Ahmet Kılıçaslan AYTAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Kılıçaslan AYTAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2019 Pazar

ABD nin SURİYE DEN ÇIKIŞININ GERÇEĞİ.

ABD nin SURİYE DEN ÇIKIŞININ GERÇEĞİ.



ABD'nin Suriye'de kalmakla ilgili Merkezi Politikası;

1- İŞİD'i bitirmeye,
2- İran ve vekil güçlerini Suriye'yi terk etmeye zorlamaya,  
3- Türkiye'nin taleplerini dengelemeye,
4- Körfez ülkelerin desteğini sağlamaya,
5- Rusya'nın Suriye'nin geleceğine dair tek başına söz hakkı tanımamak için askerlerini bu ülkede muhafaza etmek ısrarına,
6- Bir olasılık olarak Kuzey Suriye'de üsleri olan Birleşik Krallık ve Fransa' nın da petrol, gaz ve taşımacılık için oluşturdukları koridorda,
Kürt tabanı üzerinde kurulacak çokuluslu bir şirketler devleti ile Suriye Federasyonunu oluşturulmasında söz sahibi olmalarını sağlamaya, 
7- Bütün bunların bileşkesinde İsrail-Filistin Barış Anlaşmasına katkıda bulunmaya dayanıyordu. 

*
Süreç boyunca Amerikalıların güvenliği için ölümcül askeri gücün uygulanmasını haklı çıkaracak bir tehdit yoktu.
Ama hâlâ süren iç savaş nedeniyle yaklaşık 2000 ABD'li asker için  stratejik bir risk ve yüklü bir harcama vardı...

*
Ve Başkan D.Trump  ABD askerlerinin Suriye'den çekilmeye başladığını duyurdu.
Pentagon Sözcücü D.White " Koalisyon IŞİD'in elindeki toprakları özgürleştirdi ancak IŞİD'e karşı kampanya bitmedi. IŞİD karşıtı kampanyanın yeni aşamasına geçerken Suriye'den askerlerimizin eve dönüş sürecini başlattık." ifadesini kullandı.

*
D.Trump, " Önce Amerika "  taahhütü ile ABD Başkanı oldu.

" Önce Amerika ";

Bir yanda gelişmiş ve istikrarlı ülkeler, diğer yanda emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamak,
O sırada Pentagon ve CIA' yı Ulusal Savunmaya geri getirmek,
Gerekirse  bir revizyona tabi tutmak üzere  uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekilmek,
Eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye etmek,
Ticaret Savaşları'nı başlatmak  anlamına geliyor... 

*
Böylece Başkan Trump liderliğinde  ABD Emperyalizmi;
Tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulması için sermaye ihracının bolca yapıldığı,
Dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşıldığı,
Yerkürenin tüm topraklarının en büyük kapitalist güçler arasında bölüşümünün tamamlandığı bir durumdan;
Şimdi yeni bir emperyalist çağa geçmenin kararlılığını gösteriyor.

*

Bu Çerçevede Başkan D.Trump, ulusal güvenlik siyaseti uygulamalarında ve şimdi ABD askerlerinin Suriye'de çekilmesi kararında; teorik yapısını bizzat hazırlattığı;

1- ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi,
2- Nükleer Duruş İnceleme Belgesi,
3- Terörle Mücadele Strateji Belgesi,
4- 2019 Ulusal Savunma Yetki Yasası'nı esas alıyor.

*
"ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi"; dünyanın bütün ülkelerine;
1- ABD'nin uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideri olduğunu,
2- Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinde jeopolitik bir zihniyeti benimsediğini,
3- ABD'nin Birleşmiş Milletler Örgütündeki sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla uluslararası düzeni Birleşmiş Milletler temel statüsünün belirlediğini,
4- ABD'nin ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale edebileceği bildiriyor. 
Bu 4 madde; öncelikle ABD'nin elinin çok öncesinde kazandıklarından dolayı kuvvetli olduğu iddiasıdır.

*
Mesela Avrupa Birliği; Esasen askeri yüzü NATO olan bir sivil yapıdır.

ABD birbirine denk olmayan bu iki yüzlü yapıda; NATO'yu doğrudan, Avrupa Birliği'ni ise dolaylı olarak yönetiyor.
Mesela, ABD  İran nükleer anlaşmasından çekilerek AB'yi zarara sürükleyebiliyor.

*  
Başkan Trump'ın esas aldığı ikinci konu, ABD'nin nükleer caydırıcılık ve savunmasına yönelik "Nükleer Duruş İncelemesi" dir.
Bu belge ile ABD "kilit karar "olarak, düşük verimli nükleer bir seçenek dahil olmak üzere "Nükleer Üçlü" denilen;

1- Bir savaş halinde hayatta kalabilmeyi :
2- İlk vuruşu yapabilmek için ülkenin geniş kapsamlı nükleer cephaneliğini içeren varlıklarının çeşitli silah  platformlarına yayılmasını :
3- Stratejik olmayan nükleer kapasitenin sürdürülmesini teorik olarak sağlamıştır.

Bunun  Politikasını ise;

1- Potansiyel düşmanların herhangi bir ölçekte nükleer saldırılarını ve nükleer olmayan stratejik saldırganlığını caydırmak,
2- Caydırıcılık başarısız olursa zararın sınırlanmasını  ABD nükleer güçlerinin özel ve esnek rolüyle belirleneceği öngörüsü belirliyor.

*
Bu yüzden Başkan Trump, Rusya'nın anlaşma şartlarını yerine getirmemesini esas alarak, 
Washington'u 1987'de Sovyetler Birliği ile imzaladığı Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan (INF) çekmiştir.
Böylece  Rusya ve Çin'i ulusal güvenliklerini sağlamak üzere savunma kapasitelerini arttırmak için amansız bir harcama ile karşı karşıya bırakmıştır.
Üstelik bu iki ülkenin de ABD ile yüksek teknolojili bir silahlanma yarışında rekabet  etmesi mümkün görülmüyor...

