordu’nun siyaset üzerindeki baskısını daha da arttırması ve bu saldırıyı püskürtmesi zorunludur. 3 Ağustos’ta kabul edilen AB uyum yasaları konusunda gerekli müdahale yapılmadığı için bugün yeni ve daha büyük bir saldırı Türkiye’yi ve Türk Ordusu’nu tehdit etmektedir. Gayrımeşru siyaset kurumuna yapılacak her türlü müdahale son derece meşrudur. Türk halkı bölücü siyasete karşı Türk Ordusu’nun yanındadır.
Bu müdahale Ordu’nun anayasal çerçeve içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevini yerine getirmesidir. 28 Şubat, Ordu’nun bu planlara karşı çıkışının başarılı bir örneğidir. Binyıl kolay kolay dolmayacağına göre 28 Şubat sürecini hatırlamanın zamanıdır. 28 Şubat benzeri bir müdahale Türkiye’yi hem parçalanmaktan kurtaracak hem de laik devletin güvence altına alınmasını sağlayacaktır.
Durum son derece kritiktir. Türkiye işgale doğru gitmektedir. İşgalcilerin amacı da yine Ordu’yu terhis etmek ve yeni kurtuluş savaşında Türk milletini Ordusuz bırakmaktır. Denge her an karşı tarafa geçebilir. Ordu’yu tasfiye etmek ve Türkiye’yi parçalamak için Amerika’nın, AB’nin ve onların emrindeki şeriatçıların giriştikleri darbeyi püskürtmenin tek yolu kalmıştır. Ordu bu gidişe dur demeli ve geç kalmadan gereken müdahaleyi yapmalıdır. Milletin birliği ve bütünlüğü tehlike altındadır. Ordu milletin Ordusuysa elbette ki görevini yapacaktır.



*****


Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon:

Ordu’ya Yönelik Yıpratma Kampanyası

Ülkemizin dört bir köşesinde mesleki yaşamınıza ilk adımı atarak kutsal vatan görevinize başlama heyecanı içinde olduğunuz şu günlerde mensubu olduğunuz Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik haksız, insafsız, planlı ve sistemli bir yıpratma kamapanyasının sizleri üzmekte ve endişeyle düşündürmekte olduğuna da eminim. Bir süredir içten ve dıştan çok yönlü olarak TSK’yı yıpratmaya ve onu bağrından çıktığı halkından uzaklaştırmaya, TSK’ya beslenen güven duygusunun zaafiyete uğratılmasına yönelik maksatlı bir yaklaşımın sergilendiğini görmektesiniz. Bu kapsamda;
*TSK aleyhindeki gerçek dışı haber ve yorumlarla, kamuoyu yaratmaya çalışmakta,
* Bu bilinçli uygulama sadece içerden değil dış basın ve çevreler tarafından da desteklenmekte,
* Ordu’nun demokrasi ve toplumun çağdaşlaşmasının önünde bir engel olarak gösterilmeye çalışıldığı dikkat çekmekte,
* Daha da ileri gidilerek bütünüyle yanlış ve yalan olan haberler ve iddialar ile TSK Türkiye’nin AB üyeliğine karşıymış gibi sunulmakta,
* TSK bütçesinin ve savunma harcamalarının tüm hesapları yasalarla belirlenmiş kurum ve kuruluşlarca diğer bakanlıklarda olduğu gibi denetlendiği halde devlet denetimi dışında olduğu, şeffaf olmadığı şeklinde çok yanlış bilgiler ile zihinlerin bulandırılması istenmektedir.
Öte yandan Anayasa ile kurulan devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması ile ilgili tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması konularında görüş tesbiti görevi olan MGK, ülkenin öncelikli ve önemli bir sorunu şeklinde gündeme getirilmektedir.
TSK’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve geçen yıllar içinde halkımızın modernleşmesinde öncü rol oynadığı, Türkiye’deki askerin Avrupa’daki gibi olmayan düşmana karşı caydırıcı güç olarak değil, Türk varlığına kasteden düşman ve teröristin karşısında, depremde, selde, yangında, eğitim ve sağlık hizmetinde ve köye destek programlarında, kısaca her konuda mmilletinin yanında olduğu bilinen bir gerçektir.
Bir süredir yöneltilen haksız eleştiriler ve yıpratma çabalarına Silahlı Kuvvetlerin Komutanı Genel Kurmay Başkanımız tarafından 8 Ocak ve 26 Mayıs 2003 tarihinde çok net olarak gerekli yanıt verilmiştir.
Buna rağmen TSK’nın devlet ve toplum içinde tarihten gelen gücü, güvenilirliği ve sağlam organizasyonundan bugün rahatsız olanların onu kendilerine hedef belirledikleri açık olarak görülmektedir. Bundan asla tedirginlik duymayacağımız. Zira Silahlı Kuvvetler milletimizin özüdür. Yıpratılmasından onu yıpratanlar da dahil herkes zarar görür.
Bu tören münasebetiyle belirtmek isterim ki laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, üniter devlet yapısına yönelmiş iç ve dış tehditlerin bundan önce bugün olduğu gibi bundan sonra da aynı azim ve kararlılıkla yenileceğinden hiç şüpheniz olmasın.
Türk ulusu sizlerle birlikte bölünmez bütünlügünden ve üniter devlet yapımızdan asla taviz vermeden sarsılmaz bir azim ve inançla bu yolda yürümeye devam edecek ve aynı zamanda Atatürk’e, cumhuriyetimize ve lailiğe her hal ve şartta sahip çıkacaktır. Çünkü çağdaş uygarlık, üniter yapı ve laiklik büyük Atatürk’ün Türk milletine ve siz gençlere bıraktığı, korunmasını vasiyet ettiği en büyük mirastır.
(53. dönem Subay temel kursunu başarıyla tamamlayan genç subaylara yaptığı konuşmadan alınmıştır)

Zeki Hacıibrahimoğlu

Vatandaş Uyan!

