İşte ABD-AKP Planı Irak’ta Federasyon = Türkiye’de Federasyon
İnan Kahramanoğlu
19.01.2004/Sayı:48
ABD’nin Irak işgali öncesinde gerçek hedefinin Saddam’ı devirmek değil kukla Kürt devletinin kurmak olduğunu söylemiştik. Aradan geçen bir yıllık süre ne yazık ki bu tespitin doğrulandığını gösteriyor. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunacağını, ABD’nin Saddam’ı devirip demokratik Irak’ı inşaa ettikten sonra bölgeden çekileceği yolundaki ABD propagandasının da büyük bir yalan olduğu böylelikle ortaya çıkmış oluyor.
Şimdi Irak’ta nasıl bir federatif yapının oluşturulacağı tartışılıyor. Irak kaç parçaya bölünecek, merkezi bir otoritenin denetiminde federal bir yapı mı kurulacak yoksa etnik ve dinsel temellere dayalı parçalı bir yapılanmaya mı gidilecek?
Bütün bu soruların cevaplarına geçmeden önce sadece federal Irak üzerinde dönen tartışmanın ve ortalıkta uçuşan bütün bu soruların gösterdiği bir gerçeği tespit etmek gerek: ABD müdahale ettiği bölgelerde de istikrarsızlıktan başka bir sonuç elde edemiyor. Afganistan saldırısının ardından yaşananları tek kelimeyle özetlersek;kaos. Irak bu gerçeğin en son halkası.
Irak’ta ABD karşıtı direniş artarak sürüyor. Ancak ABD açısından asıl tehlike Iraklıların direnişi değil. ABD Irak işgalinin ardından bölge ülkelerinin büyük tepkisiyle karşı karşıya kalmış durumda. ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü hiçe sayarak kukla Kürt devleti planını hayata geçirmesi başta İran ve Suriye olmak üzere bütün Arap dünyasında ABD’ye yönelik büyük bir tepkinin ortaya çıkmasına yol açtı.
Bu tepki Ortadoğu’yu ABD açısından tam bir cehenneme çevirecek sürecin ilk adımı. Kukla Kürt devletinin kurulmasıyla birlikte Ortadoğu’daki ABD karşıtlığının bir savaşa dönüşmesi kaçınılmaz görülüyor.
ABD Ortadoğu’da batağa saplandığında Vietnam’daki hezimeti mumla arayacak ancak artık bu süreci geri çevirmek için artık çok geç. Ortadoğu’da nihai bir çatışmaya doğru son hızla ilerliyoruz.
Ortadoğu’da anti-Amerikancı cephe: Türkiye-İran-Suriye
Kukla Kürt devletinin yarattığı tehlikenin aslında bütün Ortadoğu coğrafyasını paramparça edeceği gerçeği bölge ülkeleri tarafından çok açık olarak görülmüş durumda.
Son bir aylık gelişmelere bakıldığında ABD açısından hiç de istenilir olmayan bir ittifak arayışının ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Türkiye, Suriye ve İran arasında uzun süreden beri görülen yakınlaşma kukla Kürt devletinin artık açıkça telaffuz edildiği bir dönemde antiAmerikan bir cephe olarak ortaya çıkıyor.
ABD hâlâ Türkiye’yi sömürgeci emellerini gerçekleştirebileceği bir üs, bir cephe ülkesi olarak görmeye devam etsin, bölge gerçekleri ve Türkiye’nin ulusal güvenlik ihtiyaçları ABD’nin “stratejik düşman” olduğunu dayatıyor.
Yalnızca Türkiye de değil, ABD’nin şer ekseninde yer alan İran ve Suriye de Türkiye’nin ABD ile uzlaşmaz çıkarları olduğunu görüyorlar ve bu çıkar çatışması sonucunda Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya geleceğini gördükleri için bir ittifak arayışına yöneliyorlarlar.
Öyle ki Suriye tarihinde ilk kez devlet başkanı düzeyinde Türkiye’yi ziyaret ederek Türkiye ile ikili antlaşmalara imza atıyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Türkiye ziyaretinde Türkiye ile aralarında yaşanan sorunların artık çözüldüğünü söylüyor.