*
Başkan Trump, ABD Terörle Mücadele Strateji Belgesi'ni de esas almak durumundadır.
Belge Washington'un, " Önce Amerika" söylemi  doğrultusunda,
Artık sadece İsrail  dahil olmak üzere kendi çıkarlarına saldıran terörist örgütlerle mücadele edeceğini ortaya koyuyor.
Terörle Mücadele, güvenliğe ve demokratik değerler ile insan hak ve özgürlüklerini hedef alan tehdit  unsurlarına karşı hem ulusal hem de uluslararası mücadeledir.
Ama belgede "Terörizm İle Mücadele" sözcüğü yerine "Şiddet İçeren Aşırılıkçılıkla Mücadele" sözcüğü kullanılıyor. 
Böylece Belge, düşmanları değil bir mücadele yöntemini tanımlıyor. 
"Terörizm ile Mücadele"  bitmeyen bir savaşa dönüşmüş bulunuyor...

*
Nitekim Trump'ın Suriye'den askerlerini çekme kararında;
İŞİD'in kalıcı yenilgisinin IŞİD'in yokluğu olmayacağı,
Suriye'de  İŞİD'le bundan böyle Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçlerinin mücadele edeceği,    
Ama IŞİD'in fırsat bulduğu her yerde yeniden bir isyana dönüşeceği, 
Buna karşı ABD'nin terörle mücadele ortaklarıyla beraber hareket edeceği bildiriliyor...  

*
Başkan'ın dikkate aldığı son konu 2019 Ulusal Savunma Yetki Yasası çerçevesinde, 
Özel Operasyon kuvvetlerinin terörle mücadele misyonu ve büyük güç rekabeti ile bağlantılı diğer misyonlar için güç portföyüdür. 

Buna göre; 

1- Terörle mücadele, gelecek on yıllarda Savunma Bakanlığı için gerekli ve hayati bir görev olmaya devam edecektir.
2- Özel Harekat ileriye dönük ve sürdürülebilir terörle mücadele gücünü sürdürürken, Savunma Bakanlığı potansiyel düşmanla çatışma öncesi rekabet ortamında güçlü  rol oynayacaktır.
3- Siber alan aracılığıyla bu misyonları yürütmek için Siber Özel Kuvvetler oluşturulmaktadır.
4- Yeterli kapasitede derinlik  sağlamak üzere  Deniz Akıncı Birliği,
5- Hava Kuvvetleri özel harekat bileşeni daima hazır durumdadır...

*
Trump'ın Askerlerinin Suriye'den çekilmeye başladığını bildirmesinin ardında,
Yukarıdaki ABD muazzam ama teorik Ulusal Güvenlik stratejileri bulunuyor...

*
Ya Pratik.?

Bu sorunun yanıtını ABD Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Nikkl Haley veriyor.
" İsrail gelişmekte olan, güçlü ve müreffeh bir ülkedir.
Filistin halkı ise korkunç acı çekiyor, çünkü liderleri hâlâ gerçekçi olmayan 50 yıllık taleplerle yaşıyor.
Halbuki Filistin halkının hayatlarının kalitesinde büyük bir iyileşme ve politik gelecekleri üzerinde çok daha fazla kontrolünün olması gerekiyor.
Başkan Trump yönetimi İsrail ile Filistinliler arasında barış için bir plan hazırladı.
Plan önceden düşünülemez olan şeylerin bugün yapılabileceği gerçeğini kucaklıyor.   
Ama hâlâ Filistinlilerin barış anlaşmasıyla neyi beklediğini bilmiyoruz.
Neden sevmedikleri bir planın bölümlerine odaklanmıyorlar?
Aksi taktirde değişim olasılığı olmayan son 50 yılın başarısız statüsüne geri döneceğiz.
İsrail büyümeye ve gelişmeye, Filistin halkı acı çekmeye devam edecek.
Neden her iki taraftaki masum insanlar ölmeye devam etsin?" diyor...

*
Başkan Trump, yeni bir emperyalist çağa geçmenin kararlılığını gösteriyor.
Türkiye'ye verilen mesaj " Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" dır. 


21. 12. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilic...@gmail.com

https://groups.google.com/forum/#!topic/dunyaturkbirligi/khoETfwX10Q

***

25 Kasım 2017 Cumartesi

İSRAİL İRAN VS.VS.

İSRAİL İRAN VS.VS.


Ahmet Kılıçaslan Aytar 
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
12.11. 2017

10 Kasım'da Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Suudi Arabistan'ın Lübnan ve Hizbullah'a savaş açtığını ve İsrail'i Lübnan'ı vurmaya teşvik ettiğini iddia etti.
İsrail'in krizi kullanarak Lübnan'a karşı düşmanlığı başlatmaya yönelik girişimlerini dikkatle izlediklerini bildirdi.
Ama İsrail'in böyle bir harekette bulunma ihtimalinin de düşük olduğunu söyledi.

*
1982'de​ İsrail​​ Lübnan'ı işgal etmişti.
Filistinli mülteciler​​​ Beyrut'ta​ Sabra​,​ Şatilla Burc​ ve​ el-Beracine kampları​nda kalıyordu.
30 Ağustos'ta Filistinli gerillalar ailelerini savunmasız geride bıraktılar, Batı Beyrut'u terk ettiler.
16 Eylül'de İsrail askerleri Beyrut​'​un güneyinde​ki​ Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine kamplarını kuşat​tılar.
​B​u ​gelişmeler boşuna deği​l ​i​lerleyen  günler​deki​ katliamın habercisi​ydi ki;
Katliam yapacak yoksul Marunilerden oluşan faşist, Hıristiyan Falanjist milisler kampa sokul​dular. 
​İsrail'in başında "Beyrut Kasabı " lakabı ile anılacak katliam emrini veren Ariel Şaron​ bulunuyordu...