(Devletin bölünmez bütünlüğü ve egemenlik ile ilgili maddeler kaldırılıyor.)
Bu yazımı aslında sevgiye, hoşgörüye ve insanlara saygıya ayırmıştım. Bu konuda yazacaktım. Ancak 21 Mayıs 2003 tarihli gazetelerin başlıklarını okuyunca irkildim, devletin en yetkili ağızlarının beyanatları gazete sütunlarını işgal etmiş, herkeste büyük bir sevinç, Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesi kalkıyor.
Şimdi Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesini ilk şekli ile aynen bilgilerinize sunuyorum.
Madde 8: Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılamaz, yapanlar hakkında 2 yıldan 5 yıla kadar ağır hapis cezası hükmedilir. Bu madde 06.02.2002 tarihinde değiştirilerek aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve devleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla yazılı, sözlü veya görüntülü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapanlar hakkında fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmedikçe bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmedilir. Bu suçun terör yöntemlerine başvurmayı özendirecek şekilde işlenmesi hakkında, verilecek ceza üçte bir oranında arttırılır.
Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesi’nin ilk şekli “Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun” kaldırılmasının gerekçesi çok geniş olduğu için bu cümle çıkarılmış. Böyle bir gerekçe ile bu cümleyi çıkarmak Türkçe’yi de bilmemek anlamına gelir. Çünkü bu cümleden sonra bağlayıcı ve sınırları tayin edici bir cümle gelmektedir: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan” Yani, maksadın ne olursa olsun devletin bölünmez bütünlüğünü hedef alamazsın.
Bölücülük suçunu teşvik hiçbir zaman hürriyetler sahasında düşünülemez. Türkiye ve Türk milletinin değişmez bir esasıdır. Etnik ve inanç farklılıkları bu bütünlüğü zaafa uğratacak nitelikte kullanılamaz. Bölücülüğü teşvik edecek her türlü tavizkar davranışlardan kaçınmak gerekir.
Şimdi “hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun” cümlesi kaldırıldığında bu işlerle uğraşan bölücüler “Bizim gayemiz bir araştırmadır. Tarihi gerçekleri ortaya çıkarmak için yazı yazdık, kitap yazdık, yürüdük, toplantı yaptık” dediklerinde hiçbir şekilde takibata uğramazlar ve haklarında dava açılamaz. Biz Türkiye’nin bütün sorunlarını çözdük de sıra devletin bölünmez bütünlüğünü tartışmaya mı kaldı? Yeni yapılan değişiklikler ile 2 yıldan 5 yıla kadar olan ceza 1 yıldan 3 yıla indiriliyor. Biz bu değişikliğin, onların yardakçılarına ve destekçilerine meydan açmak için olduğunu bildiğimizden karşı çıkarken şimdi de bu maddenin tamamen ortadan kaldırılacağının devletin en yetkili ağızlarından söylenmesi “Acaba Türkiye nereye götürülmek isteniyor” sorusunu aklımıza getiriyor.
Kanarya Koruma Derneği gibi bir dernek olan TÜSİAD haddini aşıyor ve bakın Terörle Mücadele Yasası’nın tamamen kaldırılmasının gerekçesini kamuoyuna nasıl duyuruyor:
“Gelinen son noktada 8. Madde’de yapılan değişikliklerin iç kamuoyunu ve AB organlarını tatmin etmediği açıkça görülmektedir. Bugüne dek yapılan değişikliklerin istenilen neticeyi vermedeği açıktır. 8. Madde’nin 6. Uyum Paketi ile tasarlandığı gibi kaldırılması ve maddenin kaldırılmasının ardından Terörle Mücadele Kanunu’nun tümüyle, dünyadaki yeni terörizm olgusu gözönünde bulundurularak günün ihtiyaçları ve AB standartlarına uygun bir tarzda yeniden kaleme alınması en doğru yol olacaktır.”
Zenginler Kulübü TÜSİAD, parası olanın aklı da olur düşüncesiyle ahkam kesiyor ve “iç kamuoyu ve AB organlarını tatmin etmediği açıkça görülmektedir” deme cesaretini gösteriyor. AB organlarını tatmin etmez, bu doğaldır. Çünkü Atalarımın nal sesi kulaklarında çınlamaktadır. TÜSİAD, iç kamuoyundan kastın nedir açıklar mısın? Bu konuda imkanların var mı? Cesaretin varsa bu konuda bir kamuoyu araştırması yap da bu milletten cevabını al. Senin kastettiğin kamuoyu görevini yapıyor ve verkurtulcularla el ele gidiyorsunuz.

Mustafa Kemal Atatürk diyor ki;
“Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerinin siyasi emelleri ile birleştirebilirler. İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Atatürk’ün bu vasiyetini Türk gençliği tutacak ve Türkiye Cumhuriyeti devletini bütün yıkıcı ve bölücü güçlere karşı koruyacaktır.
Selam Türk gençliğine, selam Türk milliyetçilerine. Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin


http://www.turksolu.com.tr/33/kapak33.htm