Suriye, Esad’ın ağzından “milli dava” olarak gördüğü Hatay’ın Türk toprağı olduğunu kabul ediyor. Yine Apo’nun yakalanmasının ardından başlayan Türkiye-Suriye yakınlaşmasının ilk adımı olan Adana Mutabakatı’nın önemli maddelerinden biri olan PKK tehlikesine karşı Türkiye ile işbirliğini daha da geliştirmeyi taahhüt ediyor.
İran Dışişleri Bakanı Harrazi de aynı şekilde PKK terörü ile mücadelede Türkiye’nin yanında oldukları mesajını veriyor.
Suriye ve İran’ın Türkiye ile olan görüşmelerinde verdikleri esas mesajsa Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini parçalayacak federasyon planlarına ve özellikle kukla Kürt devletine izin verilmeyeceği. Bölge ülkeleri bir yana Türkiye’yi ziyaret eden Irak’taki Şiilerin lideri El-Hakim de Kürt devletine karşı olduklarını söyleyerek Türkiye’nin sürece müdahil olması çağrısında bulunuyor.
Dolayısıyla ABD ve Kürt aşiretlerinin bütün bu tepkiler karşısında alacakları tavrı beklemek gerekecek. Ancak ABD şer ekseni içinde tarif ettiği Suriye’yi geçtiğimiz hafta içinde açıkça hedef gösterdi ve Suriye’ye saldırı tehdidinde bulundu. Bu tehdidin tam da Esad’ın ziyareti sırasında yapılması elbette tesadüf değil.
Yalnız Suriye ve İran değil, Pentagon eski danışmanı Richard Perle’nin açıklamalarına göre ABD ile yollarını ayırma noktasına gelen Suudi Arabistan’ın da ABD tarafından vurulması an meselesi.
Bu da gösteriyor ki, Türkiye en ufak bir karşı çıkışta ve uygun koşullarda zaten dahil olduğu şer eksenine resmen adını yazdırabilir.
Federal Irak, Türkiye’yi ve bütün Ortadoğu’yu parçalayacak
ABD ile karşı karşıya gelme gibi “en kötü” seçenekle karşı karşıya kalan Türkiye, Suriye ve İran’ın açıkça ABD planına karşı olduklarını açıklamaları ve üstelik bu planları boşa çıkartmak için biraraya gelmeleri her üç ülkenin de Irak’ın parçalanmasının doğuracağı sonuçları düzgün tahlil ettiklerinin göstergesi.
Türkiye daha ABD Irak’ı işgal etmeden önce Irak’ta kurulacak bir Kürt devletini savaş nedeni olarak kabul edeceğini söylemişti. İran ve Suriye de aynı şekilde Irak saldırısına karşı çıkarak ABD’ye tavır almışlar ve Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik her türlü planın karşısında olduklarını söylemişlerdi. Buna rağmen ABD planı istenildiği biçimde uygulandı ve kukla devlet için fiili durum yaratıldı.
Şimdi Irak’taki direnişin kesilmesi ve Irak’ın parçalanmasının Türkiye açısından yaratacağı fiili durum Türkiye’nin de ikiye bölünmesidir. Kukla Kürt devleti ilk aşamada Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık kazanacak ardından da toprak talepleriyle Türkiye’ye doğru genişletilecek.
Türkiye ayağını PKK’nın oluşturduğu bülücü terörün ABD açısından stratejik önemi de buradan kaynaklanıyor. Dolayısıyla Türkiye iki açıdan bir kıskaca alınıyor: Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani liderliğindeki Kürt devleti ve içerde PKK’nın yoğunlaşan faaliyetleri.
Bu plan aslında Sevr’le gerçekleştirilmeye çalışılan bağımsız Kürt devleti projesinin yeniden Türkiye’nin önüne konmasından başka bir şey değil.
Kürt devleti ABD’nin elli yıllık planı..,
< Türkiye ABD’nin Şer Ekseninde
AKP iktidarı
1. Tezkere ile başaramadığı Türkiye’yi bir ABD üssüne çevirme görevini yine Anayasayı ve devlet politikasını çiğneyerek yerine getiriyor. ABD basınına yansıyan bir haberle birlikte AKP’nin 120 bin ABD askerinin Türkiye üzerinden geçeceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Olay Türk basınını ancak askeri sevkiyat başladıktan sonra
yansıyabiliyor.
Zira AKP aslında Meclis kararı gereken bu durumu anayasayı çiğneyerek ve gizlice uygulamaya koyuyor.