*
Katliamda 991 kişi öldürüldü ama sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi.
Falanjistler öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi.
İsrail'in Lübnan'ı değiştirme iddiası bir felâketle sonuçlandı...

*
​Şimdi Lübnan Başbakanı Saad el-Hariri'nin istifası ve İran'a karşı sert tutumu;
1982 yenilgisi ve katliamı ders olmak kaydıyla İsrail'e  yeni bir ufuk açıyor.
Hem uluslararası baskı hem Lübnanlıların kararları hem de dolaylı İsrail hareketiyle;
İran ve Hizbullah'ın Lübnan'ı devralmalarının öncesinde ülkedeki gerçeği değiştirebilmek için bir fırsat doğduğuna inanılıyor...

*
Bu kez İsrail, Lübnan gerçeğinin değiştirilmesi için uluslararası camiadan;
İran'ın Hizbullah vasıtasıyla ülkesini ele geçirmesine yardımcı olan ve Hizbullah'ın ülkesinin savunma gücü olduğunu ilan eden,   ​Hizbullah'ın tüm eylemleri için sorumluluk alan ve örgütün ülkenin güvenlikle ilgili gündemini belirleme yetkisine sahip olduğunu ima eden; 
Lübnan'ın Hıristiyan başkanı Michel Aoun'u karşı ciddi bir baskı kurmasını istiyor.  
Suriye ve şimdi Lübnan'daki  tüm diplomatik çabaların Lübnan cumhurbaşkanı, parlamento ve Lübnanlıların bir karar vermesini sağlamaya odaklanması gerekliğini öngörüyor.

*
​Böylece Lübnan​,​​ ya egemen bir devlet olarak kabul edil​ecektir;
​Bu taktirde İran Devrim Muhafızları da dahil olmak üzere bütün Şii güçlerinin Lübnan'dan çekilmesi sağlanacak, Hizbullah yalnızca Lübnan'ın yasal hükümetinin talimatlarına göre hareket etme taahhüdün​de bulunmuş olacak,​
​Ve ​Lübnan hükümeti İsrail sınırındaki​ ​güvenlikten​ ​sorumlu olduğuna dair bir deklarasyon​ imzalayacaktır...
​​Ya da Lübnan Başkanı Michel Aoun bu gerekleri sağlayamaz ve Lübnan'ı ele geçirmesi tamamlanıncaya kadar İran'a ve Hizbullah'a sadık kalmaya devam ederse, Cesaret temelli yeni bir karar alınacaktır...
Offf... 

​*​
​İsrail, bu noktada NATO'dan önemli bir hizmet bekliyor.​
Lübnan'dan Hizbullah örgütünün direneceği yönünde bir talep gelmesi halinde, NATO'nun Irak ve Suriye'de olduğu gibi tereddüde düşmeden  Lübnan'a askeri yardım sağlanması isteniyor. 
Bir zaman önce NATO'nun tereddüdü yüzünden bugün Irak ve Suriye temelde İran'ın elindedir, Bu kez Lübnan'da da İran egemenliğiyle tüm bölgenin İran kuşatmasına uğramaması için Lübnan'ın düşüşü engellenmelidir biçiminde düşünülüyor...

*
İsrail  bu stratejik öngörüsünde ABD Başkanı D.Trump' tan emin olmak istiyor.
Ne Batı'nın desteği olmadan Lübnan'dan cesur bir hareket ne de Lübnan yasal hükümetinin talebi olmadan bir Amerikan girişimi bekleniyor.
İsrail de 1982'de gereksiz yere denediği ve Lübnan'da  çamura saplandığı doğrudan bir müdahaleyi istemiyor.
Öncelikle Batılı ülkeleri Lübnan'da proaktif olmaya ikna etmeye çalışılacak,
Lübnan cumhurbaşkanı, hükümet ve ordusunu İran'a hizmet etmeyi tercih ettiği sürece "III. Lübnan Savaşı" üzerinde çarpıcı bir etkiye sahip olduğunu tekrar tekrar ortaya koyacaktır...

*
Çünkü İran işini  çok iyi yapıyor.

4 Kasım'da Lübnan Başbakanı Saad Hariri Riyad'da istifasını ilan,
Hizbullah ve İran'ın Suudi Arabistan'a karşı Lübnan topraklarından düşmanca eylemler gerçekleştirdiklerini iddia ederken;
Aynı gün İran'dan askeri yardım alan Yemen Huti direnişçileri Suudi Arabistan'da bir füze fırlatıyor!

*
Şükür, Suudi Arabistan füzeyi vurmak için hava savunmasını kullanıyor da böylece herhangi bir kayıp ya da yıkım olmuyor.
Ama Riyad füze saldırısını, Tahran'ın Suudi Arabistan'a karşı Huti direnişçileri vasıtasıyla füze savaşı başlatmaya hazır olduğunun işareti olarak görüyor.
"İran'a yönelik düşmanca eylem, Krallığın topraklarını ve halkını BM Şartının 51. maddesi olan savunma hakkına uygun yasal haklarını teyit ediyor" açıklamasında bulunuluyor.

*
Suudi Arabistan ve İran arasında bir sıcak çatışma fikri dahi İsrail'i Lübnan'da son derecede ölçülü adımlar atmaya zorluyor.
İran ile bir savaş halinde ise Suudi Arabistan Yemen'de Hutilere karşı yürüttüğü askeri operasyonların yanında ikinci bir cephe açacaktır ki;
Hizbullah ile uğraşmaya ne vakit ne de güç bulacaktır.  