İncirlik üssü ile de yetinmeyen ABD yine birinci tezkere döreminde gündeme getirdiği Eskişehir, Konya Trabzon, İstanbul gibi merkezlerde de askeri üs kurma isteğini bir kez daha Türkiye’ye dayatıyor. İncirlik üssü bir yana ama İstanbul ya da Trabzon’daki bir üssün Irak ya da Suriye’ye saldırı için kullanılmasının imkanı yok. O halde niçin bu şehirlere sorusu herkesin kafasını kurcalıyor. Oysa durum oldukça net. Birincisi ABD Türkiye’yi bölgedeki askeri üslerinden biri haline getirmek istiyor.
Tıpkı Gürcistan gibi. Gürcistan’da ABD İşbirlikçisi Şevardnadze ABD tarafındanr sırf bu görevi istenildiği hızda yapmadığı için bir sivil darbeyle iktidardan indirildi ve yerine daha koyu Amerikancı bir iktidar geçirildi.
Türkiye’de aynı süreci 3 Kasım seçimleri öncesinde DSP-MHP hükümetinin iktidardan indirildiği darbe döneminde yaşamıştık. Bu darbenin sonucunda Türkiye tarihinin en Amerikancı iktidarı AKP, tek başına iktidara taşınmıştı.
Irak işgali sonrasında yaşananlar bir savaş hükümeti rölü biçilen AKP’nin bu rolü oynamada ne derece hevesli ve başarılı olduğunu ortaya koydu.
İncirliğin istediği biçimde kullanma yetkisini alan ABD’nin esas amacı bölgedeki operasyonlarını buradan yönlendirmekten çok Türk Ordusu’nun olası bir müdahalesinin önüne geçmek. Ancak ABD planının bundan çok daha büyük amaçları olduğu da ortada. İstanbul’dan Trabzon’a bir çok ilde kurulması planlanan ABD üsleriyle ABD’nin
şer ekseni içinde parçalanacak bir ülke olarak yeralan Türkiye fiilen işgal edilmiş oluyor, üstelik tek bir kurşun atmadan. Bu ABD’nin AKP’ye seçim öncesinden beri süren büyük desteğini anlamamızı böylelikle daha da kolaylaştırıyor. Türkiye bizzat iktidardaki ihanet şebekesi tarafından ABD’ye teslim ediliyor.
Bu andan itibaren Türk devletinin bağımsızılığının tek güvencesi olan Türk Ordusu’nun alacağı tavır Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğini gösterecek. Türk milleti Türk Ordusu’nun alacağı tavrı bekliyor. >
Amerikan kaynaklı bu propaganda şu an varolan fiili durumla taban tabana zıt olması bir yana tarihsel gerçeklerle de uyuşmuyor. Kürt devleti Irak işgalinin ardından ortaya çıkan fiili durumun yarattığı bir gelişme değil. ABD elli yılı aşkın bir süredir Ortadoğu’yu kontrolü altında tutmasını sağlayacak bir Kürt devletinin hesabı içinde. Barzani ve Talabani aşiretleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte ABD ve İngiltere’nin kışkırtmalarıyla bir çok defa bağımsızlık talebiyle ayaklandılar.Barzani ve Talabani Federal Irak içinde temsille yetinmeyip özerk bir Kürt devleti için anlaşmış durumdalar. Buna rağmen hâlâ Irak’ta federasyon kurulmayacağını ya da ABD’nin Kürt devletinin kurulmasını istemediğini iddia eden stratejik analizler de yok değil.
Bu sürecin Türkiye içindeki en bariz yansımalarını ise Özal döneminde yaşamıştık. Özal dönemi Federasyon tartışmalarının Türkiye gündemine ilk defa ciddi biçimde girmesine yol açmıştı. Tabii bu parlak fikri Özal’a verenin ABD olduğunu söylemeye gerek yok.
PKK terörünün Özal döneminde büyük bir yükseliş kaydetmesi Körfez Savaşı’nın ardından Türkiye’ye yerleşen Çekiç Güç’ün marifetidir. Çekiç Güç PKK’ya silah ve eğitim desteği sağlayarak sonuçta Türk devletini büyük ölçüde zayıf düşüren PKK terörünün mimarıdır.