*
Şu dakikada İran, İsrail'in coğrafyasında siyasi ve askeri potansiyelini maksimize etmek üzere bölgeyi  tek bir çatışma alanı haline getirmekte oldukça başarılıdır.
Erdoğan Türkiye'si bu coğrafyada yoktur.

12.11. 2017


***

24 Ekim 2017 Salı

YAPAY ZEKÂ

YAPAY  ZEKÂ



Ahmet Kılıçaslan Aytar ahmetkilicaslanaytar@gmail.com


Dünya'da, ABD'nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir anlayış gelişiyor.

Çok güçlü gelişen bu değişime karşı ABD'nin uluslararası ilişkilere yeni bir perspektiften bakması, sorunlara çözümler bulmak için tüm uluslararası toplumun birlikte çalışmasını sağlaması gerekiyo​r.
ABD bunu sağlayabilmenin öncesinde bir otomatik savaşa kadar, eski Başkan George W. Bush'un bilinmeyen düşmana karşı kurguladığı "Sonsuz Savaş" doktrinini işletiyor. 

*
Bu konseptte, mesela Ortadoğu krizinde rekabetin koordinasyonla geliştirilip bir Rusya ortaklığının oluşturulmasıyla;
Bölgesel krizlerin daha az tehdit oluşturacağı, çalkantıların büyük oranda önleneceği kurgulanıyor.
Nitekim Ortadoğu krizinin çözümünde, "Sonsuz Savaş " doktrini başlığı altında ama pek samimi olmayan bir diyalog düzleminde ABD ve Rusya ortak çalışıyor...

ABD bir taraftan da, süper yapay zekânın kendini yenileyip geliştirecek düzeye gelebileceğini ve zekâ patlamasının kontrol altına alınması mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği itirazlarına rağmen;
Dünya'da kendine ait hegemonya ve güç siyasetine dayalı güvenlik anlayışını yeniden pekiştirmek üzere askeri hazırlıklarını otomatik savaşın 15 yıla kadar gerçek olabileceği düşüncesine kuruyor...

*
Yapay zekâ askeri alanda 20 yıldan beri kullanılmaktadır, nitekim ilgili programlar hava sahası kontrolleri, denizaltı teknolojileri ve mayın arama çalışmaları için vazgeçilmezdir.
Artık kendiliğinde karar verebilen, hiç yorulmayan, karanlıkta gören, hızlı ve kuvvetli insan benzeri suni robotların tam otomatik olarak kullanılabileceği savaş senaryosunun üç ila beş yıl kadar sonra gerçek olabileceği öngörülüyor...
Ve bir çok gelişmiş ülke yapay zekânın askeri alanda geliştirilmesine çalışıyor... 

*
Ama bu arada, 9/11 saldırılarından beri sürekli savaş halinde​ olan ​ABD Savunma Bakanlığı, son raporunda şu anda en az 172 ülke ve bölgede 240.000'den fazla aktif görev ve yedek birlik bulun​durulduğunu açıklamıştır.​
A​BD kuvvetleri sadece​ medyada​ hakim ​olan Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen'deki çatışmalar​d​a değil​ ​Ürdün, Tayland,​ Nijer ve Somali'de de aktiftir.​
Ek olarak 37.813 asker, muhtemelen "bilinmiyor" olarak listelenen yerlerde gizli görev​ler icra ediyor.
Japonya'da 39.980​,​ Güney Kore'de 23.591, Almanya'da 36.034​,​ İngiltere'de 8.286​, Bahreyn'de 6.524, Katar'da 3.055​ ve Türkiye'de 1.364​ ​​asker görevdedir.​​​
​Trilyon dolarlara mâlolan bu güçlerin çoğu ​mesela; Afganistan'da Taliban'a​,​ Irak ve Suriye'de​ İŞİD'e, Yemen'de bir El Kaideci​ örgüte​ karşı terörle mücadele operasyonları yürütüyor​.​

​Ancak bu görevlerin​ ve ihtiyaç duy​ulan​ konuşlandırmaların büyüklüğünün devamı ise artık Amerikan kamuoyunun daha kaç tane yeni askeri macerayı tolere edeceğine bağlıdır...
​*
​D.Trump  başkanlık görevinde onuncu ayına girerken en sık karşılaştığı sorulardan biri, mesela ABD'nin Orta Doğu'nun ötesinde​ Asya'nın sorunlu Güney Doğu Asya'da ki pozisyonudur.

Burada Çin, son on yıldan beri nefes kesici bir gelişme hızı ve sürekli değişen dinamikler ve Çin toplumunun fikir birliğinde yeni küresel liderlerden biri olmaya göz kırpıyor.

​Trump'ın bu bölgedeki müttefikleri Singapur, Malezya, Filipinler, Tayland, Vietnam ve Endonezya'ya bireysel güven duygusu sunmanın ötesinde bu ülkelerle ilgili gösterdiği bir endikasyonu bulunmuyor.

*
Yine de bu ülkeler bölgede ABD'nin çekirdek çıkarlarının güvenliği için ilk müdahale unsurlarıdır. 

Aralarında iki askeri müttefiklik: Beş Güç Savunma Düzenlemesi: Çok taraflı anlaşmalar ve iki yeni stratejik ortak bulunuyor.
Her ülke birleşik bir varlık gibi  Güney Doğu Asya anakarasında ve denizcilik alanında, ABD'nin bölgedeki gücünü korumak ve güçlendirmek, belirli stratejik çıkarlarına hizmet etmek gibi bir amaçla yükümlüdür.

*
​Ama ​A​BD'nin bu seçkin konumu, II.Dünya Savaşından bu yana işte yukarıdaki nedenlerle​ artık kendi özünde zorlanıyor.
B​a​​şkan​ Trump bu düşüş eğilimini​n farkındadır ve askeri ekibi bu korkunç durumu düzeltmek için ellerinden geleni yapıyor.

​İşte Başkan, Güney Doğu Asya politikasını belirlemek üzere ​Mayıs​'tan beri​ Vietnam, Malezya ve Tayland'dan gelen liderlerle​ görüşmüş,
Başkan Yardımcısı Mike Pence, Jakarta'da Endonezya Cumhurbaşkanı Joko Widodo ile bir araya gel​miştir.

*
21 Ekim'de ​Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong​'un​ Washington​'da Başkan Trump ile görüşmesinin ardından,
​Başkan Kasım'da Güney Doğu Asya politikasını belirlemek üzere Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği liderlerinin Vietnam'daki toplantıların​a​, Filipinler'de Doğu Asya Zirvesi​'ne katılmaya hazırlanıyor...​

*
Bu noktada Singapur, ABD'nin stratejik çıkarlarını bir anlaşma müttefiki olmadan uyum sağlamanın gönüllüsü ve  bölgede askeri havacılıkta ABD en önemli partneridir.​
​Geçen ay Singapur Başbakanı Lee​'nin Çin'e yaptığı ziyarette geliştirilen yeni bir uyum ve anlayıştan sonra,​ Başkan Trump ile yapılan görüşmed​e de kilit  Güney Doğu Asya ülkeleriyle stratejik ilişkiler tamamlanmıştır.

*
Malezya ve Taylandlı liderlerin son Washington ziyaretleri​nde, ABD ticaret ve güvenlik çıkarlarına güçlü taahhütler​ verilmiş,
Bu iki ülkenin Çin ile yakın ilişkiler​i​​nde esas aldığı "Hedging​" ya da üstlenilen yatırım riskini minimize veya yok edecek karşıt bir işlem yapma faaliyeti​ne karşı uzun vadede ABD çıkarları kolla​yan yöntemlerde anlaşmalar yapılmıştır.  
Malezya ayrıca Kuzey Kore kriziyle ilgili olarak BM ve Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği'nin (ASEAN) kabul ettiği pozisyon ve eylemlerin ötesine geçmeye de hazırdır.

​*​
Filipinler Cumhurbaşkanı Rodrigo Duterte, ABD'nin uyuşturucu karşıtı kampanyasına yönelik eleştirilerine verdiği şiddetli yanıtına rağmen ABD​ için  geleneksel bir müttefik​tir.​
​Kasım'da Filipinler'de Doğu Asya Zirvesi​'nde Başkan Duterte​ ile Başkan Trump'ın beklenen görüşmesinde​ Clark ​ Hava Üssü'nün durumunun ve ikili ilişkileri​n​ güçlen​mesi bekleniyor.

​*
İlginç olan​ şey Başkan Trump'ın Vietnam'ı bölgedeki genel ilişkiler şemasına nasıl
yerleştirdiği​dir.
​Obama yönetimi​nin beş yıldan fazla süredir​ yürürlükte olan silah yaptırımları kaldırıl​mış​ ve Vietnam bölgede​ ABD'nin önde gelen kapsamlı stratejik ortaklarından biri haline ge​lmiştir.
Şimdi​ ABD, Vietnam​'ın​ büyük ticaret ortağı ve serbest ticaret savunucusu​dur.​
Mayıs​'ta Beyaz Saray'ı ziyareti sırasında Vietnam Başbakanı Nguyen Xuan Phuc, ABD ile 8 milyar dolarlık bir ticari anlaşma​ yaparken,
Ortak deniz güvenliği, Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı bölgelerin militarizasyonundan kaçınma​nın da sözünü vermiştir.​ 

​*​
Dünyanın üçüncü büyük demokrasisi Endonezya'nın siyasi konumu​nun​ art​masıyla birlikte ABD ile bağları 2015'te​ gelişmiş,
​Endonezya​​ artan uluslararası rolü​​nü​n​ teşvik​i​ amacıyla stratejik ortaklığa yükseltil​miştir.

*
B​aşkan Trump, geçen aylarda serbest ticaret, İran'ın nükleer silahlarının imhası ve iklim değişikliği konuların​a ciddi bir darbe indirmiştir.
Şimdi Çin'in yükselen etkisini dengelemek için kişisel diplomasi​ ve ikili bir yaklaşımla​ ​altı temel ASEAN üyesine, her biri benzersiz şekilde tasarlanmış güvence ve güvenlik taahhütleri
sağl​ıyor.
A​ma şu dakikada hiç birşey  ​ABD'nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı dünya güvenlik anlayışı​nı pekiş​tirmiyor. 

​*​
ABD, 2018'de Savunma Bakanlığı bütçesini Başkan Trump'ın istediğinden 60 milyar daha fazla olmak üzere 700 milyar dolara yükseltmiştir.
Bu diğer kalemler için yılda harcanması öngörülen 186 milyarın eklenmesiyle ABD'nin toplam askeri harcamasının yaklaşık 1 000 milyar dolara yükselerek federal bütçenin dörtte birini oluşturması anlamına geliyor. 
Çin Komünist Partisi ise 19. Ulusal Kongresi'n​de Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun yeni silahlarla donatılacağını, 2050'ye kadar Çin'in dünyanın en güçlü ordusuna sahip olacağı​ açıklanıyor.

*
İnsanlık,süper yapay zekâyı kimin daha önce ve daha etkin  kendini yenileyip geliştirecek düzeye getirebileceğinin bekleyişindedir...

25.10.2017

SONSUZ SAVAŞ

SONSUZ SAVAŞ,



Ahmet Kılıçaslan Aytar
 
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com




 seçmeyazilar


25 Eylül'de Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi ve Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri M.Barzani, İsrail'in dışında bütün uluslararası camianın reddettiği,   
Hatta Talabani'nin Kürdistan Yurtseverler Birliği partisinin de (YNK)  istemeden kabul ettiği bir  Bağımsızlık referandumu tertipledi.