ABD işbirlikçisi Özal iktidarı içerde PKK’nın önünü açarken Barzani ve Talabani gibi iki aşiret ağasını devlet protokolüne alarak ve kırmızı pasaportla ödüllendirerek ABD planının sorunsuz işlemesi için büyük çaba harcadı. Sonuçta kırmızı pasaport verilip muhattap kabul edilen Barzani ve Talabani bugün Türkiye’nin kırmızı çizgilerini delik deşik ediyor. Kukla Kürt devleti Türkiye’deki bu Amerikancı siyasetin armağanıdır.
Özal’ın bıraktığı yerden devam eden AKP iktidarı da birinci tezkere sürecinde işbirlikçiliğin yeni bir örneğini sergileyerek Türk Ordusu’nu tasfiye etme ve Türkiye’yi bir Amerikan üssüne çevirme rolünü başarıyla uyguladı. Türkiye’nin bütün savunma olanakları ve Türk Ordusu’nun caydırıcı gücü bertaraf edilerek ABD’nin en büyük korkusu olan Türk Ordusu’nun Kürt devletine müdahale seçeneği ortadan kaldırıldı.
ABD’nin Ortadoğu’daki tek dayanağı Kürt işbirlikçiliği
ABD’nin Sevr döneminden beri desteklediği iki unsur bulunuyor: Ermeniler ve Kürtler. Bağımsız Ermenistan ve Kürdistan planları da bu nedenle ABD için o tarihten beri vazgeçilmez önemde. Barzani ve Talabani’nin Irak’ın uluslaşma sürecini kesintiye uğratacak ve Irak’ı parçalayacak ABD politikalarına taşeron olarak seçilmesi de gösteriyor ki, ABD önümüzdeki dönemde de Kürt işbirlikçiliği üzerinden bir Ortadoğu kuşatması yürütecek. Türkiye’de bu kuşatmanın dayanağı ise PKK’nın Kürt ayrılıkçığı olarak konulabilir.
ABD bölgede Araplara ve özellikle Türklere güvenmiyor. Türkmenler en başından beri ABD’nin inisiyatifiyle bütün gelişmelerin ve karar alma süreçlerinin dışında bırakıldılar. ABD Irak’ta çoğunluğu Arapların oluşturmasına rağmen Kürtlere yönetimde daha fazla ağırlık vermek istiyor. Türkmenler de biraz geç de olsa ABD’nin niyetini anlamış durumdalar ve ilk kez ABD karşıtı açıklamalarda bulunup silaha sarılıyorlar. Zira süreç Türkmenlerin kendi vatanlarında katledilmelerine kadar vardı.
Türkiye ise ABD açısından her zaman stratejik düşman olarak görüldü. Bütün Amerikancı iktidarlara rağmen Türk Ordusu’nun direnişi ABD açısından Türkiye’yi güvenilmez kılıyor. ABD’nin korkulu rüyası ise anti-Amerikan yönelimli bir Türk-Arap birliği. İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-Arap ilişkisini bozmayı amaçlayan Lawrence planı tam da bu birlikteliğin yarattığı korkuya dayanıyordu. ABD’nin ikinci Lawrence planı da Kürtleri kollama ve Türk-Arap birliğini engellemek için devreye konuyor. Etnik kışkırtma Ortadoğu’daki emperyalist politikaların temel hedefi.
Irak’ı parçalayan etnik ve dinsel bölünme planı Türkiye’de de işletiliyor
Irak saldırısının bir sonucu olarak ortaya çıkan kukla Kürt devleti Irak’taki etnik ve dinsel bölünme operasyonuyla birlikte yürütüldü. Yalnız Irak değil bütün Arap dünyası ABD tarafından yıllardır, büyük bir özenle yürütülen bu etnik ve dinsel parçalama operasyonlarının yarattığı kargaşayla mücadele ediyor.
Arap dünyasının son elli yılı ABD destekli Kürt ayaklanmalarıyla geçti. Yine bölgedeki Sünni-Şii çatışması üzerinden çıkartılan ve sekiz yıl boyunca bütün Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İran-Irak Savaşı da ABD tarafından kışkırtıldı. Arap dünyasında yaşanan uluslaşma sürecinin güçsüzlüğü ile birleşen emperyalizmin etnik-dinsel bölünme politikası Ortadoğu’nun antiemperyalist bir direnişe girişmesini de büyük ölçüde zora soktu. Sonuçta milliyetçiliğin gelişmediği ya da güçsüz kaldığı bir ülkenin topyekûn bir ulusal direniş sergilemesi pek de mümkün değil.