*
10 Ekim'de Kahire'de, İsrail -Filistin barışı yolunda büyük bir adım atıldı.
Filistin hizipçileri HAMAS ve El Fetih aralarındaki  toprak, siyasal ve ideolojik bölünmeyi sona erdirmek üzere bir ön uzlaşı anlaşması imzaladı.
Anlaşma tartışmalı Gazze Şeridi'nin hangi şartlarda nasıl kontrol edileceğinin yöntemlerini belirliyor.
Filistin lideri Mahmud Abbas'ın " bölünmenin sonu" olarak selamladığı anlaşma iki rakip grubun aralarındaki anlaşmazlığın kısmen çözülmesi anlamındadır.
17 Ekim'de bu kez İsrail Güvenlik Kabinesi; HAMAS'ın İsrail'i tanıması, silahsızlanma ve İran ile olan bağlarını kısıtlayan Filistin birlik anlaşmasını koşullu olarak tanıyor.

*
Bir gün önce 16 Ekim​'de ise Irak ordusu ve Irak askeri üniforması giymiş İran Devrim Muhafızları yönetiminde​ Şii​ Haşdi Şabi güçleri Kerkük​'e operasyon başlatmış,​
Hiç bir direnişle karşılaşmadan  Kerkük'ü, Salahaddin vilayetine bağlı Tuzhurmatu ilçesini, 17 Ekim sabahı da Musul'un Sincar ilçesini kontrole almışlardır.
Kürtlerin yenilgisi öylesine etkileyicidir ki, Peşmergeler Ninova, Selahaddin, Diyala, Musul ve Sincar bölgelerinden çekilmiş bulunuyorlar...
Böylece İran Devrim Muhafızları şu anda sadece Kerkük petrol merkezinin ve petrol sahalarını değil, Irak'tan Suriye'ye açık bir koridoru kullanma fırsatına da yaklaşmış bulunuyor. 
Bu öyle bir koridordur ki; İran belki doğuda Hürmüz Boğazı'ndan batıda Akdeniz'e kadar etki alanını genişletecek, İsrail'in kara ve denizden çevrilmesini sağlayabilecektir...

*
Bu gelişmeler​in ardından HAMAS kanadından İsrail'in asla tanınmayacağı, direnişten vazgeçilmeyeceği açıklaması gelmiştir.
18 Ekim'de İsrail Başbakanı B. Netenyahu, Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile Suriye'deki savaşı, İran nükleer programını ve Kuzey Irak Kürt Bölgesi'deki durumu görüşmüş,
​Ertesi gün​ İsrail  Savunma Bakanı A​. Lieberman​, Washington'da ABD Savunma​ Bakanı Jim Mattis ve ulusal güvenlik danışmanı General H. R McMaster'dan;​ 
İran'ın tehdidini karşılamak için​ harekete geçmeden önce​ ​"ileri teknoloji" ​gerek​sinimleri karşılamak üzere  savunma bütçesine ek olarak​ ​​1.1 ​milyar dolar destek istemiştir... 

*
Bu noktada 20 Ekim'de YPG ağırlıklı güçlerden oluşan ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Rakka'yı tamamen ele geçirdiği, Rakka operasyonunun sona erdiği açıklanmıştır.

*
Böylece İsrail için yalnızca İran'ın nüfuzuyla yüzleşmek değil, İran'ın Irak'tan Suriye'ye açık bir koridoru kullanma fırsatını engellemek için  Kuzey Suriye'de  etki alanını genişletme süreci başlamış bulunuyor...
Çünkü İsrail'in Suriye Kürtleri ile ilişkilerini güçlendirmesi kazançlarının stratejik, siyasi ve güvenlik yararlarının ötesine geçecek, bilhassa Rojava'nın doğal kaynakları, petrolü İsrail'in enerji arzına katkı verebilecektir.

*
Ama ABD Başkanı D.Trump, Rakka'nın İŞİD'ten temizlendiğini bildiren açıklamasında; "SDG (PKK/PYD) ve Suriye'de İŞİD'e karşı savaşan müttefiklerimiz, terör grubunun başkenti olarak ilan ettiği Rakka'yı başarılı bir şekilde geri aldı. Yakında yeni bir evreye geçerek Suriye'deki tansiyonu düşürmek için yerel güçleri destekleyeceğiz, kalıcı barışın sağlanması için şartları genişleterek terör güçlerinin geri dönerek ortak güvenliği tehdit etmesine son vereceğiz. Şiddetin son bulması için müttefiklerimizle diplomatik süreçleri destekleyerek mültecilerin evlerine geri dönmesini sağlayacağız ve Suriye halkının dehşetine son verecek siyasi geçiş sürecini sağlayacağız "diyor.

*
11 Eylül 2001'de El Kaide'nin New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ne yaptığı saldırının ardından,
Dünya giderek ABD'nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine,
Karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışının ışığına dönme​ye başlamıştır.
​ABD'nin çok güçlü olan bu döngüye katılması için  Soğuk Savaş zihniyetinin terk edilerek uluslararası ilişkilere yeni bir perspektiften bakılması, sorunlara çözümler bulmak için tüm uluslararası toplumun birlikte çalışması gerekiyo​rdu.
Bunun sağlanabilmesi için ABD Başkanı George W. Bush,terörizme ya da bilinmeyen düşmana karşı "Sonsuz Savaş" doktrinini oluşturdu.
ABD Başkanı B.Obama'da bu doktrini, bugünün Başkanı D.Trump'ın da izlediği 2020 yılına kadar geçerli Ulusal Strateji Belgesinde resmileştirdi.
Böylece ABD; "Savaş"ı zaman ve coğrafya ile sınırlandırmadan,"Adil Savaş" doktrinini "Sonsuz Savaş Operasyonu"na dönüştürdü.
Sonsuz Savaş Operasyonu, çevre devletleri tasfiye eden ama küresel devletin aygıtları ile sistemin amacına uygun olarak yeniden kurulmasını öngörüyor...
Nitekim Başkan D.Trump'ın Rakka operasyonu ile ilgili açıklamalar da "Sonsuz Savaş" doktrinini olumluyor.

*
Bu doktrinin en önemli adımlardan biri Eski Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey'in, küresel ayaklanma momentumunun devlet adamlığı yeteneğini aştığı bu noktada,
ABD'nin dünya polis gücü olabilmesinin stratejik ayrıntıları üzerinde  yaptığı çalışmasıdır.
Dempsey, ABD ve Rusya'nın birlikte çalışmak gerektiğini anladıklarından hareketle, rekabetin koordinasyonla geliştirilip bir Rus-ABD ortaklığının oluşturulması halinde;
Bölgesel krizlerin daha az tehdit oluşturacağı, bölgesel çalkantıların büyük oranda önleneceğini kurgulamıştır.
Nitekim bugün  Ortadoğu Krizinin çözümünde, aslında  ABD'nin "Sonsuz Savaş " doktrini başlığı altında, dolayısıyla pek samimi olmayan bir diyalog düzleminde ABD ve Rusya ortak çalışıyor...
 
*
Bu ortaklığın, İsrail ve İran ekseninde nasıl gelişmelere yol açacağı bugünden bilinmiyor.
Bilinen şey Başkan Trump'ın "Yakında yeni bir evreye geçerek Suriye'deki tansiyonu düşürmek için yerel güçleri destekleyeceğiz ve kalıcı barışın sağlanması için şartları genişleterek terör güçlerinin geri dönerek ortak güvenliği tehdit etmesine son vereceğiz " ifadesidir.

*
Bu ifadeden Türkiye'nin bir türlü neden Afrin'e ilerleyemediği anlaşılıyor.
Ama giderek Suriye rejiminin kontrolü​ndeki bölgeler​de gerekli hizmetlerin sağlanmasında​ki noksanlar, ağır bask​ı ve yaşanan güvenlik kaosu​yla bozulma başlamıştır​.
Bu noktada İsrail için bir güvenlikli bölge inşasında olan Türkiye'nin,
sınırın​ın yanı başında ve El-Kaide ideolojisinden esinlenen hiziplerin yönetimi​nde olan​ İdlib kentinde ki ve ​​Fırat​ ​Kalkanı ​kapsamında Kuzey Suriye'de bulunduğu alanlardaki geleceği ise bilinmiyor...

23.10.2017

22 Haziran 2017 Perşembe

AMERİKAN KÖRDÜĞÜMÜ







AMERİKAN KÖRDÜĞÜMÜ


20 Mayıs'ta ABD Başkanı D.Trump, Suudi Arabistan/Riyad'ta Kral Abdülaziz
ile görüştü.
Dünyanın dört bir yanındaki cihad terörizmi ile mücadele için
belirsizliklerin ortadan kaldırılmasının ve her türlü İslamcı teröre karşı
dürüstçe yüzleşmenin öneminden bahsetti.
Hedefin Suriye Arap Cumhuriyeti değil, bazı devletlerin stratejik aygıtı
olan cihadçılık olduğunu söyledi.
Cihatçılık ile mücadelede cihadçı grupları kuşatıp, kaçmalarına imkan
vermeden yok etmeye dayanan bir strateji uygulayacaklarını açıkladı.

*
Trump, Suudileri; Filistin sorununda önemli ilerleme kaydedilen bölgesel
barışı ilerletmek amacıyla İsrail'e uzanan geniş kapsamlı bir uzlaşmaya da
hazırladı.
İsrail Başbakanı B.Netenyahu'nun," Eskiden İsrail-Filistin meselesini
çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini
düşünürdük. Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz. Şu
anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında
İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.Biz de bu amaca
yönelik çalışıyoruz " ifadesiyle açıkladığı strateji doğrultusunda;

*
Aslında Nisan 2015'te Yemen Savaşının başlamasıyla birlikte oluşturulan,
1- Arka planda İsrail'in, önde Suudi Arabistan kumandasında NATO uzantısı
ortak bir Arap Savunma Ordusunu,
2- Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve Sünni Müslüman
ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyonun kuruluşunu ilan
ettiler.

*
Bu suretle;
1- İsrail'in çıkarlarına hizmette, Sünni Arap ülkelerinin tutum ve
politikalarında ortaklık sağlamayı öngördüler.
2- Suudi Arabistan'ın, İran'ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı
Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırması ve Şiiliğin
yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önünü açtılar.
3- Ortadoğu'daki güç merkezini Suudi Arabistan ve İran arasında dağıttılar.
4- Bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii
İran ordusuyla karşı karşıya kalmasını hedeflediler.

*
Böylece Başkan Trump, Suudi Arabistan ziyaretinde;
1- Müslüman bir ülkede İslamcılık karşıtı söylemleriyle uluslararası
camiada puan kazandı.
2- Radikal İslamcı terörizm ile müzakerelerin, mücadelenin merkezinde
gerçekleşmesi öngörüldü.
3- Suudi Arabistan, Filistin-İsrail barışında müzakereci olmadığı için hiç
bir zaman bir denetleyici olamayacaktı.
4- Görüşmeye katılan 33 Sünni Arap ülkesi, İran'ı hedef alan bir Ortadoğu
politikası hazırlamaya ortak oldu.
5- ABD, tarihinin en büyük silah siparişini Suudi Arabistan'dan aldı.

*
Nasıl aldı?
Bir hafta sonra "Anlaşıldı Vehbinin Kerrakesi"!