Türkiye açısından da benzer bir durumun ABD ve AB emperyalizmi tarafından yaratılmaya çalışıldığını biliyoruz. Irak’ta başarıya ulaşan etnik bölünme senaryosu Kurtuluş Savaşı günlerinden beri, Türkiye için de uygulanıyor.
Türkiye’de etnik bölünme Lozan’daki azınlık tanımının yok sayılarak bir Kürt azınlık yaratma politikası olarak ortaya çıktı.
Gerek ABD gerekse de AB, PKK terörünü destekleyerek bir Türk-Kürt ayrışması yaratmak için özellikle son yirmi yıldır muazzam bir çaba içindeler.
PKK’nın terör gücünün Türk Ordusu tarafından kırılmasının ardından bu kez de siyasallaşma stratejisi yine ABD ve AB merkezlerinde planlanarak PKK’nın önüne kondu.
Bundan sonraki süreci ise yakından biliyoruz. Demokratikleşme kisvesiyle bizzat Türk devletinin yasama organı olan TBMM kararlarıyla kabul ettirilen Kürtçe eğitim ve Kürtçe yayın ile Türk kimliğinin yokedilmesinin yolu açıldı. Pontusçuluk, Lazcılık, Çerkezcilik, Gürcülük gibi henüz tam olarak istenilen kıvama getirilemeyen etnik sorunların da ilerleyen dönemde kaşınacağını söylemek hiç de zor değil.
Kürt kimliği yaratma üzerinden yürüyen etnik bölünmenin yanında Alevi-Sünni ayrımcılığı da ABD ve AB’nin uzunca süredir ilgilendikleri bir başka alan.
Federal Irak: Federal Türkiye
Etnik ve dinsel kimliklerin milli kimliğin yerine konduğu bir ülkede ulus devlet yapısı da doğal olarak ortadan kaldırılmış oluyor. Bu noktada emperyalizmin çok parçalı ve özerk eyalet sistemi ulus devletin alternatifi oluyor. Bunu emperyalist böl-yönet politikası olarak da okuyabiliriz.
Şimdi bu böl-yönet taktiğinin Türkiye için de uygulandığını görüyoruz. Irak’ta federasyona giden sürecin aynısı Türkiye’de de uygulamada. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde AKP’nin hazırladığı Kamu Yönetimi Reformu Türkiye’nin Anayasal düzeninin, milli devlet vasfının ve Türk kimliğinin yokedildiği ve Türkiye’nin Osmanlı “millet” modeline geri döndürüldüğü bir sürecin önemli ayaklarından birisi.
Bürokratik devletin hantal yapısını kaldırıp hızlı hizmet sunma gibi masum argümanlara dayanarak hazırlanan kamu yönetimi reformuyla merkezi otoritenin etkisi neredeyse sıfıra indirgeniyor ve bütün yönetim yetkisi mahalli idarelere devrediliyor.
Ekonomi, milli eğitim, sağlık, tarım, ulaştırma gibi pek çok bakanlığın tasfiyesi ve yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesi üniter devlet yapısının yok edilmesinden başka bir şey değil. Yerel yönetimlerin yetkilerinin üst düzeye çıkartılması mezhepçilik ve bölücülüğün önünü açıyor. İlk bakışta iyi niyetli bir reform olarak görünse de bunun yaratacağı sonuçların Cumhuriyet’in tasfiyesi olduğunu görmek gerekli. Etnik kimlik ve cemaat-tarikat ilişkilerinin siyaset üzerindeki etkisi düşünülürse ortaya çıkacak durumun vehameti daha iyi anlaşılabilir.
Bu tasarıyla Türkiye’ye açıkça ABD eyalet sistemi dayatılıyor. Türk devleti eyaletlere bölünerek parçalanıyor. Ortadoğu’da rahatça kontrol altında tutulabilecek ve askeri üs olarak kullanılabilecek zayıf ve onlarca parçaya ayrılmış bir Türkiye Federasyonu.
Türkiye’ye uygulanmak istenen senaryo bu. İçerdeki ihanet: AKP-PKK
Yaklaşan yerel seçimlerle birlikte düşünüldüğünde kamu reformu diye sunulan tasarının aslında etnik ve dinsel temelli bir parçalanma planı olduğu rahatlıkla görülebilir.