*
2015 yılı başında reel politiğin işleyişinde İsrail'in ABD ile stratejik
ortaklığı; iki hükümetin arasındaki derin siyasal çelişkiler yüzünden
bunalımlı bir görünüm arzediyordu.
İsrail Başbakanı B.Netenyahu ABD'deki Cumhuriyetçi Parti ile kurduğu
siyasal müttefiklikle Başkan Obama'nın yönetimine karşı bir koalisyon
sergiliyor,
İsrail sağı ve ABD sağı arasındaki siyasal yakınlaşmada ortak hedef Obama
ve Obama'nın Ortadoğu politikaları olarak öne çıkıyordu...
Çünkü, ABD Başkanı B.Obama'nın görev süresinin 2017'de sona erecek olması,
Ortadoğu'da terörle mücadele stratejisini ve barış için atılacak adımların
hangi seyirde götürüleceği konusunda endişeler yaratıyordu...

*
Eylül 2016'da Cumhuriyetçiler ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi'nde
başkanlık seçimleri arifesinde Başkan Obama'nın vetosunu geçersiz kıldılar.
11 Eylül saldırılarıyla ilgili "Terörün Destekçilerine Karşı Adalet "
yasasını çıkardılar.
Yasanın gerekçesi; Suudi Arabistan'ın ajanlar ve sivil toplum kuruluşları
aracılığıyla ABD'de faaliyet gösteren bir terörist hücreyi desteklemesi, bu
örgütün de 11 Eylül saldırılarını planlaması ve gerçekleştirmesiydi...

*
Yasa, hayatını kaybedenlerin ailelerinin saldırılarda rolü olan Suudi
yöneticilere karşı ABD mahkemelerinde dava açmak imkânı tanıyor...
Suudi Arabistan karşılanamayacak kadar çok yüksek tazminatlar ödemekle
karşı karşıyadır.
Yasanın hayata geçirilmesi halinde Washington'ı, ABD'de bulunan 750 Milyar
Dolar değerindeki FED tahvilleri ve bonolarını satmak, dünyadaki dolar
fiyatlarını düşürmekle tehdit ediyor.

*
Doğrusu İsrail, ABD Cumhuriyetçileri ve Suudi Arabistan; başkanlık
seçimleri öncesinde, Cumhuriyetçiler lehine ABD'deki yahudi ve Suudi
lobiler üzerinde mükemmel bir tezgah sergilemiştir...
Ayrı bir konudur ama bu tezgah biraz didiklendiğinde; Donald Trump'ın
H.Clinton'ın deşifre olan elektronik postaları ve Rusya ile ilişkiler
üzerinden de nasıl başkan seçildiğine dair tüm bilgiye sahip olunması işten
bile değildir...

*
Ne ki, o yasa orada kaldığı sürece o günden beri Washington, Riyad, Tel
Aviv arasında müthiş bir sabırsızlık ve gerilim yaşanıyor.
İsrail'in, kaos yaşayan Ortadoğu'da güvenliğini sağlamak için oluşturduğu
Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap ülkeleri arasında siyasi ve askeri
pakt benzeri oluşum, Suudi Arabistan'ın bir "Hayır"demesine bağlıdır.
İsrail-Filistin barış anlaşması bir kez daha beklemeye kalmıştır.
İsrail bölgedeki güvenliğinden endişededir...

*
Nitekim Başkan D.Trump'ın Riyad ziyareti öncesinde Suudi Arabistan, Katar
yönetimini terörü desteklemekle suçlayan bir enformasyon savaşı başlatmış
bulunuyor.
Suudi Arabistan iddialarına göre, ABD'nin elindeki El Kaide lideri Usame
Bin Ladin'e ait belgeler, Katar'ın El Kaide terör örgütü ile bağlantılarını
gösteriyor.

Suudi El Arabiya televizyonu Katar'ın teröristlerle işbirliğine ilişkin
deliller sunuyor.

Mesela, 11 Eylül saldırısının kimi organizatörünün Katar'da saklandığı,
ekonomik destek aldıkları belirtiliyor.
Katar defalarca terörü finanse etmek, finansörlerin faaliyetlerine göz
yummakla suçlanıyor.

*
Başkan Trump Riyad'da iken Suudi Arabistan, bu defa Katar'ı; Hizbullah ve
HAMAS'ın terör örgütü değil direniş hareketi olduğunu savunmakla,
Müslüman Kardeşler Örgütüne destek vermekle itham ediyor...

*
Elbette 11 Eylül teröristlerine yardım konusunda Katar'ın yalnız değildi.
Ancak, ABD Kongre'sinden çıkan ve Suudi Arabistan'a atfedilen "Terörün
Destekçilerine Karşı Adalet Yasası "nın muhatabı artık Katar'dır.
Riyad'ta Trump ve Suudi Arabistan Kralı arasında imzalanan yaklaşık 110
milyar dolar değerinde Amerikan yapımı silah siparişi de bu takasın
bedelidir.

*
Ne ki, Riyad'ta ki Zirve esnasında yükselen Suudi Arabistan ve Katar
arasındaki gerginlik, Zirve katılımcıları arasında kimi ülkeyi Suudi Arabistan'ın hırslarına
tahammül edemeyecek pike çıkarmıştır.
Gerilim Katar'ı, Suudi Arabistan ve Körfez'den koparmaya, İran'a
yakınlaştırmaya doğru gidiyor.
Katar'dan sonra daha şimdiden Ürdün, Küveyt, Umman, Mısır, Pakistan
kurulmakta olan Arap Savunma Ordusuna tereddutle bakıyor...
Suriye'de İrancı bir Katar'la birlikte Rusya'nın eli güçleniyor.

R.T.Erdoğan Türkiye'si ise zaten bir süredir "dostu yok,düşmanı çok", ne
İsa'cı ne Musa'cıdır...


5.6.2017
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

https://groups.google.com/forum/#!topic/kotanlartr/O_F_rJxZWUs