Yerel seçimlerde AKP ve DEHAP’ın önemli ölçüde belediye başkanlığını kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Terör örgütü PKK’da aylardır yerel seçimlere yönelik önemli hazırlıklar içinde.
Dolayısıyla Meclis’ten bu haliyle geçmesi halinde kamu reformu diye sunulan düzenleme PKK’nın kontrolündeki belediyelerin tamamen Türk devletinin denetiminin dışında kalmasını sağlamış oluyor.
Ancak sorun sadece PKK’lı belediyelerin denetlenememesi de değil. Güneydoğu başta olmak üzeri Doğu Anadolu ve Mersin, Adana gibi büyük illerde belediye seçimlerin kazanmayı amaçlayan PKK, BM ve NATO gibi uluslararası örgütlere müdahale çağrısında bulunarak Kürt nüfusun bu bölgelerde çoğunlukta olduğunu ve baskı altında tutulduğu gerekçesiyle ayrılma hakkı talep edecek. CIA ve PKK arasında Kandil Dağı’nda yapılan gizli görüşmede yerel seçimler ve sonrasında izlenecek strateji belirlenmişti.
Yugoslavya ve Balkanlar örneği ve ABD ve AB’nin Türkiye parçalama niyetleri de düşünüldüğünde uluslararası emperyalist örgütlerin müdahalesi bizi şaşırtmamalı.
Tayyip’in iktidara gelmesinin ardından ortaya attığı tartışmalara baktığımızda AKP’nin Türk devletini yok etme senaryolarını nasıl sinsice uygulamaya koyduğunu görebiliriz.
Tayyip bir yılda önümüze neler koydu?
1.Başkanlık sistemine geçiş: Tayyip’in halife olarak Çankaya’ya oturmasının yolu açılıyor.
2. Türkiyelilik kavramı: Türk kimliği yok edilerek milli devletin temeli olan millet yok ediliyor.
3. Uyum yasaları, İkiz yasalar, Eve Dönüş Yasası: Şeriatçı ve bölücü terör serbest bırakılıyor. Etnik ve dinsel bölünme süreci hızlandırılıyor.
4. Kamu Yönetimi Reform Tasarısı: Milli devlet ve Anayasal düzen ortadan kaldırılıyor.
5. Sivilleşme: Türk Ordusu tasfiye edilerek Türkiye’nin direnme olanakları yok ediliyor.
Bütün bunlardan sonra AKP’nin son dönem İran ve Suriye temaslarıyla Kürt devletine karşı çıkan tavrının inandırıcılıktan ve gerçeklikten uzak, tam bir yalpalama ve kıvırtma siyaseti olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun ilk örneğini birinci tezkere krizinde yaşadık. AKP hem ABD’nin üs isteklerini geri çevirir göründü ama hemen arkasından da ikinci tezkereyi kabul ederek ABD’ye istediğini verdi.
Şimdi kukla Kürt devleti tehlikesine dikkat çekmesi ise iki nedenle inandırıcı değil. Birincisi, AKP madem bunun Türkiye’yi de parçalayacak bir sürecin önünü açacağını düşünüyor dışarıda Kürt devleti tehlikesini karşı çıkarken içerde Türkiye’yi parçalayacak kamu yönetimi reformu ve uyum yasalarından eve dönüş yasalarına kadar bölücü düzenlemeleri neden ardarda hayata geçiriyor?
İkincisi, AKP’nin bu tavrı aslında Türkiye’nin devlet politikasının dillendirilmesinden başka bir şey değil. Ancak aynı AKP Kıbrıs başta omak üzere bütün dış politik gelişmelerde Türkiye’nin devlet politikasının tam zıddı bir politik çizgi izliyor.
Tayyip, Genelkurmay Başkanı ile yaptığı görüşmeden sonra Türk Ordusu’nun kesin tutumu karşısında kukla Kürt devletine izin verilmeyeceğini söylüyor. Dolayısıyla ABD planına asıl direnen gücün Türk Ordusu olduğu ortaya çıkıyor. Oysa AKP Türk Ordusu ile birlikte ABD planına karşı çıkmak yerine Türk Ordusu’nu tasfiye etmeye çalışıyor.
Bir başka önemli nokta da ABD’nin Ortadoğu’da oluşan büyük tepkiye rağmen kısa dönemde Barzani ve Talabani’ye açık destek vermeye devam edip etmeyeceğinin belirsiz oluşu. Bu da AKP’nin rahat hareket etmesine olanak tanıyor.
Kerkük’ten Diyarbakır’a
Türklere Sürgün, Tehcir, Katliam
Türkiye’nin bölünme ve parçalanma süreci aynı zamanda Türk varlığının da ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Türkiye’den kopartılacak bölgelerdeki Türk varlığı sürgün, tehcir ve katliamlarla karşı karşıya. Bunun en bariz örneğini Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinden biliyoruz. Irak’taki Türkmen soydaşlarımıza yönelen ve gittikçe artan katliamlar ise tehdidin boyutlarını sergiliyor.
Talabani’nin yardımcısı Behram Salih bin yıllık Türk kenti Kerkük’ün Kürt kenti olduğunu söylemekle kalmıyor istenirse referanduma gidelim diyerek tehdit savuruyor. Salih’in bu açıklaması ışığında baktığımızıda Bağdat’ın ABD tarafından işgal edilmesinin ardından apar topar Kerkük’e girerek tapu ve nüfus kayıtlarını yok eden peşmergelerin Türk varlığını ortadan kaldırma niyetlerini görmemiz daha da kolaylaşıyor.
Kerkük’te Türkmenlerin karşı karşıya kaldığı katliam yarın Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanacak gelişmelerin habercisidir. Türkler kendi vatanlarından sürülme ve katledilme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Genelkurmay Başkanı Özkök, Annan planı tartışmaları sırasında “Türkler Anadolu’ya hapsedilmek isteniyor” demişti. Bunun gerçek fakat eksik bir tesbit olduğunu söylemiştik: Türkler Anadolu’dan atılmak isteniyor.
Ölü ya da diri.
ABD’nin Kafkas hattını yıkmak için kukla Kürt devletini Yıkmalıyız
Bu noktada Türk varlığını ve Türk devletinin bağımsızlığını koruyacak bir ulusal güvenlik anlayışının bir an önce uygulanması gerek. Ancak AKP ve ABD’nin kuşatma planları anlaşılmadan gerçekleştirilecek her stratejinnin de başarısızlığa mahkum olduğunu bilmeliyiz.
ABD’nin Ortadoğu planı, İsrail-Ermenistan-Gürcistan-kukla Kürt devleti eksenli yeni bir Kafkas hattı oluşturmak. Gürcistan’da yaşanan sivil darbe süreci ve Türkiye’deki 3 Kasım seçimleri bu hattı oluşturma arayışlarının aşamalarıydı. ABD bu süreçte AKP üzerinden bir kuşatma stratejisiyle Türk Ordusu’na diz çöktürmeye çalıştı.
Süleymaniye ve Kerkük’te yaşananlar ve özellikle Türk askerinin başına çuval geçirme tertibi Türk milletinin ve Türk Ordusu’nun savaşma azmini kırmaya yönelikti. İkinci tezkere de aslında sırf Türk Ordusu’nu ABD karşısında güçsüz durumda bırakmak için çıkartıldı. Zaten tezkere çıkmasına rağmen tezkerenin öngördüğü imkanların hiçbirisi ABD tarafından kullanılmadı. Çünkü amaç Türk Ordusu’nun bu konudaki karşı çıkışını yok etmekti, başarıldı da.
Bu süreci engellemeden Türkiye’nin parçalanmasını engellemek mümkün değil. Bunun için Türkiye’nin bir an önce içerde AKP kuşatmasını dışarda da kukla Kürt devletini ve ABD kuşatmasını parçalaması gerek.
Kukla Kürt devletine yapılacak müdahale bu yolda iyi bir başlangıç olacaktır. Arkasından AKP ve ABD kuşatmasını karşılamak daha da kolaylaşacaktır.
Arap ülkeleriyle dayanışma Türkiye açısından önemli bir seçenektir. Türkiye Filistin-İran-Suriye eksenli bir ittifakın öncülüğünü yapmalıdır.
Irak’taki gelişmeler öninde sonunda bir Türk-Amerikan savaşını gündeme getirecektir. Türk Ordusu’nun savaş yeteneğininin İran ve Suriye ile birleşmesi ABD’nin savaşmayı göze alamayacağı bir gücün yaratılması demektir.
Türkiye artık en kötü seçenekle karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu görmeli ve süngünün ucunu göstermelidir. Süngü göstermeye cesaret edemeyenlerin savunacak bir vatanları da kalmamış demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder